SİYAH

By blueanalien

17.6M 296K 44.4K

Kozadan çıkmış bir kelebek, Bir günlük ömre aşık olmuş adam. More

Yıllar sonra... Merhaba!
SİYAH
1.BÖLÜM: Başlangıç
2.BÖLÜM: Tanışma
3.BÖLÜM: Yemek
4.BÖLÜM: İlk
5.BÖLÜM: Sahil
7.BÖLÜM: Nişan
8.BÖLÜM: Adım
9.BÖLÜM: Hatırla
10.BÖLÜM: Konser
11.BÖLÜM: Piknik
12.BÖLÜM: Senin İçin
Açıklama
13.BÖLÜM: Karar
14.BÖLÜM: Seninleyim
15.BÖLÜM: Davet
16.BÖLÜM:*Sevgilim
17.BÖLÜM: Kabul
18.BÖLÜM: Aşama
19.BÖLÜM: Güzel Bir An
20.BÖLÜM: Gitmek
21.BÖLÜM: Çiftlik
22.BÖLÜM: Acı
ÖZEL
23.BÖLÜM: Hastane
24.BÖLÜM: Ev
25.BÖLÜM: Beraber

6.BÖLÜM: Talihsiz Gün

383K 12.2K 1.7K
By blueanalien

Hayatın tepetaklak olması çok anlık bir şeydi sanırım. Boğazıma yapışan ele başka bir açıklama getiremiyordum.

Beni gıcık eden birinin doğum gününe gelmiş, son günlerde sinirlerime oynamaktan bıkmayan Utku'ya denk gelmiş, elinden kurtulmaya çalışırken bizi bir adamı bulmamız için eve göndermiş, geri geldiğimizde ürkütücü arkadaşlarıyla karşılaşmış ve tam kurtulduk gidiyoruz derken evden fırlayan adamı Timuçin yakalamaya çalışmıştı.

Ama başarılı olamadı. Elinden kaçan adam en yakınında beni bulduğu için bedenimi tuttuğu gibi elini boğazıma sarmıştı.

Bağıra çağıra bir şeyler söylerken nefes alamadığımdan morardığıma emindim. Biraz daha güç kullanmaya devam ederse sonuçlar çok daha kötü olacaktı ve o an kurtulmak için tek bir hareket dahi yapamıyordum. Ani saldırı şoka uğratmış, beynim gitmeyen oksijen yüzünden devre dışı kalmıştı.

Şule'nin çığlığı belli belirsiz kulaklarıma dolarken sürüklenmeye çalışan bedenim artık kendime gelmem gerektiği uyarıları veriyordu. Kurtulmalıydım, nasıl yapacağımı bilmiyordum ama adamın kontrol etmediği gücü öldürmek üzereydi.

"Bu gerçek bir yanlıştı," diye konuşan Pusat'a baktığım için gürültünün ortasında dediğini sadece ben anlayabildim. Gözlerimiz birleştirdiğinde dudağını oynatarak bekle dedi. Bu durumdayken yapabileceğim tek şey dediğine uymaktı. 

Etrafımız gittikçe kalabalıklaşırken sesler yükselmeye devam ediyordu. Her öne atılan kişiyle adam bir adım geriye gidiyor ve boynumdaki eli daha da sıkılaşıyordu. 

Pusat, Utku'ya saniyelik bakıp kafasını yavaşça hareket ettirdi. Ve Utku'da karşılık olarak bir adım daha attı, adam ona dönüp bağırmaya devam ederken yalnızca birkaç saniye sonra boğazımdaki baskı ortadan kalmış ve kendimi Pusat'ın kolları arasında bulmuştum.

Beni uzaklaştırdığı an Utku ve Timuçin adamın tepesine çöktü. Korkudan titreyen vücudumla beraber yere oturduğunda önüme düşen saçları yüzümden çekip kulağımın arkasına sıkıştırdı. Gözleri hızlıca yüzümde gezinirken Şule'nin, "Arya," diye bağırması ve yanımıza geldiği an yüzümü kendine çevirmesiyle ona döndüm. O da benim gibi titrerken ağlayarak yüzüme bakıyordu. "İyiyim," demeye çalıştım. Çok ciddi bir hasar almamış olmalıydım, bıçak falan dayamamıştı sonuçta. 

