SOLUCAN 1 ve 2. Kitap

By ZeynepSey

46.4M 1.1M 222K

Bölümler düzenlenmiş hâliyle yeniden paylaşılıyor. (Final dahil bütün bölümler eklenecektir.) More

SOLUCAN
1.BÖLÜM: SANA AŞIK OLMAMA İZİN VERİR MİSİN?
2.BÖLÜM: SENİ ANCAK AŞK İYİLEŞTİRİR
3.BÖLÜM: BELKİLER
;
4.BÖLÜM: BORDO CADDESİ
5.BÖLÜM: YENİ ÇOCUK
6.BÖLÜM: MÜZİK KATI
7.BÖLÜM: KORKULAR
8.BÖLÜM: POPÜLERLİK KAVGASI
9.BÖLÜM: BİR DERDİM VAR
10.BÖLÜM: İTİRAF
11.BÖLÜM: KESİCİ
12.BÖLÜM: MELANKOLİ
13.BÖLÜM: KLİŞELERDEN DOĞAN AŞK
14.BÖLÜM: BEDELLER
15.BÖLÜM: AİLE GÜNÜ
16.BÖLÜM: AĞAÇ EVİ
17.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
18.GÜNLÜK: SAKLI GÜNLÜK
19.BÖLÜM: AŞK UĞRUNA KENDİNDEN VAZGEÇMEK
20.BÖLÜM: YILBAŞI PARTİSİ
22.BÖLÜM: YANGIN
23.BÖLÜM: KABUSLAR
24.BÖLÜM: İÇ GIDIKLAYICI BİR GÜLÜŞ
25.BÖLÜM: AŞK İÇİN ÖLMEK
26.BÖLÜM: OYUN BİTTİ
27.BÖLÜM: ŞEKER GİBİ BİR BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 1: BANA AŞIK OLUR MUSUN?
SOLUCAN 2
1.BÖLÜM: KENDİME MEKTUP
2.BÖLÜM: BELALI İSMAİL
3.BÖLÜM: AŞKI HAYATININ MERKEZİNE KOYMAK
4.BÖLÜM: SÖNMEYEN ATEŞ
5.BÖLÜM: GECE SAÇLI ELİF
6.BÖLÜM: KALABALIĞIN İÇİNDEKİ YALNIZ
7.BÖLÜM: YARALAR VE İZLERİ
8.BÖLÜM: DOĞUM GÜNÜ
9.BÖLÜM: KARAOKE BAR
10.BÖLÜM: DAĞ EVİ
11.BÖLÜM: HAYAT VEREN ÖPÜCÜK
12.BÖLÜM: SEVİMLİ BİR TANIŞMA
13.BÖLÜM: KENDİME YALAN SÖYLEDİM
14.BÖLÜM: AYRILIĞIN ERTESİ
15.BÖLÜM: GEÇ KALINMIŞ BİR ÖZÜR
16.BÖLÜM: METAFOR
17.BÖLÜM: ACIYA KARIŞAN UMUTLAR
18.BÖLÜM: HİSLERİNİ KAPAT
19.BÖLÜM: YANINDAYIM
20.BÖLÜM: YÜZÜNDEKİ ACI HOŞUMA GİTTİ
21.BÖLÜM: BİR KAYIP DAHA
22.BÖLÜM: YENİ BAŞLANGIÇLAR
23.BÖLÜM: HER ŞEYİMSİN
24.BÖLÜM: KAYBETME KORKUSU
25.BÖLÜM: YAŞATTIĞINI YAŞARSIN
26.BÖLÜM: KENDİME BİR MEKTUP DAHA
27.BÖLÜM: TAMAM MI SİL BAŞTAN MI?
BÖLÜM 13: SÖYLEMESİ ZOR

21.BÖLÜM: SEVMEKTEN USANMAM

572K 18.8K 3.8K
By ZeynepSey

21.BÖLÜM: "SEVMEKTEN USANMAM"

"Nasıl olmuşum?" diye sorunca Irmak, dönüp ona baktım.

Üzerindeki beyaz elbisenin çiçekleri bu defa papatyaydı. Ve her zamanki gibi dizlerinin bir karış yukarısında, belden aşağısı kabarık olan bir model tercih etmişti. Islık öttürerek onu puanladıktan sonra aynadaki kendi yansımama baktım. Ben de her zamanki tarzımın dışına çıkmamıştım. Altımda siyah, deri bir pantolonla botlarım vardı. Üstümdeyse göğüs ve sırt dekolteli beyaz bir bluz.  Yakası v şeklinde iniyordu.

"Sen de harika görünüyorsun," dedikten sonra mint yeşili çantasına uzandı. İkimizin de hazır olduğunu, artık çıkabileceğimizi anlayarak ben de kendi siyah çantama uzandım. Birlikte odamdan ayrılarak basamakları inmeye başladık.

Kıvanç'ın partiye gelip gelmeyeceğini hâlâ bilmiyordum. Hazel'ı bildiğimi ona çaktırmasaydım, belki de ağaç evinde geçirdiğimiz zaman kadar iyi olurdu aramız hatta partiye birlikte bile gidebilirdik. Ne yazık ki yine şu aptal çenemi tutamamıştım ve her şeyi mahvetmiştim.

Okula geldiğimizde direkt olarak asansörlere doğru yürüdük. Normal şartlar altında asansörlerin öğrenciler tarafından kullanılması yasaktı. Fakat bugünkü şartlar normal değildi, parti müzik katında yapılacaktı. Özel bir gecedeydik dolayısıyla asansörü kullanmamızın bir mahsuru yoktu.

"Nasılsınız Parazitler?" diyerek bizimle asansöre bindi Su. Cevabımızı bekleme gereği duymadan, "Yakında buralardan gideceğim. Sizinle daha fazla uğraşamayacak olmam ne de kötü..." diye devam edip dudak büktü.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu Irmak.

"İngiltere'ye, annemin yanına gideceğim."

Su'nun anne ve babası, biz anaokulundayken ayrılmıştı. Anaokulunun ilk günlerinde onunla arkadaşlık kurabilmiştik kurmasına ama anne ve babası ayrılınca Su bir anda çok değişti. Önce hepimizden uzaklaştı, sonra şımarık tavırlar sergileyip bizlere kötü davranmaya başladı. Anne ve babası boşanan ilk çocuk Su değildi ama o, sanki ilkmiş gibi davranıyor, kendisini öğretmenlere karşı acındırıyor ve böylelikle tüm cezalardan da muaf tutuluyordu. Büyüdükçe kendi gibi davranmaya başlar sandık fakat öyle olamadı. Entrika peşinde koştu hep ve zamanla kendi benliğini kaybetti.

"Neyse ki bugün yapacağım şey, bütün bir ömre bedel olacak."

Asansörden ilk inen olup geride birbirine şaşkın şaşkın bakan iki çift göz bıraktı.

"Ne dedi bu hoşaf beyinli?"

Irmak'ın sorusuna karşılık dudaklarımı büktüm, aynı zamanda omuzlarımı kaldırıp tekrar indirdim. İnci'den sonra bir de Su için mi endişe etmem gerekiyordu; bilemiyordum...

Asansörden inip müzik katına girdiğimizde öğrencilerin neredeyse tamamının çoktan gelmiş olduğunu gördük. Etrafıma bakınmaya başladım ancak ne bizimkileri ne de Ozan'ı görebildim. Irmak da benim gibi etrafına bakarken bir anda tek bir noktaya odaklandı, sürprizimi gördüğünü düşünerek ben de oraya baktım.

