3391 Kilometre

By beyzaalkoc

27.2M 1.4M 978K

''O gün, bana 'Sinemaya gidelim mi?' diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Y... More

3391 Kilometre - Tanıtım
1.Bölüm : Yere Düşen Yıldızlar
2.Bölüm : Gelmemeye Giden Adam
3.Bölüm : Yedi Ay.
4.Bölüm : Bizim Küçük Gezegenimiz!
5.Bölüm : Sinemaya Gidelim Mi?
6.Bölüm : Benim Yerim.
7.Bölüm : Yan Yanaymışız Gibi...
8.Bölüm : Güçlü Yürü.
9.Bölüm : Benim Miladım...
10.Bölüm : Gölgelerimiz Beraber.
Dertleşme Bölümü!
11.Bölüm : Siyah Beyaz
12. Bölüm : Sürükleniş Dönemi.
13.Bölüm : Sana Döndüm.
Çekiliş!
14.Bölüm : Gerçek Hayata Dön.
15.Bölüm : İzmir'in Ege'si.
16.Bölüm : Kimsesiz Kalmak.
Önemli^^
İmza Günü + Duyuru
17.Bölüm : Ben Seni...
18.Bölüm : Sözümü Tuttum.
19.Bölüm : Öpsene Beni.
20.Bölüm : Dünyanın En Güzel Kızı.
21.Bölüm : Ege'nin İzmir'i.
Duyuru^^
22.Bölüm : Sana Aşığım.
23.Bölüm : Aşkım.
24.Bölüm : Yalnız Kızın Öyküsü
25.Bölüm : Felenkop Efsanesi.
26.Bölüm : Sihirbaz.
27.Bölüm : Gri Sıkıcı Bariyer.
28.Bölüm : Ben Senden Önce Görünmezdim.
İmza Günü + Duyuru
29.Bölüm : No 34, Kat 3.
30.Bölüm : İyi Ki Doğdun!
31.Bölüm : Sinemaya Gidiyoruz!
32.Bölüm : Kaf Dağının Ardı.
33.Bölüm : Sen Kayboldun.
35.Bölüm : Ege Sözü. (FİNAL)
3391 Kilometre İNTERNET SATIŞINA AÇILDI!
Teşekkür^^

34.Bölüm : İletilemedi!

510K 27.3K 45.4K
By beyzaalkoc

Merhabaaaa dünyanın en güzel okurları^^ 

Karanlık bir odaya geçelim, ve yukarıdaki şarkıyı açalım :') 

Şarkı bölümde de geçiyor, o yüzden açarsanız çok daha güzel olur, iyi okumalar, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın^^



Şövalye, yollarda geçen ayların ardından ötede bir dağ görmüş. Hiç görmediği, hiç bilmediği, hiç yamacına gelmediği bir dağ. Karşılaştığı bir köylüye 'Bu ne dağıdır?' demiş. 'Bu kaf dağıdır şövalye, geçeyim deme önündeki nehre düşer boğulursun... Önünde unutuş nehri var, bir girdi mi her şeyi unutursun...' demiş köylü. Şövalye o an köylünün dediğinin yarısını duymamış bile. Bu önündeki dağın kaf dağı olduğunu bilmek bile yetmiş ona. Küçük kızı bu dağın ötesindeymiş. Bir yıldız için gece gündüz gitmiş de iki dağ öteye gidememiş şövalye, şimdi kızı için dünyanın bütün dağlarını aşmış kaf dağına ulaşmış. "Olmayan Dağ" dermiş insanlar buraya, oysa bu dağ var olmuş. Şövalye acısıyla olmayan bir dağı yarattırmış.


34.Bölüm : İletilemedi!
*Hiçbir zaman yaşadığın güzel şeyleri seninle birlikte yaşayamayacağım için.*


"S-sonra... sonra... Merve, ben, Uçak bir de yurttan iki kız daha oturuyoruz. Uçak bir anda camda kuş görünce kucağımdan atladı tamam mı? Merve şey diyor, 'İZMİR KOŞ, UÇAK UÇUYOR!' Ahahaha!"

Ege de ben de kahkahalarla gülerken önümde duran votka bardağımdan bir yudum daha aldım.

"Şşş, tamam. Güldük eğlendik, ama çok içtin güzelim. Bu kadar yetmez mi?"

"Hayır ya!" Ege bardağı elimden almaya çalışırken sarhoş ellerimle bardağı öyle bir çektim ki yarım bardak votka tüm üzerime döküldü.

"Oh!" dedim bir anda sarhoş kafamla durumu zar zor algılayıp, "Üzerime bir şey döküldü!" Ege tekrar gülmeye başladı,

"Ciddi misin, ben hiçbir şey fark etmedim!"

"Baksana, ıslağım!"

"Cidden mi, neden acaba? Islanmaman lazımdı oysa ki." Ege karşımda o kadar eğleniyordu ki görmeniz lazımdı...

