Queen of Atlantis || Shawn Me...

By sherlockedsushi

6.5K 439 480

O, güçlü, duyarlı, yakışıklı ama bir o kadar da alçakgönüllü bir erkekti. Ben ise; onun tüm bu özelliklerini... More

TÜRKİYEM❤️
QOA~2
QOA~3
QOA~4
QOA~5
QOA~6
ILLUMINATE WORLD TOUR
QOA~7
YILBAŞI
QOA~8
QOA~9
QOA~10
1. YILIMIZ
QOA~11
QOA~12
QOA~13
HEY

QOA~1

967 41 67
By sherlockedsushi

Pekala. Öhöm öhm. Merhaba millet. Aslında böyle bölüm başında konuşma yapmayı hiç sevmem ama hikayeye başlamadan önce söylemeliyim ki; sizlere vaktinizi benim hayallerimin oluşturduğu bu hikayeye harcadığınız için teşekkür ediyorum. Evet, ben bir Mendes Army'yim. Ve de Shawn'ı gönülden seviyorum. Onun antisi olabilirsiniz -gerçi bu tatlılıkla nasıl olur bilmiyorum ama- fakat lütfen ama lütfen ona hakaret etmeyin. Eğer antiyseniz, yavaşça bu hikayeyi terkedin çünkü aşırı Mendes içerir. Ve de, çok konuştuğumu biliyorum, belli bir bölüm yükleme aralığım yok. Dünyanın en sorumsuz insanı olabilirim ama kısa sürelerde bölüm yükleyeceğim. Öpücüklendiniz. Ve lütfen, bölümü beğendiyseniz votelamayı unutmayın💕

~

Alarmın çalması gerektiğinden tamı tamına bir dakika on saniye önce uyandım. Saat sabahın beşiydi. Yani neredeyse. Normalde asla hiçbir şeye karşın uykusundan ödün vermeyen bir kızın Shawn'ın Türkiye konserinin akşam altıda başlayacak olması yüzünden uyanması normal insanlar için tam bir salaklıktı. Ama beni bu durumdan muaf tutan şeyler de vardı tabiki. Birincisi, ben normal bir insan değildim. İkincisi, ben gene normal bir insan değildim.

Sırıtarak tuvalete giderken sevinç dansı da yapmayı ihmal etmedim. Yüzümü yıkadım ve saçımı açtım. Sonra da çişimi yaptım. Çiş yapmak önemli. Büyük ihtimal bütün gün çişim olduğu aklıma gelmeyecekti de çatlamamak için bir yöntemdi bu.

Aynaya tekrar baktığımda saçımı açmanın yeterli olmadığını anladım. Saçım yeni uyandığım için kuş yuvası gibiydi. Çok uzun olmayan, omzumdan biraz daha aşağıya dökülen kumral ve sarının her tonuna sahip saçlarımı taradım. Gelişigüzel bir topuz yaptım ve elime diş fırçasını alarak mırıldanmaya başladım. Mırıldanmaktan daha çok bağırdım.

"Something big, I feel it happening out of my control"

Sabahın beşinde bunun ne kadar hayırlı olacağını da bilemiyordum ya gerçi. Neyse. Zaten bir salonu ve bir yatak odası ve benim çalışma-çekim odasına dönüştürdüğüm oda dışında hiçbir özelliği olmayan bu evde karşı komşumun neden gıybetör bir teyze olduğunu yeterince düşünüyordum.

Hatta Hamdiye teyzeyle bir vlog bile çekmiştim. Ve kanalımda en çok izlenen video buydu. Ben, dedim kendi kendime. Ben Ece Kocadere, Hamdiye teyzeyle olan vlogumda izlenme rekorumu kırmıştım. İki buçuk milyoncuk izlenme.

Kanalımda yaklaşık bir buçuk milyon abonem vardı ve onlar benim bugün çekeceğim konser vlogunu bekliyorlardı. Her neyse, ben de bekliyordum. Sonuçta M&G kısmında anın şokuyla kamerayı sıkmaktan kırabilir veya yere düşürebilirdim.

