SOĞUK MEVSİM

By nilsuaksu11

49.8K 5.2K 291

"Buzun altında can çekişirken bulmuştu beni şifam, dudaklarıma yaşam nefesi vermişti." Peki, beni ölümün soğ... More

GİRİŞ
1.Bölüm ''SOĞUK TEBESSÜM''
2.Bölüm ''KARANLIK GÖLGELER''
3.Bölüm ''SOĞUK KIZ''
4.Bölüm ''RUHANİ YARALAR''
5.Bölüm ''KIŞ RÜZGARI''
6.Bölüm ''GECE YARISI''
7.Bölüm ''ZAMANSIZ KADER''
8.Bölüm ''ŞEFKATLİ KOLLAR''
9.Bölüm ''OKYANUSUN KALBİ''
10.Bölüm ''KALABALIKTA YALNIZLIK''
12.Bölüm ''CAN KIRIKLARI''
13. Bölüm ''RUHUN ŞİFASI''
14.Bölüm ''AŞKIN TARİFİ''
15.Bölüm ''SÖNMÜŞ YILDIZLAR''
16.Bölüm ''KALPLERİN GÜRÜLTÜSÜ''
17.Bölüm ''YOLDA OLMAK''
18.Bölüm ''KARANLIK TARAF''
19.Bölüm ''DÜRTÜLERİN KURBANI''
20.Bölüm ''OYUN ve SAVAŞ''
21.Bölüm ''KADER BAĞLARI''
22.Bölüm ''YILBAŞI GECESİ Part 1''
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52.Bölüm
53.Bölüm
54.Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57.Bölüm
58.Bölüm
59.Bölüm

11.Bölüm ''BEYAZ KRİSTALLER''

1K 136 3
By nilsuaksu11

Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın, kar tanelerim:)))

Emir Can İğnek, Aç Bağrını

Madrigal, Ne Zamandır Sendeyim

11. BÖLÜM

''BEYAZ KRİSTALLER''

İstanbul'a kış çok erken gelmişti.

İstanbul'un kutsal toprakları gelin gibi beyazlara bürünmüştü. Şehrin ortasında pek de bulunmayan ağaçların üstleri, binaların damları, camilerin ve sarayların kubbeleri, iki kıtayı birleştiren köprüler kar altında kalmıştı.

Gökyüzü, soğuk gözyaşlarını toprak anaya beyaz kristaller şeklinde sunuyordu.

Mesafesi kısa fakat hava koşullarından dolayı Baran'ın evine neredeyse bir saatte varmıştık. Yolculuk benim için oldukça keyifli geçmişti. Yolları aydınlatan lambaların ışığında daha belli olan ve trafik ışıklarının üç farklı rengine bürünen kar yağışını izlemek huzur vericiydi, tabii kucağıma sıcaklığını ileten ve huzurlu olduğunu düşündüğüm uykusundaki Baran, huzurla sakinleşen kalbimi onun varlığıyla göğüs kafesime deprem etkisi yaratan çarpışları heyecanlanmama neden olmuştu.

Mete, arabayı rezidansın kapalı otoparkına sorunsuzca sokmuş, güvenlikler onu tanıyor olacak ki geçmesine izin vermişlerdi. Pelin'i Mete, Baran'ı ise ben uyandırmıştım.

Uyku mahmuru yeşil gözleri yüzümü buldu ilk önce. Dudaklarının kenarındaki istemsiz kıvrım dikkatimi çekse de doğrulmasına yardım ettim.

Sessizliğimizi koruyarak arabadan indik ve Baran'ın peşine takılarak asansöre bindik. Pelin ve Baran durmadan esnedikleri için bende esnemeye başlamıştım. Zaten uykum vardı, şimdi bastırmaya başlamıştı.

Yaklaşık kırk bir kat çıkmıştık. Asansörün çıktığı son kattı bu. Asansörden indik ve Baran'ı takip ettik. Bu sırada yanımda yürüyen Mete kolunu omzuma attı. Başımı çevirip ona baktığımda samimi bir gülümsemeyi bana bahşetti, aynı içten bir gülümsemeyle ona karşılık verdim.

Bu kat, rezidansın son katıydı ve anladığıma göre burada sadece bir daire vardı. Baran kısa koridorun sonundaki kapının yanında bulunan siyah ekrana başparmağını bastırdığında kapı otomatik açıldı.

''Teknoloji...'' diye fısıldadı içimdeki ses değil Pelin.

''Teknoloji değil bacım bu, zenginlik.'' dedi, Mete kolunu benden çekip Baran'ın ardından eve girerken.

