ORTA ŞEKERLİ

By nurrelia

3.6M 249K 25.7K

[Aşkın Tatları Serisi - 1] Bir lezzet düşünün. Biraz yaramaz, boyuyla romantikliği doğru orantıda, yaptığ... More

1. BÖLÜM "Süt, Bücür ve Hödük"
2. BÖLÜM "İstenmeyen Ot"
3. BÖLÜM "Turp Beyinli ile Yer Elması"
4. BÖLÜM "Tanısan Seversin"
5. BÖLÜM "Bücür Cadının Özel Şoförü"
6. BÖLÜM "Depresyon Meselesi"
7. BÖLÜM "Gözlerinde Kuşlar Uçan Kız"
8. BÖLÜM "İyi Şeyler"
9. BÖLÜM "Cem Vakası"
10. BÖLÜM "Süper Kahraman"
11. BÖLÜM "Sıcak Yenen İntikam"
12. BÖLÜM "Huysuz ve Tatlı Kadın" (1. Kısım)
12. BÖLÜM "Huysuz ve Tatlı Kadın" (2. Kısım)
13. BÖLÜM "Kısa Boy, Uzun Dil"
14. BÖLÜM "Bir Tuhaf His"
15. BÖLÜM "Kobra Takibi"
16. BÖLÜM "Kıskanmak Aşkın Kanunu"
17. BÖLÜM "Sevdiğim Kız Bana Abi Deyince"
19. BÖLÜM "Tatlı İşkence"
20. BÖLÜM "Havadaki Güzel Koku"
21. BÖLÜM "Pamuk Prenses"
22. BÖLÜM "Bir Çuval İncir"
23. BÖLÜM "Narin'in Anahtarı"
24. BÖLÜM "Ve Nihayet"
25. BÖLÜM "Dost Tavsiyesi"
26. BÖLÜM "Aşk ve Gurur"
27. BÖLÜM "Doğru Seçenek"
28. BÖLÜM "Her Şey Karşılıklı!"
29. BÖLÜM "Sabrın Sonu Selamet"
30. BÖLÜM "İki Erkek Arasında"
31. BÖLÜM "Kuruntu Silsilesi" (1. Kısım)
31. BÖLÜM "Kuruntu Silsilesi" (2. Kısım)
32. BÖLÜM "Bir Rüya Gibi"
33. BÖLÜM "Yeni Bir Narin, Yeni Bir İhtiyaç"
34. BÖLÜM "Çifte Kumrular" (1. Kısım)
34. BÖLÜM "Çifte Kumrular" (2. Kısım)
35. BÖLÜM "Kaynanayı Ne Yapmalı?" (1. Kısım)
35. BÖLÜM "Kaynanayı Ne Yapmalı?" (2. Kısım)
36. BÖLÜM "Bir Küçük Eski Sevgili Meselesi" (1. Kısım)
36. BÖLÜM "Bir Küçük Eski Sevgili Meselesi" (2. Kısım)
37. BÖLÜM "Zayıf Nokta"
38. BÖLÜM "Büyük Bulaşma"
39. BÖLÜM "Aç, Muhtaç, Yarım"
40. BÖLÜM "Kabul Görme Telaşı" (1. Kısım)
40. BÖLÜM "Kabul Görme Telaşı" (2. Kısım)
41. BÖLÜM "Üçüncü Dünya Savaşı"
42. BÖLÜM "Tuzlu Kahve" (1. Kısım)
Dertleşme Seansı
42. BÖLÜM "Tuzlu Kahve" (2. Kısım)
42. BÖLÜM "Tuzlu Kahve" (3. Kısım)
43. BÖLÜM "Her Şey Güzel Olacak"
44. BÖLÜM "Biz"
45. BÖLÜM "Mutlu Sonsuz"
46. BÖLÜM "Gelecek" (Final)
TEŞEKKÜR
1. ÖZEL BÖLÜM "Acı Tatlı"
2. ÖZEL BÖLÜM "Tatlı Cadı, Tatlı Dil ve Tatlı Aşk"
3. ÖZEL BÖLÜM "Neşeli Günler"
4. ÖZEL BÖLÜM "En Güzel Ses"
5. ÖZEL BÖLÜM "Hamilelik Mesaisinin İlk Günü"
6. ÖZEL BÖLÜM "Huzur Kuşatması"
7. ÖZEL BÖLÜM "Hayatımızın Rutini"
AÇIKLAMA
Orta Şekerli 2 Milyon!
BURÇİN VE OZAN'IN HİKAYESİ TATLI TELVE BAŞLADI!
Yeni kullanıcı adım ve Instagram!