Dişlerimi fırçaladıktan sonra duvara gömme, küçük ama kullanışlı dolabımın önünde kıyafet seçmeye koyuldum. Fakir ama gururlu dolabım benim. İzmir'de de böyle bir dolabım vardı. Gerçi hala var da annem onu alternatif bir kilere dönüştürmediyse yani.

Dolabıma bakarken düşündüğüm şeyleri toparlayan beynim okulda da böyle çalışsaydı kesinlikle bu yılı okul birincisi olarak bitirirdim. Etek desem, elimde kamera oraya buraya koşturacaktım. Başka bir şey giymeliydim. Pantolon? Pişerdim, hep hareket halinde olacağımdan Shawn aşkımın karşısına bir adet terlemiş tavuk olarak çıkmak istemiyordum. Ne giymeliydim?

Şort! Buldum, şort giymeliydim. Kot şortumu çıkardım, üzerime toz pembe basic bir tişört seçtim. Kıyafetlerime uyacağını düşündüğüm açık mavi spor ayakkabılarımı temizledim. Tabi ki bunları yaparken ayıcıklı pijamalarımla birlikte hareket ettim. Siyah bir saat, siyah, ince bir iki tane bileklik çıkardım. Sol kulağıma takacağım üç prizma şeklindeki küpeyi çıkardım. Dördüncüsünü de sağ kulağıma takacaktım ama bulamayınca yatağımı kenara doğru iteledim.

Aha şimdi alt komşu çıkacak!

Kayıp eşyalarım ve çoraplarım yatağımın altında mutlu mesut yaşadığından ilk buraya bakmıştım. Küpeyi bulduğumda yatağı popom yardımıyla yerine iteledim.

Ayıcıklı pijamalarıma veda etmeden önce saate baktığımda yediyi geçiyordu. Hamdiye teyze çoktan kahvaltı hazırlamaya başlamıştır bile. Saat onda ise Müge Anlı izler o. Zaten apartman bir beni bir de onu dinliyor ya. Kadının rutinini ezbere biliyoruz. Gerçi diğerleri benim ne yaptığımı kestiremiyorlardı. Ben de kestiremiyordum. Çoğunlukla ya film izleyip ya da çekim yaptığımdan umursamıyorlardı. Yani imza toplayıp beni göndermiyorlardı.

Gerçi gönderebileceklerini de çok düşünmüyordum zaten ev bizimdi. Öğrenciye falan kiraya vermek için bu evi babamlar ben küçükken almışlardı. Şimdi ben kullanıyordum. İstanbul çok pahalı lan!

Üstümü değiştirip çıkardığım pijamaları yatağımın içine soktum. Bu yatağı çok seviyordum çünkü altında baza yerine ikinci bir yatak vardı. Yanimsi, Hazel yatıya gelince harika bir çift kişilik yatağım oluyordu.

Kahvaltı için yumurta kırıp yedim ve yağlı tavayı suya tutup iki üç belki de dört gün sonra yıkamak için tezgahın üstüne koydum.

Sabahları yumurta yemekten ya da tost yapmaktan artık gına gelmişti. Bir ara Hamdiye teyzenin çenesini göze alıp sabah onda kahvaltıya gitmeliydim.

Yapacak bir şey olmadığını fark ettiğimde Stitch figürlü panduflarımı giyerek kamerayı, pilleri, powerbanki kontrol ettim. Saat dokuz olmuştu. Film izlemeye karar verince Macbook'umu çalışma odasındaki cips paketleriyle dolu olan masadan aldım.

Telefonum çalmaya başlayınca açtım ve bir elimde Macbook, kulağımda iPhone gezmeye başladım. Zenginim ayol diyecem de diyemiyorum.

Annem aramıştı.

