Karantina Serisi

By beyzaalkoc

109M 4.4M 4.3M

''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' ... More

Tanıtım
1.Bölüm : Bir Felaketin Ortasındayız.
2.Bölüm : Bu İşte Birlikteyiz!
3.Bölüm : Bu Büyük Bir Olay.
4.Bölüm : Buram Buram Tehlike.
5.Bölüm : Belanın Ta Kendisi...
6.Bölüm : Bela Mıknatısı
7.Bölüm : Ateşin Ta Kendisi!
8.Bölüm : Seni Bırakmayacağım.
Karantina Hakkında.
9.Bölüm : Evet, Komik.
10.Bölüm : Ela Gözlerin Ardında...
11.Bölüm : İyi Seyirler.
12.Bölüm : Sonunu Görmek.
13.Bölüm : Hepimiz Beyaz Atız!
14.Bölüm : Canım İstiyor.
Yeni Bölümler Hakkında
15.Bölüm : Ölüme Yakın.
16.Bölüm : Ay Benim, Gece Senin...
17.Bölüm : Onur'unki...
İletişim
18.Bölüm : Sevgilim Olur Musun Desem...
19.Bölüm : Kayboldum!
20.Bölüm : Gitme İhtimalini Yok Etmek...
21.Bölüm : Kurtuluş Adımı!
22.Bölüm : Seninleyim!
23.Bölüm : İstediğim Her Şeyi Alırım.
24.Bölüm : Ayrılmayacağız.
25.Bölüm : Kayıp Kız
- Duyuru -
26.Bölüm : İntikam Vakti.
27.Bölüm : Hokus Pokus...
28.Bölüm : Perde Kapanıyor, Oyun Bitti...
29.Bölüm : Kısa Vadede Mahvolmak...
30.Bölüm : Dokunma Bana!
31.Bölüm : Aradığın Sendin...
32.Bölüm : Bu Filmin Son Sahnesi...
33.Bölüm : Bir Savaşın Başlangıcı
34.Bölüm : Oyun Başlıyor!
35.Bölümden Kesit
35.Bölüm : Paramparça Bir Duvar
36.Bölüm : Bir Katile Aşık Olmak
Özel Bölüm - Onur'un Sorgusu
37.Bölüm : Savaşın Sonu
38.Bölüm Fragmanı
38.Bölüm : Bir Şehir Yıkıldı.
Tanıtım Videosu + Karakterler
39.Bölüm : Bizimle Misiniz?
40.Bölüm : Yaşam Ağacı...
41.Bölüm : Hepimiz Onur Zorlu'yuz!
42.Bölüm : Hoş Geldin Onur Zorlu!
43.Bölüm : Öyle Güzelsin Ki...
44.Bölüm : Sonsuza Kadar.
45.Bölüm : O Evi Yıktık.
46.Bölüm : Ben Seni Bırakamıyorum.
47.Bölüm : Güneşin Parçaları - PART 1
47.Bölüm + Part 2
48.Bölüm : Şah Mat!
Karantina Kitap Oluyor! Bizimle Misiniz?
49.Bölüm : Hiç Kimsesizlik.
50.Bölüm : Sahne Onur'un.
Kitaba Doğru...
Kapak^^
Ayrıntılı Karantina İncelemesi!
Karantina Raflarda!
Karantina^^
KARANTİNA 2'den...
Karantina 2'den Alıntı + Çekiliş
Karantina - İkinci Perde - Tanıtım
İmza Günü + Duyuru
İkinci Perde : Giriş + 1.Bölüm
İkinci Perde - 2.Bölüm : Sevgilim
İkinci Perde : 3.Bölüm : Seni İçimde Tutabilmek.
İkinci Perde - 4.Bölüm : İki Küçük Kibrit Çöpü.
5.Bölüm : Vazgeçilmek.
İkinci Perde - 6.Bölüm : Koskoca Bir Şehir
İkinci Perde - 7.Bölüm : Enkaz Bölgesi.
İkinci Perde - 8.Bölüm : Kan.
İkinci Perde - 9.Bölüm : Benim Hayatım.
İkinci Perde - 10.Bölüm : İçimde Bir Dağ
İkinci Perde - 11.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
İkinci Perde - 12.Bölüm : Oturma Odası.
İkinci Perde - 13.Bölüm : Öpücük.
İkinci Perde : 14. ve 15.Bölüm
İkinci Perde - 16. Bölüm : Her Şey Daha Farklı Olabilirdi.
İkinci Perde - 17.Bölüm + 18.Bölüm
Karantina - İkinci Perde : 22.Bölüm
İkinci Perde - 23.Bölüm
İkinci Perde - 24.Bölüm : Onur.
İkinci Perde - FİNAL - 25.Bölüm : Mahşerin Beş Atlısı
Kapak + İmza Günü + Ön Sipariş^^
Önemli, İkinci İmza Günü^^
Karantina İkinci Perde - Açıklama
Karantina 3 - Çok Yakında!
Karantina - Üçüncü Perde : Giriş + 1. Bölüm
Karantina - Üçüncü Perde - 2.Bölüm : Seni Çok Özledim.
Üçüncü Perde - 3.Bölüm : Bir Ağaç Mesafesi.
Üçüncü Perde - 4.Bölüm : Seni Bırakmam.
Üçüncü Perde - 5.Bölüm : Hikayedeki Eksik
Üçüncü Perde - 6.Bölüm : Ben Neredeyim?
Üçüncü Perde - 7.Bölüm : Darmaduman
Üçüncü Perde - 8.Bölüm : İncir Ağaçları
Üçüncü Perde - 9.Bölüm : Kalbim.
Üçüncü Perde - 10.Bölüm : Kafes.
Üçüncü Perde - 11.Bölüm : Bana Yardım Et.
Üçüncü Perde - 12.Bölüm : Aşık Olduğu Kız.
Üçüncü Perde - 13.Bölüm : Düşmek İçin Koşmak.
Karantina - Üçüncü Perde - 14.Bölüm : Anne
Üçüncü Perde - 15.Bölüm : Zeynep...
Üçüncü Perde - 16.Bölüm : Kaçıyordum.
Üçüncü Perde - 17.Bölüm : Kaçıyorsun...
Üçüncü Perde - 18.Bölüm : Ben Güçlüydüm.
Üçüncü Perde - 19.Bölüm : Bir Devrin Kapanışı!
Üçüncü Perde - 20.Bölüm : O Nokta... (FİNAL)
SELAM!
Son Perde - 1.Bölüm : Mucize.
Son Perde - 2.Bölüm : Ben Bir Kahramanım.
Son Perde - 3.Bölüm : O Gece.
Son Perde - 4.Bölüm : İçimde Büyüyor.
Son Perde - 5.Bölüm : Bir Mucize Olsun.
Son Perde - 6.Bölüm : Gece.
Son Perde - 7.Bölüm : Adil Bir Anlaşma.
Son Perde - 8.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
Son Perde - 9.Bölüm : Neredesin?
Dördüncü Perde - 10.Bölüm : Üç Kişi.
Dördüncü Perde - 11.Bölüm : Hayat Ağacı.
Dördüncü Perde - 12.Bölüm : Sıradan Bir Hayat.
Dördüncü Perde - 13.Bölüm : İşaret Parmağı.
Dördüncü Perde - 14.Bölüm : Güzelim.
Dördüncü Perde - 15.Bölüm : Ay ve Gece
Dördüncü Perde - 16.Bölüm : Bir Tek Ona...
Dördüncü Perde - 17.Bölüm : O Gece...
Dördüncü Perde - 18.Bölüm : 1 Mayıs.
Dördüncü Perde : 19. ve 20.Bölüm (Final)
-TÜYAP AÇIKLAMASI-
Karantina - Son Perde - Giriş Bölümü
Son Perde - 1.Bölüm : Başlıyoruz...
Son Perde - 2.Bölüm : Biz Yine Birbirimizi Buluruz.
3.Bölüm : Bir Felaketin Gelişi.
Son Perde - 4.Bölüm : O Fırtınalı Gecede...
Son Perde - 5.Bölüm : Karanlık.
Son Perde - 6.Bölüm : Hala Bizimle Misin?
Son Perde - 7.Bölüm : Çıkıp Sana Geleceğim.
Son Perde - 8.Bölüm : Söz Veriyorum.
9.Bölüm : Gece'nin Yükü.
10.Bölüm : Kar Yığını.
Son Perde - 11.Bölüm : Bebek.
Son Perde - 12.Bölüm : Yağmur.
Son Perde - 13.Bölüm : Mezar
Son Perde - 14.Bölüm : Atlı Adam.
Son Perde - 15. 16. ve 17. Bölümler
18.19.20.21.22.Bölümler!
Son Perde - 23.Bölüm : Düğün
Son Perde - 24.Bölüm : Aydınlık.
Son Perde - 25.Bölüm : Karantina.
Özel Bölüm : Aile.

