Kelebekler Yaşamaya Cesaret E...

By matmazelhayal

4.7K 1.8K 1.7K

O yağmurlu sabah; gökyüzünü kara bulutlar kaplamış, etrafı ölümün kokusu sarmışken aşk denilen kavramı inkar... More

Giriş - Ölümün Kokusu
BÖLÜM 1 - Yara Bantları
BÖLÜM 2 - Sol Tarafımdaki Acı
BÖLÜM 3 - Buzdan Kalp
BÖLÜM 5 - Mahkûm
BÖLÜM 6 - Siyah Beyaz
BÖLÜM 7 - Camdan Duvar
BÖLÜM 8 - Klasik Müzik
BÖLÜM 9 - Kelebek Tutkunu
BÖLÜM 10 - Mavi
BÖLÜM 11 - Rengârenk Kelebek
BÖLÜM 12 - Yerde Olsa Bile Ayakta Kalan Gölge
BÖLÜM 13 - Karanlık Aydınlık Yol
BÖLÜM 14 - Onursuz Durmaz
BÖLÜM 15 - Gizemli Kahraman
BÖLÜM 16 - Tuzla Buz
BÖLÜM 17 - Aşk İzi
BÖLÜM 18 - Aptal
BÖLÜM 19 - Bulutların Gözyaşları
BÖLÜM 20 -Tek Hece
BÖLÜM 21 - İyi Ki
BÖLÜM 22 - Kendin Ol ve Kâğıdın Dışına Çık
BÖLÜM 23 -Korkak
BÖLÜM 24 - Meyve Kokteyli

BÖLÜM 4 - Mucize

201 90 79
By matmazelhayal

Burası çiçek bırakma satırı 🌸

                         🌸🌸🌸

     “Benim suçumu nasıl üstelenirsin!” diye bağırdı tezgâhın arkasından Nefes. Tam on bir aydır taktığım önlüğü müdüre vermesi için Enes’in eline tutuşturdum.

     Şirketten kovulduktan sonra iki kez daha işten kovulmuştum. Harika!

     Pekâlâ, baştan anlatıyorum.

     Nefes hâlâ işsizdi, Enes şirketteki geçici işini almıştı. Benimse bulduğum ilk işim kuaförde çalışmaktı. Çıraklık yapıyordum daha çok. İyi de yapıyordum işimi. Ama çalışanların hepsinin yoğun olduğu bir gün öfkeli bir hanımefendi beni çekiştirerek saçını yeşile boyatmak istediğini söylediğinde ne yapacağımı bilememiştim. Kadının istediği yeşil tonunu tutturmaya çalışırken berbat bir renk elde etmiştim. Kadının saçlarını son kez yıkarken “Böyle bir renk yok.” deyip duruyordum. Haklıydım da, böyle bir renk yoktu. Affedersiniz ama bildiğiniz bok rengine dönmüştü kadının saçları. “Böyle bir renk yok.” derken amacım aslında kadını göreceği şeye hazırlamaktı ama kadın saçlarının bu renge boyanmasından fazlasıyla heyecanlanmıştı.

     Doğal olarak kadın saçlarını görünce beni şikâyet etmişti ve ailevi durumumu bilen kuaförcü ablacığım beni iki ay idare edecek bir maaşla uğurlamıştı. Yaklaşık iki ay kuaförde çalışmış, bir ay iş aramıştım. Enes’in geçici işi bittiğindeyse üçümüz kendimizi bir kafede çalışırken bulmuştuk. Enes her gün yanımda kahve hazırlarken söyleniyor, Nefes tüm gün koşuşturduğu için hayatta olmasının mucize olduğunu söylüyordu. Bense içimden değişen hayatıma uyum sağlamaya çalışarak sadece içten değil dıştan da değişen kendime “Asıl mucize hâlâ senin kendini öldürmemiş olman Efsun.” diyordum. Nefes ve Enes o olayı atlattığımı sanıyordu ama ben ne o kanlı kâğıttaki yazıları unutmuştum ne de onun öldüğünü…

     Sabah olanlara gelirsek…

     Bugün yüzünü makyaj boyasına daldırıp çıkarmış bir kadın siparişini verirken ‘biraz’ saygısız davranmış ve zaten yeterince kalabalık olan bu mekânda oradan oraya siparişleri verip almak için koşup duran Nefes’in tepesi atmıştı. Nefes öfkesini bir müşteriden çıkaracaktı, bu kesindi. Ve o şanslı müşterimiz yüzünü makyaj boyasına daldırmış Elif Hanım olmuştu. Nefes ‘yanlışlıkla’ Elif Hanım’ın yanlış yerlerine kahvesini dökmüştü. Nefes’in yapmacıktan özürleri, Elif’in küfürleri saç baş yolma kavgasıyla devam etmişti.