"Ece, yavrum!" Annem mahalleyi ayağa kaldırarak konuşuyordu. Bir de üniversitede İngiliz Dili ve Edebiyatı hocası olunca kadın hafiften yamuluyordu ağzı konuşurken.

"Nasılsın anne?" dedim sevinçle. Cidden sevinmiştim. Hazel haricinde burada hiç beni anlayan yoktu.

"İyiyim kızım, sen nasılsın? E, okullar da yeni tatil oldu, ne zaman geleceksin İzmir'e?"

"Anne bilmiyorum ki daha ayarlamadım. Ama ben size haber vereceğim merak etme sen." dedim hızlıca. "Konsere hazırlandın mı kızım? Kamerayı falan unutma. Şaşkın bir ördeksin sen, aman kalır falan." dedi.

"Hazırlandım annem merak etme sen. Babam nasıl?" Babam da annemle aynı üniversitede matematik öğretmeniydi. "Baban iyi yavrum, ne yapsın üşengeç varlık."

"Kapıyorum anne ben," dedim. "Tamam kızım, dikkat et. Bu arada bankadan paranı alırsın. Gerçi kanaldan da kazanıyorsun ya." dedi esnerken.

Annem biraz çatlak bir yurdum insanıdır.

Bilgisayarı açmışken kanalıma da baktım ve bazı soruları not aldım. 'Soru-Cevap' videosunu artık çekmeliydim. Sonra zilyonuncu kez izlediğim Marslı'yı tekrar izledim. Ama her zaman kitabı daha güzeldir.

Daha konsere baya olduğu için hamaratlığım tuttu ve evde temizlik yaptım. Baya baya her tarafı pırıl pırıl yaptım.

Sonra da evden çıktım. Eh, İstanbul trafiği diye bir şey var. Taksiyle konser alanına geldiğimde ilk maratonu kaydetmek için kamerayı çıkardım.

Konsere Treat You Better'la başlayan yakışıklı, tatlı, karzmatik, neşeli, duygusal aşkımla birlikte hem şarkıyı söylüyor hem de kamera kaydı yapıyordum. Diğer şarkıların hepsini çekmeyecek bazılarını kayda alacaktım. Şarkı bittiğinde Shawn konuşmaya başladı. Bunları Türkçe'ye çevirip altyazı eklemeliydim. "Merhaba millet. Açık söylemek gerekirse böyle bir coşku beklemiyordum. Bugün turun son günü ve sanıyorum ki turun en iyi günü olacak. Ve de Türkiye'de yaşanan bütün terör olayları yüzünden üzgün olduğumu belirtmek isterim. Hiçbir zaman sizin gibi bir Türk vatandaşı olmadığım için aynı acıyı duyamayacağım ama bilin ki şu lanet olasıca terör durduğu gün sizinle birlikte bitmeyecek bir kutlama yapacağım." Arka planda Türk bayrağı vardı. Cidden çok duygulanmıştım. "Tamam çok konuştum biliyorum ama sizleri çok seviyorum. Bu akşam tüm dünya bizi görsün. Merhaba Türkiye!" Son cümleyi Türkçe söyleyince hepimiz çığlık atmaya başladık. Shawn ise tatlı bir gülümseme gönderdi bize.

Greeting and Meeting kısmında en son ben girecektim. Bilerek böyle istemiştim çünkü en azından daha iyi çekim yapabilirdim.

Shawn'ı bir metre ileride görünce iyice midemdeki kelebekler halay çekmeye, horon tepmeye başladı.

Ama hemen toparlanıp konuşmaya başladım. "Aman tanrım. Karşımdasın ve canlısın." Gülümsedi ve cevap verdi. Artık yan yanaydık. "Karşındayım ve canlıyım. Adın ne?" Kameraya döndüm ve "Isırmamam için bir sebep verin." dedim Türkçe. Sonra da "Adım Ece. Bugün Konser Vlogu çekiyorum. Ve aman Tanrım. Cidden inanamıyorum."

