Kırmızı Anahtar

Od EsraCanlii

3.8M 202K 232K

Tüm Türkiye'de aranan azılı bir kanun kaçağı ve onu asıl kimliğini bilmeden evine alan gazeteci bir kızın hik... Více

OKUMADAN BAŞLAMAYINIZ!
Bölüm 1: Kapımdaki yabancı
Bölüm 2: Redkey
Bölüm 3: Tarhana ya da menemen
Bölüm 23: Bir Dünya Başkanlığı Modeli - 2. Kitap
Bölüm 24: Baltalı İlah Redkey, Data Meselesi ve Bir Telefon
Bölüm 25: Ben Düşerken Gündemden Sessizce...
Bölüm 26: Lütfen, Lütfen, Lütfen...
Bölüm 27: Günler
Bölüm 28: Öfkeli Patron, Tuhaf Bir Anketör, Daha Tuhaf Bir El
Bölüm 29: 'Redkey'le Tanışmak İster Misin'
Bölüm 30: Redkey İçin Geri Sayım
Bölüm 31: Koku
Bölüm 32: Redkey'in Sırt Çantası ve Şifre Sorunsalı
Bölüm 33: Hayatımın Casusu
Bölüm 34: 'Merhaba Redkey'
Bölüm 35: Sevgili Redkey
Bölüm 36: 'Beni Yarın Da Sevecek Misin?'
Bölüm 37: 'İsabetli Tercih'
Bölüm 38: Yeni Bir Yıl Eski Bir Yara
Bölüm 40: Ev
Bölüm 41: Geçmişin Anahtarı
Bölüm 42: '1Numaralı Şüpheli'
Bölüm 43: 'Güvercin De Uçurur Muyuz?'
Bölüm 44: 'Burada İşler Üç Şekilde Yürür!'
Bölüm 45: 'Dünya'yı Satan Adam'
Bölüm 46: Her Şeyin ve Hiçbir Şeyin Kutusu
Bölüm 47: 'Güzel Çocuklar'
Bölüm 48: Sırlar ve Ölümler Üstüne
Bölüm 49: Yeni Yetme Bir Gangster
Bölüm 50: Zincirkıran(2. kitap sonu)
Bölüm 51: Şekerin Tadı - 3. Kitap
Bölüm 52: Hakkında Soruldu
Bölüm 53: 'Suç değil rövanş'
Bölüm 54: Bekleyişler - I
Bölüm 55: Bekleyişler - II
Bölüm 56: Yanılgı
Bölüm 57: Ödenmemiş Bir Hesap
Bölüm 58: Yol Ayrımı
Bölüm 59: Gördüğümüz Şey, Baktığımız Yer
Bölüm 60: Şüphe - Evin İçinde...
Bölüm 61: 48 Saat
Bölüm 62: Masumiyet Karinesi
Bölüm 63: 'Karmaşa'
Bölüm 64: Bin Basamaklı Merdiven
Bölüm 65: 'Tesir altında'
Bölüm 66: Uyanmak II
Bölüm 67: Kefaret
Bölüm 68: Bir Kelebek Kanat Çırptı...
Bölüm 69: Yeşil Kasa - 3. Kitap sonu
Bölüm 70: 'Bazı bedeller ağırdır' - 4. Kitap
Bölüm 71: 'Deniz Bitmez'
Bölüm 72: 'Canavar'

Bölüm 39: 'Okyanusun Kıyısında'

40.6K 4.4K 3.2K
Od EsraCanlii

***

🎶 Bölüm Şarkısı: Azure Ray - Across The Ocean 🎶

***

"Ne zamandır biliyorsun?" diyerek tekrar böldü sözümü. "O olduğumu... Redkey'i."

--

"Kokun..." Ayaklarımı birkaç adım geri attım. "Kokunu tanıdığım günden beri..."