"Ozan! Buradayız!"

Irmak, havada salladığım elimi tutunca sakince kolumu indirecek sandım fakat hayır, bahsettiğimiz kişi Irmak'tı. Kolumu indirmeden beni omzumdan çimdikledi ve ben acıyla inlerken Irmak'ın bu hareketini gören Ozan sırıttı.

"Kambersiz düğün olmaz dediler; çıktım, geldim."

"Oha, o kamber sen miydin?" diye sordu Cem, şaşkın bakışları Ozan'ın üzerindeydi. Ne zaman yanımıza geldiğini bilmiyordum.

"Bu kim?" diye sordu Ozan, Irmak'a bakarak. Yüzünde, Cem'den rahatsız olduğunu belli eden bir ifade taşıyordu ve bu biraz komikti.

"Arkadaşımız," diyerek samimiyetle gülümsedim.

Ozan'ı Irmak'ın anlattığı kadarıyla tanıyor ve seviyordum. Hakikatli bir çocuk olduğu belliydi fakat ne kadar olduğu muammaydı. Bunu önümüzdeki günler bize gösterecekti.

"Seni kim çağırdı?" diye sorarken Ozan'ın buraya gelmesinden rahatsızlık duymuş gibi bir ifade oluşmuştu yüzünde ama sesindeki tonun anlamı, aslında memnun olduğunu anlamamıza yetmişti. Bu ayrımı yalnızca Irmak'ı yıllardır tanıyan Deniz ve ben anlayabilirdik.

"Nehir çağırdı." Irmak'ın bakışları bana çevrildi. Bakışlarındaki minnet duygusunu yakaladım. "Güzelim, bir kere de sorun çıkarma." diyen Ozan, o minnet duygusunu fark edemeyenlerdendi.

"Bana güzelim deme," dedi Irmak, sesinin tonu hâlâ aynıydı.

Gelecekte Ozan ve Irmak sevgili olsaydı eğer, ilk destekçileri ben olurdum, buna emindim. Hatta onlar için bir çift ismi bile bulmuştum; IrmOzi...

"Çok koşturmalı bir ilişkimiz var, farkındayım fakat bu gece koşmasak olur mu? Güzelce dans etsek, olmaz mı?"

Ozan'ın koşturmalı ilişkideki kastını biliyordum. İlk tanıştıklarında Bordo Caddesi'nde koşmuşlardı; ilk buluşmalarında Ozan, Irmak'ın elini izinsiz bir şekilde tutunca Irmak bunu kovalamaya başlayınca koşmuşlardı; ilk kez tesadüfen karşılaştıklarında da hobi olarak koşmuşlardı. Irmak ve Ozan'ın henüz aşka dair ilişkileri olmasa da koşturmalı bir ilişkileri olduğu gerçekti.

"Ben sana küsüm," dedi Irmak.

O sırada Cem'in hâlâ yanımda durup olanı biteni anlamaya çalıştığını fark ettim. Cem, ona baktığımı fark edince sağ kolunu kaldırıp omzuma attı.

"Tamam, güzelim! Tamam, özür dilerim," dedi Ozan.

O an kısa bir süreliğine düşündüm. Kıvanç benden özür diler miydi?

Hiç sanmıyordum.

Bazıları özür dilemenin yücelik belirtisi olduğunu savunurdu ve bazıları da özür dilemenin küçük düşürücü bir hareket olduğuna inanırdı. Kıvanç için ikincisinin geçerli olduğunu düşünüyordum.

"Özür dileyince geçiyor mu sanıyorsun?" diye sordu Irmak. Biraz sonra felsefi bir konuşma yapacağından neredeyse emindim. "At bardağı yere, sonra da dile özrünü... Bardak eski haline dönüyor mu?" Bu klişe muhabbeti dinlediğime inanamıyordum.

"Teknik olarak dönmez," dedi Ozan, ardından, "İyi de ne alaka şimdi?" diye sordu.

"Beni kırdın, bardak nasıl eski haline dönmezse ben de dönemem artık..."

"Kızım sen bardak mısın da kendini bardakla eş tutuyorsun?" diye sordu Ozan, Irmak öylece kalakaldı. "Hani, bardak olsan sana hak vereceğim ama buradan bakınca hiç de bardağa benzer bir halin yok," diye devam edince içimden kahkahalar attım. Boğulur gibi olunca arkamı dönüp öksürmeye başladım.

"Komikti, değil mi?" diye fısıldayarak sordu Cem kulağıma doğru. Kolu omzumdaydı ve ben gülüyordum. O esnada Kıvanç'ı gördüm.

Üzerindeki siyah takım elbiseyle her zamankinden çok daha yakışıklı görünüyordu. İçine siyah bir gömlek giymiş ve gömleğinin ilk düğmesini açık bırakmıştı. Ondan beklenileceği gibi kravat takmamıştı. Doğrudan bana, hem de öfkeli bir şekilde mi bakıyordu yoksa bana mı öyle geliyordu?

"Nehir Aksoy!"

Tugay Öğretmen'in müzik katında yankılanan sesini duyunca Kıvanç'tan bakışlarımı çekip Cem'in kolunun altından çıktım. Ozan, Irmak'ın elbisesi hakkında iltifatlar etmeye başlamışken yanlarından ayrılarak müdürümüze doğru ilerlemeye başladım.

Karşısına geçtiğimde bana öfkeli gözleriyle bakıp kurumuş dudaklarını araladıktan sonra, "Yiyecek ve içecek siparişini doğru verdiğinden emin misin kızım?" diye sordu. Kızacağını biliyordum fakat bu kadarını hiç tahmin etmemiştim.

"Evet, hocam..." dedim, sesim beklediğimden daha cılız çıkmıştı.

"Kızım," dedi sakin kalmaya çalışarak. "Bu gece yılbaşı gecesi. Böyle bir partiye çiğ köfte ve şalgam suyu sipariş edilir mi hiç? Dalga mı geçiyorsun sen bizimle?"

Ne olmuştu yani? Her yılbaşında aynı şeyleri yiyip içmek zorunda değildik ki! Bu sefer de acı çiğ köftelerimizi yerken şalgam sularımızı kana kana içseydik ve sabahı tuvaletlerde etseydik... Ne olurdu yani?

"Hayır, hocam..."

İçimden geçenleri dışarıya aktaramamak da ayrı bir olaydı.

"Hocam!" diye bir ses duyduğumda başımdan soğuk su dökülmüşçesine ferahlayarak rahatladım. Her zamanki gibi Deniz yine beni korumak için kendini feda edecekti. "İzin verirseniz ben size açıklayayım."

Deniz'in dedesinin babası bu okulu yaptırdığı için Deniz'in de müdürümüz üzerinde hatırı sayılır bir etkisi vardı; müdürümüzü sakinleştirebilecek sayılı kişiler arasındaydı. Bu yüzden gönül rahatlığıyla Deniz'i Tugay Öğretmen'le baş başa bırakıp arkamı döndüm. Ancak Cem'i bıraktığım yerde bulamadım, aynı zamanda Kıvanç'ı da... Ozan ve Irmak desen zaten yoklardı.