İkinci Perde - 19.Bölüm + 20.Bölüm + 21.Bölüm

847K 29.3K 44.3K
By beyzaalkoc

İyi okumalar^^
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın :')


19.Bölüm : Her Şey Kayboldu.

*Ve siyahtan daha karanlık bir renkle tanıştım o an. Hiçlik rengi.*

Bir bebek doğdu, ağladı...
Annesinin kucağına verdiler, sustu.
Karnı acıktı, ağladı...

Sütünü içirdiler, sustu.
Gazı vardı, ağladı...
Sırtını okşadılar, sustu.

Elini çarptı beşiğine, ağladı...
Babası öptü parmaklarından, sustu.
Annesini göremedi, korktu, ağladı...
Annesi yanına koştu, sustu.

Bir bebek doğar, ağlar. Karnı acıkır, ağlar. Altına yapar, ağlar. Annesini özler, babasını özler, korkar, canı yanar, ağlar... Bir bebek hep ağlar, çünkü konuşamayan bir canlının derdini anlatma şekli ağlamaktır. Canım yanıyor diyemez, anne seni özledim diyemez, baba beni kucağına al diyemez, acıktım diyemez, ağlar... Ağlamak birilerine ihtiyacımız olduğunun dışarı vuruş şeklidir aslında. Konuşamayan insan, ağlaya ağlaya "Sana ihtiyacım var." der.

Ben o gece çok ağladım. Konuşamıyordum, acıdan kasılan bedenim dudaklarının arasından hiçbir kelime çıkaramazken gözlerimden yaşlar aktıkça yenileri geliyordu. Yaşlar yanaklarımı ıslatıyordu, dudaklarımı ıslatıyordu. Yaşlar boynuma düşüyordu. Konuşamıyordum, elimi kıpırdatamıyordum, oysa ağlıyordum. Onur'a ihtiyacım vardı, anneme ihtiyacım vardı, babama... Ağlarsam her şey düzelecekmişcesine ağlıyordum. Gözlerim kararırken duyduğum son cümleler Onur'un yakarışlarıydı. Özür dileyişleri, bağırışları... Oysa ben ondan özür dilemek istiyordum. Ona hayatının düzeldiğini söylediğim için, onu mutlu ettiğim için, onu dünyanın en kötü yanılgısına soktuğum için, kolları arasında boylu boyunca yattığım için, annesinin elbisesinin kan içinde kaldığı için ondan özür dilemek istiyordum.

"Sen bunları hak etmedin Onur." demek istedim, dudaklarım aralanmadı.

"Yalvarırım özür dileme!" demek istedim, ağzım açılmadı.

"Onur lütfen ağlama!" demek istedim, nefes alamadım.

Nefesim bir düğüm gibi boğazımı tıkıyor boğazımdan aşağı inmiyordu. Nefes aldıkça boğuluyor gibiydim. Nefes aldıkça bacaklarım kasılıyor, göğsüme giren sancıyla kıvranıyordum. Bilincim yavaş yavaş kaybolurken Onur'un elini göğsümün hemen altındaki o acı kaynağına bastırdığını hissettim. Sonra başka sesler duymaya başladım,

"Ne oldu burada?" diyen tanımadığım şok içinde bir ses.

"Zeynep!" Rüzgar'ın sesi... "Onur ne oldu!?"

"Ambulansı aradım geliyor!" Tanımadığım telaşlı bir ses daha.

Onur'un yüzüme damlayan gözyaşları ve artık konuşmuyor oluşu beni fiziksel acımdan daha çok mahvediyordu. Hali kalmamıştı, acı içinde yüzüme bakıyor, hayatına lanet ediyordu.

"Zeynep... Zeynep..." diye fısıldadığını duydum gözyaşlarının arasında, alnını alnıma yasladı, "Lütfen ölme. Benimle kal." Sesi titriyordu. Sol gözümden bir damla yaş akıp giderken nefesimin boğazımdan içeri giremiyor olması kalbimi deli gibi attırıyordu.

Etraftan iki yüzden fazla telaşlı insan sesi geliyordu.

"Oğlum ne oldu burada! Ambulansı aradınız mı!" Deliye dönmüş öğretmen ve müdür sesleri, telaşlı öğrenciler, her kafadan çıkan bir ses ve Onur'un beni kucağından bir saniye bile bırakmayışı içinde bulunduğumuz cehennemin özetiydi. Oysa ben kendimi bırakacaktım, bilincim sanki ipince bir ipin üzerinde yürüyormuşcasına kaybolup gidecekmiş hissi veriyordu bana. Kendimi bıraksaydım beynim tüm sistemini kapatacaktı. Ama Onur'u yalnız bırakamazdım, onu duymak istiyordum, çektiği acıyı duymak istiyordum, yalnız kalmasını istemiyordum. Her şeyden ötesi ben ölmek istemiyordum... Ölürsem Onur ne yapacaktı? En çok da bu yüzden, bu yüzden ölmek istemiyordum.

"Zeyno! Zeyno! Onur, ne oldu oğlum ne oldu!"

"Zeynep! Zeynep!" Burak ve Mert'in deliye dönmüş seslerini duyduğumda kapalı gözlerimden onlarca damla yaş aktı. Burak'ın yarı yolda dengesini sağlayamayıp yere düştüğünü duydum, Mert zar zor yanımıza geldiğinde cehennemi yaşıyorduk.

"Ne oldu?" Mert'in titreyen sesini duyduğumda havanın soğuduğunu hissettim. Hem de onlarca derece eksiye düştüğünü. Sonra birinin bana doğru koştuğunu ve üzerime doğru eğildiğini fark ettim, bir parmak boynuma uzandı. Parmak boynuma bastırıldı ve hemen sonra eklendi,

"Nabzı çok yavaş. Ambulansı aradınız mı!" Bu doktordu. Nabzım yavaşmış, öyle diyordu. Oysa ben kalbimin deliler gibi attığını hissediyordum.

"Bilincini kaybedecek!" dediğini duydum zar zor. Sonra doktorun eli elimi tuttu.

"Beni duyuyor musun! Duyuyorsan elimi sık!"

"Lütfen Zeynep lütfen...." Onur'un yalvaran sesiyle elimden geleni yapmaya çalıştım. Doktorun elini sıkmaya çalıştım ama olmuyordu. Sıkamadım, ellerim kıpırdamıyordu, bacaklarım kıpırdamıyordu, çok üşüyordum. Giderek bir bebek çaresizliğine giriyordum. Çok üşüyordum, birden tüm beynim bu düşünceyle doldu, her şeyi unutup sadece ne kadar üşüdüğümü düşünmeye başladım, çok üşüyordum... Titriyordum... Çok soğuktu...

"Ambulans geldi! Çekilin!" Doktor beni Onur'un kucağından almaya çalışırken Onur'un acı içinde konuştuğunu duydum,

"Kucağımdan almayın! Yalvarırım benden almayın onu, bir yerine bir şey olur!"

"Sakin ol. Bak ben doktorum, sence ona zarar verir miyim?" Sonra bir başka telaşlı ses duyuldu,

"Çekilin!" O an iki puzzle parçasını birbirinden ayırır gibi Onur'un kucağından aldılar beni. Beni ondan aldılar, ve ben o an kendimi tamamen bıraktım. Onur'un kucağında kendimi bırakamayan bedenim işte acıyla o an tanıştı. Onu üzmemek için tuttuğum çığlığım başka bir kucağa alınınca ağzımdan çıktı.

"Zeynep! Zeynep! Abi acı çekiyor abi!" Onur deliriyordu. Mert onu sakinleştirmeye çalışırken acı içinde sızlanıyordum. Susmaya çalıştım, kendimi durdurmaya çalıştım ama içimde büyük bir alev topu vardı sanki, göğüs kafesimin içinde bir oraya bir buraya koşturan bir top.

"Onur, gel buraya sakin ol! Düzelecek! Sana yemin ederim düzelecek!"

"Ben de ambulansa bineceğim, onu bırakamam!" Beni sedyeye yatırdılar, ambulansa bindirilirken Onur'un peşimden koştuğunu duydum.