Gözlerine endişeyle bakıyor, kelimelerimi çok dikkatli seçmeye çalışıyordum. "Kartal'daki o harabedeydik. Polisler gelmişti. Ben de Redkey'e beni rehin alarak zaman kazanmasını söylemiştim..."

Derince bir soluklanıp konuşmaya devam ettim. "O an hissettim. O an bir şey oldu. Redkey, beni kendine doğru çektiğinde bana bir şey oldu." Gözlerim tekrardan sulanmaya başlamıştı. "Çünkü burnuma değen kokuda sen vardın. O adam senin gibi kokuyordu."

Yağız, hiçbir şey söylemeden oldukça ciddi bir ifadeyle yüzüme bakıyor, sanki beni bakışlarıyla limelere ayırıyordu. Konuşmayı sürdürdüm:

"Önce... Önce kabullenemedim. Yanıldığımı, saçmaladığımı, seni düşünmekten, senin için endişelenmekten aklımı kaçırdığımı düşündüm. Ama sonra parçaları birleştirmeye başladım. Telefonuma yüklediğin casus GPS yazılımını öğrendim. Bu, beni her defasında elinle koymuş gibi bulmanın sebebini açıklıyordu. Her başım sıkıştığında bir anda ortaya çıkan o adamın sen olduğunu açıklıyordu. Böyle böyle kafamda yığınlarca görüntü yavaş yavaş eşleşmeye başladı. Ama üç gün önce..."

Bakışlarımı yere eğip devam ettim: "Üç gün önce, her şey bir anda kesinlik kazandı. Bi-biliyorsun, o harabeden kaçarken sırt çantanı yanına alacak fırsatın olmamıştı. Çanta, o günden beri bende duruyor. Ve ben... Be-ben üç gün önce o ça-çantayı... Aç-açtım."

Yağız'ın yüzündeki ifade ciddiyetten şaşkınlığa dönmüştü. Bense ürkek bakışlar ve çekimser bir ses tonuyla son cümlelerimi de kurdum:

"...Evinize, annenle röportaj yapmak için gittiğim gün senin odanı kurcalamıştım. Odanda çocukluk fotoğraflarını gördüm. Bir tanesini ise yanıma almıştım o gün... Bir sandalyenin üzerine oturmuş, Kurşun Asker'i okurken çekilmişsin. Fotoğrafın arkasında babana yazmış olduğun bir not vardı..."

Sesim giderek çatallaşıyordu. Fotoğrafın arkasındaki notu, Yağız'ın gözlerine bakarak ezberimden okumaya başladım:

"... 'Babacığım, büyüyünce ben de böyle asker olacağım. O zaman ailemizi ben koruyacağım. Bir de seni, dokuz milyar sekiz yüz doksan yedi milyon dokuz yüz doksan sekiz bin dokuz yüz doksan yedi tane seviyorum babacığım. Yani çok fazla...'..."

Yutkunarak konuşmayı sürdürdüm: "Devamını biliyorsun işte... Oradaki rakamlar, aynı zamanda Redkey'in sırt çantasının da şifresiydi. 9,8,9,7,9,9,8,9,9,7... Ve Merhaba Redkey!"

Yağız, ellerini cebine sokmuş, hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme bakmaya devam ediyordu. Bense konuşmamın ardından, gözümden akan bir damla yaşı parmaklarımla silerek yüzüme acı bir gülümseme kondurdum:

"Şimdi beni göndereceksin, değil mi? Sırrını öğrendiğim için her açıdan tehlike yaratıyorum. Bu yüzden cezalandıracaksın beni, değil mi?"

Yağız, bakışlarını gözlerime sabitleyerek üzerime doğru bir adım attı. Bense gözlerimi kaçırarak bir adım geri çıktım.

"...Ama... Ama şunu bil ki... İs-istemeden oldu. Yani, ta-tamam, sırt çantanı isteyerek, hatta bayağı da uğraşarak açtım ama... O gün, ba-başıma silah dayamak için beni kendine çektiğinde kokunu tanımam, o ta-tamamen istemsiz bir şeydi..."

