3391 Kilometre

By beyzaalkoc

27.3M 1.4M 979K

''O gün, bana 'Sinemaya gidelim mi?' diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Y... More

3391 Kilometre - Tanıtım
1.Bölüm : Yere Düşen Yıldızlar
2.Bölüm : Gelmemeye Giden Adam
3.Bölüm : Yedi Ay.
4.Bölüm : Bizim Küçük Gezegenimiz!
5.Bölüm : Sinemaya Gidelim Mi?
6.Bölüm : Benim Yerim.
7.Bölüm : Yan Yanaymışız Gibi...
8.Bölüm : Güçlü Yürü.
9.Bölüm : Benim Miladım...
10.Bölüm : Gölgelerimiz Beraber.
Dertleşme Bölümü!
11.Bölüm : Siyah Beyaz
12. Bölüm : Sürükleniş Dönemi.
13.Bölüm : Sana Döndüm.
Çekiliş!
14.Bölüm : Gerçek Hayata Dön.
15.Bölüm : İzmir'in Ege'si.
16.Bölüm : Kimsesiz Kalmak.
Önemli^^
İmza Günü + Duyuru
17.Bölüm : Ben Seni...
18.Bölüm : Sözümü Tuttum.
19.Bölüm : Öpsene Beni.
20.Bölüm : Dünyanın En Güzel Kızı.
21.Bölüm : Ege'nin İzmir'i.
Duyuru^^
22.Bölüm : Sana Aşığım.
23.Bölüm : Aşkım.
24.Bölüm : Yalnız Kızın Öyküsü
26.Bölüm : Sihirbaz.
27.Bölüm : Gri Sıkıcı Bariyer.
28.Bölüm : Ben Senden Önce Görünmezdim.
İmza Günü + Duyuru
29.Bölüm : No 34, Kat 3.
30.Bölüm : İyi Ki Doğdun!
31.Bölüm : Sinemaya Gidiyoruz!
32.Bölüm : Kaf Dağının Ardı.
33.Bölüm : Sen Kayboldun.
34.Bölüm : İletilemedi!
35.Bölüm : Ege Sözü. (FİNAL)
3391 Kilometre İNTERNET SATIŞINA AÇILDI!
Teşekkür^^

25.Bölüm : Felenkop Efsanesi.

535K 32.3K 26K
By beyzaalkoc

Ve tabi ki her zamanki gibi karanlık bir odaya geçiyoruz :') 

Yukarıdaki müziği açıyoruz, müziğin adı Lonely Girl - Avi Avital.

İyi okumalar dileriim, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın :')




Küçük kız şövalyenin şöminesinin başında uyuyakalmış saatlerce. Şövalye küçük kızı izlemiş, küçücük bir çocuğu uyurken izlemenin ne kadar huzur verici olduğunu o an fark etmiş. Bir baba gibi hissetmiş kendini. Küçücük bir kızın kalan son umudu olan bir baba gibi. Haftalardır sakat ayağıyla yatan şövalye bir cesarettir bir sıhhattir kalkıvermiş yatağından. Tepine tepine gitmiş, küçük kızı sakat ayağıyla kucağına almış da yattığı döşeğin bir köşesine yatırmış, üzerini örtmüş iyice. Sonra kendi geçmiş bir başka köşeye, yatmış. Dışarıda aşık olduğu güneş doğsa kalkamazmış ayağa, oysa küçücük bir kız huzurla uyusun diye doğrulmuş ayakta bulmuş kendini şövalye. Çünkü bilirmiş, muhtaç bir kalp onun kapısını çaldığı zaman açmamazlık olmazmış. Bu küçük kız ona muhtaçmış şimdi. Bırak ayağa kalkmayı, uç dese uçarmış şövalye...


25.Bölüm : Felenkop Efsanesi.
*Merhaba eşek sıpası.*


Gözlerimi derin bir rüyanın ardından araladığımda kendimi karanlık bir odada buldum. Ege'nin odasında. Ege'yle mesajlaşırken yorgunluktan ve huzurdan uyuyakalmıştım. Birkaç saniyeliğine karanlık beni tedirgin ederken doğrulduğumda yatağın hemen başucunda bir ışık anahtarı olduğunu gördüm. Uzanıp bastığımda ise Ege'nin rengarenk pirinç ışıkları bir bir yanmaya başladı. Odanın her bir duvarındaki renkli pirinç ışıklar bir bir yanarken kendimi büyülü bir dünyada hissettim. Ömer Ege Zorlu'nun büyülü dünyası...

