Bride Of The Wind|H.S

By TVersionofaperson

167K 11.1K 7.8K

''Tek istediğim sanatın doğru biçimde anlaşılmasıydı.'' #Wattys2019 en iyi hayran kurgu kazananı. More

Bride Of The Wind|1
Falling In Earth|2
The Voices|3
Every paintings in the world|4
That ''Western Art''|5
First Lesson|6
Get Away from him|7
Thunder|8
Judith and Holofernes|9
This isn't Geography|10
Can't tell anything|11
I wish|12
Le Déjeuner sur l'herbe|13
Failed|14
Netherlands 1|15
Just Another Girl| 16
Ophelia| 17
R&J with a broken heart|18
Just Scarlett|19
Felicity| 20
Selene And Endymion|21
Mushroom|22
Wonka's Effect|23
Breakfast| 24
Best decision i've ever made| 25
Phone calls| 26
Little Bird|28
Meanings| 29
7 seconds| 30
Harry|31
5 begriffs paare
Linear•Painterly 5/1
Plane•Recession 5/2
Closed•Open Form 5/3
Multiplicity•Unity 5/4
Clearness•Unclearness 5/5
On The Road 37
Ceci N'est Pas Une Pipe 38
Moonlight 39
Bel Air 40
His Friends 41
Home 42
Letter Box 43
Before 1 August 44
Venus 45
Playlist and the other kinds of stuff
Open Doors 46
Memories that put across us to there|final
We had a good time didn't we?
Snowball Above•Epilog
1st-anniversary epilog
It's You • Epilog
Your canvas absorbs the light • epilog

Georgia|27

3.5K 186 184
By TVersionofaperson

Scarlett

Ona uzattığım çubuğun ucundaki sushiye bakarak suratını ekşittiğinde omuzlarımı silkip sushiyi kendi ağzıma attım.

Kendisi bilirdi.

Sanki bir saat önce birbirimize bağırmamışız gibi oturmuş karşılıklı sushi yiyorduk. Harry arka planda çalması için kendi playlistini açmıştı. Klasik rock hitlerinden bir şarkı çalarken bakışlarımı sushimden Harry'e kaydırdım. Tabağındaki sushiyle oynuyordu.

Biraz önceki kavgamız aklıma geldiği için ifademi sabit tutmaya çalışıyordum. İkimizin de haksız olduğu noktalar vardı. Bu yüzden üzerinde durmamıştım.

Sonuçta ilk adımı atan ben değildim. Ayrıca beni sushiyle kandırmıştı.

Sushiye hiçbir zaman hayır diyemezdim. Harry'e de karşımda üzgün bir şekilde otururken kıyamıyordum ve böyle oluyordu işte...

''Bugün,'' ağzımdaki California roll'u çiğneyerek yutarken ona doğru döndüm. ''dersteyken kendimi Anna'ya benzettim.''

Dediğimden pek bir şey anlamadığı için kaşları çatılmıştı. Ama dediğimi öyle bir dikkatle dinliyordu ki, ağzımdan çıkan her kelimeye karşı bu kadar dikkat kesildiğini fark etmem bir an tüylerimin diken diken olmasına sebep oldu.

''Hangi Anna'dan bahsettiğini anlamadım ama ne açıdan benzettiğini de merak etmedim değil.'' Çubuklarını tabağının kenarına koydu. Bense o sırada en sevdiğim Anna'ya müjde tablosunu bulmak için telefonumu elime almıştım.

''Anna, hani Meryem'in annesi olan Anna. Yüce İsa falan?'' Telefon ekranımı ona doğru çevirdiğimde Harry'nin bana uzattığı içinde birkaç tane salmon roll bulunan sushi tabağını tek elimle aldım. Daha fazla yemeyecekti belli ki.

''Apokrif Yakub inciline göre İsrailoğullarının on iki kabilesinden gelen zengin bir adammış Yohakim. Yani Meryem'in babası. Anna ile evliymiş ve yaşları ilerlemesine rağmen çocukları bir türlü olmuyormuş. Yahudilikte çocuksuz olmak hoş karşılanan bir durum olmadığından ötürü Yohakim bir gün adak adamak adına tapınağa gitmiş fakat bu sebepten dolayı kovulmuş.''

''Bunun sonunu nereye bağlayacağını o kadar merak ettim ki.''

Kıkırdayıp konuşmaya devam ettim.