Batu'yu aramaya koyuldum. Bir süre sonra koskoca müzik katında Batu'yu bulmanın zor olacağını düşünerek cebimden telefonumu çıkardım, rehberden adını bulduktan sonra arama tuşuna bastım.

Aramamı, üçüncü çalışında "Efendim?" diyerek açtı.

"Neredesin?" diye sorarken, etrafıma bakınmaya devam ediyordum.

"Keman Odası'ndayım."

"Geliyorum."

Etrafıma bakınmaya devam ederek Keman Odası'na doğru yürümeye başladım.

Gözlerimin aradığı kişi bu sefer Kıvanç değil, İnci'ydi. Bu gece Su'nun kötü bir şey yapacağını biliyordum fakat İnci'nin yapacağı şeyin daha kötü olacağını tahmin ettiğimden gözlerim hep onu arıyordu.

Odaya girdiğimde Batu'yu elindeki kemanla uğraşırken buldum. Batu keman çalmak şöyle dursun, flüt çalmasını bile bilmeyen bir çocuktu. Bu yüzden terk edilmiş bir panda yavrusu misali otururken elinde neden bir keman olduğunu anlayamadım.

"Batuş'um," diye seslenerek dikkatini çekmek istedim. "Ne yapıyorsun burada?" İçeride ikimiz dışında başka kimse yoktu.

"Kemanların yapısını çözmeye çalışıyordum," dedi oldukça ciddi bir ses tonu ve yüz ifadesi kullanarak.

Bir derdi olduğunu bilerek geçip yanına oturdum. "Anlat bakalım," dedim, bir of çekti ki karşıki dağlar ne kelime, dünya üzerindeki tüm dağlar yıkıldı.

"Damla da gelmiş partiye."

Gözlerim irice açıldı. O kızın ne işi vardı burada? Yani evet, müdür yardımcımızın izni dahilinde istediğimiz kişileri partiye davet edebiliyorduk ama o kızı bu partiye kim davet ederdi ki?

"Kıvanç..."

Sesli söylediğim isimden sonra Batu bakışlarını bana çevirip başını salladı. Peki ama neden? Kıvanç'ın, Damla'yı davet etmekteki amacı ne olabilirdi? Lanet olası bu partide neler olacaktı bu gece?

"Onu gördüm ama o beni görmedi," derken sesindeki o masum tını zihnimde yankı yaptı. "Çok güzeldi be Nehir!"

Batu'nun acısı, benim acımmış gibi tenimde yakıcı izler bırakıyordu. Çünkü Damla denen kıza hala âşık olduğunu biliyordum. Damla onun ilk ve tek aşkıydı ancak şehvet duygusuna yenik düşüp Kıvanç'la etik olmayan bir ilişki yaşayarak Batuhan gibi birini kaybetmişti.

O günlerin üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti ama Batu, Damla'yı ilk günlerdeki gibi sevmesine rağmen hâlâ affedememişti. Gerçi, Damla'nın da affedilmek için bir şey yaptığını düşünmüyordum ya neyse...

"Benim olmaması çok acı..."

Belki de ona en çok koyan, hâlâ onu seviyor ve istiyor olmasıydı. Kardeşi olarak gördüğü ilk ve tek kişiyle ilişki yaşayan ilk ve tek aşkını affetmek istiyordu ama yapamıyordu.

"Neden geldi ki?"

Canını daha fazla acıtmak için, mi demeliydim; yoksa canı sıkılmıştır belki, diyerek durumu şakaya mı vurmalıydım? Bilemiyordum, bu yüzden sustum ve kollarımı uzatarak ona sıkıca sarıldım.

"Batuhan?"

Duyduğum sesten sonra Batu'dan uzaklaştım, Batu'nun yüz ifadesini görmemle arkamı dönüp sesin sahibi olan kıza bakmam da bir oldu.

"Damla..."

Kim olduğunu öğrendiğim kızı baştan aşağı süzerek incelemeye başladım. Batu'nun anlattığı gibi açık kestane saçları ve mavi gözleri vardı. Dolgun dudaklarına kırmızı bir ruj sürmüştü. Burnu hokka ve ince kaşları yeni alınmış gibiydi. Fiziği görmezden gelinemeyecek kadar iyi duruyordu. En az Batu'nun bahsettiği kadar güzel bir kızdı. Ona nasıl ilk görüşte âşık olabildiğini şimdi anlıyordum.

Yüksek topuklularının çıkardığı sesle birlikte odaya girdi. İkiliyi yalnız bırakmak amacıyla kalkıp gideceğim sırada Batu'nun bileğimden yakalamasıyla durakladım. Bana bakmıyordu, gözleri direkt olarak Damla'ya bakıyordu ama eli benim bileğimdeydi. Onunla yalnız kalmaya hazır olmadığını anlayarak kalktığım gibi geri oturdum. Gitmemi istemiyorsa, gitmezdim.

"Ben Damla."

Bir adım ötemde durup elini bana uzatınca benimle tokalaşmasına izin verdim. "Ben de Nehir."

"Kıvanç'ın deyişiyle Solucan..." deyip gülümsediğinde dudaklarım hafifçe aralandı.

Bu kızın hiç kusuru yok muydu? Neden bu kadar güzel gülümsüyordu ki? Gerçi henüz dişlerini görmemiştim. Belki de dişleri eğriydi. Bu olasılık beni biraz olsun rahatlatırken farkına vardığım diğer ihtimalle dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

Damla beni tanıyor muydu? Hem de Kıvanç'ın anlatımıyla?

"Seninle tanışmayı çok istiyordum," dedikten sonra dişlerini göstererek gülümsedi. "Demek kısmet bugüneymiş."

Lanet olsun! Dişleri eğri değil, aksine en az benimkiler kadar düzgündü. Benimkiler diş telleri sayesinde düzelmişti acaba onunkiler de mi öyleydi?

"Dişlerin lens mi?" Kaşlarını çattı. "Ay..." diye utançla devam edip yüzümü Batu'ya çevirdim, neyse ki saçlarım yüzümü kapatmıştı.

Kısa bir sessizlik oldu. Damla geldiğinden bu yana Batu'nun tek kelime etmediğini fark edince utanmayı bir kenara bıraktım. Batu konuşarak sessizliği bölecek gibi durmuyordu, Damla da bunun farkındaydı. Ama buna rağmen hâlâ yanımızda dikilmeye devam ediyordu.

Allah aşkına, biri bana asıl yüzsüzün kim olduğunu söyleyebilir miydi? Dövüldüğü halde hâlâ Kıvanç'ın etrafında dolanmaya devam eden Su ve İnci mi, kovulduğu halde hâlâ bana gelmeye devam eden Kesici mi, istenmediği halde hâlâ yanımızda durmaya devam eden Damla mı daha yüzsüzdü yoksa ben mi? Tabii ki de ben değil! Biri artık bunu Kıvanç'a söylemeliydi de ben de hak etmediğim şu lakaptan kurtulmalıydım.

"Konuşabilir miyiz, Batuhan?" diye sordu Damla.

"Konuşacak bir şey yok," dedi Batu sertçe. Acaba o günden beri ilk kez mi konuşuyorlardı?

"Nehir," diye bana döndü. "Canım, bizi yalnız bırakır mısın?"

Bu neydi şimdi? Damla'nın bu tavrı da neyin nesiydi? Küçük çocuğunun yanında tartışmak istemeyen ebeveyn gibi davranmıştı bana resmen ve an itibariyle tüm sinirlerim tepemdeydi.