Bir erkeğe göre çok farklı bir bağımlılığı vardı : ışıklar. Rengarenk, küçük küçük ışıklar. Oda tamamen aydınlanmasa da muhteşem bir loşluğa ulaşmıştı. Arkama doğru huzur içinde yaslandım ve telefonumu elime aldım. Anında odasının bir fotoğrafını çektim ve Ege'ye yolladım.

"Sonsuza kadar bu odada yaşamak istiyorum." diye ekledim. Anında çevrimiçi oldu.

"Tamam," yazdı ve yazmaya devam etti,

"Benimle evlenir misin İzmir?" Ekrana sırıtarak baktığım sırada yazmaya devam ediyordu,

"Ama sen orada benim odamda yaşayacaksın ben burada. Mesafe evliliği. Kabul ediyor musun?" Gülerek başımı salladım sanki görecekmiş gibi.

"Evet, evet, evet!" Yazdım keyifle. Sonra Ege'den utandırıcı cıvık bir soru geldi,

"Peki nasıl çocuk yapacağız? :)" Utanarak birkaç saniye ekrana baktığım sırada Ege cevapsız kaldığımı görüp yazmaya devam etti,

"Ve İzmir'in yanakları kızarır... Ve Ege'nin içi gider."

"Ahahaha!" Yazdım anında, "Ege'nin içinin gitmediği bir şey var mı?"

"Var. İzmir dışındaki şeyler." Ben ekrana hayranlıkla bakarken öyle bir cümleyle devam etti ki yutkundum,

"Benim bir tek sana içim gidiyor İzmir." Öylece bakakaldım ekrana. Biliyordum ki o da aynı şekilde orada ekranı yani beni izliyordu. Biz ekrana her bakakaldığımızda birbirimizi izliyorduk zaten. Telefon ekranından o beni izliyordu sanki, ben onu. Birbirimizi izlememiz için yan yana olmamıza gerek yoktu.

"Şimdi şu sakat ayağımla ayağa kalkacak ve odanı inceleyeceğim!"

"Yahu sen kendine zarar vermeye ne kadar meraklısın, sakın ayağa kalkayım deme."

"Bir şey olmaz! Biraz tek ayağım üzerinde gezineceğim!"

"Bari tekerlekli sandalyeye otur. Lütfen İzmir, ayağa kalkmanı istemiyorum."

"Tamam, tamam! Pes! Kalkıp tekerlekli sandalyeye oturacağım." Yazdım. Yataktan doğruldum. Kalktım ve burkulmamış bileğimin üzerine basarak tekerlekli sandalyeye geçtim. Sandalyeye oturur oturmaz telefonu elime aldım ve çekinerek yazmaya başladım,

"Ege... Bir şey soracağım. Belki biraz ayıp olacak ama içim içimi yiyor. Allah aşkına, sizin evinizde neden tekerlekli sandalye var? Bir de asansör."

Çevrimiçi... Yazıyor...

"Ahahahahahahahahahahahahahahahahaahahahhahahahah!" Ege sayfalarca gülerken sırıtmaya başladım. Hemen açıklama yapmak için hızla yazdım,

"Yanlış anlama ama siz sanırım baya zenginsiniz!"

"O kadar zenginiz ki evde yorulmayalım diye bazen tekerlekli sandalyeye oturup onunla geziyoruz." Yazdı dalga geçmek için, kıkırdadım.

"Ben de zengin olsam yemin ederim aynısını yapardım."

"İzmir," yazdı birden, "Benim seni kaybetmemem lazım."

"Zengin olursam ben de evime tekerlekli sandalye alırım dedim diye mi?" Sırıtıyordum. Ege'nin ise orada kahkahalarla güldüğünü biliyordum.

"Yahu sen benim hayatımda gördüğüm en samimi insansın. Evime kimi getirsem evin ihtişamından etkilenir, senin sorduğun sorulara bak. O tekerlekli sandalye annemindi, bir ara bileğinden bir ameliyat olduğunda eve alınmıştı. Annem düzelince babam hem bir engelli vakfına yüz tane tekerlekli sandalye bağışladı hem de birine bir şey olursa diye o tekerlekli sandalyeyi evin deposuna koydurttu. Asansör de o zamanlardan kalma, annem için yapıldı..."

