3391 Kilometre

By beyzaalkoc

27.2M 1.4M 978K

''O gün, bana 'Sinemaya gidelim mi?' diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Y... More

3391 Kilometre - Tanıtım
1.Bölüm : Yere Düşen Yıldızlar
2.Bölüm : Gelmemeye Giden Adam
3.Bölüm : Yedi Ay.
4.Bölüm : Bizim Küçük Gezegenimiz!
5.Bölüm : Sinemaya Gidelim Mi?
6.Bölüm : Benim Yerim.
7.Bölüm : Yan Yanaymışız Gibi...
8.Bölüm : Güçlü Yürü.
9.Bölüm : Benim Miladım...
10.Bölüm : Gölgelerimiz Beraber.
Dertleşme Bölümü!
11.Bölüm : Siyah Beyaz
12. Bölüm : Sürükleniş Dönemi.
13.Bölüm : Sana Döndüm.
Çekiliş!
14.Bölüm : Gerçek Hayata Dön.
15.Bölüm : İzmir'in Ege'si.
16.Bölüm : Kimsesiz Kalmak.
Önemli^^
İmza Günü + Duyuru
17.Bölüm : Ben Seni...
18.Bölüm : Sözümü Tuttum.
19.Bölüm : Öpsene Beni.
20.Bölüm : Dünyanın En Güzel Kızı.
21.Bölüm : Ege'nin İzmir'i.
Duyuru^^
22.Bölüm : Sana Aşığım.
24.Bölüm : Yalnız Kızın Öyküsü
25.Bölüm : Felenkop Efsanesi.
26.Bölüm : Sihirbaz.
27.Bölüm : Gri Sıkıcı Bariyer.
28.Bölüm : Ben Senden Önce Görünmezdim.
İmza Günü + Duyuru
29.Bölüm : No 34, Kat 3.
30.Bölüm : İyi Ki Doğdun!
31.Bölüm : Sinemaya Gidiyoruz!
32.Bölüm : Kaf Dağının Ardı.
33.Bölüm : Sen Kayboldun.
34.Bölüm : İletilemedi!
35.Bölüm : Ege Sözü. (FİNAL)
3391 Kilometre İNTERNET SATIŞINA AÇILDI!
Teşekkür^^

23.Bölüm : Aşkım.

528K 32.8K 30.6K
By beyzaalkoc

Karanlık bir oda, ve müziği unutmayalım^^ 
İyi okumalarr^^

Günlerce eve tıkılı kalmış şövalye. Her gün pencerenin aralığından güneşin onu aydınlatışını izlemiş, her gün ağlamış. Hayatında kendini hiç bu kadar çaresiz hissettiğini hatırlamıyormuş. Sevdiği orada bir yerlerde başka insanları aydınlatırken, başka insanların gökyüzüne doğarken kendisi eve hapismiş. En büyük acı buymuş, bilirmiş şövalye. Acıların en büyüğü ayrılmak bile değil, ayrı kalmakmış...

23.Bölüm : Aşkım.

*Giden gitti ama ben kendimle kalacağım.*

Yollar, bizi alıp götüren... Yollar, bizi alıp getiren... Her şeyi yollara borçluyuz aslında, gidişlerimizi de gelişlerimizi de. Ben her şeye rağmen yolları seviyorum. Biliyorum, beni alıyorlar sevdiğimden. Ama yine biliyorum, beni verecekler sevdiğime.

Uçak havalandığından beri ağlıyorum, bir yandan düşünüyor bir yandan ağlıyorum. Kendimi annemsiz, babamsız, Ege'siz o kadar yalnız o kadar bir başıma hissediyorum ki bunu size anlatamam. Size gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, sevdiklerinizin kıymetini bilin. Belki yan odada oturuyor anneniz, karşı koltukta oturuyor babanız. Belki en yakın arkadaşınız hemen yanınızda şu an. Belki sevgiliniz sizinle aynı odada. Kim kiminle nerededir bilmiyorum, tek bildiğim eğer onları görebiliyorsanız bunun kıymetini bilin, karşılarına geçin, doya doya bakın onlara. Görebiliyorsanız bakmasını da bilin. Çünkü emin olun sevdiğiniz insanı kaybettiğinizde en çok gözleriniz arıyor onu. Evin içinde arıyorsunuz, yanı başınızda arıyorsunuz. Sonra kulaklarınız arıyor sesini. Sonra kollarınız arıyor büyük küçük sarılmasını.

