3391 Kilometre

By beyzaalkoc

27.2M 1.4M 978K

''O gün, bana 'Sinemaya gidelim mi?' diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Y... More

3391 Kilometre - Tanıtım
1.Bölüm : Yere Düşen Yıldızlar
2.Bölüm : Gelmemeye Giden Adam
3.Bölüm : Yedi Ay.
4.Bölüm : Bizim Küçük Gezegenimiz!
5.Bölüm : Sinemaya Gidelim Mi?
6.Bölüm : Benim Yerim.
7.Bölüm : Yan Yanaymışız Gibi...
8.Bölüm : Güçlü Yürü.
9.Bölüm : Benim Miladım...
10.Bölüm : Gölgelerimiz Beraber.
Dertleşme Bölümü!
11.Bölüm : Siyah Beyaz
12. Bölüm : Sürükleniş Dönemi.
13.Bölüm : Sana Döndüm.
Çekiliş!
14.Bölüm : Gerçek Hayata Dön.
15.Bölüm : İzmir'in Ege'si.
16.Bölüm : Kimsesiz Kalmak.
Önemli^^
İmza Günü + Duyuru
17.Bölüm : Ben Seni...
18.Bölüm : Sözümü Tuttum.
19.Bölüm : Öpsene Beni.
20.Bölüm : Dünyanın En Güzel Kızı.
21.Bölüm : Ege'nin İzmir'i.
Duyuru^^
22.Bölüm : Sana Aşığım.
23.Bölüm : Aşkım.
24.Bölüm : Yalnız Kızın Öyküsü
25.Bölüm : Felenkop Efsanesi.
26.Bölüm : Sihirbaz.
27.Bölüm : Gri Sıkıcı Bariyer.
28.Bölüm : Ben Senden Önce Görünmezdim.
İmza Günü + Duyuru
29.Bölüm : No 34, Kat 3.
30.Bölüm : İyi Ki Doğdun!
31.Bölüm : Sinemaya Gidiyoruz!
33.Bölüm : Sen Kayboldun.
34.Bölüm : İletilemedi!
35.Bölüm : Ege Sözü. (FİNAL)
3391 Kilometre İNTERNET SATIŞINA AÇILDI!
Teşekkür^^

32.Bölüm : Kaf Dağının Ardı.

436K 25K 18.2K
By beyzaalkoc


Şövalye günlerce yememiş, içmemiş, uyumamış. Aklı fikri, kalbi zikri küçük kızdaymış. Neredeymiş, nasılmış, kimleymiş, kimlerleymiş küçük kız? Geceleri dışarı çıkar gökyüzüne bakarmış, "Ah küçük kız..." dermiş her gece, "Sen de bakar mısın gökyüzüne? Şimdi, tam şu an?" Babasını kaybetmiş küçük bir kıza baba olmak onu bütünüyle sarmış, kalbine işlemiş. Şimdi kızını kaybetmiş bir baba gibi acı içinde bir başına kalakalmış. Ne yıldızlar umrundaymış, ne güneş, ne gece... Atlamış atına, az gitmiş uz gitmiş, sormuş soruşturmuş. "Bilirim..." demiş köylülerden biri, "Aldılar götürdüler onu, kaf dağının ardına..." Şövalye köylüye korkuyla bakmış. Kaf dağı da neresiymiş, dağları bayırları gezip duymadığı bir dağmış bu... "Onlarca dağ ötede kalır orası be şövalye... Boşuna yola çıkma, bulamazsın." Şövalye köylüyü kenara itmiş, tek kelime etmeden atına atlamış. Yola koyulmuş. Bir yıldız için, bir güneş için aylarca gitmiş de küçücük kızı için mi geçemeyecekmiş o dağları... Şimdi tek bir amacı varmış şövalyenin: kaf dağının ardını görmek... Bunun için nefes alacak, bunun için yaşayacakmış...


32.Bölüm : Kaf Dağının Ardı.

*Belki masal diyarlarda, kaf dağının ardındasın...*



"Ateşi düşüyor... Durumu gayet iyi..."

"Peki diğerleri, onlar nasıl?"

