White Rabbit |vmin&yoonkook|...

By notthatbad

133K 13.3K 4.7K

Nasıl kazanılacağını öğrenmek için kaybetmek zorundasın. More

White Rabbit
-Giriş-
1| Geçmiş Olsun Öpücüğü ve Ağlayan Hayaller
2| Birilerinin Elinde Oyuncak Olan İki Hayat
3| Ölmeden Önce Yapılacaklar
4| Geleceği Görüyorum ve Gelecek Çirkin
5| En Dipte
6| Gerçek Kim
7| Kazanmak Mı Kaybetmek Mi?
8| Eğer Seçme Hakkım Olsaydı...
9| Hiç Var Olmamışım Gibi
10| Özür Mü Teşekkür Mü?
11| Pişman Mıyım? Yoo, Hiç de Bile
12| Daha Ne Yapayım?
13| Beni Bırakma
14| Yaram İçeride
15| Mavi ve Beyaz
16| Siktir, Jeon
17| Kayıp... Kalpsiz?
18| Birlikte
19| Sen Bir Ölüsün
20| Defalarca Kez
21| Ölüm Kokusu
22| Ağlak Velet
23| Beni Hasta Eden, Nefes Aldıran İlacın Ta Kendisi, Nasıl Bırakayı(m) Seni?
24| Kaçış'a İlk Adım
25| Daha Suçlu, Daha Zayıf
26| Düştüğünde Kurtarıl(m)aya İhtiyacın Var
27| Kaçış'a Bir Adım Kala

28| Kaçış

5.3K 503 307
By notthatbad

-FİNAL-

Öncelikle, şu Beyaz Tavşan mevzusuna değinmek istiyorum. Kimine göre bu, Jungkook zannedilebilir ama aslında tamamen soyut bir şey ve hikaye içerisinde bir sürü Beyaz Tavşan var ayrıca Alice. Olay, Alice'in onu takip etmesinde. Mesela... Jungkook, Tony'yi takip ediyor; Jimin, Yoongi'yi takip ediyor gibi... Yani hikayadeki karakterler, bir şeylerin peşinden giderek başka şeyleri keşfediyor. Ve diğer yandan hepsinin ortak bağlantısı biraz da Jungkook, bağdaştırılması normaldir aslında.

Son olarak....

Teşekkür ederim :")

Bana bahşettiğiniz bütün güzel şeyler için...

Düşmeyin.

Kendi Harikalar Diyarı'nızı keşfetmeniz dileğiyle^^

Jefferson Airplane-White Rabbit

Jimin'in kim bilir kaçıncı doğum gününde aldığı pelüş pandayı sakladığı o karanlık dolabın içinden çıkardı, onu aldı ve sıkıca sarıldı ona. Sarılmaya ihtiyacı vardı, Jimin'e söylese onunla dalga geçerdi ve başka sarılabileceği kimsesi yoktu. Panda neredeyse boyunu geçecek kadar büyüktü-Jimin'in bunu vitrinini indirdiği bir dükkandan çaldığından emindive bu yüzden sanki bir insana sarılıyormuş gibi hissettiriyordu. Gerçi panda Suga'yı insanlardan daha çok seviyordu.

"Özür dilerim," diye mırıldandı uzandığı koltukta biraz daha küçülüp, biraz daha sokuldu pandaya. "Seni aşağıladım, oysa sen onlardan daha insansın."

Neden depresif hissediyor olduğu ile ilgili teoriler üretmek istemiyordu. Aklı haddiden fazlaca doluydu, canı sıkılıyordu ve artık ayakta durmak istemiyordu. Yıllarca bir şeyler karşısında dimdik durmaktan, güçlü olmaktan sıkılmıştı. Toparlamaktan sıkılmıştı. Sadece... dağılmak istiyordu. Haddinden fazla dağılıp, kaybolmak ve biraz da rezalet çıkarmak istiyordu kendi içinde.

Yine de bunları yapmak yerine, sadece... saatlerce sarıldı o pandaya. Zaten karışık olan aklına giriyordu bir de tavşan dişli bir velet. Azıcık oraya sızıp orayı dağıtıyor, oradan da ruhunu istila ediyor ve içinde daha önce varlığını bilmediğinden emin olduğu duyguları gün yüzüne çıkarıyordu. Bir de pişkin pişkin gülüşleri dolanıyordu gözlerinde, dokunuşları hayat buluyordu teninde yeniden. Soğuk dudaklarını, sıcak nefesini hissediyordu hemen yüzünün yakınlarında ve muhtemelen de birazcık kalbinin etrafında bir yerlerde.

