Karantina Serisi

由 beyzaalkoc

110M 4.4M 4.3M

''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' ... 更多

Tanıtım
1.Bölüm : Bir Felaketin Ortasındayız.
2.Bölüm : Bu İşte Birlikteyiz!
3.Bölüm : Bu Büyük Bir Olay.
4.Bölüm : Buram Buram Tehlike.
5.Bölüm : Belanın Ta Kendisi...
6.Bölüm : Bela Mıknatısı
7.Bölüm : Ateşin Ta Kendisi!
8.Bölüm : Seni Bırakmayacağım.
Karantina Hakkında.
9.Bölüm : Evet, Komik.
10.Bölüm : Ela Gözlerin Ardında...
11.Bölüm : İyi Seyirler.
12.Bölüm : Sonunu Görmek.
13.Bölüm : Hepimiz Beyaz Atız!
14.Bölüm : Canım İstiyor.
Yeni Bölümler Hakkında
15.Bölüm : Ölüme Yakın.
16.Bölüm : Ay Benim, Gece Senin...
17.Bölüm : Onur'unki...
İletişim
18.Bölüm : Sevgilim Olur Musun Desem...
19.Bölüm : Kayboldum!
20.Bölüm : Gitme İhtimalini Yok Etmek...
21.Bölüm : Kurtuluş Adımı!
22.Bölüm : Seninleyim!
23.Bölüm : İstediğim Her Şeyi Alırım.
24.Bölüm : Ayrılmayacağız.
25.Bölüm : Kayıp Kız
- Duyuru -
26.Bölüm : İntikam Vakti.
27.Bölüm : Hokus Pokus...
28.Bölüm : Perde Kapanıyor, Oyun Bitti...
29.Bölüm : Kısa Vadede Mahvolmak...
30.Bölüm : Dokunma Bana!
31.Bölüm : Aradığın Sendin...
32.Bölüm : Bu Filmin Son Sahnesi...
33.Bölüm : Bir Savaşın Başlangıcı
34.Bölüm : Oyun Başlıyor!
35.Bölümden Kesit
35.Bölüm : Paramparça Bir Duvar
36.Bölüm : Bir Katile Aşık Olmak
Özel Bölüm - Onur'un Sorgusu
37.Bölüm : Savaşın Sonu
38.Bölüm Fragmanı
38.Bölüm : Bir Şehir Yıkıldı.
Tanıtım Videosu + Karakterler
39.Bölüm : Bizimle Misiniz?
40.Bölüm : Yaşam Ağacı...
41.Bölüm : Hepimiz Onur Zorlu'yuz!
42.Bölüm : Hoş Geldin Onur Zorlu!
43.Bölüm : Öyle Güzelsin Ki...
44.Bölüm : Sonsuza Kadar.
45.Bölüm : O Evi Yıktık.
46.Bölüm : Ben Seni Bırakamıyorum.
47.Bölüm : Güneşin Parçaları - PART 1
47.Bölüm + Part 2
48.Bölüm : Şah Mat!
Karantina Kitap Oluyor! Bizimle Misiniz?
49.Bölüm : Hiç Kimsesizlik.
50.Bölüm : Sahne Onur'un.
Kitaba Doğru...
Kapak^^
Ayrıntılı Karantina İncelemesi!
Karantina Raflarda!
Karantina^^
KARANTİNA 2'den...
Karantina 2'den Alıntı + Çekiliş
Karantina - İkinci Perde - Tanıtım
İmza Günü + Duyuru
İkinci Perde : Giriş + 1.Bölüm
İkinci Perde - 2.Bölüm : Sevgilim
İkinci Perde : 3.Bölüm : Seni İçimde Tutabilmek.
İkinci Perde - 4.Bölüm : İki Küçük Kibrit Çöpü.
5.Bölüm : Vazgeçilmek.
İkinci Perde - 6.Bölüm : Koskoca Bir Şehir
İkinci Perde - 7.Bölüm : Enkaz Bölgesi.
İkinci Perde - 8.Bölüm : Kan.
İkinci Perde - 9.Bölüm : Benim Hayatım.
İkinci Perde - 10.Bölüm : İçimde Bir Dağ
İkinci Perde - 11.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
İkinci Perde - 12.Bölüm : Oturma Odası.
İkinci Perde - 13.Bölüm : Öpücük.
İkinci Perde : 14. ve 15.Bölüm
İkinci Perde - 16. Bölüm : Her Şey Daha Farklı Olabilirdi.
İkinci Perde - 17.Bölüm + 18.Bölüm
İkinci Perde - 19.Bölüm + 20.Bölüm + 21.Bölüm
Karantina - İkinci Perde : 22.Bölüm
İkinci Perde - 23.Bölüm
İkinci Perde - 24.Bölüm : Onur.
İkinci Perde - FİNAL - 25.Bölüm : Mahşerin Beş Atlısı
Kapak + İmza Günü + Ön Sipariş^^
Önemli, İkinci İmza Günü^^
Karantina İkinci Perde - Açıklama
Karantina 3 - Çok Yakında!
Karantina - Üçüncü Perde : Giriş + 1. Bölüm
Karantina - Üçüncü Perde - 2.Bölüm : Seni Çok Özledim.
Üçüncü Perde - 4.Bölüm : Seni Bırakmam.
Üçüncü Perde - 5.Bölüm : Hikayedeki Eksik
Üçüncü Perde - 6.Bölüm : Ben Neredeyim?
Üçüncü Perde - 7.Bölüm : Darmaduman
Üçüncü Perde - 8.Bölüm : İncir Ağaçları
Üçüncü Perde - 9.Bölüm : Kalbim.
Üçüncü Perde - 10.Bölüm : Kafes.
Üçüncü Perde - 11.Bölüm : Bana Yardım Et.
Üçüncü Perde - 12.Bölüm : Aşık Olduğu Kız.
Üçüncü Perde - 13.Bölüm : Düşmek İçin Koşmak.
Karantina - Üçüncü Perde - 14.Bölüm : Anne
Üçüncü Perde - 15.Bölüm : Zeynep...
Üçüncü Perde - 16.Bölüm : Kaçıyordum.
Üçüncü Perde - 17.Bölüm : Kaçıyorsun...
Üçüncü Perde - 18.Bölüm : Ben Güçlüydüm.
Üçüncü Perde - 19.Bölüm : Bir Devrin Kapanışı!
Üçüncü Perde - 20.Bölüm : O Nokta... (FİNAL)
SELAM!
Son Perde - 1.Bölüm : Mucize.
Son Perde - 2.Bölüm : Ben Bir Kahramanım.
Son Perde - 3.Bölüm : O Gece.
Son Perde - 4.Bölüm : İçimde Büyüyor.
Son Perde - 5.Bölüm : Bir Mucize Olsun.
Son Perde - 6.Bölüm : Gece.
Son Perde - 7.Bölüm : Adil Bir Anlaşma.
Son Perde - 8.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
Son Perde - 9.Bölüm : Neredesin?
Dördüncü Perde - 10.Bölüm : Üç Kişi.
Dördüncü Perde - 11.Bölüm : Hayat Ağacı.
Dördüncü Perde - 12.Bölüm : Sıradan Bir Hayat.
Dördüncü Perde - 13.Bölüm : İşaret Parmağı.
Dördüncü Perde - 14.Bölüm : Güzelim.
Dördüncü Perde - 15.Bölüm : Ay ve Gece
Dördüncü Perde - 16.Bölüm : Bir Tek Ona...
Dördüncü Perde - 17.Bölüm : O Gece...
Dördüncü Perde - 18.Bölüm : 1 Mayıs.
Dördüncü Perde : 19. ve 20.Bölüm (Final)
-TÜYAP AÇIKLAMASI-
Karantina - Son Perde - Giriş Bölümü
Son Perde - 1.Bölüm : Başlıyoruz...
Son Perde - 2.Bölüm : Biz Yine Birbirimizi Buluruz.
3.Bölüm : Bir Felaketin Gelişi.
Son Perde - 4.Bölüm : O Fırtınalı Gecede...
Son Perde - 5.Bölüm : Karanlık.
Son Perde - 6.Bölüm : Hala Bizimle Misin?
Son Perde - 7.Bölüm : Çıkıp Sana Geleceğim.
Son Perde - 8.Bölüm : Söz Veriyorum.
9.Bölüm : Gece'nin Yükü.
10.Bölüm : Kar Yığını.
Son Perde - 11.Bölüm : Bebek.
Son Perde - 12.Bölüm : Yağmur.
Son Perde - 13.Bölüm : Mezar
Son Perde - 14.Bölüm : Atlı Adam.
Son Perde - 15. 16. ve 17. Bölümler
18.19.20.21.22.Bölümler!
Son Perde - 23.Bölüm : Düğün
Son Perde - 24.Bölüm : Aydınlık.
Son Perde - 25.Bölüm : Karantina.
Özel Bölüm : Aile.

