SOLUCAN 1 ve 2. Kitap

By ZeynepSey

46.4M 1.1M 222K

Bölümler düzenlenmiş hâliyle yeniden paylaşılıyor. (Final dahil bütün bölümler eklenecektir.) More

SOLUCAN
1.BÖLÜM: SANA AŞIK OLMAMA İZİN VERİR MİSİN?
2.BÖLÜM: SENİ ANCAK AŞK İYİLEŞTİRİR
3.BÖLÜM: BELKİLER
;
4.BÖLÜM: BORDO CADDESİ
5.BÖLÜM: YENİ ÇOCUK
6.BÖLÜM: MÜZİK KATI
7.BÖLÜM: KORKULAR
8.BÖLÜM: POPÜLERLİK KAVGASI
9.BÖLÜM: BİR DERDİM VAR
10.BÖLÜM: İTİRAF
11.BÖLÜM: KESİCİ
12.BÖLÜM: MELANKOLİ
13.BÖLÜM: KLİŞELERDEN DOĞAN AŞK
14.BÖLÜM: BEDELLER
15.BÖLÜM: AİLE GÜNÜ
16.BÖLÜM: AĞAÇ EVİ
17.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
18.GÜNLÜK: SAKLI GÜNLÜK
19.BÖLÜM: AŞK UĞRUNA KENDİNDEN VAZGEÇMEK
20.BÖLÜM: YILBAŞI PARTİSİ
21.BÖLÜM: SEVMEKTEN USANMAM
22.BÖLÜM: YANGIN
23.BÖLÜM: KABUSLAR
24.BÖLÜM: İÇ GIDIKLAYICI BİR GÜLÜŞ
25.BÖLÜM: AŞK İÇİN ÖLMEK
26.BÖLÜM: OYUN BİTTİ
27.BÖLÜM: ŞEKER GİBİ BİR BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 1: BANA AŞIK OLUR MUSUN?
SOLUCAN 2
1.BÖLÜM: KENDİME MEKTUP
2.BÖLÜM: BELALI İSMAİL
3.BÖLÜM: AŞKI HAYATININ MERKEZİNE KOYMAK
4.BÖLÜM: SÖNMEYEN ATEŞ
5.BÖLÜM: GECE SAÇLI ELİF
7.BÖLÜM: YARALAR VE İZLERİ
8.BÖLÜM: DOĞUM GÜNÜ
9.BÖLÜM: KARAOKE BAR
10.BÖLÜM: DAĞ EVİ
11.BÖLÜM: HAYAT VEREN ÖPÜCÜK
12.BÖLÜM: SEVİMLİ BİR TANIŞMA
13.BÖLÜM: KENDİME YALAN SÖYLEDİM
14.BÖLÜM: AYRILIĞIN ERTESİ
15.BÖLÜM: GEÇ KALINMIŞ BİR ÖZÜR
16.BÖLÜM: METAFOR
17.BÖLÜM: ACIYA KARIŞAN UMUTLAR
18.BÖLÜM: HİSLERİNİ KAPAT
19.BÖLÜM: YANINDAYIM
20.BÖLÜM: YÜZÜNDEKİ ACI HOŞUMA GİTTİ
21.BÖLÜM: BİR KAYIP DAHA
22.BÖLÜM: YENİ BAŞLANGIÇLAR
23.BÖLÜM: HER ŞEYİMSİN
24.BÖLÜM: KAYBETME KORKUSU
25.BÖLÜM: YAŞATTIĞINI YAŞARSIN
26.BÖLÜM: KENDİME BİR MEKTUP DAHA
27.BÖLÜM: TAMAM MI SİL BAŞTAN MI?
BÖLÜM 13: SÖYLEMESİ ZOR

6.BÖLÜM: KALABALIĞIN İÇİNDEKİ YALNIZ

559K 16.5K 3.6K
By ZeynepSey

"Kız nefes alıyor ama bence öldü..."

Bilincim yavaş yavaş yerine gelirken göz kapaklarımı aralamaya çalıştım. Üzerine yük binmiş gibi ağırlaşmışlardı.

"Ya abi, ben cidden fena halde sıkıldım. Lütfen gelip beni alın buradan, bu kızın uyanacağı yok ki kaçsın..."

Ansızın zihnime birkaç görüntü düştü. Elif'in evine gitmemiz, kılık değiştirmem, Deniz'le caddede yürüyüşümüz, Deniz'in koşmaya başlaması ve gözlerimin kararması...

Oflayarak gözlerimi araladım. "Gerçekten mi ya?"

"Dur dur, uyandı!" diyerek telefonu kapattı.