"Ben de bineceğim!" Sesi sert, öfkeli, kızgındı.

"Birinci dereceden akrabası mısınız?"

"Hiçbir prosedürünüz umrumda değil ben bu ambulansa bineceğim yoksa olay çıkar!"

"Ateş 39. Nabız çok düşük. Kalbinde bradikardi görünüyor! Kurşunu göğsünün altından yemiş. Acil ameliyata alınması lazım!" Ambulans hareket ederken o an benim tamamen kendimi bıraktığım andı. Durumumu öğrenmiştim, ambulansa alınmıştım, kalbimin altında bir kurşun vardı, vücuduma bir şeyler takılıp sökülüyordu ve Onur yanımdaydı. Artık kendimi tutmak zorunda değildim. Ta ki bir ses duyana kadar,

"Nabzı çok hızlandı! Şimdi de taşikardiye geçiyor! Uyanık kalmaya çalışın! Eğer duyuyorsanız uyanık kalmaya çalışın! Hastanın ismi neydi?"

"Z-zeynep... Zeynep Akay."

"Zeynep duydun mu! Uyumaman lazım!" Oysa bu mümkün değildi, beynimin kafamın içerisinde uçtuğunu hissediyordum. Bir bulutun üzerinde uzanıyordum sanki, ne vücudumu hissediyordum ne bulutu. Gözlerim kapalı olmalarına rağmen yuvalarında kayarlarken son kez onları geri getirmeye çalıştığımı hissettim, sonra geri döndürülemez bir şekildek kaydılar, kaybettim.

Kaybettim.

Bilincimi, kendimi, dengemi, gözlerimin yuvalarındaki yerini, yolumu kaybettim. Ondan sonrasını hatırlamıyorum. Tek hatırladığım simsiyah sessiz bir boşluk. Simsiyah bir boşlukta uçtuğumu hatırlıyorum. Acımın dindiğini, seslerin sustuğunu, hislerin kaybolduğunu.

"Ölmek bu mu?" diye düşündüğümü hatırlıyorum.

"Ölüyor muyum?" diye düşündüğümü...

Kimsenin beynimde yeri kalmadı. Tanıdığım kimse kalmadı beynimin içinde. Hislerim, duygularım, düşüncelerim kalmadı. Bir anda tüm dünyam yok oldu. Hayatımda ilk defa boşluk hissini rüyamda görüyordum. Evet, bu bir rüyaydı. Ben bir rüyadaydım. Kapkaranlık, simsiyah, bomboş bir rüya. Sonra yavaş yavaş bir şeyleri hatırlamaya başladım.

Bir gün bir okula başladım, üç insanla tanıştım. Ve hayatım değişti. Aşık oldum, arkadaş oldum, kardeş oldum, sevdim, sevildim, üzdüm, üzüldüm. Ben bir gün birileriyle birlikte mahvolmayı öğrendim. Bir gün geldi savaşı tattım, kaosu tattım. Olmaz dediğim ne varsa olduğunu gördüm, imkansız dediklerimin imkanlıya dönüşünü gördüm.

Bir gün birine aşık oldum, o da bana aşık oldu. Birbirimizin yaralarını kapattık, iyileştik sandık, sonra göğsümün altında iyileşmeyecek bir yara açıldı. Ben bir gün bir asker oldum, bir savaşı yaşadım. En ön cephede savaş bittikten sonra vuruldum.

Benim bir annem vardı, bir babam, bir sevgilim, kardeşlerim... Ardımdan ağlayacak bir sürü insan. Ama eğer... eğer benim ölmem her şeyi bitirecek noktaysa ben ölmeye tam şu an razı oldum. Gözlerimi açtım, bembeyaz bir tavan gördüm. Bana doğru eğilmiş maskeli yüzler, hızla atan kalbimin sesi, ve gözlerimi kapattım. Simsiyah o karanlığa bir kez daha daldım. Sesler karanlığımı deldi, içeri girdi.

"Kaç yaşındaymış?"

"18."

"Çok genç. Biri böylesine genç bir kızı neden vurmak ister?"

"Bilmiyorum hocam. Dışarıda arkadaşları mahvolmuş halde. Polis bugün ifade almaya gelecekmiş, onlardan öğreniriz."

"Ailesi nerede bu kızın?"

"Ailesine haber verildi. Şehir dışındalarmış ama yola çıktılar. Babası şok oldu. Gencecik kız..."

"Penseyi verin..."

"Buyurun hocam...."

"Kurşun iki kemiğin arasında sıkışmış kalmış. Rastlanacak şey değil, göğüs kafesi kalkan olmuş sanki. Kan grubunu öğrendiniz mi?"

"0 RH+ hocam."

"Hazırda kan bekletin, ameliyat uzun sürecek. Kan lazım olabilir. Nabız kaç?"

"Şu an 135 hocam."

"Stabil tutmaya çalışmak zorundayız."

Sonra sesler sustu, kendi karanlığıma bir kez daha gömüldüğüm sırada karanlık beni boşluktan bir yeşilliğe sürükledi. Yolda yürüdüğümü görüyordum, burası benim çocukluğumun geçtiği sokaktı. Kapının önünde gördüğüm tanıdık yüzle donakaldım, babamı gördüm... Tam babama doğru bir adım atıyordum ki küçük bir kız çocuğu gülerek babama doğru koşturdu. Kaşlarımı çattım, bu kimdi? Babamın sevecen bir tavırla küçük kızı kucağına aldığını gördüm, bu bendim. Ben! Çocukluğum! Şok içinde bu görüntüyü izlerken bir ses duydum.

"Hocam nabız yavaşladı. 120 oldu." Yutkundum. Ve bir anda kendimi annemin kucağında buldum. Başımı dizlerinin üzerine yaslamış yatıyordum. Saçlarımı okşayan annemin gözlerine dikkatlice baktım. Bana gülümsediğini gördüm.

"Hocam tekrar 130."

"Bu kadar sık değişim bizim için iyi değil."

Sonra bir sahilde buldum kendimi. Burak'ı gördüm önce, gülerek denize doğru koşturduğunu. Ona gülerek el salladım. Sonra Mert'in bana el salladığını gördüm. Ona da güldüğüm sırada gök gürlemeye başladı. Hava karardı, ben şaşkınlıkla denize bakarken denizin yükselmeye başladığını gördüm. Korkuyla Burak'a döndüğümde Burak'ı denizde göremedim. Sonra arkama döndüm, Mert'in de yok olduğunu gördüm.

"Hocam nabız 140!"

"Hadi kızım hadi, yapma, sakinleş!"

Sonra kendimi bir kez daha karanlıkta buldum. Göğüs kafesimde hissettiğim acıyla birlikte Onur'un bana seslendiğini duyuyordum. "Zeynep!" diye bağırıyordu, sanki beni arıyordu. Ama ben dudaklarımı aralayamıyordum. Konuşamıyordum. Sesimi çıkaramıyordum. Hiçbir şey diyemiyordum. Karanlıkta koşturuyordum, onu bulmaya çalışıyordum, ama onu bulamıyordum! Onur'u bulamıyordum!

"Hocam 170!"

Sonra acı içinde dizlerimin üzerine düştüğümü hissettim. Nefes alamıyordum! Nefes alamıyordum! Hayatımda ilk kez nefes alamıyordum! Sonra son bir cümle duydum,

"Kalbi duracak!"

Ve siyahtan daha karanlık bir renkle tanıştım o an. Hiçlik rengi. Sessizlik, kimsesizlik, yersizlik, hissizlik... Sesler kayboldu, insanlar kayboldu, yerler kayboldu, hisler kayboldu. Hatta acım bile kayboldu. Her şey kayboldu. Hiçbir şey kalmadı. Ve o an bittiğini kabullendim.

"Her şey bitti." Kendime söylediğim son cümle buydu.

"Her şey, bitti...."

---


20.Bölüm : Yaşıyor Mu?
*Onun kalbi Zeynep'ti.*

(Yazarın Anlatımıyla)

"Hastanın kalbi durdu!" Telaşla koşturan hemşire, kendisine bir başka hemşire tarafından yöneltilen "Ne oldu!" sorusuna cevap verirken Mert şok içinde yere çökerken Burak acı içinde ağlıyordu. En büyük tepki tepkisizliktir bilir misiniz? Herkes acı haberler aldığında ağlar, kendini mahveder, belki bağırır, belki kendinden geçer... O gün hayatlarındaki en önemli insanın canı yanmıştı. Canı canından alınmak istenmişti, kalbini durdurmak, nefesini kesmek istemişlerdi. Mert ağlıyordu, Burak ağlıyordu. Oysa Onur, duvara yasladığı sırtı yavaş yavaş yere doğru kayarken kıpırdamıyordu, ağlamıyordu, tepki vermiyordu. Ağlaması imkansızdı, çünkü kalbi duran bir insan ağlamazdı. O an kalbi duran tek insan Zeynep değildi.