Yağız, sözlerime karşılık vermeden üzerime doğru bir adım daha attı. Bense, panikle bir adım daha geri çıktığımda balkon kapısından odaya giriş yapmış oldum.

"Bak, istersen bu konuyu bir daha açmam. Soru da sormam. Bu konuşma hiç gerçekleşmemiş gibi yaparız. Ama git-gitmemi... Gitmemi isteme benden. Olmaz mı?"

Ben, yalvaran gözlerle aşk dilenirken Yağız, balkon kapısını kapatmış, hiçbir söz söylemeden üzerime doğru yürümeye devam ediyordu. Geri attığım adımlarım, beni odanın orta yerinde yanan şöminenin karşısındaki ikili koltuğun yanına getirdiğinde ise durmak mecburiyetinde kaldım. Geri zorladığım ayaklarım, koltuktan dolayı daha fazla ilerleyemiyordu. Ağzımdan dökülen kelimeler de daha fazla ilerleyemiyordu. Daha fazla ne diyebilirdim ki?

Yağız da üzerime doğru son bir adım daha atarak durdu. Aramızda oldukça az bir mesafe kalmıştı. Elleri hala cebindeydi. Gözlerine yansıyan şöminenin turuncu alevleri, onu olduğundan daha ciddi, daha kararlı gösteriyordu. Kaşlarını kaldırıp bakışlarını göz bebeklerime çiviledi:

"Nasıl... Nasıl kokuyorum?"

Ah, ilk soru çalıştığım yerden gelmişti. Onu kokusundan nasıl tanıdığımı merak etmiş olmalıydı. Kokusunun bir tarifi de yoktu aslında. Ya da herhangi bir benzerliği, bir kıyası... Ama bendeki etkisi kesinlikle iç gıcıklayıcı bir şeydi. Bu... Ne gibi?Nasıl denir?

Gözlerimi kapatarak burnumdan aldığım nefesi içime çekip mırıldandım:

"Limon gibi." Göz kapaklarımı hafiften aralayıp devam ettim. "Mutlu ettiğinde içimi kamaştırıyor. Kırıp üzdüğünde ise yüzümü ekşitiyor."

"Korktuğunda nasıl hissettiriyor?"

"Korkmuyorum" dedim, yutkunarak.

"Benden korkmuyor musun?" dedi, "gördüklerinden, duyduklarından, hakkımda söylenenlerden..."

"Hayır... Hayır, korkmuyorum" dedim başımı iki yana sallayarak.

Kaşlarını kaldırdı: "Serçe parmak boyutunda hepi topu on beş kiloluk cılız bir kızın karşıma geçip gözlerimin içine bakarak benden hiç korkmadığını söylemesi, etrafta duyulmaya başlarsa, tüm itibarım iki paralık olur benim. Haberin var mı?"

"Yine de korkmuyorum." Başımı tekrar iki yana salladım.

"Ah, prestijimi sarsıyorsun" dedi fısıltıya benzer sesiyle. Ardından üzerime doğru bir adım daha attı: "CIA veya MOSSAD, olmadı MİT, jandarma, en olmadı Sahil Güvenlik'e deşifre olmalıydım. Maşalı topuzu ve topuklu ayakkabılarıyla karşımda dikilen çıtkırıldım bir kadına değil. Ah..."

Yüz yüzeydik. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Nefesimi doğrultamıyor, bir şeyler söylemek istiyor fakat konuşamıyordum. "Be-ben..."

"Sen, ne?" dedi, "hala benden korkmadığını mı iddia edeceksin?"

"Kork... Korkmuyorum."

"Talihsiz bir açıklama" dedi dudaklarını ısırarak. Artık yüzüme bir nefes mesafesi kadar yakındı.

Fısıldayarak devam etti: "O halde benim incinen gururumu onarmam lazım." Ellerini cebinden çıkarıp omuzlarımı yakaladı. Ardından yavaş hareketlerle omzumdaki şalı aşağı bıraktı.