"Anladım. Çok özür dilerim. Eve girdiğim ilk andan beri bunlar aklımdan çıkmıyor. Gerçekten değişik bir kafam var, biliyorum."

"Ve ben o değişik kafayı seviyorum." Gülümsedim, derin bir nefes alıp iç çeke çeke ekrana baktığım sırada başımı kaldırdım. Telefonu kucağıma koyup tekerlekli sandalyeyle ilerledim. Ege'nin duvarındaki fotoğraflara bakmaya başladım. Bol bol Ege'nin bebeklik fotoğrafları vardı, sonra Lena'nın bebekliği olduğunu tahmin ettiğim fotoğraflar, Ege'nin anne babasının fotoğrafları.

"Hayatımda gördüğüm en güzel bebekliğe sahipsin!" Yazdım,

"Ya... Bebeklik fotoğraflarıma mı bakıyorsun, orada bir tane çıplak bebeklik fotoğrafım var, lütfen onu gördüğün an gözlerini başka yere çevir." Bunu dediği an gözlerim o fotoğrafı aramaya başladı. Belki bunu demese görmeyecektim bile! Heh! Orada! Ege birkaç aylık ve çırılçıplak! Size yemin ederim küçücük bebeğin küçük küçük kasları var gibi, oha!

"Ege! Senin bebekken kasların mı vardı!"

"Ahahaha! İyi ki gözlerini başka yöne çevir dedim. Tabi, ne sandın, bizde genetik." Sonra gözlerimi kısarak iyice dikkatle baktım aynı fotoğrafa. Fotoğraf önceleri katlanıp sonra buraya asıldığı için kat izleri kalmıştı. Ve ben, nasıl bir mantıkla nasıl bir zekayla nasıl bir düşünceyle yaptıysam küçücük bebeğin kasları var sanmıştım! Rezilliğe bakın! Aynen İzmir, Ege fitnessa gidiyormuş iki aylıkken.

"Ya ben ciddi ciddi kas sandım kat izlerini! Lütfen sana bunu dediğimi unutabilir misin?"

"Asla unutmayacağım."

"O zaman konuyu değiştiriyorum, senin bir abin mi var!"

"Evet, Lena'nın babası. Abim Ali. Benden on yaş büyük. Muhteşem bir insandır, benim en büyük örneğim, hayattaki en büyük desteğim, Fransa'ya gitmemem için tüm suçu üstlenebileceğini söyleyen insan." Gururla başımı kaldırıp abisinin fotoğrafına bir kez daha baktım. Resmen Ege'nin on yıl sonraki haliydi, fotoğrafta Ege'nin omzuna kolunu atmış babacan bir tavırla durmuştu. Ali Abi'ye şimdiden saygı duyuyordum.

"Peki ya bir adam daha var... Böyle garip şapkalı... Fotoğrafı çok eski gibi duruyor, o kim?"

"Dayım. Sana dayımı hiç anlatmadım mı?"

"Hayır. Böyle dediğine göre anlatılması gereken bir insan... Öyle mi?"

"Dayım bir efsanedir benim için, bizim için, hatta onu tanıyan herkes için. Kenan Dayım..." O an merakla cevap yazdım,

"Çok merak ettim! Anlatsana!"