Shawn kollarını açtı ve sarıldı. "İnanmalısın çünkü kalp atışımı duyabiliyorsun." dedi. Sesinden gülümsediği belli oluyordu.

"Hey Shawn," dedim istemeye istemeye ayrılırken kollarından.

Ben!

Shawn'a!

Mendes olana!

Sarılmıştım!

"Ben cidden çok şanslıyım. Hem konserine gelebilme hem de seninle tanışma fırsatına sahip oldum. Ama senin konserine gelemeyen izleyicilerim var ve onlar için de bir selam verebilir misin?" dedim gülümsememi bastıramayarak. Ne kadar da gülümsedim bu akşam. "Elbette." dedi ve kameraya döndü.

"Selam millet. Bu akşamdan sonra bir dahaki her turumda Türkiye'yi görebilirsiniz o yüzden lütfen gelemediniz diye üzülmeyin. Sizleri tanıyorum. Sizler benim en büyük destekçilerimsiniz ve her halükarda da bana sevginizle yardımcı olduğunuz için çok teşekkür ederim." dedi mayhoş ama sevgi dolu bir sesle. Kaydı kapadım ve fotoğraf istedim. Selfie çekildikten sonra görevliler bir sürü fotoğraf çektiler.

Artık en sonunda bitmesini istemeyerek Shawn'a sarıldım ve çam kokusunu içime çektim. "Hey," dedi sarılırken. Kısık sesle konuşuyordu. "Beni biraz kuliste beklesen olur mu? Çekim yapmadan. Yardıma ihtiyacım var." Çok şaşırmıştım. Ama hemen "Evet, yeter ki iste." dedim. "Teşekkür ederim." dedi ve geri çekildi. Korumalardan birini çağırdı ve bana eşlik etmesini istedi.

Bir iki dolambaçlı yoldan sonra büyük ama sade bir yere geldik. E, kapıda kocaman 'SHAWN MENDES' yazıyordu ya sade olması normaldi.

Bir koltukta otururken etrafı inceliyordum. On beş dakika sonra Shawn içeri geldi. Kapıdan içeri girene kadar da birisiyle konuştu. Hararetli bir şekilde.

Öğretmen sınıfa gelmiş gibi otomatikman ayağa kalktım. "Hey Shawn. Bir sorun mu var? Yoksa bir hayranından yardım istemenin çok da normal olduğunu düşünmüyorum." dedim gülümseyerek. Hala heyecanlıydım.

Güldü.

"Normal bir şey olmadığının ben de farkındayım ama yardıma ihtiyacım vardı. Hatta korumalarla kavga bile ettim." Gülmesi sırıtmaya dönüştü. "Vay canına, Shawn'ın benim için kavga etmesi ömür boyu hayallerimde olacak bir şeydi." dedim.

"Eh, şeref verir. Ayrıca o çoğu şişko adamları anlayamıyorum. Tamam, benim iki katım olabilirler ve korumam olabilirler ama senin hakkında iki saniyede suikast planı yapmaları cidden salakça. Hayranımın beni boğmasını, zehirlemesini, darp etmesini bekliyor bu adamlar." dedi oturduğum büyük koltuğa çökerken. "Otur lütfen." dedi. Oturmuştum zaten ama...

"Sonuçta senin hayatını güvence altında tutmaya çalışıyorlar. Christina Grimme için açık bir tehdit yokken vuruldu ve sen kulisine beş dakika önce tanıştığın bir kızı davet ediyorsun." dedim. "Ama bence de çok saçma. Değil sana zarar vermek, bakmaya kıyamıyorum."

Başını olumlu anlamda salladı. Kolunu koltuğa yaslamıştı. Elini başına dayamış bana dönmüştü. Allah'ım bu günleri de mi görecektim!

"İşte bu yüzden sizleri seviyorum ya." dedi. "Yardıma ihtiyacım var dedim ama hayati bir şey değil sadece boş bir haftam var ve İstanbul'da kalmak istiyorum."

