SOLUCAN 1 ve 2. Kitap

By ZeynepSey

46.4M 1.1M 222K

Bölümler düzenlenmiş hâliyle yeniden paylaşılıyor. (Final dahil bütün bölümler eklenecektir.) More

SOLUCAN
1.BÖLÜM: SANA AŞIK OLMAMA İZİN VERİR MİSİN?
2.BÖLÜM: SENİ ANCAK AŞK İYİLEŞTİRİR
3.BÖLÜM: BELKİLER
;
4.BÖLÜM: BORDO CADDESİ
5.BÖLÜM: YENİ ÇOCUK
6.BÖLÜM: MÜZİK KATI
7.BÖLÜM: KORKULAR
8.BÖLÜM: POPÜLERLİK KAVGASI
9.BÖLÜM: BİR DERDİM VAR
10.BÖLÜM: İTİRAF
11.BÖLÜM: KESİCİ
12.BÖLÜM: MELANKOLİ
13.BÖLÜM: KLİŞELERDEN DOĞAN AŞK
14.BÖLÜM: BEDELLER
15.BÖLÜM: AİLE GÜNÜ
16.BÖLÜM: AĞAÇ EVİ
17.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
18.GÜNLÜK: SAKLI GÜNLÜK
19.BÖLÜM: AŞK UĞRUNA KENDİNDEN VAZGEÇMEK
20.BÖLÜM: YILBAŞI PARTİSİ
21.BÖLÜM: SEVMEKTEN USANMAM
22.BÖLÜM: YANGIN
23.BÖLÜM: KABUSLAR
24.BÖLÜM: İÇ GIDIKLAYICI BİR GÜLÜŞ
26.BÖLÜM: OYUN BİTTİ
27.BÖLÜM: ŞEKER GİBİ BİR BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 1: BANA AŞIK OLUR MUSUN?
SOLUCAN 2
1.BÖLÜM: KENDİME MEKTUP
2.BÖLÜM: BELALI İSMAİL
3.BÖLÜM: AŞKI HAYATININ MERKEZİNE KOYMAK
4.BÖLÜM: SÖNMEYEN ATEŞ
5.BÖLÜM: GECE SAÇLI ELİF
6.BÖLÜM: KALABALIĞIN İÇİNDEKİ YALNIZ
7.BÖLÜM: YARALAR VE İZLERİ
8.BÖLÜM: DOĞUM GÜNÜ
9.BÖLÜM: KARAOKE BAR
10.BÖLÜM: DAĞ EVİ
11.BÖLÜM: HAYAT VEREN ÖPÜCÜK
12.BÖLÜM: SEVİMLİ BİR TANIŞMA
13.BÖLÜM: KENDİME YALAN SÖYLEDİM
14.BÖLÜM: AYRILIĞIN ERTESİ
15.BÖLÜM: GEÇ KALINMIŞ BİR ÖZÜR
16.BÖLÜM: METAFOR
17.BÖLÜM: ACIYA KARIŞAN UMUTLAR
18.BÖLÜM: HİSLERİNİ KAPAT
19.BÖLÜM: YANINDAYIM
20.BÖLÜM: YÜZÜNDEKİ ACI HOŞUMA GİTTİ
21.BÖLÜM: BİR KAYIP DAHA
22.BÖLÜM: YENİ BAŞLANGIÇLAR
23.BÖLÜM: HER ŞEYİMSİN
24.BÖLÜM: KAYBETME KORKUSU
25.BÖLÜM: YAŞATTIĞINI YAŞARSIN
26.BÖLÜM: KENDİME BİR MEKTUP DAHA
27.BÖLÜM: TAMAM MI SİL BAŞTAN MI?
BÖLÜM 13: SÖYLEMESİ ZOR

25.BÖLÜM: AŞK İÇİN ÖLMEK

558K 23.9K 1.5K
By ZeynepSey

25.BÖLÜM: "AŞK İÇİN ÖLMEK"

"Kısır günü aşkına!"

