SOLUCAN 1 ve 2. Kitap

Per ZeynepSey

46.4M 1.1M 222K

Bölümler düzenlenmiş hâliyle yeniden paylaşılıyor. (Final dahil bütün bölümler eklenecektir.) Més

SOLUCAN
1.BÖLÜM: SANA AŞIK OLMAMA İZİN VERİR MİSİN?
2.BÖLÜM: SENİ ANCAK AŞK İYİLEŞTİRİR
3.BÖLÜM: BELKİLER
;
4.BÖLÜM: BORDO CADDESİ
5.BÖLÜM: YENİ ÇOCUK
7.BÖLÜM: KORKULAR
8.BÖLÜM: POPÜLERLİK KAVGASI
9.BÖLÜM: BİR DERDİM VAR
10.BÖLÜM: İTİRAF
11.BÖLÜM: KESİCİ
12.BÖLÜM: MELANKOLİ
13.BÖLÜM: KLİŞELERDEN DOĞAN AŞK
14.BÖLÜM: BEDELLER
15.BÖLÜM: AİLE GÜNÜ
16.BÖLÜM: AĞAÇ EVİ
17.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
18.GÜNLÜK: SAKLI GÜNLÜK
19.BÖLÜM: AŞK UĞRUNA KENDİNDEN VAZGEÇMEK
20.BÖLÜM: YILBAŞI PARTİSİ
21.BÖLÜM: SEVMEKTEN USANMAM
22.BÖLÜM: YANGIN
23.BÖLÜM: KABUSLAR
24.BÖLÜM: İÇ GIDIKLAYICI BİR GÜLÜŞ
25.BÖLÜM: AŞK İÇİN ÖLMEK
26.BÖLÜM: OYUN BİTTİ
27.BÖLÜM: ŞEKER GİBİ BİR BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 1: BANA AŞIK OLUR MUSUN?
SOLUCAN 2
1.BÖLÜM: KENDİME MEKTUP
2.BÖLÜM: BELALI İSMAİL
3.BÖLÜM: AŞKI HAYATININ MERKEZİNE KOYMAK
4.BÖLÜM: SÖNMEYEN ATEŞ
5.BÖLÜM: GECE SAÇLI ELİF
6.BÖLÜM: KALABALIĞIN İÇİNDEKİ YALNIZ
7.BÖLÜM: YARALAR VE İZLERİ
8.BÖLÜM: DOĞUM GÜNÜ
9.BÖLÜM: KARAOKE BAR
10.BÖLÜM: DAĞ EVİ
11.BÖLÜM: HAYAT VEREN ÖPÜCÜK
12.BÖLÜM: SEVİMLİ BİR TANIŞMA
13.BÖLÜM: KENDİME YALAN SÖYLEDİM
14.BÖLÜM: AYRILIĞIN ERTESİ
15.BÖLÜM: GEÇ KALINMIŞ BİR ÖZÜR
16.BÖLÜM: METAFOR
17.BÖLÜM: ACIYA KARIŞAN UMUTLAR
18.BÖLÜM: HİSLERİNİ KAPAT
19.BÖLÜM: YANINDAYIM
20.BÖLÜM: YÜZÜNDEKİ ACI HOŞUMA GİTTİ
21.BÖLÜM: BİR KAYIP DAHA
22.BÖLÜM: YENİ BAŞLANGIÇLAR
23.BÖLÜM: HER ŞEYİMSİN
24.BÖLÜM: KAYBETME KORKUSU
25.BÖLÜM: YAŞATTIĞINI YAŞARSIN
26.BÖLÜM: KENDİME BİR MEKTUP DAHA
27.BÖLÜM: TAMAM MI SİL BAŞTAN MI?
BÖLÜM 13: SÖYLEMESİ ZOR

6.BÖLÜM: MÜZİK KATI

816K 23.1K 2.9K
Per ZeynepSey

6.BÖLÜM: "MÜZİK KATI"

Kıvanç'ı sınıfına bıraktıktan sonra arkamı döndüm ve kendi sınıfıma gitmek için hızlıca basamaklardan inmeye başladım.