Üçüncü Perde - 3.Bölüm : Bir Ağaç Mesafesi.

727K 29.1K 22.9K
由 beyzaalkoc

Selamlar :') Biliyorum çok beklettim. Ama sonunda geldim^^ Bu tam şey girişi oldu "Birileri demiş Beyza öldü şimdi de yazsınlar kral geri döndü!" dbhngjdfgfd

Bekletme sebeplerimi en sonda açıklayacağım, şimdilik iyi okumalar, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın bu arada sizi çok özledim :')

Yukarıdaki müziği açmayı unutmayın^^



KARANTİNA

ÜÇÜNCÜ PERDE


3.Bölüm : Bir Ağaç Mesafesi.

*Belki karşısına çıkmak için erkendi. Ama arkasında durmak için geç bile kalmıştım...*


(Onur'un Anlatımıyla)

"Ölümle didişeyim diye öyle uzun zaman beni bir başıma bıraktın ki, yalnızca ölümü görür, ölümü hisseder oldum. Ölüm gibi bir şey oldum artık."

Gözümü Uğultulu Tepeler'in beni anlatan satırlarından ayırdıktan sonra saate baktım. Sabahın 8'i olmuştu... Gece 2'de uyuyup 6'da uyanmıştım ve iki saattir bir kitap okuyor bir saate bakıyordum. Evden çıkmak ve onları gözetlemeye devam etmek için deliriyordum. Zeynep kim bilir ne güzel uyuyordu şimdi... Ya da belki o da benim gibi her sabah 6'da uyanmaya alışmıştı, belki o da ölümü yaşadığı bu hayatta uykudan vazgeçer olmuştu.

Hayat herkese her zaman ikinci bir şans verirdi, bunu biliyordum. Ama bu bizim kaçıncı ikinci şansımız olacaktı yeniden yaşamak için... Gözlerimi daha yeni ayırdığım satırların dediği gibi, ölüm gibi bir şey olmuştuk artık... Yaşama döne döne yaşamı şaşırtmıştık.

"Kahvaltı yapmayacak mısın?" Üzerimi değiştirip siyah trençkotumla birlikte salona geçtiğimde Rıza kahvaltı masasındaydı. Endişeyle yüzüme baktığında gözlerindeki sert ifadede kendi yansımamı gördüm. İkimizin yüzünde de acınası bir sertlik vardı. Kaybettiğimiz herkes ve her şey uğruna...

"Hemen çıkacağım."

"Onur." dedi bir anda kapıya yöneldiğimde.

"Evet?"

"Yine mi onları gözetlemeye gidiyorsun?" Başımı bir sağa bir sola doğru çevirdim.