Kapıdan içeri girdik ve ardımdan kapıyı kapattım. Kapı hemen salona açılıyordu. Devasa cam duvarla kaplı salon daha çok siyah renklerle dekore edilmişse de çok ferah görünüyordu. Salonda az ama öz mobilyalar ve dekorlar vardı. İçeride yoğun bir ışık yoktu; daha çok abajurların aydınlığında loş ışık hâkimdi. Salonun belli köşelerine konulmuş geniş saksılara dikilmiş büyük salon bitkileri salona renk vermişti. Mutfak salonun içindeydi fakat Amerikan tarzı olduğu için modern görünüyordu. Salonun bir tarafında iki siyah kapı, o tarafta ahşap merdivenler vardı. Bu daire loft daireydi.

''Evin güzelmiş.'' dedim, etrafa biraz daha bakınarak. Baran'ın bakışlarını üzerimde hissettim.

''Evet, güzelmiş. Tuvalet ne tarafta acaba?'' Pelin'in sorusuna gülmemek için kendimi tuttum.

Baran eliyle göstererek, ''Karşıdaki iki kapının sol tarafındaki kapı.'' dedi, hala uykuluydu.

Pelin, aceleyle tuvalete koştu.

Mete, ''Pelin'den sonra elimi yüzümü yıkayıp hemen yatmak istiyorum.'' dedi.

Baran, ''Yukarıdaki benim banyomu kullan, dolaptan da üzerine bir şeyler alırsın.''

Mete, ''Eyvallah, kardeşim.'' diyerek Baran'ın omzuna dostça vurduktan sonra yorgunca merdivenleri tırmanmaya başladı.

Baran'ın bakışları tekrar beni bulduğunda üzerimi inceledi. ''Siz elbiselerle kaldınız.'' Benim bir şey söylememe gereke kalmadan cebinden telefonu çıkarıp birisini aradı. Biraz bekledikten sonra telefon açılınca kulağına götürdü. ''Rahatsız etmiyorum umarım?'' Karşı tarafı dinlerken gülümsedi. ''Biliyorum biraz geç oldu fakat bana iki takım kadın pijaması gerekiyor.'' Karşı tarafı dinlerken gözleri yine beni buldu. Yüzümü incelerken birden kaşları çatıldı, gözlerini kaçırdı ve ''Anlamadım, Gülseren abla. Yeniden söyler misin?'' dedi. Bana arkasını döndü. ''Tamam, bekliyorum. Çok teşekkür ederim.''

''Size kıyafet geliyor.'' dedi, bana dönerken.

Başımı salladım. ''Duydum, teşekkür ederiz.''

Başını salladı o da.

Ayağımdaki topukluları çıkarıp kenara koydum ve koltuğa doğru paytak adımlarla yürümeye başladım.

Dünya varmış be! Topuklu ayakkabıdan sonra bastığım zemin pamuk gibi gelmişti. Koltuğa attım kendimi. Yorulmuştum ve başım da hafif ağrımaya başlamıştı. Uyumak kesinlikle ilaç gibi gelecekti.

Baran'da karşıdaki tekli koltuğa attı kendini. Yayvanca yatar gibi oturdu, gözlerini kapattı. Alkollü olduğunu biliyordum ama hiç belli etmiyordu, büyük yetenekti.

''İyi misin?'' diye sordum, onu incelerken. Saçları dağılmıştı ve pantolonun içine soktuğu gömleği çıkmıştı, kravatını genişletmişti.

Gözleri açılmadan başını salladı fakat başını sallamasını başını döndürmüş olacak ki yüzünü buruşturdu.

''İyiyim,'' dedi, fısıldar gibi.

''Aynen, ben de Messi.''

Burnundan nefeslenir gibi güldü ama bir şey demedi. Gerçekten de konuşmaya bile hali yoktu. Onun yerine ben konuşurdum.

''Bu gece çok içtin, garsonlar peşinde pervane oldu sana şampanya yetiştirecekler diye.''

Gözlerini biraz açıp o aralıktan bana baktı. Yamuk ağız, Kavak Yelleri Efe gülüşünü dudaklarına yerleştirdi.

''Bütün gece beni izledin...'' dedi, nefeslenir gibi keyifle.

Gözlerimi kaçırdım. ''Ne münasebet! Arada gözüm çarptı.''

''Aynen, ben de Ronaldo.'' dedi, beni taklit ederek.

Bir süre sessiz kaldık. Koltukta uyuyakalmıştı; ona seslendiğimde duymamış, tepki vermemişti.

Kapı çalınca hızla yerimden kalktım. Büyük ihtimalle pijamalar gelmişti. Kapıyı açtım ve karşımda yaşını almış, kısa boylu hafif tombul bir teyze duruyordu. Çehresine sinmiş samimiyet bir meleğin dokunuşu gibi masum ve saftı. Kucağındaki sepeti tutuyor ve yüzüme gülümseyerek bakıyordu. Onun ifadesi beni de gülümsetti.