"Bırakamaz," dedi Batu ve tekrar bileğimi tuttu.

"Yalnız konuşmak istiyorum seninle," diye diretti Damla.

Benim sinirlerim bile tepemde toplanmışken kim bilir Batu'nunkiler ne âlemdeydi?

"Ama ben seninle konuşmak istemiyorum. Bunu ne yapacağız?"

Batu ayağa kalkınca tuttuğu bileğim sayesinde ben de ayağa kalkmak zorunda kaldım. Birlikte dışarı çıkmak üzereyken dönüp omzumun üstünden son kez Damla'ya baktım. Kafasını eğmiş bir halde yere bakıyordu ama yüzünde buruk bir tebessüm vardı.

Odadan çıkmamızın hemen ardından kulaklarımı hoş bir melodi doldurdu. Melodi tanıdık geliyordu ama hangi şarkıya ait olduğunu bir türlü çıkaramıyordum.

Birkaç adım daha ilerledik, onu gördüm. Katın orta noktasında bulunan platformun üzerindeydi.

"Şarkıyı Kıvanç söyleyecek!"

Batu'yu o tarafa doğru çekiştirmeye başladığımda dünyaca ünlü bir sanatçıya hayran olan biri gibi davrandığımı farkındaydım fakat kimin umurundaydı ki?

"Dinleyelim, lütfen!" derken aksini istesek bile dinlemek zorunda kalacağımızın biliyordum.

Müzik, tüm katı dolduruyordu. Bütün öğrenciler ve öğretmenler heyecanla Kıvanç'ın şarkıya girmesini bekliyordu. Elindeki mikrofonu dudaklarına yaklaştırdı, gözlerini kapattı. Kalbim heyecandan durmak üzereydi.

"Yazdım, çizdim, hayal ettim..."

Kıvanç Vuran'ın söylediği şarkıların hep bir anlamı olurdu; içinde bulunduğu ruh haline uygun şarkılar seçip söylerdi. Çünkü kendini konuşarak ya da yazarak değil, şarkı söyleyerek anlatmasını bilirdi. Müzik, onun sorunlarla baş etme yöntemiydi.

"Ama o anladı...

O beni anladı, dibine kadar..."

Gözlerini açtı, insanlarda gezdirmeye başladı; beni bulduğu sırada şarkının nakarat kısmını söylüyordu. Yalnızca bana bakarak nakarat kısmını bitirdi.

Bu şarkının sebebi ben olabilir miydim? Onu anlamayan Hazel'ken anlayan ben miydim?

"Güldüm, geçtim, genceciktim...

Aşk içinde meşke daldım...

Kendimi buldum, onu kaybettim... Anlayamadın ya..."

Omzuma biri dokununca bakışlarımı gözlerini kapatmış olan Kıvanç'tan ayırarak bana dokunan kişiye çevirdim.

"İkramları gördünüz mü?" diye sordu Cem, neredeyse sırıtıyordu.

"Kimin marifeti sanıyorsunuz?"

Batu sırtımı sıvazlayıp teşekkür edercesine gülümsedi çünkü son günlerde dertliydi, bu geceyse çok daha fazla dertlenecek gibi duruyordu. Kafayı bulması gerektiğine inanıyor olmalıydı; bunun için gerekli olan tek şey de şalgam suyuydu ve an itibariyle şalgam suyumuz hazırdı!

Yanımızdan geçen okul çalışanlarından birini durdurup tepsinin üzerindeki küçük bardaklardan iki tane aldım; birini Cem'e, diğerini de Batu'ya verdim. Sevmediğim halde sırf Batu için ben de içecektim bu yüzden kendime de bir tane aldım ve çalışan kıza teşekkür ettim. Kız yanımızdan ayrılırken bakışlarımı tekrar platforma çevirdim, Kıvanç'ı göremediğimde gecenin uzun olduğunu, ilerleyen saatlerde yanına gidebileceğimi varsayarak elimdeki küçük bardağı havaya kaldırdım.

"İçelim bu gece!" diye bağırdığımda Cem de şalgam suyu dolu bardağını havaya kaldırdı. Batu da kaldırınca tokuşturduk ve hep birlikte şalgam sularımızı kafamıza diktik.

Batu elinin tersiyle ağzını silerken Cem başka bir çalışanı durdurdu. Boş bardakları tepsiye bırakıp yenilerini aldık, tokuşturduktan sonra tek yudumda içtik. Öğürmemek için kendimi zor tutuyordum. Bu döngü karnımın ağrımasına dek sürdü. "Karnım ağrıdı, kusacağım!" diye hayıflanmaya başladığımdaysa son buldu.

"Sarhoş oldum, iyi mi..." dedi Batu beşinci bardaktan sonra. Cem onu alkışlamaya başladı.

Kusmaya gideceğimi söyleyerek yanlarından ayrıldım. Yüzümü ekşitmiş bir halde yürürken Kıvanç'ı ve yanındaki Damla'yı gördüm. Damla pür dikkat Batu'yu izlerken Kıvanç'ın bakışları benim üzerimdeydi.

Tuvaletlere birkaç metreden daha az kalmışken Irmaklara denk gelince biraz daha kendimi tutabileceğimi düşünerek yanlarına gittim.

"Nasıl gidiyor?"

"Gayet iyi," dedi Ozan. "Senin nasıl gidiyor? Özellikle Kıvanç'la?"

"Gitmiyor."

"Nasıl yani?"

"Konuşmuyor benimle..."

"Belki de sen konuşmuyorsundur?"

"Nasıl yani?"

"Bugün onunla konuşmayı hiç denedin mi?"

"Hayır ama..."

"Onunla konuşmayı denemeden böyle bir çıkarıma varamazsın."

"İyi de hep ben mi gideceğim ona? Bir kez de o gelse ya bana!"

"Kıvanç'tan bahsediyorduk en son, değil mi?" diye sordu Ozan ve onaylatmak amacıyla Irmak'a döndü. Irmak'ın başını sallamasından sonra tekrar bana döndü. "Bak, Nehir," dedi yumuşak bir sesle. "Kıvanç, insanlarla arasına hep bir mesafe bırakan; onlara karşı soğuk, bazen kaba, bazen nazik; nerede ne yapacağı neye kızıp neye sevineceği belli olmayan dengesiz herifin teki. Kıvanç konuşmayı sevmez, ilk adımı atmaz, ne hissettiğini ya da düşündüğünü belli etmez. Onu aklamaya çalışmıyorum. Fakat o senden önce de böyle biriydi senden sonra da böyle biri olmaya devam edecek. Ondan değişmesini bekleyemezsin."

"Robotun teki yani," dedi Irmak.

Ozan başını salladı. "Bir nevi..."

"Ama neden?" diye sordu Irmak. Ne yazık ki ben cevabı biliyordum.

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "İnsan bazı acılar karşısında hissizleşir, zamanla kendini bile kaybeder. Anlatmak bana düşmez ama bilmenizi isterim ki Kıvanç hiç de kolay şeyler yaşamadı. Sonuç olarak böyle birine dönüştü."

"En başından beri böyle biri değildi yani?" diye sordu Irmak tek kaşını kaldırarak.

Ozan dilini şaklattı. "Bu kadar değildi diyelim."

"Ne yapmamı öneriyorsun?"