"Evet," dedim. "İstanbul canlanır."

"Ama bir otelde değil. Ve de herkesin gözünün önünde olmak da değil istediğim. Kılık değiştirip İstanbul'u gezmek istiyorum. Ve de birisinde kalmak. Hayranım olan birisinde. Bütün Greeting and Meeting bölümünde tam istediğim kişiyi aradım ve en sonunda seninle bu bir haftanın eğlenceli geçebileceğini düşündüm.

Yani pat diye söylüyorum ama bir hafta beni evinde ağırlar mısın?" diyince elim ayağım titredi. Değil evimde kalması, Shawn'la tanışmanın bile imkansız olabileceğini düşünmüştüm ben.

"Aman Tanrım! Tabiki de kalabilirsin ama ben çok harika bir ev sahibi değilimdir. İyi bir tur rehberi de değilimdir. Ama yine de kal, olur mu?" dedim şirince. Bugün temizlik yaptığıma şükrediyordum. Ve cidden iyi yemek de yapabiliyordum. Kendi beslenme alışkanlığım üşengeçliğimden bozuktu.

"O zaman bu akşam eğer uygunsa kalmaya başlayabilir miyim? Ekip parti verecek ama ben gitmeyeceğim. Tabi gitmemem ilginç bir durum. Korumaların hepsine de izin verdim." dedi masumca. Ay yerim ben seni.

"Tabiki kalabilirsin ve ben evde yalnız yaşıyorum o yüzden misafirperver insanlar bekliyorsan Macbook, televizyon, modem gibi misafirperver aletlerim var." dedim.

Kıkırdadı. "Eh, beni cidden seven bir hayranımın evinde kalmak çok güzel olur."

Kulisten çıktık ve Shawn'ın özel arabasının önüne geldik. Şoförüne kendisi kullanacağını söyledi ve şoför koltuğuna geçti. Şimdi bir çocuğum olsa ona hayat dersi vermek için derdim ki 'Bak para bok tabi.'

Ben de Shawn'ın yanına geçince kemerimi taktım. "Evin adresini verebilir misin?" diyerek navigasyonu gösterdi. Verdiğimde de yol tarifini başlattı. Eve giderken ara sıra sorular soruyordu ve ben hala Shawn'ın bende kalacağına inanamıyordum. Bir haftalık Magcon turu gibiydi.

"Türklerdeki şu bayrak asan amca olayı nedir?" diye sorduğunda hem gözlerim büyüdü hem kahkaha attım. "Gurur verici, değil mi?" dedim. "O amcanın kim olduğunu bilmiyorum ama çok iyi bir amca benim için. Sonuçta ülkemde kendi bayrağını asmaya korkan, asmak istemeyen insanlar varken evinin balkonuna bayrak asması güzel bir şey."

"Haklısın, sadece amcanın giyiniş tarzı biraz," yüzünü buruşturdu "acayip değil mi?"

Güldüm. "Amca stilist demedim zaten. Bizim ülkede bazı amcalar öyle giyinir ama çoğu zararsızdır."

"Genelde de o kıyafetlerle bir haftayı rahat atlatabilirler." diye ekledim.

Kendi kıyafetlerini gösterdi. "Sonuçta benim de amcadan bir farkım yok ha? Ben de hep aynı tarz kıyafetleri giyiyorum." dedi.

"Sana bu yakışıyor, amcaya da onlar. Kıyaslama kendini Mendes." dedim gerinerek. Lan uyandığımda Shawn'ın arabasında gerineceksin deseler götümle gülerdim.

"Teşekkürler. Hey adının anlamı ne? Ece'nin yani." dedi tek kaşını kaldırarak. Ece aslında yabancıların telaffuz ederken en az zorlanabileceği isimlerdendi bence ama Shawn sanki hala alışamamış gibiydi.

"Türkçe kraliçe demek. Kraliçe de queen demek." dedim ona.