Biliyor musunuz... Aslında ben annem ve babamla da bir mesafe ilişkisi yaşıyorum artık. Yanımda değiller, asla olamayacaklar ama içim acıya acıya kabullendim ki beni uzaktan bir yerden hep izleyecekler. Konuşmadan, dokunmadan, bakmadan, koklamadan... Artık kimseye anne demeyeceğim, artık kimseye baba demeyeceğim, ama her şeye rağmen bir Ege'm var henüz kaybetmediğim. Her şeye rağmen şükretmesini bilin. Belki anneniz gitti sizin de, belki babanız. Sevdiğiniz bıraktı gitti sizi belki. Size yemin ederim, kalbinizin içini görebiliyorum. Keşke size de gösterebilsem. Öyle güzel bir dünya var ki içlerimizde gelin buna yazık etmeyelim. Kaybedenleriz biz, kaybettiklerimizi kaybettik, yapacağımızı yaptık elimizden gelen her şeyi kullandık ama yine de kaybettik. "Ne yaptıysan yaptın bana," diyor dinlediğim bir şarkı, "Hepsi tarih oldu şimdi." Ölen öldü, giden gitti, biz her gidenle ruhumuzdan kaybettik. Ama hala bir gram ruhumuz varsa ona tutunma zamanı şimdi. Kaldır başını, yere bak. Ruhun yerde, görüyor musun? Görmüyorum deme, tam ayaklarının altında. Eğil şimdi, al ruhunu yerden, elini götür kalbine. Ruhunun düşmesine izin verme. Ruhunu ait olduğu yere götür, kapat gözlerini,"Giden gitti ama ben kendimle kalacağım" de... Bil ki, seni seven birileri var. Ya bu dünyada yahut başka dünyalarda...

"Sevgili yolcularımız, iniş için alçalmaya başlıyoruz. Şimdi, koltuğunuzu dik, masanızı kapılı, pencerenizi açık bir hale getirin. İyi inişler dileriz. Bizi tercih ettiğiniz için teşekkürler."

Uçak iniyor, oysa benim aklım havada kalıyor. Ben iniyorum, kalbim Fransa'da kalıyor. Yürüyorum, ayaklarım geride kalıyor. Ağır ağır yürüyor, ağır ağır metroya biniyorum. Yan yana olduğum yüzlerce tanımadığım insanın yüzlerine bakıyoryum, "Neden!" diyorum, "Neden bu insanlarla yan yana olabiliyorum da sevdiğim insandan kilometrelerce uzak olmak zorundayım!" O sırada telefonuma bir mesaj geldi. Açıyorum, mesaj Ege'den,

"İndin mi? Bir daha iner inmez bana haber ver. Merak ettim." Gülümsedim, derin bir iç çektim. Ne garip değil mi? Yanımdaki insanlar umursamazken beni kilometrelerce ötemdeki insanın tüm hayatı benim...

"İndim, metrodayım şimdi. Yurda gidip direkt uyuyacağım!"

"Ben de çok uykusuzum. Senden haber bekliyordum uyumak için. İyisin, değil mi?"

"İyiyim. Yani... iyi olabildiğim kadar iyiyim. Sen?"

"İyiyim... Sensiz ne kadar olabilirsem o kadar iyiyim."

"Üzülmeyeceğiz Ege. Şükredeceğiz, en azından birbirimizi gördük. En azından birbirimizin yanındaydık, birbirimize dokunduk. Bazı insanlar bu kadar bile yaklaşamıyor sevdiği insana, en azından biz seninle koskoca bir gün geçirdik!"

"Koskoca bir gün... Ben seni her gün görmek istiyorum."

"O gün de gelecek Ege. Söz veriyorum sana."

Çevrimiçi... Çevrimiçi... Çevrimiçi...

"Ege?"

Çevrimiçi... Çevrimiçi... Çevrimiçi...

"Senin uykun var sanırım, hadi uyanık kalmaya zorlama kendini. Uyu, ben de on beş dakikaya yurtta olacağım, direkt uyuyacağım."

"İzmir..." Yazdı birden. Kaşlarımı çattım.

"Ege?"

"Ya... Senin gidişin bana çok koydu..." 

