SİYAH

By blueanalien

17.6M 296K 44.4K

Kozadan çıkmış bir kelebek, Bir günlük ömre aşık olmuş adam. More

Yıllar sonra... Merhaba!
SİYAH
1.BÖLÜM: Başlangıç
2.BÖLÜM: Tanışma
3.BÖLÜM: Yemek
4.BÖLÜM: İlk
5.BÖLÜM: Sahil
6.BÖLÜM: Talihsiz Gün
7.BÖLÜM: Nişan
8.BÖLÜM: Adım
10.BÖLÜM: Konser
11.BÖLÜM: Piknik
12.BÖLÜM: Senin İçin
Açıklama
13.BÖLÜM: Karar
14.BÖLÜM: Seninleyim
15.BÖLÜM: Davet
16.BÖLÜM:*Sevgilim
17.BÖLÜM: Kabul
18.BÖLÜM: Aşama
19.BÖLÜM: Güzel Bir An
20.BÖLÜM: Gitmek
21.BÖLÜM: Çiftlik
22.BÖLÜM: Acı
ÖZEL
23.BÖLÜM: Hastane
24.BÖLÜM: Ev
25.BÖLÜM: Beraber

9.BÖLÜM: Hatırla

355K 11.2K 1.6K
By blueanalien

Bir şeyler tuhaftı, yanlış gidiyordu.

Nişanın üzerinden dört gün geçmişti ve Şule yaklaşık dört gündür gülümseyerek telefona bakıyordu. Abim tekrar eski düzenine geri dönmüştü, saat yedi olduğu an eve geliyordu. Dershanemin etrafında birkaç kez Timuçin'i gördüğüme yemin edebilirdim.

Tuhaftı bunlar çünkü hiç birinin cevabını alamıyordum, Şule ona yaklaştığım an telefonu kapatıyordu. Abime yarı ciddi, yarı alayla neler olduğunu sorduğumda her zaman beni bir şekilde  geçiştiriyordu, Timuçin'i üçüncü görüşümde peşine düşerek burada ne yaptığını soracaktım ama yakalayamamıştım.

Uzun bir zaman sonra hareketlenmeye başlayan hayatımdan pek hoşlanmamıştım. Her şey bildiğim, kontrol edebileceğim noktada ilerlerse çok daha memnun kalırdım.

Ayrıca gerçekten ama gerçekten Şule'yi pataklamamak için kendimi zor tutuyordum. Yanımda oturduğu yerde hala sırıtmaya devam ediyordu. "Artık bana neden telefona karşı bu kadar sırıttığı söyle, yoksa özel alan ihlali yapıp telefonu elinden zorla alacak, mesajların hepsini okuyacağım." 

"Sırıtmıyorum," diye reddettiğinde sinirler iç çektim. "Kiminle konuşuyorsun Şule?"

"Söyleyeceğim ama çok kızma," diyerek hızlıca geri vites yaptı. "Sadece konuşuyoruz zaten."

"Utku deme, duvarla elimin arasındasın."

Gözlerini kaçırdı, "Kesin mi demeyeyim?"

Burun kemiğimi sıktım, "Lütfen bu bir şaka olsun. Kim olduğu hakkında en ufak bir fikrimiz olmayan kişiyle konuşarak sırıtıyor olma Şule."

Yutkunup, "İnsanlar konuşarak tanışır," dedi.

"Adamın psikopat olma ihtimali yüzde yüz falan, uzak durmak sence de mantıklı olan değil mi?" dedim sesimin yükselmemesine gayret ederek. "Ne ara numaranı aldı? Ne diye konuşuyorsun, ne konuşuyorsunuz Şule?"

"Siz boynuzları ilk görüşte birbirinize geçirdiğiniz için sinir bozucu biri olarak tanıyorsun ama alakası yok Arya. Çok sakin biri. Numaramı da nişandan çıktığım zaman beni otobüs durağına bırakırken aldı. Öyle havadan sudan konuşuyoruz, cidden pek bir şey yok."

"Bana gelip seni sorduğunda işkillenmiştim zaten," diye homurdandım. "Off içim hiç rahat  değil."