"Onu olduğu gibi kabul etmeni. Eğer gerçekten seviyorsan onu, bu haliyle kabullen derim çünkü biz çok uğraştık ama olmadı. Eski Kıvanç'ı bulamadık, sonunda onu bu haliyle kabul ettik."

"Size karşı da mı böyle kötü davranıyor?"

Bir kaşını kaldırarak sırıttı. "Böyle kötü derken?" İçten bir kahkaha attı. "Sana hiç kötü davranmıyor desem?"

"Ne?"

"Bana ne kadar inanırsın bilmem ama bence Kıvanç sana değer veriyor."

"Arkadaşımı boş yere umutlandırma!" diye kızdı Irmak.

"Öyle bir şey yapmıyorum," dedi aynı yumuşak sesle.

"Bu çıkarıma nasıl vardın?" diye merakla sordum. Doğru olabilir miydi? Kıvanç bana gerçekten de değer veriyor olabilir miydi? Bana yakın arkadaşlarından bile daha mı iyi davranıyordu?

"Açıkçası ben senin kadar görmüyorum Kıvanç'ı. Hayatına girdin gireli Kıvanç bize ayırdığı vaktin tamamını seninle geçirmeye başladı. Kıskanmadığımı söylesem yalan söylemiş olurum. Eh, senin için endişelenmesi de cabası..."

"Benim için endişelenmesi mi?" diye araya girdim. "Ne zaman?"

"Kesici'nin seni rehin tuttuğu gün işte."

İstemsizce gülümsedim. "O gün benim için endişelendi mi?"

"Hem de nasıl," dedi ıslık öttürerek. "Ama belli etmedi. Ağır abi ya beyefendi, hislerini belli ederse ölür."

Irmak kıkırdayınca Ozan onu güldürmenin sevincini yaşadı. Ozan'a şimdi daha çok ısınmışken "Kendini en çok bana yakın hissediyor yani," dedim bir yandan da olduğum yerde sallanıyordum.

"Bir kardeşi, iki sen diyelim." Sonra pot kırdığını düşünmüş gibi yalancı bir öksürükle kendine geldi.

"Yine de bana olan davranış biçimi de kötü," dedim ben de kendime gelirken.

Tekrar omuz silkti. "Elimizdeki mal bu. İstersen uğraş biraz, onu değiştirebilirsen ne ala ama söylediğim gibi, biz daha önce çok denedik, olmuyor."

"Olacak," dedim buna gerçekten inanırken.

Hayatında en çok değer verdiği, en iyi davrandığı kişi kardeşiyken ikincisi bensem, kalan insanları düşünemiyordum bile. Kim bilir hayatındaki diğer insanlar Kıvanç'ın onlara hem mesafeli hem de kaba saba davrandığı anlarda neler hissediyor, nasıl kaçıyorlardı ondan? Ben onu sevdiğim, gerçekten çok sevdiğim için kaçmıyordum ama herkes benim gibi değildi ki.

Ansızın aklıma gelen düşünceyle, "Bir dakika," dedim. "Neden ben ikiyim?"

"Kardeşinin önüne de geçmek istemiyorsun herhalde," dedi Irmak hayret edercesine.

"Hayır hayır," diyerek Ozan'ın kolunu yakaladım. "Neden üç dört beş ya da altı değil de ikiyim? Neden size daha uzak, bana daha yakın hissediyor? Beni tanıyalı daha ne kadar oldu ki?"

Kaşlarını kaldırırken aynı zamanda dudaklarını da büktü. "Onu da artık kendisiyle konuşursun. Ben haddim olmayan çok şey söyledim bugün."

Arkamı dönüp Kıvanç ve Damla'nın olduğu tarafa baktım. Damla gülerek bir şeyler anlatıyordu, Kıvanç önündeki bardaktan su içerken Damla'yı dinliyor ya da dinliyormuş gibi yapıyordu. Kızın suratına bile bakmıyordu. Tekrar Ozan'a döndüğümde başını salladı, gördüğümü o da görmüştü.

"Beni ne kadar samimi bulursun bilmem ama..." diye onun gibi başladım söze. "Kıvanç değişecek." Üçümüzü de ikna eder gibi başımı salladım. "Er ya da geç eskisi kadar ya da çok daha iyi bir Kıvanç göreceğiz."

"Umarım," dedi içtenlikle.

Omzunun üzerinden birkaç metre arkasında duran İnci'yi gördüğümde dikkatim dağıldı, onların da keyfini kaçırmak istemediğimden "İyi eğlenceler size çifte kumrular..." diyerek yanlarından ayrıldım.

Bana doğru gelen İnci, dudaklarına sürdüğü rujla uyum içerisinde olan kırmızı bir elbise giymişti. Mini elbise, belini sarıyordu ve hafif çarpık olan bacakları apaçık ortadaydı. Bu kadar kısa bir süre içerisinde nasıl olur da bir insan bu kadar değişebilirdi, aklım hâlâ almıyordu.

Orta noktada karşı karşıya geldiğimizde dudaklarına hiç de samimi olmayan bir gülümseme davet etti ve son derece sade giyinmiş olan beni süzmeye başladı. Bakışlarındaki aşağılama duygusu beni rahatsız etse de ses çıkarmadım.

"Ne yaparsan yap, her zaman balonun en rüküş kızı sen olacaksın."

"Ve sen de en eziği," dedim kendimi tutamayarak. "Her zaman görünmez, istenmeyen ve dışlanan..."

"Sen..." dedi işaret parmağını bana doğru sallarken. Hayatımda ilk kez bir insanı bile isteye aşağılamıştım ve her ne kadar karşımdaki bu sözleri hak etmiş gibi dursa da şimdi kendimi kötü hissediyordum. "Yapacağım şey için suçluluk hissedebilirdim ama şu son söylediğinden sonra... Asla!"

"Irmak'a zarar veremeyeceksin," dediğimde kaşlarını çatıp söylediğim sözü anlamlandırmaya çalışıyormuş gibi baktı.

Ne demek istediğimi anladığındaysa küçük çaplı bir kahkaha attı. "Irmak'a neden zarar vereyim ki?"

Irmak'a zarar vermeyecekse, kime verecekti?

Benim en değerlimin kim olduğunu sanıyordu?

Deniz?

Batu?

Yoksa Kıvanç mı?

"Neden benimle uğraşıyorsun?"

Irmak'la eşit şartlar altındaydık ama İnci'nin tek derdi benimleymiş gibi duruyordu. Sebebi burnunu vurmuş olmam olamazdı çünkü savaşı başlatan oydu. Ben sadece karşılık vermiştim.

"Benim sahip olmadığım özel bir şeye sahipsin çünkü..."

"Neye?"

"Deniz'in aşkına."

Bir an karşımda eski, masum ve saf İnci'yi gördüm. Bu hikâyenin masum ve saf kızı varsa o da kesinlikle İnci'ydi. Bir dakika bir dakika... Deniz'in aşkına mı demişti o?

"Yok artık!" diye bağırdım gözlerimi kocaman açarak. Deniz'in bana âşık olduğunu mu düşünüyordu gerçekten?

"Neden gittim sanıyorsun? Onun sana olan bakışları beni bitiriyordu!"

"Kızım, delirdin mi sen? Dünyada son kız ben kalsam, Deniz dönüp yine de bana o şekilde bakmaz!"

Başını onaylamazcasına iki yanında salladı. "Gördüm diyorum sana... O sana âşık!" Gözleri dolu dolu bakıyordu.