Duygularına felç inmiş gibi. İçi acıyordu ama tepki veremiyordu. Kafasından geçen tek şey eğer Zeynep'e bir şey olursa bir saniye bile düşünmeden kendi yaşamını da sonlandıracağıydı. Çünkü onun hayatı zaten Zeynep'ti. Onun kalbi Zeynep'ti. O an bir kez daha emin oldu. Şimdi kalbi duran tek insan Zeynep değildi, Onur'un da kalbi durmuştu. Onur da nefes alamıyordu. Kendini hayatı boyunca hiçbir şey için bu kadar suçlamamıştı. Zeynep'in hayatı kendisi yüzünden mahvolmuştu, böyle hissediyordu. Sanki elini Zeynep'in kalbine sokup kendi elleriyle durdurmuştu o kalbi, böyle hissediyordu. Boğazını sıkıp nefesini kendisi kesmişti sanki... Her şeyin sorumlusu oydu, her şey onun yüzündendi. Hayatı boyunca hiç manevi bir güce inanmamış Onur Zorlu içinden dua ediyordu.

"Lütfen alma onu benden..." diyordu içinden, yalvarıyordu. Gözlerini ameliyathanenin kapısına dikmişti, gözlerini ayırmadan harabe bir halde kapıya bakıyordu. İçindeki güdü kapıyı açıp içeri dalıp Zeynep'i uyandırmak istiyordu.

"Abi Allah kahretsin!" Burak koridorun en köşesinde ağlarken Mert ayağa kalktı. Mahvolmuş bir yüzle bir hemşireyi durdurdu,

"Arkadaşımız içeride! Ne olur bir bilgi verin, lütfen!"

"Üzgünüm, ameliyatına ben girmedim. Hiçbir bilgim yok." Mert ağzından bir küfür savurarak Onur'un başına gitti, Onur'a doğru eğilip elini omzuna koydu.

"Abi lütfen kendini kaybetme, sakin ol!" Oysa Onur'un ruhu ölmüştü, yitmişti, gitmişti.

"Kalbi durmuş." diye fısıldadı Onur.

"Onur yapma!"

"Zeynep'in... kalbi durmuş...."

"Tamam, tamam siktiğimin kalbi durmuş! Ama geri atacak abi! Geri atacak!" Onur gözlerini karşıdan ayırmadan, kıpırdamadan, ifadesizce tekrarlıyordu.

"Kalbi durdu."

"Onur!"

"Benim yüzümden kalbi durdu."

"Kimsenin yüzünden değil!" O an Onur olayı yeni idrak etmiş gibi Mert'e şok içinde baktı,

"Zeynep'in kalbi durdu!" dedi birden şok içinde, mahvolmuş bir halde zar zor ayağa kalktı, hızla ameliyathanenin kapısına koştu.

"Onur, dur!"

"Zeynep! Zeynep!" Kapıyı yumruklarken Mert Onur'u zar zor çekiştirerek duvara yasladı.

"Abi dur, Allah aşkına dur!"

"Kendinize mukayyet olun! Burası bir hastane, acınız büyük ama burada bir sürü hasta yatıyor! Yoksa güvenlik çağıracağım." Hemşirenin biri büyük bir tepkiyle onlara baktığında Burak ayağa kalktı,

"İyi değil... Biz onu sakinleştireceğiz..." Onur o an hastaneye geldiğinden beri ilk kez hüngür hüngür ağlamaya başladı,

"Benim yüzümden.... benim yüzümden... Allah benim belamı versin benim yüzümden!"

"Onur... Kardeşim yapma... Kimsenin yüzünden değil! Allah aşkına yapma!" Onur gözlerini Mert'e çevirdi. Ağlayarak baktı yüzüne,

"Mert... Ben onsuz yapamam... Ben onsuz ne yaparım..." Canlarından can gidiyordu. Ruhlarından ruh gidiyordu. Onur yavaş yavaş kayıp halsizce yere otururken Mert korkuyla başına doğru eğildi,

"Onur! Hemşire hanım, arkadaşım iyi değil!"

Saatler geçti, aynı koridordan bir sürü insan geçti ağlayarak. Bir sürü insan geçti acı içinde. Onur saatlerdir uyutuluyordu. Rüyalarında Zeynep'ini görerek, elinden tutmuş onu buradan götürdüğünü görerek uyuyordu. Kalbi acıyordu. Ne olduğunun bilinmezliğiyle uyutulurken Zeynep'i ne haldeydi bilmiyordu.

Gözlerini saatler sonra açtığında kendini bir hastane odasında buldu. Koluna takılmış serume baktıktan sonra başına gelenleri bir bir hatırladı. Aklı kendinde değildi, kendisi umrunda değildi. Aklı Zeynep'teydi! Şok içinde doğrulurken Mert'in eli Onur'un omzunu tuttu.

"Kalkma abi, kalma! Serum takılı." Onur bakışlarını Mert'e çevirdi, gözleri kıpkırmızı olmuş Mert'i gördüğünde korkudan kalbinin durduğunu hissetti,

"Öldü mü?" diye fısıldadı o an hayata yenilmiş gibi. Mert gözyaşları içinde Onur'un yüzüne baktı. Onur dudaklarının titrediğini hissediyordu. Mert'in dudakları arasından çıkacak tek bir kelimeye bakıyordu. Tek bir kelime kalbini durduracak ya da onu yeniden yaşatacaktı,

"Yaşıyor..." Mert ağlayarak Onur'a sarıldığında Onur şoktaydı, Zeynep'i yaşıyordu, Zeynep yaşıyordu!

"Yaşıyor mu!" dedi titreyen dudaklarıyla, "Zeynep yaşıyor mu!"

"Yaşıyor kardeşim yaşıyor! Yoğun bakıma aldılar! Kalbi çok kısa bir süreliğine durmuş."

Onur anında kolundaki serumu canının yanmasını umursamadan söktü attı. Mert Onur'u durdurmaya çalışmaması gerektiğini biliyordu. Onur koridora çıktığında sendelemiyordu bile. Yeniden nefes alıyordu, yeniden güçlenmişti, kalbi yeniden atıyordu. Zeynep'le birlikte o da hayata dönmüştü. Mutluluktan koridorda gördüğü herkese sarılmak istiyordu.

"Burak ve babam yoğun bakımın kapısındalar. Haber bekliyorlar."

Yoğun bakımın önüne geldiklerinde Burak oturduğu yerden kalkıp hızla Onur'a doğru geldi ve kardeşine sarıldı. Birbirlerine sıkı sıkı sarıldıktan sonra Burak Onur'a baktı,

"Yaşıyor abi..." diye mırıldandı, "Zeyno yaşıyor..."

"Onur... Oğlum, çok üzgünüm. Ne gerekiyorsa yapacağız." Onur Mert'in babasına sarılırken Mert'in babası Onur'un sırtını bir baba gibi sıvazlıyordu.

"Ne gerekiyorsa ben yapacağım." diye mırıldandı Onur, "Ama şimdi Zeynep'i görmek istiyorum. Tek isteğim bu."

"Tamam, ben senin için doktorla görüşeceğim." Onur minnettarca gözlerini kırptıktan sonra yoğun bakımın camlarına doğru yürüdü. Camların perdeleri kapatılmıştı, Mert'e doğru döndü.

"Lütfen söyle..." dedi halsizce, "Perdeleri aralasınlar... Onu göreyim..." Mert başını salladı. Onur yoğun bakımın camının önünde çaresizce beklerken sadece birkaç dakika sonra perdeler aralandı. Onur o an kalbinin teklediğini hissetti, oradaydı. Zeynep oradaydı. Aşık olduğu kız içeride yatıyordu. Her yerine kablolar bağlanmıştı, kolunda bir serum takılıydı ama Zeynep hala çok güzeldi... Onur başını cama yasladı, yanına gelen Burak ve diğer yanına gelen Mert de çaresizce başlarını cama yasladıklarında dördünün birbirine olan bağının ne kadar güçlü olduğu görünüyordu.

