ORTA ŞEKERLİ

By Asosyal_Kitapkurdu

3.6M 248K 25.7K

[Aşkın Tatları Serisi - 1] Bir lezzet düşünün. Biraz yaramaz, boyuyla romantikliği doğru orantıda, yaptığ... More

1. BÖLÜM "Süt, Bücür ve Hödük"
2. BÖLÜM "İstenmeyen Ot"
3. BÖLÜM "Turp Beyinli ile Yer Elması"
4. BÖLÜM "Tanısan Seversin"
5. BÖLÜM "Bücür Cadının Özel Şoförü"
6. BÖLÜM "Depresyon Meselesi"
7. BÖLÜM "Gözlerinde Kuşlar Uçan Kız"
8. BÖLÜM "İyi Şeyler"
9. BÖLÜM "Cem Vakası"
10. BÖLÜM "Süper Kahraman"
11. BÖLÜM "Sıcak Yenen İntikam"
12. BÖLÜM "Huysuz ve Tatlı Kadın" (1. Kısım)
12. BÖLÜM "Huysuz ve Tatlı Kadın" (2. Kısım)
13. BÖLÜM "Kısa Boy, Uzun Dil"
14. BÖLÜM "Bir Tuhaf His"
15. BÖLÜM "Kobra Takibi"
16. BÖLÜM "Kıskanmak Aşkın Kanunu"
17. BÖLÜM "Sevdiğim Kız Bana Abi Deyince"
18. BÖLÜM "Narin Papatyanın Sığınağı"
19. BÖLÜM "Tatlı İşkence"
20. BÖLÜM "Havadaki Güzel Koku"
21. BÖLÜM "Pamuk Prenses"
22. BÖLÜM "Bir Çuval İncir"
23. BÖLÜM "Narin'in Anahtarı"
24. BÖLÜM "Ve Nihayet"
25. BÖLÜM "Dost Tavsiyesi"
26. BÖLÜM "Aşk ve Gurur"
27. BÖLÜM "Doğru Seçenek"
28. BÖLÜM "Her Şey Karşılıklı!"
29. BÖLÜM "Sabrın Sonu Selamet"
30. BÖLÜM "İki Erkek Arasında"
31. BÖLÜM "Kuruntu Silsilesi" (1. Kısım)
31. BÖLÜM "Kuruntu Silsilesi" (2. Kısım)
33. BÖLÜM "Yeni Bir Narin, Yeni Bir İhtiyaç"
34. BÖLÜM "Çifte Kumrular" (1. Kısım)
34. BÖLÜM "Çifte Kumrular" (2. Kısım)
35. BÖLÜM "Kaynanayı Ne Yapmalı?" (1. Kısım)
35. BÖLÜM "Kaynanayı Ne Yapmalı?" (2. Kısım)
36. BÖLÜM "Bir Küçük Eski Sevgili Meselesi" (1. Kısım)
36. BÖLÜM "Bir Küçük Eski Sevgili Meselesi" (2. Kısım)
37. BÖLÜM "Zayıf Nokta"
38. BÖLÜM "Büyük Bulaşma"
39. BÖLÜM "Aç, Muhtaç, Yarım"
40. BÖLÜM "Kabul Görme Telaşı" (1. Kısım)
40. BÖLÜM "Kabul Görme Telaşı" (2. Kısım)
41. BÖLÜM "Üçüncü Dünya Savaşı"
42. BÖLÜM "Tuzlu Kahve" (1. Kısım)
Dertleşme Seansı
42. BÖLÜM "Tuzlu Kahve" (2. Kısım)
42. BÖLÜM "Tuzlu Kahve" (3. Kısım)
43. BÖLÜM "Her Şey Güzel Olacak"
44. BÖLÜM "Biz"
45. BÖLÜM "Mutlu Sonsuz"
46. BÖLÜM "Gelecek" (Final)
TEŞEKKÜR
1. ÖZEL BÖLÜM "Acı Tatlı"
2. ÖZEL BÖLÜM "Tatlı Cadı, Tatlı Dil ve Tatlı Aşk"
3. ÖZEL BÖLÜM "Neşeli Günler"
4. ÖZEL BÖLÜM "En Güzel Ses"
5. ÖZEL BÖLÜM "Hamilelik Mesaisinin İlk Günü"
6. ÖZEL BÖLÜM "Huzur Kuşatması"
7. ÖZEL BÖLÜM "Hayatımızın Rutini"
AÇIKLAMA
Orta Şekerli 2 Milyon!
BURÇİN VE OZAN'IN HİKAYESİ TATLI TELVE BAŞLADI!

