Bir romanın ilk cümlesi gibidir hayat. Dünya'ya gözlerini nasıl açarsan öyle yazarsın sayfalarını. Sayfalara dökülen yorgun mürekkep gibi, doğduğun anda üzerinden akan kan misali saf ve acı..
İlk sayfasının imzasını doğduğunda atarsın, diğerlerini ilk kez gülümsediğinde sen ilk kez konuştuğunda açılır sayfalar. Hep ilkler devam eder diğer yapraklarda. Sen yazamazsın belki ama kader yeter seni kitap yapmaya.
Oysa şimdi hangi tozlu raflarda kaçıncı kitabın gizli satırlarında mürekkep döküyorum kim bilir...
Yazıyorum acılarımı kırmızı kalemle yazıyorum, sevinçlerimi çember içine alıyorum. Çığlıklarımın altını çiziyorum; sussunlar diye. Her bir cümlede yeniden hayat buluyorum.
Dipsiz kuytu köşelerde saklanıyor harfler peşinden gidiyorum. Dokunuyorum avucumun içinde yaşam, sonra sıra sıra dizip paragraf oluşturuyorum.
Yazdıkça artıyor, artıkça katlanıyor sayfalar büyüyorum ve sonra duruyorum ..
Sabah bunları düşünerek uyandım. Hizmetçilerden yeni okul üniformalarımı getirtmelerini rica ettikten sonra banyoya girip ılık bir duş aldım. Duştan sonra saçlarımı kurutup hafif dalgalı yaptım okul elbiselerimi giyinip makyaj masasına geçip hafif şeftali tonunda rujumla dudaklarımı renklendirdim, aynanın karşısına geçtim iste şimdi okula gidebilirdim hehehehe deyip hafif sırıttım.
Arabama atlayıp okulun yolunu tuttum. Otopark alanına geldiğimde bütün alanların dolu olduğunu gördüm.
Kahretsin! Şimdi ne yapacağım deyip etrafa tekrar göz gezdirdiğimde bir boş yerin olduğunu gördüm. Hemen park alanın boş olacağı sevinci ile arabamla oraya doğru yol aldım.
Park alanına vardığımda arabamı sola kırpıp tam park edecektim ki siyah BMV araba benden önce davranıp park yerimi aldı ve arabasını park etti. "Bu ne küstahlık ya" deyip sinirle arabadan indim. Arabasının camları siyah olduğu için bu kendini bilmez ukalanın kim olduğu pek anlaşılmıyordu.
Elimle arabanın camına vurarak, bu hadsize haddini bildirmek istiyordum. İki kolumu göğsümde kavuşturup, ayağımla yerde ritim tutup arabanın sahibinin arabadan inmesini bekledim.
Arabanın kapısının açılması ile küçük bir şok yaşadım. Bu Ateş'ten başka kimse değildi. Karamel saçları dağınık yine ve alnına doğru düşmüştü. Onun karamel saçları açık tenine çok ama çok yakışıyordu. Kaşları gür ve şekilliydi elmacık kemiklerinde yeni yeni sakaların çıkmaya başladığı yüzüne ayrı bir hava katıyordu. İnsanı rahatlatan ve heyecanlandıran bir tipi vardı. Her zaman ki gibi siyahlar içindeydi. Ellerini saçlarından gezdirerek saçlarının bir kaç asi tutamını geriye doğru savurdu, etrafta bir göz gezdirdikten sonra mavimsi gözleri gözlerimi buldu. Bakışları acı bir çikolata gibi yoğunken sadece dudaklarını kıpırdatarak, " bir sorun mu var ?" Dedi alaycı bir ses tonuyla.
Nefesi soluk boruma kaçarken, kalbimde cereyan eden yangın uçuşan küllerini bırakacak yada yeni yangınlara sebebiyet verecekti.
Adama bak ya bir de bir sorun mu var diyordu. En büyük sorun sensin be aptal ego yığını.
Dudaklarım aralandı ama derin bir nefes vermekten öteye gidemedim. Kaşlarını çatarak keskin bakışlarını benden ayırdı gözlerinin koyulaştığını fark ederken çok kibirli bir şekilde iki kolunu göğsüne birleştirerek arabasına yaslandı.
İlk defa bir erkeğin gözleri bu kadar güzel ve ürperticiydi. Kavisli kaşlarının hemen altındaki siyah ve gür kirpikleri güneş ışınlarının etkisiyle elmacık kemiklerine düşüyordu.