O yatakta baygın yatan sadece Zeynep değildi. Dördü de o yatakta yatıyorlardı sanki. Bir olmak buydu. Onlar birdi... Notta dediği gibi, "Bir kurşun, birinizi vurmak için. Ve bir kurşun, hepinizi öldürmek için..." Bir kurşunla, dördü birden vurulmuştu.

"Zeynep'in annesi... babası..." diye mırıldandı Onur sorar gibi.

"Hala yoldalar. Çok kötüler, ama onlara Zeynep'in iyi olduğunu söyledik. Annesi delirmiş gibiydi..."

"Benden nefret edecekler..."

"Abi... Yani... Sormak istemiyorum ama... Ender hafızasını kaybetmemiş olabilir mi?" Burak'ın sorusuyla birlikte Onur elini kaldırdı.

"Konuşmak istemiyorum. Tek isteğim Zeynep'i görmek."

"Onur, evladım. Doktor Bey sana Zeynep'in durumu hakkında bilgi verecek." Mert'in babası arkalarından seslendiğinde telaşla onlara doğru yürüyen doktorun başına toplandılar.

"Arkadaşınızın durumu şu an için stabil. Şu an bir hayati tehlikesi yok. Ameliyat esnasında beş saniyelik bir kalp durması yaşadık. Ama bu ona zarar vermedi, hemen geri döndürdük. Şimdi yoğun bakıma aldık, üç saattir serum ve hava veriyoruz. Şimdi tek mesele onun uyanmasında. Hepimiz onun uyanmasını bekleyeceğiz. İçeri girmek isteyen hanginiz?"

"Ben!" diye atladı Onur.

"Özel ricayla seni içeri alacağım, ama sadece üç dakikan var. Daha fazla değil. Lütfen beni yanıltma. Ağlamak yok, hastayı strese sokmak yok. O şu an her şeyi hissediyor ve duyuyor. Lütfen buna göre hareket et." Onur hızlanan kalbiyle başını salladı.

"Hemşire Hanım, ziyaretçiyi üç dakikalığına içeri alıyoruz."

"Buyurun." Onur hemşirenin peşinden giderken Burak Onur'u durdurdu,

"Abi... benim için de bir şeyler söyle... Burak seni çok seviyor de bir şey de..." Onur Burak'a gözlerini kırptıktan sonra hemşirenin peşinden ilerledi. Hemşire Onur'a giymesi gereken yoğun bakım kıyafetlerini verdikten sonra bir de maske verdi. Onur hepsini hızla üzerine geçirince yoğun bakımın kapısını açtı.

"Üç dakika." Onur başını sallayarak içeri girdiğinde bacakları titriyordu. Zeynep gözleri önünde yoğun bakım yatağında bir kuş gibi yatarken gözünden bir damla yaş aktığını hissetti. Süresini boşa kullanmak istemiyordu, Zeynep'i üzmek istemiyordu. Başına doğru ilerledi, eldivenli ellerinden birini Zeynep'in saçlarına hafifçe dokundurttu.

Yüzü bembeyaz, dudakları kupkuruydu... Mahvolmuş bir haldeydi. Sanki bir günde on kilo birden vermişti.

"Sevgilim..." diye fısıldadı, "Ben buradayım, ben geldim..." Elini uzatıp Zeynep'in eline dokundu.

"Burak burada, Mert burada. Annenler geliyor, ve hepimiz seni çok seviyoruz..." Zeynep kıpırdamıyordu, hiçbir tepki göstermiyordu.

"Lütfen uyan Zeynep... Sen hayatımda gördüğüm en güçlü insansın. Lütfen aç gözlerini." Zeynep'i böyle görmek Onur'u içten içe mahvediyordu. Yine de Zeynep'in bunları duyduğunu bildiği için kendini tuttu,

"Biliyorum. İyileşeceksin, gözlerini açacaksın. Uyanacaksın." O an garip bir şey oldu. Zeynep'in sol gözünden ufacık bir damla yaşın çıkıp yanağından aşağı kaydığını gördü. İçi acırken Onur'un da gözlerinden ikişer damla yaş düştü.

"Acı çekiyorsun, biliyorum. Tüm acını alıp kendim çekebilmek için her şeyi yapmaya hazırım... Lütfen acı çekme..." 

Hemşire kapıda görünüp sürenin dolduğunu el işaretiyle anlatırken Onur Zeynep'e doğru son kez eğildi.

"Zeynep... Özür dilerim..." diye fısıldadı, "Affet beni..."

Onur Zeynep'ini burada, bu soğuk odada bırakıp giderken ruhunu onunla bırakmıştı. Bu acı, daha önce hiç tatmadığı bir acıydı. Kendini asla affetmeyecekti. Ona yaşattığı bu acıyı asla affetmeyecekti. Şu an tek istediği Zeynep'in gözlerini açmasıydı. O gözlerini açmadığı sürece dünya Onur için karanlık kalacaktı... 

---


21.Bölüm : Söz konusu sensin...
*Ve ben bütün dünyayı karşıma alacağım.*

(Yazarın anlatımıyla)

"Ne kadar acı, yenildim kendi savaşımda." diyor bir şarkı. Onur hastanenin koridorunda yere çömelmiş oturuyor, Burak hastane koridorunun koltuklarında gözlerini kapatmış uyukluyor, Mert elinde bir tepsi kahveyle onlara doğru yaklaşıyordu. Üçü de mahvolmuş bir halde öylece Zeynep'in uyanmasını bekliyorlardı. Mert'in aklında çok daha kötü bir düşünce vardı, Zeynep'in anne ve babası buraya geldiklerinde ne olacağını düşünüp duruyordu. Onur'u suçlamalarından korkuyordu, Onur'un daha da üzülmesinden korkuyordu.

"Abi... Kalk, yerde oturma. Gel koltuklara oturalım. Ne olursun kendini yorma. Hadi." Mert Onur'u kaldırırken Onur sessizce Mert'in sözlerine itaat edip ayağa kalktı. Burak'ın tam karşısındaki iki koltuğa oturdular. Mert masaya kahveleri bıraktıktan sonra Onur'a döndü.

"İyileşecek. Benim hislerim kuvvetlidir bilirsin. Zeynep'imiz gözlerini açacak." Onur burnunu çekti.

"O yaşasın da hiçbir şey umrumda değil."

"Sonra? Sonra ne yapacaksın?"

"Ne yapacağım belli... Olan şey gayet açık değil mi Mert? Ama şimdi bunlardan bahsetmek en son istediğim şey. Tek istediğim Zeynep'in gözlerini açması. O gözlerini açsın sonrasını sonra düşüneceğim."

"Açacak... İnan bana açacak kardeşim..."

"Onur!" Koridora giren telaşlı sesin sahibi tanıdıktı. Onur başını kaldırdığında karşısında Rüzgar'ı gördü, öfkeyle ona bakarken arkasından gelen okul müdürü ve müdür yardımcısı oldukça endişeli görünüyordu. Onur isteksizce başıyla selam verdi onlara.

"Zeynep'in durumu nasıl! Bizi ameliyat katına zar zor aldılar. Saatlerdir aşağıda bekliyoruz." Onur Rüzgar'a cevap vermek bile istemiyordu. Ki vermeyecekti de. Mert durumu anlayıp araya atladı,

"Ameliyattan çıktı. Yoğun bakıma aldılar... Şimdi uyanmasını bekliyoruz." Rüzgar endişeyle arkasını döndü,

"Hocam ameliyattan çıkmış. Yoğun bakıma almışlar." Onur tahammülsüzce gözlerini devirirken Mert bir kez daha araya girdi,

"Hocam hoş geldiniz."

"Hoş bulduk çocuğum hoş bulduk," diye başladı okul müdürü Hasan Bey konuşmasına, "Vallahi çok endişelendik yavrumuz için! Ne oldu, nasıl oldu, bir insan bunu niye yapar!"

"Bilmiyoruz hocam. Hiçbir fikrimiz yok... Biz de olayın ortaya çıkmasını bekliyoruz."

"Polisler okula geldi," diye devam etti müdür, "Kamera kayıtlarına bakmak istediler. Ortada kamera kayıtları yok! Ne okulun içinde, ne bahçesinde, hiçbir yerde son saatlere dair bir kayıt yok." Biliyorlardı... Bunu zaten biliyorlardı... Her şeyi tasarlanmış bir planda kamera kayıtlarına rastlanmayacağını zaten tahmin edebiliyorlardı.

"Zeynep'i görebilir miyiz?" diye atladı Rüzgar konuşmaya. Onur kaşlarını çattı,

"Hayır." Rüzgar anlayışla kabullenip sustuğunda müdür saatine baktı.