Yazdığı cümle öyle bir içime oturdu ki yutkundum. Yazmaya devam ettiği sırada titreyen ellerimle mesajlarını okuyordum,

"Evin içinde senin dolaştığını hayal ediyorum. Odamda, mutfakta, koridorda... Sensiz yapayalnızım ben ya. Senden önce yalnızlık bu kadar koymuyordu bana. Ama şimdi, eve dönüp içeri girince kapıyı kapattım koridora oturdum kaldım. Kalkamıyorum." 

Gözlerimden bir damla yaş akarken ineceğim durağa gelmiştim. Metrodan indim ve mesaj yazmak yerine direkt Ege'yi aradım. Telefon ikinci çalışında açıldığında Ege'den ses çıkmadı.

"Ege," dedim telaşla, "Kalk o koridordan. Git, yatağına yat."

"Gel, kaldır beni..." Cümlesine hüzünle gülümsedim.

"Hadi ama, bu kadar mı güçsüzsün. Sana söz veriyorum tam bir hafta sonra yanındayım. Kalk şimdi, ben yurda girmek üzereyim sen de hemen yatağına yatıp uyuyorsun. Bir hafta sonra geldiğimde seni hasta görmek istemiyorum."

"Kalkıyorum." dedi isteksiz bir sesle. Sesi o kadar uykuluydu ki neredeyse telefonda uyuyakalacaktı,

"Ama eğer bir hafta sonra gelmezsen kendimi koridora zincirler tek başıma eylem yaparım." Hafifçe kıkırdadım.

"Tamam, yap! Anlaştık. Yattın mı yatağına." Tam o sırada telefona yatağın yaylarının sesi gelince gülümsedim.

"Evet..." dedi boğuk ve uykulu bir sesle, uyumak üzereydi.

"Hadi, kapatıyorum. Uyu sen de."

"Tamam..." Sonra durdu, uykuya dalmasına saniyeler kala sessizce devam etti, "Görüşürüz aşkım."

Olduğum yerde kaldım. Metro istasyonunun çıkışında kulağımda telefonum onca insanın arasında öylece duruyorum. Onlarca insan geçiyor yanımdan, ben donakalmış bir şekilde duruyorum... Bana aşkım dedi. Ege bana aşkım dedi. Ege... Benim Ege'm.

"İyi uykular aşkım..." diye mırıldandım donakalmış bir halde.

Telefon kapandı, ben ise hala orada duruyorum. Hani bir şarkı sözü diyor ya, "Uykum yok, gece bitti, ben hala aynı yerdeyim." diye. İşte aynı böyle kaldım yolun ortasında, tüylerim diken diken, kalbim pır pır atıyor. Hayatımda ilk defa birinin aşkı oldum ben. Hayatımda ilk defa biri tarafından sevildim. Bunu size nasıl anlatayım şimdi... Öyle güzel bir his ki.

Bağırmak istiyorum. İnsanları tutup yolun ortasında çevirmek, "EGE BANA AŞKIM DEDİ BİLİYOR MUSUNUZ!" diye bağırmak istiyorum. Tek tek hepsine sarılmak, öpmek, bunu kutlamak istiyorum. Kendime gelip yüzümde salak bir sırıtışla yurda doğru yürümeye başladım. Neredeyse bale yaparak ilerleyecektim yolda. Saat öğleni geçmişti, ama bugünkü dersime gitmeyecektim. Ya da gitse miydim, mutluluktan uykum bile kalmamıştı! Heyecanla okul sınırlarına adım attığım sırada o an şok edici bir şekilde çığlık attım.

"Ah!"

"Hanımefendi! Hassiktir!" Ne olduğunu anlayamadığım bir şekilde ayağımdaki acıyla yere düştüğüm sırada her şeyi anladım. Ayağımı hafifçe ezen yanımdan geçmekte olan arabanın sahibi 1.80 boylarındaki sarışın çocuk arabadan telaşla inip yerdeki bana yaklaşırken acıdan ciddi anlamda kıvranıyordum. Ayağım kopmuş olabilir miydi!

"Ah!"

"İyi misiniz! İyiyim deyin, lütfen!"

"İ-i-iyiyim..." dedi acı içinde.

"Hiç inandırıcı olmadı!" Sarışın çocuk telaşla ayak bileğimi tutarken bir çığlık daha attım.