18. BÖLÜM "Narin Papatyanın Sığınağı"

67.7K 4.2K 491
By nurrelia

Aslında bölüm günümüz pazartesi ama bölümü yazmayı erken bitirince şu karışık günlerde belki biraz yüzünüzü güldürürüm diye paylaşmak istedim.

İyi okumalar dilerim. :)

Aynada kendime bakarken gergindim. Neredeyse elim ayağım birbirine karışacak gibi geliyordu. İyi olmuş muydum? Annem nazar duaları okuyarak çevremde dolansa da emin değildim.

Elim geçen geceden beri sürekli olduğu gibi yanağıma gitti. Nefesim boğazımda takılı kalırken Erdem'in yanağımdan aniden öptüğü o anı hatırlamaktan kaçamadım.

Ne düşünmüştü bu adam? Ne planlamıştı? Beni sinirlendirmeyi istemişti; başka ne olabilirdi ki zaten? Ama keşke sinirlenebilseydim. Keşke bir sürü tepki verip normal Narin gibi davranabilseydim. Yapamadım. Kalbim düzensiz bir ritimde atarken ayakta durabilmek için direnmekle uğraşmıştım.

Erdem sadece şakadan öpmüştü oysa. Ben neden bu kadar etkilenmiştim?

Neden, diye sordukça bir süredir aklımı kurcalayan sorumun aslında yine bir süredir bildiğim cevabını düşünüyordum.

Adamın aklımı karman çorman ettiği bir gerçekti. Çevremdeyken ben gibi olamıyordum. Ne zamandır bu haldeydim bilmiyordum. Eskisi gibi hareketlerinin beni uyuz etmediğini, aksine beni güldürdüğünü, çevremde olmasının iyi hissettirdiğini anladığımda neredeyse kendi tükürüğümle boğulacaktım.

Mümkün müydü?

Vişne çürüğü rengindeki dantel süslemeli sade elbisemin kalın kolları omzumu kapatırken hanım hanımcık görünüyordum. Hiçbir aşırılık yoktu. Elbiseleri seçerken ben de ilk giydiklerimi sevmemiştim, Erdem de benimle aynı düşünmüştü ama tepkileri daha aşırıydı, görevli kadının rahatsızlığı yüzünden okunurken kendimi mahcup hissetmiş ve onu dışarı çıkarmak zorunda kalmıştım.

Şimdi kendime bakarken, beni beğenip beğenmeyeceğimi düşünüyordum. Ama zor beğenen biri olduğunu görünce somurtmaktan kendimi alamadım. Onun gibi bir adam benim gibi bir kızı beğenmezdi ki!

Birdenbire Erdem tarafından beğenilme arzumun içime kopkoyu çökmesi beni rahatsız etmişti.

Düzleştirip biraz da buklelerle dalgalandırdığım saçlarımı bir kez daha düzelttim. Makyajımdan emin olmak için yüzümü aynaya yaklaştırırken gözüm yine yanağıma kaydı ve aklım Erdem'in öpücüğüne gitti.

Lütfen. Çık artık aklımdan!

Bugün kendimi bir kere daha ölçecektim. Erdem yanımdayken, nasıl hissettiğimi bir kere daha kontrol edecektim. Bütün bu karmaşamın sebebini artık çözecektim. Belki de sevecen, komik tavırları, uzun zamandır bir erkekten göremediğim korumacı tavırları kafamı karıştırıyordu. Belki de hiçbir şey yoktu, ben yanlış anlıyordum.

