3391 Kilometre

By beyzaalkoc

27.2M 1.4M 978K

''O gün, bana 'Sinemaya gidelim mi?' diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Y... More

3391 Kilometre - Tanıtım
1.Bölüm : Yere Düşen Yıldızlar
2.Bölüm : Gelmemeye Giden Adam
3.Bölüm : Yedi Ay.
4.Bölüm : Bizim Küçük Gezegenimiz!
5.Bölüm : Sinemaya Gidelim Mi?
6.Bölüm : Benim Yerim.
7.Bölüm : Yan Yanaymışız Gibi...
8.Bölüm : Güçlü Yürü.
9.Bölüm : Benim Miladım...
10.Bölüm : Gölgelerimiz Beraber.
Dertleşme Bölümü!
11.Bölüm : Siyah Beyaz
12. Bölüm : Sürükleniş Dönemi.
13.Bölüm : Sana Döndüm.
Çekiliş!
14.Bölüm : Gerçek Hayata Dön.
15.Bölüm : İzmir'in Ege'si.
16.Bölüm : Kimsesiz Kalmak.
Önemli^^
İmza Günü + Duyuru
17.Bölüm : Ben Seni...
18.Bölüm : Sözümü Tuttum.
19.Bölüm : Öpsene Beni.
20.Bölüm : Dünyanın En Güzel Kızı.
21.Bölüm : Ege'nin İzmir'i.
Duyuru^^
22.Bölüm : Sana Aşığım.
23.Bölüm : Aşkım.
24.Bölüm : Yalnız Kızın Öyküsü
25.Bölüm : Felenkop Efsanesi.
26.Bölüm : Sihirbaz.
27.Bölüm : Gri Sıkıcı Bariyer.
İmza Günü + Duyuru
29.Bölüm : No 34, Kat 3.
30.Bölüm : İyi Ki Doğdun!
31.Bölüm : Sinemaya Gidiyoruz!
32.Bölüm : Kaf Dağının Ardı.
33.Bölüm : Sen Kayboldun.
34.Bölüm : İletilemedi!
35.Bölüm : Ege Sözü. (FİNAL)
3391 Kilometre İNTERNET SATIŞINA AÇILDI!
Teşekkür^^

28.Bölüm : Ben Senden Önce Görünmezdim.

562K 31.9K 30.8K
By beyzaalkoc

Selamlarrr^^ 
Ne yapıyoruz, karanlık bir odaya geçiyoruz, ve yukarıdaki müziği açıyoruz^^
İyi okumalar dilerim, oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın hadi beğeni ve yorum rekorumuzu kıralım :')



Şövalye boğulmak üzere olan küçük kızı çekip sudan çıkarıp kurtardıktan sonra küçük kız yavaş yavaş kendine gelirken şövalyenin kucağında taşınıyormuş oradan oraya. Şövalye hava kararmadan bir mağara bulmuş, küçük kızı bir kayaya yatırmış, mağaranın içine ateş yakmış. Küçük kız uyurken soğuktan titriyormuş, ateş iyice harlanırken şövalye çıkarmış üzerindeki kaftanı küçük kızın üzerine örtmüş. Küçük kız sayıklamaya başlamış... "Baba... baba... baba..." Şövalye içi acıya acıya küçük kızın minicik elini tutmuş. "Bundan sonra senin baban benim." demiş, "Korkma yavrum. Ben yanındayım..."


28.Bölüm : Ben Senden Önce Görünmezdim.
*Ama sen beni gördün...*


Ege'nin öylesine tatlı bir ailesi var ki akşama kadar sohbet ettik ve bir kez olsun sıkılmadım, bir kez olsun gücenmedim, bir kez olsun kendimi geri çekmedim. Tabi şunu da itiraf etmeliyim sanırım, saatlerdir saatleri sayıyorum... Akşam olsun da Ege'yle biraz yalnız vakit geçirebilelim diye saatlerdir bekliyorum. Şimdi akşam yemeğinin sonlarına yaklaşmış durumdayız. Ege'nin babası toplantıda olduğu için evde değil, Lena ise uyuyor. Ben, Ege, Ege'nin annesi, abisi ve yengesi akşam yemeklerimizi bitirmiş sohbet ediyoruz. Gözlerim sürekli yanımda oturan Ege'ye kayıyor, ve onu böyle mutlu görmek her seferinde gözlerimi dolduruyor. Mutlu, neşeli, gözlerinin içi gülen bir Ege var yanımda. Fransa'da gördüğüm enkazına şahit olduğum o Ege yok. Bambaşka, dopdolu bir Ege bu...