Şal çıplak omzumu yalayarak süzülürken, Yağız tüm kartlarını açmış, her hamlede beni daha da köşeye sıkıştırıyordu. Sahiden de ondan korkmuyor muydum yani? Ne şekilde olursa olsun ondan korkmayacak, onu durdurmayacak mıydım? Daha ne kadar ileri gidebilir, sınırlarımı zorlayabilirdi? Gözlerime, bana bir şeylere itiraz etmem için fırsat tanır gibi bakıyordu. Benim gibi içi kaygı ve saplantılarla örülü bir kadın için dillendirmesi nefes almak kadar sıradan bir eylem olan "korkuyorum" kelimesini duysa, sanki o an orada duracak ve tüm bunlara bir son verecekti. Fakat bu gece bir şeylere son vermeye, içimi çürüten korkulardan başlayacak gibiydik.

Şalın, parke zemine düşmesinin ardından Yağız'ın elleri bu kez boynuma uzandı. Önce bir kulağımı, ardından diğerini kavrayan parmakları ile her iki küpemi de çıkarmıştı.

Akıntılı bir dereye vuran ay aksi titriyordum. Mırıldanarak yineledim:

"Kork-korkmuyorum..."

Yağız, hiçbir şey demeden ellerini ensemde birleştirdi ve boynumdaki kolyeyi birkaç hamlede çıkararak, yerde duran şal ve küpelerin yanına gönderdi. Ardındansa belimi kollarının arasına alarak elleriyle sırtıma dolandı. Elbisemin fermuarını yavaşça aşağı doğru çekerken alnı alnıma dayalıydı.

Kumaş, üzerimden sıyrılıp zeminle buluştuğunda ise yarı çıplak vücudum Yağız'ın iki kolu arasında kalmıştı. Giysilerim, korkularım, çocukluğum, kadınlığım, ben ve tümüyle kendim; hızla yükselip alçalan göğüs kafesimden bir kuş tüyü gibi süzülüp onun kolları arasına girmiştim. O an, gözlerim kapalı halde titreyen ellerimi Yağız'ın boynuna dolayarak "korkmuyorum" dedim bir kez daha. "Korkmuyorum."

Ben kelimelerimi kesik kesik mırıldanırken Yağız'ın dudaklarının, omuz başlarımdan boyun kıvrımlarıma geçerek yanaklarımla buluştuğunu hissettim. Nefes alışları kulağımda yankılıyordu. Gözlerimi hafifçe araladığımda bir damla yaşın yanağıma doğru aktığını fark ettim. Hemen sonrasında ise Yağız'ın akan damlaya parmağıyla dokunarak yüzümdeki ıslaklığı giderdiğini...

Ardından elimi yavaşça havaya kaldırıp bir o kadar da yavaş hareketlerle Yağız'ın yüzüne dokundum. Hayatımda ilk defa, ilk defa oluyordu bu. Avuçlarım bir yüze dokunuyor, parmak uçlarım değdiği her noktayı keşfedercesine teninde geziniyordu. O an ağzım hayretle açıldı, gözlerimden boşalan yaşlara birkaç kesik hıçkırık dahil oldu. Bu, muhteşemdi. Mucizeydi. Dokunmak. Bu his... Yutkunarak Yağız'ın yüzünü daha sıkı kavrayıp kendime doğru çektim. İyi ki dedim, iyi ki bu duyguyla yeni yeni tanışıyorum. Ona dokunmanın bu kadar mucizevi bir şey olduğunu bilseydim, ona rastlamadan önceki ömrümü bu hissin yoksunluğuyla nasıl geçirir, nasıl dayanırdım?