Kandır kendini Narin, kandırabilirsen tabi...

Kapı çaldığında yerimde tam anlamıyla zıpladım. Ellerimi birbirine sürterken gerginliğimin sebebinin Erdem'in gelişi değil, üst düzey insanların olacağı o davete gitmem olduğunu tekrarlayıp duruyordum.

Yersen...

Annem diafondan konuştuktan sonra hemen yanımda bitti. Gözleri ışıl ışıl bakarken omzumu sıvazladı.

Bugün öyle neşeli olduğunu görünce dünkü öfkesini, daha önce haber verilse en güzelinden elbise dikeceğine dair söylenmelerini hatırlamadan geçmedim.

"Erdem aşağıdaymış. Yukarı çıkmayayım, dedi, seni bekliyor."

Gülümseyerek havanın epey soğuk olduğunu bilerek siyah, uzun paltomu alıp topukluları giydim. En azından bugün biraz olsun uzun görünebilecektim. Ama Erdem'le boy farkımıza etkisi olmayacaktı. Adam nasıl bir gen bulmuşsa almış başını gitmişti.

İkimizi karşılaştıran kaderin niyeti neydi?

Annem duaları okuyup yüzüme üflerken ben ağırdan çıktım kapıdan. Apartmanın kapısına vardığımda ise bir süre bekleyip derin bir nefes almam gerekmişti. Ancak ondan sonra kendimi hazır hissedip çıkabildim.

Soğuk hava sert bir şekilde yüzüme çarparken Erdem'in arabasına yaslanmış, soğuğu umursamadan ayakta beklediğini gördüm. Siyah takımı içinde o uzun boyla nasıl zarif ve karizmatik durduğundan haberinin olup olmadığını merak ettim.

Kafamın içi susmalıydı en kısa zamanda!

O umarsız davranıyor olabilirdi ama kızarmış yanakları ve burnu bedeninin durumdan pek de memnun olmadığını belli ediyordu.

"Sen niye dikiliyorsun? İçeride beklesene..." diye söylenirken gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Beğenip beğenmediğini sormaya korkuyordum. Ama zaten paltomdan sadece elbisenin etek kısmı görünüyordu.

"Hiç nazik bir davranış olmazdı hanımefendi." deyip bana kapıyı açtığında kendimi içeri attım.

O da ellerini birbirine sürterek araca bindi. Arabanın içi sıcacıktı.

Yola çıktığımızda ikimizden de ses çıkmadı. Ondan tarafa bakmamak çok zordu. O takım nasıl durmuştu üzerinde öyle? Hep gündelik, rahat kıyafetlerle gördükten sonra bünyeme ağır geliyordu bu görünüşü.

Kendime onunla ilgili dürüst olma izni verdim. Karizması vardı, yakışıklıydı, bugün daha da yakışıklı olmuştu. Ama gülümsemesini istiyordum. Bu haline güzel bir gülümseme iyi giderdi.

Oh be! Rahatladım.

"Hava da soğuk..." diye mırıldandım. Sessizliğe dayanamıyordum. Erdem'in bu sessiz haline hiç dayanamıyordum. Hadi beni anladım da bu adam neden gergin duruyordu? Neden dut yemiş bülbül gibi susuyordu?

"Evet. Ama normal tabi... Kıştayız halen."

Çok güzel sohbetimiz vardı doğrusu. Ben de telefonumu çıkarıp oynamayı seçtim. Bu gerginliği tamamen üstüme alıyordum. O da görünüşümle ilgili hiçbir yorum yapmayarak beğenmediğini hissettiriyor ve gerginliğimi katlıyordu.

Sonunda davetin olacağı otele vardık. O ana kadar da birkaç genel konu dışında konuşmamıştık. Kendime rahatlama telkinleri versem de Erdem'le yan yana yürürken hiçbirinin faydası olmuyordu.