"Dayım benim küçüklüğümde ben daha beş altı yaşlarımdayken genç yaşta müteahhit olmuştu, ama nasıl bir müteahhit olmak... Genç yaşında şansı öyle bir yaver gitmişti ki Türkiye'nin en zengin müteahhitleri arasına girecekti neredeyse. Sürekli arsalar alıyor evler siteler şirketler yapıyor satıyordu. Sonra bir gün aşık oldu dayım. Suzan Yengeme... Aldı, elinden tuttu anneanneme getirdi, dedi ki 'Anne ben aşık oldum.' Kabul ettiler, herkes çok sevdi Suzan Yengemi. Büyük bir aşkla yıldırım nikahıyla evlendiler. Dünyayı gezmeye başladılar. Aradan bir yıl geçti, rüya gibi bir yılın sonunda öğrendiler ki Suzan Yengem göğüs kanseriymiş. Çok garip, çok net hatırlıyorum, dayım çok üzülmedi biliyor musun İzmir? Aşkından ölüyordu ama üzülmedi. Çünkü parasına öyle çok güveniyordu ki 'Ben iyileştiririm Suzan'ı dedi.' Aldı Almanya'ya götürdü, aldı oradan Fransa'ya götürdü, oradan aldı Amerika'ya götürdü. Gezdi durdular bir yıl boyunca hastane hastane, ülke ülke. Sonra bir gün dayımın en yakın arkadaşı babamı aradı, 'Abi Suzan öldü.' dedi. Şok olduk. Kahroldu bütün aile. Dayımın arkadaşı cenazeyi de dayımı da aldı Türkiye'ye getirdi. Dayım bir süre bizim evde yaşadı o dönem. Odasından çıkmadan, konuşmadan, kimseyi görmeden bizimle yaşadı aylarca. Herkes dayım için çok endişeleniyordu. Sonra bir gün çıktı odasından, bizim sokağın iki tane boş arsası vardı onlardan birini satın alacağını söyledi. Heyecanlandık, mutlu olduk, kendine geliyor sandık. En iyi çalışanlarını o arsaya aldı, oraya muhteşem on beş katlı bir bin yaptırdı. Kartonpiyerlerinden boyasına kadar, eşyalarından asansörlerine kadar, tüllerinden perdelerine kadar taktırdı. Düzeliyor sanıyorduk. Aylar geçti, bina tamamen bitti. Çalışanlar son halini göstermek için dayımı çağırdı. Dayım binaya baktı, 'Olmuş.' dedi. Sonra o binanın karşısındaki restaurantın dışarıdaki masalarından birine oturdu, birden yıkım ekiplerini çağırdı. Bütün mahalleli merak ediyor, ne olacak ne bitecek. Dayım yaktı sigarasını. Yıkım ekipleri geldi, 'Yıkın şimdi bu binayı.' dedi. Herkes, hepimiz şok olduk. O binayı dayımın gözleri önünde yıktılar. O zamanlar anlamamıştım, sonraları anladım. Dayım Suzan Yengemi iyileştirmek için aylarca bir binayı yapar gibi uğraşmıştı. Sonra Suzan Yengem gitti, sanki o bina yıkılmış gibi hissetti içinde. İşte bu binayı yıktırışı acısını gösterme şekliydi dayımın. Ağlamadı dayım, bağırmadı, çağırmadı. Bina yaptırdı, gözlerinin önünde yıktırdı. O binayı en başından beri yıktırmak için yapıyordu. Dayım o günden beri ailemizin de o mahallede yaşayan komşularımızın da efsanesi..."

Tüylerim diken diken okudum mesajını. Gözlerimden bir damla yaş akarken şok içinde dayısının fotoğrafına bir kez daha baktım. Elinde sigarası, başında turuncu şapkası... Çok sevdim der gibi bakıyordu fotoğrafta, içinin bir parçası ölmüş gibi.

"Peki sonra ne oldu dayına? Şimdi nerede?"

"Bilmiyorum. Bilmiyoruz... O binanın yıkımından sonra yurtdışına gideceğini söyledi, gitti. Ve bir daha asla haber alamadık. On iki yıl geçti üzerinden. Dayımdan tek bir haber bile yok."

Tam cevap yazacağım sırada odanın kapısı açıldı. Kapıdan içeri önce bir çalışan elinde yemek tepsisiyle girdi. Bana gülümseyerek elindeki tepsiyi yatağın yanındaki masaya bıraktı.

"Afiyet olsun efendim." dedi,

"Çok teşekkür ederim, ellerinize sağlık."

"Ne demek efendim!" Kadın gülerek odadan çıkar çıkmaz içeri önce Lena girdi utanarak, ona gülümsediğim sırada Ege'nin annesi girdi, daha sonra abisi olduğunu tahmin ettiğim kişi ve yanında karısı olduğunu tahmin ettiğim kısa boylu sevimli bir kadın girdi.

"Anne, baba, bakın amcamın arkadaşı bu!" dedi Lena, gülümseyerek hepsine baktım.

"Kızım, iyi uyudun mu?" dedi Ege'nin annesi,

"Evet efendim çok teşekkür ederim. İyi uyudum."

"Oh, iyi bari! Sana yemek getirdik. Bir de sana diğer oğlumla kızımı getirdim. Ali'm ve karısı Nalan." Ali Abi ve eşine gülerek baktığımda bana heyecanla bakıyorlardı. Ali Abi gelip bana elini uzattığında anında elini sıktım.

