White Rabbit |vmin&yoonkook|...

By notthatbad

133K 13.3K 4.7K

Nasıl kazanılacağını öğrenmek için kaybetmek zorundasın. More

White Rabbit
-Giriş-
1| Geçmiş Olsun Öpücüğü ve Ağlayan Hayaller
2| Birilerinin Elinde Oyuncak Olan İki Hayat
3| Ölmeden Önce Yapılacaklar
4| Geleceği Görüyorum ve Gelecek Çirkin
5| En Dipte
6| Gerçek Kim
7| Kazanmak Mı Kaybetmek Mi?
8| Eğer Seçme Hakkım Olsaydı...
9| Hiç Var Olmamışım Gibi
10| Özür Mü Teşekkür Mü?
11| Pişman Mıyım? Yoo, Hiç de Bile
12| Daha Ne Yapayım?
13| Beni Bırakma
14| Yaram İçeride
16| Siktir, Jeon
17| Kayıp... Kalpsiz?
18| Birlikte
19| Sen Bir Ölüsün
20| Defalarca Kez
21| Ölüm Kokusu
22| Ağlak Velet
23| Beni Hasta Eden, Nefes Aldıran İlacın Ta Kendisi, Nasıl Bırakayı(m) Seni?
24| Kaçış'a İlk Adım
25| Daha Suçlu, Daha Zayıf
26| Düştüğünde Kurtarıl(m)aya İhtiyacın Var
27| Kaçış'a Bir Adım Kala
28| Kaçış

15| Mavi ve Beyaz

3.5K 426 201
By notthatbad

Linkin Park-Roads Untraveled

"Jimin, uyan hadi.."

Yoongi Jimin'i dürterken bir yandan da sinirlenmemeye çalışıyordu. Bir insan nasıl hayatının en önemli gününde uyuyakalabilirdi ki? Jimin yapardı. Şaşırtmamıştı ancak yine de bu konuda onun biraz daha hassas olmasını bekliyordu.

"Beş dakika daha hyung..." Jimin onun elini sinek kovalar gibi kovdu ve gözlerini araladı kısık bir şekilde. Gece boyunca gerginlikten uyuyamamıştı ve sabaha karşı ancak uyuyakalmıştı ve şimdi gözlerini açamıyordu.

"Şimdi mutfağa gidiyorum ama eğer ben kahvelerimizi hazırlayana kadar uyanmış ve giyinmiş olmazsan seni çok kötü yaparım, Jimin."

Beş dakika sonra Jimin mutfakta ayakta uyuyordu. Gözleri kapalıydı ve bulunduğu yerde sallanıyordu, üzerini falan değiştirmemişti, sadece yüzünü yıkamıştı ve damlalar saçlarının ucundan tişörtüne doğru damlıyordu. Yine de uyanık olduğu söylenemezdi.

"Önümüzdeki yüzyıl içinde gözlerini açmayı planlıyor musun yoksa prensin gelip seni öpmesini mi bekleyeceksin?"

"Peki ya sen, boğazımız kesilince mi şaka yapmaktan vazgeçeceksin yoksa bunlarda ciddi misin?"

Jimin mırıldanarak sandalyeyi çekti ve başını çiziklerle dolu tahta masaya yasladı. Uykusu vardı ve sabah saat yediydi. İki saat normal bir insana yetmezdi ki! Önüne konan kahve kupası nedeniyle başını kaldırdı. Biraz kafein iyi gelirdi muhtemelen, en azından uykusunun biraz dağılacağını düşünüyordu. Yoongi karşısına kendi kupasını da koyduktan sonra ortadan kayboldu, Jimin o sırada filtre kahvenin kokusuyla kendine gelmeye çalışıyordu.

"Al." Başını hafifçe kaldırıp önce Yoongi'ye, sonra da uzattığı şeye baktığında sandalyesini gürültülü bir şekilde geriye iterek ayağa kalktı.

"Bu ne?"

Yoongi'nin avcunda duran metal kütlesine bakarken gözleri kocaman açılmıştı, biliyordu, ancak şaşkınlığını gizleyemezdi.

"Barut ilk önce Çin'de bulundu, sonrasında-"

"Barutun nerede bulunduğu veya ateşli silahların ne olduğunu sormadım!" dedi Jimin öfkeyle. "Bunun bizim evimizde ne işi var?"