Batu, yaptığı kısırı büyük bir dikkatle tabaklara doldururken Irmak da yanına koymak için salatalık turşularını doğruyordu. Ben masayı kurmakla meşgulken Deniz'in yaptığı tek şey masanın başköşesine geçip oturmak oldu. Tabii, kucağına servis peçetesini açarak sermesini ve önüne koyduğum çatalı eline alarak kısır tabağının beklemeye başlamasını saymazsak...

"Bu dümbelek neden oturuyor?" diye sorunca Batu, sırıttım. Fakat Deniz, bakışlarını bir an olsun kısır kabından ayırmadan sessiz kalmaya devam edince Batu da işine döndü.

O sırada Cem'i mutfak kapısına yakın duran, büyük çiçek saksının yanında kurbağa misali oturur vaziyette görünce "Cem!" diye bağırdım. "O halin ne?"

İrileştirdiğim gözlerime sevinçle baktı. "Allah'ım, şükürler olsun biri beni de fark etti!" Ardından oturduğu yerden kalkarak Deniz'in yanına geçti. "Ulan, kaç dakikadır çömmüşüm oraya, biriniz de gelip niye çömdün diye sormadınız hiç... Yazıklar olsun size! Nehir de olmasa pozisyondan dolayı işememe ramak kalmıştı."

"Çömmek mi dedi o?" diye sordu Irmak, elindeki bıçağı Cem'e doğrultmuşken.

Cem, söylediği kelime için gururlanıp göğsünü kabartarak Irmak'ı onayladığında Irmak suratını buruşturarak önüne döndü.

"Nehir, çayı sen demler misin?" diye sorunca Batu, kaynamaya başlayan suyun başına geçtim. Nasıl yapacağımı daha önce anlatmıştı. İki kaşık çay otuyla iş tamamdı.

"Gençler, altın günü mü yapıyoruz yoksa kısır günü mü?" diye sordu Cem.

"Kısır günü," diye cevapladım.

Önüne konulan tabağa yumulmak yerine isyan edercesine bağırmaya başladı. Batu kafasına şaplak atınca anında suttu. Kafasını acımış gibi ovuştururken "Ama Deniz bana altın günü yapacağımızı söylemişti," dedi. Hayal kırıklığına uğraşmışa benziyordu.

Üçümüz de işimizi bırakıp Deniz'e döndük, bizden cesaret alarak Cem de öfkeli bakışlarını Deniz'in üzerine dikti. Karşılığında ufak bir omuz silkme ve "Aynı şey değil mi?" şeklinde bir soru aldık.

"Nasıl aynı şey ya?" diye sordu Cem. Irmak doğradığı salatalıkları kısır tabaklarına dizerken Batu dolaptan bardak çıkarıyordu. "Kısır gününde kısır, altın gününde de altın götürülmüyor mu?"

Cem'in sorduğu sorudan sonra Deniz dâhil hepimiz kahkahalarla gülmeye başladık.

"Bir dakika, bir dakika..." dedi Batu, kahkahasını önlemeye çalışıyordu. "Altın günü yapacağımızı sanarak geldiğine göre, senin şimdi yanında altın mı var?"

"Yok, canım," diyerek gözlerini kaçırdı. "Ne alakası var?" diye devam edince duraksız gülmeye başladık.

En sonunda Batu'nun ısrarları sonucunda cebinden çıkardığı altın kutusunu masaya bıraktı. Batu gülmemek için dudaklarını ısırırken altın kutusunu açtı ve içindeki tam altını çıkararak bizlere gösterdi.

Dalga geçercesine "Sahte mi lan o?" diye konuşan Deniz'in ardından, "Oha, nereden bildin?" diye sorunca Cem, Batu ısırdığı dudaklarını serbest bıraktı ve kahkaha atmaya kaldığı yerden devam etti.

"Ya, gülmeyin..." dedi Cem her an ağlayacakmış gibi. "Annem ne zaman altın gününe gitse yanında hep altın götürüyor. Ona altın günü yapacağımızı bir türlü söyleyemeyince ve üstüne para da isteyemeyince elim boş gelmeyeyim diye evin köşesindeki bakkaldan sahte altın satın aldım."

"Ne?"