"Kaçıracak kimseyi bulamayıp beni mi kaçırdınız gerçekten?" diye sorup görüşümün netleşmesi için gözlerimi birkaç kez açıp kapattım. Ardından bana sırıtarak yaklaşan ve biraz önceki sesin sahibini gördüm.

Selman'ı. 

"Ay sonunda uyandın!" diye neşeyle konuştan sonra "Sıkıntıdan ölmeme üç dakika falan kalmıştı," diye devam ederek ayaklarımın ucuna bağdaş kurarak oturdu.

Ona şaşkın şaşkın bakmaya devam etmek yerine etrafıma bakındım. Devasa büyüklükteki bir salonun ortasında tahtadan yapma bir sandalyede oturuyordum. Ellerim ve ayaklarımın birbirine bağlı olduğu yetmezmiş gibi bedenim de sandalyeye bağlanmıştı. Salondaki mobilyalar antika gibi duruyordu ve duvarlar ahşaptan yapılmıştı. Odanın kendine has ağır bir kokusu vardı ve şöminede yanan odunların çıkardığı sesler, sanki romantik bir filmin başrolündeymişim gibi hissettiriyordu. Ortam gerçekten çok güzeldi, tabii kaçırılmış olduğum gerçeğini bir kenara bırakabilirsek...

Ayak ucumda bağdaş kurarak oturan, dirseklerini dizlerine ve çenesini de avuç içlerine yaslayarak bana pişkin bir sırıtmayla bakan Gay Boy gerçeği de vardı ki bu en absürt olanıydı.

"Lan manyak!" diye söze başladım. "Neden kaçırdın beni? Hani biz dosttuk?"

"Seni kaçırdığım için özür dilerim ama emir büyük yerdendi."

Ne diyeceğimi bilemeyerek hayret eder gibi ona bakmaya devam ettim. Söylediği cümlede beni şaşırtan tek nokta, beni kaçırdığı için benden özür dilemiş olmasıydı. Yani sonuçta kim kaçırdığı kişiden özür dilemek gibi bir davranışta bulunurdu ki?

"Özür dilemene gerek yok da yani şimdi..."

"Aç mısın?" diye sordu, cevaplamak için dudaklarımı aralayacağım sırada, "Vallahi ben çok açım," diye devam etti.

"Biraz," dediğimde oturduğu yerden kalktı. Kim bilir ne zamandan beri buradaydım... Hissettiğim bel ağrısına bakılacak olursa uzun zaman olmuştu.

"Ben hemen ikimize de güzel bir yemek yapıp gelirim," diyerek ayağa kalktı.

Alnıma düşerek gözlerimi kapatan perçemlerim için elimi kaldırmak istedim fakat bağlı olduğum için yapamadım ve olayın ciddiyetinin farkına vararak bu kez daha sakin bir ses tonuyla, "Beni, kim, neden kaçırmanı istedi?" diye sordum.

"Umut Güven. Nedenini bilmiyorum."

Buna inanamıyordum. Koskoca cadde sahibinin benimle ne gibi bir derdi olabilir ki? Sıradan bir lise öğrencisiydim sadece.

Hayır yani benimle bir derdi varsa bile bunu karşılıklı oturup halledemez miydik? O kadar büyük bir meseleyse bile insan kaçırmak da neyin nesiydi? Hangi devirde yaşıyorduk yahu!

"Baksana," dedim, aklımda herhangi bir plan yokken. Topuklarının üzerinde bana doğru döndü. Burnumu çektim, "Burnum akıyor..." diye çocuksu bir tavırla konuştum.

Dudaklarımı bükmüş, ona masum masum bakıyordum.

"Yani?" diyerek tek kaşını kaldırdı.

"Siler misin?"

"Burnunu mu?"

"Evet."

Yüzünü buruşturdu, başını iki yana sallamaya başladı. "Asla!"

"O halde beni çöz, ben sileyim burnumu," diyerek yem attım.

Tanıdığım kadarıyla gerçekten saf biriydi, bu yüzden oltadaki yemi yutması çok da güç olmayacaktı.

Fakat beni şaşırtarak "Olmaz, çözmem..." dedi. "Burnunu da silmem. Sümüğünü ye, bana ne!" diye devam edip koşarak salonu terk etti.

Arkasından bakakaldım. Bana gerçekten de sümüğünü ye demiş ve koşup gitmiş miydi?

"Buraya gel!" diye bağırdım birden. "Kaçmayacağım, söz veriyorum!" Bağırmaya devam edecektim ki salona geri döndüğünü görünce sustum.

"Cidden mi?"

"Ne cidden mi?"