32. BÖLÜM "Bir Rüya Gibi"

57.5K 3.6K 413
By Asosyal_Kitapkurdu

Ben böyle uzun geceler olduğunu Narin'e âşık olduktan sonra öğrenmiştim.

Saat sanki durmuşçasına ilerlemiyor, sanki yorgunluktan kırılıyormuş gibi olan halsiz bedenim, durumunun aksine uykuyu bulamıyordu. Aklım Narin'den başka bir noktaya çekilmemekte ısrar ediyordu, düşüncelerimi ondan bir saniye olsun uzaklaştıramıyordum. Evet, sinirlenmiştim. Ama gerçekten beni sevmediğini düşünmüyordum. Ben onun gibi kör değildim. Yanımda nasıl kızardığını, davranışlarının nasıl değiştiğini, heyecanını, ellerinin titreyişini görebiliyordum. Beni sevdiğinin farkındaydım ama Narin öyle değildi. İnatla onu sevmeme anlam veremediğimi söylemişti ve bu beni delirtti. Beni göremiyor olmasının öfkesi ile biraz olsun beni anlaması için sarf etmiştim sözlerimi. Bir anlamda, blöftü. İşe yarayacağından kuşkuluydum, hatta gece ilerledikçe beklediğim halde telefonun çalmayışı beni endişelendirmişti. Yarı çıplak uzanıyor olmama rağmen terliyor, delirecek gibi oluyordum. Eh be Narin, bücür cadı! Ufacık boyuyla koca adamı devirmişti, helal olsun!

Hata biraz da bendeydi. Eski sevgilimle onu bırakırken ne düşünüyordum? Tamam, benim için uzun zamandır sadece bir arkadaştı ve arada sırada oturup bir kahve içmekten ileri bir ilişkimiz de yoktu ama Narin benim sevgilimdi. Eski sevgilimle aynı masada bırakınca kıskanabilirdi. Ama böyle düşünceleri aklına getirebileceğini nereden bilecektim? Aştığımızı zannetmiştim. Her şey gayet güzel gidiyordu, mutlu görünüyordu ama bana ifade etmediği kuruntuları olduğunu görememiştim. Aynı meseleden daha önce çatıştığımızda hatalı olduğumu kabul ediyordum. Onu olumsuz düşünmeye benim davranışım itmişti ama ya şimdi? Hiç yoktan bu düşünceye kapılmasını anlayamıyordum. Kendini bu kadar görememesini anlayamıyordum. Benim aşkımı görememesini anlayamıyordum, daha ziyade kabul edemiyordum.

Gece adeta sürünerek biterken ben birkaç saat belki uyumuştum. Gün ağarırken artık daha fazla dayanamayıp kalktığımda normalde o saatte asla uyanık göremeyeceğim Cadı bile uyanmıştı. Kahvemi yaparken ayaklarıma sürtünüp mırıltılar çıkarıyordu. Kediler böyleydi işte, insanın sıkıntılı, dertli olduğunu hissediyor ve eğer gerçekten değer verdikleri bir insansa kendi yöntemleriyle destek olmaya çalışıyorlardı. Ama ne yazık ki bunun beni sakinleştireceği yoktu. Beni sakinleştirebilecek tek insan Narin'di ama ondan da ses çıkmamıştı. Tatil günü olması da beni irrite ediyordu, ne yapsaydım, kapısına mı dayansaydım acaba? Bu saatte? Sırtıma atar götürürdüm tenha bir köşeye. Eh, yapmadığım bir şey değildi onu sırtlayıp zorla bir yere götürmek. O tenhada da bana inana kadar öperdim. Gayet güzel bir çözümdü.