"Beni mi sordu?" derken parıldayan gözlerine kaşlarımı çattım. "Neyse ne."

"Birde..." dedi tedirgince kıpırdanarak. "Pusat hakkında..." Başımı çevirdiğimde, "Sanki siz berabermişsiniz de bundan mutlu değilmiş gibi konuştu, nedeni ne gerçekten tam anlayamadım. Sen Pusat'la daha önce tanışmış mıydın?" dedi.

"Hayır. Bana da söylenip duruyor. Artık rahat bıraksa iyi olacak."

"Sana bakıyordu," diye aniden söyleyince şaşkınca baktım. "Nişan boyunca gözlerini kırpmamış bile olabilir. Farkında değil misin? İyi düşün Arya. Pusat, Utku'dan çok daha korkunç duruyor."

"Gerçekten şu mesele nerden çıktıysa bir öğrensem iyi olacak. Onunla hiç tanışmadım Şule, baktığının da farkında değilim." Saçlarımı karıştırdım, "Kapatalım şu konuyu."

"Aman ya, neden seninle hiç dedikodu yapılmıyor?"

"Çünkü benden malzeme çıkmaz, ben dedikodu dinlemeyi severim," diyerek sırıttım.

"Madem seviyorsun anlattığım şeyleri neden hiç dinlemiyorsun canım arkadaşım?"

Yanaklarını sıkıp yerimden kalktım, "Dinliyorum. Tek fark hiç biri umurumda değil."

"Ayıp sana, birde utanmadan söylüyorsun." O da yerinden kalktığında, "Aras abi ne yapıyor?" diye sordu.

Dudağımı dişledim. Buna nasıl bir cevap vermem gerektiğini bilmiyordum, son bir aydır birbirimizden aşırı derecede uzaklaşmıştık. Kafasına takılan bir şey vardı ve bunu çözmek için her zaman yaptığı gibi uzaklaşmaya çalışıyordu.

Nefret ederdim bu huyundan. Bir sorun varsa beraber çözmeliydik, çözemesek bile anlatmalıydı. Aileydik biz. "İş peşinde koşturuyor sanırım."

"Bazen hayret etmeden duramıyorum. Aras abinin bir anda evlenmek istemesi çok değişik değil mi? Ömrü boyunca senin başının etini yer diye düşünüyordum."

Değişikti. Diğer insanlara göre kalp kapılarımız çok daha sıkı kapalıydı. Ne kadar açılmaz dursa da Liva'yı gördüğümde çoğu şey daha anlaşılır gelmişti. Birbirlerine bakışları her şeyi yeteri kadar açıklıyordu. Aşık olmuştu abim. Ve bu aşkı en iyi şekilde karşılık alıyordu. "Neyse ki öyle bir şey olmadı. Biraz da başkalarını çileden çıkarsın, hep beni mi çıkaracak?" Liva'nın abimi incitmeden seveceğine yüzde yüz emindim. 

Kahkaha attı, "Sende haklısın."

"Ben artık gideyim." Çantamı sandalyeden aldım, "Bugün cumartesi. Klasiğimi gerçekleştirmeye gidiyorum. Sen ne yapacaksın?"

"Babam evin bir kaç eksiğini halledecekmiş, ona yardım edeceğim."

Memnuniyetsiz suratına güldüm, "Kaçırayım mı seni?"

"Çok mantıklı. Yarım saat sonra bizi eliyle koymuş gibi bulur artık." Eliyle git işareti yaptı, "Hadi görüşürüz."

"Görüşürüz o zaman." 

El sallayarak dışarıya çıktım. Düzenli olarak gittiğim, havasının beni mutlu ettiği kafeye doğru yol alırken bir yandan da zihnimde Utku ve Şule dönüyordu. Cidden içim rahat değildi, çok hızlı gülümseme evresine geçmişlerdi bir kere. Ayrıca Kemal amca vardı, hiç düşünmek istemiyordum ama herhangi bir şekilde öğrenirse yer yerinden oynardı. Evet, sadece konuşuyorlardı ama Kemal amca sadece kısmıyla ilgilenmezdi ki. Onun dellenmesi için konuşma kısmı yeterliydi. Daha önce yaşamıştık bunu, Şule o zamandan beri kimseyle konuşmamaya ekstra özen gösteriyordu çünkü Kemal amca o dönem konuştuğu kişiye baya büyük rezillik çıkarmıştı.