"Ha," dedim başımı sallayarak, "Anladım! Dalga geçiyorsun. Güzel. Olsun, üzerime dökülmesi de güzel. Daha çok sarhoş olurum. Ya, şunlara söyler misin şu saçma sapan şarkıyı değiştirip şey açsınlar... Mesela Müslüm Gürses." Ege kaşlarını çattı,

"Müslüm Gürses?" diye tekrar etti,

"Evet, evet... Pardon!" diye bağırdım garsona doğru elimi kaldırarak. Ege şaşkınlıkla beni izliyordu. Garson kız şaşkın gözlerle bana döndü,

"Şarkıyı değiştirip Mü-Müslüm Gürses açabilir misiniz?" Kız yüzüme şaşkınlıkla bakmaya devam ederken sinirle ağzıma dolan bütün nefesi boşalttım. Tahammülsüzce Ege'ye döndüm, ağzımı yamulta yamulta konuşmaya başladım,

"Yani ben Türkçe konuşmuyor muyum, neden böyle bakıyor bana Ege! Neden sen de bana böyle bakıyorsun?" Ege'nin gülüşü büyüdü,

"Türkçe konuşuyorsun. Sorun o." Sonra kıza döndü,

"Ça va. Tu peux y aller." Böyle bir şey dedi! Şok içinde ona döndüm,

"Ege! Ne diyorsun sen! Kafam çok karıştı, ne oluyor, biz... neredeyiz?" Ege kahkahalarla gülmeye başladı,

"Ooo," dedi, "Senin kafa gitti... Günaydın İzmir, burası Fransa, anadili Fransızca olan bir ülke!"

"Ne?" Ege gülmekten ölecekti.

"Evet, seni buraya bir kapsül içinde ışınladılar. Bir deneyin kobayı olarak buraya yollandın." Sinirle yüzüne baktım,

"Ya tamam..." dedim, "Dalga geçme. Bir an kafam karıştı. Tamam, Fransa'dayız... Bir an unuttum... Ama bu Müslüm Gürses dinlememize engel değil!" Uzanıp Ege'nin masada duran telefonunu kaptım.

"İzmir, ne yapıyorsun?" Ege gülerek bana uzanırken telefonu ondan kaçırıp ayağa kalktım.

"Müslüm Gürses açıyorum!"

"Bak bizi buradan attıracaksın, biliyorsun değil mi?" Ege telefonunu almak için gülerek uzanırken bir anda masanın üzerine çıktım.

"Şunlara biraz güzel müzik dinletelim!" Ortam karanlıktı, herkes gülüyor eğleniyordu, herkes kafayı bulmuştu. Ben masanın üzerinde Youtube'a girerken Ege şok içinde gülerek beni izliyordu.

"Bunu gerçekten yapacaksın, değil mi?" dedi gülerek,

"Ev-vet!" dedim gülerek. Hayatımda ilk defa kim ne der, ne olur diye düşünmeden bir şey yapıyordum. Oynatma tuşuna bastım. O an, Paris'te Fransa'nın en ünlü barlarından birinde masanın üstünde duruyordum. Elimdeki telefondan bir anda Müslüm Gürses'in sesi duyuldu. Gözlerimi kapattım, gülmeye başladım,

"Eğer seni kırdıysam..." dedi Müslüm Gürses,

"Darıl bana. Ama bir gün, beni ararsan... Bak ruhuna." Gözlerimi açıp Ege'ye baktığımda gülerek ve hayranlıkla beni izlemeye devam ediyordu.

"Affet beni akşam üstü... Gölgem uzarken... Öğleden sonra affet, ne zaman istersen!" diye şarkıya eşlik etmeye başladım kahkahalar içinde, bir anda Ege de şarkıya bir yerinden katıldı,

"Çünkü sen çölüme yağmur oldun! Sen geceme gündüz oldun!" Gözlerimden bir iki damla yaş akarken hüzünden mi mutluluktan mı yoksa anın büyüsünden mi ağlıyordum bilmiyordum. Ege karşımda, ben masanın üzerinde, birbirimize bakarak bir Fransız barında Müslüm Gürses söylüyorduk! Şaka gibi!

"Abi siz de mi Türksünüz! Abi Müslüm Gürses açmışlar çıldırıyorum!" Yan masaların birinden gelen bir sesle Ege'yle gözlerimiz sesin sahibiyle buluştu. Çocuk gülmekten ölecekti!

"Evet," dedim, "Biz de Türküz!" Bütün masa kahkahalarla gülmeye başladı,

"Sabaha kalmadan affeeet, tam ayrıldık derken!" diyerek devam etti şarkıya o masadan bir çocuk daha. Sonra tüm masa birlikte söylemeye başladılar,

"Sen çölüme yağmur oldun, sen geceme gündüz oldun!" Gülmekten ölecektim. Bu an hayatımın en unutamayacağım anı olacaktı, biliyordum. O an Ege gülerek bana uzandı,

"Hadi," dedi keyifle, "Biz atılmadan in masadan." Gelip giden aklımla Ege'ye doğru eğildim, kollarımı boynuna sardım, alnımı alnına koydum...

"Sen... çölüme yağmur oldun..." diye mırıldandım sessizce, Ege gülmeye başladı.

"Sen... geceme gündüz oldun..." Devam ettiğim sırada Ege başını oynatıp dudaklarını dudaklarıma bastırdı,

"Sen... benim her şeyim oldun." dedi bir anda, "Bu anı senden başka kimseyle yaşayamazdım."