"Delirmişsin sen..." dedim bir adım gerilerken.

O sırada çarptığım kişi "Bence de..." dedi.

Arkamı dönüp baktığımda Su'yu kollarını göğsünde kavuşturmuş, öfkeyle İnci'ye bakarken buldum. Onun ne derdi vardı şimdi? Neden olur olmadık yerlerden çıkıp duruyordu ki?

İkilinin birbirine öfkeyle baktığını görünce "Siz burada, aynen bu şekilde bakışarak savaşın, tamam mı?" dedim. "Ben birazdan geleceğim."

Koşar adım onlardan uzaklaşırken bu defa da Cem'e çarptım.

"Yavaş be güzellik!" dedi Deniz, Cem'in hemen yanındaydı. Elindeki çiğ köfte dürümünü yemekle meşgul olmasına rağmen Cem'den önce davranarak beni düşmekten son anda kurtarmıştı.

"İnci ve Su'dan kaçıyordum," dedikten sonra yalnızca birkaç adım koşmuş olmama rağmen nefes nefese kaldığımı fark ettim.

"Sebep?" diye sordu Cem.

Deniz'in dürümünün sonundan azıcık koparıp ağzıma attım. "Çünkü İnci hanımefendi bunca zamandır Deniz'in bana âşık olduğunu düşünüyormuş," dedim lokmamı yutmadan hemen önce.

"Zeki kızmış," deyince Deniz, lokmam boğazımda takılı kaldı; öksürük krizi tutunca Deniz kahkahalarla gülmeye başladı.

Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldığım halde kahkaha atmaya devam eden Deniz'in aksine, Cem, sırtıma birkaç defa vurdu da lokmamı yutabildim. "Ölüyordum, geri zekâlı!"

Sırtımı sıvazladı. "Daha Kıvanç sana âşık olmadı, nereye ölüyorsun?"

"Kıvanç'ın bana âşık olmasını istemiyorum ki..."

"Sen onu benim külahıma anlat," dedi Deniz, ardından Cem nereden çıkardığını bilmediğim bir dondurma külahını Deniz'in kafasının üstüne koydu.

"Hadi, buyur, anlat."

"Lan," dedi Deniz. "Cebinde külah mı taşıyorsun sen?"

"Yıllar boyu hep bu ânı bekledim."

Belli ki gerçekten de cebinde külah taşıyordu.

Bu hareketiyle beni kahkahalarla boğmuşken çiğ köftesinden yeni bir ısırık alan Deniz, "Nehir, kalk bi' şarkı söyle de keyfimiz yerine gelsin," dedi.

En iyi Deniz bilirdi sesimin kötü olduğunu ama nedense Cem de onu destekleyince bir an kötü fikirmiş gibi gelmedi.

Cem'e döndüm. "Bir yerlerden domates çıkarıp atma sonra?" diye sordum şüpheyle. Cebinden dondurma külahı çıkaran çocuk pekâlâ domates de çıkarabilirdi.

"Yok yok, sen hiç merak etme." Ardından beni platforma doğru itekledi.

Orkestraya söylemek istediğim şarkıyı bildirdikten sonra mikrofonu elime aldım. İki kez mikrofona vurdum, tüm gözler üzerime çevrildi. 

"Merhaba! Umarım, eğleniyorsunuzdur..." Beni onayladıklarında genişçe sırıttım. "Az sonra size berbat sesimle şarkı söyleyeceğim." İtiraz nidalarına karşın devam ettim. "Daha sonra da hani çarpışınca eş değiştirdiğimiz danslar var ya... Hah, işte o danstan edeceğiz."

Müzik kulübünden sorumlu Aysu Öğretmen, bana derhal aşağıya inmem için işaret verse de ona gülümseyip arkamdaki orkestraya döndüm. Başımı salladım, sadece üç saniye sonra müzik katı bu kez benim seçtiğim bir şarkının melodisiyle renklendi.

Mikrofonu iki elimle sıkıca tutarken gözlerim Kıvanç'ı aradı, şarkıya giriş yaptığım sırada buldu.

"Umutsuz olduğu bir anda,

Sevmek ister her insan."

Bu şarkı tam olarak beni anlatıyordu.

"Eğer her gece yattığında,

Büyülü düşler sana...

Benden bahsediyorsa,

Hemen tatlı uykundan uyan."

Ne zaman bu şarkıyı dinlesem aklıma o beş maddelik listeyi hazırlayan ben geliyordu. Umutsuz bir andaydım, yalnızca sevmek istiyordum.

"Çünkü ben hiç uyuyamam,

Seni düşündüğüm zaman..."

Ve sonra da Kıvanç'tan sonraki ben geliyordu. Artık gecelerimi yalnızca onu düşünerek geçiriyor, sadece onun yüzünden uykularımdan oluyordum.

"Ben ki sevmekten hiç usanmam."

Acaba bu şarkının bizim şarkımız olmasına izin verir miydi? Pinhani'den sonra benim sesimden dinlemiş olmak, belki sevdiği halde şarkıdan soğutmuştu onu ama kim bilir, yine de izin verebilirdi. Ne de olsa ben ikinci en yakın hissettiğiydim.

Müzik kesildiğinde tabii ki alkış tuhafını falan kopmadı. İnsanın sesi kötü olunca tepkiler belliydi; en fazla on-on beş kişi alkışlıyor, diğerleri asık suratla öylece bakıyordu.

Kıvanç da alkışlamamıştı performansımı ama diğerleri gibi de değildi yüz ifadesi. Her zamanki gibi düzdü fakat bu kez gözlerinde bir duygu vardı. Ne olduğunu çözemediğim bir duygu...

Orkestra, dans edeceğimiz şarkıyı başlattığında hızlı adımlarla platformdan indim ve beni bekleyen kara gözlerle karşılaştım. O da siyah bir takım elbise giymişti. Garip bir şekilde gözüme yakışıklı gelmişti ama beni asıl şaşırtan, burada ne aradığıydı. Onu davet etmediğimden emindim.

"Sen?"

Çatık kaşlarımı umursamadan hoş bir gülümsemeyle sağ elini bana doğru uzattı. "Bu dansı bana lütfeder misin?"

İlk dansımı Kıvanç'la etmeyi planlıyordum fakat arkamı dönüp baktığımda Kıvanç'ın Damla'yla dans ettiğini görünce bu kadar insanın içinde bana zarar veremeyeceğini düşünerek Kesici'nin teklifini "Memnuniyetle," diyerek kabul ettim.

Dans eden kalabalığın arasına karıştık. Ellerimden biri elinde, diğeri omzundaydı.

Boştaki eliyle belimi kavradıktan sonra "Çok güzelsin," dedi.

Nasıl karşılık vereceğimi bilemedim. İltifatı ne hoşuma gitmişti ne de beni rahatsız etmişti. Bu sözü duymayı beklediğim başka biri vardı sanırım.

"Takım yakışmış," dedim uzun sessizlikten sonra. Dişlerini göstererek güldükten sonra teşekkür etti. "Sakıncası yoksa..." dedim az da olsa çekinerek. "Seni kimin davet ettiğini sorabilir miyim?"

"Teknik olarak sormuş bulunuyorsun."

"Peki... Cevap?"

Gülmeyi kesip dudaklarının düz bir çizgi haline gelmesini sağladı. "Ne önemi var?" Kaşlarım çatıldı. "Yoksa burada olmam seni rahatsız mı etti?"