"Al bunu," diye diretti Yoongi, gümüş renkli tabancadan henüz yükselmekte olan güneşin ışığı yansıyordu. Jimin daha önce bunlardan birçoğuyla yüzleşmiş olsa da asla kullanmamıştı ve kendi yanında da taşıyor değildi.

"Saçmalama, nereden buldun bilmiyorum ama bunu kaldır, hyung."

Yoongi tabancayı Jimin’in karnına bastırdı ve daha sonra Jimin'in elini metalin üzerine koydu. "Başımız derde girecek olursa- ki girecek- kendini koruman gerek. Kullanmaktan çekinme, senin hayatın o bok çuvallarınınkinden daha önemli."

Yoongi elini çekti, Jimin avcunda bir tabancayla öylece dikilirken ellerinin buz gibi olduğunu hissediyordu.

Yoongi hala buharı tüten kahvesini içmeden tezgahın üzerinden bir bıçak aldı ve masanın üzerine birkaç cümle kazıdı hızlıca.

Bana hiç umut olmadığını söyleme. Birlikte ayakta duruyoruz, ayrılırsak düşeriz.

*

Taehyung gözden uzaklaşan arabayı izlerken, kendi arabasının motorunu çalıştırdı.

Dün gece, Jungkook'un o şüpheli telefon konuşmasını duyduğunda bunu yapıp yapmamayı çok düşünmüştü.

Seokjin denilen adamla konuşmaları Jimin ve Yoongi içerikli olduğundan, bir de Haejin vardı tabii, bu işi merak etmesi doğal olmuştu. Bir yarıştan bahsediyorlardı, ölüm ve son olan bir yarıştan, kimin ölümü olduğu önemli değildi ama Jungkook'un birinin ölümüyle alakalı olacağı gerçeği tüylerini diken diken etmişti.

O yüzden gitmeye karar vermişti, neyle karşılaşacağını bilmiyordu ama sorun olacağını da sanmıyordu.

Şehir merkezinden çıkana kadar takip etti Jungkook'u, geçen geldikleri parkura geldiler sonunda, ama bu defa ortalık gerçekten karışıktı. Onlarca araba vardı, bazılarının üzeri sponsor amblemleriyle donatılmıştı ki bu yasadışı bir yarış için garipti. Etrafta bir sürü insan vardı ve birkaç tane devasa çadır kurulmuştu. Hava yine yağmurluydu, yani henüz yağmur yağmamıştı ama dün gece gök delinmiş gibiydi ve gökyüzündeki kara bulutlar yağmurun yağmaya devam edeceğini belli ediyordu.

Arabasını kilitledikten sonra çamur olan zemine dikkatle bastı, çevresindekilerin dikkatini çekmiş sayılmazdı ama oraya uymadığı da çok belliydi. Kalabalığa karışıp etrafı izledi, Jungkook veya Jimin'i bulmayı amaçlıyordu ki sonra Jimin'i gördü. İleride, Yoongi ile birlikte bir arabanın yanında dikiliyorlardı. Onlara doğru ilerlemek istedi ama sonra vazgeçip yerinde kaldığında buna gerek kalmadı çünkü Jimin'le göz göze geldi.

Jimin gülümsemiyordu veya canlı görünmüyordu, yüzünde belli bir gerginlik vardı, etrafa kısık gözlerle bakıyordu ve sürekli dudaklarını dişliyordu ama kendisini gördüğünde yüzünde oluşan gülümseme gerçekten hayran olunasıydı. .

Jimin arabayı aşıp ona doğru ilerlemeye başladığında Taehyung da kalabalıktan sıyrıldı ve o tarafa yürümeye başladı. Jungkook konusunda gerçekten gergindi ama Jimin'i gördüğünde gerginliği uçup gitmişti.

"Tamam, seni görmeyi planlamıyordum." Jimin karşısında durduğunda ellerini montunun cebine koydu ve hafıfçe sallanmaya başladı ayakta. Hala gergindi.

"Bana söylersin diye düşünmüştüm," dedi Taehyung. "Yarış gününü yani. Burada seni desteklemek isterdim."

Jimin ayakkabısına bulaşmış çamura bakıp gülümsedi, her şey yedi yıl önceki gibiydi.