"Ben Ali," dedi sevecen bir tavırla, "Bizim eşek sıpasının abisiyim." Kıkırdadığım sırada bana o kadar güzel güldü ki içim ısındı.

"Ben de İzmir." dedim gülerek, "Sizin eşek sıpasının arkadaşıyım."

"Ooo, yok öyle arkadaşıyım demek. Biz biliriz öyle arkadaşlıkları." Utanarak güldüğüm sırada Ali Abi'nin eşi bana doğru eğildi ve beni yanaklarımdan öptü.

"Ben de Nalan," dedi, "Bizim eşek sıpasının yengesiyim." Harika insanlardı! Harika! O kadar sıcaklardı ki kendimi hiç yabancı gibi hissetmiyordum.

"Çok memnun oldum, Ege sizden çok bahsetti."

"Bize de senden çok bahsetti." dedi Ali Abi, "İlk defa bir kızdan bahsettiğine şahit oldum Ege'nin. Her konuşmamızda tutturdu bir İzmir de İzmir. Ama dediği kadar varmışsın."

"Teşekkür ederim." dedim utanarak,

"Demek internetten tanıştınız." Ege'nin yengesi gülerek sorduğunda başımı salladım.

"Evet, Ege bana mesaj attı..."

"Bizim oğlanın ilk kez çapkınlık yapacağı tutmuş! Ama turnayı gözünden vurmuş." Yengesi gülerek konuşurken içim kıpır kıpırdı.

"Eee abisine çekmiş," dedi Ali Abi, "Kimseye bakmayız, ama en güzeline vuruluruz." Ali Abi eşine içi gider gibi baktığında derin bir iç çektim. Onlar gibi olmayı hayal ettim o an. İçimden öyle derin bir dua ettim ki, kabul olacaktı, biliyordum.

"Hadi bakalım, biz çıkalım. İzmir yemeğini yesin."

"Baba ben çıkmayayım ne olursun! İzmir'le felenkopla yıldızları izleyecektik!"

"Kızım rahatsız etme yengeni." O an Ali Abi benden yenge diye bahsedince kısa çaplı bir kalp krizi geçirdim. Anında gülerek bana döndü,

"Şaka yapıyorum yenge derken, kalbin hızlanmasın." Çok geçti, kalp krizi geçirmeye başlamıştım bile. Ama yine de başımı sallayarak gülümsedim.

"Baba lütfen, birazcık bakarız hemen gelirim!"

"Kalsın," dedim sevecen bir tavırla, "Yıldızları izleyeceğiz. Söz vermiştim. Hiç sorun değil, seve seve."

"Tamam, ama yarım saat sonra odandasın Lena."

"Tamam anne söz!"

"Size iyi eğlenceler!"

"Teşekkürler!" Teşekkür ettikten sonra odadan çıkıp kapıyı kapatışlarını izlediğimde Lena anında bana döndü yüzünde utangaç bir gülümsemeyle.

"İstiyorsan yemeğini ye, ben seni beklerim." dedi utanarak.

"Şimdi aç değilim canımın içi. Gel, felenkopla yıldızları izleyelim önce."

"Tamam!" dedi ve heyecanla balkona doğru koştu,

"Dur, yavaş!" Peşinden tekerlekli sandalyeyle ilerledim ve balkona çıktım. Ege'min balkonuna. Balkon muhteşemdi. Kocamandı, bir köşesinde ikili bir salıncak, diğer köşesinde Ege'nin hamağı, demirliklerine doğru ise kocaman bir teleskop vardı. Lena koşarak teleskopun başına gidip beni beklemeye başladığında ben balkonun manzarasını inceliyordum. Evin bahçesine ve biraz ötedeki denize bakıyordu. Bu muhteşem balkona bakarken nutkum tutulduğu sırada Lena sabırsızlanıyordu. Hızla yanına ilerledim.

"Dur bakalım, hiç amcanla birlikte teleskopla yıldızları izledin mi?" diye sordum.

"Evet! Bir sürü kez. Ama onun adı teleskop değil ki. Felenkop. Amcam da hep öyle diyor!" Gülümsedim, başımı salladım,

"Aslında..." diye mırıldandım, Lena'nın o güzel ela gözlerinin parıltısına baktım, "Onun adı gerçekten de felenkop." dedim, "Büyükler yanlış biliyor.