"Yüzün mor geri zekalı!" diye var gücüyle bağırdığında, "Hastaneye gidiyoruz," dedi arkasından Utku.

Pusat'a yaslı olan vücudumu kaldırmak istediklerinde, "Bekle," dedim güç bela. "Sadece herkes dursun."

İnsanlar yavaş yavaş dağılınca, "Eve gitmen gerekiyor," dedim ağlamaya devam eden Şule'ye. 

Küfredip, "Hiçbir yere gitmiyorum," dedi.

Gitmeliydi. Kemal amcanın ne kadar can sıkıcı biri olduğunu çok iyi biliyorduk, onun baskısı bazen Şule'den sekip bana bile ulaşırdı.

"Gitmen gerek Şule, saat çok geç oldu."

Evet, can derdindeyken bunu düşünmek çok saçmaydı fakat gerçekten gitmeliydi. Ne kadar geç giderse durum o kadar karışırdı, yaşananları Kemal amcaya anlatmak zorunda kalırsa bir daha ömür billah dışarıya çıkmasına izin vermeyebilirdi. Aşırı kuralcı ve sık boğazdı.

"Ona ayağımı incittiğim için geç kaldığımızı söyle," dedim artık son gücümle.

"Gitmiyorum Arya, çok kötü gözüküyorsun."

"Altı üstü boğuldum," diye gülerek söylediğimde bu bir tek onu sinir etmemişti. Yaslandığım beden gerilirken Utku ayağını sinirle yere vurdu. Sanırım dalga geçmenin sırası değildi. "Onu eve bırakabilir misiniz?" diye bana endişeyle bakan üç çift gözün sahiplerine sordum.

En sonunda Timuçin, "Bırakırız..." diye mırıldandı. Ardından saçlarını karıştırarak başını yere eğdi. "Özür dilerim. Benim yüzümden oldu."

Şimdi bunu tartışmanın sırası değildi. Onun yüzünden veya başka biri, olan olmuştu artık.

"Hadi Şule," dediğimde üzgün üzgün yüzüme bakarak yerden kalktı. "Gitmek istemiyorum," diye son bir kez şansını denediğinde, "Defol git lütfen," dedim.

"Bana haber vermeyi unutma," deyip Timuçin'in yanına yürüdü ve beraber giderlerken sürekli arkasına bakmaya devam etti. Onlar gözden kaybolana kadar gülümsedim, her an gitmekten vazgeçip yanıma gelmeye çalışabilirdi çünkü.

Gözden kaybolduklarında aralarından adını öğrenmediğim adam beni boğmaya çalışan kişiyi yaka paça götürünce Utku ve Pusat'la tek kaldım.

"Hastaneye gidelim," diye bir kez daha dediğinde Utku kafamı iki yana salladım, "Gerek yok."

"Özür dilerim."

Cevap vermeden yerden kalmaya çalıştığımda tam başaramamış Pusat'ın ufak bir dokunuşuyla kalkabilmiştim. "Eve gitmeliyim."

Benimde abime yakalanma ihtimalim varken daha fazla oyalanmanın anlamı yoktu. 

Pusat, "İlk önce hastane," dedi. "Boynundaki morluğu görmezden gelemezsin."

Gelebilirdim. Gerçekten tek isteğim eve gidip yatmaktı. "Daha sonra eczaneden ilaç alırım."

"Arabayı getir," dedi dediğimi görmezden gelerek. 

Utku arabayı getirmeye gittiğinde sessizlik aramızda sürmeye devam etti. İlk kez birinin yanında rahatsız mıydım, rahat mıydım emin olamıyordum. Genelde insanlar hakkında ilk görüşlerim çok net olurdu, ya yaklaşırdım ya da yaklaşmazdım. Arafda kaldığım olmamıştı ama bu adamın yanında tam da arafda hissediyordum.