Onun, yanında kalmasını beklememişti zaten. Gideceğini tahmin ediyorduhayır, biliyordu. Sadece... gitmemiş olmasını dileyen yanını susturamıyordu, susturmak istemiyordu belki de. Bundan emin değildi, emin olduğu şeyler vardı ama... Uyandığında, onun yokluğunu gördüğü o ilk anda, onun varlığını dilemişti zavallı bir şekilde.

"Dağılıyorum," dedi yavaşça, sesi çatallaşıyordu. "Çok güzel dağılıyorum, toparlanmak da istemiyorum Suga. Biraz daha dağıtsın istiyorum."

İç çekti ve açılan kapıyla birlikte yavaşça kalktı yattığı yerden. Gelen Jimin'di. Kapının önünde öylece dikilmeye devam ederken, Yoongi'nin gözlerine bakıyordu alık alık. Yoongi onu süzerken kaşlarını çattı. Jimin'in yanakları ve burnu kızarmıştı. Muhtemelen soğukta kalmış olmalıydı ama peki ya...gözleri? Gözleri de mi soğuk yüzünden kıpkırmızı olmuştu?

"Ben... bekledim hyung. Saatlerce gelmesini, bana gelmesini bekledim. O-onu bekledim hyung." Jimin hıçkırdığında Yoongi ağır ağır kırpıştırdı gözlerini. "Sorun değil, hayatımın sonuna kadar beklerim ben onu ama... o, gelmeyecek. Bunu bile bile nasıl beklemeye devam edebilirdim ki?"

"Jimin, ne oldu?" Diye sordu Yoongi ayağa kalkarak.

"Ona gittim, bir kadın açtı kapıyı ve 'sizinle bir daha görüşmek istemediğini söyledi' dedi. Yakama yapışan hatalarım onu benden aldı. Oysa anlatacaktım ona her şeyi ben. Bütün geçmişime arkamı dönecektim onunla birlikte. Ama ben, ben, arkamı dönmek yerine savruldum oraya. Tek başıma. Hyung..." Jimin bir kez daha hıçkırdı ve kollarını açıp Yoongı'nın boynuna doladı. "Asla kurtulamayacağım bundan, kurtulamayacağız."

Yoongi onun ensesindeki saçları okşamaya başlarken gözlerini yumdu.

"Gidelim hyung. Kaçalım, madem kurtulamıyoruz... sonuna kadar kaçalım o halde. Tükenene kadar kaçalım. Belki de geçmiş, bizi kovalamaktan yorulur." .

"Kaçalım," diye fısıldadı Yoongi. "Kaçalım Jimin. Hep kaçtık zaten, yine kaçalım."

*

"Hyung... Görüşmek istemediğinden emin misin?" Diye sordu Jungkook kırık bir sesle.

Hattın diğer ucundaki Jiyong ofladı.

"Vedalardan hoşlanmadığımı biliyorsun. Sanki geri dönmeyecekmiş gibi konuşuyorsun bir de."

"Ama-"

"Sıkılırsam uğrarım ben yanına, merak etme." "Ya ama bir görsey-"

"Beni meşgul etme ufaklık-"

"En azından Haejin'e ne olduğunu sö-"

"Hallettim ben onu, dert etme. Hadi, hadi, işim gücüm var benim. Size iyi yolculuklar. Fransa'dan kartpostal falan yollarsın bana, öptüm."

"İyi de biz-" Dıt dıt...

İngiltere'ye gidiyorlardı.

Jungkook telefonun ekranına bakmaya başladığında aynı zamanda başını iki yanına sallıyordu. Çatlak herifin tekiydi o. Gerçekten... Alt dudağını ısırarak gülümsedi ve elindeki telefonu cebine attı.

Haejin meselesi de zorunlu olarak kapanmıştı böylece. Üstelememeye karar verdigerçi başka şansı da yoktuve Jiyong'a olan güveni sonsuzdu. Onu mahvettiğinden emindi, intikamını almak istemişti, evet ama...

"Kook! Hadi!"