''İyi geceler, kızım. Baran Bey oğlum pijama istemişti benden.''

''Evet, siz geçin isterseniz içeri?'' dedim, kapının önünden çekilirken. Tam içeriye girecekti ki elindeki sebepti kaptım. ''Teşekkür ederiz.''

''Rica ederim, kızım.'' Etrafına hızla bakındıktan sonra Baran'ı koltukta uyurken gördü, kıkırdayıp bana döndü. ''Bu gece misafirsiniz galiba? Ben gidip misafir odasının ve üst katın yataklarının çarşaflarını değiştireyim.'' Başımı salladım sadece. Kadın, üzerimdeki elbiseyi kısaca süzüp tuvaletin yanındaki odaya yöneldi.

Ben de peşinden gittim fakat odaya girmeden yanındaki kapıya vurdum. ''Pelin? Çok kaldın içeride, iyi misin?'' Ses gelmiyordu. Kapıya biraz daha sert vurdum fakat ses yoktu. İçimde doğan bir korkuyla hızla kapı kolunu davrandım, şanslıydım ki kapıyı kilitlememişti. Banyoya girdiğimde gördüğüm manzara karşısında ilk önce şoka girdim. Gördüklerime inanamıyordum.

''Pelin?'' diye fısıldadım. ''Pelin?..''

Klozete oturmuş, başını yanındaki duş kabininin canıma yaslamıştı. Muhtemel işerken uyuyakalmıştı. Ne vardı ki elbisesi yere doğru dökülmüş, bacaklarını kapatmıştı.

Daha fazla dayanamadım ve kahkahayı bastım. Üzerimdeki yorgunluğa rağmen karnımı tutarak kasıla kasıla güldüm. Gözlerimden yaş gelmeye başlayınca sonunda sesime uyanan Pelin, mahmur ve şaşkın gözlerini banyoda gezdirdikten sonra bana çevirdi. Daha sonra oturduğu yere baktı. Donup kaldı. Tekrar bana, felç inmiş ifadesine bürünerek baktı.

''Ay siktir! Yok artık!'' dedi, kendi kendine. O da inanamıyordu bu vaziyetine. Az da olsa duran kahkahalarım Pelin'in ifadesiyle daha da çoğalırken Baran'ın sesi duyuldu.

''Soğuk kız?''

''Gelme!'' diye bağırdı Pelin kapıya doğru. Sonra bana dönüp, ''Kapatsana kapıyı be!'' diye çemkirdi.

Arkamı dönüp kapıyı kapatırken Baran karşımda dikildi. Yaşlı gözlerle gülerken onun da dudakları kıvrıldı lakin Pelin'e doğru bakacakken yüzüne kapıyı kapattım.

Pelin'e döndüğümde ise gülmekten neredeyse çatlayacaktım. Bacakları uyuşmuş olacak ki zorla klozetten kalktı ve eteğinin altından kilodunu çekti. Daha sonra klozetin içine bakıp ardından sifonu çekti. Gülmekten yarılmak üzereydim ki bana attığı bakışla avucumu dudaklarıma bastırdım.

Pelin, toparlandıktan sonra hızla banyodan çıktım ve içime attığım kahkahamı bıraktım. Gözümün önüne geldikçe daha da gülüyordum. Üzerimdeki elbiseyi umursamadan kendimi koltuğa bıraktım. Gözlerimin yaşını silerken Baran ayakta dikilmiş bana bakıyordu.

''Neye güldün bu bakar?'' dedi, merakla.

Gülmelerim durmuştu ki kıkırdadım yine. ''Ne sen sor ne ben söyleyeyim...'' dedim.

Misafir odasından çıkan teyze, merdivenleri tırmanacaktı ki Baran onu gördü ve peşine takıldı. ''Sağ ol, Gülseren abla. Bu saatte rahatsız ettim seni.''

Gülseren abla, Baran'ın omzuna vurdu. ''Ne rahatsızı oğlum, ben de bu binada oturuyorum ya senin sayende. Asansör taşıyor beni, yorulmuyorum.'' dedi, tatlı tatlı gülerek. Aralarında sohbet ederek merdivenleri tırmandılar.

