SOLUCAN 1 ve 2. Kitap

By ZeynepSey

46.4M 1.1M 222K

Bölümler düzenlenmiş hâliyle yeniden paylaşılıyor. (Final dahil bütün bölümler eklenecektir.) More

SOLUCAN
1.BÖLÜM: SANA AŞIK OLMAMA İZİN VERİR MİSİN?
2.BÖLÜM: SENİ ANCAK AŞK İYİLEŞTİRİR
3.BÖLÜM: BELKİLER
;
4.BÖLÜM: BORDO CADDESİ
5.BÖLÜM: YENİ ÇOCUK
6.BÖLÜM: MÜZİK KATI
7.BÖLÜM: KORKULAR
9.BÖLÜM: BİR DERDİM VAR
10.BÖLÜM: İTİRAF
11.BÖLÜM: KESİCİ
12.BÖLÜM: MELANKOLİ
13.BÖLÜM: KLİŞELERDEN DOĞAN AŞK
14.BÖLÜM: BEDELLER
15.BÖLÜM: AİLE GÜNÜ
16.BÖLÜM: AĞAÇ EVİ
17.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
18.GÜNLÜK: SAKLI GÜNLÜK
19.BÖLÜM: AŞK UĞRUNA KENDİNDEN VAZGEÇMEK
20.BÖLÜM: YILBAŞI PARTİSİ
21.BÖLÜM: SEVMEKTEN USANMAM
22.BÖLÜM: YANGIN
23.BÖLÜM: KABUSLAR
24.BÖLÜM: İÇ GIDIKLAYICI BİR GÜLÜŞ
25.BÖLÜM: AŞK İÇİN ÖLMEK
26.BÖLÜM: OYUN BİTTİ
27.BÖLÜM: ŞEKER GİBİ BİR BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 1: BANA AŞIK OLUR MUSUN?
SOLUCAN 2
1.BÖLÜM: KENDİME MEKTUP
2.BÖLÜM: BELALI İSMAİL
3.BÖLÜM: AŞKI HAYATININ MERKEZİNE KOYMAK
4.BÖLÜM: SÖNMEYEN ATEŞ
5.BÖLÜM: GECE SAÇLI ELİF
6.BÖLÜM: KALABALIĞIN İÇİNDEKİ YALNIZ
7.BÖLÜM: YARALAR VE İZLERİ
8.BÖLÜM: DOĞUM GÜNÜ
9.BÖLÜM: KARAOKE BAR
10.BÖLÜM: DAĞ EVİ
11.BÖLÜM: HAYAT VEREN ÖPÜCÜK
12.BÖLÜM: SEVİMLİ BİR TANIŞMA
13.BÖLÜM: KENDİME YALAN SÖYLEDİM
14.BÖLÜM: AYRILIĞIN ERTESİ
15.BÖLÜM: GEÇ KALINMIŞ BİR ÖZÜR
16.BÖLÜM: METAFOR
17.BÖLÜM: ACIYA KARIŞAN UMUTLAR
18.BÖLÜM: HİSLERİNİ KAPAT
19.BÖLÜM: YANINDAYIM
20.BÖLÜM: YÜZÜNDEKİ ACI HOŞUMA GİTTİ
21.BÖLÜM: BİR KAYIP DAHA
22.BÖLÜM: YENİ BAŞLANGIÇLAR
23.BÖLÜM: HER ŞEYİMSİN
24.BÖLÜM: KAYBETME KORKUSU
25.BÖLÜM: YAŞATTIĞINI YAŞARSIN
26.BÖLÜM: KENDİME BİR MEKTUP DAHA
27.BÖLÜM: TAMAM MI SİL BAŞTAN MI?
BÖLÜM 13: SÖYLEMESİ ZOR

8.BÖLÜM: POPÜLERLİK KAVGASI

734K 20.5K 6.6K
By ZeynepSey

8.BÖLÜM: "POPÜLERLİK KAVGASI" 

Ertesi gün uyandığımda yanımda Kıvanç'ı görmeyi beklemiyordum. O da bunu bildiğinden olsa gerek çoktan gitmişti, yani uyandığımda onu göremedim.

Dün gece neler olmuştu öyle? Önce Kıvanç'ın karanlık fobisi olduğunu öğrenmiştim, sonra beni öpmüştü ki bu konuyu uzun uzadıya düşünmek isterdim... En sonunda evime gelmiş, aksiyon kotamı aşmaya yemin etmiş gibi gece boyunca bana sarılarak uyumuştu.

Sırıtarak doğruldum. Ne rahat bir uyku çektiğimi yeni fark ediyordum. Yataktan çıktıktan sonra pijama üstümü çıkarırken benim olmayan yabancı bir koku aldım. Aşıklar gibi pijama üstünü koklamaya başladım. Elbise dolabının yanındaki boy aynasına yapıştırılmış turuncu kâğıdı görünce çıkardığım pijama üstünü yatağın üzerine fırlatıp aynaya doğru ilerledim.

Kâğıtta yazılı olan sayıların bir telefon numarasına ait olduğunu anlayarak sırt çantamdan çıkardığım telefonumu tuşladım. Numara Kıvanç'a ait olabilirdi.

"Ne var?"