Derin bir nefes aldı ve paltosunu üzerine geçirip yatağın yanında duran valizi de aldıktan sonra aşağıya indi.

"Biliyorsunuz, biz yetişkin insanlarız," diye homurdanıyordu Taehyung. "Tek başımıza-"

"Sizinle geleceğimizi kim söyledi ki?" Diye homurdandı Bayan Kim. Oğlunu bir başka oğlanla, uygunsuz bir şekilde bastığı için hala öfkeliydi anlaşılan. Ama kimse bu konuyu açmamıştı, aralarındaki garip sessizlik sinir bozucu olsa da.

"İyi," diye homurdandı Taehyung. "Gerek de yok zaten. Hadi, Kook. Gidelim."

"Öpücük Yok mu anneye?" Bayan Kim huysuzca mırıldanıp oğlunu kendine çekti ve ona sarıldı, yanaklarına sulu öpücükler bırakıyordu.

"Ne kadın ama..." diye söylendi Bay Kim.

Jungkook başını iki yanına salladı, Taehyung'un yerinde olmak istemez.

"Gel sen de, orada öylece dikiliyor bir de."

*

Uçağın kalkmasını beklerken sessizdi ikisi de. Jungkook başını eğmiş, ayakkabılarını izliyordu öylece. İngiltere'ye gidiyorlardı birlikte, Taehyung bu teklifle geldiğinde şaşırmıştı ancak onu anlayabiliyordu. Uzaklaşmak istiyordu bir şeylerden, insanlardan. Kaçıyorlardı yaşananlardan. Bir süre orada takılacaklardı, kafalarını dinleyeceklerdi. Jungkook ümitsizdi, aklında dönenleri atamazdı ki. Onunla birlikte gecelekti her şey. Yaşanmışlıklar. Zihnindeki insanlar... O.

Beyaz. Kirletse bile ona koşmak istememiş miydi? Şimdi ondan kaçıyordu.

Ondan, her şeyden.

Kirlenmekten kaçıyordu, gökyüzünden korkmaya devam etmek istermiş gibi...

Ama yorulmuştu.

Yorulmuşlardı.

Kalmaktan, yüzleşmekten.

Başını kaldırıp Taehyung'a baktı, öfkesine hakim olamayarak anlatmıştı her şeyi. Ne kadar iyi yapmıştı? iyi falan yapmamıştı. Taehyung bir ölü gibiydi ve Jungkook, onu sonunda Jimin'den ayırd/ğı için iyi falan hissetmiyordu.

Çünkü Taehyung iyi değildi.

"Bakma öyle," diye mırıldandı Taehyung. Gözleri boş boş karşısına bakıyordu. "Orada iyi olacağız."

Hayatında verdiği en doğru karar olmasını diliyordu sadece. Öğrendikleriyle yüzleşebilecek kadar, Jimin'le devam edebilecek kadar güçlü hissetmiyordu.

Gözlerini kırpıştırdı yavaşça. Jimin...

Birlikte devam edeceklerdi ama o takılı kalmıştı, şimdi de başka bir yolu seçiyordu.

"İyi olacağız, söz veriyorum."

Jungkook onun gözlerine baktı, dolu dolu olmuşlardı.

Onunkiler de dolmaya başladı.

Bir şeyleri mahveden sadece Yoongi veya Jimin değildi, tek suçlu onlar değildi.

Anonsu duyduklarında Taehyung burnunu çekti ve ayağa kalktı.

"Gidelim."

Jungkook da ayağa kalkmıştı ama Taehyung onun bakışlarını garipsemişti.

"Hyung," dedi Jungkook yavaşça.

*

"Jimin, hepsini taşıyabilecek misin?" '

Jimin elindeki bavullara baktı, üst üste iki tane koymuştu, kolunun altına sıkıştırdığı kendi boyutunda bir oyuncak ve el çantası vardı. Kesinlikle, Jimin bunların arasında görünmüyordu.

"Beni güçsüz olmakla mı itham ediyorsun? Taşırım tabii, seni bile taşırım ben."

Yoongi uzanıp oyuncağı aldı, kendisi pek bir şey taşımıyordu. Sadece yarıştan sonra Seokjin'in verdiği nakit ve büyük bir miktarda para ve kıyafetleri vardı. Çok fazla kıyafeti de yoktu gerçi Yoongi'nin, Jimin'le ortak kullanırlardı kıyafetlerini.