Peki, şimdi bu neydi? Kurallarını bozması ürkütüyordu beni, devamının gelme ihtimali vardı.

Eskiden Şule, Kemal amcaya bir şey dememi engellemişti fakat artık engelleyemezdi de. İstediği her sözü söylemesine, ceza vermesine göz yumma ihtimalim uzay boşluğu içinde yoktu. Ve tüm bu endişelerim arasında da ne olursa olsun onu sınırlamaya hakkımın var olduğunu söylenemezdi, hem ne yapacaktım? Utku'yla konuşmasını engelleyebilmek için elimden gelen tek şey cümlelerdi. Daha fazlasını yapmazdım, en nihayetinde kendi hayatı, kendi seçimleriydi.

İç çekerek geldiğim kafenin kapısını ittirerek içeriye girdim. Kafe çoğu zaman boş olurdu, üç dört kişinin geldiği kuytu bir yerdi. Yine öyleydi ama ayakta duran devasa bedenin gözüme çarpmaması imkansızdı.

Bu gerçek miydi? Cidden normal olamazdı. Pusat burada ne yapıyordu?

Başını çevirdiğinde göz göze geldik. Kaşlarım çatıktı ki çok doğaldı bu. Yürüyüp önünde durduğumda, "Biz böyle karşılaşmaya devam mı edeceğiz?" diye mırıldandım.

"Farkındaysan her zaman sen benden sonra geliyorsun."

Evet, doğruydu. Ama garip olan burası açıldığından beri her hafta, cumartesi akşamı saat yedide gelmemdi ve tam da bu saat aralığında onunda burada olmasıydı. Gerçekten Şule veya Utku'yla anlamsız konuşmalar yapmasam buna takılmazdım bile ama onların bir derdi oluşu beni de rahatsız etmeye başlamıştı.

"Ben sizi rahatsız etmeyeyim," deyip kasada oturan Ali'nin yanına ilerledim. Sürekli gelip gitmekten dolayı sıkı arkadaş olmuştuk. "Selam."

"Oo hoş geldin Arya, cumartesi klasiği yapmaya mı geldin?"

Kafamı salladım, "Yerim boş mu?"

"Boş boş. Sen geç, ben kahveni yollatırım."

Onu onaylayıp arkamı döndüğümde gözlerini üzerimize dikmiş Pusat'la karşılaştım. Kaşları çatık bir şekilde bakıp kendi kendine bir şeyler mırıldandı ve kafasını çevirdi.

Her zamanki yerime oturup varlığını göz ardı etmeye çalışarak çantamdan kitaplarımı çıkardım. Bir saat test çözerek, bir saat kitap okuyarak geçirirdim genelde zamanımı burada. Sürekli evde, okulda veya dershanede çalışmak boğucu olabiliyordu. Hatta en verimli zamanlarımdan birisi olurdu burası fakat şu an işler tamamen farklıydı. Kesinlikle odaklanamıyordum. Pusat sırtı bana dönük şekilde oturuyordu, dik dik bakıyor da değildi. Neden sadece görmezden gelemiyordum?

"Buyur kahven," diye Ali seslendiğinde irkilerek ona döndüm.

"Teşekkür ederim," deyip aldığım kahveyi sehpanın üzerine koydum.

"Dersler nasıl gidiyor?"

"Yorucu," dedim bıkkınca. "Hemen bitse keşke sınav telaşı."

Güldü, "Biter biter. Sonuçlar geldiğinde tüm sıkıntılara değdiğini göreceksin."

"Umarım öyle olur," dedim. "Aksi halde çalıştığım zamanlara ağlayabilirim." 

"Geçenlerde," dedi tam gitmek üzereyken. "Senin yaptığın düş kapanını sordu düzenli gelenlerden biri. Müşteri kabul ediyor musun?"