"Doktorunun ismi ne? İnip bir konuşayım, konuşmadan eve dönmeyeyim. Mutlaka beni haberdar edin her türlü durumdan."

"Doktorunun ismi Murat Çölak." dedi Mert.

"Tamam, tamam çocuklar... Size ve yavrumuza çok geçmiş olsun. Ben doktoruyla konuşacağım, mutlaka haberleşelim."

"Tamam hocam." Müdür ve müdür yardımcısı oradan ayrılırken Rüzgar birkaç saniye ayakta yoğun bakımın camlarına bakındı. Onur Zeynep'i biriyle paylaşmanın öfkesi içerisindeydi. Ama Mert çok daha anlayışlıydı.

"Perdeleri aralı. İstiyorsan perdeden görebilirsin." diye mırıldandı. Onur Mert'in cümlesine tahammülsüz bir bakış atsa da Mert gözlerini devirdi. Rüzgar başını salladı,

"Teşekkür ederim." Perdelere doğru ilerledi. Zeynep'e bir bakış attı... Zeynep kısa sürede de olsa onun arkadaşı olmuştu. Onun için değerli olmuştu... Ruhunu tanımıştı. Ve şimdi onu böyle görmek Rüzgar'ı üzüyordu. Zeynep'i böyle görmeye pek tahammül edemedi, camın önünden ayrılıp Onur'un başına doğru ilerledi. Elini Onur'un omzuna koyduğunda Onur şaşkınlıkla Rüzgar'a baktı,

"Güçlü ol," diye mırıldandı Rüzgar, "İyileşecek, ve sana tekrar o aşk dolu gözleriyle bakacak." Onur ciddi anlamda şaşkındı. Rüzgar'dan böyle bir cümle duymayı beklemiyordu.

"Biliyorum, benden bunu beklemezdin. Ama hiçbir zaman kötü bir amacım yoktu. Ve gerçek aşkın önünde asla durmam." Onur tereddütle ona baktı,

"Teşekkür ederim..." diye mırıldandı. Rüzgar gözlerini kırptı ve doğruldu.

"Ben gideyim... Lütfen bana da haber verin."

"Tamam," dedi Mert, "Haber veririz." Rüzgar aralarından ayrılırken koridora birkaç davetsiz misafir daha girdi. Polisler...

"Onur... Polisler..." Mert Onur'u dürtüp ayağa kalkarken Burak'a doğru seslendi,

"Burak, uyan!"

"Ne? Niye? Ne oluyor? Zeyno'm uyandı mı!" Burak şaşkınlıkla uyanırken Mert gözlerini devirdi,

"Polis geldi. İfademizi alacak." Burak uyku mahmurluğuyla kalkıp üstüne başına çeki düzen verdi. Üçü birlikte ayakta polisleri beklerken polisler onlara yaklaşmıştı.

"Merhaba, geçmiş olsun... Zeynep Akay olayının tanıkları siz misiniz?"

"Evet, yani tanık benim. Bunlar da arkadaşlarımız, o gece oradalardı, ama olaya şahit olmadılar."

"Tamam, buyurun, alt kata inelim."

"Ama... Zeynep burada tek..." Onur'un itirazına polis şaşkınlıkla baktı,

"Yoğun bakımda yatıyor. Siz dışarıda beklerken de tek." Onur tahammülsüzce bir nefes aldı.

"Tamam, inelim." Polisleri takip ederlerken Onur arkasına dönüp dönüp Zeynep'i görmeye çalışıyordu. Birlikte alt kata indiler, polislerden ikisi bir odaya girdi ve Onur'u içeri aldılar.

"Hepinizi sırayla alacağız." diyerek kapıyı kapattı kapıdaki polis. Burası bir doktor odasıydı. Polis, doktorun masasına oturup Onur'u karşısına oturttu. Önce kişisel bilgilerini aldılar. Sonra dosyayı açıp sorguya başladılar. Onur başını dikleştirip burnunu çekerek polisi dinlemeye başladı,

"Zeynep Akay'ın nesi oluyorsunuz?" Onur gururla cevapladı,

"Erkek arkadaşıyım."

"Bu gece vurulma anında neredeydiniz?"

"Bahçedeki çardaktaydık. Dans ediyorduk."

"Kaç el ateş edildiğini duydunuz?"

"Tek ateş."

"Silah sizi hedef almış olabilir miydi? Zeynep Akay'ın önünüze atlaması gibi bir durum söz konusu oldu mu?"

"Önüme atlamadı. Ama silah kimi hedef aldı bilmiyorum."

"O an etrafta başka kimse var mıydı?"

"Balodakilerin hepsi kafedeydi. Belki bir iki kişi bahçede olabilir, görmedim."

"Daha önceye dair şüphelendiğiniz bir durum, bir tehdit var mıydı?"

"Hayır."

"Zeynep Hanım'ın bir savcılık geçmişi olduğunu görüyorum, ve sizin de bir süre tutuklu kaldığınızı..." Onur nefesini tuttu. Eski günleri hatırlamak kalbini tekletmişti.

"Dosyada görüyorsunuzdur. Suçsuzluğum ispatlandı ve çıktım. Zeynep'in ise hiçbir zaman hiçbir suçu yoktu."

"Şüphelendiğiniz biri var mı?" Onur kafasının dikine göre cevap verdi.

"Yok."

"Zeynep Hanım'ın ya da sizin düşman diyebileceğiniz birileri var mı?"

"Yok." Onur ne yaptığını çok iyi biliyordu. Hem de çok iyi.

"Zeynep Hanım'da son günlerde bir gariplik fark ediyor muydunuz?"

"Hayır, fark etmiyordum. Her şey normaldi."

"Peki Zeynep Hanım'ın kullandığı bir madde var mıydı? Bağımlı olduğu?" Onur sıkıntıyla nefes verdi.

"Hayır, yoktu."

"Olası bir hamilelik durumu?"

"Hayır, o da yoktu."

"Ailesine düşman olabilecek birileri olup olmadığını biliyor musunuz, onları da sorguya alacağız ama şimdilik size soruyorum."

"Bildiğim kadarıyla yok. Temiz, düzgün, kendi hallerinde insanlar."

"Ambulansa siz mi haber verdiniz?"

"Hayır... Yani..." Onur sorulardan fazlasıyla sıkılmıştı, alt dudağını ısırıp birkaç saniye bekledikten sonra devam etti,

"Hayır, Zeynep benim kucağımdaydı. O yüzden olayı gören başkaları haber verdi."

"Tamam, sizinle yapacağımız sorgu bu kadar. Şuraya bir imza alabilir miyim?" Onur nihayet der gibi eğilip aceleyle imzasını attı ve dışarı çıkmak için ayağa kalktı.

"Arkadaşlarınızdan birini içeri yollayabilir misiniz?"

"Tamam." Onur telaşla dışarı çıktığı an Burak ve Mert'in anlam veremediği bir şekilde ikisine birden sarıldı! Onlar şok içinde Onur'un sarılmasıyla kaşlarını çatarlarken Onur onlara doğru fısıldadı,

"Ender'den bahsetmek yok. Hepimizin hayatı temiz, normal, şüpheli durum yok. Hiçbir şeyden şüphelenmiyorsunuz." Onur onlardan ayrılırken Mert ve Burak şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı. Mert içeri girerken Onur hiç beklemeden üst kata çıktı.

Mert'e de aynı sorular soruldu, aynı cevaplar alındı. Burak'a da. İkisi de bunu neden yaptıklarını bilmiyorlardı, ama arkadaşları bunun böyle olmasını istemişti ve dediğini yapacaklardı. Onur üst katta yoğun bakımın önünde Zeynep'i izlerken Burak'ın eli omzuna dokundu.

"Neden, abi?" diye sordu Burak. Onur arkasını döndüğünde kendisine endişeyle bakan Mert ve Burak'ı gördü.

"Çünkü bu benim meselem. Polisin değil."

"Onur, saçmalıyorsun!" Mert korkuyla konuşurken Onur Mert'i dinlemeden Zeynep'i izlemeye döndü.

"Bu konuda sizinle konuşmayacağım Mert. Bu konuda tek kelime bile etmeyeceğim."

Zeynep'i izlerken kıpırdanması için umutla ellerine bakıyordu, göz kapaklarına bakıyordu. Çaresizce saç tellerinden birinin rüzgarla oynamasına bile razıydı. Mert ve Burak'ın ise bambaşka dertleri vardı. En yakın arkadaşları hayatını mahvedecek bir şeyler yapacaktı, biliyorlardı...