"Evet İzmir, amcam da böyle dedi biliyor musun!"

"Amcanı çok seviyorsun sanırım."

"Ben amcamla evleneceğim." dedi birden. Şok içinde kıkırdadığım sırada Lena bana kumral upuzun saçlarının altından anlam veremeyerek bakıyordu.

"Amcan da seni çok seviyor." Sonra Lena uzanıp saçlarıma dokundu,

"Biliyor musun? Amcam seni de çok seviyor. Bana saçlarımın senin saçlarına benzediğini söyledi bugün sen uyurken." Ege'yle mi konuşmuşlardı!

"Öyle miymiş?"

"Evet. Hadi felenkopa bakalım!"

"Tamam, gel bakalım." Teleskopu, pardon felenkopu Lena'nın boyuna uygun bir şekilde indirip ona çevirdikten sonra eğilip bir kez gökyüzüne baktım. Yıldızları böyle yakından görmek o kadar güzeldi ki... Sonra felenkopu Lena'ya çevirdim,

"Bak bakalım! Şuradaki büyük yıldızı görüyor musun?"

"Evet, kocaman! O yıldızların lideri, değil mi? Savaşçı yıldız! Amcam bana öyle demişti telefonda!"

"Evet..." dedim, "Savaşçı yıldız. Amcan sana başka neler anlattı yıldızlar hakkında?" Lena felenkopla gökyüzünü izlemeye devam ederken bir yandan konuşuyordu,

"Mesela şu bebek yıldız. Savaşçı yıldızın bebeği. Şuradaki de üzgün yıldız. Üzgünmüş çünkü şuradaki uzak yıldıza aşıkmış. Kavuşamayacakları için o kadar üzgünmüş ki hiç parlamıyormuş."

Lena'nın anlattıklarıyla birlikte içime büyük bir acı yerleşirken telefonum titredi. Lena konuşmaya devam ettiği sırada Ege'nin mesajına girdim.

"Ne yapıyorsun?"

"Lena'yla balkondayız. Felenkopla yıldızları izliyoruz."

"Bensiz felenkopla yıldızları izliyorsunuz... Buna izin veremem." Mesajını okuduğum sırada birden telefon çalmaya başladı. Ekranda kocaman "GELMEMEYE GİDEN ADAM EGE GÖRÜNTÜLÜ ARIYOR" yazısını gördüğümde kalbim deli gibi atmaya başladı. Lena kafasını çekip bana baktığında merakla sordu,

"Kim arıyor?"

"Amcan arıyor. Hem de görüntülü."

"Aaa, onu görecek miyim!"

"Evet." Saçlarım nasıldı, kendim nasıldım bilmiyordum. Özgüvensizce aramayı açtım ve telefonun ön kamerasını kendimi ve bana yaslanan Lena'yı alacak şekilde tuttum. O an Ege göründü ekranda. Dağınık saçlarıyla özlem duygusu ona acı veriyor gibi bize bakıyordu.

"Selam eşek sıpası, beni bıraktın kız arkadaşımın başına mı bela oldun şimdi?" dedi Lena'ya ben Ege'ye hayranlıkla bakarken, Lena kıkırdayarak ekrana baktı.

"Amca! Sensin eşek sıpası! Babam ve annem de sana eşek sıpası diyor! Ayrıca biz İzmir'le arkadaş olduk. Felenkop Efsanesi'ni ona anlatıyordum!"

"Öyle mi?" dedi gözlerini bana çevirdiğinde, "Hikayeyi sana mı anlattı?" Bana öyle bir bakıyordu ki öyle derin bakıyordu ki telefonu kalbime sokmak istiyordum. Gözlerim doldu o an.

"Merhaba eşek sıpası," diye mırıldandım gülmeye çalışarak, "evet, bütün gizli hikayenizi dinledim!" Ege bana, ben ona içimiz gider gibi bakarken araya Lena girdi,

"Amca! Sana buradan dokunabilir miyim!" Ege gözlerini benden ayırmadan iç çekerek cevapladı soruyu,

"Keşke eşek sıpası... Keşke..."