"Tamam, tamam... Bir saniye... Çok özür dilerim. Bir geri zekalı gibi sağıma bakmadan sağa dönmeye çalıştım. Şimdi, izninizle sizi kucağıma alıp arabaya bindirmek zorundayım. Hastaneye götüreceğim."

"Hayır!" dedim acıyla, "Hastaneye gitmeme... gerek... yok... Ah!"

"Maalesef, sormayacağım bile. Hastaneye gidiyoruz." Sarışın çocuk beni kucağına alıp bir eliyle de çantamı taşıyarak beni arabasının arka koltuğuna yerleştirirken ağrıdan sızlanıyordum. Telaşla ön koltuğa geçip arabayı çalıştırdı, hızla yola çıktı.

"Allah kahretsin ya, aklım başka bir yerdeydi. Ama çok yakında bir hastane var. Hemen gideceğiz. Kırığınızın olduğunu da sanmıyorum, burkuldu büyük ihtimalle. Bu arada ben Burak."

"Ben de... Ben de... ben... ah!" Acı içinde cümlemi tamamlayamazken sarışın kendi çapında suçunu örtbas etmek için saçma sapan bir espri yaptı,

"Siz de mi Burak?" "

"Ben İzmir..." dedim kekeleyerek.

"Güzel isim, İzmir'li misiniz?"

"Yok Manisa'lıyım!" dedim doğuma giden bir kadın gibi bas bas bağırarak, "Ah! Lütfen hızlanır mısınız ölüyorum şu an!"

Bu acı burkulma ya da kırıktan da öteydi, hayatımın en acı verici dakikalarını yaşıyordum. Sadece birkaç dakika sonra hastane kapısında durduğumuzda ismi Burak olan bu saf çocuk telaşla ön kapıyı açıp arabadan indi ve arka kapıya geldi. Kapıyı açıp beni kucağına alırken aklım telefonumdaydı, telefon ve çantamı arabada bırakırken söylenmeye başladım, "

"Telefonum... çantam... onları da almamız lazım..." Ege'yi arabada bırakıyor ve bir yabancıyla hastaneye giriyormuşum gibi hissediyordum.

"Ben sonra gelip alacağım, şimdi dönemeyiz." Sarışın çocuk beni telaşla bir sedyeye yatırdığında bizi karşılayan hemşireye durumumu anlatıyordu.

"Tek tekerlek ayağının üstünden geçti. On dakika önce oldu olay, hemen getirdim."

"Tamam, siz dışarıda bekleyin."

"Hayır, ben de gelmek istiyorum!" Çocuğun bu ilgili tavrına bir anlam veremiyordum, ama sesimi de çıkarmadım. Onu da bizimle birlikte acile soktuklarında iki doktor başıma geldi.

"Ayak bileği ezilmiş." diye açıkladı hemşire, "Üstünden araba geçmiş." Şu cümleye bakın ya. Daha yarım saat önce mutluluktan dans etmek istiyordum şimdi benim hakkımda "ÜSTÜNDEN ARABA GEÇMİŞ!" diyorlar.

"Böyle yapınca acıyor mu?" Doktor ayak bileğimi sağa doğru eğince acıyla bağırdım.

"Evet!"

"Böyle?"

"Evet! Ah!"

"Böyle?"

"Evet, evet! Lütfen öyle yapmayın! Ah!"

"Kırık olması imkansız, acın var ama burkulma gibi duruyor. Kızımızı röntgen odasına yollayalım, sonucunu getirelim."

Acı içinde kıvrana kıvrana sedyeyle röntgene yollandım, Burak başımdan ayrılmazken yüzündeki suçluluk ifadesini görebiliyordum. Her şeye rağmen aklım arabada bıraktığımız telefonumda, yani Ege'deydi. Belki çok az uyumuş, uyanmış ve beni aramıştı. Ulaşamayıp merak etmişi.

Röntgen çekildikten sonra sedyeyle acile yollanırken başımdaki Burak'a acıdan nefes nefese bir şeyler anlatmaya başladım, "

"Ya... doktor sonuçları incelerken lütfen arabadan telefonumu getirir misin? Beni merak etmiş olabilirler."

"Annen, baban filan mı?"

"Yani... arkadaşlarım..."

"Tamam. Ben hemen gidip getiriyorum." Ben acile girerken Burak koşarak yanımdan ayrıldı. Acile girdik, hemşire röntgen sonucunu başıma gelen kır saçlı doktora uzattı. Doktor inceler incelemez başını salladı,

"Kırık yok. Burkulmuş. İki hafta üstüne basmayacaksın. Sana bakabilecek birileri var, değil mi?" O sırada içim acıyla daralırken başımı salladım.