"Zeynep! Kızım! Kızım nerede?" Ve beklenen an geldi. Zeynep'in annesi ve babası koridordan koşturarak girdiklerinde Onur camın önünden çekildi. Korkuyla kenarda onları izlerken Mert ve Burak Onur'a tepki göstermemeleri için dua ediyorlardı.

"İyi mi!" Zeynep'in babası Mert'e dönüp korkuyla konuştuğunda annesi ağlamaktan ölmek üzereydi.

"İyi efendim... Uyanmasını bekliyoruz sadece."

"Yavrum, uyan, yavrum!" Annesi ağlamaya devam ederken babası telaşla etrafına bakındı,

"Ben doktor filan bir şey bulacağım!" Babası koşturarak aşağı inerken annesi ellerini cama dayamış ağlıyordu.

"Kızım... bebeğim... ne yaptılar sana? Kim yaptı bunu sana... yavrum..." Mert annesini kadının omzuna koydu.

"Lütfen sakin olun, Zeynep iyi ve daha da iyi olacak..." Annesinin gözleri bir anda Onur'a kaydı. Onur başını kaldırıp mahçup gözlerle annesine bakarken kadın sinirle konuşmaya başladı.

"Senin yüzünden! Kızımın hayatına girdiğinden beri her şey mahvoldu!" Burak ve Mert direkt araya girdi,

"Lütfen!" dedi Burak, sonra Mert devam etti,

"Kimsenin bir suçu yok, birbirimizi üzmeyelim! Hepimizin temennisi Zeynep'in iyileşmesi!" Kadın titreyen bedeniyle Onur'a doğru parmağını salladı.

"Sen kimin suçlu olduğunu gayet iyi biliyorsun!" dedi hüngür hüngür, Onur dolmuş gözleriyle başını salladı.

"Biliyorum..." diye fısıldadı.

"Hayır, Onur saçmalama! Onur en aşağı iner misin? Bahçede hava al. Siz de lütfen sakin olun, kimsenin suçu yok! Burada olan herkes Zeynep'i seviyor!" Zeynep'in annesi ise Mert'i duymuyordu bile.

"Bir daha..." diye mırıldandı zar zor, "Seni Zeynep'in çevresinde görmeyeceğim. Hayatında olmayacaksın." Onur gözyaşlarının akmaması için çabalarken başını dimdik kaldırdı.

"Üzgünüm..." dedi titreyen sesiyle, "Ama kızınızı şu an bırakamam... Zeynep benim her şeyim. O iyileşene kadar, tamamen iyi olana kadar siz kızsanız da istemeseniz de benden nefret de etseniz onun yanından ayrılamam... Lütfen bunu yapmama izin verin. Lütfen... Ama size söz veriyorum, Zeynep iyileştiği an hayatından çıkacağım. Hem de geri dönmemek üzere. Buralardan da gideceğim. Bir daha ne siz ne Zeynep beni görmeyecek..."

"Onur!" Mert şok içinde Onur'a bakarken Onur titreyen sesiyle devam etti,

"Söz veriyorum. Ama lütfen şimdi beni ondan ayırmayın. Yalvarırım." Zeynep'in annesi Onur'un gözlerinin içine baktı. O an anne yüreği karşısındaki bu genç delikanlının da bu halde olmasına dayanamamıştı. Üstelik içten içe çok da suçlamıyordu onu. Hikayesini biliyordu, annesinin ölümünü biliyordu, ona böyle davrandığına anlık da olsa pişman olmuştu.

"Tamam..." diye mırıldandı, "Zeynep iyileşene kadar yanında olabilirsin. Ama Zeynep iyileştiğinde seni onun yanında istemiyorum. Biliyorsun... bu onun için en iyisi." Onur başını salladı,

"Biliyorum..." Burak ve Mert Onur'u omzundan tutup kenara çektiklerinde Onur'un içi biraz olsun rahatlamıştı. En azından Zeynep iyileşene kadar yanında olacaktı, sonrası için planı zaten kafasında hazırdı.

"Oğlum manyak mısın! Ne gitmesinden bahsediyorsun sen?"

"Lütfen konuşmayalım... Halim yok."

"Onur... Kafanda ne var bilmiyorum, ama o kafandakine izin vermeyeceğiz."

"Mert, lütfen... Bunu konuşmanın vakti değil." O esnada Zeynep'in babası telaşla koridora girdi.

"Görmemize izin verecekler. Durumu daha iyiymiş." Onur umutla başını kaldırdı,

"Bizim de... görmemize izin verecekler mi?" O an Zeynep'in annesiyle bakıştılar. Kadının içi acıyordu, kızgındı, öfkeliydi ama bu çocuğun gözlerindeki aşkı da görüyordu ve hiçe saymak istemiyordu.

"Hepimiz görelim..." dedi kocasına, "Lütfen söyle, sırayla hepimiz görelim... Bu Zeynep'ime iyi gelecek..."

Yetkililerle konuşmalar yapıldı, prosedürler tartışıldı, ama sonuç hepsi için umut verici oldu. Doktor beşinin de sırayla Zeynep'i görmesine izin verdi. Sırayla girecek, beş dakika kalıp çıkacaklardı. Önce annesi girdi içeri... Dördü camdan izlerlerken Zeynep'i gördüğü an zavallı kadının yüreği parçalandı. Hıçkırıklarını saklamaya çalışarak kızının başına doğru eğildi. Cevap alamadığı cümlelerini sıralamaya başladı,

"Kızım... meleğim..."

"Öyle güzelsin ki, şu halinle bile gözlerimi kamaştırıyorsun..." Zeynep kıpırdamadı bile.

"Sen benim bu dünyadaki en değerli varlığımsın. Sen benim bu dünyadaki en güzel hediyemsin, sen bana bu dünyada bahşedilmiş bir meleksin." Sonra titreyen dudaklarını birbirine bastırdı,

"Sen bizim meleğimizsin... Ve biliyorum ki gözlerini açacaksın..." Burnunu çeke çeke sakinleşmeye çalıştı,

"Sen çok güçlüsün Zeynep! İyileşeceksin!" Kızının ellerini öptü, kokusunu için çekti.

"Hele bir iyileş, sana istediğin her yemeği yapacağım. İstediğin her yere birlikte gideceğiz. Bir daha babanla tartışmayacağız, sana söz veriyorum." Kalktı, alnını öptü maskesinin üzerinden.

"Hala çok güzel kokuyorsun, hala bebek gibi kokuyorsun..." Sonra baştan aşağı süzdü kızını,

"Allah acını alsın bana versin yavrum... Sen yeter ki iyi ol..." Süresi dolduğunda hemşire tarafından ağlaya ağlaya dışarı alındı. Koltuklardan birine yığıldığında eşi başındaydı. Karısını bu halde bırakıp içeri giremezdi, Burak'a başıyla işaret etti.

"Siz girin..." Burak heyecanla odaya daldığında önce hızla kıyafetlerini giydi. Sonra yoğun bakıma doğru korkak bir adım atarken maskesini taktı. Zeyno'sunu bu halde görmek onu bir anlığına mahvetti. Zeynep'in yanındaki sandalyeye titrek ayaklarla ilerledi ve oturdu. Ne yapacağını bilemez gibi baştan aşağı inceledi Zeynep'i.

"Zeyno..." diye mırıldandı, "Ben geldim..." Yutkundu. Konuşamıyordu bile.

"Kızım vallahi de billahi de çok seviyorum seni. Çok seviyoruz. Ne olursun uyan... Söz veriyorum eskisi kadar komik espriler yapacağım hatta kendimi daha çok geliştireceğim!" Eldivenli eliyle Zeynep'in elini tuttu.

"Birlikte Aleyna Tilki şarkıları söyleyeceğiz, Son Feci Bisiklet konserlerine gideceğiz." Çaresizce gözlerini kapattı,

"Seni ilk gördüğüm anda bile sevmiştim. Sen benim kardeşim oldun, sırdaşım oldun, arkadaşım oldun, beni en iyi anlayan insan oldun. Şimdi birdenbire hayatımdan çıkıp gidecek misin?" Sonra durup hırsla konuştu,

"Gitmeyeceksin Zeyno. Gözlerini açacaksın. Sen benim yengem olacaksın."

"Hani bir kere seninle dağ tırmanışına gitme hayali kurmuştuk... Hatırlıyor musun?"