"Beni görecekler..." diye mırıldandım.

"Görecekler mi? Emin misin? Verecekleri tepkiye hazır mısın?"

"Onlardan gelecek her şeye hazırım ben."

"Dikkatli ol, üzülmeni istemem." Onu ilk defa bu kadar yumuşak bir cümle kurarken görüyordum. Gözlerine anlık bir şaşkınlıkla baktıktan sonra gardımı biraz olsun geri çekip başımı salladım.

"Onlar beni üzmez."

"Çok zaman geçti... Altı ay az bir süre değil."

"Onlar beni üzmez." diye yineledim, "Bana benden nefret ettiklerini, benden iğrendiklerini söyleseler bile üzülmem. Zeynep bana bir tokat atsa canım yanmaz, eli yüzüme değdi diye sevinirim." Yüzüme derin derin baktı, başını salladı.

"Eğer sana inanmazlarsa... seni affetmezlerse..."

"Umrumda değil."

"Eğer böyle bir şey olursa ben onlarla konuşurum. Canını sıkma." Tepki vermeden başımı sallayarak kapıya yöneldim. Hızla evden çıkıp yağan yağmurun altında kapşonumu takıp kafamın içinde bir plan düşünmeye çalıştım. Evden çıkmamın üzerinden sadece beş dakika geçmişti ki telefonum çaldı. Arayan Rıza'ydı. Kaşlarımı çatarak telefonumu açtım ve yağan yağmurun gür sesi altında zar zor sesimi duyurmaya çalıştım.

"Alo? Bir şey mi oldu?"

"Seninkiler... Burak ve Mert şu an eski okulun yakınlarındaki bir basketbol sahasındalarmış."

"Bizim basketbol sahası..." diye mırıldandım bir anda, yıllarımızın geçtiği saha...

"Oynamıyorlarmış, seyirci koltuklarında tek başlarına oturuyorlarmış."

"Bugün..." dedim şaşkınlıkla, "Bugün ayın kaçı? Hangi ayın kaçı?" Telaş içindeydim.

"7 Mayıs." Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Gözlerim hüzünle dolarken yağmurdan ıslanan yüzüm umrumda değildi. İçimde öyle bir his bulutu dolaşıyordu ki gökleri gürleten bendim sanki.

"Küçüklüğümüzden beri her yıl 7 Mayıs'ta büyük bir basketbol maçı oynardık biz... O sahada, ilkokul arkadaşlarımızla. Maçı hep biz üçümüz organize ederdik. Ama şimdi... ben yokum ve onlar tek başına."

"Yanlarına mı gideceksin?"

"Evet, öyle yapacağım." Sonra durdum, yutkundum ve çekine çekine son bir cümle kurdum,

"Teşekkür ederim... Haber verdiğin için. Her şey için." Cevabını bile beklemeden telefonu kapattım. Hızlı adımlarla eski okula doğru yol aldım, her şeyi başlatan okula doğru, karantina altına alındığımız ve hayatlarımızın komple değiştiği o okula doğru...

Dakikalar sonra Zorlu Koleji yazısının önünde durduğumda bomboş camlardan içeriyi görebiliyordum. Sıraları, koridorları, duvarları, panoları... Camlardan içeriye baktığımda o koridorlarda dolaşan bir Zeynep hayal ettim... Arkasından gelen ben, Burak ve Mert. Her şey çok farklı olabilirdi, ama olmadı.

Kendimi anlık bir duygusal boşluğun içinden çekip aldım ve kafamı toparlayıp okulu es geçerek basketbol sahasına doğru ilerledim. Basketbol sahasını uzaktan gördüğümde içimde yepyeni bir acı oluşmuştu. Bize ne olmuştu böyle diye düşünüyor kendimle hesaplaşıp duruyordum. Bana yazılmış bu kaderi yaşamaktansa belki o uçurumda ölmeliydim... Ama eğer ölseydim sevdiklerimin başına gelebilecek çok şey olacaktı, ve onları koruyamayacağımı bilerek ölmek cehenneme gitmek demekti.

Oradalardı... Bomboş ve sırılsıklam bir basketbol sahasının ıslak koltuklarında oturmuşlar kapşonları kafalarında öylece birbirleriyle konuşuyorlardı... Adımlarımı yavaşlattım, kalbim deli gibi atarken basketbol sahasının onların arkasında kalan fileli kapısını sessizce açtım. İçeri girip ayaklarım çimlerin üstüne bastığında koltuklarının hemen arkasındaydım. Onları duyabiliyordum.

"Onur o maçta faul yapmıştı abi ben yıllardır söylüyorum size bize bir hakem lazımdı diye."

"Ya saçmalama abi ne faulü, o gün de böyle yağmurluydu işte, ayağı kaymıştı çocuğun."

"Ayağı Murat'ın yüzüne doğru mu kaydı. Yer gibi hava da mı kaygandı oğlum? Hava da mı ıslaktı?"

"Ayağı kaydı, kafa üstü düşünce bacağı havaya kalkıp Murat'ın yüzüne çarptı bunu nasıl hatırlamıyorsun sen ya?"

"Ya ayağı kayınca bacağı nasıl havaya kalkıyor Allah aşkına yapma. Yaylı mı bu çocuk?" Bir an kendimi tutamayıp güldüm. Aslında ses çıkarmak gibi bir niyetim yoktu, ama her şey bir anda oldu. Güldüm... Başları oynadı, önce birbirlerine baktılar sonra sahaya baktılar. Oysa ben arkalarındaydım.

"Faul yaptım." diye mırıldandım.

Burak korkuyla etrafına bakınıp beni göremezken Mert'in başı şok içinde arkaya döndü. Bana baktı, beni gördü... Sağ gözümden bir damla yaş akarken Burak sonunda saha içine bakınmayı bırakmış jeton düşmüş ve kafası arkaya çevrilmişti. Ayağa kalktılar, sanki her şey ağır çekimde işliyor gibiydi...