Mutfakta masamdaki kahveme bakarken kendi halime güldüm acı acı. Erdem bu hallere düşecek adam mıydı? Düşmüştüm işte. Esmiş gürlemiştim ama kapısına gidip öpüp koklamak için deli olan da bendim. Narin benim sevgime inanmadıktan sonra ne yazardı peki?

Kapı çaldığında kahvemi henüz bitirmiştim. Sabahın erken saatleriydi, o saatte kim gelebilirdi? Narin olabilir miydi? Yerimden hızla kalkıp koşarak vardım kapıya. Açtığımda bir an umudumun boşa gideceğinden korksam da işte karşımdaydı. Uykusuzluğunu belli eden hafifçe çökmüş gözleri, dağınık saçları, üstüne öylece geçirilivermiş kıyafetleriyle, benim kadar perişandı Narin. Ama güzeldi, yine güzeldi.

"Narin..." Gözlerini kaçırdı. Nasıl davranmam gerektiğinden emin olamayarak çekildim. "Gel içeri..." dedim tedirginliğimi gizleyemeden. Yavaşça süzüldü.

Nasıl özlemiştim, bir gece değil bir ömür geçmişti sanki.

Karşımda durmuş, elleriyle oynuyor, suç işlemiş küçük bir çocuk gibi gözlerini kaçırıyordu. İçeri gelmesini davet etmeyi düşündüm ama orada durmuş beklerken çekingenliğini hissediyordum. Onun konuşması lazımdı.

"Ben..." diye başladı beni yanıltmayarak. Derin bir nefes aldı omuzlarını kaldırarak. Gözlerime bakmamaya devam ediyordu. "Ben o yüzden öyle davranmadım." Sustu, yüzü buruştu, dudaklarını birbirine sıktı. Bense ona zaman tanımak isteyerek bekliyordum ama bedenim isyan ediyordu. "Ben... Seni sevmediğimden değil." Birden gözlerini kaldırdığında parlayan yaşları gördüm. Ağlıyordu. Ağlamamalıydı. O haldeyken canıma kastetse uzak duramazdım ben ondan. Bana böyle baktıkça karşı koyamazdım.

Yine de beklemek zorundaydım.

"Aksine..." diye devam etti sesini toparlayarak. "Ben seni... Ben seni çok seviyorum. Ben inanamıyorum, rüya gibi... Senin gibi birinin beni sevebileceğini düşünmezdim. Ben babamdan sonra bir daha böyle mutlu olabileceğimi düşünmezdim. O kadar inanmıyordum ki... Şu an gerçekleşiyor olması bile... Rüya gibi geliyor. Uyanmaktan korkuyorum... Bu yüzden..."

Sarsılan omuzlarını izledim, sözcükler öylesine masum ve içli dökülüyordu ki ağzından... Bu kız kendisini bilmiyordu. Beni bilmiyordu. Ama öğrenecekti, öğretecektim.

Tek bir adımla yanına varıp omuzlarını sararak sımsıkı çektim kendime. Yüzünü göğsüme bastırırken gözyaşları tenimin üstünden akmaya devam ediyordu. Bir kolum kolaylıkla omzunu sarmalarken diğer elim saçlarının arasında dolaşıyordu.

"Tamam..." diye fısıldadım gözyaşlarının sıcaklığını hissederken. Bu bana her şeyden daha fazla acı veriyordu. "Ağlamak yok."

"Seni kızdırdım..." diye mırıldandı boğuk bir sesle. Dudakları gövdeme dokunurken ürpermiştim. "Çok kızdın."

"Bir andı. Hemen geçti."

"Ama üzdüm de..."

"İyiyim..." dedim biraz daha kendime çekerken. Fiziksel sınırlarımız daha fazla yaklaşmamıza izin vermiyordu, oysa ben onu içime çekmek istiyordum. "Sen yeter ki ağlama."