"Ege okuldan nefret ederdi. Her sabah okula gitmeyeceğim diye ağlardı... Bir gün bu eşek sıpası küçükken evin çatısına çıkmış, kendini aşağı attı." Birden şok içinde Ege'nin annesine bakakaldım,

"Ölmeyeceğini biliyor, ev bir katlı çünkü. Sırf bir yeri kırılır da okula gidemez diye kendini on bir yaşında evin çatısından aşağı attı. İşte böyle bir çocuğu bulmuşsun İzmir'ciğim."

Şok içinde kahkahalarla gülerek Ege'ye döndüğüm sırada Ege gözlerini devirerek gülen bir yüz ifadesiyle annesine döndü,

"O zaman bir gerçeği öğrenmenin vakti geldi anne." derken Ege'nin abisi Ali konuşmaya atladı,

"Bence hiçbir şeye gerek yok, yemekleri yediysek sofrayı kaldırtalım." Kaşlarımı çattığım sırada Ege'nin gülüşü büyüdü,

"Gerek var bence abi."

"Oğlum, ne oluyor, ne gerçeği?" Annesi şaşkınlıkla bakınırken Ege konuşmaya devam etti.

"Bana çatıdan atlamamı abim tavsiye etti anne."

"Ne?" Kadın şok içinde iki oğluna bakarken ben ve Ege'nin abisinin karısı Nalan gülmekten ölecektik!

"Oğlum ne tavsiyesi ya! Minik bir fikir verdim sadece! Allah Allah... Bir yerin kırılırsa okula uzun süre gitmeyebilirsin dedim... Git çatıdan atla demedim." Gülmekten kıpkırmızı olmuştum!

"Tabi ki. Minik bir fikir verdi abim. Ben de ona 'Peki abi, bir yerimiz nasıl kırılır?' diye sordum. O da bana birkaç örnek verdi. Araba çarparsa, çatıdan düşersek, üzerimizden büyük bir hayvan geçerse... Bana bunları anlattı. Ben de onlardan birini uyguladım. Sağ ol abi, gül gibi üç aylık sağlık raporu almıştım." Ege'nin annesi kalp krizi geçirmek üzere gibi ağzı bir karış açık oğullarına şok içinde bakıyordu.

"Ben ne günah işledim de iki tane psikopat yetiştirdim! Yahu siz deli misiniz, biri gider kardeşine tezgah hazırlatır biri gider onu uygular. Yahu Ali, araba çarparsa bir yerin kırılır demişsin, akıl işi mi bu oğlum! Ya çocuk arabanın önüne atlasaydı!" Dördümüz de gülmekten yıkılıyorduk! Gördüğüm en iyi kardeşlik ilişkisine Ege ve abisi sahipti. İçten içe tek çocuk olduğum için hafifçe imrenerek gülümsememi engellemeden yüzlerine baktım.

"Tabi ki arabanın önüne atlamayacaktı. O benim kardeşim, düşünüp kendisine en az zarar verecek olan yöntemi seçeceğini biliyordum." Sonra Ali abi elini kaldırdı kendisine çakması için Ege'ye uzattı. Ege gülerek abisinin eline bir beşlik çakarken annesi bayılmak üzereydi.

"Vallahi sinirim bozuldu. Sizinle uğraşılmaz. Ben salona geçiyorum. Hazal!" diyerek mutfağa doğru seslendi, "Tansiyon aletini getir!" O sırada Ege kulağıma doğru eğildi.

"Kirli geçmişimi öğreniyorsun." Gülerek yüzüne baktığım sırada Ali Abi ve Nalan Abla ayağa kalktı.

"Biz Lena'ya bakalım, siz de odaya geçin konuşacak şeyleriniz vardır. Başbaşa kalın biraz." Nalan Abla'ya minnettarca teşekkür edercesine gülümsedim.

"Çok teşekkürler." diye mırıldandım.

"Lena uyanırsa odama yollayın yenge."

"Tamam, zaten durduramam odada! İzmir'le çok iyi anlaştılar!" Ege hayranlıkla bana baktı,

"İzmir'le anlaşamayan yok zaten."