Burnumdan solurken, söyledikleri karşısında gözlerimi devirdim ve kafamı hafif kaldırıp ona baktım. Hala olduğu yerde durmuş beni izliyordu. Ah birde sorun mu var demiyor muydu çıldıracağım ya.
Şuan o kadar sinirliydim ki küplere binmek deyiminin karşılığı gibiydim.
"Bu-bu yere ben park edecektim arabamı" diye yanıtladım. Sesim o kadar cılız çıkmıştı ki kendi konuştuğumda şüphe duydum. Sonrasında ciğerlerime derin bir nefes çektim.
Dudakları alayla kıvrıldı, bakışları ölümü vaat eden bir melek gibi beni odağına alıp, baştan aşağı, kapsamlı bir şekilde taramadan geçirdi.
"Ama edemedin." Göğüs kafesime inen tekmeleri bir bir sayıp, hissettim. Sakin kalmaya çalışıyordum ama sinir dalgası yavaş yavaş bedenimi ele geçirip kalbimin çaresizliğini emmesine izin veriyordu.
"Ama edecektim." Diye konuştum, sesim bir kedinin mırıltısından daha kısık çıkmıştı.
Ateş değerli bir mücevher arıyormuşçasına biraz daha baktı gözlerime, öyle bir etkisi vardı ki, insanın elini kaldırıp, yanacağını bildiği halde o kusursuz yüzüne dokundurması geliyordu.
"Etmeyecektin çünkü burası benim arabamın park alanı," dediğinde hiç istemesem de onun gözlerinin içine baktım. Onun sırası onun park alanı... Onun bilmem neyi falan da filan hayır yani bu okulun sahibi ben olmasam okulun da onun olduğunu sanacağım. Maşallah okul haricinde okuldaki bütün her şeyi sahiplenmişti. Oh ne ala memleket.
Kahverengi gözlerim dakikalardır onun mavilerine kilitlenmiş, nefesim soluk boruma kaçmıştı. Burnumdan alıp, birkaç saniye içimde tuttuğum nefesi serbest bıraktım "Pardon" dedim mesafeli bir sesle.
Bana doğru hafifçe eğilip keskin bakışlarını gözlerime dikti. Karanlık bir havası vardı. Fakat bunun yanında gizemliydi de! "Ne pardonu?" Diye sordu dalga geçer gibi ardından duruşunu bozup üzerime doğru bir kaç adımda geldi. Kana susamış yırtıcı bir hayvanın avına saldırmasına ulaşması gibi hızla yanıma ulaşmıştı. Zaten aramızda pek mesafe olduğu da söylenemezdi.
"Bu otopark yeri benim arabama ait şimdi ikile buradan." Derken elini yelpaze gibi sallamış ve bana yolu göstermişti.
"Sana mı ait?" dedim alayla gülerek. Boynumdan yüzüme doğru tırmanan kan topluluğunu hızla geri itirdim. "Tapusu var mı?" Gözlerimi onun buz kristallerinden çekmek istedim ama ona meydan okuduğum için henüz bunu yapmayacaktım.
"Benim olan bir şey için herhangi bir belgeye ihtiyacım yok." Diye kısık bir sesle konuştu ama kısık sesindeki tehdidi bile tüm derinliğiyle vücudumu tetiklemeye yetiyordu. Gözleri ürkütücüydü.
Kaşlarım çatıldı. Kalbim göğüs kafesimde sıkışmış gibiydi. "Burası açık alan bir otoparkı kimseye ait olmayan bir yer. Ve farkındaysan şuan okuldayız burası senin evinin özel bahçesi değil ki arabasını park ederken senden izin alsınlar." Yanaklarıma alev topu değmiş gibi cayır cayır yanıyordu.
Kaşlarını çatıp sert bir ses tonuyla " dilin fazla uzun galiba bir ara icabına bakmak isterim. Ama öncelikle bana karşı diklenmemeyi öğrenmen için uğraşmam gerek. Ve dediğim gibi bu park alanı bana ait sen dahi hiç kimse bu park alanına arabasını park etmeyecek." Diye konuşup derin bir nefes aldıktan sonra devam etti, "seni bir kereliğine mahsus affediyorum onu da bilmeyişine veriyorum. Dediğim gibi sadece bir seferlik affediyorum." Dudaklarıma ekledigim düz çizgiyi zerre bozmadan onu izlemeye devam ettim.