Bir süre sonra sessizleştiğinde kolumun altından çıkarmadan, biraz olsun bedenimden uzaklaşmasına izin vermeden salona doğru ilerlemesini sağladım. En sonunda vardığımızda koltuğa oturduk ve bana yaslanmasını sağlayarak yüzümü saçlarının arasında gezdirdim. Kollarını bedenime dolamasından, derin nefes alış verişlerinden aynı hisleri paylaştığımızı biliyordum. Bizim yan yana olmamız gerekiyordu. Bizim böyle kollarımızı birbirimize dolamamız gerekiyordu. Benim onun kokusuna ihtiyacım vardı.

Cadı karşımdaki koltuğa geçip tüylerini yalamaya başladığında tavırlarında "İş benden çıktı."der gibi bir eda vardı.

"Annem..." diye başladı tekrar boğuk bir sesle. "Aşkın, sevginin çölde bulunan bir vaha olduğunu söyledi. Eğer görmezden gelirsem, yok sayarsam kurur gidermiş, pişman olurmuşum. Ben oysa, gördüğüm o vahanın serap olmasından korktum sadece."

"Ben gerçekten seni seviyorum." derken kelimeleri özenle vurgulamıştım.

Sesini çıkarmadı, kollarının daha da sıklaştığını fark etmiştim. Bana sarılmaya ihtiyaç duyuyordu, sanki bıraksa gidecekmişim gibi sarılıyordu o anda. Babasına âşık bir kız çocuğuydu, bunu anlayacak kadar tanımıştım onu. Ve ilk aşkını kaybetmiş olmak yeni bir aşka tutunmaktan alıkoyuyordu onu belki de. Anlamam zaman alsa da ince kollarını beni sarmalayışında hissettiğim çaresizlik gerçeği kanıtlıyordu. Kendini karşılaştırması, benden kaçmak için kendisinin bile farkında olmadığı bir yoldu belki de.

"Kimse mükemmel değildir." diye fısıldadım saçlarının arasından öperken. "Bak, mesela ben şu boyuma rağmen perdeleri düzgün takmayı bir türlü beceremiyorum. İlla eksik bırakıyorum, yamuk duruyor. Annem başımda bekleyip düzgün taktığımdan emin olmak zorunda kalır. Bir de ütüyü beceremem hiç. O kadar bekâr hayatı yaşadım, hala adamakıllı ütü yapamıyorum. Kuru temizlemeye ne kadar para gidiyor, haberin var mı? Olabildiğince ütü gerektirmeyen kıyafetler alıyorum artık. Eh, ne oldu şimdi, beni sevmeyecek misin? Çünkü yapamadığım işler var."

Birden başını kaldırıp kızarmış gözleri ve hafifçe çektiği burnuyla bana baktı.

"Ne alakası var?"

"Çok alakası var." dedim ciddileşen ses tonumla. "Sonuçta başaramadığım işler var, değil mi?"

"Bunun bir önemi yok!" dedi hırçın bir sesle. "Ben seni yapabildiğin şeyler için sevmiyorum ki..."

Parmaklarımı yüzünde gezdirirken gülümsememi saklayamıyordum.

"O halde, benim seni sevmem için de her işi başarman gerekmiyor değil mi? Sende gördüklerim beni ilgilendirir. Seni sevme nedenlerim beni ilgilendirir, başkalarını değil. Ve sen benim gözümde herkesten daha güzelsin." Anında kızardığında gözlerini kaçırmıştı. Ben de çenesinden tutup kaldırdım yüzünü. "Anneme söyleme sakın. Beni tavayla döver." Bu sefer gülmüştü. Gözyaşlarının izi gözlerinde kıpırdanırken bu gülüş sıcacıktı. Onu tekrar kendime çektim ve sırtını okşadım sakinleştirmek, rahatlatmak için. Nefesi tenimde yankılanıyor ve ben kendime gelirken üzerime bir tişört geçirmediğim için sessiz lanetler okuyordum. Uyanmıştım sonunda. Durumumuzun farkına varmıştım ama Narin ya fark etmiyor ya da umursamıyordu.