Ve üzerine de düşünmek istemiyordum. Karmaşıklığa yol açacağına kesin hükmüm vardı içimde, bu adam aynı ortamda bulunmak istemediğim insanlar içinde ilk üçün içine girerdi.

Araba geldiğinde binmem için kapıyı açtı, "Teşekkür ederim," diyerek bindim. Kapı arkamdan kapanırken o da ön koltuğa oturdu. "Eczane," dediğinde belli etmesem de azıcık şaşırmıştım. Kesinlikle dediğim dedik bir insandı, bu yüzden dediğimi yapmak yerine hastaneye götüreceğini düşünmüştüm ama belli ki yanılıyordum.

"Şimdi nöbetçi eczane bulmak gerek, direkt eve gideyim. Yarın almak için dışarı çıkarım."

Utku'nun sinirli ifadesi biraz daha karardığında konuşacaktı ki, "Tamam," dedi Pusat. "Onu eve götür Utku."

Sessizlik içinde eve geldiğimizde ona adresi vermediğimi fark ettim ama daha önce bize gelen Liva'nın adresi ona söylemesi şaşırtıcı bir şey değildi. 

"Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Pusat'a kurtardığı için ayrıca teşekkür etmeliydim ama bunun için kelimeler ağzımdan çıkmamıştı. "İyi geceler."

Arabadan inip dengesiz adımlarla binanın bahçesine girdim. Ardından bina kapısını açıp içeriye girene kadar araba hareket etmemişti. Ne zaman kapı kapanmış, o zaman motorun sesi duyulmuştu.

Elimle duvardan destek alarak asansöre bindim ve aynadan kendime bakmamak için büyük bir savaş verdim. Eve gidince görmek daha mantıklıydı, durduk yere binayı çığlığımla inletmeye gerek yoktu.

Asansör kata gelip durduğunda kapısını ittirip çantamdan anahtarı çıkardım ve eve girdim. Ceketimi, çantamı bir köşeye bırakarak, "Hadi bakalım," dedim kendime. Beni ne bekliyordu artık görmeliyim.

Banyodaki aynanın karşısına geçtiğimde durum beklediğimden çok daha kötüydü. Sürekli hastane denmesinin cidden geçerli bir sebebi vardı, çünkü boynum felaket gözüküyordu. Beş parmağın izi kabak gibi ortadaydı. Adamda insan üstü bir güç falan vardı herhalde, mosmor gözüküyordu boynum. 

Ne yapacağımı bilemeden aynanın karşısında durdum. Ne yapacaktım sahiden? Boğazlı kıyafet giymekten, fular takmaktan nefret ettiğimi cümle alem biliyordu. Abim görse yer yerinden oynardı, dayım görse bile biterdim. 

Nur topu gibi bir bela edinmiştim kendime.

Gözlerim dolmaya başlayınca başımı yere eğdim ve bu yalnızca acımı ikiye katladı. Hastaneye gitmeliydim. Bu morluğu gerçekten görmezden gelemezdim.

Işıkları kapatıp banyodan çıktığımda göz yaşlarım süzülüyordu. Galiba gelene kadar şoktan acı hissetmemiştim ama şimdi boynum kopacakmış gibi bir his vardı.

Koltuklardan birine uzanacakken çalan zille korkuyla yutkundum. Abim mi gelmişti? Ne diyecektim ona? Uyuyor numarası mı yapsaydım?

Kapıya yaklaşıp delikten gelen kişiye baktığımda Pusat'ı görmem olduğum yerde donakalmama sebep oldu. Neden gelmişti?

Gözlerimi sertçe silip yüzümdeki perişan ifadenin belli olmaması için ışığı kapattıktan sonra kapıyı açtım. Yalnızdı. "Evet?" dediğimde sesim berbat ötesi çıkmıştı. Cidden gözümü silip, ışığı kapatmak neyi saklayacaktı?

"Ağrı kesici ve bir iki krem," deyip poşet uzattığında başımı yerden kaldırmadan elinden aldım. "Teşekkür ederim."

Gitmeden bekleyince, "Başka bir şey var mı?" diye sordum. Gerçekten dinlenmek istiyordum.