Evet, numara Kıvanç'a aitti ve ben, telefon numaramı ona vermeyeceğimi kesin bir dille belirttiğim halde şimdi onu aramış bulunmaktaydım. Oltaya gelen çaresiz bir balık gibiydim ya da balıklara yem olmaktan bir türlü kurtulamayan bir solucandım. Bunu düşünmemin bir anlamı yoktu çünkü garip olan başka bir şey vardı.

Kıvanç, telefonları, ne var diye sert bir dille konuşarak mı cevaplıyordu?

"Şey, ben Nehir..." derken bir sonraki cümlem için utanç duymaya başlamıştım bile. "Yani, Solucan..."

Yatağımın üzerine çıktım çünkü eğer beni tanımadığını söylerse kendimi yataktan aşağıya atmayı planlıyordum. Hissedeceğim şok ve üzüntünün hatırına kendimi yüksek bir yerden atmam gerekirdi ve fobim olduğunu düşünülürse yatağın yüksekliği bu iş için bence gayet makuldü.

"Kim olduğunu biliyorum Solucan... Ne istiyorsun?"

Nasıl biliyordu? Yoksa numaramı bir şekilde bulup rehberine mi kaydetmişti?

Gevşek bir sırıtışla, "Beni rehberine mi kaydettin?" diye sorduktan sonra yatağıma bağdaş kurarak oturdum.

"Henüz değil."

"O halde arayan kişinin ben olduğumu nereden bildin?"

"Kapatıyorum."

"Dur!"

Ve kapattı. Zaten kapatmamasını beklemek aptallık olurdu.

Onu bir kez daha arayarak kendimden bıktırmak istemediğimden numarasını rehberime kaydedip telefonumla ilgilenmeyi keserek okul için hazırlanmaya başladım.

--

Okuldayken gözlerim istemsizce –belki de isteyerek, emin değilim– Kıvanç'ı aradı. Onu hiç göremediğim beş dersin sonunda Batu'nun beni arayıp bahçeye çağırmasıyla teneffüsümü Kıvanç'ı görmeyi bekleyerek geçirmek yerine Batu'nun yanına giderek harcadım.

Yanına vardığımda bahçedeki her zaman oturduğu çardakta oturmak yerine çardağın önünde volta atarken buldum onu. "Ne oldu?"

"Kıvanç'tan uzak duracaksın," derken ki üslubu hoşuma gitmedi.

Yine de sakin bir dille "Nedenmiş?" diye sordum.

"Ondan hoşlanmıyorum," dediğinde gözlerimi hafifçe kıstım. "Bir daha görüşmenizi istemiyorum."

"Ona âşık olacağım."

Kaşlarını hafifçe kaldırdı, alayla beni süzdü. "İstiyorsun diye birine âşık olamazsın."

"Ben olurum," dedim hızlıca. "Âşık olmak için onu seçtim ve pekâlâ da ona âşık olacağım."

"İlla birine âşık olmak istiyorsan gel bana âşık ol," deyince kanım dondu sandım. Biraz önce Kıvanç yerine ona âşık olmamı mı istemişti benden yoksa ben mi yanlış duymuştum?

"Saçmalama..."

"Ona âşık olursan, o seni üzer ama ben seni üzmem. Madem istediğin zaman istediğin kişiye âşık olabiliyorsun... O zaman gel ve bana âşık ol..."

"Saçma sapan konuşma! Sana o gözle bakamam ben."

"Ben bakarım. Eğer ki ben bakabiliyorsam sen de pekâlâ bakabilirsin."

"Batu?" dedim tüylerim diken diken olmuşken. "Beni korkutuyorsun."

Bana doğru adım atmaya başladığında ben de refleks olarak gerilemeye başladım. Sırtım sert bir bedene çarptığında başımı bedenin sahibine çevirdim ve gözlerim Kıvanç'la kesişti. Yüzü benimkine çok yakınken, kalbimden bir elektrik dalgası geçti. Bunun üzerinde daha sonra durmaya karar karar vererek tekrar Batu'ya döndüm.

"Nehir'den uzak dur," dedi Batu, Kıvanç'a hitaben. Karşılık alamayınca sesini biraz daha yükselterek, "Duydun mu beni?" diye sordu.

"Özlemişsin," dedi Kıvanç, kısa ve net bir şekilde.

Benim için bir anlam ifade etmeyen bu söz, sanki içerisinde milyonlarca anlam barındırıyormuş gibi Batu'nun bakışlarını değiştirdi. Öfkeden kuduran gözleri, aniden hüzün duygusunu misafir etmişti kendine.

Batu, başını iki yanında salladıktan sonra, "Özlemedim," dedi. Ama sanki kendisi de buna inanamıyormuş gibiydi.

"Yok, belli... Sen epey özlemişsin."

Olaya dâhil olmak istedim ama bu maksatla söyleyebileceğim herhangi bir şey bulamadım.

"Onu benden alamazsın," dedi Batu, beni kastediyor gibi görünüyordu.

"Onu aldığım gibi mi?" diye sordu Kıvanç, kimden bahsettiğini anlamadım.

Düşünerek kafamı yormak yerine ikisinden de uzaklaştım. Sanki Batu da bu ânı bekliyormuş gibi ben onlardan uzaklaşır uzaklaşmaz Kıvanç'a yumruk attı. Kıvanç birkaç adım gerileyince arkamı dönüp koşmaya başladım. Ne yapacağımı bilmiyordum, yalnızca koşmaya başlamıştım.