Adeta nutkum tutulmuştu. Zaten bu yüzden bir süre öylece bakakalıp harekete geçebildiğimdeyse aklımdaki soruları sormak yerine isteği üzerine onu direkt olarak sınıfına götürmüştüm.

Güz döneminin başlamasının üzerinden haftalar geçmişken yeni bir okula transfer olmasının nedenini çok merak ediyordum. Daha çok merak ettiğim bir şey varsa o da kesinlikle benim de bu okulda okuduğumu bilip bilmediğiydi.

Zihnim ona soracağı soruları çoğaltırken sınıfa girmeme birkaç adım kala Irmak tarafından alıkonuldum. Bileğimden tuttuğu gibi koridorda çekiştirmeye başladı beni.

Köşede durduğumuzda "Yeni gelen öğrenciyi gördün mü?" diye sordu, başımı salladım. "Çok yakışıklıymış ama bir o kadar da tehlikeli biriymiş..." Etrafına bakındıktan sonra yaklaşmam için işaret verdi. Hafifçe eğildim, kulağıma doğru fısıldamaya başladı. "Bence sen boş ver parktakini. Belki bu yeni çocuk da listendeki maddelere uyuyordur... Adı Kıvanç'mış. Bak, çocuk daha şimdiden bir maddeye uyum sağladı bile!"

Irmak'ın sırıtışına karşılık olarak ben de sırıttım ve "Benimkinin adı da Kıvanç," dedim.

Sadece yedi saniye içerisinde olan biteni anlayınca tekrar kolumdan tuttu ve koşmaya, beni de arkasından koşturmaya başladı.

Kantin katına indiğimizde ikimiz de nefes nefese kalmıştık. Beni özgür bıraktıktan sonra sol elinin işaret parmağıyla ileriyi gösterirken, "Seninki bu mu?" diye sordu.

Üç yıldır Deniz'den başkasının oturmadığı deri koltukta oturan Kıvanç, etrafındaki öğrencilere çoktan alıştığım o duygudan yoksun bakışlarından yolluyordu.

Ne ara sınıfından çıkıp da buraya gelmişti?

Başımı sallamakla yetindiğimde "Daha sonra bu konu hakkında uzun bir konuşma yapacağımızı bilmeni isterim," dedi. Alındığını ses tonundan anlamıştım.

"Ama Irmak-"

"Hadi, yanına git," diyerek önce sözümü kesip sonra beni ittirdiğinde başımı onaylamaz bir ifadeyle salladım. "O kadar tanışıklığınız var, hadi."

Ona hak vererek ne olacaksa olsun diye düşünüp "Açılın, hey!" diyerek topluluğun dağılmasını sağlamaya çalıştım, Kıvanç'ın bakışları çoktan üzerime çevrilmişti bile.

Kalabalığı geri bırakabildiğimde, "Selam!" diyerek gülümsedim. Kıvanç'ın omzundaki Su'nun elini fark edinceyse dudaklarım düz bir çizgi halini aldı.

"Solucan?"

Etrafımızdakilerin şaşkın bakışlarına aldırmayarak Kıvanç'a bakmaya devam edebildiğim halde, "Solucan mı?" diye sorduktan sonra şuh bir kahkaha atan ve diğerlerinin de gülmesine neden olan Su, öfke kıvılcımlarının damarlarımda gezinmesine yol açtı.

"Sana da bu yakışırdı zaten..." deyip tekrar kahkahalarla gülmeye başladığında diğerleri de onun gibi gülmeye devam etti.

"Komik mi?" diye bağırmamdan kısa bir süre sonra hepsi eşzamanlı olarak gülmeyi kesti.

Irmak ve Deniz'in nerede olduğunu göremediğim o an, kendimi karşı takımın eline esir düşmüş bir oyuncu gibi hissetmiştim. Benzetme bile yapamayan ben, orada öylece dikilmeye devam ederken sıkıldığı her halinden belli olan Kıvanç bir anda ayağa kalktı.