"Hepsi gayet iyi. Ufak bir zehirlenme yaşamışlar. Yemekhanelerde sık sık yaşanan bir durum bu... Ama okulunuza bir ekip gönderildi. İnceleme yapacaklar."

Gözlerimi aralamaya çalıştığım saniyelerde duyduğum konuşmalar en az bir görüş bulanıklığı kadar bulanıktı kafamın içerisinde. Dudaklarımın susuzlukla aralandığını hatırlıyorum, sağ gözümden akan tek damla yaşın ne kadar terli birkaç saat geçirdiğimi bana ispat ettiğini hatırlıyorum...

"Anne... baba... Ege..." Sayıkladığım üç kelime bunlardı. Art arda, uyum içerisinde. Anne, baba, Ege. Bildiğim, tanıdığım, yanımda istediğim üç insan.

"İzmir! Sonunda!" Koray'ı başımda bulduğum sırada gözlerim yorgunlukla açıldı. O an tüm olayın farkındalığıyla telaşa kapıldığımı hissettim. Her şey gözlerimin önünden geçti, görüntülü konuşuyorduk, midem bulandı, ayağa kalktım, bayıldım ve Ege bunların hepsini gördü.

"Telefonum..." diye sayıkladım, "Telefonum nerede?"

"Kızım ne telefonu, iyi misin sen? Defalarca kustun ve aklına gelen ilk şey telefonun mu?" Doğrulmaya çalıştığım sırada mide bulantımla birlikte kendimi tekrar yatakta buldum.

"Koray..." dedim halsizce, "Telefonum nerede? Ege deliye dönmüştür."

"Döndü," dedi sinirle,

"Döndü ve her saniye her şeyden haberdar ettim onu. Beni sürekli aradı, ama merak etme, durumunun iyi olduğunu ve uyuduğunu biliyor." Telaşla başımı salladım,

"Çok korkmuştur, telefonum burada mı! Lütfen, sesimi duysun." Koray yüzüme birkaç saniye şaşkınlıkla baktıktan sonra söylenerek kendi telefonunu cebinden çıkardı.

"Hayatımda ilk defa gerçek aşka şahit oluyorum. Ne yapalım, aşıkları üzmeyeceğiz. Heh, Ege de mesaj atmış."

"Ne diyor?"

"Uyandı mı diyor... Bekle, bak şimdi ne yapacağım?" Şaşkınlıkla ona baktığım sırada telefonunun ön kamerasını açtı. Ekranda "Ege kişisi görüntülü aranıyor." yazıyordu. Korkuyla yüzümü kapattım,

"Hayır!" dedim, "Arama! Berbat bir haldeyim!"

"Kızım saçmalama, gayet iyisin! Ayrıca hastasın sen, ne olmasını bekliyordun. Aha, açıyor, gülümse!" Ege kamerasını açtığı sırada öyle bir haldeydim ki... Yüzüm bembeyaz, saçlarım darmadağın... Ege'nin ise yüzünde endişeden öte belki de sadece benim görebileceğim adlandıramadığım garip bir ifade vardı.

"Ege kardeşim, İzmir İzmir dedin aha da İzmir burada! Bak, ölmedi!" Ege korkuyla yüzüme baktı. Tek bir cümle çıktı ağzından,

"İyi misin?" Başımı salladım,

"İyiyim," dedim, "Beni merak etmek zorunda kaldığın için özür dilerim. Sadece ufak bir zehirlenme..." Ege birkaç saniye hiçbir şey söylemeden öylece ekrana baktı. Yüzünde enkaz altından çıkarılmış gibi bir ifade vardı. Binalar yıkılmış, yıkıklarının altında kalmış, o enkazdan çıkarılmış ama unutulmayacak bir hasar almış gibi...

"Sen iyi ol, korkmamın bir önemi yok..." Kaşlarımı çattım. Bir dakika... Bir gariplik vardı. Konuşmasında, yüz ifadesinde, kurduğu cümlelerde, şu halinde bir gariplik vardı.

