Kırmızı Anahtar

By EsraCanlii

3.8M 202K 232K

Tüm Türkiye'de aranan azılı bir kanun kaçağı ve onu asıl kimliğini bilmeden evine alan gazeteci bir kızın hik... More

OKUMADAN BAŞLAMAYINIZ!
Bölüm 1: Kapımdaki yabancı
Bölüm 2: Redkey
Bölüm 3: Tarhana ya da menemen
Bölüm 23: Bir Dünya Başkanlığı Modeli - 2. Kitap
Bölüm 24: Baltalı İlah Redkey, Data Meselesi ve Bir Telefon
Bölüm 25: Ben Düşerken Gündemden Sessizce...
Bölüm 26: Lütfen, Lütfen, Lütfen...
Bölüm 27: Günler
Bölüm 28: Öfkeli Patron, Tuhaf Bir Anketör, Daha Tuhaf Bir El
Bölüm 29: 'Redkey'le Tanışmak İster Misin'
Bölüm 30: Redkey İçin Geri Sayım
Bölüm 31: Koku
Bölüm 32: Redkey'in Sırt Çantası ve Şifre Sorunsalı
Bölüm 34: 'Merhaba Redkey'
Bölüm 35: Sevgili Redkey
Bölüm 36: 'Beni Yarın Da Sevecek Misin?'
Bölüm 37: 'İsabetli Tercih'
Bölüm 38: Yeni Bir Yıl Eski Bir Yara
Bölüm 39: 'Okyanusun Kıyısında'
Bölüm 40: Ev
Bölüm 41: Geçmişin Anahtarı
Bölüm 42: '1Numaralı Şüpheli'
Bölüm 43: 'Güvercin De Uçurur Muyuz?'
Bölüm 44: 'Burada İşler Üç Şekilde Yürür!'
Bölüm 45: 'Dünya'yı Satan Adam'
Bölüm 46: Her Şeyin ve Hiçbir Şeyin Kutusu
Bölüm 47: 'Güzel Çocuklar'
Bölüm 48: Sırlar ve Ölümler Üstüne
Bölüm 49: Yeni Yetme Bir Gangster
Bölüm 50: Zincirkıran(2. kitap sonu)
Bölüm 51: Şekerin Tadı - 3. Kitap
Bölüm 52: Hakkında Soruldu
Bölüm 53: 'Suç değil rövanş'
Bölüm 54: Bekleyişler - I
Bölüm 55: Bekleyişler - II
Bölüm 56: Yanılgı
Bölüm 57: Ödenmemiş Bir Hesap
Bölüm 58: Yol Ayrımı
Bölüm 59: Gördüğümüz Şey, Baktığımız Yer
Bölüm 60: Şüphe - Evin İçinde...
Bölüm 61: 48 Saat
Bölüm 62: Masumiyet Karinesi
Bölüm 63: 'Karmaşa'
Bölüm 64: Bin Basamaklı Merdiven
Bölüm 65: 'Tesir altında'
Bölüm 66: Uyanmak II
Bölüm 67: Kefaret
Bölüm 68: Bir Kelebek Kanat Çırptı...
Bölüm 69: Yeşil Kasa - 3. Kitap sonu
Bölüm 70: 'Bazı bedeller ağırdır' - 4. Kitap
Bölüm 71: 'Deniz Bitmez'
Bölüm 72: 'Canavar'

Bölüm 33: Hayatımın Casusu

31.1K 4.2K 1.1K
By EsraCanlii

"Tutuklu İşadamı İbrahim Karaatay'ın kardeşi ve aynı zamanda Karaatay Holding Yönetim Kurulu Üyesi Giray Karaatay, bu sabah saatlerinde, Florya'daki evinde gözaltına alındı. Emniyet yetkililerince yapılan ilk açıklamaya göre, Giray Karaatay, bankacılık sahtekarlığı, kara para aklamak ve organize şekilde devleti dolandırmakla suçlanıyor. Karaatay'ı ele veren ise yine polis ekiplerine kimliği tespit edilemeyen bir kullanıcı tarafından gönderilen bir ihbar e-maili oldu. E-mailde yer alan belge ve dokümanlar üzerine harekete geçen polis çok geçmeden Karaatay'ı gözaltına aldı..."