Utanarak başımı eğdiğim sırada Ege tekerlekli sandalyemin arkasına geçti. Abisi ve yengesi merdivenlere yönelirken yemek odasında baş başa kalmıştık. Arkamdan bana doğru eğildi. Saçlarımı toplayıp boynuma bir öpücük kondurdu. O an titrediğimi hissettim. Baştan aşağı titrediğimi, her yanımın yandığını hissettim. Ege saçlarımı düzeltirken derin bir nefes aldı. Bu sefer saçlarıma bir öpücük kondurdu. Ben ise mest olmuş bir şekilde kıpkırmızı olmuş yüzümle kendimi tamamen ona bırakmıştım... Tekerlekli sandalyemi asansöre doğru iterken konuşmaya başladı,

"Evet, bugün şoförünüz benim İzmir Hanım... Nereye gitmek istersiniz?" Gülümsedim.

"Odanıza, Ege Bey! Dünyadaki en güzel yere." Sonra kurduğum cümleyi içimden kendime biraz değiştirerek tekrarladım, 'Dünyanın en güzel yeri senin odan Ege... Çünkü içinde sen varsın...' Tabi bunu ona söylemedim. Böyle şeyler yan yanayken insanı biraz utandırıyordu. Mesajla konuşmak çok daha kolayken yanındayken konuşmak ipince bir ipin üzerinde bir binadan diğerine geçmeye çalışmak gibiydi.

Ege asansörün kapısı açılır açılmaz benimle birlikte asansöre bindi. Bir eli hep saçlarımdaydı. Oynuyor, kaldırıyor, omuzlarıma dağıtıyor öylesine saçlarımla ilgileniyordu. Ve bu beni çok mutlu ediyordu.

"Odaya çıkalım da ailem hakkında dedikodu yaparız." dedi. Sessiz olmaya çalışan bir kahkahayla şok içinde arkamı dönerek yüzüne baktım. Gülüyordu.

"İnanamıyorum sana! Ailen hakkında dedikodu yapmak mı!"

"Tabi ki kötü bir dedikodu değil. Ama içinde ailem hakkında düşündüğün şeyler var, onları merak ediyorum. Bu da bir nevi dedikodu oluyor. Ve senin benimle dedikodu yapmak için öldüğünü biliyorum İzmir!" Kıkırdadığım sırada yüzüm bir kez daha kızardı.

"Tamam, evet, biraz öyle!" Ege bana gülerken asansörden indik. Birlikte odasına doğru ilerledik, odasının kapısını açıp beni içeri alır almaz kapıyı kapattı.

"Dur..." diye mırıldandı, "Sana bu odanın Ömer Ege Zorlu dokunuşuyla geldiği hali göstereyim." Ben kaşlarımı çattığım sırada birden odanın ışıklarını kapattı. Oda kapkaranlık olduğunda önce önümde eğilip beni ben fark etmeden bir anda dudaklarımdan öptü. Sonra ben kalakaldığım sırada ayağa kalktı,

"Bu planım dahilinde değildi," dedi sessizce, "Bir an kendimi tutamadım. Bekle..."

Ben öylece saf gibi yine bir mest olmuş halle karanlığa bakarken Ege hareket etti. Önce pencereye dolanmış rengarenk led ışıkları yaktı, oda hafifçe aydınlandı. Sonra tavanı kaplayan kırmızı küçük pirinç ışıkları yaktı, daha sonra balkon kapısına sarılmış turuncu ışıkları, yatak başlığındaki yılbaşı ışıklarını, ve en sonunda kıyafet dolabının üstünü saran lacivert ışıkları yaktı. Loş kalmış, rengarenk olmuş bu huzur verici odasına hayranlıkla baktığım sırada bana döndü.

"Burası benim krallığım." diye mırıldandı, gülümsedim, kurduğu cümle Son Feci Bisiklet'in Bikinisinde Astronomi şarkısının sözlerinden biriydi.

"Bu şarkı bizim şarkımız." dedim utanarak, başını salladı.

"Bizim şarkımız." Başımı kaldırıp odasına hayranlıkla baktım.

"Ben ışıkların hepsini keşfedememiştim. Burayı resmen apayrı bir dünyaya dönüştürmüşsün sen. Bu odayı özlüyorsun, değil mi?" Yutkundu. Tereddütle başını salladı.

"Kendime hiç itiraf etmedim, ama evet. Herkes evini özler. Herkes odasını özler..." O an içimde bir şeyler koptu. Bir saniyede oldu her şey. Kurduğu cümle içime oturdu sanki, gözlerimin bir kez daha dolduğunu hissederek başımı salladım. Konuşsam ağlayacaktım. Ege'yle ne zaman başbaşa kalsak ağlayasım geliyordu. Bu sefer ona belli etmemek için konuşmamaya çalıştım. Ege kaşlarını çatarak yanıma geldi, önümde diz çöktü.