Girişteki görevliyle konuşa görevi Erdem'indi. Ben de kasılmaktan ortadan ikiye ayrılmamak için direniyordum. Yanımızdan geçen ışıltılı kadınlara göz gezdiriyor ve onların yanında epey sönük kaldığımın bilincine varıyordum. Hepsi zenginlik içinde büyümüş asil insanlarken ben daha elimi nereye koyacağımı bilemiyor oluşumun utancını yaşıyordum. Sırtımı dikleştirip kendimden emin durmaya çalıştım. En azından rol yapabilirdim.

Göz kamaştıran salona girdiğimizde bir görevli paltolarımızı aldı. İster istemez o kalabalıkta acaba bizim paltolarımız karışır gider mi, diye düşündüm. Sonra kendi düşünceme güldüm. Bu kadar organizasyon yapan adamlar bunu düşünmeyecekti sanki.

Erdem'in bakışlarını üzerimde hissetmem de tam kendimle alay ettiğim o ana denk geldi.

"Niye gülüyorsun sen öyle?"

Beni almaya geldiği andan beri yüzündeki o gergin, somurtkan ifade kaybolmuşa benziyordu. Rahatlayarak gülümsememi genişlettim.

"Hiç! Saçma şeyler düşünüyordum." Başımı iki yana sallarken konuyu değiştirdim. "Ne kadar da güzel bir yer... İnsanlar... Çok havalı..."

Erdem ellerini kumaş pantolonun ceplerine yerleştirirken pek etkilenmiş görünmüyordu. Gözlerini altın rengi örtülerle örtülmüş, çiçeklerle süslenmiş masalarda, birbirleri ile kırılacak gibi konuşan insanlarda gezdirirken aslında onun da hiç davet insanı olmadığını fark etmiştim. Oraya ait değildi. Oraya ait olmaya da çalışmıyordu. Ve bundan da hiç şikâyetçi görünmüyordu.

"Evet." deyip sanki ilk defa görmüş gibi başını salladı. Bense onun gibi değildim. Kendimi eğreti hissediyor ve oradaki insanlara uyamadığım için geriliyordum.

"Sönük kaldım sanırım."

Erdem'in bakışları bana çevrildi. Yukarıdan bana uzun uzun baktı.

"Narin." Yutkundum. Sanki dünyanın en önemli sırrını açıklayacakmış gibi bana yaklaşması da hiç yardımcı olmuyordu. "Gerçekten çok güzel olmuşsun. Buradakilerden eksiğin yok. Hatta fazlasın bile."

Bacaklarım beni nasıl taşıdı, nasıl ayakta kaldım anlamadım. Alay ettiğini düşünemeyeceğim kadar ciddi bakıyordu. O koyu kahverengi gözler birdenbire beni yutan kara kuyulara dönüşmüş gibiydi.

Allah'ım bana neler oluyor?

"Te-teşekkür ederim." Adeta kekelerken konuşmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Doğal davranmaya çalıştım. "Bu elbiseyi de beğenmediğini düşünmeye başlamıştım."

Beni baştan aşağı süzdü. Gözlerinin geçtiği her yerde iz kalıyordu sanki. Benim hissettiğim görünmez bir iz...

"Gayet iyi. Elbiseyi taşıyan sen olduktan sonra, pek de bir önemi yok."

Ne demek istediğini anlamayarak baktığımda işaret parmağını burnuna dokundurması utandığı anlamına geliyordu. Bu hareketini çok seviyordum. Koca adam küçük bir çocuk gibi utangaç bir şekilde gülümserken o tuhaf dokunuş onu daha da sevimli yapıyordu.

Allah'ım sen aklıma mukayyet ol.

"Ne demek istedin?" dedim gözlerine bakmaya çalışarak. Ama o kafasını çevirdi.

"Gel, bak burada tanıdık birini gördüm."