"Ben..." Söyleyecek bir şey bulamadığı nadir anlardaydı. Pantolon ve beli arasında sıkışmış olan metal gittikçe soğuyor ve Jimin'in bütün vücudunu donduruyor gibiydi, hava onu depresif biri yapmıştı ve ne olursa olsun, sonucunun ne olacağını bilmediği bir yarışa ilk defa giriyordu. "Ben... Çok gerginim ve..."

Taehyung dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra onun gözlerine dikti gözlerini, Jimin gerçekten ilk defa böyle bir şey söylüyordu ve bu an kıymetliydi, öyle düşünmüştü.

"Eğer istersen sana güven verici şeyler söylerim." .

"Varlığın yeterli," dedi Jimin hafıfçe gülümsedikten sonra. "Arka tarafa gelmek ister misin? Jungkook da orada."

Taehyung bunu duyduğunda gerildi, Jungkook'un neden burada olduğunu bilmiyordu ve duyduğu konuşma sinirlerini bozuyordu. Yine de başını salladı hafıfçe ve birlikte yürümeye başladılar.

Arka taraf olarak bahsettiği yer Taehyung'a pit-stop'ları hatırlattı, araba lastikleri kontrol ediliyor ve benzin dolduruluyordu arabalara. Bazıları da motorlarla ilgileniyordu ve gerçekten çok fazla insan vardı. Yoongi de geldi yanlarına bir süre sonra ve o birkaç tane olan büyük çadırlardan birinin içine girdiler.

İçeride monitörler, kablolar, bir sürü insan, Jungkook ve... Hei vardı?

"Taehyung?" Hei şaşırma nidasıyla onlara yaklaştığında Taehyung geriye doğru bir adım attı. Onunla görüşmeye hiç de hazır hissetmiyordu kendini ve pat diye karşılarmaları hiç hoş olmamıştı. "Ne arıyorsun burada?" Hei'nin konuşmasından sonra Jungkook da çatık kaşlarıyla o tarafa döndü.

"Şimdi konuşmanın hiç zamanı değil, Hei." Elini kaldırarak kızı durdurmasının kaba bir hareket olduğunu bilecek kadar ahlak dersi almıştı ve aynı şekilde birilerini hayatlarıyla tehdit etmek de ahlak kurallarına pek uymadığından bunu umursamadı. "Jungkook?"

Jungkook temkinli adımlarla ona yaklaştı, şaşkınlığı hala üzerinden atabildiği söylenemezdi gerilmiş ve sinirlenmişti, özellikle de Taehyung'un yanında gördüğü ikiliden dolayı patlamaya hazır bir bomba gibi hissediyordu.

"Onu sen mi çağırdın?" dedi Taehyung'a dönmeden önce, Jimin'e doğru.

"Hayır, ben seni takip ettim. Burada ne işin var?"

Jungkook Taehyung'a baktı, daha çok yaramazlık yaparken yakalanan bir çocuk gibiydi ama bir yetişkindi ve bundan başkalarını suçlayarak kaçamazdı.

"Burada ne işin var ve Seokjin denen adam kim?" dedi tekrar, bu isim Jimin ve Yoongi'nin şaşkınlıkla birbirlerine bakmasına neden oldu.

"Benim."

Arka taraftan gelen sesi duyduklarında hepsi oraya döndü, uzun boylu ve zarif bir adam orada dikiliyordu ve yanında da yarış tulumu giyen bir adama daha vardı. Seokjin olduğunu söylemişti.

"Ah, merhaba beyler," dedi daha sonra Seokjin Jimin ve Yoongi'ye yönelik. "Sizi rakibinizle tanıştırmak istemiştim. Jung Hoseok."

Hoseok olduğu söylenen adam gülümseyerek el salladı onlara doğru, böyle gergin bir ortamda fazlasıyla rahat görünüyordu. Gerçek bir yarışçı olmamalarına rağmen giydiği tulumla hem de.

"Merhaba," dedi Jimin gülümseyerek. "Umarım sen kazanırsın."

Yaklaşık on dakika önce Tony'yi görmüştü, hazırlık yaparken. O adinin kazanmasmdansa elbette gülümseyen ve masum görünen bu adamı tercih ederdi.

"Teşekkürler," dedi Hoseok. Hepsinin aralarında yapılan gizli anlaşmadan haberi vardı ama hiçbiri yüksek sesle dile getirmiyordu. bu sözler bildikleri şeylerle birlikte daha çok anlam kazanıyordu.

"Şey, aydınlattığınız için teşekkür ederim" diye araya girdi Taehyung. "Şimdi bana Jungkook'la neden görüştüğünüzü söyleyebilir misiniz?"