Parmak uçlarım, sakallarını geçip dudaklarına değdiğinde hiç tereddüt etmeden, aralanmış ağzına hızlı ve küçük bir öpücük kondurdum. Sonrasında ise yine aynı hızla geri çekildim. Ben bunu... Bunu ben nasıl yapabilmiştim? Ah... Nefes nefese kalmıştım. Başımı iki yana salladım ve aynı sözcüğü tekrarlamak için ağzımı tekrar araladım:

"Korkm..."

Cümlem tamamlanamadan dudaklarım tamamlanmıştı. Yağız beni sadece öpmüyor, şiddetli bir depremle sarsıyor gibiydi.

Hemen ardından üzerindeki ceketten kurtulup gömleğinin düğmelerini çözdü ve kollarını kalçama bağlayarak beni havaya kaldırıp gövdesine yasladı. Ayaklarım hem gerçek hem de mecaz anlamda yerden kesilmiş durumdaydı. Saniyeler sonra sırtımın soğuk bir duvara değdiğini duyumsadım. Bedeni bedenimi baskılıyor, kasıklarım sancıyordu.

Bu... Bu bir sınır ihlali gibi değil, bir işgal, bir mülk zaptı gibi değil. Nereden baksan bir fetih, bir tamlama, bütüne dahil etme... Elleri tenime karışıyor ve dokunduğu her zerrem ona ait bir kara parçasına dönüşüyor. Bu sihir gibi bir şey.

Ağzını dudaklarımdan ayırdığında ikimiz de soluk soluğa kalmıştık. Fısıldarcasına konuştu:

"Sanırım artık..." dedi, "korktuğunu söylesen de duramayacak bir noktadayım. Buna söz veremem..." Başını iki yana salladı: "Ya da durmak... Bu çok... Çok zor olur." Yutkundu. Ter içinde kalmıştı. Sesi ise giderek kayboluyordu. Alnını alnıma dayadı:

"Anlayamıyorum..." dedi, nefes nefese. "Benim gibi bir adamı ağzından çıkacak iki kelimenin kıskacına ne ara aldın sen? Nasıl başardın bunu? Beni erkekliğimle nasıl sınarsın? Bu çok acımasızca değil mi, tatlı su kadını?"

"Asıl acımasızca olan ne biliyor musun?" dedim, iki elimi Yağız'ın boynuna daha sıkı dolayarak. Gözlerim yine nemlenmişti. "Senin tabirinle, benim gibi bir tatlı su kadının az sonra, hiç bilmediği, tehlikelerle dolu bir okyanusa açılacak olması... Hem de hiç yüzme bilmeden."

Cümlem bittiğinde muzipçe bakarak gülümsedi. Dudağıma bir öpücük daha kondurdu. "Dert değil" dedi, hızlı hızlı nefes alıp vererek. Ardından beni hızla kucağına alıp yatağa doğru yürümeye başladı: "Ben iyi bir yüzücüyümdür. Sana da öğretirim."

"Hiii... Pis!" dedim, kollarımla boynunu çekiştirerek.

Bedenimi yatakta hissetmemle kelimelerim sekteye uğradı. Yarı karanlık odada, soğuk çarşaflı bir yatağın üzerinde, ellerini iki yana açarak çıplak göğsünü üzerime geren bu adam, biraz sonra sadece şu anıma değil, biliyorum, sancılı geçmişime de dokunacaktı. Fakat içimde aşılması gereken bir travmanın korkusu değil, tenine karışmak isteyen ellerimin heyecanı vardı.

Nefesi, boynumdan akarak göğsüme indiğinde parmakları sütyenimin askısını zarifçe çekerek kollarıma düşürdü. Gözleri, bir yandan anın verdiği şehvetle parlıyor diğer yandan ise gözlerimde oluşacak en ufak bir korkunun izini sürüyordu.

Sırtıma erişip kopçayı çözdüğünde çamaşırımı bedenimden ayırmadan çaresiz bir ses tonuyla sordu.

"Durma-mı... Durmamı ister misin?"

Nefesinin sıcaklığı göğüs boşluğumda yankılanırken güçlükle fısıldadım. "Lütfen durma..."