Ben de bu sırada yerimden zorla kalktım sepeti elime aldım ve lavaboya girdim. Pelin yüzünü yıkıyordu. Dağılan ve enseme dökülen saçlarımı tek omuzumda topladıktan sonra sırtımı Pelin'e dönerek, ''Fermuarı açar mısın?'' Yüzündeki makyajı el sabunuyla temizleyen aşırı akıllı arkadaşım yüzünü havluyla kuruladıktan sonra uykulu adımlarla arkama gelip fermuarımı açtı. Üzerimdeki elbiseyi özenle ve dikkatlice çıkarıp kapının arkasındaki askılığa astım. Sepetin içinden elime gelen bir pijama takımını ise üzerime geçirdim. Gülseren ablanın getirdiği bu takım yumuşacık ve sade bordo renkli bol bir uzun kollu pijamaydı, diğeri ise bu pijamanın krem rengiydi. Pelin'in de elbisesini çıkarmaya yardım ettikten sonra o da pijamasını giymiş ve elbisesini benim elbisemin yanına asmıştık. Pelin, lavabodan çıktığında ben de yüzümdeki makyajı mecburen el sabunuyla temizlemiştim. Sabun yüzümdeki makyajın çoğunu temizlemeyi başardığında mutlulukla yüzümü kurulayıp rahat bir edayla lavabodan çıktım.

Salona girdiğimde Gülseren ablanın dış kapıdan çıktığını gördüm ve Baran'la Pelin'in konuşmalarını duydum.

Baran, ''Misafir odasında kalabilirsiniz. Büyük çift kişilik yatakta rahat yatacağınızı umuyorum.'' dedi, otel sorumlusu edasıyla.

''Teşekkür ederiz, Baran. İyi geceler.'' dedi, Pelin aşırı uykulu bir edayla. Arkasını döndü ve beni gördüğünde gülümseyip yanımdan geçti, odaya girip kapıyı ardından kapattı.

Baran'da üzerini değiştirmiş, siyah bir eşofman altı ve üzerine beyaz bir tişört giymişti.

Karşısındaki koltuğa kendimi bıraktım. Baran'a bakmayı denedim lakin hemen yanımdaki büyük camın ardındaki ışıklar arasında kaybolmuş, zemini karla kaplanmış İstanbul'a baktım.

İstanbul'a bu yükseklikten bakmak ayrı bir güzeldi. İstanbul hep güzeldi. İki farklı kıtasıyla dünyanın gözbebeği, ilgi odağıydı. İki kıtanın dudaklarını birbirine değdiren köprülerin varlığı gündüze görsel şölen, geceye yıldızlar gibi ışık oluyordu. İstanbul'u yaşayabilen anlardı İstanbul'un dilinden. Güneşin doğuşundaki ve batışındaki kızıl gölgeler, İstanbul'un acısını örterdi. Boğazdan dökülen sular, gözyaşları gibi Marmara'ya dökülür, göz çukurları gibi Marmara'ya dolardı.

''Yine daldın gittin, soğuk kız?'' Sesi duyulunca bakışlarımı ona çevirdim. Yüzü yorgunluktan çökmüştü ve saçları birbirine girmişti, gözleri ise kapanmak için onu diretiyor gibiydi.

''Berbat görünüyorsun,'' dedim, hafif bir dalgayla ama doğruydu.

Yorgunca gülümsedi. ''Ben de tam sana, ne kadar güzel göründüğünü söyleyecektim. Vaz geçtim.'' dedi.

İçimdeki buzulların tehlikeli bir hızla eridiği hissediyordum. Bu çok korkunçtu. Çocukluğumdan beri kendi etrafımda ördüğüm buzdan duvarların bu hızla erimesi asla alışkın olduğum bir şey değildi. Eriyen soğuk sular altında boğulmam ise an meselesiydi.

Aramızdaki çekimi hissediyordum. Onu ilk gördüğüm anda orman yeşili gözlerinde açan güneşi görmemek imkânsızdı. Bana baktığında güneşin ışığı gölgede kalmış ruhumu aydınlatıyordu. Bu çok tuhaf fakat kalbimde hissettikçe çok heyecanlı ve güzel bir duygu olduğunu anlamıştım.

Neydi bu duydu? Kendime itiraf etsem, o güneş batar mıydı onun orman gözlerinde? Ya tekrardan gölgeye kalırsam, ya tekrardan üşürsem?

Sustum.

Ruhumun sesini duydum lakin kalbimdeki bu nabzın sesini duymamayı yeğledim.

''Kesin senin Nutella stoğun vardır...'' dedim, kendimden emin bir ifadeyle. Konuyu değiştirmemi anlamıştı lakin üzerine gitmedi.

''Şüphen mi var?'' diye sordu, daha çok soru gibi değildi. ''Bir koca dolap dolusu boy boy çikolatalarım var.'' Sesi, kendinden gurur duyar gibi çıktığı için hafifçe kıkırdadım.

''Dünya, Nutella kıtlığına girse senin stoğunla bu sorun çözülür.''