Jungkook'un özel meselelerine burnunu sokuyor olabilirdi ama bu hiç umrunda değildi, tek istediği çevresine kör kalmamak ve olan bitenden haberdar olmaktı. Belki de kötü şeyler yapan Jungkook'u yakalamak.

"Hyung..." Jungkook konuşmaya başladı ama devamını getirmedi.

Jungkook hiçbir şey söylememiş olsa bile, Yoongi için her şey o andan aydınlanmıştı, Jeon Jungkook'un ne işler çevirdiğini anlamıştı. Yarışta kaybetmelerini isteyen Jungkook'tu da, bundan ne faydası olacaktı ki onun?

"Bir açıklama yapmayacaksan, iyi eğlenceler dilerim sana."

Taehyung ciddiyetle bunu söyledikten sonra Jimin'i kolundan tutup dışarı sürükledi. En başta Jimin'le yaptığı anlaşma Jungkook'un sırlarını içerdiğinden, aslında Jungkook'un konuşmasına pek de gerek kalmayacağını düşünüyordu. Jimin ona istediğini verebilirdi.

"Böyle haşin olmanı seviyorum da... Biraz sakinleş?" Jimin'le birlikte çadırın arka tarafına geçtiler. Birkaç metre ötelerinde ağaçlık başlıyordu ve çok büyük bir yer gibi görünüyordu ve bütün o kalabalıktan izole kalıyordular.

"Seokjin'i tanıyor musun?"

Jimin dudaklarını yaladı, ne söyleyeceğini düşümüyordu o sırada, yapılan anlaşmayı, Haejin'i, ve artık tahmin ettiğine göre anlaşmayı yapan Jungkook'u bu yarıştan önce anlatmak ne kadar doğru olurdu bilmiyordu, anlatmak da istemiyordu çünkü Taehyung ne kadar bilirse o kadar çekilirdi bu işin içine. İlk defa Yoongi'nin hissettiklerini hissetti, Yoongi her zaman kendini suçlayıp duruyordu Jimin'in evi terk etmesi ve bütün bunlara bulaşması konusunda, Jimin her ne kadar bunun kendi isteği olduğunu söylese de fark etmiyordu, suç hala suç gibi hissettiriyordu. Şimdi bir düşününce, Taehyung kendisi bile seçse, onun bunların içine girmesini asla istemezdi. Belinde varlığını hissettiren metal Taehyung'un masumiyetine asla yakışmazdı, onu kirletirdi ve bütün bunları kendi eliyle yapmak istemiyordu. Bunları kimse yapsın istemezdi.

"Ben... Sadece rakip olarak biliyorum." Normalde yalan söylemekte de iyiydi ve hatta bu konuda iddialıydı da ancak Taehyung kahvenin en güzel tonuna sahip gözleriyle öyle bakarken dili dolanmıştı ve ne diyeceğini bilememişti. Kaşlarını kaldırmıştı ve meraklı bir çocuk gibi görünüyordu.

"Emin misin, Jimin?"

Taehyung oldukça ciddiyken Jimin'in onun hakkında hayran düşüncelere dalması yanlış mıydı? Belki de onu bir daha göremeyeceğini düşündüğündendi, bilmiyordu ama onu öldükten sonra bile hatırlamak isterdi. Esmer tenini, burnunun ucundaki beni, ince dudaklarını, birbirinden farklı olan ama şu ana kadar gördüğü en güzel gözleri, her birini şu anki canlılığıyla hatırlamak istiyordu.

"Üzgünüm, Tae. Onu tanımıyorum bunun dışında." Vicdanı rahat değildi ama olur da bu yarıştan sonra sağ çıkarsa anlatırdı ona her şeyi, en ince ayrıntısına kadar hem de. Jungkook'u nasıl yüz üstü bıraktığını, Hei'yi, Yoongi'yi, o bunları bilmeyi hak ediyordu. Verdiği sözü bunlara rağmen tutabilir miydi Taehyung bilmiyordu ama bunları anlatacaktı, varlığına pek inanmadığı vicdanı son günlerde gerçekten rahatsızdı.

"O zaman sonra öğreneceğim ben de.." dedi Taehyung hayal kırıklığına uğramış bir ifade ile. "Yarış başlayana kadar seninle vakit geçirmemi ister misin?"