"Evet..." diye mırıldandım, "Var..." Yoktu. Kimsem yoktu.

"Tamam, ayağına bir bandaj takacağız. Bir de ağrı kesici vereceğim, ağrın kısa sürede azalacak. Dediğim gibi, iki hafta sağ ayağının üzerine basmayacaksın." Başımı salladığım sırada acilin kapısından Burak elimde telefonumla girerken kaşlarımı çattım. Neden çantamı getirmek yerine telefonumu çantamdan çıkarıp getirmişti. Doktor ayağımı bandajlarken sessizce sordum,

"Telefonumu neden çantamdan çıkardın?"

"Çalıyordu. Kapanmak üzereydi, seni merak eden birileri vardır diye açtım." Şok içinde yüzüne baktım,

"Açtın mı?"

"Açtım. Özür dilerim, sen telaşlanınca birileri seni merak ediyordur diye düşündüm... Yanlış mı yaptım?"

"K-kim arıyordu?" Telefonu elime alırken Ege'den mesajlar geldiğini gördüm,

"Gelmemeye Giden Adam mı ne öyle bir şey yazıyordu." Sinirle alt dudağımı ısırdığım sırada Ege'nin mesajlarına girmeye korka korka Burak'a baktım.

"Ne konuştunuz?"

"Kim olduğumu sordu, senin nerede olduğunu sordu, hastanede olduğunu söyledim. Telefonu sana götürmemi söyledi, ama sanırım şarjı bitti, yarı yolda kapandı telefonu." Tam o sırada telefonum çalarken ekranda görünen Gelmemeye Giden Adam yazısıyla telaşla telefonu açtım,

"Ege!"

"İyi misin? Ne oldu, neyin var, kırık filan mı? Neyin var?"

"Dur... dur, sakin ol..."

"Birkaç saat oldu ya, ayrılalı birkaç saat oldu, seni yalnız bıraktığım her an bir yerine bir şey mi olacak, ne oldu!"

"Benim... suçum yok... Araba ayağımın üstünden geçti."

"Harika. Arabasını s*keyim onun." Korkuyla telefonun sesini kıstığım sırada belli etmemeye çalıştım,

"Ben... seni sonra arayacağım Ege..."

"Dur, kapatma, iyi misin?"

"İyiyim, merak etme. Sadece burkulmuş. İki hafta üzerine basamayacakmışım."

"İki hafta üzerine basamayacak mısın? Ama... nasıl? Yani... tek başına..." Yutkundum, Ege karşımda acı içinde lafı gevelerken dediği şey çok açıktı, "Annen baban olmadan nasıl yapacaksın?" diyordu.

"Boşver. Hallederim. Şimdi kapatmam lazım." dedim gözyaşlarımı yutarak.

"Hangi hastanedesin?"

"Ne yapacaksın?"

"İzmir hangi hastanedesin?" Gözlerimi devirerek sıkıntılı bir nefes verdim.

"Nişantaşı Anadolu Hastanesi."

"Tamam, kapat şimdi, birazdan arayacağım."

"Neden? Ne oldu?" Telefon yüzüme kapanırken şok içinde ekrana baktım. Ne olmuştu şimdi, ne yapacaktı? Telefonun ekranını kapatıp Burak'a döndüğümde mahcup bir halde yanıma geldi.

"İstediğin zaman hastaneden çıkabilirsin, bandaj tamam." dedi kır saçlı doktor. Başımı sallayarak bir kez daha Burak'a döndüm.

"Seni evine bırakayım... Annenler evdedir, değil mi?" Yutkundum.

"Aslında ben yurtta kalıyorum." Kaşlarını çattı.

"Okulun yurdu mu?"

"Evet."

"Ama... annenler nerede?" Sıkıntıyla cevap verdim,

"Onlar İzmir'de." Bir yabancıya annemin babamın ölümünü anlatıp canımı sıkmak istemiyordum.

"Peki yurtta iki hafta tek başına nasıl idare edeceksin."

"Ederim, problem değil. Arkadaşlarım var."

"Emin misin? İstersen babam sana bir ambulans uçak ayarlayabilir, İzmir'e, evine gidersin." İçim acıyordu. İzmir, evim, annem, babam...