"Yalnız mısın?"

Sadece kafamı salladım.

"Hastaneye gitmeyeceğine emin misin?"

Bir dakikalık duraksamanın ardından tekrar kafamı salladım.

Aniden, "O zaman yanına birini çağır," diye bağırdığında irkilerek bir adım geriye attım. Başım yerden kalkıp ona baktığında korkudan titrediğimin farkındaydım.

Sinirle burun kemiğini sıktı, "Titreme karşımda."

Pardon? Sorunu neydi bunun? Boynum çok kötüydü, deli gibi acı çekiyordum ve bu adam karşıma geçip bana bağırıyordu. Üstüne birde titrememe mi diyordun? Çatık kaşları, öfkeyle solumasının ne kadar ürkütücü olduğundan haberi var mıydı?

"İlaçlar için tekrar teşekkür ederim, gitseniz iyi olacak," deyip kapıyı kapatacağımda, "Utku aşağıda bekleyecekmiş," dedi.

"Anlamadım?"

"Bir şey olursa diye aşağıda duracakmış."

Utku muhtemelen yalnız olduğumu bile bilmiyordu. "Bir şeye ihtiyacım olmayacak," diye son kez konuştum ve kapıyı kaba olacağımı bilsem de kapattım. Beni kurtarmış, üzerine birde ilaç getirmişti ama daha fazla onun bakışlarına maruz kalmaya takatim yoktu.

İlaçların arasında ağrı kesiciyi çıkarıp içtikten sonra odama geçtim ve yatağa yattığım gibi yorganı başıma kadar çektim.

Acıyan boğazım, sızlayan burnum, durmayan göz yaşlarımla,w o an düşündüğüm tek şey anlam veremediğim bir endişeyle kapıma dikilmiş adamdı.

🕊

Evet.

Faciamızın üzerine tamı tamına iki hafta geçmişti. Üç gün okula gidememiştim, Şule'de ilk iki gün başımda beklemişti. Birlikte ağlıya sızlaya, bağıra çağıra geçirdikten sonra gelen sınav haftamızla eski halimize geri dönmüştük.

Bu arada abimle denk geldiğimiz zamanlar çoğu zaman akşam vakti olmuş, boynumu fark etmemişti. Gündüzse saçlarımın ve fondötenin yardımıyla yüksek ölçüde kapatmıştım. Zaten aklıda beş karış havadaydı, böylece fark etmeden iyileşmeyi başarmıştım.

Gerçi şimdi bile tam geçmiş sayılmazdı, morluk gitmiş yerine yeşil-sarımtırak bir renk gelmişti. Küçük küçük bölgelerde olduğundan onu kapatmak daha kolaydı. Yine de her ihtimale karşı iki haftadır açık bıraktığım saçlarımı toplamamıştım.

Artık daha rahat olduğumdan saçlarımı sıkıca toplayarak yerde ağzı açık duran çantamı kapatıp elime aldım.

Çıkmak için hızlanırken çalan zille kaşlarımı çatarak kapıya baktım, birini bekliyor muydum? Hayır. Gelecek abim ve dayım vardı, onlarında işi başından aşkındı bu sıralar.

Kapıya doğru yürüyüp açmamla karşımda Utku'yu görmem neredeyse tekrar kapatmama sebep olacaktı ama izin vermeyeceğine emin olduğumdan, "Evet?" diye sordum. İçeriye davet falanda etmeyecektim elbette.

"Nasıl olduğunu görmeye ve bir kez daha özür dilemeye geldim. Benim yüzümden başını yok yere bela aldın," deyip boynuma baktı. "Özür dilerim. İşlerin böyle çığırdan çıkacağı aklımın ucundan geçmezdi.

"Sorun yok, kimse bilemezdi," dediğimde yumuşak tavrım onu şaşırtmış olacak ki bir an tepki veremedi.  "Küfür etmene çok hazırlamıştım kendimi."

"İyi olmasaydım, küfür etmekten çok daha fazlasını yapardım. Ama gördüğün gibi iyiyim, boğazıma dayanan el dışında hiçbir sıkıntı çekmedim."