''Bunun üzerine Yohakim inzivaya çekilmiş. Kırk gün oruç tutmuş çocukları olması için. Nasıl İbrahim olduysa öyle çocukları olsun istemiş. Sonra bir melek Anna'ya görünmüş ve dualarının kabul olduğunu söylemiş. Büyük bir müjdeymiş bu onlar için. Batı Sanatı'nda çokça resmedilen bir konu bu. Benim en sevdiğimse Fra Angelico'nunki. Bu tablo çok önemli bir tablo. Tablonun arka kısmında Adem'le Havva' da resmedilmiş çünkü Anna'ya gelen müjdenin ilk günahı temizleyeceği düşünülüyormuş. Şu resimdeki meleği görüyor musun?''

Elimle ekrana vurduğumda başını salladı.

''Melek müjdelemiş Meryem'i. Profesör bunu anlatırken düşündüm de sen de müjde gibi bir şey oldun benim için. Yani yaşadığım onca şeyden sonra hiç hayatıma senin gibi biri gireceğini hayal edemezdim. Bir an Anna gibi düşündüm kendimi o yüzden.'' Cümlemi bitirdiğimde gözlerinin içine bakamadım. Bu benim için çok zor bir açıklamaydı çünkü.

Ona benim müjdem olduğunu söylemiştim.

Bakamazdım.

Bu yüzden telefonumu kucağıma bırakıp elimi havada salladım.

''Öyle işte.'' Ama o kendi kendine mırıldanmaya başladı.

''Merhaba Anna, nasılsın Anna, seni seviyorum Anna. Tamam kulağa bayağı güzel geliyor. Sana bundan sonra Anna diyeceğim.''

''Harry saçmalama!''

Yayıldığım koltukta doğruldum ve sushi tabağını sehpaya bırakırken gülmeye başladım. Keyiflenmiştim çünkü ne anlatmaya çalıştığımı en iyi yerinden yakalamış ve bana geri sunmuştu.

Akıllı sevgilim benim.

Bu halinin tatlılığına karşı koymak çok zordu. Bu yüzden eğilerek onu öptüm ve ''Adımdan memnunum. Başka ad istemiyorum.'' Dedim.

Harry'se elimden aniden tutup beni kucağına çekti. Eliyle başımı boyun girintisine yaslarken abartılı bir şekilde iç çekti.

''Böyle konuşmaya devam edelim. Daha iyi. Öbür türlü uzak kalıyoruz.''

Anna konusunun üzerinde durmaması hoşuma gitmişti. En azından bu konuda üstelemiyordu.

''İyi.'' Omuzlarımı silktim. ''Bugün okulda bir kızla tanıştım. Adı Bell.'' Boyun girintisinden yayılan kendi kokusu burnuma dolduğunda gözlerimi huzurla kapattım ve kucağına iyice yerleştim. O da karnımın etrafından geçirdiği tek eliyle tutuşunu sıkılaştırmıştı.

Arkada çalan şarkı yerini Talking Heads'ten Sugar On My Tongue'a bıraktığında gözlerimi araladım. Anlatmaya devam etmem için ağzının içinden mırıldandı.

''İyi bir kız gibi. Beni profesöre karşı korudu.'' Saçlarımdan elini çekip suratıma baktı. Kaşları çatılmış, surat ifadesi değişmişti.

''Neden gibi dedin o zaman? Bir problem mi oldu?''

Derin bir nefes alıp bıraktım. Anlatmalı mıydım?

Anlatmalıydım elbette.

''Sana mesaj atmak için telefonumu çıkarttığımda sana mı mesaj atacağımı sordu. Sonra şaka yapmak istediğini ama patavatsızca olduğunu söyledi. Hailey'le çok yakıştığınızı da ekledi.''

Sesim sonlara doğru değiştiğinde Harry'nin suratındaki ifade de değişmişti.

''Bak Scarlett bunu daha önce hiç konuşmadık ama demek ki konuşmamızın zamanı gelmiş.''

Sıkıntılı bir biçimde konuşmaya başladığında bir an korktum. Kötü bir şey gelecekmiş gibi hissetmiştim. Bu yüzden sesimi çıkartmadım ve ne diyecekse onu demesini bekledim.

''Sana, okulda benim için yaklaşmaya çalışan insanlar olacaktır. Mutlaka olacak. Etrafımdaki herkese bunu yapan birtakım insanlar var. Dikkatli ol tamam mı? Benim yüzümden üzülmeni istemiyorum ama Bell de bunlardan biri olabilir.''