"Hangi anı, bir Fransız barında Müslüm Gürses söyleme anını mı!" Kahkahalarla güldüğümüz sırada Ege kollarıyla belimi sarıp beni kucaklayarak masadan indirdi. Sonra elimden tuttu,

"Hadi, garsonlar kötü bakıyor!"

"Affetsinler bizi akşam üstü, gölgemiz uzarken, sabaha kalmadan affetsinler, tam ayrıldık derkeen!"

O kadar sarhoştum ki ne dediğimin ne yaptığımın farkında değildim. Bardan gülüşerek çıktık, dışarı adımımızı attığımız anda dışarıda yağan sağanak yağmurdan sırılsıklam olmamız bir oldu. Ege elimi daha sıkı tuttu,

"Koş!" dedi, "Otele kadar koşacağız, tamam mı!"

"Tamam!"

Bugün Paris'teki ikinci ve son gecemdi. Geldiğim andan beri Paris'i karış karış gezmiş ve bir veda gecesi için bu bara gelmiştik... Bu gece dün yerleştiğimiz otelde kalacaktık ve ben sabah bir kez daha bu toprakları bırakıp gidecektim... Ege'mi bırakıp gidecektim...

"Gözümde canlanır koskoca mazi, sevgilim nerede ben neredeyim!" diye bağıra bağıra şarkı söylemeye başladım bir anda yağmurun altında koştuğumuz esnada. Ne yapıyordum ben ya, ne yapıyordum! İzmir kendine gel! Ege bir an durdu, kahkahalarla bana baktı.

"Kandırıldım!" dedi kahkahalarının arasından, baygın gözlerle ona baktım.

"Ne?" Sırılsıklam ıslanıyorduk, yağmur öyle bir yağıyordu ki yağmur yağarken boğulan ilk insanlar olacaktık!

"İlk tanıştığımızda Son Feci Bisiklet'ler, Yüzyüzeyken Konuşuruz'lar, Band Of Horses'lar dinleyen İzmir'e bakın! İş ilerleyince bir de sarhoş olunca Müslüm Gürses açmaya, yağmurun altında Efkarım Birikti Sığmaz İçime söylemeye başladı, kandırıldım!" Ege'nin yüzüne uzun uzun baktım, o an mantıklı cümle kuracak halim yoktu ve sadece şöyle dedim,

"Gözümde canlanır koskoca mazi... Sevgilim nerede ben neredeyiim! Efkarım birikti, sığmaz içimeee..." Ege gülmekten ölecekti!

O an kendime ben de anlam veremiyordum! Ne olmuştu bana! İnsanlar sarhoş olunca bir şeyler itiraf eder, dans eder, ya da ağlar filandı. Bir de bana bakın, sarhoş olunca arabesk şarkı söylemeye başlıyormuşum. Hem de durdurulamaz bir şekilde! Ege bir anda ellerini yanaklarımın iki yanına koydu ve bana öyle bir baktı ki, tarif edemeyeceğim bir şeyler geçiyordu aklından...

"Ah, ah..." dedi, "Sana karşı hissettiklerimi bir söyleyebilsem, bir kelimelere dökebilsem... İçim gidiyor, içim..."

Gözlerim alkolden kaymaya başlarken parmağımla gökyüzünü işaret ettim,

"Yağmurdan boğulacağız ve ben yüzme bilmiyorum." Ege gülerek yanaklarımı serbest bıraktı ve tekrar elimden tuttu,

"Hadi, bu sefer gerçekten koşuyoruz. İstediğin arabesk şarkıyı söylemekte serbestsin."

Artık halim kalmamıştı, uyuma evresine geçmek üzereydim. Koşarken uyuyan ilk insan olacaktım neredeyse. En sonunda otelimize ulaştığımızda halimize gülerek hızla odamıza çıktık. Odaya girdiğimiz anda Ege bana banyodan iki tane havlu getirdi. Oysa ben çoktan yatağa yatmıştım.

"Uyumak yok! Bu şekilde uyursan sabaha çıkamazsın!" Oysa cevap verebilecek halde değildim. Başımı kaldıramıyordum.

"İzmir, güzelim... Kalkman lazım..."

"Başım dönüyor..." diye sızlandığım sırada Ege bir anda yanıma geldi.

"Tamam, üzerindekileri ben çıkaracağım, seni kurutup yatağa yatıracağım. Olur mu?"

"Hmm..." O kadar midem bulanıyor o kadar başım dönüyordu ki ağzımdan sadece bir mırıldanma sesi çıkmıştı. Sonrasını hatırlamıyorum bile. Ege ne yaptı, üzerimdekileri nasıl çıkardı, yatağa nasıl girdim hiçbir şey hatırlamıyorum. Tek hatırladığım uykunun ve baş dönmemin beni nasıl bir karanlığa soktuğuydu... Uykuya dalarken dudaklarımdan yepyeni bir şarkı dökülmeye başladı,

"Rüyama gir... hasret giderelim..." diye mırıldandım bir anda, "Sen orada, ben burada, aramızda... Kapat gözünü, buluşalım..."