"İyiyim..." dedim bir kez daha anlam vermeye çalışır gibi. Derin gözlerle sadece gözlerime baktı. Hiçbir şey demedi. Hem de hiçbir şey. Koray ortamdaki garip gerginliği fark etmiş olacak ki kendince bir şeyler söylemeye başladı,

"Abi okulun yarısı burada! Ben Allah'tan hiçbir şey yememiştim, Merve yan odada İzmir burada bizim diğer çocuklar acilde! Ortamı görmen lazım." Ege'nin yüzünde hiçbir ifade oluşmadı,

"Keşke görebilseydim." diye mırıldandı. Kaşlarımı daha çok çattım, o kadar çattım ki kaşlarım birbirine girecekti. Neydi bu hali? Yüzüne soran gözlerle bakıyordum. Anlamaya çalışıyordum.

"İzmir," dedi endişeli ama bir yandan da soğuk gelen bir sesle, umutla kaşlarımı kaldırdım,

"Efendim?"

"Sen gerçekten iyisin, değil mi?" Korkmuştu, bu her halinden belliydi.

"İyiyim." dedim tekrar, "Gerçekten iyiyim ben, korkma." Yutkundu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kaçırdı.

"Yurda ne zaman gideceksiniz?"

"İzmir'in serumu bittiğinde çıkabilecekmişiz, Merve'yi de alır okula gideriz. Onun başında da yurttan kızlar bekliyor." Ege bir kez daha soğuk bir şekilde başını salladı,

"Yurda gittiğinizde bana haber verin. Tamam mı?"

"Tabi tabi, kapatıyor musun şimdi?" diye sordu Koray. Ben o an beynim yanmış gibi bakıyordum Ege'ye. Başını salladı...

"Evet, haber verin."

"Tamam, görüşürüz kardeşim. Konuşuruz birazdan." Ege ekrandan birkaç saniye bana baktı, ona tekrar soru sorar gibi bir kafa hareketi yaptım ve Ege konuşmadan çıktı.

Ege... konuşmadan çıktı.

İyi olduğumu öğrendi, hiçbir şey demedi ve çıktı. Ne oluyordu, bunun anlamı neydi, neden böyle davranmıştı şimdi. Bu nasıl bir saçmalıktı? Kızacağı bir şey mi yapmıştım, bu davranışını hak edecek bir şey mi yapmıştım?

"Korktu..." diye mırıldandı Koray bir anda sanki bütün sorularımı duymuş gibi.

"Ne?"

"Çok korktu İzmir... Sana ciddi bir şey olduğunu sanıyordu. Ona da hak ver. Orada kalakaldı çocuk... Bir şey yapamadı filan. Bir erkek için dünyanın en zor durumu." Yutkundum, haklıydı.

"Doğru... Kameranın karşısında bayıldım biliyor muşun?" Koray başını salladı.

"Anlattı bana. Onun bana olayı anlatışını duysaydın şu an alındığın gibi alınmazdın. Ona biraz zaman ver. Korkudan, şoktan bu halde şu an..." Başımı sallayarak minnettarca gülümsemeye çalıştım.

"Çok sağ ol Koray..."

Ege biz hastaneden çıkıp yurda dönene kadar Koray'a ne yazdı ne aradı. Aklımdan çıkmıyordu. O hali, o yüzü... Bana ilk defa bu kadar soğuk davranmıştı. Hastaneden çıkıp yurda gelene hatta yurt görevlisi beni yatağıma yatırana kadar aklımdaydı. Odanın içine girer girmez karnımda bir ağrı hissettim. Bilgisayarım şarjı bittiği için kapanmıştı, telefonum masada öylece kalmıştı... Yatağıma yatırılmadan önce telefonumu aldım ama bakmak için yurt görevlisinin çıkmasını bekledim.

"Teşekkürler Rüya abla."

"Ne demek kuzum, bir ihtiyacın olursa güvenliği ara haber etsinler bana, olur mu?" Başımı sallayarak halsizce gülümsedim. Rüya abla odadan çıkar çıkmaz derin bir nefes alıp telefonumu açtım. Ege'den sadece 4 tane mesaj, 5 cevapsız arama vardı. Korkuyla mesajları açtım.

"İyi misin, Allah aşkına bir şey yaz bir haber ver ne oldu birden bire!"

"Koray'dan haberini aldım, lütfen uyanınca bana yaz."