Heyecanla gülümsedim, "Ediyorum. Kullandığım hesaplardan birine yönlendirebilirsin."

"Anlaştık o zaman," diyerek baş parmağını kaldırdı. "Kolay gelsin sana, isteğin olduğunda seslenirsin."

Uzaklaştığında anın heyecanıyla Pusat'ın varlığını unutarak bir saatlik ders çalışma saatimi doldurdum. Ne zaman yaptığım işler hakkında konuşsam hep böyle olurdu, geriye kalanları unuturdum. 

Başarmak istiyordum. Üzerine uğraşıp didindiğim, ödünler verdiğim emeğimin bir yerlere gelmesini her şeyden daha çok arzuluyordum ve bunun gerçekleşmesi için elimden geldiğince uğraşacaktım. Üniversite bu konuda ikinci planda kalsa da yine de çalışmayı bırakamazdım, ikinci bir alternatifimin olması daha mantıklı geliyordu bana. Hem de bunu abimde belli etmese de bir üniversiteden mezun olmamı istiyordu.

Gerinerek arkama yasladım. Sadece bir yıl deli gibi çalışmak zor değildi, arada sırada bıkkınlık gelse de kendimi hemen toparlıyordum. Bir yıl. Hedeflerime ulaşmamı sağlayacaksa uzun bir zaman değildi. Kısa bile sayılırdı.

Saatimi kontrol edip kitabımı kapatırken yanımdan gelen, "Oturabilir miyim?" sorusuyla başımı kaldırdım.

Pusat hala buradaydı.

Şaşkınca emin olamadan, "Tabi..." dedim. 

Dibimde duran minderi çekip karşıma koydu ve oturdu. Rahat bir pozisyon bulmak için bir kaç hareket yaptı fakat uzun boyunun buna pek müsaade ettiği söylenemezdi. Gülmemek için başımı eğdim. Bacakları çok komik gözüküyordu.

"Pek rahat değil sanırım," dediğimde, "Sike-" deyip durdu. Bunu ikinci kez yapıyordu. Yanımda küfretmemeye niye dikkat ediyordu emin değildim, aşırıya kaçılmadığı sürece rahatsız olmazdım. "Sorun yok," dedi ve bacaklarını uzattı. Uzun boyunda başa bela olduğu olabiliyordu demek ki. "Soru çözmen bitti mi?"

"Evet, burada genelde bir saat çalışırım." Kaba olacağımı umursamayarak, "Siz bunca zaman ne yapıyordunuz?" diye sordum. Şule'nin dediğine göre bir patronsa boşa geçirecek çok zamanı olmamalıydı.

"Oturuyordum."

Hadi canım, dememek için kendimi zor tuttum. "Anladım."

Kısa bir sessizlik oldu. Ellerini önünde birleştirmişti, hala rahatsız gözüküyordu. Neden ısrarla oturduğunu anlayamıyordum. Sormak isterdim fakat fazla meraklı gözükmekten çekiniyordum. Bir süre öylece beklemeye devam ettik, onunda konuşmayacağına emin olduğumda okuma kitabımı elime alıp kaldığım sayfayı açtım. Okumak, anlamak zor olacaktı ama kalkıp gitmekte istemiyordum sebepsiz yere. Oturmaya devam edecektim.

"İnsanları uzaktan izliyordum, bir sahne oyunu izler gibi. Onlar oynuyordu ve ben tek seyirciydim," dediğinde başımı kaldırdım. Kitabı gösterip, "Ekmek Arası. Charles Bukowski," dedi. "Üniversite döneminde bir ara okumuştum."

"Aklınızda kalmış. Bende yeni başladım."

"Sadece bu cümlesi," dedi cebinden çıkardığı telefona kısa bakarak.

"Beğenmiş miydiniz?" diye sorunca omuz silkti. "Hayır."

Güldüm, "Yine de hatırlıyorsunuz."

"Bir cümle."