"Bana okulun müzik katını göster," diye bana hitaben konuştuğunda devasa büyüklükteki müzik katının görüntüsü zihnimde belirdi.

Ona okulu gezdirme görevi bendeydi, bunu biliyordum yine de sırf gıcıklık olsun diye omuz silkerek, "Bana ne!" dedikten sonra, "Git ve kendin bul," diye devam ettim.

Kaşlarını çatarak "Bana emir verme," dediğinde en fazla ne yapabilir ki diyerek tekrar omuz silktim.

"Su sana yardımcı olur, birlikte gidin."

"Solucan!"

"Kendin git dedim!"

Bana doğru öfkeli bir adım atınca iki kişi tarafından tutuldu. Her ne kadar onların elinden kurtulabilecek kadar güçlü olduğunu düşünsem de karşıma geçtiğinde bana nasıl bir tepki vereceğini kestiremeyecek kadar tanımıyordum onu. Bu yüzden hiç vakit kaybetmeden koşmaya başladım.

Nihayet sınıfıma girdiğimde Deniz'i birleştirdiği masaların üzerinde boylu boyunca yatarken buldum. İçeride Irmak dâhil kimse yoktu ve ben diğerlerinin nerede olduğunu düşünemeyecek kadar karışmış hissediyordum zihnimi. Deniz'in uyuduğunu varsayarak kendi sırama geçtim ve başımı masama koyduktan sonra uyuklamaya çalıştım.

Henüz uykunun güvenli kollarına kendimi teslim edememişken, ne zaman geldiğini fark etmediğim Batu'nun "Kıvanç'la nereden tanışıyorsunuz?" diye sorduğunu duydum.

Kısık gözlerim onu bulduğunda aralarında sarıların da bulunduğu kumral saçlarının dağıldığını ve yüzünde öfke duygusunun hâkim olduğunu gördüm.

"Uzun hikâye," diye kaçarcasına cevaplayınca çenesi kasılmaya başladı.

"Bir daha onunla konuşmayacaksın," diye sert bir üslupla konuştu.

Bir kaşımı kaldırdım. "Anlamadım?"

"Seni üzecek, üzülmeni istemiyorum."

"Beni üzmeyecek," derken bildiğim bir gerçeği yadsıyor değildim, sadece onu geçiştirmeye çalışıyordum. Çünkü Kıvanç'ın beni üzeceğini bal gibi de biliyordum ve zaten bu yüzden onu seçmiştim. Beni üzsün ve ben de ailem yüzünden çok üzülüp hasta olmak yerine Kıvanç için az üzülüp yaşantıma öyle ya da böyle devam edeyim diye...

"Üzecek, Nehir!"

Neden bu konuda hem bu kadar öfkeli hem de kendinden çok emindi? Kıvanç'ı bir yerlerden tanıyor olabilir miydi? Kahverengi gözlerinin ardındaki duyguyu anlamaya çalıştım bir anlığına ama ne yazık ki başarısız oldum.

"Beni rahat bırak..."

"Ne halin varsa gör!" dedikten sonra bir hışımla sınıftan ayrıldı. Peşinden gitmek yerine başımı tekrar masaya koydum ama bu kez uyku beni kendine doğru çekmedi.

Bir süre sonra oflayarak ben de ayağa kalktım ve sınıftan ayrıldım. Yine o tanıdık his oturmuştu kalbimin üstüne. Nefes almak güç gelirken basamakları ağır ağır çıkmaya başladım.

Henüz gerçek anlamda tanımadığım biri için, dostum, abim olarak gördüğüm Batu'yu karşıma almıştım. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Belki de Kıvanç'ı tanımadığı halde böyle davranması yani bana güvenmeyip ondan uzak durmamı söylemesi canımı sıkmıştı, bilemiyordum.

Adımlarım beni müzik katına getirdiğinde şaşırsam da geri dönmedim. Eteğimin küçük cebinden kata açılan kapının anahtarını çıkardım.