"Özür dilerim." dedi telaşla, "Ev dedim... Oda dedim... Ben bir geri zekalıyım. Özür dilerim İzmir!" Başımı salladım, konuşmamaya çalışıyordum ama bir şeyler demem lazımdı.

"Önemli değil, hassasım sadece... Atlatmam gerek."

"Hayır," dedi, "Atlatmaman gerek. Güçlü olmak zorunda değilsin. Bağırabilirsin, ağlayabilirsin. Tek başına olduğun zamanlarda güçlü durmaya çalıştığını biliyorum ama benim yanımda olduğunda bırak kendini. Sal kendini... Bağır bana, ağla, rahatla. Acını yaşa, acını atlatmaya çalışma. İçindekileri dök bana." Titreyen dişlerimle alt dudağımı ısırdım.

"Ege... Seninle her yan yana geldiğimden ağlamak istemiyorum. Sabah da ağlayacaktım... Fransa'da da ağladım... Şimdi olmaz." Ege ellerimi tuttu. Ellerim buz gibi olmuştu bir anda.

"Evini özledin..." diye mırıldandı, "Odanı özledin... Yatağını... Yastığını..." Gözlerimden yaşlar akarken başımı eğdim. Ağlamamalıydım, ağlamamalıydım.

"Bırak kendini." dedi, "Fransa'ya geldiğinde de fark ettim. Gözlerin doluyor, ağlıyor, anlatıyorsun, ama içinde çok daha büyük fırtınalar kopuyor. Ben bunu görüyorum İzmir. Sen Fransa'dan döndüğünde bu içime dert oldu biliyor musun? Önce ağlamanı istemedim, ağlaman beni mahvetti. Sonra sen gittiğinde düşündüm. Ve kendi kendime dedim ki bu kızın ağlayacak bağıracak bir omuza ihtiyacı var. Babam beni özel bir jetle buraya getirteceğini söylediğinde belki sana garip gelecek ama ailemi göreceğimden çok seni tekrar göreceğim için mutlu oldum. Bana ne yaptın, nasıl bu hale geldim bilmiyorum... Ama bir şeyler oldu İzmir. İçimde çok büyük şeyler oldu."

Dolu gözlerimi kaldırıp ona baktım. Gözyaşlarım durmaksızın akarken konuşmaya çalıştım. Titriyordum.

"Ben bu hayatı istemiyorum Ege..." dedim titreyen sesimle, "Annemsiz, babamsız, sensiz, odamsız, evsiz bir hayatı istemiyorum. Burayı istemiyorum, bu şehri istemiyorum, tek başıma olmayı istemiyorum. Güçlü olmaya çalışıyorum ama değilim işte, değilmişim! Tek başıma yapamıyorum. Onlar olmadan, sen olmadan yapamıyorum! Hani... Bileğim burkuldu ya benim..." dediğim sırada Ege sözümü kesti,

"O an ne hissettiğini biliyorum." dedi, "İstirahat etmek zorundaydın. Birilerinin sana bakması lazımdı."

"Ama ben tek başımaydım..." dediğim an artık patladığım andı. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ege alt dudağını ısırıp bana sıkıca sarıldığında onun da ellerinin titrediğini hissettim.

"Bileğinin burkulduğunu duyunca, böyle nasıl diyeyim sana... içim gitti işte... Dedim ki bu kıza kim bakacak, bu kıza nasıl bakılacak... Kalkıp gelecektim, sana yemin ederim. Abimi aradım. Bana bilet alın dedim, bana uçak ayarlayın oraya geleceğim dedim. Abim beni sakinleştirdi, olayı anlattırdı... Tamam oğlum dedi, kızı alıp bizim eve getireceğiz dedi... O an içim biraz olsun rahatladı. Tabi, senin yanında olmayı deli gibi istiyordum. Ama bak, bir şekilde bir mucize oldu ve yanındayım işte. Bu mucizeyi sen gerçekleştirdin İzmir... Yalnız değilsin, yalnız olmayacaksın, ben senin evin olacağım. Sen Fransa'ya geldiğin gün ben kendi evimi hiç özlemedim biliyor musun?" Sonra durdu, yüzümü ellerinin arasına alıp salya sümük ağlayan bana baktı ve devam etti,

"Sen bana bir insanın da bir başka insanın evi olabileceğini gösterdin. Senin yanımdayken evimi hiç özlemedim. Şimdi evini özlemen bana hakaret olur, senin evin senin ailen benim bunu sana hep söyledim. Annen baban seni bana emanet etti, acını çek, ağla, ama evini ve onları her özlediğinde hayatına ne amaçla girdiğimi hatırla. Tamam mı?" Başımı salladım. Burnumu çeke çeke derin bir nefes aldım,

"Teşekkür ederim Ege... Senden önce ben çok eksik hissediyordum biliyor musun... Tek varlığım ailemdi. Ama hep yarımdım, hep istenmiyor gibi hissediyordum." Ege kaşlarını çattı,

"Neden?"