Hızla gösterdiği tarafa doğru ilerlediğinde topuklu ayakkabılarım izin verdiğince ona yetişmeye çalıştım. Az önce olanlardan bir şey anlamazken Erdem'in beni başka bir lokantanın yaşlı, gür bıyıklı sahibiyle tanıştırması ile soru işaretlerim de geri plana atılmıştı.

Tanışma merasimleri devam etti. Erdem ortama gayet hâkimdi. Birkaç kişiyi önceden tanıyordu, birkaçıyla da orada tanışmıştı. Zaten onu tanımasalar bile, yemeklerini biliyorlardı. Zaten bu şehirde olup da onun yemeklerini bilmeseler ayıp kaçardı.

Sohbetlere katılmaya çalışarak bir süre kendimi zorladım. Ama buradaki insanlar benden çok daha yukarıdaydı. Ben hiyerarşik tablonun en altında kaldığımı bilerek geride kalmanın doğru olduğunu düşündüm. Erdem bazen beni sohbete dâhil etmeye çalıştı ama geri kalanında benimle ilgili konuşma görevini kendine aldı. Ben de şikâyet etmedim. Rezil olmaktansa Erdem'in ipleri elinde tutması iyi olabilirdi.

Ama yine de moralimin bozulmasını engelleyememiştim.

Bir masaya geçip oturduğumuzda içeceklerimiz ve aperatiflerle ilgilenip nazik bir şekilde dans edenleri izlemeye koyulduk. İnsanlar şaraplarını yudumlarken ben vişne suyunu tercih etmiştim. Ailecek alkol sevmezdik zaten.

Erdem dans edenleri işaret ederek homurdandı.

"Kusura bakma. Dans etmeyi hiç beceremiyorum. Böyle kös kös oturmamıza sebep oldum ama kalabalık yerlerde yapabileceğim bir şey değil."

Bundan gerçekten üzüntü duyduğunu hissettim. İsteyip de yapamadığı için sızlanıyor gibi görünüyordu. Ama ben başarısızlık hissimle zaten dans etmeyi istiyor da değildim.

"Bücür cadı, neden suratın sirke satıyor senin?"

Yakalanmıştım. Dirseklerini masaya yaslarken dikkatle bana bakıyordu. Ben de düşüncelerimi gizlemek istemedim.

"Kendimi... Nasıl desem... Ezilmiş hissettim. Başarısız biriyim. Diplomam dışında hiçbir şeyim yok. Annemin hatırı olmasa iş bile bulamazdım."

Fazla mı döküldüm diye düşünerek gözlerimi masanın üzerinde birleştirdiğim ellerime diktim.

"Narin... Böyle düşünme." Parmaklarını masaya vurdu. "Bak bakayım bana." Gözlerimi kaldırıp onun gülümseyen yüzüne tezat ciddi bakan gözleriyle buluşturdum. "Olay diplomadan ibaret değil. Bakma sen buradaki insanlara... Sanki onlar eskiden çok mu iyiydi? Bazıları en pahalı üniversitelere yüz binler dökerek okudu, kimisi ailesinden hazır olan bir işi alıp epey sallandıktan sonra bu hale geldi. Hem Onur'u duymadın mı dün? Onur'un iş konusunda birini beğenmesinin ne kadar zor olduğunu bilsen, şimdi göbek atıyor olurdun. Anlatabiliyor muyum?"

Gülümsemekten kendimi alamadım.

O ise devam etti.

"Bak, idareten birkaç gün senin yapman gereken işlerin bir kısmını ben yapmak zorunda kaldığımda kendimi çölde kalmış penguen gibi hissettim. Sana basit işler yapıyormuşsun gibi gelebilir ama herkesin kendi çöplüğü var. Çok düzenlisin, sorumluluk sahibisin, işini hiç aksatmıyorsun. Daha ne isteyecek bu millet? Önceki mühendis... Arkasından konuşmak istemiyorum ama..." Kaşlarını iyice kaldırdı. Bu haliyle pandomim sanatçısı gibi olmuştu. Kıkırdamadan duramadım. "Tamam, arkasından konuşmayı çok istiyorum. İyi dayandım zaten. Kadın dehşetti. Sözde çok yüksek bir ortalama ile mezun olmuş, yok şunun seminerlerine gitmiş, yok şunun kursuna katılmış. Ama numune tüplerini karıştırıyordu! Bildiğin günleri, saatleri dizmeyi bilmiyordu."