Soykan Koleji'nin Sanat Okulunun en üst katı tamamen müziğe ayrılmıştı. Bu katta her bir müzik aleti için bir oda bulunmaktaydı. İçeride Solist Odasından Gitar Odasına; Gitar Odasından Piyano Odasına kadar çeşit çeşit oda vardı. Katın en orta noktasında ise büyük bir platform kurulmuştu. Etkinlikler çoğunlukla burada yapılırdı.

Ne kadar her bir noktası kameralarla izlense de diğer katların aksine bu kata gitmek için kilitli bir kapıdan geçmek zorundaydık. İçerideki enstrümanların ne kadar değerli olduğunu hepimiz biliyorduk. Anahtarlar müzik öğretmenleri dışında geçen yılın okul başkanı olduğum için bende ve bu yılın okul başkanı olduğu için Melisa'daydı.

Odaları geride bırakıp platforma geldiğimde üç basamağını çıkıp yere oturdum. Bacaklarımı platformdan aşağı sallarken kendimi yine dünyanın en gereksiz insanı olarak görmeye başlamıştım.

Hiçbir şeyde iyi değildim. Bir yeteneğim yoktu, zeki değildim ve daha ne sevdiğimi bile bilmiyordum. Güzel bir sesim olsun isterdim ya da Deniz gibi güzel çizimler yapmak, Irmak gibi kıvrak bir vücuda sahip olmak...

Asla bu okula gelmek istememiştim. Soykan Ortaokulu'ndan sonra başka bir liseye geçmek istemiştim ama ailem aynı eğitim kurumunda devam etmem gerektiğinde ısrarcı çıkmıştı. En azından Anadolu Lisesi'ne geçeyim demiştim ama onca itirazıma rağmen yine de olmadı, işte buradaydım. Hem de üç yıldır... Yeteneğim olmadığı halde Sanat Bölümü'nde okumam kadar saçma bir şey de yoktu. Batu gibi Fen Bölümü'nde okumalıydım. Evet, zeki bir kız değildim, ders notlarımın onlarınki kadar yüksek olacağını da sanmıyordum ama şansımı deneyebilirdim.

Burnum sızlamaya başlayınca biraz sonra ağlayacağımı bilerek gözlerimi kapattım. Fakat biliyordum ki gözyaşlarımı akıtmak yerine içimde tutsaydım, kalbimde büyük bir yara açılacaktı. Ağlamak güzeldi ve insanı rahatlatan bir eylemdi.

Bir anda ailemle geçirdiğim o sayılı güzel anları düşünmeye başladım. Annemin şefkatli dokunuşunu saçlarımda hissettiğimde, gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı bile.

"Neden?" diye sordum kendi kendime. Gözlerimden akan yaşlar çeneme kadar süzülüyor, sonrasında nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde yok oluyorlardı. "Neden?"

Annemin dokunuşunu hissettiğim saçlarımı tuttum. Var gücümle çekiştirip içimden büyük bir çığlık attım. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye devam ederken ayak sesleri duydum. Gözlerimi hızla açtım, duyduğum alkış sesleri ellerimin gevşeyerek saçlarımdan uzaklaşmasına yol açtı.

"Ağlayan bir Solucan..." Alkışlamaya bıraktı. "Hep merak etmişimdir."

Gözyaşlarımı sildim ve saçlarımı düzeltmeye çalıştım. "Ne istiyorsun?" Yanıma kadar gelip oturduktan sonra etrafı incelemeye başladı. Cevap vermeyeceğinden emin olduğum zaman, "Neden bu okula transfer oldun?" diye sordum.

Ona bakıyordum ve o da her zamanki gibi bana bakmıyordu. Bu şey, çok sinir bozucuydu.

"Transfer olma sebebim burada," dediğinde şaşırdığım kadar utanmıştım da... Fakat neden benim için bu okula transfer olduğunu anlayamıyordum. Yoksa bana karşı bir şeyler mi hissediyordu? Hadi canım...