"Cidden seni çözersem kaçmayacak mısın?"

"Evet?"

Bana doğru bir adım attı. Ona merakla bakıyordum. Birkaç büyük adım daha atarak yanıma gelip beni çözdü. Sözümü çiğnemeyeceğime inanmış olmalı ki beni çözdükten sonra cebinden çıkardığı peçeteyi gülümseyerek bana uzattı.

Şaşkın bakışlarımla, bir onun gülümseyen suratına, bir de bana uzattığı peçeteye baktım. Burnumun gerçekten akmak üzere olduğunu hissettiğimden uzattığı peçeteyi teşekkür ederek aldım. Hiç çekinmeden burnumu sesli bir şekilde sümkürmeye başladığımda Selman'ın suratını ekşittiğini görmüştüm ve aklıma hain planlar gelmişti.

Burnumun içindeki bütün sümükleri peçeteye hapsettiğime emin olduğumda peçeteyi yavaşça burnumdan uzaklaştırıp "Sana bir şey sorabilir miyim?" diye fısıldadım.

Cevap vermek için dudaklarını aralayınca karnına doğru sert bir tekme savurup elimdeki sümüklü peçeteyi ağzına soktum ve yerimden kalktığım gibi koşmaya başladım. Peşimden gelmedi çünkü duyduğum seslere göre kusmakla meşguldü.

Evin içinde bir o yana bir bu yana koşup durdum. Dış kapıyı ve bahçeye açılan mutfak kapısını kilitlemişti, bununla da kalmamış camların önünü bile tahtalarla kapatmıştı. Üst kata çıkıp yükseklik korkuma rağmen pencereden atlamayı düşünmüş olsam da bunu yapmadım ve mutfağa girdim. Çekmeceleri karıştırdım, gördüğüm en büyük bıçağı hiç düşünmeden kaparak tekrar büyük salona döndüm.

Odaya girdiğimde, burnuma keskin ve kötü bir koku doldu. Gay Boy, ona tekme attığım yerde kusmuş ve o yerin birkaç adım ilerisinde bacaklarını kendine çekerek oturmuştu.

"Bana bak," diye öfkeyle soludum. "Eğer beni bırakmazsan... Seni bıçaklarım!"

"Kaçmayacağına dair söz vermiştin," dedi hıçkırıklarının arasından. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken, söz verdiğim an zihnime düştü. Sözümü tutmayıp kaçtığım için mi ağlıyordu?

"Bu yüzden ağlıyor olamazsın."

"Seni bırakırsam, beni öldürürler."

"Beni bırakmazsan da beni öldürecekler."

Kafasını iki yana salladı. "Seni öldürmeyecekler," dedi ve burnunu sertçe çekti. "Bana söz verdiler. O sadece Kıvanç'ın tepkisini merak ediyor."

"Saf mısın sen?" diye kızdım. "Sana verilen tüm sözlere neden inanıyorsun? Ayrıca hangi manyak sırf nasıl tepki alacağını merak etti diye böyle bir işe kalkışır?"

Cevap vermek yerine oturduğu yerden kalktı. Bana doğru bir adım attığında elimdeki bıçağı işaret ettim. Hafifçe gülümsediğinde, "Bana dokunursan seni bıçaklarım," dedim.

"Bıçaklasana," dedi meydan okurcasına. Ardından başını hafifçe eğdi. "Başaramadım. Verilen emri layığıyla yerine getiremedim... Beni öldürecekler. Artık git, serbestsin."

Ne yapacağımı bilemez halde ona bakakaldım.

Selman'ı çok tanımıyordum ama Dolap Bar'a her gidişimde kısa süreli de olsa onunla sohbet etmiş ve sonunda iyi biri olduğu kanısına varmıştım. Umut Güven'in emrine uyup beni kaçırmak gibi bir kötülüğe bulaşmış olmasının geçerli bir nedeni olduğuna inanıyordum. Karşıma geçip ağlaması kafamı karıştırmışken elimdeki bıçağı koltuğun üzerine doğru fırlattım. Bana yalan söylediğini düşünmüyordum ama ona doğru söylenip söylenmediğini de bilemezdim. Yine de bana gerçekten zarar vermeden beni bırakacaklarına inanmak isteyerek salonun orta yerindeki sandalyeye geçip tekrar oturdum. Selman şaşkınlıkla ne yaptığımı izlerken ona beni bağlamasını istediğimi söyledim. İsteğimi yerine getirip beni bağladıktan sonra ayakta dikilmeye devam etti.

"Ne yani?" diye sordu. "Şimdi sen kaçmayacak mısın?"