Ben tekrar gülerken o ciddileşip kaşlarını çattı.

"İnanıyorum, çok iyi yerlere geleceksin. Şimdiki haline bakma. Sen bu çalışkanlıkla yaparsın, bücür cadım."

Bücür cadım... Bunu söylediğinin farkında değilmiş gibiydi. Gözlerini kolundaki saate çevirdi. Benim kalbim öyle bir atıyordu ki gövdem titriyordu.

"Bence yeterince katlandık. Gidelim artık." dediğinde bunu beklediğim için sevinçle kalktım.

"Bence de!"

Arabaya bindiğimizde o kadar rahatlamıştım ki bütün vücudum gevşemiş, erimişti. Erdem ise arabayı kullanırken ıslık çalıyordu. Şarkının Barış Manço'dan olduğunu fark etmiştim. Barış Manço'nun yaşadığı yıllarda ergenliğinde olduğunu düşündüm, nedense her şey çok oturuyordu. Barış Manço dinleyen küçük Erdem... Harikaydı.

Arabayı kenara çektiğinde ise anlam veremedim. Tenha bir yerde durmuştuk.

"Gece çok sıkıcıydı." Direksiyona yaslanmış, vücudunu bana çevirmişti. "Böyle bitmesini istemiyorum."

Şaşırarak gözlerimi iri iri açtım.

"Ne yapacağız?"

"Dans edeceğiz." Yüzünde o kadar keyifli bir gülümseme vardı ki...

"Nasıl? Hani dans etmiyordun sen?"

"İnsanların içinde etmiyorum, dedim. Kurtları dökmeden eve gitmek olur mu? Yeterince kasıntı bir ortamdan çıktık, rahatlamak hakkımız."

Ben bir cevap veremeden paltosuna sarınıp arabadan dışarı fırladı. Hava soğuktu ama Erdem hevesle beklerken ben içeride duramayacağımı hissettim. Ben çıktığımda telefonunu çıkardı, bir şarkıyı açtı. Az önce ıslıkla çaldığı Barış Manço şarkısı olduğunu fark etmiştim.

Yerinde sallanmaya başladığında gerçekten de kötü dans ettiğini anladım. Ama artık umursamıyor gibiydi, telefonunu cebine attı, şarkının sesi boğuk geliyordu ama dans etmemize yetecek kadar da duyuluyordu.

Onun dans edişine kıkırdarken ellerimi çırpıyordum.

"Penguen gibisin!"

İyi ki çevrede kimse yoktu. Çok rezildik.

Barış Manço ise bana yıllar öncesinden "Al, işte halin." der gibiydi.

"Nasıl anlatsam bilemiyorum, içim içime sığmıyor.
O deli dolu, neşe dolu kişi ben değilim sanki.
Dışarısı buz gibi, lapa lapa kar var, benim içim yanıyor.
Eksi kırk derecede soğuk suda bile yüzerim inan ki..."

Erdem ise benim ellerimi yakalayıp kendine çektiğinde şaşkınlıkla karşı çıkamadım. Eller soğuktu ama umursamıyor gibiydi. Ben de ona ayak uydurmaya çalışırken gülmekten kendimi alamıyordum. O kadar tuhaf ama bir o kadar da eğlenceliydi ki! Erdem'i hiç böyle görmemiştim. Neşesiyle neşe buluyordum.

Barış Manço da güzel sesiyle bize eşlik etmeyi sürdürüyordu.