Şok.

Yüzlerinden okuduğum tek ifade şoktu.

"Ne?" Burak'ın ağzından sadece bir kelime döküldü.

"Hayır ya..." Mert bu anı yaşıyor olduğuna inanamıyor gibi bana arkasını döndü.

"Böyle halüsinasyonu s*keyim!" Birden Burak da bana arkasını döndüğünde acı içinde gibilerdi.

"Bizim hastaneye gitmemiz lazım... Acilen hastaneye gitmemiz lazım." Burak kendi kendine sayıklarken Mert telefonunu çıkardı.

"Al ambulansı ara ben araba filan süremem!" Burak telaşla ambulansın numarasını çevirirken bu hallerini özlediğim için bile ağlayacak haldeydim. Telaşla koltukların olduğu standa atladım ve elimi Burak'ın omzuna koydum. Burak şok içinde bana dönerken elindeki telefon koltukların arasında kayıp düştü.

"Benim..." dedim titreyen sesimle. Diğer elim Mert'in omzuna dokunduğunda onları omuzlarından tutup kendime çektim. Onlara sıkı sıkı sarıldığımda üçümüz de tir tir titriyorduk. Sanki kaçacağımdan korkar gibi sımsıkı sarılıyorlardı bana, ben de onlara. O an eksik parçalarım tamamlanıyor gibi hissettim ve zaten öyleydi de, tamamlanıyordum... Burak bir anda öfkeyle beni itmeye çalıştı.

"Abi neden neden!" Burak gözyaşlarının arasında söylenirken kendimi çok suçlu hissediyordum. Onları benden kendimi onlardan altı ay mahrum bıraktığım için kendimden nefret ediyordum.

"Neden gelmedin!" Sonunda beni itip gözyaşları içinde hesap sorduğu sırada Mert Burak'ı sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Burak, kes şunu şimdi sırası değil!" Mert titreyen sesiyle zar zor Burak'ı sakinleştirmeye çalışırken verecekleri tüm tepkilere hazırdım.

"Benden nefret etseniz bile buna hazırım..." dedim. Mahçubiyetin en ağırıyla konuşmaya devam ettim,

"Ama yapamazdım, gelemezdim. Gelmeyecektim de... Hayatınızda olmamam sizin için en iyisiydi."

"Siktir git ya!" dedi Burak öfkeyle gözyaşlarının arasından,

"Burak sus dedim sana! Bunu bin kez konuşmuştuk!" Mert Burak'ı omuzlarından tutup kendine getirmeye çalışırken ayakta duramayacak kadar üzgündüm. Hüzünle ıslak koltuklardan birine oturdum.

"Yapamazdım diyor ya gelemezdim diyor, gelmeyecektim diyor ya! Biz aylardır ölüyüz ölü!" Mert Burak'ı standın aşağısına doğru itti,

"Kendinde değilsin! Git sahada yürü kendine gel yanımıza öyle gel!" Burak ağlamaya devam ederek öfke dolu bir küfür savurduktan sonra çimlerin üstünde yürümeye başladı, Mert korkuyla yanıma yaklaştığında oturduğum yerden yüzüne bakamıyordum. Önümde diz çöktü, ellerini bacaklarıma koydu ve yüzüme darmadağın olmuş gözyaşlarıyla dolu yüzüyle baktı.

"Kardeşim..." dedi, "Geldin." Başımı salladım. Gözyaşlarım dökülürken burnumu çektim.

"Geldim kardeşim..." Birbirimize gözyaşları içinde sarıldığımızda sanki yıllar önceye dönmüştük. Çocukluk günlerimize... Oyun oynamış kavga etmiştik de şimdi barışıyorduk sanki...

"Altı ay be!" dedi Mert benden ayrılırken, "İnsan altı ay hiç merak etmez mi be!"

"Her yaptığınızı biliyordum... Yaşadığınız her şeyden haberim vardı..."

"Nasıl biliylordun? Onur Allah aşkına ne oldu? O son telefon konuşması neydi abi? Neler yaşandı, kim yardım etti sana, Ender'e ne oldu? Sen altı aydır neredeydin? Kimsenin haberi yok ya kimsenin. Aylarca babam seni benden saklıyor sandım kendi babamla konuşmadım biliyor musun!"

"Biliyorum..."

"Nereden biliyorsun? Babam mı saklıyordu seni yoksa?"

"Hayır... Ama sizin hakkınızda her şeyi biliyordum." Yüzüne bakacak halde değildim. Onunla konuşurken gözlerimi kaçırıyordum. O kadar mahcuptum ki... Ama onlarla konuşuyor olmak beni dünyanın en mutlu insanı yapıyordu.

"Nasıl biliyordun her şeyi, bu ne demek Allah aşkına anlat."

"Anlatacağım... Ama önce hep birlikte olmamız lazım... Sen, ben, Burak ve... Zeynep." Mert yutkunarak başını kaldırdı,

"Zeynep'in tepkisi Burak'ınkinden ağır olacak. Biliyorsun, değil mi?" Tüylerim diken diken olurken başımı salladım.

"Her şeye hazırım. Her şey kabulüm." Sonra ayağa kalktım. Mert'e elimi uzattım. Elimi tutup ayağa kalkarken ona baktığım sırada gözlerimden damla damla yaşlar akmaya devam ediyordu.