Uzayan sessizlikte Narin'in düzenli nefeslerini ve kayıp giden başını fark ettim. Uykuya dalmıştı. Tabi, eğer benim yarım kadar endişelendiyse gecesi uykusun geçmişti ve sabah da buraya koşup söylemesinin ona ağır geleceğini bildiğim sözler sarf etmişti. Yorgun düşmüştü. Omzuma yaslanmasını sağlayarak, bir kolumu dizlerinin, diğer kolumu da sırtının altından geçirerek onu kaldırdım. Hafifti, kuş gibiydi. Zorlanmadan onu yatağıma götürdüm ve yorganı kaldırarak yatırdım. Tekrar örtüyü örttüğümde bir süre baktım güzel yüzüne. Uyurken dudaklarını hafifçe büzüyordu. İnce kirpikleri ayrı bir masumluk veriyordu yüzüne. Kıvırcık saçları yastıkta dağılırken ortaya nefis bir manzara çıkıyordu. Can mı dayanırdı bu görüntüye? Benim canım nasıl dayanırdı?

Yutkundum, derin derin nefesler aldım. Bırakıp gidemeyeceğim zaten açıktı. Ama önce üstüme bir şey geçirmem gerekiyordu sabrımın daha fazla sınanmaması için. Tişörtümü giyip yorganı açarak yatağa sokuldum. Ama aramıza biraz mesafe bırakıp elimi başımı altına alarak ömrümün en güzel manzaralarından birini izlemeye koyuldum. Onun huzuru, benim huzurumdu. Onun mutluluğu, benim mutluluğumdu. Bundan sonra kendi mutluluğum için onu mutlu etmem gerektiğini daha iyi görmüştüm.

Kısa bir süre sonra onu izlerken dalıp gitmiştim farkında olmadan. Ta ki ince parmaklarının yüzümde dolaştığını hissedene değin... Gözlerimi açtığımda elini kaçırmak istese de hemen bileğinden yakaladım. Yeşil, utangaç bakışlarını kırpıştırırken gözlerine bakıp gülümsedim.

"Uyuyakalmışım..." diye mırıldandı. Avuç içini öptüm ama elini bırakmadım sonrasında. İnce bileğini kavramaya devam ederken hep olduğu gibi benim sözlerime karşılık şekil alan nabzını hissetmekten büyük zevk alıyordum.

"Öyle oldu." dedim bakışlarımın yerini değiştirmeden. Gittikçe kızarıyordu. Aklından geçenler, eminim benimkilerin yanında devede kulak kalırdı.

"Şey..." Konuşması gerekiyormuş gibi hissettiği belliydi. Onu kendime çektim düşünmeksizin. Alnını öptüm kollarımla sarmadan önce. Yüzünü göğsüme gömdüğünde bu anın bütün duygularını en derinimde hissediyordum.

"Acıktım..." diye mırıldandı. Ben de acıkmıştım, ben de...

"Tamam, tatlı cadı. Güzel bir kahvaltı yapalım seninle."

"Sonra da bisikletle gezeriz." Gözlerini dikmiş bana bakıyordu.

"Gezelim." dedim. Sanki o böyle bakarken ne istese yapmayacaktım.

"Ama ben bisikletle gelmedim."

"Benimki ikimize de yeter."

"Yaşasın!" derken kollarımda olmasa zıplayacaktı sanki.

Onun sevinciyle can buluyordum.

***

"Yumurtalı ekmek yapalım mı? Annemle çok severiz. Reçel sürünce de çok güzel oluyor!"

Mutfakta çocuk gibi zıplarken hevesli gözlerle bunu söylüyordu. Bu kızı yemek niyetine yemesem iyiydi.

"Tamam, yapalım." dediğimde ellerini çırptı neşeyle.

Yumurtalarla o ilgilendi, evdeki bayat ekmeklerin üzerine sürdük ve fırına verdik. İkimiz mutfağın içinde sanki hep böyleymişiz gibi hareket ederken ne kadar farklı hissettiğimi düşünüyordum. On dört yaşında evden çıkmış, yurt hayatının kalabalığından nefret etmiştim. Daha o yaşta, mutfak benim alanımdı. Üniversitede ise yanımda kimseyi istememiştim, yalnız yaşamayı, tek başıma olmanın özgürlüğünü seviyordum. Ama şimdi Narin'in varlığının çevremde dolanması bana bütün iyi duyguları hissettiriyordu, yanı başımdan ayırmak istemiyordum.