"Kara sevda, kara sevda, dedikleri daha ne olabilir ki?
Kara sevda, kara sevda, beni senden kim ayırabilir ki?
Çocukça bir aşk deyip de geçme sakın gülme halime
Nasıl olduğunu anlayamadım ama seviyorum seni delicesine."

Birden Erdem'in burnuna düşen kar tanesini fark ettim. O da fark etmişti.

"Kar yağıyor."

"Evet..." dedim. Ama birikmeyeceğini, hemen geçeceğini biliyordum. Öyle dolu dolu hiç kar yağmazdı. Her kış bir sefer atıştırır, en azından kar yağıyor, diyebileceğimiz kadar sürerdi. Sonra da soğuk havada başka bir şey kalmazdı.

İçim soğukla hafifçe ürperince titremişti.

Elleri hala ellerimi kavrayan Erdem bana dikkatle baktı.

"Üşüdün mü?"

Başımla onu onayladım.

"O zaman ısıtayım seni." dediğinde beni iyice kendisine çekip sarılması da hesaplarımda yoktu. Nefesimi tutmuştum, belki kalbim atmayı, beynim çalışmayı bırakmıştı. Kolları sımsıkıydı, kısa boyumla sarması kolay bir insandım. Sanki yapboz parçası gibi onun bedenine yerleşmiştim.

Ferah da bir kokusu vardı paltonun yün kokusuna karışıp burnuma dolan. Yoğun ya da kışkırtıcı değildi, sadece rahatlatıcıydı.

Bir an tereddüt etsem de karşı koyamadım kendime ve kollarımı bedenine sardım. Çocuk gibi kalıyordum ve ellerim birbirine ancak yetişmişti sırtında. Yine de bu halimizden dolayı mutluydum.

İçim pır pır ediyordu. Uzun zamandır böylesi bir heyecan ve yoğunluk yaşadığımı hatırlamıyordum.

Babam öldüğünden beri böyle sımsıcak olduğum, tamamlandığım bir sarılma yaşamamıştım. Babam gittiğinden beri bir adamın bana böyle korunaklı bir sığınak olabileceğine inanmamıştım.

Babam gibi sarılmıyordu. Onun gibi olmasını beklesem de değildi. Bambaşka bir şeydi. Ama aynı güzel hisleri veriyordu.

"Narin bir papatya gibisin." diye mırıldandı. "Babanın neden bu ismi verdiğini anlayabiliyorum."

Kalbim daha da çok kavruldu. Daha fazla eridi. Onun sözleriyle akıp gitmek istiyordu sanki.

Düşündüm. Geçen zamanı düşündüm. Babamın ölüm yıldönümünde moralimi nasıl düzelttiğini, Cem'e karşı benim için nasıl rol kestiğini, kardeşiyle onu gördüğüm gün nasıl krizlere girdiğimi...

Bu adama karşı farklı hislerim vardı. Bunu yeni fark ediyor değildim. Ama o hislere isim koymaya hiç yanaşmamıştım. Şimdi onun kollarında böyle huzurlu ve mutluyken kendime çekinmeden söyleyebiliyordum.

Seviyorum. İşte bu kadar...

Kendi kendime ettiğim bu itirafın yoğunluğu ile gözlerim doldu. Yüzümü daha güçlü bastırdım gövdesine. Ben daha duygularımı isimlendirmenin şaşkınlığını sindirememişken omuzlarımdan tuttu ve beni bedeninden uzaklaştırdı. Boşlukta kalmıştım. Sanki korunaklı bir yuvadan boşluğa düşmüştüm. Şarkının bittiğini, karın durduğunu ancak o zaman fark ettim.

"Sana bir şey söylemem gerek."

Yol lambalarının loş ışığında gözleri kapkara görünüyordu ve hiç tereddütsüz benim gözlerime bakıyordu. Omzumdan kavradığı elleri güçlüydü. Gözlerimi kırpıştırırken sesimi zar zor bulup "Söyle..."diye mırıldandım.