Okula yeniden girdiğimde müdürümüz Tugay Öğretmen'i görünce yine hiç düşünmeden birkaç adımda yanına vardım ve ona, Kıvanç ve Batu'nun bahçede kavga ettiklerini söyledim. Tugay Öğretmen kaşlarını çatarak beni nazikçe kenara ittirdikten sonra okul binasından çıkmak üzere yürümeye başladı. Nihayetinde bunu onların iyiliği için yapmıştım.

Meraklı kalabalığı güç bela aşabildiğimizde daha da şaşırmama neden olacak bir şey vardı. Batu'nun yerde olduğunu ve Deniz'in de Batu'yu boğmak için boğazına yapışmış bir halde olduğunu gördüm.

"Delirdiniz mi siz!"

Tugay Öğretmen benim bağırışımdan sonra "Ayrılın!" ile başlayıp tehditlerle devam eden sözler sarf etti. Kalabalıktan bazıları Batu ve Deniz'i ayırmaya çalışırken benim gözlerim Kıvanç'ı arıyordu.

Onu, Batuların birkaç metre uzağında öylece dikilirken buldum. Kollarını göğsünde çaprazlamıştı ve alaycı bakışlarını doğrudan Deniz'le Batu'ya sabitlemişti. Birkaç büyük adımda yanına varıp ona neler olduğunu sordum.

"Batuhan'ın en yakın arkadaşı olduğumu söyledim Deniz'e. Sanırım kıskandı ve sinirlenip kavga başlattı."

Kıvanç'ın açıklamasından sonra gözlerimi büyüterek ona baktım. Deniz buna gerçekten inanmış mıydı? Kıvanç ve Batu'nun en yakın arkadaş olmasının imkansızlığı bir yana, Deniz neden bu bilgiye böyle büyük bir tepki veriyordu ki?

"Böyle bakınca balığa benzedin, bakma öyle," deyince bu sefer de ona gözlerimi kısarak bakmaya başladım. "Böyle de yılana benzedin..." diyerek başını iki yana salladı. "Solucan gibi baksana kızım!" diye sahte olduğunu bildiğim bir öfkeyle bağırdı.

"Neden ona böyle bir yalan söyledin?"

Ciddiyetle, "Yalan söylemedim, ben yalan söylemem," dese de ona inanacak değildim. Batu bana ondan hoşlanmadığını hatta uzak durmamı istediğini söylemişti. Kıvanç'ın sözüne mi güvenecektim yoksa Batu'nun mu?

Tabii ki Batu'nun...

Sonra hep birlikte soluğu müdürün odasında aldık. Deniz, Batu ve Kıvanç, kütüphane temizliği için ceza aldı. Bana ceza verilmedi. Müdürün odasından çıktığımızda Kıvanç, Batu'ya belki bir ara kütüphaneye uğrayabileceğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı.

Deniz'se Kıvanç'ın gidişinin ardından, "Döverim ben bu çocuğu," deyince Batu tarafından kafasına bir şaplak yedi.

"Aptallık sende oğlum! Ne diye ona inandın ki?"

Biraz önce yaşananları bir kenara bıraktığını kanıtlarcasına kolunu Batu'nun omzuna attı. Birlikte kütüphaneye gitmek için yürümeye başladıklarında tek başıma kaldığımı fark edip ben de ters istikamete yani sınıfıma doğru yürümeye başladım.

Sonraki teneffüste İnci sınıfımıza geldi. Irmak'a işaret verdim ve birlikte ayaklandık. Neyse ki Deniz hâlâ sınıfta değildi de İnci'nin yanında görmemişti bizi çünkü eğer görseydi, bir şeyler çevirdiğimizi anlayabilirdi. Hep beraber koridorun sonundaki koltuklara kurulduğumuzda İnci, gözlüklerini çıkartıp gülümsedi.

"Diş tellerim bu ayın sonunda çıkacakmış," deyince ben de gülümsedim. "Gözlük takmaya bir süre daha devam edeceğim ve diş tellerimle beraber onlardan da kurtulacağım." Fazlasıyla mutlu ve heyecanlı görünüyordu. "Annemlerle konuştum, sizin gittiğiniz spor salonuna yazılmama izin verdiler. Değişmek istediğim için annem de çok mutlu oldu... Ayrıca, annemin kuaförü saçlarımı boyatmam gerektiğini söyledi. Yani rengini biraz daha açtırabilirmişiz ve ayrıca kaşlarımı da inceltecekmiş. Sizce yapmaları gerekiyor mu?"

Bu işlerden pek anlamadığım için bakışlarımı direkt Irmak'a çevirdim. Irmak, saçlarını şöyle bir geriye attırdıktan sonra sanki kırk yıldır bu konularla ilgileniyormuşçasına konuşmaya başladı. Sohbeti sıkıcı bulduğumdan onları dinlemedim, bakışlarımı etrafımızda gezdirdim de durdum.

"Nehir!" Irmak'ın beni sarsarak ismimi söylemesiyle tekrar ona döndüğümde, "Beni dinlemiyor musun sen?" diye sordu.

"Dalmışım, ne oldu?"