"Uyandın mı, iyi misin?"

"İzmir, biliyorum şaşıracaksın, bunu istemeyeceksin de... Ama benim biraz kafamı dağıtmaya ihtiyacım var. Paris'te kendime bir kurs buldum, yarın oraya gideceğim. Lütfen beni anla. Bir süreliğine buralarda olmayacağım. Biraz ara vermek en iyisi. İkimiz için de."

Şok. Mesajı bir kez daha okudum ve bir kez daha. Sonra bir kez daha, bir kez daha, on kez daha... Belki yanlış anladığım bir yer vardır, belki mesajın bir yerine şaka yaptığını filan yazmıştır diye mesajı en az elli kez okudum! Ama hayır, mesaj direkt düpedüz ilişkiye ara verme mesajıydı.

Şimdi, düşünmeliyiz. Ama düşünemeyiz! Öfkeden delirmek üzereyim!

Dur, sakin ol. Nefes al, ver, nefes al, ver... Amacı ne? AMACI NE? Sakin ol İzmir... SEBEBİ NE? Sebebi ne? Tamam, korkmuş, anladım. Ben de korkardım. Ama ondan uzaklaşmazdım, uzaklaşmazdım! Aramalı mıyım? Tabi ki arayacağım! Ege'yi arayıp telefonu kulağıma dayadım. Korkuyla telefonun çalmasını beklerken apayrı bir şey çıktı karşıma,

"Aradığınız aboneye şu an ulaşılamıyor... Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz..."

Telefonu öfkeyle yatağıma bıraktım ve sakinleşmeye çalıştım. Ne yani, böyle birdenbire bırakıp bir iki hafta konuşmayabilecek miydi benimle? Bu kadar kolay mı? Ne yapmalıyım, Allah aşkına ne yapmalıyım? Karnımın ağrıdığını hissettiğim anda sinir bozukluğuyla yorganı kafama çektim. Öfkeyle yumruk yaptığım elimi ısırdım. Sakinleşmeye başladım...

Tamam, korktu... Böyle bir karar verdi, ona da tamam... Ona mesaj atmamalıyım. Biliyorum ki Ege aklı başına geldiğinde bana yazacaktır... Sakin olmalı ve birkaç gün beklemeliyim. Planım bu. Sakinleşmeliyim, sakinleşmeliyim...

Derin bir nefes al, derin bir nefes ver, derin bir nefes al, derin bir nefes ver... İşte böyle, sakinleşmeliyim...

Deliriyorum!

Üç gün geçti! Üç gün! Üç gündür bana yazmadı. Ne yaptığından nerede olduğundan haberim yok, kafayı yemiş gibi üç gündür bekliyorum. Kafamı duvarlara vuracak kadar sinirliyim. Ama Ege bana bir kez bile yazmadı.

"Hala mı yazmadı?" Yemekhanede karşımda oturan Merve'nin endişeli sorusuyla birlikte telaşla başımı salladım.

"Yazmadı."

"Hayatım bir süre kendi haline bırak. Düşünme bile. Biraz ara verin, sana da iyi gelecek."

"Tamam..." diye mırıldandım, "Çok düşünmüyorum zaten ya. İyiyim..." Yemeğimi yemeye devam ederken daha bu cümleyi kurar kurmaz düşünmeye başladım. Acaba şu an ne yapıyordu? Gerçekten Paris'te miydi, ne kursuna gidiyordu ki? Friends'i izlemeye devam ediyor muydu? Paris'te nerede kalıyordu? Ne kadar kalacaktı? Çatalımı tabağıma bıraktım ve telefonumu çıkardım. Üç gündür kendimi tutuyordum ama artık vakti gelmişti...

Birinci stalk dönemine başlıyordum.