Sesli bir nefes vererek gülümsedi. "Ah, Deniz..."

"Efen-dim..."

Sütyeni vücudumdan sıyırıp zeminle buluşturduğunda gözleri bedenime kilitlendi. "Çok-... Çok güzeller..." Dudakları, göğüs tepelerimde ıslak bir yolculuğa çıkmıştı. Elleri, cüretkar ama hala temkinliydi.

Ter içinde nefes nefese fısıldadı. "Ben-... Seni keşfetmek istiyorum. Ellerimin... Ellerimin seni tanımasına, daha fazla tanımasına izin vermeni istiyorum." Yutkundu. "İncitmeden, acıtmadan... Dokunmak istiyorum. Sana dokunmak istiyorum..."

"Sen" dedim, baştan ayağı yanan bedenimle. "Sen beni incitmezsin."

Elleriyle yüzümü kavradı o an. Dudakları, dudaklarıma şiddetli bir öpücük bahşettikten sonra parmak uçları, tenimin tüm ayrıntılarına naif dokunuşlar bırakmaya başladı. Ellerinin değip yaktığı her noktayı, onu takip eden dudakları ıslatarak ateş ve suyun en ilahi harmanını bedenime damıtıyordu.

Gözleriyse hala sık sık gözlerimi buluyor ve içlerinde korkunun izini sürmeye devam ediyordu. Oysa ben gözlerimde belirecek korkunun değil, bedenimde beliren ıslaklığın izini sürsün istiyordum. Okyanusun derinliklerinden gelen ıslaklık, tenimdeki tuhaf yangını söndürüp sonra tekrar yaksın istiyordum. Yanmak ve sönmek istiyordum. Ve sonra tekrar yanmak.

Ilık nefesi, bedenimden sıyırdığı son çamaşırla birlikte kasıklarıma dokunurken yangının alevi bir kez daha harmanlandı o an. Dudaklarımdan ise minik bir inilti koptu.

"Yağız..." dedim, belli belirsiz bir sesle. "Sen-... Sen bana ne yapıyorsun..."

"Sen bana ne yapıyorsun?" dedi, başını bacak arama bırakarak. "Bütün vücudun camdan yapılmış gibi..." Elleri baldırlarımdan naifçe kavradı. "Her an bir parçanı kıracakmışım gibi tedirginim... " Tüm bedeni titriyordu. "Deniz-... Biblo gibisin, çıldıracağım!"

Ensesine yavaşça uzanarak başını iki elim arasına aldım. "Ne camdanım ne biblo... Şu-.. Şu an bana tek hissettirdiğin kadın olduğum..."

Gözlerimden aldığı cesarete dudaklarını görev bölgesine döndürdüğünde ağzımdan bu kez çok daha yüksek bir inilti koptu.

"Ah!" Bedenim yatakta bir yılan gibi kıvranırken ellerim tutunduğu çarşafı yırtarcasına sıkıyordu.

Dudaklarının hızlı ve ıslak yolculuğu tüm vücudumu esir aldığında üzerindeki tüm fazlalıklardan kurtulmuştu. Üstümüzde, tenimizi hafifçe saran saten bir örtü dışında hiçbir şey yoktu. Yaradılışımızın sadeliği, iki bedenin bir bedende birleşmesini, cehennemin en azılı günahlarından yıkayarak berrak bir arzuya dönüştürmüştü.

En eski çağların bu en ilkel isteği, şimdi benim kalp atışlarıma yeni ritimler katıyordu. Bir gizemin açıklığa kavuşturulması, bir ilmeğin tüm düğümlerinin çözülmesi gibi... Hazzıyla sarsılıyor ve onun verdiği şekli, onun teninden kendi tenime kabul ediyordum.

Bu, neydi?