Sabaha kadar karmakarışık rüyalar gördüm. Kafamın içi şarkılarla doluydu. Sanki aldığım alkol bende sadece şarkı söyleme etkisi yaratmıştı. Belki de sabaha kadar uykumda şarkılar söylemiştim. Acaba Ege duymuş muydu! Sabah gözlerimi açtığım sırada yorganın karşı tarafında bana doğru dönmüş tek kolunu üzerime doğru uzatmış karmakarışık saçlarıyla Ege'yi gördüm. Bir süre yüzünü izledim, sakallarını, dudaklarını, kaşlarını... Sonra uzandım ve onu yanağından öpülebilecek en derin şekilde öptüm... Burnumu yanağının üzerinde dolaştırdım, derin derin nefesler aldım. Varlığını içime çekmek istiyor gibiydim. Sonra doğruldum, komidinin kenarında durak telefonumu alıp saate baktım. Saat 12.35'ti. Uçuşuma iki saat kalmıştı. Kalkıp, hazırlanıp havalimanına gitmek zorundaydık... Bir havalimanı vedasını daha kaldıramazdım. Bunu istemiyordum...

Yataktan kalktım, Ege her nasıl yaptıysa üzerime eşofman takımımı giydirmişti. Belki de ben kalkıp giyinmiştim, hiçbir şey hatırlamıyordum... Yatağın yorganın üstüne örttüğümüz pikesini aldım ve üzerime geçirdim. Balkona çıkıp Paris'in sokaklarına şöylece bir baktım... Sokağın sonundan görünen Eyfel manzarasıyla iç çektim.

Dün nasıl bir gece geçirmiştik öyle, içimden kocaman bir arabesk topu çıkmış ve dışarı salınmıştı! Bunu düşününce bir an kendi kendime gülümsedim.

"Hoşça kalın güzel günler..." diye mırıldandım, "Hoşça kal Paris... Hoşça kal Ege." Derin bir iç çektim, istemeye istemeye içeri girdim. İçeri girdiğimde Ege'nin uyanmış olduğunu ve yataktan beni izlediğini gördüm.

"Günaydın..." dedim hüzünle,

"Günaydın... Bu sabah hangi şarkıyı söyleyeceksin?" Ege gülerken hüzünle gülmeye çalıştım.

"Uyurken gece boyunca şarkı söyledim, değil mi?" Başını salladı.

"Çok güzeldi, senin sesinle uyudum. Yalnız bir ara Sezen Aksu söylemeye başladın, yarısında onu bırakıp The Smiths şarkısı söyleyerek devam ettin. Sabaha kadar bu ikisini nasıl eşleştirdiğini düşünüp durdum." Sinir bozukluğuyla güldüm.

"Garip olan şu, ben Sezen Aksu dinlemem! Şarkısını nereden biliyorum acaba!" Gülüşerek birbirimize baktığımız sırada iç çektim,

"Kötü bir haberim var... Türkiye'ye dönme vaktim geldi. Hazırlanıp çıkmamız gerekiyor."

"Saat o kadar geç oldu mu ya?"

"Maalesef... Çok uyumuşuz..." Ege sıkıntılı bir nefes verip elini bana uzattı.

"Yanıma gel." diye mırıldandı.

"Gitmemi zorlaştırma..."

"Gel..." Dolu gözlerle Ege'nin kaldırdığı yorganın altına girdim, yanına uzandım. Kollarıyla beni sıkıca sardı.

"İzmir..." diye mırıldandı, "Ara vermek istediğim zaman kendimden nefret ettim, biliyor musun? Seni kendimden uzaklaştırdığım için kendimden nefret ettim. Ama senden bu kadar uzakta olup senin için hiçbir şey yapamıyor olmak bana o kadar kötü hissettirdi ki... Bana bir söz vermeni istiyorum..."

"Söz." diye mırıldandım bir anda daha cümlesini kurmadan. Gülmeye başladık.

"Tamam, teşekkür ederim, şimdi gidebiliriz!"

"Ya, ahaha! Tamam, söyle hadi."

"Tamam... Bana söz ver. Kendine iyi bakacaksın, hasta olmayacaksın, zarar görmeyeceksin, aklım sende her türlü kalacak ama en azından senden hep haberim olacak, iyi olduğunu bileceğim. Tamam mı? Söz mü?"

"Söz... Ama sen de bana bir söz ver. Bir daha ne olursa olsun beni asla bırakmayacaksın, asla."

"Söz... Asla."

Sonrası yine aynı acı verici evreyle devam etti. O acı verici evrenin ayrıntılarını düşünmek bile istemiyordum, hatta anlatmak hiç istemiyordum. Giyindik, havalimanına gittik, ben ağladım, o acı içinde beni izledi... Ve yine, ben gittim, o kaldı...

(2 Hafta Sonra)

"Şimdi arabaya biniyoruz, biliyorum ki sen uyuyorsun. Saat sabahın 6'sı, orada ise sabahın 4'ü. Ama merak etme, seni her şeyden haberdar edeceğim! Sanki bu kampa birlikte gidiyormuşuz gibi olacak!"