"Sakın ola ki bana sahte altının bakkalda ne işi olduğunu sormayın çünkü ben sordum ve sonuç olarak bir kilometre koşmak zorunda kaldım."

Cem'in açıklaması süresince kahkaha atmaya devam ettik. Batu, sahte altını Cem'e uzatınca Cem, altını alıp kutusuna geri koydu, kutuyu da cebine soktu. Biraz neşelensin diye ona birkaç ayda bir illaki toplanıp kısır günü yaptığımızdan ve son kısır gününde Denizlerin evinde toplandığımızdan bahsetmeye başladım. Deniz'in babasının bizi mutfakta hunharca kısır yerken görünce bayıldığını söylediğim anda gülmeye başladı.

"Ama bence var ya..." dedi sakinleyince. "Kısır yemeyin."

Cem'in çapraz karşısına oturan ve önüne kısır tabağını almış olan Irmak, kaşları çatık bir halde "Neden?" diye sorarken Deniz büyük bir iştahla kısırdan yiyordu.

"Kısır yemeyin çünkü kısır yerseniz kısır kalabilirsiniz."

Kendi esprisine kahkahalarla gülmeye başlayınca Batu tarafından kafasına bir şaplak daha yedi. Anında susup önündeki kısır tabağını döndü.

Batu'yla çay servisi yaptıktan sonra ben de oturdum masaya ve heyecanla beklediğimiz anın tadını çıkarmaya baktık. Kısır bol malzemeli olduğu kadar fazlaydı da. Deniz'lerin evindeki kısır günümüzde dört kişiydik ve Batu, on kişiye yetecek kadar kısır yapmıştı, masadan tadı damağımızda kalmış bir şekilde kalkmıştık. Bugün beş kişi olmamızın da etkisiyle on beş kişilik yapmak istemişti.

"Neden servis tabaklarına doldurduk ki?" diye sordum birden. Aklıma gelen yeni fikirle, geniş kısır kabını ortaya koydum. "Yumulun dostlarım!" diyerek onları savaşa çağırıyormuşum gibi bağırdığımda Deniz çatalını bırakıp kaşığını aldı ve büyük kaptaki kısırdan yemeye başladı.

"Dibini görür müyüz sizce?" diye hevesle sordu Cem.

Ağzındakilerle birlikte, "Dibini görmeyen şerefsizdir!" dedi Deniz.

"Sensin lan şerefsiz, düzgün konuş!"

"Batuşum," dedi dudaklarını büzerek. "Kısırlı spaydim benim... Sakinleş bebeğim!"

Ardından kimse konuşmadı ve kıtlıktan çıkmış gibi yemeye devam ettik. Neredeyse yarısı bitmek üzereyken elindeki kaşığı masanın üzerine bırakan Cem, "Kısırlı spaydim ne demek?" diye sordu.

Irmak dişlerini göstererek güldü. "Deniz'le Batu'nun arasındaki bir şey, biz de bilmiyoruz." Onun sonunda Cem'i muhatap alması beni mutlu ederken aslında hem Cem'le hem de Batu'yla yılbaşı partisinden sonra yakınlaşmış olduklarını fark ettim. Devamında aklıma düşen yılbaşı gecesi görüntüleri sağ olsun bütün keyfim kaçtı.

"Sizce yangını kim çıkardı?"

"Bence Tugay Öğretmen," dedi Cem. Yüzünde bizimle dalga geçtiğini belirten herhangi bir ifade aradım fakat bulamadım; aksine gayet ciddi görünüyordu.

"Öyle mi?" diye sordu Batu. "Sence neden Tugay Öğretmen kendi okulunun müzik katını yakmak istemiştir?"

Batu'nun mantıklı düşünerek sorduğu soruya karşılık, Cem çayına iki küp şeker attı ve çay kaşığını eline alırken omuzlarını silkti. "Canı sıkılmış olabilir."

Kapı zili çalınca Batu'nun bugün çok iş yaparak yorulduğunu bildiğim için "Ben bakarım!" diyerek yerimden kalktım. Hızlı adımlarla koridoru aşıp kapıyı açtığımda gördüğüm kişi beni şaşkına uğratmadı desem yalan söylemiş olurdum.