Ona çok kızgındım ama sözleri ve bakışları, öfkemi bir anlığına da olsa unutturmuş hatta düşler alemine dalmama neden olmuştu. Yüzümün kızardığını hissederken başımı eğdim.

Neden böyle oldu ki şimdi? Beni herkesin içinde küçük düşürdüğü için ona kızmam gerekirken neden şimdi utançtan kızarmama ve bu da yetmezmiş gibi gülümsememe sebep oldu?

"Sırf benim için okulunu değiştirmen çok hoş bir davranış," diye fısıldadığımda derin bir nefes aldığını duydum.

Aldığı nefesi verdikten sonra, "Solucan..." diye fısıldadı. "Senin için değil, okulunuzun müzik katı için buradayım."

Hani filmlerde olur ya... Kız, çocuğun dediği bir cümleden sonra fena halde bozulur ve boşluğa düşer gibi olur... İşte biraz önce tam olarak bunu yaşamıştım. Ruhum çığlık çığlığa boşluğa düşerken, bedenim yalnızca ağzını kocaman açmakla yetinmişti.

"Şu an buraya gelme sebebin de müzik katımızı görmek içindi öyleyse?" dediğimde başını sanki ağır çekimle öne doğru salladı. Alaycı bir gülüş takındım yüzüme. Bu kadarına da inanmamı beklemiyordu herhâlde! "Biraz önceki davranışların için sana kızgın değilim, kendini suçlu hissetmene gerek yok yani."

Yandan bir bakış attı bana. "Hissetmiyorum zaten."

"Sana kızmadım çünkü ben..."

"Çünkü sen yüzsüz ve de aptal bir kızsın..."

"Belki..."

"Seni öldürmeye çalışsam bile bana kızmayacaksın," dediğinde kaşlarımı çattım. O zaman kızar mıydım? Elbette kızardım. "Bu çok saçma!" diye hafif de olsa yüksek bir sesle devam edince irkilmeme sebep oldu.

"Saçma ya da değil. Haddini aşmadığın sürece yaptıkların yüzünden sana kızamam çünkü sana ihtiyacım var."

Başıyla birlikte bakışlarını da ağır bir şekilde bana çevirdi. "Seni çok açık bir şekilde reddettiğimi hatırlıyorum."

"Ben de öyle," dedim yüzümdeki gülümsemeyi korumaya devam ederken.

"Neden yapıyorsun bunu?" diye sordu. Gözlerine dikkatlice baktım. Merak ediyordu. Gözlerinde gerçekten de merak duygusu vardı.

"Çünkü ben, seni seçtim."

"Karpuz seçiyor sanki..." diye alayla ama yüzünde gülümsemeye dair herhangi bir emare olmadan konuştuğunda kıkırdamadan edemedim. O anki ruh halimi unutmuş ve Kıvanç'ı bir karpuz olarak düşünmek beni güldürmüştü.

Kıvanç'ın sert bakışlarını üzerimde hissettiğimdeyse kıkırdamayı keserek biraz önceki ruh halime döndüm.

Aşkla bu yaşıma kadar uzaktan yakından alakam olmadığı için nasıl bir duygu olduğunu bilmiyordum. İnsan kime âşık olacağını seçebilir miydi? Peki ya zamanı tutturabilir miydi? Bunları gerçekten bilmeden çok merak ediyordum ve belki de davranışlarım Kıvanç'a bu yüzden böylesine tuhaf geliyordu.

Beni yüzsüz bulduğunu söylüyordu ama ben öyle düşünmüyordum. Aptal olmadığım gibi aslında yüzsüz bir kız da değildim. Sadece bazı zamanlarda yalnızca Kıvanç'a karşı ısrarcı davranıyordum o kadar... Zaten o da bu kelimeleri bana hakaret etmek amacıyla söylemiyordu. O amaçla söylemiş olsaydı, haddini aşmış olurdu ve ben de giderdim. Ya da beni yanında gerçekten istemediğini hissetseydim de giderdim. Ama buradaydım çünkü onun da bu işten bir çıkarının olduğu belliydi, üstelik onun da keyif almaya başladığını düşünüyordum. Bu bir anlaşmaydı ve imzalar çoktan atılmıştı.