*

"Ne sakladığını biliyorum, çocuk."

Yoongi hızlıca çadırdan ayrılan Jungkook'un peşinden gitti, bunu ona söylemeliydi çünkü söylemezse rahat edemeyeceğini biliyordu.

"Anlamasaydın aptal olduğunu düşünecektim," dedi Jungkook yürümeye devam ederken, Yoongi ona yetişti.

"Bize verdiğin arabanın içine patlayıcı falan mı koydun yoksa bu sadece zevk meselesi mi?"

Jungkook hafıfçe güldü.

"Zevk meselesi," dedi alayla. "Kontrolün elimde olmasını seviyorum ve ah... şu işe bak, şu an benim için çalışıyorsun, Min Yoongi."

Yoongi onun alayına karşılık gülümsedi, eğer gururu yüzünden kötü hissedeceğini sanıyorsa o çocuk, yanlış düşünüyordu. Artık hayatta kaldığı sürece hiçbir şeyin öneminin olmadığını kavramıştı ve hiç de gurur yapacak havasında değildi ayrıca.

"Verdiğin para hala aynıysa, yakuzaya çalışsam bile benim için sorun olmayacağını biliyorsundur ve ayrıca... buralarda fazla dolanmasan iyi edersin, Haejin ortalıkta."

Bahsetmek istediği Haejin değildi belki ama yine de onu uyarmıştı. Geçmişten dolayı olabilirdi, zamanında yaptıkları hatayı telafı etmek için onu korumak istiyor olabilirdi ama kendisi bile bunu neden yaptığını bilmiyordu.

"Ondan korkmuyorum," dedi Jungkook kararlılıkla. Hele de bu yarışta, asla korkmuyordu. O adam elindekiler olmadan bir hiçti.

Jungkook önlerindeki mavi tenteyi kaldırdı ve minik bir kutlama yapılan çadıra girdi. Yoongi de onun peşinden ilerlerken neyle karşılaşacaklarını biliyordu.

Jungkook oradakilere göz gezdirirken, gözlerine aşina olduğu renk takıldı.

Önceden mavinin her tonuna aşık olduğunu düşünürdü.

Gece gibi karanlık bir maviden, okyanusları hatırlatan, her göz kırpışında deniz kokusunu aldığını hissettiği en açık maviye kadar, seviyordu işte. Bir şeyleri başka şeylerle ilişkilendirmeyi severdi, ne zaman lolipop görse aklına Taehyung gelirdi mesela. Ya da pastalar Jimin'i hatırlatırdı. Ancak, bu huyundan nefret ediyordu çünkü başını ne zaman göğe kaldırsa kalbi ona acı veriyordu. Göğüs kafesi gerçekten bir kafes gibi oluyordu o anlarda ve kalbi o kafese sığmıyordu. Parmaklıklar onu parçalıyordu.

Gökyüzüne bakmaktan korkar olmuştu. Maviden, mavinin her tonundan nefret ediyordu artık.

Şimdi, zamanında her tonunu görebildiği mavi iki göz ona dikilmişken, yutkunmaktan başka bir şey yapamadı. Hislerini nasıl anlatabilirdi bilmiyordu, sanki bu son şansınızın olduğu bir iş görüşmesine iki dakikayla geç kalıp içeri alınmamak ve sonrasında hayatınızın tepetaklak olması gibiydi. İlk birkaç dakika bunun bir şaka olduğunu düşünüp kendinize gelmeye çalışırdınız, dizleriniz titrer ve enseniz terlerdi. Bu tanımlardan hiçbiri yeterli değildi. Dizleri titriyor ve ensesi terliyordu, dili ağırlaşmıştı ağzının içinde-çığlıklar atsa da ses çıkaramayacağını hissediyordu-, parmak uçlarından bütün gücü çekilmişti sanki, gözlerini açık tutmak bile zor geliyordu ona.

Avuç içleri çoktan terlemişti ve bunu fark edemeyecek kadar şaşkındı. Beyni çalışmayı kesmiş, tek bir ismi tekrarlıyordu. Tekrar ve tekrar, anıları bir fılm rulosuna takılmış gibi gözlerinin önündeydi ve bir çift mavi göz onu izliyordu. Karanlık sokağı görüyordu şimdi, yağmur damlalarını teninde hissediyordu, sanki tenini delmek istercesine sert işliyordu o damlalar.

Sen hiç var olmadın benim için.