"Merhaba!" dedi bana samimi bir gülümseme yollarken. Üzerindeki kırmızı deri pantolonu ve boğazlı siyah trikosuyla onu son gördüğümdeki kadar güzel görünüyordu. Saçlarını at kuyruğu yaparak güzel yüzünü daha da ön plana çıkarmıştı.

"Kimmiş gelen?" diye seslenen Batu'ya cevap olarak ne vereceğimi bilemedim.

Damla'yla yüz yüze gelmek bile istemediğini anımsayınca "Önemli biri değil!" diye bağırdım mutfağa doğru. Bunu söylerken gözlerim direkt olarak Damla'daydı dolayısıyla sözümden sonra suratı düştüğünü görmüştüm.

Ona doğru bir adım atıp "Batu seninle konuşmak istemiyor," diye fısıldadım. Sonra, ya istiyorsa ve bunu çaktırmamaya çalışıyorsa, diye geçirdim içimden çünkü eğer öyleyse tam olarak şimdi Batu için iyilik değil kötülük yapıyor olurdum.

"Fakat konuşmalıyız. Konuşmadan sorunlarımızı halledemeyiz."

"Haklısın," diyerek kollarımı göğsümde çaprazlayıp kapı pervazına yaslandım. "Ama belli ki o, sorunlarınızı halletmek de istemiyor..."

"Onu geri istiyorum, hâlâ beni sevdiğinden eminim, bırak da konuşalım ve şu işi halledelim."

"Benim sizi engellediğim yok ki!" dedim çatık kaşlarla. Onları ayıran ve tekrar birleşmelerine engel olan benmişim gibi konuşması sinir bozucuydu.

"O halde bana yardım et."

Gözlerim irileşirken kapı pervazına yaslanmayı bıraktım. "Yardım mı edeyim? Kıvanç'la öpüşmedin mi sen? Hani Batu'nun kardeşi olarak bildiği tek insanla? Nasıl olur da sana nasıl yardım etmemi istersin?"

"Olayların iç yüzünü bilmiyorsun."

Doğru söylüyordu, ben olayları Batu'nun ağzından dinlemiştim, arka plandaki Damla veya Kıvanç'ın ağzından değil. Yine de görünen köy kılavuz istemezdi ve Batu'nun sözüne güveniyordum.

"Yine de..." dedim, dilimin ucuna gelen onlarca cümleden herhangi birini seçip. "Sen onu, kardeşim dediği çocukla aldattın."

"Kızım, nerede kaldın ya? Deniz iti bütün kısırı-" Damla'yı görünce cümlesi yarıda kesildi, gözleri hüzünle karardı.

Aksine Damla'nınkiler sevinçle ışıldadı. "Selam Batuhan..."

"Ne işin var senin burada?" diye sertçe çıkışınca Batu, Damla'nın gülümsemesi soldu.

Bahçe kapısından içeriye Mesude teyzenin girdiğini görünce dikkatim dağıldı. Elindeki poşetleri almak için ona doğru yürüyeceğim sırada başını kaldırıp bize doğru baktı ve yüzünde tarifi imkânsız bir sevinç oluştu.

"Damla, kızım!" dedi beni şaşırtarak.

Damla arkasını dönüp ona baktı, ardından koşarak yanına gitti. Birbirlerine öyle sıkı sarıldılar ki bir an onları kıskandığımı hissettim. "Nasıl özledim seni bir bilsen!" derken Damla, saçları okşanıyordu.

Batu öylece durmak yerine yanlarına gidip Mesude teyzenin yere bıraktığı poşetleri aldı, geri dönünce benim gibi eşikte durup "Annem Damla'yla benim hâlâ sevgili olduğumuzu sanıyor, çaktırma," dedi.

Hasret gideren ikiliyi izlemek yerine Batu'yu takip ettim ve birlikte mutfağa girdiğimizde kısır kabını boş bulduk. Yerime geçmeden önce soğuduğunu düşündüğüm çayımı tazeledim.