"Çünkü seninle tanıştığımızda ben görünmezdim Ege, anlıyor musun? Görünmezdim... Okulda, sokakta, dershanelerde, kurslarda... Kimse beni görmezdi, kimse beni duymazdı, kimse beni istemezdi. Sonra sen geldin, beni gördün, beni duydun, sen beni istedin." Durakladım... Yutkundum ve konuşmaya devam ettim,

"Şimdi de tutmuş ailem olduğunu söylüyorsun. Sen benim bu dünyada gördüğüm en güzel kalpli insansın. Milyonlarca insanla aynı yerde yaşıyorum bir kez olsun seninki gibi güzel kalbi olan birine rastlamadım, sen de kilometrelerce uzağımdasın... Ama ben buna da şükrediyorum, biliyor musun? Uzağımdasın, ama bir şekilde hayatımdasın. Şükürler olsun. Ya hayatımda bile olmasaydın? O zaman ben şu an kendi enkazımın altında yatıyor olurdum."

"Şşş," dedi, "Bunu düşünme. İnan bana, sen hayatıma girmeseydin ben ne halde olurdum bunu tahmin bile edemiyorum. Biz seninle yalnızlığımızı paylaşıyoruz. İnsanlar insanlarla kalabalıklarını bile paylaşamazken biz seninle yalnızlığımızı paylaştık. Beni o ülkede, o evde, o odada haftalarca aylarca tek başıma bırakmadın. Bir de bu açıdan düşün. Şimdi rahatladın mı? Konuşmak iyi geldi mi?" Başımı salladım.

"Geldi... Ama... Aslında istediğim bir şey var benim..." Ege merakla yüzüme baktı.

"Ne, söyle. Hemen yapalım."

"Yapabilir miyiz bilmiyorum. Sanırım yapamayız..." Ege kaşlarını çattı.

"Fransa'dan kalkıp buraya geldim, daha ne yapamayacağız?" Tereddütle yüzüne baktım,

"Benim..." dedim korkuyla, "Eve gitmem lazım Ege."

"Ne?"

"Evime gitmem lazım." Gözlerim yeniden dolarken titreye titreye konuşuyordum,

"O eve o olaydan sonra bir daha hiç gidemedim. Eşyalarımı bile anneannem topladı. Ama benim o eve gitmem lazım. Annemlerin odasına girmem lazım, kıyafetlerini koklamam lazım, yastıklarına sarılmam lazım, fotoğraflarımızı almam lazım, odama girmem lazım, salonda oturmam lazım, mutfakta yemek yemem lazım. Onlara veda etmem... lazım..." dedim zar zor. Ege dolmuş gözleriyle başını salladı.

"Tamam." dedi, "Tamam yapacağız. Seni evine götüreceğiz." Elleri tekrar yüzümü sararken ona hayatımda kimseye olmadığım kadar minnettardım. Onun gözleri doluydu, benim gözlerim doluydu, öyle garip bir an yaşıyorduk ki görseniz bize acırdınız. Sonra beni güldürmeye çalıştı, "Şeyma Subaşı ve Acun Ilıcalı oradan oraya jetle gidip geliyorken bunu mu yapamayacağız?" Ağlayarak ona sarıldım. Hıçkırıklarımın arasından konuşmaya çalıştım.

"Ama sen... senin... gizlenmen gerek."

"Ama senin evine gitmen gerek." Ege'ye daha sıkı sarıldım. O an Ege'nin gerçek bir insan mı olduğunu yoksa benim kafamda ürettiğim bir hayal ürünüm mü olduğunu sorguladım. Sonra başka bir şeye karar verdim. Ege bir hediyeydi. O bana gönderilmiş bir hediyeydi.

Ayrıldıktan sonra ellerimle yüzüme hava vermeye çalıştım. Kendime gelmeye çalışıyordum. Ege ise burnunu çeke çeke hayranlıkla beni izliyordu. Başımı kaldırdım.