Günlerdir okulda bir kış kampının duyurusu yapılıyor. Merve, Koray ve Doruk da tutturdu biz de gidelim diye. Başlarda istemedim. Açıkçası odamda tek başıma kalıp iki günümü Ege'yle konuşarak geçirmek daha cazip geldi. Ama ısrarlara Ege de katılınca hiçbir şey diyemedim... Gidip eğlenmemi istiyordu. Ama her adımımı da ona haber vermemi istiyordu. Aksaray'da Hasan Dağı diye bir yere gidiyoruz... Kamp yapacağız, bir gece kalıp ertesi gün döneceğiz... Nedenini bilmediğim bir şekilde içimde büyük bir korku var. Sanki bana bir zarar gelecek de Ege yine bunun acısıyla benden uzaklaşacak gibi... Ama bunu anlatmak zorundayım. Bunu düşünmek mesafelerin kazanmasına izin vermektir..

"Şuna bak arabaya biner binmez uyudu şaka gibi." Koray Merve'ye bakıp söylenirken gülümsedim.

"O sırf arabada uyuyabilmek için bütün gece uyumadı. Yol midesini bulandırıyormuş..."

"Cidden mi, bana hiç bahsetmedi bundan? Ah ya, şimdi Ege de olacaktı bu serviste. O da gelecekti bizimle..." Hüzünle başımı salladım,

"Keşke... Ama ben ona her detayı anlatacağım. Belki görüntülü konuşma açarız topluca!"

"Yalnız harika fikirmiş, gider gitmez Ege'yi arayalım. Ya var ya dün Ege, Doruk, ben bir maç yapmışız bilgisayarda... Ege'yi ağlattım ağlattım!" Gülmeye başladım,

"Valla Ege bana öyle söylemedi, maçın sonucunun resmini atmış. Sizin takımı 4-2 yenmişler?" Koray bir anda gözlerini devirdi,

"Bu çocuk tam bir hanım köylü ya... Sana maçın sonucunu mu attı! Al işte, kime yalan söyleyerek hava atacağım ben şimdi!"

"Arkadaşlar... Herkes yerinde değil mi? Beş servis gidiyoruz, hiçbir sıkıntı istemiyorum. Gördüğüm kadarıyla bu servis tam dolu." Öğrenci işleri görevlisi Zehra Abla elindeki dosyaya birkaç not alırken arabayı çalıştırdılar.

"Tamamdır, iyi yolculuklar. Arabalar durduğu anda sakın hiçbir yere ayrılmayın."

Kulaklığımı kulağıma taktım, müziklerimi açtım... Sonra Ege'nin mesajlarına girdim, anlatmaya devam ettim.

"Hasan Dağı diye bir yere gidiyoruz..." yazdım, "Yolculuk sekiz saat kadar sürecek. Merve direkt uyudu biliyor musun! Şimdi ben de uyumayı deneyeceğim."

"Bu arada Koray dün yaptığınız maçı kendisinin kazandığını söyledi bana! Ahaha, direkt senin bana attığın skor resminden bahsettim! Çocuk galibiyetle kafayı bozmuş ya!"

"Şimdi uyuyorum, uyandığımda yine yazarım... Seni seviyorum."

Gözlerimi kapatıp açtığım şarkıları dinlemeye devam ederken uyumaya çalıştım. Gece 3'e kadar Ege'yle mesajlaşmıştım. Benim de pek uykumu aldığım söylenemezdi. O yüzden uyumam kolay olacaktı. Öyle de oldu...

Uyandığımızda saat 12'ye geliyordu. Yolculuğun bitmesine 2 saat kalmıştı... Fransa'da ise saat daha 10 bile olmamıştı. Direkt telefonuma sarıldım. Ege'den hala mesaj yoktu. Uyanmamış olması normaldi...

Koray, Doruk, Merve, arabadaki herkes hala uyuyordu! Tekrar Ege'yle mesajlaşmamıza girdim ve mesaj yazmaya başladım.

"Günaydın! Artık günaydın diyebilirim, orada saat 10'a geliyor. Of, o kadar yorgun hissediyorum ki bu yolculuğa çıktığıma pişman olacak gibiyim. Keşke odamda kalsaydım."

Mesajı gönderdim. Sonra garip bir şey oldu. Mesajın yanında gönderildiğine dair bir tik çıkması gerekiyordu, oysa ufak bir saat işareti çıktı. Bu işaret "Mesaj gönderilemedi" anlamına geliyordu. Ve hatta mesajın altında şöyle yazıyordu, "İLETİLEMEDİ." İnternetimi mi kapatmıştım? Hayır. Kapalı değildi. Bu neydi şimdi? Mesajım neden gitmiyordu? Tamam İzmir, sakin ol. Bir sürü köy yolundan geçiyorduk, telefonum ara ara çekmeyebilirdi... Sıkıntıyla telefonumun ekranını kapatıp başımı koltuğa yasladım ve biraz daha uyumaya çalıştım.

Ama uyku filan tutmadı! Tekrar telefonumu açıp mesajın gidip gitmediğine baktım. Gitmemişti. Hala gitmemişti! Allah'ım, 2018'deyiz ve telefon çekmiyor. Şaka mı bu? Sakin, sakin, sakin... İzmir sakin ol... Telefonu bir kez daha kapatıp gözlerimi kapattım. Şu an ters giden bir şey yoktu, Ege de hala uyuyordu. O uyandığında mesaj zaten çoktan gitmiş olurdu.