"Çocuklar!" diye neşeyle içeriye giren Mesude teyze ve kollarının arasındaki Damla, bizimkilerin dikkatini yeterince çekmişken çayımdan bir yudum aldım.

"Tanıştırayım," derken kocaman sırıtıyordu. "Bu güzel kızımızın adı Damla. Kendisi benim müstakbel gelinim oluyor."

Mesude teyzenin son sözünden sonra hepimiz daha önce anlaşmış gibi öksürmeye başladık. Üçüncü öksürmemle birlikte bakışlarım Batu'ya çevrilirken onun da öksürük krizinde olduğunu gördüm.

"Ya ama ben güzel öksüremedim, baştan alsak olur mu?" diye sordu Cem.

"Kapa çeneni," dedi Irmak dişlerinin arasından. "Utandırıyorsun bizi."

Damla, Cem'in saflığına gülümseyerek "Merhaba," dedi yalnızca.

Bizimkiler de karşılık verdikten sonra Mesuda teyze, "Çocuklar, ben Batuhan'la Damla'yı bir süreliğine yanınızdan alacağım," dedi. "O sırada siz çaylarınızı için, sonra ben de size katılırım."

Gülümseyerek başlarımızı salladık, oğluna işaret etti ve üçlü, mutfaktan ayrıldı.

"O afet de neyin nesiydi?"

Deniz'in kurduğu cümleye öfkelenen Irmak, kafasına birkaç küp şeker fırlattı.

"Anladığım kadarıyla Batu'nun sevgilisi..." dedi Cem düşünceli bir sesle.

Irmak'ın bacağımı dürtmesiyle irkildim. "Biliyor muydun sen?"

"Hayır," diye yalan söyledim.

"Kız harbiden afet yalnız..."

Deniz'in hayran hayran boşluğa baktığını görünce bu kez ben küp şekerleri kafasına attım. "Ayıp!"

"Ha, o Batu'nunkiydi, değil mi?" diye sorarak silkelendi. "Pardon."

--

Yılbaşı gecesinden beri sesi soluğu çıkmayan İnci'nin evine gitmeye karar verdiğimde ev adresini bulabilmek için küçük bir araştırma yapmam gerekmişti.

O gün, o yangını çıkaran kişinin İnci olduğundan emindim. Asansörü durduran hatta elektriklerin kesilmesine sebep olan kişi bile o olabilirdi. Elektrikler gittikten sonra yangın çıktığı için polisler yangını çıkaran kişiyi bulamamıştı. Ama ben biliyordum, yangını çıkaran kişi ondan başkası olamazdı.

Birkaç gün önce evimden ayrılan Kıvanç, sonrasında beni bir kez olsun aramamış, çağrılarımı da cevaplandırmamıştı. Bu yüzden canım çok sıkkındı ve evdeyken çok daha fazla sıkılıyordu. Kendimi meşgul etmeye çalışsam da başarılı olamayınca çareyi arkadaşlarımda aramaya başladım. Birkaç ay sonraki sınavına çalışan Batu'yu rahatsız etmek istemeyerek önce Deniz'i aradım, Cem'le beraber halı saha maçına gittiklerini söyledi. Irmak da Ozan'la konsere gidecekti ve ne yazık ki başka arkadaşım yoktu.

Canım o kadar sıkılıyordu ki bir ara başıma kara bir bandaj takmış, deyim yerindeyse karalar bağlamıştım. Sonra aklıma yılbaşı günü olanlar geldi ve epey bir düşünerek yangını çıkaran kişinin İnci olduğuna karar verdim.

Şimdiyse İnci'nin evinin önündeydim.

Derin bir nefes alıp biraz sonra öğreneceklerimden az da olsa korkarak kapı ziline bastım.

Kapı ardına kadar açıldığında beni karşılayan kızıl saçlı, hafif balıketi bir kadın oldu. İnce kaşlarını hafifçe çattı. "Kime bakmıştın yavrum?"

"İnci'ye. Ben, İnci'nin arkadaşıyım da..."

"İnci odasında," diyerek geçmem için kapının önünden çekildiğinde şaşırsam da hiçbir şey söylemeden içeriye girdim.