"Sana da bir ayar çekelim diyorum," dediğinde kaşlarımı çattım, ne demek istediğini anlamamıştım. "İnci gibi baştan aşağı değiş demiyorum ama biraz bakım mı yapsan be Sümüklü..." diye devam ettiğinde ne demek istediğini anladım.

"Düşünürüm bir ara," diyerek onu geçiştirdim.

--

Kendimi ne bir heyecan ne de fazladan hüzün yaşadığım bir olayın içinde bulabildiğim bir haftayı daha geride bırakmıştım. Ekimin üçüncü haftasındaydık, Kıvanç'tan ricacı olmam sonucunda uzun zaman sonra nihayet bugün parkta buluşacaktık.

Şoförüm Salim amca, parka gitmek üzere arabayı sürerken köşedeki pastaneyi gördüm. Vitrindeki pastaların göz alıcılığıyla büyülenince durmasını rica ettim. Zaten parkın bulunduğu sokakta olduğumuz için "Beni beklemene gerek yok, işim bitince seni ararım," diyerek arabadan indim.

İçeri girdiğimde "Buyurun, neye bakmıştınız?" diye sordu kalp şeklinde bir surata sahip olan kadın.

"Çikolatalı pasta," dedim hevesle.

Zaten beğenip seçtiğim bir pasta vardı, işaret edince kadın başıyla onaylayıp pastayı benim için hazırlamaya koyuldu.

Teslim alana dek, Kıvanç'ın da benimle yemek isteyip istemeyeceğini düşünüp durdum. Büyük ihtimalle yemezdi ama çok ısrar edersem yermiş gibi geliyordu.

Kadın mum isteyip istemediğimi sorunca onu başımla reddedip Kıvanç'ın da pastadan yiyebileceğini düşündüğüm için iki de plastik çatal rica ettim. Ardından Kıvanç'ın her zaman oturduğu banka kurulmak için adımlarımı parka yönelttim.

Onu bekledim ama gelmedi. Pes etmedim. Bekledim, bekledim ve yine bekledim. Tam bir buçuk saat boyunca onu o bankta tek başıma bekledim. Kıvanç gelmemişti evet ama mideme davetsiz bir misafir gelmişti.

Midemdeki tüm her şeyi yiyip bitiren misafirler sebebiyle şimdi midem bomboştu ve guruldamaya başlamıştı. En sonunda guruldama seslerine ve yanma hissine dayanamadım ve pastayı paketinden çıkardıktan sonra hepsini yedim. Tamamını yemem kaç dakikamı almıştı bilmiyordum fakat yedikten sonra mide bulantım daha da kötü bir hâldeydi, işte bundan emindim.

Yediklerimin içerideki konumlarını beğenmeyip ısrarla dışarı çıkmak istediklerini anlayınca çöp kutusuna doğru koşmaya başladım. Kutuya eğildim ve kusmaya başladım, aynı zamanda karnımı tutuyordum.

"Kusan bir Solucan..." diyen sesi duyduktan sonra bile kusmaya devam ederken neredeyse ağlayacak duruma gelmiştim.

Duyduğum o cümleyi yalnızca Kıvanç söyleyebilirdi ve bu güzel sesin sahibinin Kıvanç olduğundan da emindim. Beni yere çömelmiş kusarken bulmuştu ve bu da yetmezmiş gibi beni alkışlıyordu. Acaba pastanın tamamını yediğimi ve bu yüzden kustuğumu da görmüş müydü?

Kusmayı kestikten sonra bile kafamı çöp kutusundan kaldırmadım. Öylesine kötü hissediyordum ki midemin kaldıracağını bilsem bir daha asla kafamı oynatmazdım.

Uzun bir süre o şekilde kaldığımda tuttuğum saçlarımı benden devraldı ve kendisi tuttu. Diğer elindeki peçeteyi de gözlerimin önünde sallandırırken "Al şunu da ağzını sil," diyordu.

Elindeki peçeteyi alarak çöp kutusuna birkaç kez daha tükürdükten sonra ağzımın kenarlarını sildim. Yavaşça doğrulmaya çalıştığımda saçlarımı bırakıp kollarımdan destek verdi. Karşısında dimdik durabildiğimde ifadesiz suratını hiç bozmadan çöp kutusunun içine bakıyordu.

"Ne yedin de bu kadar çok kustun?"

Nefesimi sakin bir şekilde dışarıya verdim. Neyse ki beni pasta yerken görmemişti.

Arkamı dönerek banka yöneldiğimde, "Çikolatalı yaş pasta," diyerek sorusuna kaçamak bir cevap vermiş oldum. Miktarından bahsetmeme gerek yoktu. On kişilik pastayı tek başıma yediğimi bilse koşarak uzaklaşabilirdi benden.

Banka geldikten sonra bağdaş kurarak oturdum, o da çok kısa bir süre sonra bankın sağ tarafına oturdu ve boş parkı izlemeye başladı.

"Ne zamandır konuşmuyoruz..." dedim gevşek bir gülüş eşliğinde. "Ne iyi ettik de geldik, değil mi?"

Kaşını kaldırarak bana baktı. Anında gülüşümü yüzümden silip ona normal bir ifadeyle bakmadan önce de boğazımı temizledim.

Sonrasında sanki ilk zamanlarımıza dönmüşüz gibi iki yabancı misali öylece oturduk. O, boş parkı izledi; ben de yine her zamanki onu izledim.