Bir yandan bülteni dinliyor, diğer yandan da çantamı toparlıyordum. O an yüzümde ister istemez bir tebessüm meydana geldi. İki gün önce başıma silah dayayan suç makinesi Giray Karaatay, bugün sevgili ağabeyi İbrahim Karaatay'ın yanına, cezaevine gidiyordu. Hem de 'kimliği tespit edilemeyen kullanıcı ihbarı' dedikleri şeyin manası, benim için artık oldukça açıktı: Redkey!

Giray'ı içeri tıkacak dokümanları polise gönderecek durumdaysa, demek ki o gün omzuna aldığı kurşun yarası ciddi bir şey değildi. Demek ki, iyiydi. O halde, her an kapıma dayanıp sırt çantasını almaya gelebilirdi? Hayır, belki de almıştır bile? Ben tüm gün iş yerindeyken, bir ara evime uğrayıp... Hayır, onunla bir kere olsun yüzleşmeden, bu olmamalı!

Hızla çantamı toparlayıp şirketten ayrıldım. Saat akşam beşe geliyordu. Otobüse atlayıp Beyoğlu'na geldiğimde eve gitmeden önce telefoncuya uğramam gerektiğini hatırladım.

İki gün önce, Redkey, Giray'ın fedaisinin ateşlediği kurşundan beni korumak isterken üzerime atladığından yere düşmüştüm, o esnada arka cebimde bulunan telefonumun ise ekran yüzeyi çatlamıştı. Hasar gören sistem yüzünden ekran, ikide bir kendi kendine açılıp kapanıyor, sürekli donma yaparak hata veriyordu. Bu sebepten telefonumu, dün sabah işe giderken telefon tamiriyle uğraşan Gökhan adında bir arkadaşıma bırakmıştım.

Dükkandan içeri girdiğimde, Gökhan yüzünde tuhaf bir tebessümle karşıladı beni. "Ne oldu?" dedim, Gökhan'a. "Hallolmadı mı sorun yoksa?"

"Yok, hallettim. Hallettim de, başka bir şey var" dedi Gökhan. "Nasıl desem? Sakin ol ama olur mu? Panik yapma." Söyleyeceği her ne ise ön hazırlığını yapmıştı Gökhan.

Merakla atıldım: "Tamam, söyle. Sakinim ben."

"Deniz, nasıl desem... Telefonu tamir ederken içeriği ve sistemi de biraz inceledim ve bir yazılımla karşılaştım. Casus bir yazılım bu, GPS sinyallerini kontrol eden bir yazılım... Yani, biri telefonuna oldukça sağlam bir GPS programı kurmuş ve bunu öyle bir yöntemle telefonuna gizlemiş ki, günlük kullanımda anlaman mümkün değil. Yani, biri senin attığın her adımı izliyormuş Deniz. Hayır, gazetecisin ve son gülerde malu-..."

"Ne zaman yüklenmiş program?" dedim, Gökhan'ın sözünü keserek. Elim, ayağım buz gibi olmuştu.

"Eylül ayı-..."

"Eylül'ün kaçında?" diye tekrar atıldım.

"Tarihi tam net hatırlamıyorum ama" dedi Gökhan, düşünür gibi yaparak, "eylülün onu ya da on biri gibi yüklenmiş olması gerek, emin değilim."

Eylül'ün onu ya da on biri... Yağız'ın bana gelişinden birkaç gün sonrasıydı bu tarihler. Telefonuma o sıralar GPS takip sistemi yüklendiyse bunu yapacak tek kişi Yağız'dı. Ve durum buysa...

"Ama merak etme, sildim programı" dedi, Gökhan. Beni yatıştırmaya çalışır bir hali vardı.

"Ne yaptın, ne yaptın? Sil-... Sildin mi! Sildin mi! Sen... Sen nasıl..." Şaşkınlığımın yerini öfke almıştı. Yağız'la aramızdaki tek irtibat bu telefondaki casus takip sistemiydi ve bu ahmak herif şimdi bana onu sildiğini mi söylüyordu!

Telefonumu alıp tamirciden uzaklaşırken Gökhan arkamdan şaşkın gözlerle bakıyordu. Ceketimin önünü açarak caddede yürümeye başladım. Dokunsalar oracığa yığılacak gibiydim. Göğsüm sıkışıyor, beynimse düşünmekten patlıyordu.