     İkisini ayırmaya çalışırken arada kalmıştım. Saçım biraz dağılmıştı ama Nefes’in yüzünde tırnak izleri vardı. Elif’in uzun tırnakları Nefes’in yüzünü parçalasa da Elif’in elmacık kemiğinde de kocaman bir morluk oluşmuştu.

     Kafenin sahibi müdürümüz Demir Bey gelip Nefes’i işten kovmakla ilgili bir şeyler söylediğinde “O yapmadı. Ben yaptım.” demiştim. Müdürse Nefes’in kovulmasıyla ilgili konuşmasını bırakıp bana sadece “Kovuldun.” demekle yetinmişti. Ben de başımı sallayarak “Müşterilere saygı söz konusu olunca çalışanlar kovulabiliyor, öyleyse neden çalışanlara saygı dile getirilmeden müşteriler kovulmuyor Demir Bey? Bana kalırsa çalışanlara saygı göz önünde bulundurularak müşteriler de kovulmalıdır.” demiştim. Etrafımıza toplanan çalışanları işaret ettim. “Ayrıca burada çok çalışıp alması gereken maaşın yarısını bile alamayanlar var. Bilgilerinize sunarım Demir Bey.”

     Ve şimdi de bana yapılan bu haksızlık yüzünden işten ayrılıp ayrılmamayı tartışan birkaç eski iş arkadaşımı duymazdan gelmeye çalışıyordum. Nefes’le Enes’in sorgulayan bakışlarını üzerinizde hissetmek kâbus gibi bir şeydi.

     İçimden her gün yaptığım gibi tekrar ettim. “Senin hâlâ yaşıyor olman bir mucize Efsun.”

     Hayatım baştan sona değişmişti. On dört ay geçmişti. O öleli tam on dört ay geçmişti. Ve benim hayatım hâlâ darmadağın bir halde devam ediyordu. Unutmak istiyordum ama annem her gün beni evden ‘düşmemeye çalış’ diye uğurladığı için yere çakılıp kaldığım ve üstüme kanların sıçradığı o günü unutamıyordum. Kanlı bir kâğıt parçasına tutunarak uyuduğum günlerin sayısı tam on dört aya eşitti.

     Hayatıma uyum sağlamaya çalışırken fark etmeden aynaya baktığımda kendimi değil Fetih Güçlü’yü görebileceğim kadar değişmiştim. Saçım onun saçları kadar siyahtı artık. Kuaförde çalıştığım o gün saçımı boyatmıştım. Annem biraz kızsa da bir süre sonra Livya’nın olayını öğrendiğinde üzerime titremeye başlamıştı.

     Yeşil gözlerim bir anlam ifade etmediği için kendime anneme çaktırmadan mavi lens almıştım. Onunki gibi buz mavisi değildi bu renk, daha çok parlak maviydi. Annem gözlerimdeki lensleri fark etmemiş, gözlerimin renginin değiştiğini düşünmüş ve hatta sevinmişti.

     Artık o kumral saçlı yeşil gözlü neşeli kız yoktu. Evden dışarı her adım atışında derin bir nefes alarak buzdan kalbindeki yükü daha da artıran siyah saçlı mavi gözlü kız vardı. Her hafta en az bir kere insanların ne düşüneceğini önemsemeden kendini yere atarak dizlerinin parçalanmasına neden olan o kız vardı. Her yağmur yağdığında korkarak camdan dışarıyı izleyen ve asla Fetih’in ölümünü unutamayan o kız vardı. Babasıyla bu konuyu konuşmamak için iletişimini tamimiyle kesmiş bir kız vardı. Nefes ve Enes dışında kimseyle doğru düzgün iki kelime etmeyen ben vardım. Efsun Seven. Buzdan kalbime hapsolmuş o yeşil gözlü kız buzlar eriyene kadar dışarı çıkamayacaktı. Ama dışarı çıktığındaysa yaşayamayacaktı çünkü onun artık bir kalbi kalmayacaktı…

     “Neden senin suçunu üstlendim, öyle mi?” dedim sesimi yükseltmemeye çalışarak. “Senin bir geleceğin olabilir Nefes. Benimse hayallerim artık sadece birkaç kırık parçadan ibaret.”