"Hayır," dedim, pişman olacağımı bile bile. "Kaçmayacağım."

"Ama neden?"

Ölümüme susadığım için değildi. Ama nedeni neydi, bilmiyordum. Kaçma şansımı onu kandırarak elde ettiğim için mi durmuştum, ona duyduğum güvenden miydi ya da başka bir sebebi mi vardı, bilmiyordum.

Belki de sadece ilgi çekmek istiyordum. Ortalıklarda biraz daha görünmezsem beni kurtarmaya her kurgu film ya da kitapta olacağı gibi âşık olduğum çocuk değil de babam gelir diye hayal kuruyordum.

"Peki birine söyleyecek misin? Yani seni elimden kaçırmak üzere olduğumu falan?" diye saf saf sorduğunda gülümseyerek başımı salladım.

Sonra ne mi oldu?

Selman, salondaki kendi kusmuğunu temizledi, bu kez kendi isteğiyle beni çözdü; önce birlikte yemek yiyip sonra patlamış mısır eşliğinde film izledik ve tam iki saat boyunca dertleştik.

"Ee..." dedim, tabaktan bir tane daha çekirdek alırken. "O olaydan sonra babanı hiç görmedin mi?"

Çekirdeği dişlerinin arasına koyup çitledikten sonra, "Hayır," dedi. Kabuğunu çöp tabağına attı. "Dedim ya, eşcinsel olduğumu öğrendikten sonra beni evden kovdu. Bir süre parklarda sokaklarda uyudum, derken bir gün Bordo Caddesi'nde işe girdim. Zaten sonra da Umut Güven'le tanıştım," diye devam etti.

"Sonra?" diye sorup bir çekirdek daha almak için tabağa uzandım.

"Sonra..." derken gözlerini tavana dikmişti. "Bana kalacak yer ayarladı. O günden beri bana o bakıyor, beni koruyor. Anlayacağın, ona bir can borcum var. Ödemek için elimden geleni yapmaya hazırım."

Bir süre sessizlik oldu, ansızın aklıma gelen düşünceyle, "Saat kaç?" diye sordum.

Kaşlarını çatsa da sorgulamadı, cebinden telefonunu çıkardı ve ekranını bana çevirdi. Ekrandaki saate baktım.

00.13

"Bugün benim doğum günüm," dedim buruk bir şekilde gülümserken.

Ekrana bakıp "6 Şubat mı?" diye sordu. Onaylayıcı bir şekilde başımı salladım. "Çok üzgünüm," dedi içtenlikle. "Doğum gününde seni kaçırmak istemezdim. Doğum gününü burada, yalnız başına geçireceğin için çok üzgünüm Nehir!"

Elimi, boş ver dercesine salladım. Kısa süreli bir sessizlik oldu. Aklıma gelen yeni düşünceyle ona döndüm.

"Kıvanç beni kurtarmaya gelir mi sence?"

Aslında gelmesini istediğim kişi babamdı, polisler beni bulduğunda önce babama sarılmak istiyordum. Ama diğer yandan Umut Güven gibi ben de Kıvanç'ın tepkisini merak ediyordum.

"Gelir tabii, gelmeyip de ne yapacak?"

"Bugünün doğum günüm olduğundan bile haberi yoktur onun," diye sitem ettim. "Hayvanın hiçbir şeyi umursadığı yok ki!"

"Öyledir, öyledir," dedi. "Kıvanç hayvanın tekidir."

Kahkaha atarak çekirdek çitlemeye döndük. Düşündüm. Arkadaşlarımı, ailemi, aşkımı... Saatler olmuştu ve hâlâ beni kurtarmaya gelen bir Allah'ın kulu çıkmamıştı. Belki de... Belki de sahteydi her şey...

Düşünceler zihnimde büyümeye başladı. Etrafımdaki herkesin, her sevginin sahte olduğunu düşünmeye başladım. Kimsesiz olduğumu. Yalnız olduğumu. Öleceğimi. Bugünün son günüm olduğunu. Zehirli düşünceler büyüdü de büyüdü.

Dudaklarımın çekirdeğin tuzu dolayısıyla yanmaya başladığını hissederken "Selman?" diye seslendim.

"He," dediğinde, dudaklarımı yaladım ve cevabını merak ettiğim soruyu sorup sormamak konusunda düştüğüm tereddütten kurtulmaya çalıştım.

"Annemi arayabilir miyim?" diye sordum, düştüğüm tereddütten kurtulamadığım halde.

"Ama-"

"Kaçırıldığımı söylemeyeceğim, yemin ederim," diyerek sözünü kestim. Tek kaşını şüpheyle kaldırdı. "Selman lütfen, belki de bugün yaşadığım son gündür. Doğum günümün hatırına annemle konuşmak istiyorum, lütfen..."