"Odası neredeydi?" diye sorduğumda kadın sert mizacını bıraktı ve bana ilk kez gülümsedi.

"Yukarıda, sağdaki ilk oda."

Teşekkür ettim ve hızlı adımlarla basamakları tırmanmaya başladım. Tarif ettiği gibi sağdaki ilk odanın önünde durup kapıyı birkaç kez tıklattım ama içeri girebileceğime dair herhangi bir komut alamadım. Biraz bekleyip tekrar tıkladım.

En ufak bir ses bile gelmeyince telaşlanarak içeriye daldım. Odanın boş olduğunu gördüm, dudaklarımı bükerek girdiğim gibi çıkmak üzereydim ki banyoya açıldığını düşündüğüm bir kapının ardından gelen seslerle öylece kalakaldım.

İnci banyodaydı ve kusuyordu.

Ama neden? Yoksa hasta mıydı? Kaç gündür ortalıklarda gözükmemesinin sebebi de bu muydu?

"İnci!" dedim, banyo kapısına vurduğum an. "İyi misin?" diye sordum endişeyle. Kusmaya devam ettiği için cevap veremedi, kapı kolunu çevirdim ama kilitliydi. "İnci!"

Annesini çağırmalı mıyım yoksa beklemeye devam mı etmeliyim diye düşündüğüm esnada banyo kapısı açıldı ve onu gördüm. Dudakları çatlamış, saçları dağılmış, gözaltındaki torbalar belirginleşmişti. Biraz önce yüzünü yıkadığı için saç dipleri ıslaktı ve gerçekten berbat görünüyordu.

"Ne işin var benim odamda?"

"Neyin var? Neden kusuyordun?"

Elindeki pembe el havlusuyla yüzünü kuruladı. Yatağının ayakucuna oturdu ve bana öfkeli bir ifadeyle bakmaya başladı. İçinde her geçen gün büyüttüğü kine, nefrete rağmen odası hala eski İnci'yi anımsatıyordu. Mobilyaların birçoğu pembe tonlarındaydı ve duvarlar beyazdı.

"Kendi kendine ne diye gülüyorsun?" diye sorduğunda farkında olmadan gülümsediğimi anladım. Bakışlarımı ona çevirdim ve neyi olduğunu sordum tekrar. "Sana ne be!"

"Endişelendiğim için sordum."

"Sen mi benim için endişelendin? Güldürme beni..."

O anda evine neden geldiğim aklıma geldi, vücudumdaki tüm siniri topladım ve ona püskürtmek amacıyla dudaklarımı araladım. "Yangını sen çıkardın!"

Kışkırtıcı bir gülümsemeyle baktı bana. "Zeki şey seni..."

Ansızın tüm o sinir hali bir anda uçup gitti. Ne diyeceğimi bilemez bir halde bakakaldım. Yangını çıkardığını kabul ediyordu, öyle mi? Üstelik bir kez bile inkâr etmeden!

"Delirdin mi sen?"

"Bağırma," dedi daha düşük bir ses tonuyla. "Annem aşağıda."

Ne kadar değişmiş olursa olsun hâlâ annesinden çekindiğini anlamış olmak beni gülümsetti. Bunu bir koz olarak kullanabilirdim. "Bana her şeyi anlat yoksa bağırmaya devam ederim. Annen de neden buraya geldiğimi öğrenir."

"Anlatınca da gidip anneme söyleyeceksin ki."

Evet, haklıydı. Her hâlükârda annesine olan bitenden bahsedebilirdim. Yine de "Söz veriyorum, aramızda kalacak," dedim.

"Kıçıma ver sen o sözü!"

Üslubunu çirkinleştirmesine karşılık olarak yalnızca kaşlarımı çattım, arkamı dönüp kapıyı kapatarak kilitledim.

"Ne yapıyorsun?"

Tekrar ona döndüm. "Anlat hadi."

Dilini bir kez damağına vurarak şaklattı. "Hayır."

"İnci!"

"Defol git odamdan!"