Mutfaktaki masaya kurduğumuz sofra hazır olduğunda karşıma oturdu Narin. Ama işin aslı dizimin dibinde olmasını istiyordum. İlk fırsatta bunu sağlamayı da kafaya koymuştum.

"Tuzu uzatır mısın?" dedi hemen önümdeki tuzluğa bakarken. Şükürler olsun... Tabağındaki domatesle uğraşıyordu.

"Gel de al." dedim gülümsememi engelleyemezken. Önce bakışlarını kısıp öfkeli bir ifade takınmaya çalıştı ama kızarıp önündeki domatesle eş hale gelmesi uzun sürmedi.

"Uzatsana..." diye mırıldandı. Ama başı iki yana salladım dudaklarımı birbirine bastırarak. Oyunsa oyundu, tek kişilik oynamıyordum sonuçta. Yerinden kalkıp kendisi uzanmaya niyetlendiğinde hemen kaptım tuzluğu ve havaya kaldırdım.

"Gel de al..." diye tekrar ettim.

"Gelmem..." dedi bakışlarını kaçırıp yerine otururken.

"Nedenmiş?"

"Yine öyle yapacaksın."

"Ne yapacakmışım?"

"Öyle işte..." İyice kızarmıştı, domates yanında halt etmiş.

"Ne?"

"Dünkü gibi..." dedi pes ederek. "Ben yanına gelince..."

"Sen bilirsin." dedim omuzlarımı silkerek. Bakışları usulca bana doğrulttuğunda göz kırptım. Alt dudağını kemirirken bana işkence ettiğini nereden bilecekti? En sonunda kaderine razı olmuş halde yerinden kalkıp usulca yanıma yaklaştı. Artık mesele tuz değildi, o da biliyordu. Hem yakınımda olmak istemese Narin tek bir adım atmazdı.

Geldiğinde hemen onu kolundan yakalayıp çektim zaten kaçmaya niyeti olmasa da. Dizime oturttuğumda belini sarıp çenemi omzuna yasladım. Yüzümüz dip dibeyken onun kadar heyecanlanıyordum.

"Bunu mu kastetmiştin?" Başını sallayarak onayladı. "Ama yine de geldin."

"Tuz için..." dedi. Hala elimde sımsıkı tuttuğum tuzu ince parmaklarının arasına yerleştirirken yanağından öptüm. Sabahtan beri ürkütmemek için öpücüklerimi bile idareli kullanmıştım ama dayanamıyordum artık. "Artık gidebilirsin. Tuzu aldığına göre..."

Sesi çıkmadı, kıpırdamadı da. Benden günah gitmişti o halde. Tatlı boynundan bir öpücük çaldım. Gönül daha fazlasını hep istiyordu da aklım durduruyordu.

Reçele uzandı, bir de kızarmış yumurtalı ekmeklerimizden aldı, reçeli sessizce sürmesini izledim. Sonra da ağzıma tuttu. Bana bakıp gülümsüyordu hala kıpkırmızı yanaklarına rağmen. Ben de aynı ifadeyle elindeki ekmeği ısırdım. O da geri kalan yarısını gözlerini kapatıp mırıldanarak yerken sınırlarda dolaştığımı bilmiyordu. Bilmeden bana bunları yapıyordu, istese neler yapardı kim bilir? Sonra ben bir divane, dolaşırdım bir deli gibi sokaklarda.

"Çok güzel ama değil mi?" dedi bir de.

"Alışırım ama. Sonra beni sürekli sen beslemek zorunda kalırsın."

"Bugün özel bir kere. Gönlünü almak için yapıyorum."

"İnsana kavga etmeyi bile sevdirirsin Narin." dedim kollarımı iki yanından uzatıp kahvaltıma ulaşırken. O ise kıkırdamıştı. Böyle tatlı sevgili benim neyimeydi zaten? Aklımı oynatmak için iyi bir yol seçtiğim kesindi.