"Tamam, sen bunları arabaya götür, birazdan ev sahibi gelecek. Ona anahtarı teslim edeyim ben."

Yoongi ana kapıyı açtı, Jimin elindekilerle birlikte gürültülü bir şekilde merdivenlerden inmeye başladı. Muhtemelen valizleri yuvarlıyordu.

"Merhaba, Bay Shin!"

Jimin'in sesi merdiven boşluğunda yankılandığında,

Yoongi anahtarlığını anahtardan çıkarmamaya karar verdi. Bu ev yıllardır onların yuvası olmuştu, şimdi vazgeçiyor oldukları gerçeği iyi hissettirmiyordu ona. Bu ev anılarının tamamıydı, tahta masayı bile yanlarına almamışlardı, bütün benliklerini bırakıp gidiyorlardı.

Sanki hiç varolmamış gibi.

"Ah, Yoongi." Adam Yoongi'yi gördüğünde gülümsedi, Yoongi de hafifçe eğildi yaşlı adamın karşısında. "Evden ayrılacağınızı hiç düşünmezdim, yıllardır iyi geçiniyorduk. Ev ile ilgili bir problem mi var?"

"Hayır, yok efendim. Sadece şehir değiştirme kararı aldık, benim doğduğum şehre gideceğiz Jimin ile, ailemi özledim sanırım."

Ailesini özlediği falan yoktu, sadece adama bir bahane sunmak istemişti.

"Siz en iyisini bilirsiniz."

"Biz toparlandık, eşyalar evde kalabilir ve burayı eşyalı olarak kiralayabilirsiniz, önemli değil. Kendinize iyi bakın, efendim."

Yoongi anahtarları adamın eline teslim ederken tekrar hafifçe eğildi. Anahtarları bıraktığı anda kalbi ağırlaşmıştı sanki, geri dönüşünün olmayacağını biliyordu. Gidiyordu, kaçmaya karar vermişti. Geçmişten mi, hatalardan mı yoksa anılardan mı bilmiyordu. Sadece... kaçıyordu işte.

Jimin'i beklemeden içeride kalan valizleri sürükledi ve adam bir aşağı kattaki dairesine giderken sessizce kapıyı çekti Yoongi. Ve o kapı kapandığı anda, gözlerini de sıkıca kapattı ve derin bir nefes aldı.

*

"Hava soğuk, Jimin. Şu pencereyi kapa."

Jimin açtığı pencereden başını hafifçe dışarı çıkarmıştı ve rüzgarı hissetmeye çalışıyordu. Soğuk. Aynen Taehyung'un gelmediğinde hissettiği gibi, soğuk. Aynen Taehyung'un yokluğu gibi. Nasıl endişelendiğini hatırlayamıyordu bile, evlerine nasıl gittiğini bilmiyordu, nefes nefese kapıyı çaldığında ona bir şey olma düşüncesiyle kafayı yemişti. Taehyung'a bir şey olmadı, bunu Öğrendiğinde hafifçe bir gülümseme geçmişti suratından, Taehyung'un konuşmak istemediğini öğrendiğindeyse o gülümsemeden geriye bir şey kalmamıştı. Taehyung'a bir şey olmamıştı ama bu iyi bir şeydi.

"Üzgünüm," diye mırıldandı hafifçe ve pencereyi kapattı. Yoongi'den başka kimsesi yoktu artık, zaten hiç olmamıştı da. Birçok şey olurdu, yeni insanlarla tanışırlardı, kalpleri ısınırdı, kalpleri kırılırdı ve eve döndüğünde onu karşılayan ne olursa olsun onu terk etmeyen Yoongi'ydi. Her şeye rağmen onunla birlikte olan, ağladığı omuz, ağabey, baba, eskiden de bir sevgili. Onun kıymetini bilse iyi olurdu, Yoongi de aynen kendisi hakkında öyle hissetmeliydi.

"Üzgün olma. Gidiyoruz işte." Yoongi gözlerini yoldan ayırmazken, dirseğini kapıya yaslamış ve elini de çenesine koymuştu, sağ eli direksiyondaydı.