Zamanımız dolduğunda "Haydi!" diyerek oturduğu yerden kalktı. "Ben kaçayım artık..." dedikten sonra da arkasında bir adet onun deyimiyle sinirli bir Solucan bırakarak yürümeye başladı.

--

Ertesi gün ikinci ders olan biyoloji dersinde yanımda oturan Deniz, büyük bir dikkatle çizdiği kadın veya adamla uğraşırken ve çapraz sırada oturan Irmak, kafasını masasına koymuş bir halde uyukluyorken ben sıkıntıdan patlıyordum.

Deniz'in çizdiği ne olduğu belirsiz şeye bakıp dudaklarımı büktüm ve fısıldayarak, "Ne bu?" diye sordum.

Üzerinde çiçekli bir elbise vardı. Bıyıklarının ve sakallarının oluşu kafamı karıştırmış olsa da başındaki çiçek tacını görmemle âdeta haykırarak, "Irmak!" demem bir oldu.

Böylelikle öğretmenimiz dâhil olmak üzere herkesin dikkatini çektim. Irmak da sesimi duydu, başını kaldırıp uyku mahmurluğuyla bakan gözlerini bana çevirdi.

Deniz'in itirazına rağmen defterini havaya kaldırıp çizimini Irmak'a gösterdim. Kısık gözlerle baktığı çizimin ne olduğunu anlayamadı.

"Seni çizmiş," diyerek anlamasına yardımcı olmak istememin hemen ardından, gözlerini kocaman açan Irmak, sırasından kalktığı gibi narin ellerini Deniz'in boynuna doladı. Böylelikle soluğu yine Deniz'le beraber müdürümüzün odasında aldık fakat bu sefer öncekinden farklı olarak yanımızda Kıvanç veya Batuhan değil, Irmak vardı.

Deniz şikâyetçi olmadığını söylese de Deniz'in boynundaki morartıyı gören müdürümüz, Irmak'a ceza verdi. Elinden telefonunu almıştı, bu normal şartlar altında çok hafif bir ceza gibi görünse de Irmak için kesinlikle çok ağır bir cezaydı. Sınıfımıza döndüğümüzde Irmak yere oturup karalar bağlayınca –kafasına siyah bir fular takmıştı– Deniz ondan özürler dileyip durdu.

--

Öğle arasında, yemekhanede yemek sırasına girdiğimizde önümde Irmak, arkamda Deniz varken, dudaklarımda bir şarkı ile ayakta dikiliyordum. Uzun zamandır şarkı sözüne dair hiçbir şey karalamadığımı hatırladığımda şarkıların bana küseceğini düşünerek üzüldüm ve sonra aklıma her zamanki gibi Kıvanç geldi.

"Irmak?" diye fısıldadım. Kafasını ya da vücudunu bana çevirmeden omzunun üzerinden bana baktığında, "Sence..." diye fısıldamaya devam ettim. "Kıvanç da burada düzenli olarak yemek yiyor mudur?"

Onu daha önce hiç yemekhanede yerken görmemiştim.

"Sevgili Sümüklü..." dedi Irmak, sanki yıllardır konuşuyormuş da artık bıkmış gibiydi. "Senin de bildiğin gibi, Kıvanç da aynı senin benim gibi bir insan... Tabii ki burada yemek yiyecek, seni şapşal!" Öfkeli bakışlarını önüne çevirip birkaç adım daha ileri gitti. Ben de dudaklarımı büzerek aynı onun gibi birkaç adım ilerledim.

Patlıcanlı yemek ve yanındaki bulgur pilavını ortak tabakta istemek yerine farklı tabaklarda isteyerek tepsime iki tane tabak almış oldum. Mercimek çorbasını bana uzatan teyzeye gülümseyerek teşekkür edip çorba kâsesini de tepsime koydum ve her zaman oturduğumuz masaya yöneldim.

Burası popülerler masasıydı ve başköşesinde Deniz otururdu, onun iki yanına da Irmak ve ben geçerdik. Irmak'ın üç yan sırasındaki sandalyede Su otururdu ve ben onunla aynı masada oturmaktan hiç haz almazdım.

Su'ya kötücül bakışlarla bakmaktan vazgeçip yemeğime döndükten sonra birinin başımda dikildiğini fark ettim. Başımı sol omzuma doğru çevirerek bekleyenin kim olduğuna baktığımdaysa şaşkınca kalakaldım çünkü hemen yanımdaki beden Kıvanç'a aitti. Alaycı gözleri doğrudan Deniz'e bakıyordu ve elinde yemek tepsisi vardı.

Deniz, başında bekleyen Kıvanç'a tip tip baktıktan sonra, "Ne?" diye sordu, bu sırada yemekhanedeki birçok kafa da bizden yana dönmüştü.

"Kalkmanı bekliyorum," dedi Kıvanç.

Büyük bir tartışmanın baş göstereceğini fark ederek Irmak'a baktım. Kaş–göz işaretleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştı ama ben her zamanki gibi yine ne demek istediğini anlayamadım.

Deniz, suratında samimi olmayan bir gülümseme varken, "Burası benim yerim," dedi.

"Artık benim yerim olduğunu söylüyorlar."

"Kim söylüyor?"