Genzimden gelen bir iniltiyle kucağından kalktığımda tutmak için bir hamle yaptı ama benim reflekslerim onunkinden daha kuvvetliydi. Koluma yetişememişti. Ben de çoktan ayaklanmıştım.

''Paranoyaklaşmak istemiyorum. Ayrıca sırf senin için bölümün korkulu rüyası olmuş adama kafa tutacağını da hiç sanmıyorum.''

Eliyle kendini işaret ettiğinde başımı salladım.

''Yalnız benim için-''

''Üf evet senin için milyonlar ölüp bitiyor. Tamam. Yine narsist kısmının tuşu açık kalmış belli ki.''

Gülmeye başladığında suratımı buruşturdum ve sehpanın üzerindeki sushiden kalan bulaşıkları toparlayıp mutfağa götürdüm. Tabakları sudan geçirip bulaşık makinesine yerleştirirken bir an Harry'nin düşündüklerini kendi kafamda tarttım.

Cidden böyle bir şey olabilir miydi?

Yani, etrafımda da hayatımda da o tarz insanlar barınmıyordu. Bell benim için çok yeni bir arkadaştı ama öyle olsaydı sanki anlardım. Hem hiçbir şeyimi paylaşmıyordum.

Hem bana iyilik borcu falan yokken böyle büyük bir iyilik yapmıştı.

Hayır, böyle bir şey olamazdı. Harry haklı olabilirdi ama bu konuda yanılıyordu.

Bulaşıkları uyuşuk bir şekilde yerleştirip salona geçtiğimde Harry'nin telefonunu kapattığını gördüm. Salonun çıkışına doğru bakışlarını yerden kaldırmadan yürüdü. Muhtemelen yanıma gelecekti. Hole geldiğinde bakışlarını yerden kaldırdı.

Bakışlarımız kesiştiğindeyse ''Grace.'' Dedi. Sonra benim bahsettiği kişiyi tanımadığım aklına gelmiş olmalı ki ''Eski ama yakın bir arkadaşım. Bizi çağırdı şimdi. Seninle de tanışmayı çok istiyormuş. Gidelim mi ister misin?'' diye bir çırpıda kelimelerini bana aktardı.

Harry'nin hayatından çok az insanla tanışmıştım. Bu yüzden teklifini başımı sallayarak kabul ettim.

''O zaman sen arabayı çıkart ben de telefonumu alıp geleyim. Cüzdanıma gerek duyar mıyım sence? Çanta almak istemiyorum.''

Omuz silkti. ''Sanmıyorum. Hem benim cüzdanım yanımda. Bir problem olmaz.''

Ona bakış attığımda 'ne' dercesine başını salladı. Sonra şirin bir şekilde gülüp kapıya ilerledi ve botlarını giyip bir çırpıda çıktı.

Saf, montunu almayı unutmuştu. Sırf azarlayacağımı bildiği için uçarcasına çıkmıştı kapıdan.

Telefonumu cebime tıkıştırıp etrafıma baktığımda kendi montumun üst katta olduğunu hatırladım. Sushi söylerken üst kata çıkartmıştım dışarı çıkmayacağımızı düşünerek. Yukarıya çıkmaya çok üşendiğim için ayakkabılarımı giydim ve askılıktan önce Harry'nin montunu aldım. Ardından Harry'nin bana oldukça büyük gelecek gri kapşonlusunu da askılıktan alıp başımdan geçirdim ve kapıyı kilitleyerek çıktım.

Arabaya bindiğim gibi Harry'nin montunu resmen ona fırlattım.

''Bir daha montunu almadan çıkma. Hasta olacaksın!''

Bakışlarını üzerimde gezdirdi. Fakat bu gülümsemesine değil 'hah'lamasına neden olmuştu.

''Diyene bak. Kapşonlumun seni sıcak tutacağını mı düşünüyorsun? Hem de daha yeni hastalıktan kalkmışken. Öğretemedim sana kalın giyinmeyi. Hayır geldiğin ülke de Maldivler falan değil ki. Hollanda da gayet soğuk ülke. Aferin sana Scarlett.''

Kendi kendine söylenmesi bile tatlıydı.

Gerçekten kafayı yiyecektim.

Yine de şımarmaması için bunu ona yansıtmadım.

''Benim işim sesim değil. Hastalansam da bir şey olmaz. Sür hadi şu arabayı işine bak.''