"Çok özlemişim oğlum seni!" dedi titreyen sesiyle, "Böyle bir anda ortaya çıkacağını, çat kapı geleceğini biliyordum. Her gün uyandığımda acaba bugün o gün mü diyordum. Her gün senin gelişine hazırlıklıydım, koskoca altı aydır her gün..." Hiçbir şey diyemiyordum. Ne diyecektim, ben buraya gelmemeyi düşünüyordum, o fotoğrafları görene kadar hayatınıza tekrar girmemeye kararlıydım mı diyecektim, beni aylardır her gün bekleyen en yakın arkadaşlarıma, aileme bunu nasıl yaptığımı mı anlatacaktım... Sustum. Ona sıkı sıkı sarıldıktan sonra koltuklardan sahaya indim. Burak kafayı yemiş gibi sahada dolaşıyor ağlıyor ve söyleniyordu.

"Altı ay am*na koyayım! Altı ay! On sekiz hafta. Çıkmış gelmiş gelmeyecektim diyor!" Ona doğru yaklaştığımı görmüyordu. Arkasından yürüyordum. Sonra bir anda adımlarını yakaladım ve yanında belirdim.

"Beni özlemedin mi?" diye mırıldandım. Olduğu yerde durdu. Öfkeyle burnunu çekti.

"Bunun bir önemi yok." dedi, sert konuşmaya çalışıyordu ama onun içindeki o çocuğu hala görebiliyordum.

"Altı aydır aklımdaydınız..." diye anlatmaya başladım, "Her adımınızı biliyordum. Yaşadığınız yaptığınız her şeyden haberdardım. Sizi düşünmekten başka hiçbir şey yapmıyordum ama anla beni... Sizin yanınızda olmam sizin hayatınızı mahvedebilirdi, böyle düşünüyordum..."

"Şimdi ne değişti!" Gözlerinin içine baktım. Verebileceğim tek bir cevap vardı, dudaklarımı araladım ve tereddütsüzce gerçeği söyledim,

"Çok özledim." Dudaklarım titrerken Burak'ın bana dayanamayacağını biliyordum. Burnumu çekip bir kez daha ağlamamak için başka yerlere bakmaya çalıştım. Burak da akan gözyaşlarıyla gözlerini kaçırmaya çalıştı. İkimiz de hatta üçümüz de havaya bakıyorduk.

"Biz de..." dedi bir anda sanki yelkenlerini suya indirir gibi. Sonra bir anda onu kafasından tutup kendime doğru çektim. Hüngür hüngür ağlamaya başladı. Kafasını omzuma koyduğunda yine sayıklıyordu,

"Abi sen var ya yapabileceğin en büyük şerefsizliği yaptın bize! Bizi oyunun dışına attın dışına! Sen mi karar veriyorsun bizim tehlikede olmak isteyip istemeyeceğimize! Biz kardeşimizin yanında olmak istedik. Sen bizi aldın hayatının dışına attın!"

"Ben sizi hiçbir yere atmadım... Ben sizi korudum! Gelmeyecektim dedim az önce... Buna kızdığını biliyorum ama sen buna inandın mı Burak! Ben gelmeyecektim ha öyle mi? Sence ben sizden ayrı durabilir miydim?"

"Altı aydır durdun!"

"Altı aydır cehennemi yaşadım ben. Altı aydır acı çekiyorum."

"Biz farksızız sanki. Bizi korumak için yapmış... Sen bizi daha büyük bir acıya ittin."

"Bunun yerine ölmek mi isterdiniz?"

"Sana yemin ederim," dedi Burak hırsla, "Üçümüz de ölmeyi tercih ederdik."

"Ama ben buna izin vermedim. Ve asla vermem. Lütfen bana daha fazla soru sormayın. Önce Zeynep'in de beni görmesi gerekiyor... Sonra üçünüze her şeyi anlatacağım. Ve beni anlayacaksınız. Tamam mı?"

Üçümüz sırılsıklam olmuş bir halde her yeri ıslanmış bir basketbol sahasında duruyorduk. Eskiden olduğu gibi, ait olduğumuz şehrin topraklarında, yan yana... Burak'ın bana kızgın olduğunu biliyordum, ama içten içe bir an önce benimle eve gidip playstation oynamak istediğini de biliyordum. O asla kin tutmazdı, tutamazdı. Dakikalar sonrasında eskiye döneceğini biliyordum. Mert zaten benim neden gelmediğimi, neden bu zamana kadar beklediğimi çoktan anlamıştı. Ben bir şey yaptıysam bunun sebepleri olacağını bilirdi. Benim hiçbir şeyi sebepsiz yapmayacağımı bilirdi... O beni herkesten iyi tanırdı.

Saatlerce yürüdük, saatlerce konuştuk. Ben hiçbir şey anlatmadım, sorup dursalar da sorularına cevap vermedim. Sadece onlardan anlatmalarını istedim. Neler yaptılar, beni nasıl aradılar, hiçbir şey bulabildiler mi...

Hiçbir şey bulamamışlar... O an Rıza'ya karşı garip bir hayranlık oluştu içimde. Bunu nasıl yapmıştı? Kimseye göstermeden, hiçbir iz dahi bırakmadan beni alıp nasıl götürmüştü? Ben bile haftalarca nerede olduğumuzu bilmeden yaşamıştım... Mert'lerin beni bulamamış olmaları çok doğaldı. Doğal olmayan ardımdan hiçbir iz bulamayıp hala yaşadığıma inanmış olmalarıydı. Ben de inanırdım... Üzerinden yıllar da geçse onların yaşıyor olduğuna inanırdım.

"Peki Zeynep'e nasıl söyleyeceksin? Evine girip bir anda 'Selam Zeynep ben yaşıyorum.' diyemezsin. Zeynep bizden daha zor bir altı ay geçirdi..." Mert'in cümlesiyle birlikte derin bir nefes aldım.

"Ona gidemem..." dedim çaresizce, "Onu bana siz getireceksiniz."

"Zeynep evden çıkmıyor." Burak hüzünle konuştuğunda ona doğru döndüm,

"Biliyorum. Doktora gitmek dışında ve sizinle buluşmak dışında evden çıkmıyor. O yüzden onu bana siz getireceksiniz."