Abime yakalanmamıştım, Şule'nin babasıda geç kaldığı için huysuzluk yapsa da bunu sadece kelimelere dökmekle yetinmişti. Kısaca her şey normal halindeydi.

"O gün yanındaki arkadaşın mıydı?" diye bambaşka konuya geçtiğinde tek kaşımı kaldırdım. Bu da nereden çıkmıştı şimdi? "Ne yapacaksın?"

"Merak ettim, senden daha çok endişeliydi. Timuçin tüm yol boyunca ağlamaya devam ettiğini söylemişti."

"Bir sorun yok," diye kısaca cevapladığımda iç çekti. "Pekala, gidiyorum."

"Utku," dediğimde durdu. "O gün aşağıda mı beklemiştin?"

"Ne beklemesi?" dedi. Kafası karışmış bir şekilde yüzüme bakıyordu. Haberi bile yoktu.

"Bir şey değil," deyip yanağımı dişledim. Pekala. Bu tuhaftı.

Kapının arkasından anahtarı çıkarıp ayakkabılarımı giydim. Benimde artık gitmem gerekiyordu. "Görüşürüz," dedim yanımda dikilmeyi sürdüren Utku'ya.

"Sen nereye gidiyorsun?"

"Etüttüm var," Asansöre binip sıfıra bastım. Bir yandan da kulaklığımı çıkarıp telefona takarken, "Uzakta mı?" diye sordu.

"Hayır, on dakikalık yürüme mesafesinde." Bu yaklaşık üç müzik yapıyordu.

Binadan çıktığımızda son bir kez görüşüp yoluma döndüm. Listemden ayarladığım müziği açtım. Sorunsuz bir şekilde dershaneye geldiğimde kimseyle temas kurmadan sınıfa girip sırama oturdum. Dersin başlamasına altı yedi dakika vardı, Şule'de henüz gelmemişti.

Arkama yaslanıp müzik dinlemeye devam ederken beş dakika sonra nefes nefese içeriye giren Şule'yle kulaklığı çıkarıp, "Bu halin ne?" diye sordum.

"Ne oldu inanamazsın," deyince, "Allah rızası için kötü bir şey olmasın," dedim en içten tavrımla. 

"Utku'yla karşılaştım."

"Ne!" diye bağırdım. "Nasıl karşılaştınız? Nerede?" Gerçi daha biraz önce bizim evin oradaydı, denk gelmeleri çokta sıra dışı sayılmazdı.

Tepkime şaşırmış olacak ki, "Sakin ol," dedi. "Okulun yakınlarında. Telefonla konuşuyordu, göz göze geldiğimizde baş selamı verdik. Tam yanından geçip gidecekken nasıl olduğumu sordu."

"Ne demek nasıl olduğunu sordu?"

"Arya iyi misin? Bu tepkilerden neyin nesi? Adam psikopat falan mı?"

Emin değildim ama olma potansiyeli çok yüksekti. "Ondan gerçekten hoşlanmıyorum."

"Sana bir şey mi yaptı?"

Yapmamıştı. Saçma bir çekişme vardı aramızda ama biraz önce Şule'yi sorup sonra karşılaşmaları anlam veremediğim bir şekilde rahatsız etmişti. "Hayır. Neden bilmiyorum ama karşılaştığımız ilk andan beri çakışıp duruyoruz."

Omuz silkti, "Oldukça normal birisi gibi. Asıl Pusat dediği kişi tuhaf değil mi? Birini göz ile öldürmek mümkünse, bunu kesin o kişi yapar."

Haksız sayılmazdı. "Bir daha Utku'yla karşılaşırsan yolunu çevir."

"Abartıyorsun şu an. Onunla denk geleceğiz. Çünkü abin kız kardeşiyle evleniyor."

"Yine de sen kendine dikkat et," diye mırıldandım. 