Her saniyesi acı vermeye başlamıştı bu durumun. Ona dokunamamanın, onu öpememenin, onu özlemenin her saniyesi acı vermeye başlamıştı. Hayatımda bana onun kadar derin bakan kimseyi görmemiştim. O bana iç çeke çeke böyle derin bakarken yanı başımda değil de orada bir başka yerde olması hayatımın en büyük haksızlığıydı. Gözümden bir damla yaş akarken başımı başka yöne çevirdim. Lena ve Ege konuşmaya devam ederlerken acı içinde gökyüzüne baktım.

"Allah'ım," dedim kendi kendime, "Milyonlarca insanla aynı şehirdeyim. Neden onunla değil? Neden o yanı başımda değil?" Sonra burnumu çektim, içimden dua etmeye devam ettim, "İçimi biliyorsun. Görüyorsun. Beni duyuyorsun, anlıyorsun. Ne kadar acı içinde olduğumu hissediyorsun, izin ver... İzin ver artık bir telefonun içinden duymayayım onu, yanı başında olmak için kilometrelerce yol gitmeyeyim... İzin ver, yanımda olsun. Yanı başımda. Bir arada."

Biliyordum, olacaktı. Çünkü olmak zorundaydı. İki kalp birbiri için kilometrelerce öteden bu kadar güzel atarken evren buna cevap vermek zorundaydı. Ege İzmir'in yanı başında olmak zorundaydı. İzmir Ege'de olmak zorundaydı... Uzak kalmamız coğrafyaya aykırıydı.

Biz yan yana olmak zorundaydık.

Zorundaydık.


BÖLÜM SONU 

Merhaba eşek sıpaları^^ Ahashhdsvfhdsg
İçim gidiyor Ege'ye İzmir'e içim gidiyor!  Ve size :') O kadar çok mesaj atıyorsunuz ki sanki benim hayatımı anlatıyorsun diye, o kadar çok kendinizi görüyorsunuz ki bu satırlarda emin olun ben de kendimi görüyorum yazarken :') Hepimiz birer İzmir'iz, birer Ege'yiz, hepimiz 3391 Kilometre'yiz. Sizi çok ama çok seviyorum, mesajlarınıza yetişebildiğim kadarıyla, yorumlarınıza yetişebildiğim kadarıyla cevap vermeye çalışıyorum ama inanılmaz bir yoğunluk var lütfen beni affedin ama bilin ki hepsini tek tek okuyorum^^ Ve Instagram'da sürekli paylaşım yapan o muhteşem 3391 Kilometre sayfalarına sonsuz teşekkürler etmek istiyorum hepsinin adını tekrar buraya en alta yazıyorum bakmanızda fayda var harika fotoğraflar paylaşıyorlar, harika bir aile olduk. Daha 25.bölümde yüz bin beğeniyi aşmak üzereyiz, ve umuyorum ki bir milyon beğeniyi de bir gün görürüz, siz oldukça her şey olur :') İnanın içten yazıyorum, kalbimin en içinden istiyorum ki size bir faydam olsun bu satırlarda kendinizi görün^^ Ve bunu yapabiliyorsam ne mutlu bana, umarım en iyi yerlere geliriz birlikte :') Sizi seviyorum dünyanın en güzel okurları! 


Benim Instagram hesabım: beyzalkoc

Hikayenin resmi Instagram hesabı : 3391km

Hayran sayfaları (hepsi harika şeyler paylaşıyor) :

izmirinegesi

sinemayagidelimizmir

izmiregenindir

egeninincisiizmir

gelmemeyegidenadam
3391kmlikgezegen
birsovalye3391
3391.km
egexizmir

3391kilometre
kapatgozlerinibulusalim
sarilincarenklenecegiz
mesafelerbitsin

3391k.m

egeninizmiri3391
3391kmfan
beyzaalkoc.fan
beyzaalkoc_fan
izmiregenindir3391
izmirinegesi_b
beyzalkocfan1
3391kilometre_wattpad
beyzaalkocfan
3391kmmmm
benegeninincisi_
hayatindorunlarinda
mervelerdekalabilirmiyim
uranustenkacan
pardonatesinizvarmi
3391km_sila
beyzalkocfanpage
beyza_alkoc_fan

Continue Reading

You'll Also Like

25.5M 906K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
6.3K 267 32
Adam kadına geç kalmıştı, Kadın adama geç varmıştı. Kadın saf ve temizdi, Adam ise karanlığın ta kendisi. Kadın göğsünde bir kalp taşıyordu, Ama adam...
1.8M 64.4K 57
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...