"Hayır, hayır... Sen beni yurda bırak lütfen."

"Madem öyle istiyorsun... Tamam." Birden ellerini uzattı, beni kucağına alıp acilin tekerlekli sandalyelerinden birine oturttu. Beni iterek dışarı çıkarırken telefonum çalmaya başladı. Ege arıyordu. Telefonu açtım ve kulağıma dayadım,

"Efendim?"

"Dışarı çık."

"Ne?"

"Hastanenin kapısına çık."

"Ne? Neden?"

"Soru sorma, dışarı çık." Ne olmuştu, on dakika içinde buraya ışınlanacak hali yoktu ya, telefon kulağımda Burak beni bahçeye doğru götürürken heyecanla beklemeye başladım. Kapıya çıktık ve o an garip bir görüntü çıktı önüme. Siyah lüks bir araba, önünde takım elbiseli genç bir adam. Adam bana bakarken telefondan Ege'nin sesi geldi,

"Takım elbiseli adamı gördün mü?"

"Ege... ne oluyor?"

"Gördün mü?"

"E-evet..."

"Kapatıyorum, o sana durumu açıklayacak."

"Ege!" Telefon yüzüme kapandığında takım elbiseli adam arabanın arka kapısını açıp tam önümde durdu, ben yüzüne şaşkınlıkla baktığım sırada konuşmaya başladı.

"İzmir Hanım, siz misiniz?" Başımı salladım.

"B-benim..."

"Ben Ege Bey'in babasının şoförüyüm. Sizi bir süre evimizde misafir edecekmişiz... Buyurun..."

Şok içinde bir adama, bir arabaya, bir telefonuma baktığım sırada nutkum tutulmuştu. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Ne yani, Ege onun evinde kalmamı mı istiyordu, hem de onsuz? Hayatımın en büyük şoklarından birini yaşıyordum. Aynı zamanda çaresizdim. Çaresizliğin en dibindeydim, ama bu dibinde olduğum kuyuda da Ege el uzatmıştı bana. Her zaman olduğu gibi, her yerde olduğu gibi... O an biliyordum ki Ege her düştüğümde elini uzatacaktı bana. Her an uzağımda olsa da hep yanı başımda olacaktı... Çok şey kaybetmiştim, ama biliyordum ki çok şey kazanmıştım da.


ARKADAŞLAR BİRER EGE ALIR MIYIZ?? Sanırım dünyanın en mükemmel erkek karakterini yazıyorum :') Bir kez daha gurur duydum Ege'yle. Uzakta olmak zorunda, ama her zaman yanında oluyor  İzmir'inin... Bu bölümde ayrıca İzmir'in Burak'a annesinin babasının öldüğünü söyleyemeyişine çok üzüldüm, "annem ve babam İzmir'de" cümlesini yazarken içimden bir şeyler koptu gitti. Bu hikaye zaten sürekli içimden bir şeyler koparıyor :') Bu günlük bu kadar, en kısa zamanda yeni bölümü yazacağım sevgililerim^^

NOT : Dünki bölümde İzmir Ege'ye doğum tarihini soruyordu, Ege'nin cevabının olduğu satır nedense yok olmuş, düzelttim ama sanırım hala görünmüyor. Merak edenler için Ege'nin doğum tarihi 15 Şubat 1996^^ Burcunu sormuşsunuz, kova burcu.

Yorum yapmayı ve oy kullanmayı unutmayın lütfen^^ Karantina soranlar için de söylüyorum yarın da Karantina'yı yazacağım. Sizi çok seviyorum ve yorumlarınızı okumayı dört gözle bekliyorum.

Instagram : beyzalkoc (1-2 gün içinde harika bir çekiliş yapacağım takipte kalın!)

Bu arada bu aralar bir Instagram canlı yayını yapıp sorularınıza orada cevap vermeyi düşünüyorum, mesajlara yetişemiyorum, ne dersiniz bu fikre^^

Continue Reading

You'll Also Like

195 92 4
Hey sen sevgili okurum nasılsın kitabı beğeneceksin bunu biliyorum hadi o zaman ne duruyorsun git ve oku
754K 51.5K 33
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
844K 55.1K 47
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
531 383 12
Elimden geldiğince yazmaya çalıştım umarım beğenirsiniz. Karantina dan esinlenmiştir.