"Son iki haftadır artık bizimle de buluşmuyor... Dışarı çıkmıyor. Adımını atmıyor. Onu görmek istediğimiz zaman evine gidiyoruz..." Çaresizce bir nefes daha alıp ayağımla önümde duran kaldırım taşına yavaşça vurdum.

"Bir çaresini buluruz." dedi Mert. Sonra Burak konuşmaya devam etti,

"İki hafta önce onunla dışarı çıktık..." Burak konuşurken Mert bir anda araya girdi,

"Burak tamam uzatma konuyu. Çıkmıyor dedik işte, halledeceğiz." Kaşlarımı çatarak başımı Burak'a çevirdim. Birbirlerine kaş göz işareti yaptıkları sırada içime büyük bir şüphe düştü.

"Ne anlatacaktın?" diye sordum Burak'a şüpheyle.

"İşte klasik şeyler... İki hafta önce çıktık sonra hiç çıkmadık diyecekti..." Mert bir kez daha araya girdiğinde benden sakladıkları bir şey olduğunu anladım. Öfkeyle Burak'a döndüm.

"Anlat. " dedim, "İki hafta önce Zeynep'le dışarı çıktığınızda ne oldu?"

"Burak senin nasıl bir ağzın var ya... Altı aydır görmediğin arkadaşına anlatmaya karar verdiğin şeye bak." Burak pişman bir ifadeyle bana döndü. Yüzüne endişeyle baktığım sırada duymaktan korktuğum o kadar çok şey vardı ki...

"Abi Zeynep seni görüyor..." dedi bir anda. Kaşlarımı çatarak baktım yüzüne.

"Ne?"

"Bravo baya açıklayıcı oldun." diyerek araya girdi Mert, sonra daha açıklayıcı bir şekilde Burak'ı istemeye istemeye tamamladı, "Zeynep son birkaç haftadır dışarı çıktığında bazı insanları sen sanıyor."

Bir anda içimin ışıkları söndü sanki. Korkuyla Mert'in yüzüne baktım.

"Birilerini bana mı benzetiyor?"

"Abi öyle değil... Daha ciddi bir durum. Seni görüyor. Yani birine baktığında onun sen olduğuna emin oluyor. Peşinden gidiyor, ağlıyor, yalvarıyor..." Bir an acıdan konuşamayacağımı hissettim. Yanan gözlerimle onlara baktığımda yüzüme bakamıyorlardı.

"Yalvarıyor?" diye tekrarladım zar zor.

"Gitme Onur... Lütfen Onur... Böyle şeyler..." Burak titreyen sesiyle zorla konuştuğunda dediklerini kendime o kadar yedirememiştim ki yumruk yaptığım elimle kendi yüzümü dağıtmak üzereydim. Bu anlattıkları bende duvara çarpma etkisi yaratmıştı. Öyle bir darbe yemiştim ki kendime gelmeme imkan yoktu. Öfkeden deliriyordum.

"Son buluşmamızda çok kötü oldu. Ambulans çağırmak zorunda kaldık." Rıza bana bunlardan bahsetmemişti. Acı çekmemi istememişti, biliyordum. Ama bana bunu anlatmalıydı. Bana bunu iki hafta önce anlatmalıydı. Öfkem beni içten içe patlamaya hazır bir bombaya çevirmek üzereydi. Yer altına gizlenmiş intikam duygum yer yüzüne çıkmıştı. Aklımdan binlerce kez Ender'i öldüreceğimi hayal ediyor ve kendimi rahatlatmaya çalışıyordum.

"Yürüyün." dedim bir anda öfkeyle, yolda hızla yürümeye başladığım zaman korkuyla peşime takıldılar.

"Onur nereye?"

"Abi nereye gidiyoruz?"

"Zeynep'e."

"Ne? Abi delirdin mi, babası seni öldürür!" Mert korkuyla söylenirken bu durum Burak'ın hoşuna gitmiş gibiydi.

"Yemin ederim şöyle aksiyonlara hasret kalmışım!" dedi bir anda, "Ama evet, babası seni öldürür."

"Ben görünmeyeceğim. Siz gidip Zeynep'i alacaksınız. Planlarla onu daha fazla bekletemem. Gidip onu alacaksınız... Ve ben onu göreceğim..."

Yaklaşık yirmi dakika boyunca beni vazgeçirmeye çalıştılar.

Vazgeçiremediler.

Yirmi dakika sonra Zeynep'lerin evinin sokağına girdiğimizde karşı kaldırıma geçtim. Onlar istemeye istemeye Zeynep'in evinin bahçesine girdiklerinde karşı kaldırımda iki binanın arasındaki yeşillikte beklemeye başladım. Yolda konuşmuştuk... Onlar Zeynep'i alıp dışarı çıkaracaklardı. İki sokak ötedeki parka götüreceklerdi, ben de yanına gidip konuşacaktım.

Zeynep'i görecek olmanın heyecanıyla onları izliyordum... Kapı açıldığında önce Zeynep'in annesini gördüm. Annesinin kaşları Burak ve Mert'i gördüğünde çatıldı, sonra telaşla bir şeyler söylemeye başladı. Zeynep'in dışarı çıkmasına izin vermiyor muydu? Sadece bir iki dakika konuştular, sonra annesi telaşla kapıyı kapatıp elindeki telefonu kulağına koyarak içeri girdiğinde Burak ve Mert bahçenin kapısına yöneldi. Hızlı ve endişeliydiler. Mert bana başıyla sokağı işaret ettiğinde anlam veremeyerek peşlerine takıldım.

"Ne oldu? Çıkmasına izin vermiyorlar mı?" Tam o sırada Burak bizi hızla ara sokağa soktu,

"Hızlı olalım babasıyla annesi kapıdan çıkıyor."