Kaşlarını çattı. ''Kimseye vermem çikolatalarımı.''

Kısa bir süre yüzündeki ifadeyi izledim, gözüme çok tatlı gelmişti. Kendimi alıkoyamadım ve, ''Çocuk gibisin...'' dedim, dudaklarımdaki gülümsemeyle.

O da gülümsedi benim gibi. Başını omzuna yasladı. ''Sadece sana...'' dediğinde nabzımın sesini beş duyu organlarımda hissettim.

Karşımda oturan bu koca adamın yerinde orman yeşili gözleri parlayan bir çocuk hayal ettim. İçimi ısıtan bu çocuğun gözlerine rağmen dudaklarındaki titreme kalbimi dağladı. Canı acıyordu, üzgündü ve ağlamamak için kendini tutuyor gibiydi. Ama gözlerindeki ışık bâkiydi. O da kaybetmişti bir parçasını, tıpkı benim gibi...

Boğazıma oturan yumruğu yutkunmaya çalışarak yavaşça yerimden kalktım ve ona defa yüzüne baktım. ''İyi geceler, Soysal.''

Bir süre gözlerimin içine sakince baktı ama gözlerinde geçen duygu seline kapılmamak için ona arkamı döndüm. Bu sırada, ''İyi geceler, soğuk kız.'' dedi, arkamdan.

Gözlerimi sızlatan duyguları geldiği yere göndermeye çalışarak misafir odasını kapısını sessizce açıp içeri girdim ve ardımdan kapıyı kapattım. Büyük odanın duvar olan kısmının ortasında konumlanmış yatağın iki yanındaki abajurlardan sadece benim yatacağım tarafının ışığı açıktı. Oda bu yüzden loş bir ışıkla aydınlanmıştı. Yatağın karşındaki boydan boya cam olan duvardan ise şehrin ışığı içeri sızıyordu. Yatağın çevresini dolaştım ve yorganı açıp Pelin'in yanına kıvrıldıktan sonra abajurdaki ışığı söndürdüm.

Uykum vardı fakat uykuya dalana kadar küçük Baran'ı düşündüm. İçimi titreten ve beni hüzne boğan bir hisle uykuya daldım.

❄️

Yer yer uyanmalarla ve sürekli yatakta dönerek geçmişti gecem. Bir ara bu Pelin'i rahatsız etmiş olacak ki dayanamayıp bacaklarıma tekme atmıştı. Daha sonrasında onu rahatsız etmemek için heykel gibi yatmış ve ne tuhaftır ki ancak bu sadece uykuya dalabilmiştim, tabi sabaha karşı...

Güneş doğalı çok olmamıştı. Ev sessizdi, daha uyanan olmamıştı. Sessizce yataktan çıkıp cam duvara doğru yürüdüm. Yeryüzünü aydınlatmaya başlayan sabah kızıllığındaki güneş ışınları yüzüme vurdu. Düne göre bugün gökyüzü açık ve güneşli olacaktı fakat yerdeki karlar epey yüksekti. Bugün haftanın ilk günüydü ve derse gidemeyecektim. Aklıma gelen fikirle odadan çıktım ve salondaki sehpanın üzerinde olduğunu düşündüğüm telefonumu tam da yerinde buldum. Yeliz'e hızla mesaj yazdım.

Ben: Günaydın, Yeliz. Bugün derslere gelmem imkânsız. Yerime imza atabilir misin?

Yeliz, karşıda oturduğu için okula daha yakındı. Okula ulaşabilmesi daha kolaydı bu yüzden. Telefonumu elimde tutarak mutfağa ilerledim ve cam dolapları inceleyerek bardakları buldum, kendime su doldurdum. Suyu yavaşça içerek yalın ayak büyük cama doğru ses çıkarmadan yürümeye başladım. Bu sırada elimdeki telefon titredi. Yeliz'den mesaj gelmişti.

Yeliz: Günaydın, canım. Elbette imza atarım.

Ben: Teşekkür ederim.

Yeliz: Rica ederim.

Lale'nin de okula gideceğini düşünmüyordum çünkü Bakırköy'de oturuyordu. Telefonu sehpaya bıraktım. Sıcak yatağın içinden çıktığım için biraz üşüyordum, bu yüzden etrafıma bakındım ve aradığım şeyin koltuğun kolunda olduğunu gördüm. İnce bir battaniyeydi. Hemen alıp omuzlarıma örttüm ve koltuğa oturarak bacaklarımı kendime çektim, battaniyeyle bacaklarımı da örttüm.