Ders başlayınca konuşmadan önüne döndü. Geriye kalan zamanı çözülmemiş, çözülmeye çalışan sorularla geçerken tüm vakti doldurmuştuk. Şule ders konusunda kimsenin beklemediği bir şekilde ciddiydi, üniversiteyi kazanmak onun için çok önemliydi. Çünkü kazanıp giderse birazcık da olsa babasının gölgesinden kurtulacaktı. Bu çareye sığınması gerçekten ondan daha çok beni dertlendiriyordu ama ne zaman isyan etse ya da ben Kemal amcaya isyan etmeye çalışsam geri püskürtülüyorduk. Tek başına büyüttüğü kızını kurduğu kafesten çıkarası hiç yoktu.

Fakat atladığı bir konu vardı, kuşlar ne olursa olsun özgür kalırdı. 

🕊

"Geberdim," diye yanımda mızırdanan Şule'nin kolundan tutup sıradan kaldırdım. Üç saatlik dersimiz sonunda bitmişti. Eve gidip yatmak için can atıyordum. "Hadi gidelim."

"Allah'ım şu emeklerimin karşılığını alayım ne olur, başka hiçbir şey istemiyorum."

Koluna girdim, "Alacağız alacağız." Ona güvenim sonsuzdu. Deli gibi çalışıyordu.

Dershaneden çıkıp eve gidene kadar durum değerlendirmesi yaptık. Neler eksikti, neler tamdı, neyin üstüne gitmemiz gerekiyordu, tekrardan konuşarak ayrılmıştık.

Eve geldiğimdeyse günlerdir beni karşılayan boş evi görmek bastırmaya çalıştığım bir duyguya patlak vermişti. Hüzün.

Abimle uzaklaştığımız her eve geldiğimde daha da netleşiyordu. Gündüzleri evlilik işlerine koşturduğu için akşamları genelde işiyle uğraşıyordu. Eve çoğu zaman geç geliyor, bazen hiç gelmiyordu.  Onlar için gerçekten mutluydum ama bu durumu sindirmek düşündüğümden çok daha zor olacaktı. 

Odama yürürken telefonumun sesini duyup cebimden çıkardım. Liva arıyordu. "Efendim?" diye açtığımda mahcup sesi kulağıma doldu. "Arya canım... Senden bir şey rica edebilir miyim?

"Tabii. Bir sorun mu var?"

"Hayır hayır, ciddi bir şey değil. Sadece abin evlilik için gereken dosyaları evde unutmuş. Rica etsem onları bize getirebilir misin? Çok özür dilerim şu anda senden başka isteyebileceğim kimse yok."

"Sorun değil, getiririm," dedim. Allah'tan yüz yüze değildik de buruşan yüzümü görmüyordu.

 "Nereye koymuş abim?"

"Salon masasının üzerindeymiş. Sen eve bıraksan yeter, biz zaten bir saate önünden geçeceğiz oradan alırız."

"Tamamdır, ben şimdi alıp çıkıyorum."

"Çok teşekkür ederim ya, gerçekten isteyebileceğim başka biri olsa seni yormazdım."

Güldüm, "Rica ederim, yarım saate bırakmış olurum."

"Tamam, görüşürüz canım."

"Görüşürüz," deyip telefonu kapattım. Odama giden ayaklarım salona döndüğünde masanın üzerine yığılmış kağıtlara bakıp iç çekerek hepsini bir poşetin içine koydum. Üstüm hazır olduğu için şanslı sayılırdım.

Evden ayrılıp artık neredeyse rutin haline gelen yolu bir kez daha giderken bundan birazcık bıkmaya başlamıştım. Okul ve dershanem eve yakın olduğundan otobüse binme ihtiyacım neredeyse hiç olmazdı ama onlara giderken mecburen kullanmak zorundaydım ve her bindiğimde gelen yorucu hava sinirlerimi bozmak üzereydi.

Yürünebilecek bir mesafe olsa cidden direkt yürürdüm.

Gelen otobüse binip insanların içinde bir kez daha pestilim çıkana kadar ayakta bekledim. Güzelim memleketimde tek sorun otobüslerdi resmen, bu sorun ortadan kalksa ne kadar harika olurdu.

İndiğimde her zaman olduğu gibi derin derin nefesler çekerek çok da temiz olmayan havayı ciğerlerime doldurdum. En azından otobüsün boğucu kokusundan iyiydi.