Gözlerini devirip artık rutin haline getirdiği kemerimi taktıktan sonra arabayı sürmeye başladı. Bir ara bütün camları aşağı indirdi ama sonra aklına benim üstümün ince olduğu gelmiş olmalı ki üfleyerek tekrar geri kapattı.

''Açık kalabilir. Üşümüyorum.''

''Sırf sana kıyamıyorum diye kapattım camları. Sırf seni seviyorum diye Scarlett.''

Sözlerinin altında yatan şeyler ne kadar beni içten içe eritse de meteliğe leke sürdürmemek adına kollarımı göğsümde birleştirdim ve kinayeli bir tonda konuşmaya başladım.

''Sağol ya, kapatmasan ne yapardım. Üşümüyorum diyorum yine de beni azarlıyorsun.''

Nefesini dışarı seslice verip hiç de samimi olmayan bir yandan gülüş yaptığında susmam gerektiğini anladım.

Bu sinirleniyorum bakışıydı çünkü.

Birkaç dakika aramızdaki tek ses arabanın motor sesi oldu. Harry sürekli bir şey söyleyecekmiş gibi davranıp sonra vazgeçiyordu. Ben de ısrar etmiyordum. Fakat en sonunda dayanamadı ve ''Sana bir şey söylemem lazım.'' Dedi.

Sadece başımı salladım. Kırmızı ışığa denk geldiğimizde dudaklarını yaladı. Bana doğru döndüğünde suratımdaki hiçbir ifadeyi kaçırmamaya çalışıyormuş gibi bakışlarını suratımın her bir miliminde gezdirdi.

''1 ay sonra tur başlayacak. Önümüzdeki hafta da tur provaları.''

Tamam,

Peki...

Beklediğim en son şey bu cümleler olabilirdi. Konumuzla hiç alakası yoktu ve bir anda bunu söylemesi suratıma resmen çarpmıştı.

''İyi de senin turun daha yeni bitmedi mi?''

Ona doğru döndüğümde kucağımda tuttuğum telefonum kayıp düştü ama umursamadım. Arabadan inerken alırdım.

''O ilk turdu. Bitirdim. Bu da ikinci turum.''

Nefesimi tutmuştum. Bu bir süre ayrı kalacağız demekti çünkü. İstemeye istemeye de olsa aklıma gelen soruyu sordum.

''Kaç ay sürecek peki?''

Yutkunup bakışlarımı durduğu kırmızı ışığa çevirdim. Işık direkt suratıma çarpıyor ve suratımı aydınlatıyordu. Harry'se karanlık taraftaydı.

''Temmuza kadar Scarlett. Avrupa, Amerika, Avustralya ve Asya.''

Sesinin tınısının değiştiğini hissediyordum. Gelemeyeceğimi biliyordu çünkü. Okulum buna asla izin vermezdi. Harry de benden okulum varken böyle bir şey istemezdi zaten.

''Kısaca tüm dünya desen de olurdu. Ne diye uğraştın bu kadar?''

Boğazıma bir yumru oturmuştu. Sesimin değişmemesi için çok uğraşmıştım ama titrediğini saklayamamıştım. Ağlamak istiyordum.

Ondan ayrı kalmak işkence gibiydi. Bunu sadece 1.5 hafta tatmıştım ve şimdi neredeyse 3 ay tatmak zorundaydım.

Temmuza kadar sürecek demişti.

Temmuza kadar...

''Tanrı aşkına Mart ayındayız Harry!''

Sesim istemesem de yüksek çıkmıştı. Dediği şeyi beynim yeni yeni algılıyordu. Bir an vücudumdan bir akım geçmişti ve bu Harry'nin de suratını elleriyle kapatmasına sebep olmuştu. Ellerini çekip direksiyona yerleştirdiğinde nefes alamamış olmalı ki sadece kendi tarafındaki camını araladı.

Eğer temmuza kadar burada olmayacaksa bu;

''Mezuniyetimi kaçıracaksın.'' Diye mırıldandım kendi kendime. ''Doğum günümü de.''

''Saçmalama.''

Işık yeşile döndüğü an gaza öyle bir abanmıştı ki öne doğru savrulmuştum.

Kemerim olmasına rağmen.

''Öyle bir şey olmayacak. Asla.''

Daha çok kendini ikna etmeye çalışır gibi bir hali vardı.