"Of, tamam," dedi ve cebinden telefonunu çıkardı.

Gerçekten saf biriydi, bana öylece güvenip telefonunu verebiliyordu. Evet, ona verdiğim sözü tutup anneme kaçırıldığımı söylemeyecektim ama kaçırıldığımı fark ettiklerinde telefonun sinyalinden yerimi bulabilmelerini sağlamış olacaktım.

Telefonu uzattığında, vakit kaybetmeden elinden aldım ve ezbere bildiğim numarayı tuşladım. Numara aranırken dudaklarımı bir kez daha yaladım.

"Buyurun?" diyerek telefonu açan annemin sesini duyduğumda söyleyeceklerim bir anda zihnimden uçup gitti. Onu uykusundan uyandırmış olmalıydım.

"Anne," diye fısıldadım, kısa bir sessizlik oluştu. "Sana söylemek istediğim bir şey var..."

"Nehir, saatin ne kadar geç olduğunun farkında mısın?" diye sorduğunda ses tonundan öfkelendiğini anlamıştım.

"Lütfen söyleyeceklerimi dinle," dedim hızlıca. Kapatmayıp onaylayıcı bir ses çıkardığında söze girdim. "İkinizi de gerçekten çok seviyorum. Çocukluğumdan bu yana bana ilgi göstermemeniz, beni sevmemeniz hiçbir zaman benim sizi sevmeme engel olmadı. Biz hiçbir zaman arkadaşlarımın aileleri gibi bir aile olamadık, yine de sizden nefret etmedim ve sizi hep sevdim." Yaşlarla dolmuş gözleriyle bana bakan Selman'a baktım.

"Çünkü sen benim annemsin ve o da benim babam... İnsan, anne ve babasını sevmeli değil mi?" diye sorduğumda, Selman sanki ona sormuşum gibi başını salladı. "Ben hep bekledim... Bir gün illaki normal bir aile oluruz diye bekledim. Olmadık, olamadık..." Derin bir nefes aldım. "Anne, ben seni her şeyinle sevdim. Acımasızlığınla bile sevdim. Birlikte uyuyalım diye ağladığımda beni ittin, o zaman bile seni sevdim ben ama ne var biliyor musun?"

Gözlerimi kaldırarak yukarı baktım. Hayır, ağlamayacaktım. Hayır, şimdi değil. Annem sesimin titrediğini duymayacaktı.

"Ben az önce bir şeyi fark ettim anne. Bu dünyadaki hiçbir sevgi gerçek değilmiş. Aile, arkadaş, dost, sevgili... Hiçbirinin sevgisi gerçek sevgi değil, hepsi çıkar uğrunaymış." Selman gibi benim de sağ gözümden bir yaş çeneme doğru süzüldü. "Ben yalnızım, ben kalabalığın içinde yalnızım," dedim kendime bile itiraf edemediğim bu gerçeği sonunda kabullenerek.

Hiçbir şey söylemedi.

Bekledim. Bir şey söylesin istedim, bana iyi hissettirecek tek bir şey ama söylemedi.

"Fakat anne, aslında ne var biliyor musun? Ben artık beni doğurduğun için senden nefret ediyorum."

Aramayı sonlandırarak telefonu Selman'a uzattım. Gözyaşları içinde telefonunu aldı ve cebine koydu. Selman'ın ağladığı, benim ise hıçkırmamak için kendimi zorladığım dakikaların ardından kapının hiddetle çalındığını duyduk.

Biri gelmişti.

Continue Reading

You'll Also Like

1K 229 19
Bir gün bir kehanet çıksa ve dünyadaki bütün kadınlar ortadan kaybolsa.Bu da yetmezmiş gibi kadınları unutmuş olan milyonlarca erkek arasında kalsanı...
716K 6.9K 3
Kızıl Kraliçe Serisi 1. Kitap Serinin ilk kitabı HitReads'e taşındı. Diğer iki kitabı hala buradan okuyabilirsiniz. Saçlarında sarmaşıkları olan ve...
567K 13.5K 14
24/03/2024 tarihinde düzenlenmiştir! "Dedim işte, sen babamızın yüzde 99,9 kızısın." Allah aşkına bu telefonda söylenir miydi? Tamam söyle diyen bend...
3.7M 61.5K 19
[Bir ömür uçsam ufkun ötesine, Bazen yalnız bazen birlikte] *Olamayan Hayalin Karekteri bu kitap senin için. "Aynı yeryüzünde değil,aynı gökyüzündeyi...