"Şey eğer izin verirsen sana Queen diyebilir miyim? Çünkü hala Ece'ye alışamamış gibi hissediyorum." diyince "Tabiki de diyebilirsin. Egomun buna ihtiyacı var." dedim. Yavaş yavaş mesafeli konuşmam azalıyordu. "Ama sen yine de Ece'nin en kolay isimlerden olduğunu hatırla çünkü bizim ülkemizde Abdülrezzak diye bir gerçeklik de var."

"Ebdil ne?!" dedi yüzünü buruşturarak. Abdül'e 'Ebdil' dedi resmen. "Boşver. Bizim ülke biraz acayip. İsim farklılıkları bu yüzden çok." dedim.

Başını sırıtarak salladı ve radyoyu açtı. Radyoda Pera'nın Sensiz Ben şarkısı çalıyordu. Kısık sesle eşlik etmeye başladım. Rap söylemediğim sürece sesim biraz tiz çıkardı.

Shawn'ın konuşmasıyla daldığım yoldan başımı ona çevirdim. "Ne söylemiştin? Üzgünüm kaçırdım." dedim dudak büzerek. "Bu şarkının adı ne? Cidden çok güzel." deyince gülümsedim. En sevdiğim Türkçe şarkılardandı Sensiz Ben.

"Sensiz Ben. İngilizce anlamı Me Without You." dedim.

"Me Without You... Çok anlamlı. Bir grup mu söylüyor?"

"Evet. Pera." dedim ben de.

"Shawn," dedim bir anda.

"Evet?"

"Senin en sevdiğin şarkı ne?" dedim merakla. Oğlum, canlı canlı bir hafta Mendes hediye etti Allah ya la! Daha ne isteyeyim?

"Kolay değişir ama şu sıralar The Hanging Tree." dedi.

Birden radyonun sesini kıstım ve söylemeye başladım.

"Are you, are you
Coming to the tree?
They strung up a man
They say who murdered three.
Strange things did happen here
No stranger would it be
If we met at midnight
In the hanging tree."

Shawn'a baktığımda gülümsedi ve boğazını temizledi.

Sonra benimle söylemeye başladı. Shawn, diyorum. Benlen söylemeye başladı.

"Are you, are you
Coming to the tree?
Where dead man called out
For his love to flee.
Strange things did happen here
No stranger would it be
If we met at midnight
In the hanging tree."

Ben söylemeyi kesince o da bıraktı. "Oh Tanrım, Shawn ile birlikte şarkı söylüyorum. Ne olur rüya olmasın da gerçek olsun!" diye mırıldandım dişlerimi bastırarak. "Gerçek Queen. Ve de bu senin oturduğun apartman mı?" Karşıya baktığımda oturduğum apartmanın önüne geldiğimizi anladım.

Sekizinci katta oturuyordum ve asansörümüz çok lükstü. Ama bacak kaslarımın gelişmesini istediğimden asansöre binmezdim. Yani bir yıldır o asansöre binmiyordum.

Her neyse şimdi o asansördeyim.

Asansörden indiğimizde sağa doğru döndüm ve toplamda dört defa kilitlediğim kapıyı açtım.

"Evet Shawn. Neden çok lüks bir otelde kalmak yerine benim küp gibi evimi tercih ettiğini açıklasan da hala anlam veremiyorum. Daha doğrusu seni rahat ettirebileceğimden emin değilim. Ama cidden çok şanslıyım." diye bir anda içimdekileri söyledim.

"Stres yapma." dedi gülümseyerek yanıma gelirken. Kare şeklindeki küçük holün karşısında salon, solunda mutfak sağ tarafında başka bir koridor vardı. "Sonuçta ben de senin gibiyim. Ki sanırım aynı yaştayız, ha? Ayrıca beni önemsediğini biliyorum ve de insanlar önemsedikleri kişiler için yapabileceklerinin en iyilerini yapar."