Evlerinin önüne gelip son homurdanmalarımı içten içe yapıp tamamen bitirdikten sonra zile bastım. Kapı açıldığında hiçte karşılaşmak istemediğim kişiyle burun buruna gelmiştim.

Bu adamla haddinden fazla mı denk gelmeye başlamıştık? Ayrıca burada ne işi vardı?

"Arya?" diye Liva'nın annesinin şaşkın sesini duyunca bakışlarımı ona çevirdim. "Merhaba, Liva biraz önce birkaç eşya istemişti. Onları getirdim."

Poşeti uzattığımda gülümseyerek elimden aldı. "Teşekkürler, içeriye gelsene?" diye sorduğunda gözlerim benden izinsiz arkasında duran adama çevrildi. "Dönsem iyi olur, sınav dönemindeyiz." Şu an burada kalmak gerçekten istemiyordum.

"Peki canım," deyip arkasına döndü. "Pusat bari sen bırak," dediğinde panikledim. Kalmak istememe sebebimken elbette onunla dönmeyecektim. "Hiç gerek yok gerçekten, otobüsle dönerim."

"İşe dönmeliyim Zehra hanım," diye konuşmaya dahil olduğunda bir miktar rahatladım. "Artık Utku'ya siz elime geçerse onu öldüreceğimi söylersiniz."

Bazen abimde beni çıldırttığında onu öldüreceğimi falan söylerdim, insanlarda yaygın olarak kullanırdı bu kelimeyi fakat hiç kimsenin bu kadar ciddi bir şekilde söylemediğine emindim.

Öldüreceğim derken gerçekten öldürecek gibi duruyordu.

"Eve de uğramıyor, yakalarsam birebir söylerim," dedi gülerek. "Koca adamlarsınız, hala itişip kakışmaya devam ediyorsunuz. Neyse kendinize dikkat edin ikinizde, görüşürüz Arya kızım."

"Görüşürüz." 

Geriye adım atarak yürümeye başladığımda Pusat yanıma geldi. Aramızda bir adımlık mesafe bile yoktu ve ben ne kadar hızlansam da o mesafe bir türlü açılmamıştı. 

Bahçe kapısına gelip yollarımız ayrılacağında, "İyisin," sesiyle durdum. Dikkatle bakan gözleri boynumda dolaşıp gözlerimde durdu. 

"Sayenizde." Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım, " O gün teşekkür etmedim ama yaptığınız her şey için teşekkür ederim. Zahmet edip ilaç bile getirdiniz, kaba davrandım."

Gülümsediğinde anlık algılarım durdu. O ne hoş bir gülümsemeydi öyle.

"Davranışlarında sorun yok." Gideceği sırada, "O gün Utku bekledi mi?" diye sordum.

Duraksadı. "Evet, tabii. Neden?"

Gülümseyerek omuz silktim, "Sadece merak ettim."

🕊

Merhaba arkadaşlar...
Sonunda gelebildim. Hastalık sınav haftası derken bölümün başına bir türlü oturamadım. Vakit bulup yazmaya başladığımda da şaşırtıcı bir şekilde yazamadım, gerçekten Siyah'ta zorlanacağımı hiç düşünmemiştim ama Pusat... Diğer tüm karakterleri bıraktığım noktaydı, Pusat ise benimle beraber büyümüş. Resmen 27 yaşına döndüremiyorum, parmaklarım klavyenin başında dondu kaldı. Üç bölüm sonra Arya ile evlenecek gibi😅
Neyse... Alışma sürece bu herhalde. Umarım atlatırım da bölümleri rahat rahat eklerim.  Ve bölüm günlerini, bazen kesitleri instagramdan paylaşıyorum. Haberdar olmak isterseniz kullanıcı adımı bıraktım.
Yorumlarınızı eksik etmeyin, hepinize sevgiler❤

İnstagram; blueanalien






Continue Reading

You'll Also Like

25.6M 909K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
572K 21.1K 50
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
426K 26K 47
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
1.3M 91K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...