"Tamam," dedim, "Rahatladım. Mutlu musun?" Başını salladı,

"Mutluyum."

"Şimdi ailen hakkında dedikodu yapmaya başlayabiliriz."

Ege bana güldüğü sırada birden kapı açıldı. İçeri Ege'nin yengesi Nalan ve Lena girdi,

"Amcaaaa! Ben uyandım!" Ege ayağa kalkıp kendisine doğru koşan Lena'yı sarılarak kucakladığında onları hayranlıkla izliyordum.

"Valla geri uyutmaya çalıştım. Ama tutturdu amcama gideceğim diye. Bir de bunu istedi. Artık bir çaresine bakarsınız." Nalan Abla odaya büyük bir kutu bıraktığında kaşlarımı çattım.

"Bu ne yenge?" diye sordu Ege.

"Çadır. Zilli balkona çadır kurmak istiyor. Bu gece orada uyuyacakmış sizinle. Eh, hava da güzel. Ben olur dedim ama... siz ne dersiniz?"

"Harika fikir!" dedim birden kendimden beklemediğim bir şekilde. Ege ve Nalan Abla gülüşürlerken Lena konuşmaya başladı,

"Evet İzmir harika fikir! Kuruyoruz değil mi amca!"

"Tamam, tamam eşek sıpası. Kurarız şimdi."

"Ama amca eşek sıpası sensin!"

"Hayır sensin cadı."

"Bir karar ver amca, cadı mıyım, eşek sıpası mı, neyim ben?"

"İkisi de sensin."

"Ben çıkıyorum, size iyi geceler, bol bol iyi eğlenceler. O zaten hemen uyuyakalır. Çadırı ne zaman kursak içine girince iki dakikaya uyuyor." Oh, bunu bildiğim iyi oldu.

"İyi geceler..." diye mırıldandım Nalan Abla odadan çıkarken. Odada Ege, ben ve Lena baş başa kaldığımızda Ege'nin ileride harika bir baba olacağına emindim. Lena'yı yanaklarından başlayıp kollarına kadar öpüyordu, ve bu görüntü benim için dünyanın en güzel görüntüsüydü. Sonra Lena'yı kucağından indirdi ve çadır kutusunu aldı.

"Hadi, gelin balkonda çadır kuralım..." Lena koşarak balkonun kapısını açtı.

"Dur!" dedim, "Koşma, düşeceksin!" O sırada Ege gülerek bana döndü,

"Harika bir anne olacaksın." Utanarak başımı salladığım sırada Ege balkona çıktı. Lena'yla birlikte kutuyu açarlarken ben de tekerlekli sandalyeyle peşlerinden gittim.

"Siz kurmaya başlayın. Ben biriyle telefonda konuşup geliyorum." Ege birden kaşlarını çatarak başını çadırdan kaldırdı ve bana baktı.

"Kimle konuşacaksın?"

"Okuldan bir arkadaşımla." Ege'nin bakışları bir anda soğuk rüzgarlarla kaplandı. Sanırım ikinci bir kıskançlık sorgulaması yaşıyorduk.

"Kim? Berk mi?"

"Hayır tabi ki. Merve. Hani şu Tumblr'dan tanıştığımız kız." Birden yüzünün rahatladığına şahit oldum. Tüm mimikleri düzeldi. Başını salladı.

"Tamam, konuş. Biz çadırı kuruyoruz." Başımı sallayarak odaya geçtim. Telefonu çıkarıp Merve'yi aradım. Ona söylemem gereken bir şey vardı. Telefonla konuşmaktan nefret etsem de istemeye istemeye stresle telefonun açılmasını bekledim.

Siz hiç birini telefonla ararken içinizden "İnşallah açmaz." dediniz mi? Ben dedim.

"Alo! İzmir... Nerelerdesin sen? Kapını defalarca çaldım, yoksun!"

"Özür dilerim, haber vermeliydim... Ya benim bileğim burkuldu... Orada tek başıma sorun yaşarım diye bir arkadaşımın evine geldim. Bir süre burada kalacağım... Ama yurda haber vermem lazım."

"Ciddi misin sen? İyi misin? Nasıl oldu?"

"Basit bir kaza. İyiyim. Ama bir süre ayağımın üzerine basamayacağım."

"Ya çok ama çok geçmiş olsun... Ben haber vereyim yurda. Ama anneannen velin olarak görünüyordu, değil mi? Onu arayabilirler. Haberi var mı?"

"Yok." dedim telaşla, "Öğrenirse buraya gelir. Öğrenmemesi gerekiyor. O yüzden senden bir şey isteyeceğim işte..."