Damlaların her biri bu kelimeleri fısıldıyordu kulağına, Jungkook'un yağmur altında yok olmasını istercesine.

"Uzun zaman oldu."

Onun yüzündeki silik gülümsemeyi gördüğünde dişlerini birbirine bastırdı, zaman ve mekan kavramı tam olarak yerine gelmiş sayılmazdı ama onun ne söylediğini duyacak kadar kendindeydi. Onun ne söylediğini anlayacak kadar iyi biliyordu onu.

Tek söyleyebildiğin bu mu, orospu çocuğu?

Bunu haykırarak yakasına yapmışmak ve bütün öfkesini çıkarmak istiyordu ondan, onu dünya üzerinden kaldırmak istiyordu ama bunu yapacak kadar güçlü değildi. Hep kendini inandırmıştı buna, biri elini uzatmasa bile düştüğü yerden kendi başına kalkabileceğini düşünürdü ama tam da o anda birinin elini uzatmasına, elini tutmasına ihtiyacı vardı.

"Anlaşılan zaman sana iyi davranmış? diye devam etti. "Eskisinden daha güçlü görünüyorsun, Kookie."

Jungkook yine tek kelime edemedi, görüş açısı çoktan bulanmaya başlamıştı. Onun karşısında, hem de bu cümlelerden sonra ağlamaya başlayamazdı, bunu yapamazdı.

"Ya da... Fikrimi değiştirdim. Karşımda titriyorsun, küçük. Söylesene, ağlayarak annenin kollarına mı koşacaksın?"

Jungkook asla yapmayacağını düşündüğü şeyi yaptı ve başını yere eğdi, karamel saçları yüzünü gölgeleyerek kapatırken en azından dolu gözlerle olduğu kadar aciz görünmediğini düşünüyordu, aciz olsa bile.

Sonra ihtiyaç duyduğu o eli uzattı Yoongi.

Soğuk parmakları elinde hissedene kadar avcunu sıkıp tırnaklarıyla avuç içini yaraladığının farkında bile değildi. Gevşetti yumruğunu ve o beyaz parmakların kendi parmaklarına dolanmasına izin verdi, avuç içinden usulca sızıyordu kan ancak yine o elin sahibi ellerini birbirine kenetlediğinde kendi avcuyla o yaraları kapatmıştı. lyileştirmiyordu belki ama görünmemesini sağlıyordu. Sanki hala sağlamdı Jungkook, sanki ruhundaki yüzlerce kesikten sızan kan yoktu, Yoongi o kesiklerin her birini kapatmıştı. Henüz iyileşmemişti belki ama onların var olduğunu hissettirmiyordu kimseye, güzelce kapatmıştı onları, Jungkook bile var olduğunu göremiyordu.

Gerçekten ihtiyacının olduğunu söylese, Yoongi'ye bunun için yalvarsa, Yoongi gerçekten bütün yaralarını kapatır mıydı?

Başını kaldırmak çok ağır geldi, gururu zaten yerlerdeydi ve o yüzden başını hemen sol tarafında duran ve kendinden minik olan adamın omzuna yasladı, daha çok dinleniyor gibi görünüyordu ama ağlamamak için kendini zor tuttuğunu biliyordu.

"Burada, sevgilimin etrafında, ne arıyorsun?"

Derin bir nefes aldı Jungkook, kesinlikle bundan rahatsızlık duymuyordu. Yoongi'nin kendinden emin çıkan sesi öylesine güven veriyordu ki, bütün bir hayatını, yüzünü onun boynuna saklanarak geçirebileceğini düşündü. Jungkook yorulmuştu, belki biraz dinlenirdi ve Yoongi onu korunmasız bırakmazdı.

"Yıllar geçti ama hala aynısın, Yoongi. Biraz mola ver, yakında tükeneceksin gibi görünüyor."

"Sen yıllar önce tükendin ve verdiğin mola da bir işe yaramamışa benziyor. Sanırım duraksamak pek de iyi bir fikir değildi?"

"Eski günlerin hatrına," dedi Tony ve derin bir nefes aldı. Gözleri parlak ışıklar altında daha da açık renkli görünüyordu, daha tehlikeli. "Eski günlerde hayatımda olan insanlarla anıları yad etmeyi planlıyorum."