"Bir şey anlatabilir miyim sana?" diye sordum kendimle baş başa kaldığım dakikaların ardından. "Soru sormak yok. Karşılık beklemek yok. Söz. Sadece bir şey anlatmak istiyorum."

"Fazla Solucan'ımsı bir hareket," diye konuşup bakışlarını tekrar benden ayırdığında keyifli çıkan ses tonu gülümsememe sebep oldu. Derin bir nefes aldım, konuşmaya başlamadan önce buna ihtiyacım vardı.

"Ailemin dünyadaki en iyi anne ve baba olduğunu düşünürdüm, ta ki yedinci yaş günüme kadar... Sonra... Sonra eve bir kadın geldi. Artık bütün bakımımla o kadının ilgileneceğini söylediler. Önceleri bunun hayatımızda neyi değiştireceğini anlamadım. Sonra ailemin benimle eskisi kadar muhatap bile olmadığını fark ettim. Annemle babam odalarını ayırdılar. Evin ikinci katında ben kalıyordum, üçüncüde babam ve dördüncü kat annemindi. Ben bu saçmalığın daha ne kadar süreceğini beklerken önce kahvaltılarda sonra akşam yemeklerinde onları göremez oldum. Aynı evin içinde üç yabancı olmuştuk sanki."

Derin nefes alıp geri bıraktım. "Ailemle beraber yemek dahi yiyemediğim o sıralar, çocuk aklı ya, onlarla eskisi gibi aynı yatakta uyuyabileceğimi sanıyordum. Yine bir gece uyuyamadım ve annemin odasına gittim. Annemle uyumak için ona yalvardım ama o artık büyüdüğümü söyleyerek beni ite kaka odasından çıkardı. Daha dokuz yaşında bile değildim."

Burnumun tekrar sızlamaya başladığını hissedince yutkundum. Kıvanç'ın yanında ağlamak istemiyordum. İstediğim tek şey kalbimi acıtan bu yaşanmışlıkları onunla paylaşmaktı.

Deniz, Irmak veya Batu'yla tüm bu şeyleri paylaşmıştım ama onların ailesiyle arası neredeyse mükemmel olduğundan beni tam anlamıyla anlayamamışlardı. Kurdukları teselli cümleleri yeterli değildi ki ben onlardan hiçbir zaman teselli beklememiştim. Sadece bir bakış... Beni anladıklarını gösteren bir bakış... Fakat tabii ki hiçbirini beni anlayamadıkları için suçlamıyordum.

Kıvanç'ın bana o bakışı verip veremeyeceğinden de emin değildim ama onun da ailesinden yana yarasının olduğunu hissedebiliyordum. Daha önce birkaç defa ona ailesini sorduğumda sert bir dille konuyu değiştirmemi söylemişti. Ailesinden yana bir yarası varsa, beni pekâlâ da anlayabilirdi, değil mi? Daha da önemlisi, Kıvanç bana o bakışı gösterir miydi?

"On sekizinci yaş günümden sonra tamamen özgür olacağım. Ayrı bir eve çıkma hakkım olacak. Şimdiden bir arabam var ama özel şoförüm kullanıyor. Üniversiteyi bitirdikten sonra Aksoy Holding'de çalışma hakkını da kazanabileceğim ama bunu istemiyorum. Onlardan para da başka bir şey de istemiyorum."

Bir anlığına bana bakıp sonra tekrar önüne döndü.

"Okuduğum kitaplardaki kızlar birine âşık olunca hemen koşup annelerine anlatıyorlar âşık oldukları insanı ama ben bunu yapamam. Eğer sana âşık olursam, bunu paylaşabileceğim bir ebeveyne sahip değilim ben. Peki ama neden?" Dudaklarımı büktüm. "Bilmiyorum. Neden bana karşı bu kadar ilgisiz olduklarını bilmiyorum ve bunu onlara yüzlerce kez sormama rağmen söylemediler, söylemiyorlar. Bazen diyorum ki keşke yaşamasalardı. İkisi de ölü olsaydı, eminim ki daha az acı çekerdim."