Direksiyonu sağa kırdığında gıkımı bile çıkarmadım. Bir noktada, bu onun hayatıydı. Bunun kolay olmayacağından en başında bahsetmişti ve ben de böyle kabullenmiştim. Mızmızlanma hakkım yoktu.

Yine de elimde değildi işte. Onunla bir saniyem bile ayrı geçsin istemiyordum.

''Olmayacak.'' Dedim bu yüzden gayet kararlı çıkan sesimle. ''Mezuniyetimden sonra ben de tura katılabilirim. Çok da ayrı kalmak zorunda değiliz. Hem araların da var. Tamam ya, problem yok işte. Ayrı kalmayacağız o kadar.''

Polyanna olmaya kendimi o kadar zorluyordum ki şu an. Elimi tutup sıktığında ve dudaklarına götürdüğünde gözyaşlarımın görüş açımı bulanıklaştırdığını anca fark etmiştim.

Sonra birden gülmeye başladığımda Harry'nin bakışları bana döndü. Gülüşüm kahkahaya dönüşmeden önce ''Biliyor musun?'' dedim. ''Benim doğum günüm Rembrandt'ın doğum günüyle aynı gün. Gölgelerin ve ışıkların adamıyla resmen aynı gün doğmuşum. İdolüm.'' Ellerimle abartılı bir hareket yaptığımda ikimiz de kahkaha atmaya başladık.

Havada isli bir mutsuzluk dolanıyordu ama biz bunu sevgimizle tertemiz yapacaktık.

Buna emindim.

*

Harry arabadan indiğinde ben de düşmüş telefonumu alıp arabadan indim. Grace'in evi çok mütevazı bir yerdeydi. Ayrıca evinin bahçesini lavantalarla donatmıştı ve tanrım lavantalar en sevdiğim çiçeklerdi. Bu yüzden dayanamadım ve büyük bir şekilde havayı içime çekerek nefes aldım.

''Çok ama çok güzel kokuyorlar. Lavantalara bayılıyorum.''

Miskin bir şekilde Harry' e baktığımda bana bakıp gülümsediğini gördüm.

''Sen daha güzel kokuyorsun inan bana.''

Koluna vurdum. ''Çok sevimsizsin Harry.'' Sonra gözlerimi belertip parmağımı ona doğrulttum. ''Ayrıca da klişe.''

Beni kolunun altına aldığında tuttuğum elini bu sefer ben öptüm ve başımı göğsüne yasladım. Bu anlarımıza hayrandım.

Harry kapıyı çalarken kolunun altından çıktım. Ne de olsa hiç görmediğim bir insanla tanışacaktım. Ciddi olmam gerekiyordu. Ellerimi birbirine sürttüğümde Harry üşümüş olduğumu anlamış olmalı ki bana yan bir şekilde bakıp ciddi bir şekilde cık cıkladı.

Ben de kapşonlusunun kapşonunu kafama geçirip tüm dişlerimi ona göstererek gülümsedim.

Ciddiyeti buna kadardı işte. Kendini tutamayıp eğilerek beni öptüğünde kapı açıldı.

Ve ben; sevgilim beni öperken anneme yakalanmışım gibi birden Harry'i üzerimden ittirdim ve karşımdaki ufak tefek sevecen kıza ''merhaba!'' diye resmen bağırdım.

Daha ne kadar utanç verici davranabilirdim ki acaba?

Grace, gerçekten çok tatlı bir kızdı. Minyon ve ufak tefekti. Boyu benden kısaydı. Saçları kıvır kıvırdı ve omuzlarına dökülüyordu. Bir an boya mı yoksa gerçekten kendi saçı mı olduğunu merak ettim. Bakır gibiydi ama turuncudan çok kızıl baskın bir bakırdı.

Çok, dikkat çekiciydi.

''Hoşgeldiniz! İçeri geçsenize üşümüşsünüzdür.''

Sıkıntılı bir gülümseme sunarak içeriye adımladım. Harry ardımızdan kapıyı kapattığında montunu bile çıkartmadan Grace'i kolları arasına aldı ve Grace resmen Harry'nin kollarının arasında kayboldu! Üstelik üzerinin soğunu ona geçirdiğiyle ilgili şikayetlenip çırpınıyordu.

Onları gülümseyerek izledim. Harry'nin arkadaşıyla ilişkileri çok güzeldi.

Kendisi gibi.

Grace zar zor da olsa Harry'nin kollarından kurtulduğunda bana atılarak sarıldı. Benim de üstümün soğuk olduğuyla ilgili bir şeyler söyledim ama Grace kıkırdayıp o uyuzluğunun sadece Harry için geçerli olduğunu belirtti.