"Ne oldu!" Öfkeden delirecektim. Nereye çıkıyorlardı, ne olmuştu?

"Abi sessiz ol duyacaklar. Bir dur, açıklayacağız. Burak Zeynep'i ara hemen."

"Gerçekten kafayı yiyeceğim, Zeynep neden dışarı çıkmadı? Annesi ve babası nereye gidiyor? Ne oldu!" Delirmek üzereydim. Sokağın sonuna ulaştığımızda Burak kulağındaki telefonu öfkeyle cebine attı.

"Açmıyor. Onur... Zeynep evde değil." Şok içinde yüzlerine baktığımda kalbim yerinden çıkmak üzereydi.

"Evde değil de ne demek? Nerede?" Önce birbirlerine baktılar. Sonra Mert korkuyla konuşmaya başladı,

"Bizimle buluşacağını söyleyip çıkmış... Bir saat önce."

"Ne?" Yerin ayağımın altından kayıp gittiğini hissettim o an. Burak'ın koluna tutunduğum sırada korkum bedenimi aşıyordu.

"Sizi aramış mı?"

"Hayır. Buluşmak gibi bir planımız yoktu."

"Nerede o zaman!"

"Abi bilmiyoruz bilmiyoruz! Allah kahretsin ya... Burak babanı ara belki size gitmiştir." Burak telaşla telefonu kulağına götürdü, otuz saniyelik bir konuşmadan sonra başını salladı.

"Hayır. Bizde değil. Ya biri bizmişiz gibi kızı çağırmış olmasın... Onur'un döndüğünü duymuş olmasın bu Ender... Belki hala Onur'u takip ettiriyordu?"

"Ender," dedim üstüne basa basa, "Eğer beni takip ettiriyorsa, bu geçen altı ayda neye dönüştüğümü görmek isteyeceğini sanmıyorum. Benimle uğraşmak istemez. Bu onun için ölüm olur."

"Ya uğraşmak isterse?" Mert'in sorusunu duyduğum anda kendimde değildim. Onunla aynı şehre girdiğim an hayatı tehlikeye girmişti, işte ondan uzak olma sebebim buydu. Şimdi neredeyse, ne yapıyordu, kimleydi kafayı yemek üzereydim.

"Yürüyün, arayacağız."

Başka çaremiz yoktu. Onu bulmak zorundaydık. O andan itibaren aklımla yönetilmiyordum. O andan itibaren korkularımla yönetilmeye başlamıştım. Etrafı doğru düzgün göremiyor yüzlere sadece Zeynep olup olmadıklarını ölçerek bakıyordum. Korkum kilomdan büyüktü yaşımdan büyüktü boyumdan büyüktü, korkum sevgimden bile büyüktü.

Onun o halde bir başına olması bile zaten başlı başına çok korkunç bir senaryoyken Ender'le olması içimi öfkeden dolup taşırıyordu.

Onu en son gördüğümde o kadar güçsüzdü ki... O kadar küçüktü ki...

Onun o halsiz bedenini kendi yanımdan başka hiçbir yerde hayal edemiyordum.

"Orada!" Bir zafer marşı duymuştum sanki o an. Mert'in dudaklarının arasından çıkan tek kelimeyle birlikte tüm korkularımın ardına hapsedildiğim boğulduğum bir denizden çıkmış ilk kez karayı görüyordum sanki. Zeynep'i görüyordum. Oradaydı.

Zeynep oradaydı...

Denize bakan çimlerin üstünde uzanmış başını bir ağaca yaslamış kitap okuyordu. Tek başına... Gözlerim önce onu süzdü, buradan bakınca çok daha halsiz çok daha hüzünlü görünüyordu. Sonra ellerindeki kitaba kaydı gözlerim, donakaldım. Uğultulu Tepeler okuyordu. Aynı anda aynı kitabı okuyorduk ve her satırında birbirimizi görüyorduk, bunu biliyordum...

"Yanına gidin." dedim zar zor.

"Sen gelmeyecek misin?"

"Şimdi değil... Kendimi iyi hissetmiyorum..." Burak ve Mert bana bakarlarken tekrar ettim,

"Lütfen yanına gidin... Yalnız olduğunu görmek beni üzüyor." Üçüncü kez tekrarlatmadan ilerleyip çimlerin üstüne bastılar. Zeynep'in yanına gidip yanağından birer öpücük aldıkları sırada önce korkuyla irkildi. Korku... Bunu ona ben yapmıştım. Sonra onlara heyecanla gülümsedi. Bunu ona ben yapamamıştım. Benim ona verdiğim tek şey korkuydu. Ne heyecan ne mutluluk... Onu biraz onlarla gülüşürken izledim. O eski Zeynep yoktu sanki. Enerjisinin yarısı uçup gitmişti. Yarısı eksikti Zeynep'in...

Sonra çimlerin arkasından dolaşıp onlara yakın olacak ama beni göremeyecekleri bir şekilde çimlere oturdum. Seslerini yine de duyamıyordum. Sonra bir aptal cesaretiyle kapşonumu iyice kapattım ve Zeynep'in yaslandığı ağacın tam arka kısmına ben de yaslandım.

O an çok garip hissettim, sanki aramızda ağaç yok da sırtım sırtına değiyormuş gibiydi... Artık seslerini duyabiliyordum. Ve hatta artık onun kalbinin atışını bile hissedebiliyordum.

"Annemler siz olmadan dışarı çıkmama izin vermiyor. Ben de biraz yalnız kalıp denizi görebileceğim bir parkta kitap okumak istedim. Zaten çok uzaklaşmayacaktım..."

"Zeyno bari bize haber verseydin ya! Ödümüz koptu!"

"Özür dilerim, bir an aklımdan çıkmış... Siz neden eve geldiniz?"