Daha fazla sabredemeyeceğimi düşünerek ona doğru birkaç adım attım ve saçlarını, sağ elime dolayarak onu kendi yatağına sırtüstü bir şekilde yatırdım. "Anlat yoksa yolarım," diye tehdit ederken ciddi değildim. Yalnızca onu korkutmaya çalışıyordum.

Yüzünde hâlâ beni kışkırtan bir gülümseme taşıyordu. Dizimi karnının üstüne koydum ve bastırdım. Küçük bir çığlık attı, tek kaşımı kaldırdım. "Allah belanı versin!" diye dişlerinin arasından konuştu. "Tamam! Anlatacağım tamam!" diyerek pes ettiğinde saçlarını da onu da serbest bıraktım.

"Dinliyorum."

Yatağın ayak ucuna geçip oturdum. O da doğrularak başucundaki yastığa sırtını yasladı, dizlerini kırarak kendine çektikten sonra kollarını da bacaklarına doladı. Çenesini dizlerine yaslayıp iri gözlerini üzerime diktiğinde anlatmaya başlayacağını sanıyordum. Bunun yerine "Senden nefret ediyorum," dedi.

"Neden?"

"Deniz."

Daha önce de bahsi geçmişti bu konunun ama ben kapattığımızı sanmıştım. Oysaki İnci konuyu kapatmak bir yana dursun, daha da büyütmüşe benziyordu. 

"İnci, saf mısın salak mı yoksa her ikisi de mi?" diye ciddiyetle sorduğumda kaşlarını çattı. "Deniz ve ben yıllardır arkadaşız. Sadece arkadaş," diye son iki kelimenin üzerine bastırarak devam ettim.

"Sana âşık o." Önümde ezilip büzülürken söylediği şeyin kalbini ne kad3ar kırdığını görebiliyordum. Deniz onu gerçekten de mahvediyordu.

"Değil. Yemin ederim değil. Irmak ve Deniz nasıl iki yakın arkadaşlarsa ben ve Deniz de öyleyiz. Aşk yok."

"Ben... Ben sanmıştım ki..." Sustu, gözlerini yumdu. "Su'yla anlaştım," diye büyük bir pişmanlıkla itiraf etmeye başladı. "Kıvanç'la seni müzik katındaki odalardan birine kapatacaktı, ben sadece size göz dağı vermek istiyordum ama işler çığırından çıktı. İkiniz asansöre bindiniz, Su da daha sonra yangın çıkaracağımı bilmeden planı benden habersiz değiştirerek asansörü durdurdu..." Gözlerini açtı ve dolu dolu olan gözlerini bana dikti. "Kesici'yle de anlaştım..."

Titreyen elimi susması için yavaşça kaldırdım, duraksadı ve bana baktı. Ense kökümden başıma bir ağrı saplandığını hissettim. Önce bizi asansörde mahsur bırakıp ölümle burun buruna getirmiş, sonra da bizi kurtararak kahramanlık oynamıştı. Öyle mi?

"O bilmiyordu," dediğinde içime nedensiz bir rahatlama hissi yerleşti. "Onu kandırdım. Eğer dediğimi yaparsa, Kıvanç'ın aradan çekileceğini ve senin artık onun olabileceğini söyledim."

"Ve o da sana inandı."

"Evet. Ona sadece elektrikleri kesip kameraları devre dışı bırakmasını söyledim. Amacım seni korkutmaktı... Ölebileceğinizi düşünmemiştim," dediğinde benimle alay edip etmediğini merak ettim fakat hayır, yüzündeki ciddiyete bakılırsa alay etmiyordu. "İkisinin de yangın çıkaracağımdan haberi yoktu. Ama ben de sizin asansörde mahsur kalacağınızı bilmiyordum. Bir odadasınız sanıyordum, gelip çıkaracaktım sizi. Bu yüzden Su'dan haber gelir gelmez Kesici'ye talimat verdim ve o da elektrikleri kesti. Sonra Gitar Odası'nda yangın çıkardım. Parti sırasında müzik katının belli yerlerine benzin dökmüştüm zaten, alevlerin yayılması kolay oldu."