"Tabi, cevap veremiyorsun... Soru sormak saçmaydı... Hatırlıyorsun, biliyorum. Sen uyanacaksın ve biz o dağa tırmanacağız Zeyno! Gördüğüm en güçlü kızsın sen, bunu da atlatacaksın, ayağa kalkacaksın! Tamam mı?" Gözlerinden bir damla yaş akarken ısrarla sordu,

"Tamam mı!" Hemşire odaya girip süresinin bittiğini söylediğinde Burak ağlayarak başını salladı.

"Yine geleceğim, ve bu sefer gözlerin açık olacak!" Burak odadan çıkar çıkmaz kendini koltuklara attı. Odadan her çıkan yıkılıyordu. Zeynep'i o halde gören herkesin bacakları titriyordu... Sıra Mert'teydi. Mert en matenetli olanları gibi görünse de o da içten ice acı içindeydi. Yoğun bakıma adım attığı ilk anda içinden "Haydaa..." diye bir ses geldi. Camdan göründüğünden daha kötü bir haldeydi. Dudakları çatlamıştı, yüzünün rengi tamamen gitmişti. Korkuyla yanına oturup birkaç saniye Zeynep'i süzdü.

"Çok güzelsin." diye fısıldadı.

"Her zamanki gibi çok güzelsin. Sana her baktığımda bunu düşündüm Zeynep. Yüzünden, saçından, kaşından değil. Hani bazı insanların ruhu dışarı vurur ya. İşte sen öyle bir güzelsin... Ruhun güzel..." Sonra uzanıp elini tuttu.

"Bu eller ısınacak, o gözler açılacak, o dudaklar aralanacak ve sen car car car konuşmaya başlayacaksın." Sonra durdu, çaresizce ekledi,

"Değil mi Zeynep?" Ne diyeceğini bilemiyordu.

"Seni çok seviyoruz. Sen benim için Burak için birer kardeş oldun. Onur'umuzun sevdiği oldun. Onur, benim kardeşim. Ve ben onu çocukluğundan beri kimseye böyle bakarken yakalamadım. Bir tek sana be Zeynep... Bir tek sana. Ve şimdi sen o gözlerini açmadıkça o çocuğun da bizim de annenin babanın da içi kahrolacak..."

"Kahraman olmak ister misin Zeynep? O gözleri açıp bizi kurtarmak ister misin?" Eğildi, Zeynep'in saçlarına bir öpücük kondurdu.

"Sen bir insanın sahip olabileceği en iyi arkadaşsın. Ve seni asla kaybetmeyeceğiz. O gözleri açacaksın, bize geri döneceksin." Hemşire Mert'e saati işaret ederken Mert acı içinde ayağa kalktı.

"Görüşeceğiz Zeynep..." Mert odadan çıkarken Onur kapıda bekliyordu. Hatta telaştan kıyafetlerini beklerken giymişti. Mert çıkar çıkmaz yoğun bakıma daldı. Sevdiğini, sevgilisini bugün ikinci kez görüyordu... Heyecanla başına geçti. Elini tuttu.

"Ben geldim..." diye fısıldadı. Diğer elini saçlarında gezdirirken yalvaran gözlerle Zeynep'e baktı.

"Annen geldi, baban geldi... Hepimiz buradayız Zeynep..." Sonra titreyen dudaklarıyla devam etti,

"Sıra sende... Biz yanındayız, sıra senin gözlerini açıp bizi görmende..."

"Biliyorum beni duyuyorsun. Ellerimi hissediyorsun, biliyorum gözlerini açmak istiyorsun. Şimdi vakti sevgilim. O gözleri açmanın vakti..." Sonra içindeki suçlulukla konuşmaya devam etti,

"Seni bu hale ben getirdim. Ama sana söz veriyorum her şeyi düzelteceğim... Bir gözlerini aç bana bir bak senin için dünyayı tersine çevireceğim." Eğilip Zeynep'in alnını öptü,

"Sevgilim... Sen bir uyan, dünyanın dönüşünü durduracağım... senin için..."

"Yalvarıyorum gözlerini aç, yalvarıyorum bana bak..." Onur gözlerini kapatmış alnını Zeynep'in alnına yaslamış ona yalvarıyordu.

"Sana yalvarıyorum Zeynep... Yalvarıyorum gözlerini aç... Yalvarıyorum bana bak..."

O an şok edici bir an yaşandı. Onur'un kapalı gözleriyle yasladığı başının altında bir kıpırdanma oldu. Sonra hafif bir öksürük sesi. Onur şok içinde başını kaldırıp Zeynep'e bakarken Zeynep'in gözlerini yavaş yavaş araladığını gördü.

"Zeynep! Zeynep!" Zeynep gözlerini kozasından yeni çıkar gibi aralarken öksürmeye çalışıyordu. Onur'un içi içine sığmıyordu! Dışarı doğru seslendi,

"Uyandı! Gözlerini açtı!" Mert, Burak, Zeynep'in anne ve babası şok içinde camın önüne doluşurlarken Onur Zeynep'in kıpkırmızı olmuş gözlerine bakıyordu. Hemşire odaya daldığı an koşarak geri çıktı,

"Doktor çağıracağım!" Olmuştu işte, bir mucize olmuştu. Onur gözlerinden damlayan bir damla yaşla Zeynep'in üzerine doğru eğildiğinde Zeynep bulanık gözlerle Onur'u tanımaya çalışıyordu. Konuşamıyordu, ama öylece bakıyordu. Onur Zeynep'in yüzünü iki eli arasına aldı,

"Ben sana köpek gibi aşıkmışım." diye mırıldandı titreyen dudaklarıyla nefes nefese, sonra devam etti,

"Söz konusu ben oldum. Sustum, ne olacaksa olsun diye bekledim. Kimseye karşı koymadım, koyamadım. Bana sundukları kaderi yaşadım. Bana verdikleri acıyı çektim. Ama yanlış kişiyi seçtiler Zeynep..." Zeynep Onur'a baygın gözlerle bakarken Onur son bir cümle kurdu,

"Şimdi söz konusu sensin... Ve ben bütün dünyayı karşıma alacağım."

---

(Buraya site kendi kendine cümleyi silip sadece M yazmış, hepiniz sormuşsunuz M ne Onur ne dedi diye, düzelttim ve cümleyi ekledim haberiniz olsun^^) hbfngfdg

---

Bir yorum geldi geçen bölümlerde, "Yalnız yazar bunları nası toparlayacak merak ediyorum." diye, ben de çok merak ediyorum gsbhdfd Öyle bir noktaya geldik ki, hepsi dağıldı. Onur dağıldı, Zeynep dağıldı, Mert dağıldı, Burak dağıldı. En başından beri 2 bölümden bahsedip duruyordum, biri geçen bölümdü... Biri de 24.bölüm, kitabın en akılda kalan bölümleri onlar olacak. 24'ü okurken nefesinizi tutacağınıza eminim :') Bir konuya açıklık getireyim bu arada, neden Karantina'ya sık sık ve birden fazla bölüm atıyorum da 3391 Kilometre'ye atmıyorum. Çünkü çooook geride kaldık, bu bir. İkincisi, ben Cumartesi günü bir yolculuğa çıkıyorum ve 3 hafta hiç bilgisayar kullanamayacağım, ve elimde bölümler varken sizi bekleteceğime hepsini atarım mantığındayım. 3391 Kilometre'de ise çok ilerledik ve elimde bölüm yok, ama biliyorum ki sizi çok beklettim ve eğer işler yolunda gider de yolculuğa çıkmadan yetiştirebilirsem Cumartesi günü bölüm gelecek çünkü Ege'mi İzmir'imi çok özledim^^ Instagram'da birkaç mesaja bakabildim, "Beyza Abla nerelerdesin, hasta mısın?" mesajları gelmiş. İyiyim, sadece inanılmaz yoğunum bir saniyem bile boş geçmiyor bu yüzden hiçbir yere giremiyorum. Ama dediğim gibi geziye çıkacağım, ve bol bol Instagram'da olacağım, takip ederseniz her adımımı görebilirsiniz^^ Sizi seviyorum, merak ettiğiniz için çok teşekkürler. Güzel dilekleriniz için de^^ Yorumlarınızı bekliyorum!

Instagram : beyzalkoc

Continue Reading

You'll Also Like

1.4M 46.1K 22
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
336K 8.8K 49
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
976K 13.1K 34
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
Eftalya By esmaa

Teen Fiction

272K 11.9K 20
Eftal: Hamileyim Dora. Eftal: Cidden hamileyim.