"En iyisi bu, değil mi hyung? Gidersek kimseye zarar vermeyiz, değil mi? Artık Kookie de, Taehyung da bizim yüzümüzden üzülmezler, değil mi?" Jimin koltukta küçüldü, burnu sızlıyor ve gözleri yanıyordu ama bunu nasıl durduracağını bilemiyordu.

"Eğer emin değilsen, hemen dönelim, Jimin."

"Hayır," dedi Jimin minik elinin tersiyle yanaklarını silerken. "Bunu ben teklif ettim, senin hayatını kontrol ediyormuşum gibi hissediyorum. Asıl sen, gelmek zorunda değilsin."

Hala şehir merkezindeydiler, Yoongi önlerinden geçtikleri mağazalara, restoranlara bakıyordu. "Seni bırakırsam benim burada olmamın bir anlamı olmaz, Jimin. Sen yetersin bana, biz birlikte ayakta duruyoruz, ayrılırsak düşeriz. "

"Pekala, o zaman... Dün gidemediğim film var ya, ona gidelim. İzlemek istiyorum."

*

Film güzeldi, tabii Jimin film boyunca ağlayıp durmasaydı.

Zordu, bütün hayatını geçirdiği bir şehri bir anda arkada bırakmak Jimin için zordu, iyi hissetmiyordu, ailesini düşünüyordu. Uzun süredir görmemişti onları, veda etmeli miydi? Gerçi, uzunca bir süredir aile tanımını yaparken Yoongi'yi düşünüyordu.

Gözlerini kapattı koltukta. Yoongi otoyoldan gitemeyecekleri için daha uzun süreceğini ama güzel manzaralar göreceklerini söylemişti. Yolculuk uzun sürecekti, Jimin uzun yolculukları severdi.

"O kahveyi içmelisin, Jimin. Ben yorulduğumda sen süreceksin, bence uyuma."

Yoongi karton bardağı Jimin'in eline tutuşturduğunda Jimin gözlerini açtı, şehirden çıkalı pek de uzun süre geçmemişti ama şimdiden yabancı hissediyordu kendini bulunduğu yere. Tek şeritli, asfaltı eskimiş bir yoldu, iki yanı da bombuştu. Trafik yoktu, on beş dakikadır karşılarından veya arkalarından gelen kimseyi görmemişlerdi.

Önlerinde, yolu kapatacak şekilde durdurulmuş bir Maserati dışında.

"Bu ne be?" Diye sızlandı Jimin. "Siktir!" Diye devam etti sonra, gözleri kocaman açılmıştı ve olduğu yere mıhlanmıştı. Yolu kapatan arabanın içinde bir çift gözle göze göze geldiğinde nefesini tutmuşti ve kesinlikle hareket edemiyordu.

Yoongi ise gözlerini kocaman açıp arabadan inmişti. Ona doğru ilerlemeye başladı. Bilinçli bir şekilde yapmıyordu, sadece... ona doğru yürüyordu işte. Maserati'nin kaportasına yaslanmıştı, yüzünde yine meydan okuyan o gevşek gülümsemesi vardı.

"Anahtar kullandığınızı bilmiyordum," dedi sonra, elinde tuttuğu anahtarlığı çeviriyordu. Bıraktıkları eve aitti. Yoongi ve Jimin'in evine.

Ama nasıl?

"Burada ne işiniz var?" Diye sordu Yoongi onun Önünde durduğunda. Afallamıştı.

Jungkook dişlerini göstererek gülümsedi. "Beni gördüğüne sevinmedin mi?"

O sırada yaslandığı arabanın kapısı açıldı ve Taehyung dışarı çıktı. Gözleri, diğer arabanın içinde duran Jimin'deydi.

Gözlerini kırpmadan ona bakıyordu ve Jimin de gözlerini ondan ayırmadan hızlıca arabadan indi. Ancak, öylece duruyordu aralık bıraktığı kapının hemen yanında.

"Tae..." diye fısıldadı, dudakları titriyordu.

Fısıldamıştı, kendi sesini duyamıyordu ama Taehyung onu duymuştu. Taehyung ona doğru yürüyordu. Jimin onun gülümsediğinden emindi, hayal falan görmüyordu. Taehyung ona gülümsüyordu. Oyalanmadı. Tek bir saniyesini bile kaybetmek istemiyordu artık. Gözlerinden yaşlar süzülürken kocaman gülümsedi ve ona doğru koşup Taehyung'un üzerine atladı. Gerçek anlamda atladı. Hatta öyle sert bir şekilde yapmıştı ki bunu, ikisi de yere devrilmişti.