Çok şirindi.

Biz içeri geçtiğimizde Grace'in evinin Harry'ninkinden bir hayli farklı olduğunu fark ettim. Harry'nin evinin aksine Grace'in evi tek katlı fakat müstakil bir evdi. Mutfağı salonla birleşikti ve koltukları pamuk gibiydi. Bembeyaz. Ayrıca çok pofidik gözüküyorlardı. Televizyonu yoktu ve boydan boya kitaplıkla döşenmiş bir duvara sahipti.

Büyülenmiştim.

Keşke benim evim de büyük olsaydı ve böyle döşeyebilseydim diye düşünürken ayağıma bir şeylerin sürtündüğünü hissettim. Daha sonra bunun bir kedi olduğunu fark ettim.

Grace tepsiye kupaları koyarken mahcupça bana doğru seslendi ve ''Hiç sormadım kedilere alerjin var mı diye.'' dedi. Bense ona kedisini kucaklayarak ve suratıma bastırarak cevap verdim. Kedisi mırladığında üçümüz de gülmeye başlamıştık.

Sıcacıktı.

Şu ana dair her şey sımsıcaktı.

Kucağımda kedisiyle pofidik beyaz koltuğuna oturdum. Harry de yanıma yerleşmiş ve başını omzuma düşürmüş kucağımdaki kediyi seviyordu.

Grace elindeki tepsiyi orta sehpaya bırakıp karşımızdaki koltuğa oturdu ama oturmasıyla kalkması bir oldu.

Kitaplığına doğru ilerlerken ''Çok güzel gözüküyorsunuz. Sakın bozmayın polaroid fotoğrafınızı çekeceğim.'' Dedi.

Saniyesinde elindeki kamerayla önümüze geçtiğinde kamerasına doğru kocaman gülümsedim. İlk polaroid çıktıktan hemen sonra bir tane daha çekti. Muhtemelen Harry'e de vermek içindi bu.

Elindeki polaroidleri bize uzattığında ben tüm dişlerim görünecek şekilde gülmüştüm. Kedisi kucağımda yayılmıştı ve Harry'de omzumdan odağa bakıyordu. Fakat bir diğerinde Harry omzumdan kameraya değil bana bakmıştı.

''Bunu ben alıyorum.'' Dediğimde omuz silkti. Diğer polaroidi cüzdanına koyarken ben de telefon kılıfımın arkasına yerleştirmiştim. Sonra fark ettim. Bu bizim Harry'le ilk ve tek fotoğrafımızdı.

Yani, gazetecilerin çektikleri dışında. Özel olan ilk fotoğrafımızdı.

Kılıfımdan fotoğrafa bakarken kendi kendime gülümsedim. Oraya o fotoğrafı bir daha çıkartmamak üzere koymuştum.

''Ya,'' aklıma ancak yeni düşen soruyla Grace'e doğru döndüm. Elindeki kamerayı sehpaya bırakmış oturduğu koltukta bana doğru eğilmişti.

''Kedinin adını hiç sormadım. Adı ne?''

''Georgia.'' Suratı bir an buruştuğunda Harry'le bakıştılar.

Grace ''Biliyor mu?'' dediğinde Harry başını olumsuz anlamda salladı. Saçları bunu yaptığında boynumu gıdıklamıştı.

''Eğer bilmemem gereken bir şey varsa?'' Grace başını hızla olumsuz anlamda salladı.

''Hayır, hayır. Şöyle, Georiga'yı Niall'la Harry Best Song Ever klibinin çekimlerinde bulmuşlar. Şarkıda da Georgia ismi geçtiği için Niall adını Georgia koymak istemişti. Bir an aklıma geldi de.'' Grace'in yüzü istemeden de olsa düştüğünde Harry Grace'in sözünü devam ettirdi.

''Niall ve Grace sevgililerdi. Uzun bir süre.''

Başımı ağır ağır salladım. Grace'in suratına bakılacak olursa Niall'ı hala seviyordu.

Bu benim derin bir nefes almama sebep oldu.

''Özür dilerim, eğer istemediğin şeyleri hatırlattıysam.''