Onun bu ukala tavrı karşısında dudaklarım alaycı bir tebessüme ev sahipliği yaparken, ona bakabileceğim en soğuk ama alaycı gözlerle baktım.
Ateş gözlerini kıstı.
"Bu cidden komik. Hayatımda böyle bir şey duymadım. Herhangi bir yeri sahiplenemezsiniz, kim önce gelirse o arabasını park eder" dedim.
Yüz hatları sertleşirken dudakları tehlikeli bir tebessümle hafifçe kıvrıldı. Bu tebessümde sadece tehdit vardı.
Başını sağ omuzunun üzerine eğerek, tam üç kere cıkladı. Ardından kafasını öne atıp, bana doğru eğildi. Öyle ki, başımı hafifçe geri çekerek yüzlerimiz arasında olacak temastan geriye kaçmıştım.
"İşte dediğin gibi olmuyor küçük fare, istesen de, istemesen de kurallarıma uyacaksın . Aksini yaparsan canını yakmaktan çekinmem." Göz bebeklerim söylediklerinden ötürü daha çok büyümüştü. Şaşkınlık su gibi zihnime aktığında tereddütle alt dudağımı dişledim. Dudaklarım kurumuştu kuruyan dudaklarımı birbirine bastırıp rahatlatmak istedim ancak bu, şuan yapmam gereken en yanlış hareketlerden biri olurdu. Hızlı ağzımı açıp, düz bir sesle konuştum. "Senden korkmuyorum." Diye yalan söyledim oysaki korkudan büyümüş gözlerle onu izlerken bu yalanı hangi akla hizmet söylemiştim bende bilmiyordum.
Yapay bir şekilde güldü. "Korkman gerekiyor." Kalbimde çakışan panik onun bakışlarının esiri olurken, komiklerim cızıldamıştı.
Nefesi, yüzümde yavaş yavaş süzüldüğünde gözlerinin tam içine taa derinlere daldığımda öfkesini çok rahat bir şekilde okuyabilmiştim. Dudaklarımı araladım ve konuşmadan önce derince içime oksijeni çektim.
"Çok saçma!" Diye mırıldandım gözlerimi devirerek. " senden korkacağımı sanıyorsan o zaman sanılıyorsun." diyerek onu takmıyormuş gibi davrandım oda yalandan tabi.
Çattı kaşlarını "benim sakın sabrımı sınama, sen zararlı çıkarsın" dedi.. sert sesine çıkıldığımda kirpiklerimi oynatım. Ve onun güzelliğinin karşısında binlerce kez lanet ettim. Bu herif bu kadar güzel olmak zorunda mıydı?
"Bir daha sabrımı sınamaya kalkma sakın. Bu sana karşı son uyarım" Doğrudan boynuma doğru konuşması nefesinden gelen harflerin tenime kazınmasına neden olmuştu. Sanki dudaklarından dökülen her bir kelime pençelerini tenime geçirmiş ve kalıcı izler bırakarak içimi deşmişti.
Ateş'in sesi kulağımın dibinde belirdiğinde soğuk nefesi üşümeme neden olmuştu. Mavi gözleri kurşun gibi deliyordu içimi.
"Pekâlâ parkta senin olsun alan da." Dedim tıpkı bir kedi yavrusunun sevilmek için sahibinin bacaklarına sürtünmesi andıran sesimle.
"Böyle akıllı ol, " diye cevap verdi ukala dolu bir sesle.
İçimden ona küfürler saydırarak kendimi sakin tutmaya çalıştım.
Hafifçe güldü. " İnan, beni karşına almak istemezsin, hele düşmanın olmamı hiç istemezsin. Uyarımı dikkate al. Dün yeterince beni sinir edip bütün kotalarını doldurdun. Bugün sana tahammül etmeyeceğim onun için canımı sıkacak davranışlarda bulunma."
"Neden tehdit edildiğimi hissettim.?" Dedim sakin bir tavırla. Evet sakin değildim aslında içimde ne fırtınalar kopuyordu ama kimsenin haberi yoktu.
"Tehdit değildi ama tehdit olarak algılaman güzel ,"dedi küçümseyen bir bakışla ve arkasına dönerek okula gitti.
Sol ayağımı sertçe onun arabasının tekeline vurarak. Ona olan bütün sinirimi onun aptal arabasından çıkararak arkasından bağırmayı ihmal etmedim. Geri zekâlı, aptal, manyak, evet manyaksın sen hasta...
Ruh hastası..