"Anladım." dedi bir anda, "Tamam, hiçbir şey söyleme. Anneanne adına bir dilekçe yazıp onlara vereceğim. O iş bende. İçin rahat olsun." Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım.

"Yuh!" dedim, "Bunu isteyeceğimi nasıl anladın!"

"Ben hayatım boyunca usulsüz evrak işleri yaptım İzmir. Okulda devamsızlık raporu doldururdum arkadaşlarıma, aileleri adına dilekçeler yazardım..." Büyük bir kahkaha attım.

"Ya sen harikasın!" dedim gülerek, "Çok teşekkür ederim. Dilekçeyi yazınca bana da at. Okuyup baya güleceğim."

"Tamamdır tatlım, geçmiş olsun. Görüşürüz!"

"Görüşürüz!"

Telefonu kapatıp gülerek bir süre ekrana baktıktan sonra balkona çıktım. Ege ve Lena çadırı kurmuşlardı.

"Kurduk İzmir, bak! Amca hemen yastık ve yorgan getir!" Gülerek çadıra baktığım sırada Ege de bana bakıyordu.

"Nasıl olmuş?"

"Harika! Üçümüz sığacak mıyız?"

"Aslında iki kişi sayılırız." dedi Ege, "Ben bir kişi, sen yüzde yetmiş beş bir kişi, Lena da yüzde yirmi beş kişi. Tam iki kişiyiz yani, sığarız." Keyifle güldüğüm sırada Ege odaya daldı. Lena da peşinden koşarken tekerlekli sandalyemle ilerleyip çadırın içine baktım. Onlar yastık ve yorganları getirirken ben de balkonun ışığını yakıyordum. Ege yorganı çadırın yerine serdi, üstüne de yastıkları attılar, ve en üste bir yorgan daha koydular. Lena direkt çadıra daldı.

"Hadi, gelin! Çadır partisi!" Kıkırdadığım sırada Ege gülerek ter içinde yüzüme baktı.

"Çocuk yapmaktan vazgeçtim." Karşılıklı gülüştüğümüz sırada Ege gelip beni kucağına aldı, Lena'ya çaktırmadan dudağıma bir öpücük kondurup beni çadırın içine yatırdı. Lena heyecanla Ege'nin de girmesini beklerken Ege çadıra girdi ve çadırın fermuarının yarısını kapattı. İçerisi balkonun ışığından hafif loştu ama çoğunlukla karanlıktı. Muhteşem bir atmosferin içindeydik şu an. Çok huzur vericiydi. Lena birden başını Ege'nin kucağına koydu.

"Amca..." dedi, Ege Lena'nın saçlarını severken çok güzel görünüyorlardı.

"Ben çadıra girince neden hemen uyuyorum?" Ege gülümsedi.

"Sen bebekliğinde de böyleydin. Karanlıkta hemen uyurdun."

"Peki sen beni bebekken seviyor muydun?"

"Sevmiyordum." Gülerek baktığım sırada Lena kaşlarını çattı.

"Neden!"

"Çok çirkindin." Lena birden ağlamaya başladı!

"Ahaha Ege yapma şunu çocuğa!" Ege ve ben kahkahalarla gülerken Lena ağlıyordu!

"Çok mu çirkindim?" dedi gözyaşlarının arasından!

"Şaka yaptım cadı şaka yaptım! Ağlama dur. Çok güzeldin!" Sonra Lena anında sakinleşti.

"Gerçekten mi? Prenses gibi miydim?" Ege başını salladı.

"Evet, prenses gibiydin." Lena derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Yavaş yavaş uykuya dalarken Ege başını kaldırıp bana baktı...

"Ege," dedim, "Sen beni bebekken seviyor muydun? Sence güzel miydim?" Ege keyifle sırıtmaya başladı.

"Çok çirkindin İzmir."

"Ağlamaya başlarım ama!" Kendi aramızda gülüştüğümüz sırada bu geceyi hayatımın en güzel gecesi ilan ettim. 24 Eylül 2017, hayatımın en güzel gecesi... Yazın bunu bir kenara...

"Ege..." dedim bir kez daha, "Yalnızlığımı benimle paylaştığın için teşekkür ederim." Ege derin derin gözlerimin içine baktı.

"Bu geceyi hayatımın en güzel gecesi yaptığın için ben de sana teşekkür ederim." Bunu duymak tüm yarım kalmışlıklarımı tamamladı sanki. Bu gece hem onun hem benim hayatlarımızın en güzel gecesiydi. Ve eminim ki, o hayatımda olduğu sürece hiç eksik kalmayacaktım, onunla olan her günüm hayatımın en güzel günü, her gecem hayatımın en güzel gecesi olacaktı...