Tam bir saat sonra mesajım geçtiğimiz yolların birinde Ege'ye gitti! Oh, derin bir nefes aldım. Kamp yapacağımız yere de az kalmıştı. Yalnız yaşadığım korkuyu tahmin edemezdiniz... Titremeye devam eden ellerimle art arda mesajlar yazmaya başladım.

"Az önce çok korkunç bir şey oldu," İletildi.

"Telefonum çekmemeye başladı!" İletilemedi.

"Mesajlarım sana gitmedi! O kadar korktum ki!" İletilemedi.

Bu ne şimdi? İlk mesajımda iletildi yazıyor, ama son iki mesajım hala gitmedi. Hem de ilk mesajıma bakın, "AZ ÖNCE ÇOK KORKUNÇ BİR ŞEY OLDU!" Yahu şaka filan mı bu? Ege şu an uyansa ve sadece o mesajı görse, başka mesaj gelmediğini görse korkudan kafayı yer kafayı!

Lütfen, lütfen telefonum lütfen! Gönder mesajlarımı!

Kırk dakika... Kırk dakikadır hiçbir şey olmuyor... O iki mesajım öylece kaldı. Ege'ye giden tek mesajım az önce çok korkunç bir şey olduğundan bahsediyor... O mesajı gördüyse şu an kafayı yediğine eminim. Eminim.

"Koray!" diyerek yan koltuğumda oturan Koray'ın koluna dokundum. Koray korkuyla uyanırken telaşla konuşmaya başladım.

"T-telefonundan Ege'ye mesaj yazar mısın? Gayet iyi olduğumuzu, telefonumun çekmediğini söyler misin ona?"

"Neden, ne oldu?"

"Ya... Ona mesaj atıyordum... ama telefonum çekmemeye başladı."

"Eh, geçtiğimiz yerlere bak kuzu, normal." Sonra telefonunu çıkardı ve Ege'ye mesaj yazmaya başladı.

"Heh, benimki de çekmiyor! Harika."

"Ne?"

"Çekmiyor valla." Dehşet içinde olduğum yerde yüzüne baktım.

"Yapma ya... b-bir şey yapalım, yapamaz mıyız?"

"Dur kızım bir sakin ol, kamp yerine ulaştığımızda çekecektir. Etrafına bak, köyden geçiyoruz."

"Yahu köyde çekmiyor dağda mı çekecek!"

"Hay ben bu telefon altyapısına!" diye söylenerek Doruk'u uyandırdı Koray. Durumu anlattığı sırada ben de Merve'yi uyandırıyordum. Ama durum bir kıyamet senaryosundan daha da kötüydü. Hiçbirimizin telefonu çekmiyordu.

"Nasıl yani, çocuğa giden son mesajın 'Çok kötü bir şey oldu!' mu? Şaka mı bu?" Merve dehşet içinde sorarken başımı salladım,

"Hassiktir!" dedi Doruk bir anda, "Ya sen neden öyle bir mesaj attın ki, bravo valla filmlerde olsa senaryoyu gerçekçi bulmazdım, ama buyur işte gerçek hayatta oluyor!"

"Ege şimdi internetten araştırmaya başlamıştır buralarda kaza filan oldu mu diye..." Koray'ın yüzüne acı içinde baktım.

"Allah'ım... Ya buradan otobüse filan binip direkt İstanbul'a geri mi dönsem ben?"

"Ya tamam, bir sakin olalım. Belki telefonlar çekmeye başlayacaktır... Çekmezse bile alt tarafı bir gecelik bir şey... Yarın öğleden sonra okula geri dönmüş olacağız zaten."

"İyi de Ege yarına kadar meraktan kafayı yer."

"Of... Tamam, bakacağız bir çaresine..."

Servisler kamp alanına ulaştığında dördümüz de yeni cenaze kaldırmışız gibi bozuk suratlarla çadır yapıyorduk. Çadıra tekme tokat dalmak istiyordum.

O kadar sinirliydim ki burada dehşet saçmak istiyordum... Şaka filan olmalı bu. Telefonlarımız çekmiyor! Üstelik ne öğrenci işlerinin ne diğer öğrencilerin, kimsenin telefonları çekmiyordu... Çadırı yapma işi bittikten sonra Koray'ların zoruyla okulun sucuk ekmek ikramına katıldım. Sucuk ekmek masasına vurmak istiyordum! İleride otlanan ineklere bile sinirliydim.

"Saatler ilerliyor ve ben kafayı yiyorum... Ege'yle konuşmam lazım... Saat 3 oldu, 3!" diye söylendiğim sırada ateşin etrafında oturmuş sinirle bir çözüm düşünüyorduk. O sırada bir kız yanımıza gelip şöyle dedi,

"İp atlayacağız siz de gelmek ister misiniz!" Dediği şeye bakın ya. Dediği şeye bakın. Ben burada ne derdindeyim ip atlayacağız diyor!

"Yok sağ ol," dedi Koray, "Biz iyiyiz."

"Aaa neden, oturmaya mı geldiniz!" Kızın saçlarına yapışmak istiyorum. Bu ben değilim, bu düşünceler bana ait değil, ama ben şu an uçan kuşa bile sinirliyim neden öyle uçuyor diye!