Yağız'ın bedenimde sürdürdüğü bu hem çok tanıdık hem de çok yabancı keşif, aşılması gereken bir takıntı, yenilmesi gereken bir korku gibi hissettirmiyordu. Çocukluğumun sağır odalarına girilmiş gibi bir tedirginlik yoktu içimde. Karanlık olunca eli ayağı boşalan, kan gördüğünde bayılan, kendi pişirmediği yemeği ağzına süremeyen hoşnutsuz bir kız çocuğu değildim... Daha öncekiler gibi, üstesinden gelinmesi gereken bir mesele gibi değildi bu. Beni alıştırması, ikna etmesi üzerine kurulu değildi.

Bedenimi ona sunmak ve aynı zamanda onun bedenini kendime kabul etmek; alıp verdiğim bir nefes kadar doğal hissettiriyordu. Tenimin, bir düğme gibi çözülen çıplaklığını onun bedenine iliklemek, olması gerekenin olması gibi, yerli yerinde ve bütünüyle doğru geliyordu.

İçimdeki bin bir düşünce eşliğinde elimi yavaşça kaldırıp göğsüne getirdim o an. Sımsıcaktı. Yeniden göz göze geldiğimizde ise "Deniz-..." dedi, giderek kaybolan sesiyle. "Eğer-... Kork..."

Dudaklarına uzun bir öpücük kondurarak sözünü kestiğimde bakışları beni yolculuğun son durağına hazırlar gibi temkinliydi. "Canını acıtacağım..."

"Hayır-... Seni istiyorum-..."

Elleriyle çenemden yakaladı. "Deniz-..."

"Yağız-..."

O an bakışlarımız birbirini tekrar yakaladığında benimkilerde birkaç damla yaş, onun gözlerinde ise yerini şehvetten devralan bir şefkat vardı. Dudaklarıma uzun bir öpücük kondurup bedenini tenimle birleştirmeden önce parmaklarını ıslak yanaklarımda gezdirerek son kez fısıldadı:

"Söz veriyorum."

Tıpkı bundan tam kırk dört gün önce, dizlerine yatarak geçmiş yaşantımın tüm kara deliklerini, bir masal anlatıcısı gibi anlatmamdan sonra söylediği gibi demişti yine: 'Söz veriyorum.'

O gece, hiçbir şey anlayamamış ve neye söz verdiğini sormuştum. Yağız ise neye söz verdiğinle değil, neye söz veremediğinle ilgilenmemi söylemişti.

O yüzden bu gece bu soruyu sormayacaktım. Çünkü bu gece neye söz veremediği kısmıyla daha çok alakadardım...

İçime işlediği izleriyle daha çok alakardım...

Kulaklarıma bir fısıltı ile dolan sözlerinin ardından, kasıklarımdan nefes boruma dek içimi bir puzzle'ın parçası gibi tamamlayan hisle, tüm bedenim nöbet geçirir gibi sarsılmıştı.

Sarsıntı, kısa süre içinde, geri çekilip daha kuvvetli gelen bir dalganın kıyıya vurması gibi süreklilik kazandığında, ellerimi vücuduna kenetleyerek onu tümüyle kabul ettim.

Hayatımın en büyük kabusunun açtığı boşluğu, Yağız'ın en sihirli dokunuşları bambaşka bir rüyaya dönüştürürken içimde patlayan havai fişekler, elle tutulur bir hal almıştı.

Onun, tenimde yarattığı her sarsıntı fiziksel anlamından öteye geçerek beni yeni baştan dizayn ediyordu. Büyük depremlerden sonra son şeklini alan bir kara parçası gibi sarsılarak ona dahil olmuştum.

Ve bu vakitten sonra tek başına anlam ifade etmeyen bir ilgeç gibi, hayati devamlılığımı da ona bağlı kılmış olacaktım.

***



Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

1.3M 56.4K 46
~TAMAMLANDI~ 0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kate...
736K 28.1K 91
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
807K 15.9K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
4M 115K 73
Lamia: Ayrılık ay dönümümüz kutlu olsun. Mirza: Lamia şaka mısın? Mirza: Sen terkettin beni.