Derin derin bir iç çekerek Ege'ye baktım son kez. Bu çadırın içinde, bu loş ışıkların altında, bu huzurlu gecede hayatımın ne kadar harabe bir halden bu hale taşındığını düşündüm. Her şeyi düzeltiyordum, her şeyi düzeltiyorduk, her şeyi düzeltecektik. Şimdi siz de derin bir nefes alın, başınızı kaldırın, dik durun ve kendi kendinize tekrar edin bu cümleleri, "Her şeyi düzelteceğim, her şeyi düzelteceğim, her şeyi düzelteceğim, her şeyi düzelteceğim..."

Evet.

Her şeyi düzelteceksiniz. 

---

Merhaba^^ Beni özlediniz biliyorum, ama en son bölümde dediğim gibi bir avrupa gezisine çıktım, Instagram'dan takip edenler görmüşlerdir zaten :') Geçen hafta geldim. Okulum başladı vs derken ancak bölüm yazabildim^^ 

Sevdiniz mi? 

Ben yazarken o kadar güzel hayal ettim ki, o çadırın içinde olmaları, Ege'nin odasında birlikte ağlamaları, çok çok güzeldi benim için. Ben 3391 Kilometre'yle binlerce güzel insanla tanıştım. O kadar güzel mesajlar alıyorum ki çok ciddiyim bazen oturup ağlıyorum. Bu hikayenin ne kadar sizden ne kadar bizden olduğunu biliyorum. Ne Ege ne İzmir mükemmel karakterler, ama ikisinin de egoları yok, bad boy asi girl tavırları yok çünkü işte dediğim gibi onlar bizdenler. Ben hep bunu yansıtmak istedim. Ve hep dediğim gibi, bu hikayeyle sizin ve ihtiyacı olan herkesin ruhunu iyileştirmek istiyorum. Umarım çooook fazla insan tarafından okunur bu satırlar, umarım çok fazla insana iyi gelirim :') Ama emin olun birinize bile iyi gelmek benim için dünyalara bedel. Sizi seviyorum. Mesajlarınıza yorumlarınıza vaktim olduğunca cevap veriyorum ama inanın bana çook fazla mesaj var. Yetişemiyorum. Affınıza sığınıyorum bazılarınızın^^

NOT : Bir etkinlik yapmak istiyorum. Etkinliğin adı #3391KilometreTumblrda ! 3391 Kilometre Tumblr'ı konu alan  bir hikaye biliyorsunuz ki, ve orada çok da seveni var. Benim de bir hesabım var kullanıcı adım " kapatgozlerinibulusalim " Beni takip edip paylaşımlarıma bakabilirsiniz :') Etkinliğe gelirsek, Tumblr'ı olan herkes lütfen #3391KilometreTumblrda ve #3391Kilometre etiketleriyle Tumblr'da hikayemizden sevdiğiniz bir sözü, bir paragrafı paylaşırsanız çook mutlu olurum ve hepsine tek tek bakacağım, beğeneceğim ve Tumblr hesabımda hepsini paylaşacağım! Şimdiden hepinize sonsuz teşekkürler^^ 

Şimdi 2-3 sorum var, sonra gideceğim^^

1- Sizce Ege kendini tehlikeye atıp İzmir'le birlikte İzmir'e gitmeli mi? 

2- Bu zamana kadar en sevdiğiniz 3391 Kilometre sahnesi neydi?

3- Ve çok merak ettim, Ege'nin ailesini sevdiniz mii?

Görüşmek üzere! Oy kullanmayı ve yorum yapmayı unutmayın sizi seviyorum :')

Instagram : beyzalkoc

Continue Reading

You'll Also Like

7.6K 789 76
BUNU OKUDUKTAN SONRA DEĞİŞECEĞİNDEN EMİNİM
543 149 8
Bir heykelin ne gibi bir sırrı olabilir ki? Otuz yıl önce Rydell Krallığı'nın bir tanrıça ile girdiği bir savaşta büyük bir felaket olur ve yüzlerce...
2.4M 93.2K 40
Tüm hayatı işi olan bir kadın... Hayatını oğluna adamış bir adam... Kaderin tüm kötülüklerinden habersiz küçük bir çocuk... Bu üç kişiyi bir araya ge...
1.7M 90.4K 48
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...