Bir süre büyük camın ardındaki güne merhaba diyen metropolü izledim. Sabahın tam da iş saatinde yolların arabalarla dolu olması gerekiyorken şu an neredeyse hiç araba yoktu. Yollarda kar birikintileri vardı ve belediye araçları karları temizliyordu. Belki de bugün de iş yerleri kapalıydı, haberim yoktu?

Telefonumu tekrardan elime aldım ve bu konuyu araştırdım. Tam da düşündüğüm gibi bugün de resmi bir tatil ilan edilmişti hatta yarın da tatildi. Bu kar yağışı ciddi şekilde hayatı durdurmuştu. Hemen Yeliz'e yeniden yazdım.

Ben: Şimdi haberim oldu. Bu iki gün de tatil ilan edilmiş.

Yeliz: Evet, ben de şimdi gördüm. Oysaki mükemmel bir eyeliner çekmiştim. Şimdi silmek zorundayım.

Güldüm sessizce.

Ben: Üzüldüm :D

Akademik takvime göre bu hafta vizeler başlıyordu fakat hava koşullarından dolayı futbol maçı gibi vizeler en az bir hafta uzatmaya kalmıştı. Bu duruma nereden baksan sevinmiştim. Çünkü bu hafta oldukça dolu geçmişti ve sınavlara çalışacak çok az vakit bulabilmiştim. Dersleri ne kadar dinlesem de bu az çalışmayla elde tutulacak bir bilgim yoktu. En başından çalışmaya başlamam lazımdı.

Telefonumu sehpaya bırakıp başımı koltuğu yasladım ve şehri izlemeye devam ettim. Üzerimdeki sakinlik, yerini uykuya bırakıyor gibiydi. Zaten uykumu iyi alamamıştım.

Gözlerimi kapatmadan önce içinde olduğum evi inceledim. Gri ve siyah tonların hâkim olduğu az eşyalı ama zevkli mobilyalarla döşenmiş eve baktım. Çok yabancı bir yerdi. Tıpkı sahibi gibi...

Baran kimdi?

Onun hakkında ne biliyordum? Şu ana kadar onun hakkında öğrendiğim bilgiler zihnimi doyurabilmiş miydi?

Cevabı kesindi,

Asla!

Zihnimi hiçbir zaman susturamamıştım, her zaman en kötüsü düşünürdü. Baran hakkında ne düşünüyordu? İşte bu bir ilkti...

İlk defa zihnime fısıldayan düşünceler kalbimin ritmini değiştiriyordu.

Beni buzun içinden çekip almış, Azrail'in pençesinden kurtarmıştı. Bayıldığımda kulübesine götürmüş ve buz kesen bedenimi ısıtmıştı. İlk andan beri sanki yıllardan beri tanıyormuş gibi çekinmemiştim karşısında. Üzerimi değiştirmişti, bedenimi görmediğini söylemesine rağmen ona inanmıştım. Bu benlik hareketler değildi. Sanki başka biri olsa orada onun ağzını burnunu kıracakmışım gibi hissediyordum. Ama kaşımdaki kişiyi tanımadan ona inanmış olmak... Kalbimin buzdan duvarlarına meşale tutmak gibiydi.

Baran'ın, Mete'nin arkadaşı çıkması ise Baran'la yollarımızın sürekli kesişmesine neden olmuştu. Baran'la her bir araya geldiğimizde biraz daha ona yaklaşmıştım, elimde değildi. Sanki üzerinde bir mıknatıs vardı ve her aynı ortama gelişimizde birbirimize çekiliyormuşuz gibi oluyorduk.

Orman yeşili gözlerinde yansıyan duyguları her anladığımda dolgun dudaklarında buruk bir gülümseme oluyordu. Beni fark etmeden yapıyordu bunu. Öyle hasret içinde bakıyordu ki bazen gözlerime... Omuzların tutup kendime çekesim ve onu bir çocuk gibi bağrıma basasım geliyordu. Gözlerindeki çocuğu gördüğümde kendi çocukluğum aklıma geliyordu. İşte bu noktada onu anlıyordum ve bu onun çok hoşuna gidiyordu.

Mete'nin ağzından çekip aldığıma ve Baran'ın da gevelemelerine göre Baran'ın çocukluk aşkıydım (bunu düşünmek deli gibi heyecanlanmama neden oluyordu). Hala öyle miydim bilmiyordum ama ilk başlarda benden saklaması sorun değildi. Çünkü beni unutmuş ve yıllar sonra tekrardan karşısına çıkmıştım. İlk defa karşılaşmıştık ve birbirimizi ilk başından tanımaya başlamıştık.

Ölümün soğuk buzulları altında durmak üzere olan bir kalbi yeniden yaşatmak için gönderilmiş bir aracı gibiydi Baran.

Huzurlu bir gülümsemeyle yanaklarım ısındı.