Telefonuma GPS takip sistemi kuran Yağız'sa eğer, ki öyleydi, beni her defasında eliyle koymuş gibi bulmasından daha normal ne olabilirdi ki? Hatta belki çok daha fazlası olmuştu. Evime geldiği ilk zamanlar mesela, sokağımıza diktiği adamlar, belki de sadece benim eve giriş çıkış saatlerimde orada dikiliyorlardı. Çünkü telefonumdan aldığı sinyal sayesinde nerede olduğumu her zaman biliyordu Yağız. Sonra, tentenelerin altına gizlenip onun sabahları evden çıkmasını beklediğim zamanlar... O zamanlar da, tıpkı bir aptal gibi orada her sabah nöbet tuttuğumdan haberi vardı yani. Ne rezillik! Ve yine eve aniden gelip onu suçüstü yakalamak istediğim zamanlar, demek o sebepten her defasında onu evde gayet rutin halde otururken, kahvesini yudumlarken görüyordum, o yüzden hiçbir açık vermiyordu. Çünkü her defasında, kahretsin, o casus GPS yazılımı sayesinde nerede olduğumdan haberi vardı.

Sandığım gibi peşime adam taktığı falan yoktu o halde. Her defasında beni, bulunduğum her yerde, parkta, kulüpte, kafeteryada hatta bir kitapçıda dahi, öylesine kolayca bulmasının sebebi telefonumdaki takip programıydı.

Ve eğer tüm bunlar doğruysa, İbrahim Karaatay tarafından kaçırıldığım gün beni kurtaran o maskeli adam Yağız olabilirdi. O günden sonra bir anda göğsünde ortaya çıkan morlukların sebebi depoda vücuduna aldığı darbeler olabilirdi.

Ve tabii Baran Akalın'ın beni bir sokak köşesinde sıkıştırdığı gün ortaya çıkan adam, belki o bile Yağız olabilirdi. O halde Yağız, sahiden Redkey olabilirdi. O halde Yağız, sadece telefonumun değil hayatımın casusuydu.

"Taksi!" dedim, caddede adımlarımı hızlandırarak. Araç durduğunda içeri geçerek, şoföre soluk soluğa seslendim: "Beşiktaş!"

Kafamda şüpheye yer vermek istemiyordum. Karaatay tarafından kaçırıldığım gün, beni o depodan kurtararak Beşiktaş'taki hastaneye götüren adamın kimliğini mutlaka öğrenmeliydim. Bunun yolu da malum hastanenin güvenlik kameralarını yani CCTV'yi incelemekten geçiyordu. Eğer o kişi Yağız ise bu, diğer tüm seçeneklerin sağlaması olacaktı. Bu, Yağız'ın Redkey olma ihtimalini... Tanrım, bu nasıl bir bela? Tüm bunlar... Kahretsin!


Taksiden inip, kaçırıldığım gün gözlerimi açmış olduğum hastaneye doğru tedirgin adımlarla ilerlemeye başladığımda, saat akşam dokuzu geçmişti. Bir yandan kafamda ne yapmam gerektiğini kurguluyor, bir yandan da içimden olayın tam tarihini hesaplamaya çalışıyordum.

Yağız'ın evime gelişinin yirmi birinci gününde kaçırılmış olmalıydım. Ah, CCTV'ye bakacak yetkiliye de tarihi böyle ifade etmeliyim, değil mi? Kesinlikle çok aydınlatıcı!

İçeri girdiğimde ilk işim, danışmadan hastanenin güvenlik kameralarının denetlendiği birimle ilgili bilgi almak oldu. Beni o gün hastaneye kim getirdiyse getirsin o kameralardan birine muhakkak görüntü vermiş olmalıydı.

Ardından yetkili güvenlik görevlisiyle uzun diyaloglara girdim. "Hayati bir mesele" diyordum sürekli adama, "o görüntüleri izlemem lazım."

Uzunca bir çabanın ve görevlinin cebine üç beş kuruş para sıkıştırmamın ardından adamı zor da olsa ikna etmeyi başardım. Ben bir köşede sabırsızlanırken görevli adam ise verdiğim tarihe ait CCTV görüntülerini aramaya başlamıştı.