''Saçmalama! Hem Niall'la hala arkadaşız. Görüşüyoruz. Şu salak çocuğu gördüğümden daha çok eski sevgilimi görüyorum. Onunla tanışmadın sanırım çünkü tanışsanız kesin bana senden bahsederdi ama umarım bir gün tanışırsınız. İkinizin iyi anlaşacağını düşünüyorum. Ayrıca Harry,'' Harry'i işaret edip nefessiz kaldığı için nefes aldığında ben de sehpada duran kupaya uzandım. Grace bizim için sıcak çikolata yapmıştı.

''Niall ve diğer çocuklara hala Scarlett'ı anlatmamış olman sana pahalıya patlayacak. Hiçbiri senden hala hayatındaki gelişmeleri saklamıyorken niye anlatmadın?''

''Daha çok yeni çünkü. Kimse bilmiyor ki.''

''Bu bir savunma değil haberin olsun.''

Grace de yaptığı sıcak çikolatayı yudumladığımda gerilmiştim. Yani, bu her şey benim için çok yeniydi.

''Scarlett, senin canın bir şeye mi sıkkın?''

Grace gözlerini kısarak bakışlarını bana diktiğinde gözlerim kocaman açıldı.

''Bunu nasıl anladın?'' dedim hayretle.

Hakikaten nasıl anlamıştı?

''Dudağını yolup duruyorsun. İnsanlar bunu genelde gerginken ve canı sıkkınken yaparlar da ondan.''

''Grace'den hiçbir şey kaçmaz sevgilim.''

Harry kıkırdadığında elimi Georgia'dan çekip alnına vurdum. Sussa olmuyordu sanki.

Grace birden ayaklanıp önüme geldiğinde elini bana uzattı. ''Hadi biz mutfağa gidelim. Bu kıvırcık da tek başına Georgia'nın pençeleriyle savaşsın. Güzel kızım sadece Harry'i tırmalıyor. Eh, kimi sevip kimi sevmeyeceğini biliyor işte.''

Kıkırdayıp elini tuttum. Bir an Harry'nin kafasının boynumda olduğunu unutup ayaklandığım için Harry 'nin kafası boşluğa düşmüştü ve ben de panikleyip ardıma dönmüştüm.

Grace'in elini bırakıp Harry'e eğildiğimde beni hızlıca öptü.

Ben de geriye çekilip kafasına vurdum.

''Durumdan hemen faydalanıyorsun. Hep aynı şeyi yapıyorsun hem de!''

Çatık kaşlarıma bakıp güldüğünde ''Sen de sevgilini koru biraz o zaman!'' dedi sahte bir kızgınlık tonunda.

Grace'se halimize gülerken beni tuttuğu gibi çekiştirerek mutfağın salondan görülmeyen kısmına sürükledi.

''Mutfağın da geri kalan her şey gibi çok şirin.'' Dediğimde ''Bırak şimdi mutfağı şirini var bir sorunun belli. Belki Harry'nin yanında açmak istemezsin diye yalnız konuşalım istedim.'' Dedi.

Gerçekten, Harry'nin etrafındaki herkes ama herkes böyle olmalı mıydı? Hepsi çok sevecen ve düşünceliydi.

Ofladım. ''Turu başlıyor. 1 aya. Yani, biliyor musun bilmiyorum ama ben sanat tarihi öğrencisiyim. Normal bir üniversite öğrencisi. Harry'nin hayatına adapte olmaya çalışıyorum ama çok zorlanıyorum. Şimdi de bu kadar alışmışken uzak kalacak olmamız beni üzüyor ve endişelendiriyor. Buraya gelirken bu konuyu konuşuyorduk. Biraz gerildik.''

Yutkunup masanın üzerindeki suya uzandığımda Grace yapmak istediğim şeyi anlamış gibi temiz bir bardak uzatıp bana gülümsedi.

''Bak, belki de şu an seni en iyi anlayan insan olabilirim. Niall ve ben yaklaşık 3 yıl birlikteydik ve bu 3 yılın 3 yılında da turdalardı. Ben de senin gibi üniversite öğrencisiyim. Sırf onunla zaman geçirebilmek için üniversiteyi o kadar boşladım ki hala üniversite okuyorum.'' İkimiz de kıkırdadık.

''Kolay değil. Olmayacak. Özellikle senin için hiç olmayacak. Niall ve ben hiç kameralara yansımadık. Harry ve sen de bildiğim üzere kameralara yansıyamazsınız çünkü Hailey anlaşması var. Yapacağınız şeyler kısıtlı. Evden çıkamıyorsunuz. Çıksanız birbirinize dilediğiniz gibi dokunamıyorsunuz. Hepsini biliyorum güzelim hepsinin zorluğunu biliyorum.'' Sadece başımı salladım. Ne diyebilirdim ki? Kız bunu yıllarca yaşamıştı. Elbette bilecekti.