Kıvanç, etrafımızdaki insanları gösterdiğinde Deniz de başını kaldırıp baktı ve onaylamayla karşılaşınca donup kaldı. Çünkü Kıvanç'ın gösterdiği öğrenciler tam üç yıldır Deniz'i bir paşa torunuymuş gibi göklere çıkarıp, sevip saymış kişilerdi. Şimdiyse, sanki onu göklere çıkaran kendileri değilmiş gibi bir anda yere düşürüp, sevip saymaktan vazgeçmiş gibi davranıyorlardı. Bu da Deniz'i hayal kırıklığına uğratmış olmalıydı.

Kıvanç'ın tepsisi bir anda yere düştüğünde refleks olarak ayağa kalktım. Hangi ara yaptığını kestiremiyordum fakat Deniz aniden elinin tersiyle sertçe iterek Kıvanç'ın tepsisinin gürültüyle yere düşmesine sebep olmuştu.

Hepimiz korkuyla Kıvanç'tan bir tepki beklerken, Deniz hiç bozuntuya vermeden çatalın ucundaki patlıcanı ağzına götürdü. Kaşığı alacağı sırada Kıvanç tepkisizliğini bir kenara bırakıp sol elini onun boğazına geçirdi. Elinin parmaklarını boynuna dolamış, Deniz'i yavaşça boğuyorken, nihayet kendime geldim ve Kıvanç'ı tutup kendime doğru çekmeye başladım.

"Kıvanç, yapma!" derken onu ne kadar kendime doğru çekmeye çalışsam da başarılı olduğum söylenemezdi.

Henüz bir kaşık bile almadığım çorbamı alarak Deniz'in başından aşağıya döktüğünde yemekhaneden çığlık sesleri yükseldi.

"Kıvanç!"

Deniz bir hışımla ayağa kalktı. İkili burun buruna gelmişken az sonra birbirlerine kafa göz dalacakları belliydi. Ki öyle de oldu. Deniz, Kıvanç'a kafa attı...

"Oha!"

Kıvanç da altta kalmadı tabii. Kendine gelir gelmez Deniz'in çenesine güçlü bir yumruk geçirdi.

"Ne bakıyorsunuz, yardım etsenize!"

Nihayet birkaç kişi daha Kıvanç ve Deniz'i ayırmak için ayaklandığında fırsattan istifade ederek Kıvanç'ı güç bela da olsa yemekhaneden çıkardım. Onu üst kata yönelttiğimde kollarımdan kendisini ayırdı, ardından bu defa kendisi ellerini koluma dolayıp beni peşinden sürüklemeye başladı. Dengesiz herifin tekiydi.

Bizi okulumuzun teras katına çıkardıktan sonra kolumu bırakıp volta atmaya başladı. Durup durup yüzüme bakan gözlerindeki öfke kıvılcımları beni korkutuyordu.

"O çocuk senin neyin oluyor?" diye sorarak önümde durdu. Daha önce birkaç defa Deniz'in kim olduğunu ayrıntılı olarak ona anlatmıştım, bundan emindim fakat belli ki hiçbirini dinlememişti.

"En yakın arkadaşım," diye cevap verir vermez Irmak'a haksızlık yapıp yapmadığımı düşündüm. Sonrasında en yakın kız arkadaşımın Irmak, en yakın erkek arkadaşımın da Deniz olduğuna karar vererek vicdanımı susturdum. "Neden yaptın bunu? Deniz sana hiçbir şey yapmadı ki."

"Ben de ona bir şey yapmadım."

"Yerinden kalkmasını söyledin."

"Çünkü orası artık bana ait."

"Hadi ya?" dedim dalga geçer gibi. Sonra işlerin daha da kötüye gitmesini istemediğimden "Deniz üç yıldır bu okulun en popüler çocuğu. Bu onun için önemli. Ondan bunu alma, lütfen," diye devam ettim.

"Elimde değil," diyerek omuz silkti. "Varlığım yok sayılamaz derecede dikkat çekiyor."

"Ukala."

"Neyse ne," diye kestirip attı. "Arkadaşınla konuş. Bir daha yoluma çıkmasın. Yoksa bir dahakine o çenesini eline vermiş olurum."

Ardından teras katından ayrıldı. Böylelikle Kıvanç'ın kabalığının bana özel olmadığını anlamış oldum. Onun kişiliği böyleydi. Hatta belki de diğer insanlara karşı bana olduğundan çok daha kaba bile olabilirdi. Neden bu kadar mesafe bırakıyordu insanlarla arasına bilmiyordum ama öğreneceğim kesindi.

Sonsözünü kendi kendime tekrarlayarak ben de kattan ayrıldım, hızlı adımlarla sınıfıma doğru ilerledim. Araladığım kapıdan içeri baktığımda bu kez de Deniz'i sınıfta volta atarken bulmuştum. Sanırım bu gerçekten sakinleştirici bir eylemdi, bir ara denesem iyi olacaktı.

Öğretmen masasının üstünde bağdaş kurarak oturan Irmak'a ve Deniz'i sakinleştirmek için her adımında yanında yürüyen Batu'ya işaret versem de beni fark etmediler. Sesli bir yalancı öksürük takındığımda üç kafa da benden tarafa yöneldi.

"Seni var ya..."