O gün, yani bundan tam seksen yedi gün öncesinde bir adamın kollarında baygın olarak hastaneye getirildiğim yer, hastanenin acil servisiydi. O sebeple, görevli ilk olarak acil servise ait görüntüleri incelemeye aldı. Ben de adamın yanındaki yerimi alarak karşıma çıkan görüntülerde kendime dair bir iz aramaya başladım:

Belini tutan teyzeler, kırık bacaklı amcalar, geç, kolu sargılı veletler, trafik kazaları, geç, polisler, ne polisler mi? Yuh, jandarma! Allah'ım o kişi Yağız'sa böyle bir ortama nasıl girer? Geç. O ne? Bir adamın kucağında bir kadın... Yok, adamın kucağındaki bir nine, geç, vay kavga çıkmış, kim bu ergenler, geç, o dede ne yapıyor orada? Geç, eyvah bu feci yaralı, bu kadına ne olmu-...

"Dur! Dur! Geri sar, geri sar görüntüyü!"

Baştan ayağı siyah giyinmiş bir adam ve kucağında da ben varım. Adam kesinlikle o gün gelip beni depodan kurtaran adam. İçeri hızlı adımlarla giriyor ve acildeki bir sedyenin üzerine beni yatırarak oradaki hemşirelere bir şeyler söylüyor.

Çok değil, görüntüde kalma süresi hepi topu otuz saniye kadar. Ben sedyenin üzerinde kollarım, bacaklarım farklı yönlere ayrılmış halde bilinçsizce yatarken adam aynı geldiği gibi hızlıca çıkıyor servisten dışarı.

Arkasından ise iki üç hemşire bakakalıyor ve kendi aralarında kıkırdayarak bir şeyler konuşuyorlar. Evet, evet bu o hemşire! O gün ayıldığım zaman, beni hastaneye getiren adamın nasıl biri olduğunu sorduğumda, gülerek 'yakışıklı' cevabını veren kız. Yakışıklı ha, seni öldürürüm kız.

"Geri sar!" dedim görevliye, "adamın tam servisin kapısından çıkarken dönüp bana doğru baktığı ana gel."

Başında şapka olduğu ve kafasını eğerek konuştuğu için diğer yerlerde net olarak seçilemiyordu adam. Ama servisten ayrılmadan önce başını kaldırıp bir kez sedyede baygın halde yatan bendenize bakıyordu.

Görevli dediğimi yapıp görüntüyü yaklaştırdığında, çok fazla net olmamakla birlikte adamı profilinden gördüm.

"Tamam" dedim ardından, "bu kadarı yeterli."

"Bacım iyi misin? Rengin kaçtı. Hayırdır ya? Kim bu kara adam, kocan mı? Terk mi etti seni, ne yaptı? Bacım alınma ama tipinde hayır yok zaten herifin, giyinmiş satanist gibi... Üzülme hiç. Baksana, sedyede öylece bırakıp gitmiş seni. Böylelerini var ya sall-..."

Ben CCTV odasından çıkarken görevli adam hala kendi kendine konuşuyordu. Kafasında benim için yazdığı hikaye her ne ise ona oldukça inanmıştı. Keşke doğru olan onun hikayesi olsaydı.

Hastanenin bahçesine indiğimde elimi çantama götürüp nefes spreyimden birkaç doz aldım. Kar inceden yağıyordu. Bense başıma düşen kar tanelerinin arasına, biraz önce güvenlik kamerasında gördüğüm adamın yüzünü de eklemiştim. Adam, hafızama kar taneleri kadar çok ve sık fakat bir kaya kadar da sert şekilde düşüyordu.

"Yağız" diye mırıldandım. "Sensin. En başından beri hep sendin. Bense en başından beri sadece bir aptal, en başından beri fasulye..."

***

Continue Reading

You'll Also Like

72.7K 8K 16
Etine dolgun, bol kıvrımlı ve birazcık, çok azıcık tombul bir kız olan Evrim ile sporu takıntı haline getirmiş, sağlıklı yaşam gurusu ve kas yığını D...
161K 11.3K 34
Agra bebeğiyle çaresizce sokakta yaşarken bir gece karşısına çıkan adamla hayatı tamamiyle değişir. Ferişte - Masum, melek ve günahsız demek. Not: +...
Atlas By m

Romance

50.3K 4.1K 19
Bir mantık evliliği hikayesi.
22.2M 902K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...