Oldukça yabancı olduğum bu duyguları hissetmek, oldukça heyecanlı ve huzurluydu.

Gözlerim kapanırken artık güneş doğmuş ve ışınları gözlerime vurmaya başlamıştı.

Belki yarım saat uyumuştum ki bedenim koltuktan düşene dek. Düştüğüm yer zemin olsa bir taraflarım kırılırdı fakat yumuşak bir yere düşmüştüm, sıcaktı da... Gözlerimi açtığımda huysuzca mırıldandım. Bedenim sadece koltuğa doğru devrilmişti, yanımda iki büklüm uzanan ve uyuyan Baran'ın üzerine düşmüştüm! Ne zaman gelmişti buraya? Şaşkınca ona baktım. Beni hissetmemişti, uykusuna devam ediyordu.

Benden ayrılamadığı kesindi!

Bu düşünceme kendime tutamayarak kıkırdadığımda kaşlarını çattı, dilini çıkarıp dolgun dudaklarını yaladı. Yanağı yastığa dayalı olduğu için yanağı ve dudakları daha da şişmişti ve saçları da dağılmıştı. Uzun bacaklarını kendine doğru çekmiş ve nasıl olduysa kıç kadar yere sığmıştı.

Sonunda gözlerini açtığında ilk önce etrafına bakındı sonra gözleri beni buldu, yamukça gülümsedi.

''Günaydın,'' dedi, çatlayan erkeksi uykulu sesiyle. Sesi oldukça seksi gelirken ona çaktırmadım tabi.

''Günaydın,'' dedim, koltuktaki tünemiş bedenini süzerken. Bakışlarımı anında fark ettiğinde devam ettim, ''Ne zaman geldin yanıma, fark edemedim?''

''Belki yarım saat olmuştur,'' dedi, yan yatan bedenini düzelterek sırt üstü uzandı ve uzun bacaklarını kaldırıp bacaklarımın üzerine atarak bedenini esnetti.

''Yatağından çıkıp iki büklüm yatmaya mı geldin?'' diye sordum, neden yanıma geldin sorusunun dolandırılmış haliyle.

Verdiği cevapla yine kan akışımı hızlandırdı, ''Uyku tutmamıştı, indim odadan, baktım buradasın yanına kıvrıldım, uyumuşum.''

Gerçekten bensiz yapamıyordu!

Gülümsememek için yüz kaslarımı stabil tutmaya çalışarak, ''İyi uyudun mu bari?'' diye sordum. Nabız yokluyordum.

Dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. İmalı sorum hoşuna gitmiş olmalıydı. Ensesini kaşırken gözlerini kapattı. Havayı koklar gibi yaptı ve gözlerini açtı. ''Yanı başımda tatlı tatlı nefes alan ve tatlı kokusu burnuma çarpan bir kız vardı. Huzurlu uyumamak mümkün mü?''

Bana yürümüyor, koşuyordu!

Hoşuma da gidiyordu...

Gözlerimi kıstım, ''Acaba kimleri gördün rüyanda? O tatlı esinti kuzeyden esmiş olmasın?'' Kaşları hızla çatıldı. ''Üşütür o esinti...'' dedim, imalı imalı. Aklıma gelen Julia Ayça'nın sürekli Baran'a olan bakışları ne kadar sinirlerimi bozsa da Baran'ın tepkisini merakla bekledim.

Anladığını belli eden bir hareketle kaşları hafifçe havalandı. Hafif bir sırıtışla doğrulup oturdu ve vücudunu esnetirken, ''Valla yüzüme vuran esinti Anadolu'dan geliyordu ve üşütmüyordu, cayır cayır yakıyordu.'' Hızla yan gözle tepkime bakıp önüne döndü.

Coğrafya ve flört...

Gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Ağzı güzel laf yapıyordu.

Aklıma takılan şeyle yerimde doğruldum, bacaklarımı kendime çektim, kollarımı bacaklarıma sardım.

''Baran?''

''Hm?''

''Bir ablan olduğunu bilmiyordum. Böyle karşılaşmak istemezdim.'' dedim, ne kadar iyi bir karşılaşma olmasa da Baran'a değer veriyordum ve Baran'ın ailesini merak ediyordum.

Baran'ın yüzü düştü.

''Ben de beklemiyordum onu burada,'' O da doğrularak bağdaş kurarak oturdu. ''Gelmemesi gerekiyordu, en azından gelirken haber vermeliydi.'' Sesindeki siniri hissetmemek mümkün değildi. Ablasına karşı büyük bir siniri var gibiydi.

''Safir kolyeyi ona vermek doğru değil mi? Sonuçta annesini-''

Sözümü keserek, ''O kolye bana annemin yadigârı... O kolyeyi asla hak etmiyor.''