Açıkçası beni de çok sarmamıştı, garip bir havası vardı kitabın. Yazarın yaşamını ele alıyordu. Kötü hayattan çıkan ironi bir kitaptı. "Biz daha önce tanışmış mıydık?" dedim kitaba bakarak. Tamamen alakasız bir konuya geçmiştim ama bunu daha fazla içimde tutamayacaktım. Öğrenmeliydim.

"Tanışmış olsak hatırlardın," dedi biraz önceki sesine göre daha sert bir ses tonuyla.

Başımı kaldırdım, "Lafın uzatmaktan, kıvırmaya çalışmaktan nefret ederim. Bundan dolayı direkt söylemek istiyorum, Utku sizinle konuşmamdan rahatsız. Sürekli beni sıkıştırmaya çalışıyor, neden böyle davrandığını bilmiyorum ama sanki on yıllık aşıkmışız gibi tepki gösteriyor arkadaşınız."

Yüzü korkunç bir hal alırken anında pişman olmuştum söylediğime. Yalnızca soruyu sormalı, yok dediğinde konuyu kapatmalıydım.

"Kafasını patlatacağım," dedi dişlerinin arasında. 

"Onu umursadığım yok," dedim toparlamaya çalışarak. "Sırf biri yapma dedi diye yapmayacak birisi değilim, aksine daha çok yapasım gelir. Ben... Merak ettim." Ardından ekledim, "Sanırım etmemeliydim."

"Kızdığım yok," derken alnında şişen damarları tam aksini bağırıyordu. "Ortalığı karıştırmaya çalışması anlamsız."

Bakışlarımı yüzünde sabitledim, "Yani tanışmıyoruz?"

"Tanışmış olsak hatırlardın," diye tekrarlardı.

"Bu cümle bana hatırlamıyorsan tanışmış olmamızın bir anlamı yok, der gibi geliyor."

"Sikeyim," diyerek yerinden kalktı. Güç bela oturmasına karşılık kolayca kalmıştık. "Gidiyorum."

"Bana bazı insanların sadece kırıp dökmeyi bildiğini söyledi." 

Baya ispiyoncu gibi olmuştum şu an ama kesinlikle ortada dönen ama bilmediğim şeyler vardı.

Durdu fakat dönmedi. "Doğru söylemiş."

Arkasını dönük olduğundan görmeyeceğini bilsem de omuz silktim, "Bazı insanları yargılamak her zaman kolay olmuştur. Bazı insanlar hep yargılanır."

Alnını ovarak döndü, "Utku'yu dinle, on yıldır tanışıyoruz biz."

"Dinlemem gerekiyorsa karşılaşmamalıyız, değil mi? İtiraf edin, biz daha önce karşılaştık." Kollarımı göğsümde birleştirdim, "Bu kadar sinirlenmenizin başka bir açıklaması olamaz."

"Başına bela almakta üstüne yok, değil mi?" Yanıma gelip elinin birini duvara yasladı ve eğilerek yüzünü yüz hizama getirdi. "Tanışmış olsak hatırlardın."

İnatla söylemeye devam ettiği cümleye karşılık, "Hatırlayacağım," dedim. "Göreceksiniz."

Dudağının kenarı kıvrıldı, "Gidiyorum." Geri çekildi, "Şimdilik."

Bu defa adımları duraksamadan gittiğinde ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi bıraktım.

Kalbim deli gibi çarpıyordu, biraz önce yaşanan her şey zihnime kazınmıştı. Onu görmem, yanıma oturmak istemesi, kitap hakkında yorum yapması, tüm bakışma ve konuşma... Hayra alamet durmuyordu. Tüm bunların yanında artık emindim, ne zaman, nasıl olduğunu bilmesem de tanışmıştık. İfadeleri bunu net bir şekilde ortaya koymuştu. Gerçi galiba bunu bilmemi istiyordu, saklamak isteseydi ya da önemli olmasaydı bu konuşmaların hiç birini yapmazdık. 

Tanışmış olsak hatırlardın. Bu cümle hatırla demekle neredeyse eş değerdi.

Kitaplarımı toparlayıp çantama koydum. Hatırlayacaktım. 

🕊

İnstagram: blueanalien








Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 44.5K 25
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...
2M 121K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
7.2M 420K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
575K 21.1K 50
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...