Keşke tam olarak şimdi biri bize çarpsaydı da eş değiştirseydim. Ne diye dans teklifini kabul etmiştim ki...

"Kıvanç'tan intikam almak için beni kullanmayı bırak artık, lütfen," dedim ve dansa son vermek istediğimi belli edercesine elimi kendime çekmeye çalıştım. Fakat bana engel oldu.

"Kıvanç'tan intikam almak için seni kullandığım falan yok. Bunu da nereden çıkardın?"

"Bana aşık değilsin," dedim net bir sesle.  "Benden hoşlanmıyorsun bile. Kıvanç'ı kızdırmak için bir ay kadar sevgili rolü yaptık seninle ama işte, bak, bitti. Neden hâlâ peşimdesin?"

Birileri yine aptal cesaretiyle kendini öne mi atıyordu yoksa bana mı öyle geliyordu?

"Arkadaştık değil mi?"

"Sen dilimi kesmek isteyene dek, evet, öyleydik."

"Nehir, lütfen..." dedi suratını buruşturarak. "Ne kadar pişman olduğumu biliyorsun."

"Ben daha senin gerçek adını bile bilmiyorum!"

Dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecekti ki sırtıma çarpan kişi kurtarıcım oldu.

"Ulan, Nehir!" dedi Deniz beni kendine çekerken. Elimi onun elinde bulduğumda Kesici alt sınıflardan bir kızla dans etmeye başlamıştı. Ve bu durumdan epey hoşnutsuz görünüyordu.

"Ne var be?" diye sordum aslında ona ne kadar minnettar olduğumu söylemek isterken.

"Şu çarpışınca eş değiştirme saçmalığın yüzünden bil bakalım biraz önce ben kiminle dans ediyordum?"

"O kızla?" diyerek Kesici'nin dans ettiği kızı işaret ettim. Beni kendi etrafımda döndürüp oflayarak başını iki yana salladı. Gözlerimi büyüttüm. "Hadi canım... İnci'yle mi?"

"Daha da beteri!" Tek kaşımı kaldırdım. Belime koyduğu eliyle geriye doğru yaslanmama destek oldu, insanlara baş aşağı baktığım esnada "Tugay Öğretmen'le..." diye devam edince kahkahayı patlattım.

Ansızın beni bıraktı, yere düştüm.

"Hayvan!"

"Hak ettin sen bunu!" dedi aynı öfkeyle. Düştüğüm yerden beni kaldırdıktan sonra "Ulan, resmen biraz önce Tugay Öğretmen'le burun buruna dans ettim! Nefesi kokuyordu, nefesi!" diye söylenmeye devam edince sağ elimle ağzımı kapatıp gülmemeye çalıştım fakat bu imkânsızdı. "Gülme, parçalarım seni."

"Eş değiştirebilir miyiz?" diye neşeli bir ses duyduğumda kafamı, sesin sahibi olan Cem'e çevirdim. Elini tuttuğu kızı nazikçe Deniz'e doğru iterken Deniz oyunbozan bir edayla başını iki yana salladı.

"Çarpışmadan olmaz."

Cem başını salladı ve elini tuttuğu kızı sertçe Deniz'e doğru itti.

Kız ve Deniz çarpışıp birlikte yere düşünce Cem bana dönüp, "İntikamını aldım bebek!" dedi ve ardından göz kırptı. Onun bu çocuksu hareketleri beni çok güldürüyordu. "Diğerleri gibi sıkıcı bir şekilde dans etmek yerine tango falan mı yapsak?" diye sordu kulağıma eğilip. Omzunu silkti ve gamzesini gösterecek kadar büyükçe sırıttı. "Bilirsin, çılgınlık bizim işimiz..." Kıvanç'ın arabasının önünü kestiğimiz günü hatırlattığını anlayarak güldüm.

"Bu seferlik diğerleri gibi davranalım," dedim küçük çocuğunu kandırmaya çalışan anne misali. "Kimse anlamasın bizim çılgın olduğumuzu..." diye fısıldayarak devam edinceyse aralık olan dudaklarından tek kelime çıkmadı. Başını hafifçe salladı ve sol eliyle benim sağ elimi tuttu.

"Kıvanç'la sevgili misiniz?"

"Hayır."

"Emin misin?"

"Elbette. Biriyle sevgili olsaydım bunu bilirdim değil mi?" dedim komik bir şaka yapmış gibi gülerek.

"O halde tam olarak şimdi bana dik dik bakmasının nedeni onun da çiğ köfte hakkını yediğim içindir. Bizi kıskandığı için değil?"

Yüzümün sıcaklamaya başladığını hissettim. "Kıvanç buraya mı bakıyor?"

"Bakmak ne kelime," dedi sırıtarak. "Uçarak geliyor bile."

Tam o anda omzuma çarpan Kıvanç, Su'yu Cem'e doğru itti ve belimden tutarak beni kendine doğru çekti. Elleri belimdeyken yüzü yalnızca birkaç santim uzağımdaydı. Kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktığım saniyelerin ardından boştaki ellerimi kaldırıp omuzlarına koydum.

"Kesici'nin bu partide ne işi var?" dedi dans etmeye başlamamızın hemen ardından.

"Ben davet etmedim."

"Davetli olmayan biri partiye giremez."

"Davetsiz girmiş demedim zaten. Ben davet etmedim, dedim."

"Sen davet etmediysen kim etti?" diye öfkelendi. "Onu senden benden başka kim tanıyor?"

"Nereden bileyim ben!" diye en az onun kadar sesimi yükselttim. Dans etmek gibi romantik bir eylemi gerçekleştirirken bile kavga ediyorduk.

Belimdeki ellerinin tutuşunu sertleştirdi, beni biraz daha kendine doğru çekerken "Neden ilk dansını onunla ettin peki?" diye sordu. Demek görmüştü... Ve bu durum hoşuna gitmemişti...

"Dans etmek istediğini söyledi," dedim onu daha da öfkelendireceğini bilmeme rağmen.

"Seni öpmek istediğini söylerse, öpmesine izin verecek misin?" diye sorunca dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Şuna bak!" diye yükseldi. "Öpmek fiilini duyunca bile kızın dudakları aralanıyor."

Aralık dudaklarımı hemen kapattım. Sonra ne söylediğini farkına vararak "Terbiyesiz!" diye karşılık verdim. "Ne biçim konuşuyorsun sen benimle?"

"Onunla hesabımı Bordo Caddesi'nde göreceğim için şimdilik bir şey yapmıyorum. Olaya polislerin dahil olmasını istemiyoruz." Çoğul konuşması dikkatimi çekerken devam etti. "O piç bir daha sana dokunursa -ne amaçla olduğu hiç önemli değil- onun da senin de o lanet gözlerinizi midenize sokarım."

Çocuksu tehdidi ilk kez beni korkutabilmişken kafamı dağıtmak istercesine "En son benimle konuşmuyor gibi bir halin vardı," diyerek konuyu değiştirdim. Bir kaşını kaldırdı. "Şu an konuşuyorsun?"

"Evet?"

"Neden?"

"Çünkü canım böyle istedi."

Eh, tabii ki de bunun için olacaktı. Tabii ki de bizim tekrar konuşmamız veya konuşmamız Kıvanç'ın canının isteğine bağlı olacaktı.

"Söylediğin şarkıyı kimin için söyledin peki?"

"Kimse için."