"Tamam o zaman Bay Mendes. Lüks hayatınızı bir kenara bırakın ve bir haftalığına hakiki bir Türk gibi yaşayın!" dedim coşkuyla. Hazel burada olsa derdi ki: "Tam bir Effie Trinket."

"Memnun olurum Bayan... eee soyadın neydi acaba?" dedi ensesine elini koyarken. Çok tatlısın Mendes be.

"Kocadere." dedim sırıtarak. Söyleyemeyeceğini biliyordum.

"Kocediğyır?" dedi ve ardından. "What the... Türkçe çok zormuş daha bir kelimeyi bile söyleyemiyorum. Sen nasıl bu kadar güzel Türkçe konuşabiliyorsun?"

Kahkaha atmaya başladım. Bir an tip tip baktı ve sonra o da söylediklerinin saçmalığını anlamış gibi gülmeye başladı.

"Shawn," dedim gülüşlerimin arasından. "Bilmiyorsan, söyleyeyim; burası Türkiye ve ben de Türk'üm."

"Kaç haftalık gürültü etkisini böyle çıkarıyor demek ki. İyice salaklaştım." dedi o da.

Toparlanarak, "Unut gitsin." dedim. "Okulda ne kadar berbat olduğumu bir görsen."

Salona geçtim. Koyu mavi bir 'l' koltuk, beyaz duvara montelenmiş büyük bir televizyon, duvardaki turuncu tonlarında bir tablo ve yerde küçük portatif bir masa haricinde salonda bir şey yoktu. Eh, hepimizin milli bitkisini saymazsak.

Salonun sağ duvarında balkona açılan bir kapı vardı. "İşte, küçücük bir öğrenci evi." dedim. Sonra da ona mutfağı gösterdim. Beyaz mutfak dolapları vardı. Gerçi bu evdeki baskın renkler belliydi. Mavi, beyaz ve turuncu. Holün sağındaki koridora girdiğimde solda kalan ilk kapıya yöneldim.

"Burası benim odam." dediğimde "Odan cidden çok güzel." dedi. "Cidden ev gibi."

Gülümsedim ve soldan ikinci odayı gösterdim. Kanalıma koyduğum videoları genelde bu odada çekerim. Bu odada neredeyse her renk vardı. Sadeydi ama etkileyici bir yapısı vardı.

En sonunda sağdaki kapıyı açtım. Burası banyoydu. Küçük bir jakuzisi vardı. Babamlar bu evi satsa, iyi para ederdi. "Bu banyoyu kullanmıyorum. Odamda bir tane var. Yani burası senin banyon." dedim.

Sonra olduğum yerde kaldım. "Shawn aslında benim odamda kalman en iyisi olur." dedim. "Neden ki?"

"Çünkü başka yatak yok daha doğrusu var ama benim yatağım çift kişilik oluyor. Yani senin salondaki koltukta asla ve asla yatmanı istemiyorum. Zaten tur yüzünden yorgundun, dinlenmelisin. Ben salonda yatarım. Sen odamda kalırsın, ha?"

"Hayır. Yani seni yerinden etmek istemiyorum ve evet, iyi bir uykuya ihtiyacım var ama yatağın çift kişilik oluyor, değil mi?" dediğinde başımı olumlu anlamda salladım. "Sonuçta iki medeni bireyiz. Yatağını çift kişilik yapalım ve istersen araya yastık koyalım. En mantıklısı olmaz mı?"

Sonuçta Shawn'a güvenmek benim için doğal bir şeydi.

"Pekala," dedim. "Öyle yapalım."

Continue Reading

You'll Also Like

153K 14.6K 26
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
43.2K 4.6K 10
jjk: affedersin, tavşanımı hamile bırakan senin tavşanın mı? semetae / texting+18 (ağırlıklı) / text ~ #1-taekook {020524} #1-vkook {120424} #1-hayra...
167K 5.9K 75
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
30.6K 2.9K 16
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...