Diyecek bir şey bulamadım. Aslında merakımdan da çatlıyordum. Baran'ın ablasına sinir olduğu ve hatta belki sevmediği aşikârdı. Sebebini deli gibi merak ediyordum ama sormak için biraz daha zamana ihtiyaç vardı. Gözlerine çöken kararlı ve sinirli dumanları dağıtmak adına aniden ona uzandım ve omzuna vurdum gülerek.

''İlahi Baran! Sen kalk, yanıma gel...'' diyerek konuyu değiştim.

Yüzündeki sinirli ifade hızla muzip bir sırıtışa dönerken vurduğum omzuna bakıp ardından gözlerime baktı. ''Beni kendine çekiyorsun be kızım...'' Nabzımın çeltikleri sıklaşırken yüzünü yüzüme yaklaştırdı. ''Ne var sende bilmiyorum ama ne varsa girdap gibi sana çekiliyorum. Bir yakalansam girdabına bir daha geri dönemem.''

Orman yeşili gözlerine yansıyan duyguları tercüme edemedim. Duyguları yüzüne de yansımıştı. Kaşlarını çatmıştı, sanki bilinmezliğin o girdabına çekiliyor gibiydi.

Bu bilinmezlik şehrin karanlığına çöken gri sis kadar karanlık ve boğucuydu.

Mantığımla kaderime yön vermeye çalışan zihnimi bir kenara bırakıp ilk defa kalbimin sesini dinledim.

Yüzümü, yüzüne bu sefer ben biraz daha yaklaştırdım. Gecenin ay ışığı olmayan karanlığında parlayan yıldızların ışığından güç alarak sordum,

''İçine çekildiğin girdabımdan korkuyor musun?''

Halbuki ben, benim de içine çekildiğim senin girdabından korkmuyordum.

Orman yeşili bir çemberin ortasındaki siyah gözbebeği hızla büyüdü. Dudakları aralandı ve emin bir ifadeyle cevap verdi,

''Korkmuyorum,'' Elini kaldırıp başparmağı ile çeneme hafifçe okşamaya başladı. ''Hiç düşünmeden ardından atladım buzun içine. Soğuk, ölüm gibi seni içine çekerken korkmadım o girdaptan ben. Senden nasıl korkarım? Üstelik kalbim bu kadar hızlı çarparken?..''

Benim kalbimin hızla attığı gibi senin de mi kalbin hızlı atıyordu?

Ağlamamak için kendimi zor tuttum ama gözlerimin dolmasına engel olamadım. Gözyaşlarımı gördüğünde kaşları çatıldı ama bir şey demedi.

Bir diğer eliyle elimi tuttu ve elimi sol göğsünün üzerine bastırdı. Elim, sıcak elinin altında ezilirken kalp atışları avucuma vurmaya başlamıştı. Normal değildi, hızlı atıyordu kalp atışları.

Kelimeler daha kullanılmadan tükenmişti. Kelimeler bir araya getirilerek duygularımın anlamını dile getiremezdi. Harflerin ve kelimelerin dili tutulmuştu.

Diğer kolumu kaldırdım ve kolumu sırtına sardım. Onu kendime çekerek onunla birlikte koltukta yavaşça kayarak yatar pozisyona geldik. Kendini bana bırakmıştı. Benim kafam yastığa geldiğinde Baran'ın başını sol göğsüme yatırdım.

Baran kollarını belime sararken kulağını göğsüme yasladı. Gözlerimi kapatmadan önce yüzünü inceledim. Dudaklarındaki gülümseme, kalbimin hızlı sesini duyduğunun bir emaresiydi.

Gülümsedim ben de,

Kalbimin ritmini yavaşlatan geçmişin acılarıyla paslanan buz tutmuş kalbimin sadece bir ay kadar bir zamanda böyle bir hızla atması kalbimin pasını sökmüş, buzlarını eritmişti.

Parmaklarımı saçlarına daldırdım ve hafifçe okşamaya başladım. Gözleri anında kapanırken dudaklarında gülümseme bâkiydi.

Gözlerim kapanırken gülümsüyordum.

Onun sol göğsümdeki varlığı, yaşam kaynağım olmuştu...

❄️

Umarım bu bölümü beğenmişsinizdir:)

Yorumlarınız ve görüşleriniz benim için çok önemli, yorumlarını bekliyorum canlarım.

Sonraki bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 28.8K 34
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
1.4M 52.6K 54
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
69.9K 2.4K 15
Sırf kuzeni için 18 yaşında Mardin'in acımasız ağasına gelin giden Larin... Annesi için berdeli kabul eden Baran ağa...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

536K 28K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...