Önce mesajlaşmamıza girdim. "Son görülme 11.35." Tam iki saat önce uygulamaya girmişti. Ama bana yazmamıştı, kime yazmıştı? İki saat önce burada ne yapıyordu? Mesaj uygulamasından çıktım. Facebook'a girdim. Ege'nin adına tıkladım, "3 saat önce çevrimiçiydi." yazıyordu, üç saat önce burada ne yapmıştı? Profiline girdim, hiçbir paylaşım yapmamıştı. Oradan da çıktım. Twitter hesabına baktım, hiçbir şey yazmamıştı. Oradan da çıkıp en tehlikeli bölgeye adımımı attım, Instagram. Etkileşim kısmında Ege'nin herhangi bir fotoğraf beğenip beğenmediğine baktım. Hiçbir fotoğraf beğenmemişti. İçim rahatlayarak profiline girdim, hiçbir fotoğraf atmamıştı. Oysa bir farklılık vardı... Ege'nin takipçi sayısı daha geçen hafta 474'tü. Şimdi ise 477 olmuştu. Bunu hatırlıyorum çünkü ona uğurlu sayılarımın 4 ve 7 olduğunu söylemem üzerine bana takipçi sayısının 474 olduğunu söylemişti. Şimdi ise takipçi sayısı 477 olmuştu. Kimdi bu üç kişi?

"İzmir iyi misin? Yemeğini neden yemiyorsun? Yüzün kızarmış, bir sorun yok değil mi?"

Merve'nin dediklerini tam olarak duymuyordum bile. Telaşla takipçilerinden çıktım ve son fotoğrafına tıkladım. Ege son fotoğrafını bir ay önce atmıştı. Jurques'teki evinde çekilmiş tek başına bir fotoğraftı... Tabi konumunda nerede olduğu yazmıyordu. Hatta kullanıcı adı bile Ege'nin adı değildi... Garip bir şey daha vardı. Ege'nin fotoğrafı tam 99 beğeni almıştı. Bununla baya bir dalga geçmiştik, bir kişi daha beğense 100 olacaktı ama bir ay boyunca kimse beğenmemişti. Ege her gün açıp kontrol ediyordu! Tabi espri olarak. Baya gülüyorduk... Oysa şimdi bu fotoğraf 100 beğeni olmuştu. Bir ay önce atılan bir fotoğrafı beğenmek için mutlaka Ege'nin profiline girilmesi gerekiyordu. Kim girmişti? Kim Ege'nin bir ay önceki fotoğrafını beğenmişti?

Deliriyor muydum?

Kendime gelmeliyim... Saçmalıyorum...

Saçmalık derecesine ulaşan şüpheciliğimle birlikte Ege'nin fotoğrafını beğenenlerin listesini açtım. Tek tek bakmaya başladım. Ege'nin hayatındaki çoğu insanı tanıyordum. Tanımadıklarımın tek tek profillerine tıklayıp baktım...

"Bu erkek, bu tehlikeli değil, bu abisi, bu kuzeni, bu tehlikeli birine benzemiyor, bu erkek, bu da erkek..." diye diye 100 kişinin tamamını inceledim. Ve inanmayacaksınız ama Ege'nin fotoğrafını yeni beğenen kişiyi buldum. Maria. İsmi Maria olan, son fotoğrafı Paris'ten atılmış Fransız bir kız... Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım...

"Maria mı? Fransız mı?" Saatler sonra Merve'nin odasında buldum kendimi. Etrafımda beş tane kız, ben ortalarında, yüzüm alev alev olan biteni anlatıyorum hepsine.

"Evet," dedim gözlerim dolu dolu, "Kız en son fotoğrafını Paris'ten atmış. Ege de bana en son Paris'e gideceğini söylemişti..."

"Ege'nin Paris'te olduğuna emin miyiz?" diye atladı kızlardan biri,

"Bilmiyorum... onu bile bilmiyorum..." dedim çaresizce.

"Bak, tamam, butik sayfası açalım. Ciddiyim. Şu Maria'yı o sayfadan takip edelim. Kızın hesap hareketlerini inceleyelim. Hatta kıza mesaj atalım, sohbet edelim filan... Belki herhangi bir kursa gidip gitmediğini öğreniriz!" Merve'nin tavsiyesine gözlerimi devirdiğim sırada Merve'nin oda arkadaşı Yeliz söze atladı,

"Aynen Merve. Senin Şeftali Butik sayfandan Maria'yı takip edelim, kıza mesaj atalım."