"Geçmişindeki bazı insanlar benim geleceğimde bulunuyor, Tony. Seni geleceğimin yakınlarında görmek istemiyorum"

Yoongi ondan bir cevap beklemeden hareketlendiğinde, Jungkook onun kendisini sürüklemesine izin verdi. Elini bırakmasın, her şeyi yapmaya hazırdı. Biri onu çekip almasaydı orada daha ne kadar nefes alabilirdi, ne kadar kalbi atmaya devam edebilirdi, bilmiyordu. Yoongi onu oradan çıkarmıştı, Yoongi onu düştüğü çukurdan çıkarmıştı.

Yine bulundukları mekanın dışına çıktıklarında, o, Yoongi'yi çekti bu defa. Arabasına götürdü onu, sürücü koltuğuna oturduğunda, ayaklarını dışarı sarkıttı ve hala dışarıda ve ayakta olan Yoongi'ye döndü. Kapı ardına kadar açıktı, elleri hala birbirine kenetliydi ve ikisinin ortasında duruyordu bir düğüm olmuş gibi. Jungkook elini çekemezdi, buna gücü yetmezdi ama onun da bırakmasından korkuyordu.

"Elin," dedi Yoongi sessizce. Fısıldamasaydı sesinin yankılanacağından korkuyordu. "Kanıyor, Jungkook."

Yoongi elini çekmeye çalıştığında Jungkook daha çok sıktı parmaklarını. Hayatı ona bağlıymış gibi tutunuyordu ona, hayatı ona bağlıymış gibi hissediyordu.

"Lütfen," diye fısıldayabildi sesini bulduğunda. "Lütfen, bırakma. Elimi tut, Yoongi."

Yoongi çekmeye çalışmadı elini, Jungkook’un istediğini yaptı ve hareket etmedi. Onu savunmasız bir çocuk gibi gördüğü hiçbir an olmamıştı ama Jungkook şimdi Yoongi'nin yüzüne bile bakamadan sessizce ağlıyordu. Sadece burnunu çekiyordu ancak ağlıyordu. Yoongi bundan çocuğun bile haberinin olmadığına yemin ederdi.

"Elimi tutmana ihtiyacım var," dedi Jungkook titrek bir sesle. "Düştüğümde beni kaldırmana ihtiyacım var. Senden başka... senden başka kimse bana katlanamıyor. Yalvarırım... En azından bu gece için..."

Yoongi ne diyeceğini bilemediği bir süreçten sonra arabaya doğru bir adım attı, Jungkook'un hafifçe araladığı bacakları arasında duruyordu şimdi. Onunla kenetlenmiş olan elini kesinlikle hareket ettirmeden boşta olan elini çocuğun başının arkasına attı ve onu kendine doğru çekti, Jungkook başını onun karnına yasladığında kolunu onun beline doladı. Hıçkırmaya başladı daha sonra, ağladığından haberdar değildi bile, yine de onun kokusunu alırken, yüzünü onun üzerindeki kazağa gömmüşken hıçkırmaya başladı. Yoongi'nin saçlarını okşamasındandı belki de, ilk defa birinin onu teselli edeceğini düşünerek daha fazla ağladı.

Ve belki de, hayatında ilk kez, biri onun saçlarını okşuyordu. Gözlerini sımsıkı yumdu ve biraz daha sığındı ona. Nefret ettiği mavi gibi değildi, beyazdı. Güzel, parlak bir beyaz. Gözleri kapalı bile olsa hissediyordu onu, parklaklığını.

Ve belki de, hayatında ilk kez, birinin kollarında güçsüz olmayı sevdi.

İlk kez biri ona kollarını açmıştı ve ilk kez güçsüz olmak, o kadar da güçsüz hissettirmemişti.

Continue Reading

You'll Also Like

528K 47.4K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
4.8K 424 23
"Bugün yine boş ve sıkıcı bir gündü. Her günüm birbirini tekrarlıyor ve beni daha da zorluyordu. Sen de bunları biliyorsun artık hm? *Gülme sesi* Her...
111K 7.6K 38
"Bir bilsen ne kadar zamandır şunun hayalini kurduğumu." Şakağıma doğru bir öpücük daha kondurdu. "Seni doyasıya öpüp koklamayı." Ardından yanağıma i...
8.2K 534 23
Bu hikâye, Kim Jongin ve Do Kyung Soo'nun aşklarına duyulan hayranlık ve aşklarına olan aşk ile yazılmıştır. Aşklarının güzelliği ellerinin birleşimi...