Taehyung üzerindeki Jimin'in ağırlığı ve sırtının yere çarpmasının etkisiyle bir küfür savurdu ama o kare gülüşü suratındaydı yine de.

"Küfür mü?" Jimin hala onun üzerindeyken kaşlarını çattı ve minik ellerinin arasına aldı onun yüzünü. "Küfür mü ettin?"

Taehyung hafifçe başını kaldırdı yerden ve birkaç santim uzağındaki kalın dudaklara bir kelebek öpücüğü bıraktı.

"Dudakların daha iyi bir şey için çalışınca güzel oldu, Tae." Jimin sonra onun alnına, yanaklarına, yüzünün her bir noktasına minik öpücükler kondurdu.

"Demek kaçıyordun?" diye fısıldadı Taehyung. Dudaklarını hafifçe büzmüştü. "Benim için savaşmak yerine kaçıyordun?"

Jimin yine burnunun sızladığını hissetti ama sorun değildi, Taehyung burada, onun yanındaydı. "Sen beni bir hain olarak görürken, nasıl kalırdım? Nasıl savaşabilirdim senin için, en yakın arkadaşım için bile savaşamamışken?"

"Ama bırakmayacaktın, başka kimsenin sevgisine ihtiyacım olmayacak kadar çok sevecektin beni?"

"Seviyorum zaten," dedi Jimin ve tekrar öptü onun alnını. "Seni çok seviyorum ya, ondan gidiyordum. En sevdiğime nasıl kıyabilirdim?"

Taehyung yerden elleriyle destek alarak hafifçe doğruldu, şimdi Jimin dizleri üzerinde, Taehyung'un açtığı bacakları arasında duruyordu. "Söyledin ya, beni hasta eden nefes aldıran ilacın ta kendisi, nasıl bırakayım seni? Şimdi söylesene, ben nasıl bırakayım seni?" '

"Bırakma, Tae. Beni bırakma."


"Harika," diye söylendi Yoongi onlara pek de hoş olmayan bakışlar atarken. Onun aksine, Jungkook Yoongi'ye bakarken gülümsüyordu. Yerde birbirlerini adeta sömürken o ikisi pek de umurunda değildi.

"Soruma cevap ver Min Yoongi."

Yoongi transtan cıkmışçasına çevirdi başını ona. Gözlerindeki parlaklıklar, bir kez daha afallamasına neden olmuştu.

"Beni gördüğüne sevinmedin mi?"

"Sevinmem mi gerekiyor?" Diye sordu Yoongi yavaşca. Jungkook yaslandığı yerden doğruldu ve ona yaklaştı, tam önünde duruyordu ve yukarıdan ağrı bakıyordu ona. Yoongi itiraf etmeliydi ki, aralarındaki boy farkı canını sıkıyordu. Jungkook'un aksine, bu onun hoşuna gidiyordu.

Jungkook yüzündeki gülümsemeyi birazcık soldurdu, yine de hala gözler görülür derecede parlıyordu hafif gülümsemesi. Elindeki anahtarı onun cebine koydu yavaşça, Yoongi hareket etmeyi tamamen kesmis gibiydi. Bu yakınlığın yaptığı çağrışımlar... "Bizi nasıl buldunuz?" Diye sordu sonunda, Jungkook elini çekmişti ondan. Bu, daha rahat nefes almasına neden olmuştu.

"Hiç, gökyüzüne baktım biraz. Sonra kuşlardan bir tanesi geldi ve bana öttü hemen... seni." '

Yoongi... dudaklarını araladı, ancak söylebilecek bir şeyler bulamayacakmış gibiydi.

Jungkook derin bir nefes aldı ve elini uzattı ona, gözlerini gözlerinden çekmiyordu.

" Düştüğümde kurtarılmaya ihtiyacım var Min Yoongi,“ diye fısıldadı. Eli öylece havada asılı kalırken, Yoongi kaşlarını biraz daha çatmıştı ve anın gerçekliğini sorgulamakla meşgul etmeye başlamıştı kendini. Sonra bakışları yavaşça onun uzattığı ele kaydı. Oysa... o eli Yoongi'nin uzatması gerekmez miydi?