"Tamam o zaman Fransız bir butik sayfası açalım! Adı da şey olsun... Boutique de pêche! Fransızca Şeftali Butik demek!" Sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada Yeliz karşıma oturdu.

"Ya İzmir, birkaç aydır az çok tanıdık seni de Ege'yi de. Ara ara anlattığına göre bu çocuk seni aldatacak birine benzemiyor ama sen onun seni aldatacağını düşünüyor musun?"

"Hayır tabi ki." dedim bir anda, "Ya ben onu suçlamıyorum da... Tamam, o gün korktu, uzaklaşmak istedi... Ama benim ne halde olacağımı düşünmüyor mu? Hiç mi yazmaz insan. Her şeyden geçtim ben günler önce hastaneye kaldırıldım sağlığımı bile hiç mi merak etmedi? Maria konusunda da evet kıskandım. Ama Ege'nin yanlış bir şey yapmayacağını biliyorum. Ama kızda tam şey tipi var... oynak..."

"Evet!" diye atladı Merve, "Gözler fıldır fıldır!" Hep birlikte gülüştükleri sırada ben ağlamak üzereydim. Aklımdan binlerce şey geçiyordu...

"Eh," diye mırıldandı Karşı odamızda tek başına kalan Hilal, "Bugün Cuma... Haftasonu boşsun, senin yeşil pasaportun da var. Paris'e ucuz bilet bulalım sana. Gitsene iki günlüğüne. Kaç aydır görüşmüyorsunuz..." O an sanki hayatımda ilk defa böyle bir fikir duymuşum gibi şaşkınlıkla dolu bir aydınlanma yaşadım. Doğru ya! Neden gitmiyordum!

"Cidden ya!" Merve söze atladığında kafamda her şeyi netleştirmeye başlamıştım bile, "Hadi, Yeliz bilgisayarı aç. Bilet bakalım. Sen git çantanı hazırla İzmir. Uçak'ı odama getir, iki gün bende kalsın. Hadi, çabuk!" Merve beni kaldırıp kapıya doğru iterken korku içindeydim. Bir an durdum, yüzüme şaşkınlıkla bakarlarken korkuyla konuşmaya başladım,

"Ya beni istemezse?"

"Saçmalama! Ege mi seni istemeyecek!"

"Bilmiyorum... Ya istemezse?"

"Tabi ki isteyecek İzmir!" dedi Yeliz şaşkınlıkla.

"Ya onu ararsam ve açmazsa... Mesaj atarsam ve cevap vermezse... Ya oraya gidersem ama onu bulamazsam..."

"İzmir," Merve sabrının sınırına gelmiş gibi konuşmaya başladı, "Oraya gideceksin. Ona bir mesaj atacaksın, havalimanında olduğunu söyleyeceksin ve adım gibi eminim buraya da yazıyorum Ege koşa koşa seni almaya gelecek. Hadi bakalım, git çantanı hazırla. Biz sana bilet bulalım!"

Korka korka çıktım odalarından. Ellerim titreye titreye hazırladım çantamı... Onun sevdiği gibi kırmızılarla doldurdum tamamını. Kırmızı kazağımı, kırmızı ceketimi, kırmızı şapkamı aldım... Üzerimi değiştirdim, makyajımı yaptım... Her şey çok hızlı oldu aslında. Bana bir bilet buldular, hemen internetten satın aldık. Şimdi çıkıp havalimanına gidecek ve beş saat sonra uçağa binecektim. Yurttan çıkmam biraz zor oldu, anneannemi aramam yurt görevlisiyle konuşturmam gerekti ama kızlar her anımda yanımdaydı. Beni kapıya kadar bıraktılar, vedalaştık ve ben yola çıktım.

Titreyen bacaklarımın üzerinde zor dura dura gittim o havalimanına, oturdum saatlerce müzik dinledim, bekledim. Dışarıda kar yağıyordu, içimde bir kamp ateşi... Kulaklarımda o meşhur şarkının sözleri, "Şimdi buradan çok uzakta, rüzgarların tahtındasın. Belki masal diyarlarda, kaf dağının ardındasın..."