Bir süre o beni tam anlamıyla besledi. Benim yarımlarımı yemekten gocunmadan gülerek, gerçekten mutlu olduğunu hissettirerek dizlerimin üstünde oturdu. Hafifliğinden benim için hiç sorun oluşturmuyordu. Her şey öylesine doğal ve olması gerektiği gibiydi ki şaşırıyordum.

Tekrar belinden sımsıkı sardım.

"Ben bunlarla doymam yalnız..." diye fısıldadım.

"Erdem..."

"Bundan sonra bir kez daha aynı kuruntuları kafana sokmayacaksın, anlaştık mı?"

Ellerini karnında birleştirdiğim ellerimin üzerine yerleştirdi.

"Mutlu olabildiğim kadar olmak istiyorum..." dedi başını eğerek.

"O zaman sınırını beraber bulalım." derken omzuyla boynunun birleştiği noktadan öptüm. Daha fazlasını o denli istiyordum ki dudaklarımı uzaklaştıramadım. Sanki donup kalmıştık. "Peki..." diye fısıldadım kulağına. Ürperdiğini görüyordum. "Benim öpücüğüm nerede? Her şey karşılıklı dememiş miydik?" Başını yana çevirdi ve ben de büyük bir umutla öpücüğümü bekledim ama o tam tersine o boşluğumdan faydalanıp kollarımdan sıyrılıverdi. Mutfağın kapısına vardığında ben ancak kendime gelebilmiştim.

"Ama sen de her şeyin karşılığını istiyorsun, öyle olmaz ki..." dedi gülerek. Yerimden kalkıp başımı eğdim.

"İsyan ha? Yakalarsam..." Ellerini yanaklarına koyup başını salladı iki tarafa.

"Yakalayamazsın ki!" Arkasını dönüp koştuğunda ben bağırıyordum.

"Nereye kaçabileceğini sanıyorsun ki?"

Salona doğru kaçmıştı, koltukların arasında adımlarım ondan hızlı olsa bile manevraları yüzünden yetişemiyordum. İşin aslı yetişmeye de niyetim yoktu. Çünkü kıkırdıyor ve bir çocuk gibi gülücükler saçıyordu ve ben kapıdaki halini gördükten sonra gülüşü ile sarhoş olmanın ne denli güzel olduğunu hatırlıyordum. Bir süre bu kovalamaca devam etti ve ben biraz yavaşladığında kolundan tutup çektim onu bedenime. Nefes nefese kalmıştı.

"İstiyorum..." dedim nefeslenirken. Kaşlarını kaldırıp başını iki yana salladı. "Çok kötüsün." diyerek yanağını öptüm gülümseyişiyle birlikte. Bir kere öptüm sonra, bir kere daha. Uykusuz geçen gecemin intikamını aldım kendimce. En tatlı intikam da buydu. "Neyse..." dedim bir de alnından öperken. 

"Benimki ikimize de yeter..."

Yerim ya, tam kafamdaki Erdem Narin çifti *_* ♥ ♥ ♥

Continue Reading

You'll Also Like

7.7K 333 5
Bir şehir. Adı; Gazze. Kızıl bir çöl, çamurlara bulanmış bir akdeniz, ambargo ile kuşatılmış büyük bir hapishane. Bir doktor: Farah. Türkiye'de okuyu...
2.3M 3.2K 23
"Erkekler ağlar mı Egemen ?" "Ağlar." diye yanıtladı beni hiç düşünmeden. "Ne zaman ?" Merak ediyordum. Kadınlara inat erkekler ağlamaz tabusunun ne...
195K 20.4K 25
Yaklaşık yirmi dakikanın ardından okulun önündeki durakta inmiş, büyük binaya girmeden önce kısa bir bakış atıp derin nefes almıştı. "Pekala, işte ba...
726K 59.8K 44
Cinayet Masasının çevik polisi Hakan Çevik... İşinde taviz vermeyen, kurallara bağlı bu polisin bile 'hayır' diyemeyeceği güçler var. Nil Aydıner, e...