Söylediğim son söz, yıllardır aklımda olan bir şeydi ama ilk kez sesli olarak birine söylemiştim. Ve an itibariyle kendimi suçlu hissediyordum. Ailemin ölmesini dilemek, suçlu hissetmeme neden olmalı mıydı yoksa olmamalı mıydı?

"Okuduğum kitaplarda veya izlediğim filmlerde, karakterin anne ya da babası onunla ilgileniyor. Küçüklüğümden beri o tarz karakterleri çok kıskanırım. Sanırım çocukları sevmemem de bu yüzden... Çocuk parkındaki çocukları da kıskanıyor olabilirim çünkü aileleri onlarla ilgileniyor. Bir tanesi yere düşüyor mesela, annesi koşup ona sarılıyor, belki de ömrü boyunca bu hep böyle devam edecek. Benim düştüğümde bana sarılacak bir annem yok."

Bacaklarımı karnıma doğru çekerek kendime sarıldım.

"İlkokulda hiç arkadaşım yoktu. Dediğim gibi, Irmak ve Deniz'le ortaokula geçtiğimde yeniden arkadaşlık bağımız kuruldu. Ama geceleyin, yatağıma uzanıp da yalnızlığımı fark edince ağlamadan edemiyordum. İtiraf etmem gerekirse... Hâlâ öyle oluyor. Geceleri ailem hakkında hayaller kurup ağlamadan edemiyorum. Sanırım duygusal bir yapım var ve ailemin ilgisine muhtacım. Abartıyor muyum sence?"

Başımı uzatarak gözlerine bakmaya çalıştığımda neyse ki bu kez beni çok uğraştırmadan gözlerini benimkilerle buluşturdu. "Okul saatleri dışında da kullanabiliyoruz değil mi?"

Kaşlarımı çattım. "Neyi?"

Eliyle etrafımızı gösterdi. "Müzik katını diyorum, okul saatleri dışında da kullanabiliyor muyuz?"

Bir anda yüzüme tokat yemiş gibi hissettim. Yediğim tokadın acısı geçer gibi olduğunda hayal kırıklığına uğradığımı fazlasıyla belli eden ses tonumla, "Yaklaşık on dakikadır konuşuyorum ve senin söylediğin tek şey bu mu? Gerçekten mi?" diye sordum. Konuşmak yerine omuzlarını silkti. "Pislik herifin tekisin!" diye bağırdım. "Acımasızsın, hem de çok!"

Herhangi başka bir cümle duymak istemediğimi fark edince de ayağa kalktım. Platformun merdivenlerinden indiğim sırada "Ailen benden daha acımasız..." dedi.

Kattan ayrılmak için yürümeye devam ederken zihnimde Kıvanç'ın söylediği son cümle tekrarlanıp duruyordu. Bu cümle beni başından sonuna kadar dikkatle dinlediğinin kanıtıydı. 

Continua llegint

You'll Also Like

1.9K 99 8
"Sen o uçurumun kenarında özgürlüğünü bilelerken denizin altında kendini bırakan insanlar var." . Bazen, dört duvar arası bir anıya denk olabilirdi...
183K 9.6K 14
Karşımda DNA testi ile ilgili zırvalayan doktora hiç dikkat kesilmedim.Bir anda kızın sevinç nidaları ile abime sarıldığını duydum.Abim ise beni yumr...
362 120 6
Anne ve babamın öldüğünü duyduğum an benim kalbim durmuştu, tek hissettiğim buydu acı. Kalbim acıyordu, çok acıyordu...
571K 14.5K 15
24/03/2024 tarihinde düzenlenmiştir! "Dedim işte, sen babamızın yüzde 99,9 kızısın." Allah aşkına bu telefonda söylenir miydi? Tamam söyle diyen bend...