Kaf dağının ardı. Ege'nin olduğu yer tam olarak orasıydı işte. Küçükken çok masal dinledim, çok masal okudum. Hep bir kaf dağı vardı, bilirsiniz. Birileri hep o kaf dağının ötesine geçmeye çalışırdı. O masallarda birilerinin sevdikleri o kaf dağının ardındaydı, birilerinin aileleri, birilerinin mücevherleri, birilerinin suyuna muhtaç olduğu ırmakları... Ege benim sevdiğimdi, benim ailemdi, mücevherimdi, suyuna muhtaç olduğum ırmağımdı. Ege benim için o meşhur kaf dağının ötesiydi. Ve ben, atına binmiş bir şövalye gibi kaf dağının ardına ulaşmaya çalışıyordum.

Beklediğim saatlerin sonunda çantamı sırtıma aldım ve uçağımın bulunduğu kapıyı bulmak için ayağa kalktım. Titreyen bacaklarıma rağmen yürüyerek uçuş panosunun önüne ulaştım. Kendi uçuşumu aradığım sırada gözlerim şok içinde ekrana bakakaldı.

Rötar.

Rötar.

Rötar.

Onlarca rötar... Bu neydi? Benim uçuşumun yanında da rötar olduğu, uçuşun ertelendiği yazıyordu! Şok içinde korkuyla hızlı adımlarla bir görevli bulmak için koştururcasına yürümeye başladım. Gördüğüm ilk havalimanı görevlisini çevirdiğimde nefes nefeseydim,

"Pardon! Benim bir saat sonraya bir uçuşum vardı... Paris'e! Ama rötar olduğu yazıyor!"

"Evet hanımefendi, bu geceki bütün uçuşlar iptal. Dışarıda feci bir kar fırtınası var." Şok içinde adamın yüzüne bakakaldım. Ölüm haberi almış gibiydim. Kıpırdamadan öylece şok içinde bakıyordum...

"A-ama... benim... gitmem lazım..." diyebildim sadece.

"Sizi mağdur etmeyeceğiz, merak etmeyin. Havayolu şirketinize şuradan danışırsanız bu gece uçuşu iptal olan herkes için bir otel ayarlanacak. Otelinizi ayarlatabilirsiniz."

"Ne oteli!" dedim şok içinde, "Uçuş ne zamana kadar ertelendi?" Adam halime acımış olacak ki derin bir nefes alıp bana gözlerini kırptı,

"Gelin bir bakalım..." diye mırıldanarak ilerlemeye başladı, peşinden giderken ona durumu anlatıyordum.

"Benim uçuşum tam 23.15'teydi! Ne kadar ertelenebilir ki? Kaç saat?"

"Hava durumu raporları çok kötü. Son on yılın en yoğun yağışı var dışarıda... Ama bir bakalım rötarınızın süresine..." Adamın peşinden giderken ağlayacak gibiydim. Gözlerim dolu dolu, burnum sızlıyordu... Görevli kendi standında boş bir bilgisayarın başına geçti. TC Kimlik numaramı alıp bilgisayarına biraz baktıktan sonra üzgün bir ifadeyle bana baktı.

"Uçuş yarın akşama doğru olacak..." Yutkundum.

"Yarın akşama doğru..." diye tekrarladım yedirememişim gibi.

"Eğer yarın akşam da hava böyle olmazsa tabi." Titreyen sesimle bu dediğine de tekrarladım,

"Eğer yarın akşam da böyle olmazsa?"

"Evet. Üzgünüm, gerçekten elimden bir şey gelmez." Başımı salladım. Yutkunmaya çalışarak burnumu çektim.

"Tamam... Teşekkürler..."

"Otel bilgilerinizi öğrenmek için havayolu şirketinizin standına gidebilirsiniz, ben havalimanı görevlisiyim sadece."

"T-teşekkürler..."

Görevlinin yanından bir harabe gibi ayrıldım. Kulağıma kulaklığımı taktım, ve yine aynı şarkının o kısmına denk geldim. "Şimdi buradan çok uzakta, rüzgarların tahtındasın. Belki masal diyarlarda, kaf dağının ardındasın..."