Güldüm. "Seni anlayan benim, anlamayan da Hazel, değil mi?" Bir anda hareket etmeyi kesti, ben de durdum. Elleri hala belimdeydi, bundan cesaret alarak "Değil mi?" diye tekrarladım.

"Solucan!" diye bağırdı öfkeyle, başını hafifçe geriye doğru attı ve âdemelması belirginleşti. Eğer bir vampir olsaydım tam olarak şimdi parmak uçlarımda yükselip açıkta bıraktığı boynundan onu ısırdım. Ama değildim, onu seven bir insandım sadece bu yüzden yapmak istediğim şey parmak uçlarımda yükselip açıkta bıraktığı boynuna ufak bir buse bırakmaktı.

Yutkundu, âdemelması hareket etti ve tekrar bana baktığında "Hazel'ı unutmaya çalışıyorum," dedi. "Onu silip atmak ve sana bir şans vermek istiyorum. Ama sen her şeyi mahvediyorsun." İtiraz etmek için konuşacağım esnada beni bıraktı ve başını salladı. "Benden bu kadar."

Omzuma çarparak yanımdan öylece geçip gitti.

Tabii ki arkasından bakıp kalmadım ve peşinden pıtı pıtı adımlarla ilerlemeye başladım. Müzik katının asansörünü çağırdığında arkasından geldiğimi fark etti ve beni görünce gözlerini devirdi.

"Git!" diye adeta tısladı.

Hafifçe gülümsedim. "Yahu sen de ne çok kendi kendine gelin güvey olan bir çocuksun... Asansörü kullanacağım sadece, seninle işim yok."

"İyi."

Asansör müzik katına ulaştığında duraksamadan açılan kapıdan içeri girdi. Arkasından ben de bindim asansöre ve giriş katın düğmesine bastı.

"Nereye gideceksin?"

Asansörün kapıları kapanırken karşımdaki duvara sırtını yasladı. Göz ucuyla yanımdaki aynadan bize baktım.

"Senin olmadığın bir yere," dedikten sonra gözlerini kaldırıp hangi katta olduğumuza baktı.

"Neden ki?" diye salağa yattım ama cevap alamadım. "Acaba günde kaç kelime çıkıyor şu güzel dudaklarından?" diye sormamla gözlerini bana çevirmesi bir oldu. "Şey..."

Yine hiç düşünmeden hem de sesli konuşarak rezil olmuştum. Bu geceyi atlatır atlatmaz düşünerek konuşma dersleri alacaktım.

"Ne dedin?" diyerek yaslandığı yerden doğruldu. Bana doğru bir adım attığında neden yaklaştığını anlamıştım.

"Hiç," diyerek kaçmaya çalıştım.

"Güzel mi buluyorsun dudaklarımı?" dedi flörtöz sesiyle. Aramızda bir adım kadar bile mesafe yoktu. Elini kaldırıp kendi dudaklarına dokundu. "Ne kadar güzel buluyorsun dudaklarımı, anlatsana."

Asansör aniden durunca bir elim istemsizce Kıvanç'ın koluna sarıldı. Kıvanç'sa boştaki eliyle rastgele düğmelere basmaya başladı ancak asansörün hareket etmek gibi bir niyeti yok gibiydi.

"Birini ara."

Başımı sallamıştım ki telefonumu çantama koyduğumu ve çantamı da yanıma almadığımı fark ettim. Sertçe yutkundum. "Telefonum yanımda değil."

"Kahretsin!" dedi oflayarak. "Benimkinin de şarjı yok."

"Ne?" dedim inanamıyormuş gibi.

Bir şey söylemeden tuşlara basmaya devam etti. Neden durduğumuza anlam veremediğimiz saniyelerin ardından ışıklar da kapandı. Onu bırakıp kapıyı yumruklayarak yardım için bağırıyordum ki bu sefer o, benim kolumu tuttu ve zihnime ortak bir anımız düştü.

Kıvanç karanlıktan korkardı.

Kıvanç, karanlıktan çok korkardı.

"Solucan!" dedi Kıvanç, güzel sesi daha önce hiç bu kadar korku dolu çıkmamıştı.

Nefes alışverişi hızlanırken geriye doğru bir adım attı ama beni bırakmadı. Kollarıyla bedenimi sarmalamış bir halde kendisiyle birlikte beni de aynanın olduğu duvara doğru çekti. Onu bırakıp gitmemeyeyim diye beni sıkıca tutuyordu.

Daha önce şahit olduğum o krize tekrar girmemesi için neler yapabileceğimi düşünürken "Buradayım," dedim. Buradaydım ama onu nasıl sakinleştirebileceğime dair en ufak bir fikrim dahi yoktu.

"Karanlık..." diye fısıldadı.

"Aydınlatacağım," dedim bir kolumu beline sararak. Boştaki elimle cebime uzanıyordum ki müdür yardımcımızın telefonlarımızı topladığını hatırladım. Endişemi ona çaktırmamaya çalışırken tekrar yardım çağırmak için bağırdım.

"Solucan..."

"Buradayım," dedim yeniden ve bu birkaç kez tekrarlandı. Bana sarıldığı halde yanında olduğumu bir de sesli duymak istiyordu. Sanki her an ortadan kaybolacakmışım ya da kendisine bir şey olacakmış gibi davranıyordu.

"Solucan..." dedi bir kez daha, burada olduğumu söylememe kalmadan yere çöktü.

"Kıvanç!"

Önce bayıldığını sandım ama hayır, elimden tutarak beni de kendine çekince titreyen bacaklarının üzerinde daha fazla duramayarak yere düştüğünü anlamış oldum.

Artık gözlerim karanlığa alışmaya başladığı için onu seçebiliyordum. Düştüğü yerde sol bacağını kırarak kendine doğru çekmiş, sağ bacağını düz bir şekilde uzatmıştı. Eli hâlâ bileğimdeydi. Bir an olsun beni bırakmıyordu.

Uzattığı bacağının üstüne yan bir şekilde oturdum. Diğer elimi kaldırıp yüzüne dokundum, avuç içim ıslandı. Alnı boncuk boncuk ter atmıştı ve artık konuşamıyor, yalnızca sık sık nefes alıp veriyordu. Kollarımı boynuna dolayıp yüzünü göğsüme yasladım. Nefesi köprücük kemiğimin üstündeydi.

Korktuğum şey başıma geliyor sanıyordum ki evren daha kötüsünü sundu bana, "Yangın!" diye haykırdı biri.

Kıvanç'ın karanlıkta parlayan gözleri beni buldu ve ilk kez o gözlerde korkuyu gördüm.

Continue Reading

You'll Also Like

244K 13.3K 40
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...
64.5K 1.8K 31
#MCSFREELY 2017 Kitap Ödülleri Yarışması, Altın Nokta Kazananı "Savaşa hazır olun," dedi kadın. "Sadece öldürmeye değil, ölmeye gidiyoruz." ...
132K 5.8K 36
KLASİK BİR GERÇEK AİLE/ABİ KİTABI (Küfür yok) Berbat bir hayat yaşayan İlgi başka bir kızla karıştığını öğrenirse ve tek kız olursa ne olur?
570K 14.3K 15
24/03/2024 tarihinde düzenlenmiştir! "Dedim işte, sen babamızın yüzde 99,9 kızısın." Allah aşkına bu telefonda söylenir miydi? Tamam söyle diyen bend...