"Evet oturmaya geldik." dedim bir anda sertçe. Kız anlam veremez bakışlarla bizden uzaklaşırken Merve gülmeye başladı,

"Otormoyo mo goldonoz?" dedim sinirle. Üçü de gülerken ben kafayı yemekle meşguldüm.

"Kalkın, hadi, gidelim şöyle yürüyelim bakalım telefonun çekeceği bir yer mutlaka vardır!" Koray ayaklanıp bize sunduğu fikirle yüzümüze bakınca direkt ayağa kalktım.

"Ya..." dedim, "Siz kalın. Ben gezip telefonun çektiği bir yer bulurum."

"Saçmalama kızım," dedi Doruk, "Hep beraber gidiyoruz."

"Aynen, Ege bizim de arkadaşımız." Derin bir iç çektiğim sırada montumun fermuarını kapattım. Ellerimizde telefonlarımız, öylece dolanıyorduk telefon belki bir umut çeker diye...

Saatler oldu... Saatler... Artık hava kararıyor, kamp alanından olabildiğince uzaklaştık ve telefonun çektiği tek bir nokta bulamadık.

"Saat 7'ye geliyor ya. Ege çoktan kafayı yemiştir." dedim öfkeyle karışık üzüntümün içinde delirdiğim sırada.

"Ya bir düşünsenize... Sevdiğiniz insan sizden kilometrelerce uzakta, bir yolculuğa çıkıyor. Size attığı en son mesaj şu, 'Çok kötü bir şey oldu.' Üzerinden 6-7 saat geçiyor ve ondan hiçbir şekilde haber alamıyorsunuz. Ben olsam şu an delirmiştim."

"Ben de."

"Ben de..."

"Şey yapalım, zaten baya uzaklaştık, aşağı kadar indik baksanıza... Şu köylerden birine girelim. Burada insanlar yaşıyor, sokaklarında mutlaka telefon çeker."

Koray'ın dediği gibi söylene söylene ilerlemeye devam ettik. Nasıl geri döneceğimizi bile bilmiyorduk... Telefonlarımızın şarjları da azalmaya başlamıştı. Hatta fazlasıyla azalmıştı. Bir an önce telefonun çektiği bir yer bulmaktan başka çaremiz yoktu...

Bir köye ulaştığımızda Doruk ve Merve bir şeyler almak için bir büfeye girdiler. Biz de Koray'la köyün sokaklarında yavaş yavaş yürüyorduk.

"Heh!" dedim bir anda, "Ç-çekiyor!" Kalbim duracaktı. Telefonum çekiyordu. O an telefonuma gelecek olan mesajlardan dolayı o kadar gerilmiştim ki... titriyordum. Ve mesajlar ardı ardına gelmeye başladı. Hem bana, hem Koray'a, hem ardımızdan gelen Doruk'a, hem de Merve'ye... Aynı anda, bir sürü bildirim, defalarca...

"İzmir?"

"En son çok kötü bir şey oldu yazmışsın, ne oldu?"

"Telefonun mu çekmiyor? Çektiği an mesaj at."

"İzmir? Bir saat oldu, Koray'a yazıyorum ona da mesajlarım gitmiyor."

"Allah aşkına ne oldu, çok kötü bir şey oldu ne demek, ne oldu?"

"Kafayı yemeyeceğime dair kendime söz vermiştim, al şimdi nasıl yemeyeyim ya? Nasıl yemeyeyim?"

"Beş saat oldu, saatlerdir internette geziniyorum ve bir kaza haberi arıyorum. Allah kahretmesin."

"Abimi aradım, babamı aradım, herkesi aradım bir haber bulmaya bir şey öğrenmeye çalışıyorum bu ne boktan bir durum ya."

"Yedi saat oldu, yedi saat siktiğimin yedi saati oldu."

Kalbim yerinden çıkacaktı, korku içinde mesaj yazmaya başladım.

"Ege!" Yazdım,

"Mesajlarım şimdi geldi, değil mi? Ya internetim saatlerdir çekmiyor! Özür dilerim, özür dilerim!"

Ege anında mesajlaşmaya girdi, ve hemen beni aramaya başladı. Koray, Doruk ve Merve Ege için üzülürlerken onların dediklerini duymuyordum bile.

"Gelmemeye Giden Adam Ege Arıyor" Telefonu açtım. Titreyen sesimle konuşmaya başladım.

"Ege? Ben iyiyim, iyiyim, çok özür dilerim." Ses gelmiyordu.

"Ege?"

"Koray baksana, Ege beni aradı ama ses gelmiyor kafayı yiyeceğim şimdi." Koray telefonumu incelerken bir anda arama kapandı.

"Ya sanırım mesajlar gidecek kadar internet çekiyor da arama yapılacak kadar çekmiyor şebeke..."

"Ya yeter ya!" Öfkeyle onlardan biraz uzaklaştım ve mesajlaşmamıza geri döndüm,

"Mesajlar geliyor ama telefon çekmiyor..." Yazdım harap olmuş bir şekilde.

"İyi misin?" Yazdı Ege.

"İyiyim, iyiyim aşkım... Özür dilerim..."

"İzmir..."