Masallarda her şey mümkündü, dağlar aşılır, sevenler kavuşurdu. Oysa biz bir masalda değildik. Ben o kaf dağını aşamıyordum. Bir yağmur, biraz kar, biraz rüzgar ve bizim kavuşabilme ihtimalimiz buraya kadar... İşte, mesafeleri aşabilme ihtimalimiz bu kadardı. Bu havalimanında öylece kalakalmıştım. Binlerce insan onun yanından geçerken, ben burada kalakalmıştım...



Sevgili sevgililerim... 

2017'nin resmen sonuna geldik, birkaç saat sonra yeni bir yıla gireceğiz. Kısacık bir şey söyleyeceğim... Oturun kendinizle kısacık da olsa bir konuşun, ya da kendinize bir mektup yazın... Hatalarınızı düşünün, yaptığınız güzel şeyleri düşünün, ve kendinize sözler verin. Bir dilek dileyin kendiniz için. Bu yıl mutlu olun, mutlu edin, insanları sevindirin, kendinizi de sevindirin. Üzmeyin, üzülmeyin. Siz çok değerli insanlarsınız. Eğer evrenden bir mesaj bekliyorsanız bir şeyler için, o mesaj bu. Ne yapmanız gerekiyorsa yapın, içinizden geleni tutmayın, en güzel zamanlarınız şimdiki zamanlarınız. Bu zamanları kaybetmeyin. Bir daha hiçbir zaman şuanki yaşınızda olmayacaksınız, bir daha hiçbir zaman bu kadar genç olmayacaksınız. Hayatınızdaki her şeyin değerini bilin. Kendinizle gurur duyun. Kendinizi sevin, kendinizi koruyun, kendinize zaman tanıyın. Belki bir şeyler yolunda gitmedi, gitmiyor. Ama kendinize zaman tanımak zorundasınız... Bir şeyler yoluna girecek çünkü. Biliyorum, çünkü bir şeyler hep yoluna girer. Yaşadığınız şeyler sizi üzüyor olabilir. Ama bunların hepsi geçecek. Hep geçer, hep düzelir, hep yoluna girer... Bunu belki de gelecekten bir ses olarak söylüyorum size çünkü çok fazla şey deneyimledim ve inanın bana hep geçti hep düzeldi hep yoluna girdi. Yine düzelecek...  Kendinizi sevin, kendinizden öte size yakın başka bir insan daha yok. Bu gece oturun, 2018'de yapmayı hayal ettiklerinizin bir listesini yapın, bir mektup yazın kendinize. Geçen gün Twitter'a aynen şöyle yazmıştım, "O evin bir penceresi yoktu, ama ben kalktım tül astım, perde astım..."

 O evin bir penceresi olmayabilir canımın içleri, ama siz kalkın tül asın, perde asın... O pencere size elbet bir gün verilecektir. Size çok ciddi söylüyorum, inşşşşallah her şey yolunda gider de hep yazarım hep okursunuz çünkü en temel amacım size iyi gelebilmek. Ruhlarımızda eksiklikler var. İyileşmeyen kısımlar var. Kendime de size de iyi gelebilmek için yapabileceğim tek şey yazmak. Siz yanımda olun, hep yazacağım. Söz. 2018 hepimiz için güzel bir yıl olsun. Hatta 2018 şimdiye kadar yaşadığımız en iyi yıl olsun! Sizi seviyorum, seneye görüşmek üzere ahshdbfgfdg Yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin :')

NOT : Yeni yıla biraz karamsar bir bölümle girdik biliyorum. Ama her ilişkide olduğu gibi onların da elbet krizleri olacaktı eninde sonunda^^ Umarım Ege'yi anlamışsınızdır, kendince gerçekten haklı çünkü.  Ve tüm sebeplerini yeni bölümde öğreneceğiz. Bir sonraki bölümde görüşürüz!

ÖPTÜM! 


Instagram : beyzalkoc

Twitter : beyzaalkoc

Continue Reading

You'll Also Like

1.6K 1K 16
Hər şey Suzannanın o əməliyyata girməsi ilə başladı. Bir əməliyyatın həyatını alt üst edəcəyindən xəbərsiz Suzannanın macəralarını oxumağa hazır olun...
844K 58.3K 35
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
212K 7.1K 44
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
110M 4.4M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...