Ardımdan kapıyı kapattığım an, Deniz'in söylediği ilk cümle bu oldu. Irmak, çevik bir hareketle masadan inerek Deniz'i tuttu, Batu da bu esnada önüme geçmişti.

"Hemen gönderiyorsun o herifi bu okuldan!" Sanki benim için gelmişti de ben istediğim zaman gidecekmiş gibi konuşması can sıkıcıydı. "Onun yüzünden düştüğüm şu hale bak!" diyerek üstünü başını gösterdi. Öfkeyle saçlarını karıştırıp dolanmaya devam etti.

"Deniz haklı," deyince Batu, şaşkınlıkla ona baktım. Her zaman mantıklı düşünen, olgun davranan Batuhan'dan bunu duymak beni epey şaşırtmıştı. "Kıvanç'ı bu okuldan gönder."

"Kafayı mı yediniz siz? Kıvanç bu okula benim için gelmedi, ben söyledim diye de gitmez! Onun beni zerre kadar umursadığı yok!"

Deniz ve Batu, Kıvanç'la olan ilişkimi kesinlikle onaylamıyorlardı ama Irmak onlar gibi değildi, eğer ben mutluysam, onun için sorun yoktu. Zaten bu yüzden yanıma gelip omzuma nazikçe dokunarak her zaman destekçim olduğunu bana hatırlattı.

"Popülerliğimi kaybediyorum," dedi omuzlarını düşüren Deniz. Kimse tek kelime etmedi.

Bana kırıldığının farkındaydım ama benim yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Popülerliğini kaybetmesi benim suçum değildi ki...

Öğretmenler zili çaldığında, "Ben biraz çizim yapayım," diyerek geçip yerine oturdu.

Sanki biraz önce karalar bağlayıp da ağıt yakacak olan o değilmiş gibi her zamanki kaygısız haline geri dönmüştü. Irmak, her şeye rağmen yanımda olacağını kulağıma fısıldadıktan sonra sırasına yöneldi ve Batu'dan sınıftan ayrılmasından hemen sonra diğer öğrenciler de sınıfa girmeye başladı.

Ortada dikilmek yerine ben de geçip sırama oturdum ve yine yanımdaki Deniz'in ne çizdiğine bakmadan edemedim. Her zamankinden farklı olarak bu sefer tuhaf değil de normal bir çizim yapmıştı. Aynaya bakan genç bir kız vardı; genç kız normalde şişmandı fakat aynadaki görüntüsü zayıftı. Yansımadaki genç kız kısa saçlı güzel bir kızdı, aynaya bakan kızın saçlarıysa daha uzundu ve yüzü görünmediği için güzel olup olmadığı anlaşılmıyordu.

"Nedir bu?" diye sordum.

Yeme bozukluğuna sahip olan insanların bazıları zayıf oldukları halde kendisini şişmanmış gibi algılardı, benim bildiğim böyleydi ama Deniz'in çizimi tam tersiymiş gibi duruyordu.

"İnci'yi çizdim," dedi ve gülmeye başladı. Deniz bazen gerçekten de aşağılık biri gibi davranabiliyordu. "Bak, bu İnci'nin kendisi," dedi ve aynadaki yansımasına bakan kızı gösterdi. "Bu da olmak istediği ve asla olamayacağı kız," dedi ve yansımadaki kızı gösterdi.

O an, Deniz'e çok daha fazla sinirlendim. İnci'ye âşık olmasını sağlamak için her şeyi yapacak olmamız beni bazen suçlu hissettiriyordu ama tam olarak şimdi, Deniz'in bu çizimini gördükten sonra, içimdeki suçluluk duygusundan eser kalmamıştı.

"İğrençsin," deyip önüme döndüm.

Irmak, telefonu elinden alındığı için epey sinirli ve üzgün görünüyordu; bunu, her zaman sırasının altında bulundurduğu ama hiç okumadığı kitabını açıp okuduğu için pekâlâ anlayabiliyordum.

Kalan dersler çabucak gelip geçti. Son teneffüste Kıvanç'ın yanına gidip onunla Deniz hakkında konuşmaya karar vermiştim. Okuldan gitmesini söylemeyecektim elbette ama teras katındaki konuşmamı tekrarlayabilirdim.

Irmak veya Deniz'e hiçbir şey söylemeden sınıftan ayrıldım ve on ikinci sınıflara ait olan kata çıktım. Kıvanç'ın sınıfına girdiğimde ilk kez onun sınıfına geldiğimi fark ederek garip bir heyecanla onu aramaya başladım.

Onu gördüğümde orta sıranın en arkasındaydı; yanında esmer bir çocuk vardı ve Kıvanç'a bir şeyler anlatıyordu. Etrafında birkaç kız ve ayakta dikilen bir erkek daha vardı. Kıvanç, çocuğun söylediklerini dinlemiyormuş gibi görünüyordu. Her zamanki gibi kendi iç dünyasına kapanmış durumdaydı.

Bakışları bir anlığına bana kaydığında yanıma geleceğini sandım ama gelmedi. Öylece oturmaya devam etti ve bu da yetmiyormuş gibi bakışlarını bir kıza çevirdi. Kız, heyecanlı bir halde ona bir şeyler anlatmaya başladı.