"Narin, ben..." Yutkundu. Âdem elmasının kıpırdanışını, derin nefesle şişen gövdesini, sonrasında dişlerini birbirine bastırdığından olsa gerek gerilen çenesini seyrettim. "Ben..." Her ne söyleyecekse zorlanıyor gibiydi ve ben adeta nefes alsam suç işleyecekmişim gibi gözümü dahi kırpmadan ona bakıyordum. Sonunda başını kendinden emin salladı. Ağzını açtı ama onun sesi değil, benim telefonumun zil sesi çınladı.

Bozuk bir yüz ifadesi takınırken omzumu tutmayı bıraktı ve elini sallayarak açmamı işaret etti. Ben de mahcup hissederek telefona baktım. Aslında niyetim meşgule alıp her ne söyleyecekse devam etmesini istemekti ama ekranda yanıp sönen "Annem" kelimesi beni bundan alıkoydu.

Ona döneceğim dediğim saatten daha erken bir vakitteydik. Öyle kolay kolay aramazdı. Hem aralıksız çalan telefondan adeta telaşını hissedebiliyordum.

Tedirgin olarak açtım.

Teyzem hastalanmıştı ve eniştem onu almak için yola çıkmıştı. Aydın'dan bir saate kadar geleceğini söylemişti. Annem de çok üzgün ve tedirgindi. Hemen eve gelmemi istiyordu.

İşin aslı, teyzem başı ağrısa ölüyorum diye ortalığı ayağa kaldıran bir kadındı. Hastalık hastasıydı ve bazen ilgi görmek için bile hastaymış gibi yapardı. Ama annem her seferinde acı çeker, telaşlanır ve birkaç gününü teyzemin başucunda geçirirdi. Tabi anneme bir şey diyemezdim. Sonuçta kardeşiydi.

Telefonu kapatıp Erdem'e durumu açıkladıktan sonra "Gitmem gerekiyor." dedim. Anlayışla başını salladı.

Biraz çekinerek de olsa "Ne söyleyecektin?" deyip beklentiyle baktım.

Önce burnuna dokundu, sonra elini kısa saçlarının üzerinde gezdirdi, bu sırada bana bakmıyordu, gözleri yerdeydi.

"Neyse... Sonra söylerim."

Israr etmeye niyetlensem de içimde bir şey beni tuttu. Kafası karışık olduğunu işaret eden dalgalı bakışları mı sıkıntılı yüz ifadesi mi bilmiyordum ama durdum. Yine de ne söyleyeceğini merak ettim.

Arabaya bindik ama ikimiz de sessizdik. Arada ona kaçamak bakışlar attım ama o gözlerini yoldan ayırmadı. Düşünceli halini neye yoracağımı, yarım kalan sözlerinin ne olduğunu bilmiyordum. Kafamın içi arap saçına dönmüş halde ondan bir tepki beklesem de sonuçsuz kalmıştı bekleyişim.

Eve vardığımızda arabadan inip eve girmemi bekledi. Apartmanın kapısını açarken ona gülümsedim ve aynı şekilde karşılık aldığımda kalbimin kulaklarımda atmasına engel olamamıştım.

"Annene selam söyle." deyip sevimli bir ifadeyle elini salladı.

Bir kez daha içimden taşan bir gülümseyiş gönderdim ona. Ve bakışlarını içime çekip apartmandan içeri girdim.

Gülümseyişi, bana sarılışı, bana söylediği her güzel söz aklımda dolaşırken ben aynı kelimeyi tekrar edip duruyor ve kendime olan itirafımı sindirmeye çalışıyordum.

Seviyorum... Seviyorum...

Continue Reading

You'll Also Like

24.3M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
11.6M 177K 16
17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜM VE ÖZEL BÖLÜMLER YAYIMDADIR. Gecenin k...
2.7M 92.3K 41
Tek gece de mi? Tek gece de mi olmuştu bu? "Ya birşey söylesene!" "Ne diyeceğimi bilemiyorum." O gecenin ardından yaklaşık 2 ay geçmişti. Baş dönmes...