"Ege... Sakın pişman olacağın bir şey söyleme. Biliyorum çok korktun ama...

"İzmir. Kafayı yedim. Sekiz saat. Sekiz. Aklıma gelmeyen senaryo kalmadı siktiğimin mesajından sonra!"

"Biliyorum ama lütfen yanlış bir şey söyleme!"

"Ben buna devam edemem." Yazdı bir anda, ben telefonun karşısında korku içinde kaldığım sırada gözlerimden bir damla yaş akıp ekrana düştü.

"Ben buna devam edemem." yazdı bir kez daha.

"Hayır... Bana bunu yine yapma!" yazdı titreyen ellerim. Korkudan ölüyordum.

Çevrimiçi... Yazıyor... Yazıyor... Yazıyor...

"Sana her zaman en fazla bir mesaj yakınlığında olacağım için."

"Sesini sadece telefon ahizesinden duyacağım için."

"Asla başını çevirip bana bir şeyler mırıldanamayacağın,"

"Bana söylemek istediğin her şeyden önce eline telefonunu alman gerektiği için.''

"Buna devam edemem."

Yutkunamıyordum. Yutkunamıyordum. Bu sefer gerçekti, bu sefer gerçekten buna devam edemeyeceğini söylüyordu. O an ekranda son bir kez "Yazıyor..." yazısı belirdi. Ben korkuyla ekrana bakarken son bir mesaj geldi,

"Bu yüzden buraya gelmeni istiyorum. Artık burada, benimle yaşamanı istiyorum."

Kaşlarımın çatıldığı an, ekranda yazan mesajı sanki Türkçe değilmiş gibi anlamaya çalıştığım ama bir türlü anlayamadığım o an beynim durmuştu sanki.

"Ne oldu?" dedi Merve korkuyla. Şok içinde başımı kaldırdım. Tek bir cümle çıktı dudaklarımdan,

"Ege..." dedim, "Onun... yanına gitmemi... onunla yaşamamı istiyor..."



SON 


Oh, gerçekten içim içimi yedi bu bölümü yazarken. Acı çektim satırları yazarken bir an önce telefon çeken bir yer bulsunlar da Ege daha fazla delirmesin diye. Ve şok :') Ege İzmir'in yanına gitmesini istiyor... Her şeyi bırakıp, her şeyden vazgeçip yanına gitmesini istiyor... Böyle bir noktaya getirmeye karar verdiğimde ciddi anlamda ben de şok olmuştum. Planım farklı bir yöne götürmekti. Hatta şöyle söyleyeyim, daha sonra size ne yöne götürmediğimi planladığımı açıklayacağım. Ben bölümlerden önce mutlaka bir paragraflık bölüm özeti yazarım. Bu bölümün özetini yazdım. Notu bilgisayarıma kaydettim. Ertesi gün bilgisayarımı açtım, VE NOT SİLİNMİŞTİ ABFHDGHFDGFD nasıl oldu bilmiyorum, ve özeti yeni baştan yazmam gerekti. Yeni baştan yazarken kendi kendime içime sinmediğini hissettim bir an. Dedim ki acaba o notun silinmesi bana evrenden bir mesaj mıydı? asvgdsfbdshbfdshf Bir anda böyle bir yöne çektim. Ve bence gerçekten evren bir şekilde hikayenin bu yöne gitmesini istedi :') 

Çok merak ediyorum. Siz böyle bir durumda olsanız ne yaparsınız? Her şeyinizi bırakıp gider misiniz Ege gibi biri için? 

Heh bir de unutmayayım, 2-3 bölüm önce bir pirinç ışık çekilişi yapmıştım. Onu tekrar isteyen çok oldu. Tekrar yapıyorummm!

ÇEKİLİŞ ŞARTLARIMIZ : Beni Wattpad'te takip ediyor olmak, 3391 Kilometre'nin bütün bölümlerini beğenmiş olmak, ve bu satırın altına "Katıldım" yazmak.

İyi şanslar!

Oylarınızı yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum^^ Son bir şey söyleyeceğim, Pazartesi günü bir göz ameliyatı olacağım. Baya korkuyorum, çünkü söz konusu göz olunca insan her an görme yetisini kaybedebilecekmiş gibi hissediyor. Ameliyattan sonra bir süre ışıklı olan hiçbir şeye bakamayacakmışım. O yüzden şu an yeni bölüm ne zaman gelir hiçbir şey diyemiyorum size. Güzel dilekler dileyin benim için, ameliyatta bir sorun olmasın :') İyileşir iyileşmez emin olun bölüm yazmaya koşarak geleceğim! Sizi seviyorum :') 

VE SON OLARAK HEP BİRLİKTE BİR KEZ DAHA,

ÇÜNKÜ SEN ÇÖLÜME YAĞMUR OLDUUN, SEN GECEME GÜNDÜZ OLDUUN!

Görüşürüüüz^^

Instagram : beyzalkoc

Twitter : beyzaalkoc


Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 53.3K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
1.6K 976 16
Hər şey Suzannanın o əməliyyata girməsi ilə başladı. Bir əməliyyatın həyatını alt üst edəcəyindən xəbərsiz Suzannanın macəralarını oxumağa hazır olun...
265K 17.2K 22
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

680K 33.8K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...