Onu tanıdığımdan beri bakışlarında pek fazla duyguya rastlamamıştım ve bana göre boş bakan insanlar acıyı fazlaca tatmış insanlardı. Kıvanç'ın hâlâ canını acıtan derin bir yarası vardı. Bir yanım ne yapıp edip o derin yarasını öğrenmek, daha sonra da acısını dindirmek için her yolu denemek istiyordu. Diğer yanım, onun bana yaptığı gibi benim de onu umursamayı bırakmamı söylüyordu.

"Tatlım, kök salacak gibisin..."

İğneleyici ses duyduğumda yapmacık bir gülümsemeyle kıza baktım ve ardından içeriye girdim. Kıvanç'a doğru birkaç adım atıp yanlarına çok yaklaşmadan durduğumda Kıvanç'ın yanındaki çocuk beni fark etti ve gülümseyerek, "Nehir?" dedi. Beni nereden tanıdığını bilmiyordum. Belki de geçen yıl okul başkanı olduğum içindi.

"Kıvanç?" deyip bakışlarımı ona diktiğimde, önce çocuğa, sonra bana baktı. "Konuşabilir miyiz biraz?" diye sorduğumda sesimi olabildiğince ılımlı tutmuştum.

Başını belli belirsiz salladığında arkamı dönüp sınıftan çıkmak için yürümeye başladım. Çıkmadan hemen önceyse Kıvanç'ın esmer çocuğa bir şeyler söylediğini ve çocuğun başını salladığını görmüştüm.

Kapıdan çıkıp yan taraftaki boş olan pencere kenarına geçerek siyah deri koltuğa oturdum, kısa süre sonra da Kıvanç geldi. Karşımdaki koltuğa oturup bacaklarını aramızdaki masaya uzattı, bir süre ona baktım. Eliyle konuşmam için işaret verdiğinde buraya ne için geldiğimi unutmuştum.

"Hobilerin neler?"

"Şaka mı bu?"

Ağzımdan öyle bir soru çıkmış olması benim suçum değildi, sadece aklım karışmıştı.

Neden gelmiştim buraya?

"Yok... Merak ediyorum. Müzik bölümünde okuduğunu biliyorum ama mesela ne tür çalgı aletleri çaldığını bilmiyorum."

"Genelde sadece şarkı söylerim ama çalmayı bilmediğim çalgı aleti de pek yoktur," diye bir açıklama yaptığında şaşırmadan edemedim.

"Yeteneklisin yani..." dediğimde bir şey söylemedi. "Var mı ailende senin gibi olan?" diye sorduğumda omuz silkti.

"Annemin de benim gibi olduğunu söylerlerdi."

Neden böyle söylemişti ki bir anda, yoksa annesi yaşamıyor muydu? Hakkında bilmediğim ne çok şey vardı.

"Bir gün benim için şarkı söyler misin?" diye sorduğumda gözlerini devirdi.

"Ben kimse için şarkı söylemem."

"Sadece bir kez?"

"Hayır."

"Lütfen!" diye ısrar ettiğimde bakışlarını tekrar bana çevirdi.

"Solucan!"

"Solmıycam!" diye neşeyle karşılık verdim.

Dünyanın en kötü esprisini duymuş gibi yüzünü ekşitti. Nihayet yüzünde bir ifade yakalayabilmenin sevinci içerisinde, "Bak bir tane daha var ama bu daha komik," dedim.

Bir şey söylemeden bana aynı şekilde bakmaya devam ettiğinde espri yapmamı beklediğini düşünerek dudaklarımı araladım. Aslında biraz sonra söyleyeceğim cümleye espri denilemezdi, ne dendiğini de bilmiyordum ama şu anda bunun bir önemi yoktu.

"Buna kesinlikle güleceksin."

Şu ana kadar gülecek hiçbir şey yaşamadığımız için hiç gülmemiş olduğunu farz ediyordum. Yoksa bir insan nasıl hiç gülmeden durabilirdi ki? En azından tebessüm etmeliydi. Ama yok, Kıvanç'ın dudakları sanki yemin etmişti de yukarı doğru kıvrılmıyordu.

"Kıvanç Vuran, söyle bana, nerene vuram?"

Hiçbir şey söylemeden oturduğu koltuktan kalkıp yürümeye başladığında, "Komik değil miydi yahu?" diye arkasından seslendim. 

Continue Reading

You'll Also Like

145K 6.4K 37
KLASİK BİR GERÇEK AİLE/ABİ KİTABI (Küfür yok) Berbat bir hayat yaşayan İlgi başka bir kızla karıştığını öğrenirse ve tek kız olursa ne olur?
64.6K 1.8K 31
#MCSFREELY 2017 Kitap Ödülleri Yarışması, Altın Nokta Kazananı "Savaşa hazır olun," dedi kadın. "Sadece öldürmeye değil, ölmeye gidiyoruz." ...
717K 6.9K 3
Kızıl Kraliçe Serisi 1. Kitap Serinin ilk kitabı HitReads'e taşındı. Diğer iki kitabı hala buradan okuyabilirsiniz. Saçlarında sarmaşıkları olan ve...
3.7M 61.7K 19
[Bir ömür uçsam ufkun ötesine, Bazen yalnız bazen birlikte] *Olamayan Hayalin Karekteri bu kitap senin için. "Aynı yeryüzünde değil,aynı gökyüzündeyi...