Hafifçe gülümsedi ve gözlerinin onun gözleriyle buluşmasına izin verdi yeniden.

"Bir daha düşmene izin verir miyim zannediyorsun Jeon Jungkook?"

Elini onun eli arasına bıraktı. "Ah, lütfen. Bana Kim diye seslen."

Jungkook bunu söyledikten sonra onun elini sıktı ve onu kendine çekerek, ikisini de bir sarılışın ortasına attı. Kolları onun ince bedenini sardı hemen. Diğeri duraksasa da hemen karşılık vermişti onun sarılışına. Garipti. En yakın oldukları anın ogece olması gerekirdi ancak... Yoongi, ilk kez o zaman ona gerçekten dokunabiliyormuş gibi hissediyordu. Jungkook, ilk kez görüyordu onu.

Ve Jungkook, beyazla kirlenmeyi sevmişti. Maviden korkmuyordu. maviden nefret de etmiyordu.

Sadece... beyaza sığınmıştı.


*

"...Alice fırlayıp ayağa kalktı çünkü birden bire ayrımına varmıştı; o zamana kadar ne yelekli tavşan görmüştü, ne de yelek cebinden saat çıkaran bir tavşan..."

"Bu sen olmalısın, " dedi Taehyung halsizce. On bir-on iki yaşlarındaydı, aniden ateşi çıkmıştı ve başında bir ıslak bir bezle yatağında uzanıyordu. Babası aile doktorunu çağırmıştı ve o gelene kadar Jungkook ona bir kitap okumaya karar vermişti. Onu kovmak istedi, gerçekten onu görmek bile Taehyung'u hasta ediyordu ama karşı çıkamadı. Çok halsizdi, boğazı kurumuştı ve bağırabileceğini sanmıyordu. Sadece ayak uydurmaya karar verdi.

"...Merakından tarlada Tavşan'ın ardından koşmaya başladı, neyse tam zamanında yetişti de onun bir çit altındaki koca bir tavşan deliğine girdiğini gördü. Alice kendini deliğe attı, buradan nasıl çıkacağını düşünmek aklına bile gelmemişti. Tavşan deliği önce bir tünel gibi düz gidiyor, sonra birden bire dikleşiyordu. Alice bir an bile düşünmeye vakit bulamadan kendini çukurdan aşağıya düşüyor buldu-Ben de bunu anlamıyorum, " Jungkook kitabı okumayı bırakıp ha yıflanma ya başladı. "Alice tam bir gerizekalı, salak bir tavşanı takip ederek kendini tehlikeye atıyor. Bir çukura düşüyor, ne olacağı belli bile değil. " Kitabı kapatıp okumayı yarıda kesti. Alice 'e sinirlenmişti kitabın sonunu bilmesine rağmen.

"Risk aldı, Jungkook. Yelekli, beyaz tavşan onu bir çukura düşürdü ama hemen ardından da Harikalar Diyarı ’na vardılar. Bazen güzel şeyleri görmek için risk almak gerekir. Doğru olmasa, hatta aptalca olsa bile. "

Ve bazen de, kazanmak için önce kaybetmek gerekirdi.


Continue Reading

You'll Also Like

1.4K 277 6
"İsterseniz kütüphanelerinizi kilitleyin; ama zihinsel özgürlüğümü hiçbir kapıyla, hiçbir kilitle, hiçbir sürgüyle engelleyemezsiniz." •omegaverse al...
8.8K 807 11
[yoonjin] Kim Seokjin, Min Yoongi'yi severdi. Min Yoongi'de Kim Seokjin'i severdi. Kim Seokjin, Min Yoongi'den nefret ederdi. Min Yoongi, Kim Seokjin...
92.6K 3.9K 21
Yabani dizisinden tanıdığımız Asi ve Alaz'ın muhtemelen hiç yazılmayacak anlarına dair tek veya birkaç bölümden oluşacak hikayelerdir.
198K 13K 35
Min Yoongi, küçük bir kedi yavrusu gibiydi. Ve Jeon Jungkook mart ayını merak etmişti. ⠀⠀⠀⠀ ⠀⠀⠀⠀ -YAZARIN TÜM ACEMİLİĞİNİ KONUŞTURDUĞU BİR KİTAPTIR.-