''Ama Harry'i de biliyorum. Harry'nin kalbini, sevdi mi neleri aşacağını biliyorum. Harry bu konuda en son endişe etmen gereken insan emin ol. Yeri geldi mi çok salak oluyor ama çok akıllı ve zeki birisi. Sevgi ve ilgiye muhtaç. Sadakate, sevgiye oldukça önem verir. Sırf ablasının doğum günü için bir günlüğüne Amerika'dan Londra'ya uçmuş sonraki gün gerisin geri Amerika'ya dönüp konsere çıkmış biri o. Çok duygusal ve saçma bir şekilde romantik. Bunu en iyi sen biliyorsundur. ''

Harry'i başkasından dinlemek öylesine garipti ki. Şu an konuştuğumuz çocuk bir oda ötemizde oturuyordu.

Ve ben bu çocuğa aşıktım.

''Kendisinden önce başkasını düşünür. En bencil ve küstah bir insanı bile saniyesinde yumuşatabilecek kibarlığa ve samimiyete sahip. Samimi bir sevgiyi insanlarda zor bulur. Güvensiz bir çocuk o. Bu yüzden bulduğunda kaybetmekten çok korkar ve genellikle bu yüzden aptalca davranmaya başlar. Sana nasıl baktığını gördüm. Senden nasıl bahsettiğini biliyorum. Bu konunun size zarar vermeyeceğine kendi adım kadar eminim.''

Elini yasladığı tezgahtan çekip doğrulduğunda birden ona doğru atıldım ve sarıldım. Bunları duymak bir an kendimi çok güçlü hissettirmişti.

Harry'le bu problemi aşabileceğimizi biliyordum ama duymak, çok daha iyi gelmişti.

''Hadi gel daha fazla yalnız bırakmayalım Georgia'yla. Harry'i düşündüğümden değil, kedimi düşündüğümden.''

Burnumu sıkıp gülmeye başladığımda Grace de güldü. İkimiz gülerek içeri geçtiğimizde karşılaştığımız manzara bizi daha da güldürmüştü.

Harry oturduğu koltukta kollarını bağlamış Georgia'ya çatık kaşlarıyla bakıyordu. Georgia da önünde dikilmiş ona öylece bakıyordu.

''Sevgilim?''

Bakışları sesimi duymasıyla birlikte bana çıktığında ''Bu kedinin bana kendini sevdirmemesinden bıktım.'' Dedi. ''Ona ev buldum. Anne buldum. Yine de bana kendini sevdirmiyor. Ben sevilmeyecek biri miyim?''

Ona doğru atılıp başını kollarım arasına aldım.

''Ben seni çok seviyorum bir kere. Snuffles da seviyor. Georgia'yı annesi öyle eğitmiş demek ki. Sorun sende değildir.''

Saçlarını öptüğümde onun da boynumu öptüğünü hissettim. Bu gözlerimi kapatıp gülümsememe neden olmuştu.

''Bak bak bak. Georgia kızım bırak şu aşk kuşlarını da annene gel.''

Grace kucağına vurduğunda Georgia ona baktı ama bana doğru dönüp kucağıma atlayarak yerleşti.

Bu, üçümüzün de dakikalarca gülmesine sebep olmuştu.

Tanrım, dedim Harry'nin başı hala kollarım arasındayken,

Eğer bir anda sıkışıp kalacaksam lütfen o an bu an olsun.

***

Bahsi geçen tablo ve müzik her zamanki gibi medyada.

Continue Reading

You'll Also Like

389 65 40
Karda yürür izini belli edersen bizi suçlu yaparsın - Suçlular Kendini ifşa edersen oyunu kaybedersin - Oyuncular [B×B]
162K 15.4K 26
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
131K 8.2K 30
"Sondördünde doğan çocuk dünyanın sonu olacak, Egemen olmak istediği büyüyü karanlığa boğacak." Beyza'yla birlikte yazıyoruz. Başlangıç: 06.06.2018
44.5K 7.1K 23
suluboyafircasi: o gün bana baktığında bir tablo gibi hissettim tıpkı Van Gogh'un Ayçiçekleri tablosu gibi bir mücevher gibi xxx 260619 - 070719