"Sana bunu biz mi yaptık?" diye sordum acıyla.

Kaşlarını çatarak bana bakmayı sürdürdü. Öyle olmalıydı çünkü ona değişme fikrini Irmak'la ben vermiştik ve bu fikre uymayı Deniz için kabul etmişti. Saf ve masum İnci... Aşkı için, bize uymuş ve yalnızca bir ay içinde inanılmaz bir şekilde değişerek geri dönmüştü.

"Nasıl yaptın bunu?" diye sordum birden. "Sadece bir ay içerisinde nasıl bu kadar değişebildin?"

Gülümseyerek, "Güzel olmuşum, değil mi?" diye sordu ve ardından sağ elini kaldırıp topuz yaptığı saçlarına dokundu. "Deniz için güzel oldum," diyerek kıkırdadı. "Sana söyledi mi? Beğenmiş mi beni?"

"Yağ mı aldırdın?" diye sordum, merak ettiklerini duymazdan gelerek. Bir ayda bu kadar çok zayıflamasının mümkün olduğunu düşünmüyordum. Başını iki yanında salladığında, "Spor ve diyetle bu kadar kiloyu vermiş olamazsın," diye devam ettim.

Güldü. Saç diplerindeki ıslaklığı görünce kaşlarımı çattım, aklıma düşen yeni soruyu hiç düşünmeden dillendirdim.

"Yoksa sen... Kusarak mı zayıflıyorsun?" Gözleri hafifçe büyüdü, başını hızlıca iki yanında salladığında ortaya attığım ve aslında ihtimal dahi veremediğim şeyin gerçek olduğunu anladım. "İnanamıyorum."

Dizlerine dayadığı çenesini kaldırıp inkâr etti. "Hayır, hastayım ben, ondan kusuyordum... Hastayım."

"Annen biliyor mu?"

Başını iki yana sallamaya başladı. "Lütfen anneme söyleme," diyerek uzanıp ellerimden tuttu.

"Yanlış," dedim ellerimi kendime doğru çekerken. "Bu yaptığın çok yanlış, İnci!"

Oturduğu yerden kalkarak güzel vücudunu gösterdi. "Baksana bana," dedi ve kendi etrafında döndü. "Spor, diyet ya da ameliyat bu kadar çabuk sonuç verdirtebilir miydi?"

"Ne zamandan beri kusarak zayıflamaya çalışıyorsun?"

"Yaklaşık üç aydır," diye cevap verdiğinde gözlerimi irice büyüttüm. Demek ona değişme fikrini verdiğimizden beri kusuyordu.

Bunu ona gerçekten de biz yapmıştık.

"Ölebilirsin!" diye bağırdım. Hissettiğim suçluluk duygusuyla ne yapacağımı şaşırır olmuştum. "Bunu yapmaya devam edersen, öleceksin!"

Onun hayatı için endişelenmeme rağmen alaycı bir gülüş takındı. Elini boş versene der gibi havada salladı. "Deniz için onu da göze aldım ben."

Kanımın donduğunu hissettim.

Ayağa kalktım ve o an İnci için yapabileceğim en kötü şeyi yaptım.

Kaçtım.

Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 678 25
Kahramanmaraşlı olan,mavi köy kasabasında yaşayan,Tarık'in üç arkadaşının şaka yoluyla bir arı fabrikasına kapatmasiyla, mutasyona uğrayan kraliçe ar...
1.6K 898 12
"Bir semte ilk geldiğin gün seni yağmur karşılıyorsa o gözyaşlarındır. Son kez gerçek acı ile akarlar." "Buz kesmiş" bir yandan kediyi okşarken bana...
112K 4.7K 35
KLASİK BİR GERÇEK AİLE/ABİ KİTABI (Küfür yok) Berbat bir hayat yaşayan İlgi başka bir kızla karıştığını öğrenirse ve tek kız olursa ne olur?
221K 6K 44
*********** "Çok mu akıllısın sen. Kitabın özetini okumak kitabı okuduğun anlamına gelmiyor. Seni en son yanıltan kitap hangisiydi?" Dediğin de gözle...