"Seni alıp dışarı çıkacaktık. Gezeriz diye."

"İki haftadır gelmiyorsunuz..." Zeynep onlara alınmış gibi hüzünle konuşunca yutkundum. Yumruk yaptığım ellerimi kucağımda zor zaptediyordum. İçten içe yiyip bitiriliyordum öfkem tarafından.

"Olsun, eve geliyoruz... Evde vakit geçiriyoruz en azından. Dışarısı bu aralar çok soğuk değil mi abi ya? Sen kitap mı okuyorsun yine? Kız ülkenin bütün kitap stoğunu son bir ayda tüketti ya. Hangi kitap bu?"

"Uğultulu Tepeler."

Derin bir nefes alıp telefonumu çıkardım, mesaj uygulamasına girip Burak'ın numarasını ezberimden yazdım ve ona mesaj yazmaya başladım,

"Hangi sayfada olduğunu sor."

Tam o an Burak'ın telefonundan mesaj bildirimi geldi.

"Kimden mesaj geldi?" diye sordu Mert. Burak onu umursamayıp Zeynep'le konuşmaya devam etti.

"Hangi sayfadasın?"

"Son sayfalardayım, bitirmek üzereyim."

Telefonumu tekrar elime aldım ve tekrar mesaj yazmaya başladım,

"En sevdiği cümlenin ne olduğunu sor." Bip. Bir mesaj daha.

"Oğlum kimden mesaj geliyor sana ya!"

"Ya seni neden ilgilendiriyor bu? Boş versene mesajları" Burak Mert'i umursamayıp bir kez daha Zeynep'e döndü,

"Peki en sevdiğin cümle neymiş?"

"Neymiş mi?" Zeynep bir anda şaşkınlıkla sorunca gözlerimi devirdim. Burak bunu eskiden de hep yapardı. Keşke Mert'e mesaj atsaydım.

"Neymiş mi? Öyle mi dedim? Benim beynim yandı ya. En sevdiğin cümle ne diyecektim Zeyno kusura bakma!" Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Zeynep konuşmaya başladı,

"Sen kitaplarla pek ilgilenmezsin genelde..."

"Bu hafta kitaplara ilgi duymaya başladım. O yüzden merak ettim en sevdiğin cümleyi..." Harika kurtarış.

Zeynep'in o ince parmaklarıyla kitabının sayfalarını çevirdiğini duydum. Sonra en sevdiği cümleyi okumaya başladı...

"Her şey yok olup yalnız o kalsa, benim varlığım yine devam ederdi. Fakat her şey yerinde kalıp da o ortadan kaybolsa, dünya bana büsbütün yabancı olurdu."

Biliyordum. En sevdiği cümlenin bu olacağını biliyordum. O benim bu dünyadaki aynamdı. Ruhumun aynası, kalbimin aynasıydı. Ona bir gün "Ruhumdan her geçeni dudaklarıma yollasam ruhuma ne kalır?" demiştim ya hani. Zeynep benim dudaklarımdan dökmeyip ruhuma bıraktığım her şeyin tamamıydı.

Belki karşısına çıkmak için erkendi. Ama arkasında durmak için geç bile kalmıştım...


---

Selamlarrrr^^ 

Öncelikle neden 1-2 gün sonra bölüm gelecek dedim ve üstünden birkaç hafta geçti bunu açıklayayım. Bu süreçte bir sağlık sorunu atlattım, bir ameliyat oldum onun iyileşme süreci beklediğimden daha zor ve uzun oldu ve hala iyileşmiş değilim. Ama her gün aklımdan çıkmayan tek şey Karantina'ydı. Kafamda sahneler hayal edip duruyordum ama inanın bana bilgisayarın başında bile çok fazla vakit geçiremiyordum. 

Çok özür dilerim sizi bu kadar beklettiğim için :') 

Umarım bölüm beklediğinize değen bir bölüm olmuştur^^

Açıkçası ben eski Karantina esintileri hissettim bu bölümde :') Feci derecede özlemiştim onları. İlk iki bölüm full onları ayrı bir şekilde yazmak zorunda olmak beni çok üzmüştü ve zorlamıştı. Ama şimdi sonunda bir ağacın etrafında birbirlerinden haberleri bile olmasa da birliktelerdi^^ 

Burak'ın "En sevdiğin cümle neymiş?" mesajı ahbdsjgbdjgnfdhg yazarken bir an durup bir on dakika kadar o anı kafamda hayal edip güldüm. Hatırlıyorsanız birinci kitapta da böyle bir soru sormuştu Zeynep'e aahbcfhdfngdfgdf

Çok  daha güzel sahneleri olacak. Aklım o kadar heyecanlandığım sahneler hayal ediyorum ki umarım bir an önce eski enerjime kavuşurum :') 

Sizi çok seviyorum, anlayışınız için sonsuz teşekkürler. Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmazsanız çok sevinirim^^ Ve Instagram'da #karantinafilmolsun hashtagi başlamış, inanılmaz mutlu oluyorum gördükçe. İyi ki varsınız :') 

NOT : Haftasonu Kocaeli Kitap Fuarı'na katılacaktım, ama sağlık durumumdan dolayı şu an katılmam imkansız. Ama bugün yayınevimle konuştum ve fuardan sonra bir kitapçıda imza günü yapmaya karar verdik. Lütfen beni affedin, en kısa zamanda görüşeceğiz.

TEKRAR TEKRAR İYİ Kİ VARSINIZ!

GÖRÜŞÜRÜZ! 

-Instagram : beyzalkoc

继续阅读

You'll Also Like

TAKINTI 由 asranixa

青少年小说

1.7M 28.7K 34
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
2.2M 138K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
Peyda 由 Herkes Yalan

青少年小说

779K 53.9K 34
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
2.3M 75K 58
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...