     Nefes’in öfkeli bakışları aniden hüzne boğuldu.

     Enes “Senin yardıma ihtiyacın olduğunu hepimiz biliyoruz.” dedi. Parçalanmış dizlerimdeki yara bantlarına bakıyordu. Sırf yara bandı takabilmek için kendimi yere attığımı söylemiştim.

     “Enes benim yardıma ihtiyacım yok. Yıkılmadım ayaktayım. Her gün seninle bu konuşmayı yapmak istemiyorum. Sizi bu duruma ben soktum. Şimdi de işsiz kalmanıza izin vereceğimi mi sanıyorsunuz?”

     “Evet.” dedi hemen Enes. “Sanmasak da en azından kovulmaya çok meraklıymışsın gibi kendini ortaya atmana gerek yok kahraman.” Kahraman? Fetih Güçlü’yle yaşadığım anılar aklıma hücum etti. Beni o kurtarmıştı. Bir mucizeyle hayatta kalmıştım.

     “Bir daha bana kahraman dersen elini çakmakla yakacağım Enes.” diye onu tehdit ettim. Saç ve göz rengimi değiştirmiş olabilirdim. İçimde buz tutan bir kalp taşıdığım için mutluluk gibi güzel duygularımı da dondurmuş olabilirdim. Ama elimdeki o yara izini değiştiremezdim. Çakmakla yakıldığım için!

    Arkamı dönüp çıkışa doğru ilerlerken Enes koşturarak kapının önünde bana yetişti. “Bir dakika, sen bana bir şey mi ima ediyorsun? Çünkü ben senin elini yakmadım. Bunu kaç kez söylemem gerekiyor? Elini neden çakmakla yakayım, geri zekâlı falan değilim.”

     Kaşlarım yukarı kalktı. “Değil misin?” Bundan şüphe ediyordum.

     Nefes yanımıza gelip Enes’e ters ters “Geri zekâlı değildin ama kafan güzeldi. Hatırlamıyorsun salak.” dedi. Enes elindeki yeşil önlüğü Nefes’e fırlattı. Nefes küfrederken Demir Bey tezgâhın arkasından çıktı. Demir Bey’in Nefes ve Enes’i de kovmasını istemediğim için konuyu değiştirmeye çalıştım. Yoksa birbirlerine saldıracaklardı. Aslında Nefes ve Enes’in tavırlarını düşünürsek gayet sıradan bir gündü.

     “Kendime iş arayacağım. Enes şu arkadaşının numarasını verir misin? Bu kafede bize iş bulan şu arkadaşını…” Kafede iş bulma olasılığımız o arkadaş olmasa herhalde yüzde birdi. İş bulma olasılığımız ise milyonda bir falandı, bir şansızımız vardı en azından. Fetih’in hangi cehennemde olduğunu bilmediğim mezarından çıkıp “Selam, ben geldim.” deme olasılığı hiç yoktu. En azından biz bir olasılık dilimine girebiliyorduk.

    Enes Nefes’e ters ters bakmayı bırakıp bana döndü. Nefes’se Demir Bey’in bakışları eşliğinde çok sevdiği müşterilerden siparişleri almaya gitti.

     Enes bana “Telefonunu ver.” dedi.

     Cebimden çıkardığım telefonu tereddütle ona uzattım. “Telefonumu çakmakla mı yakacaksın?” diye sordum şüpheyle. Dalga geçmiyordum. Bakışları o kadar sertti ki bunu yapabileceğini bir anlık düşünmüştüm.

     Gözlerini devirip telefonuma bir numarayı kaydetti. “Altay’ı ararsın. Sana iş bulacağına eminim.” diyerek sinir bozucu gülümseyişiyle bana telefonumu geri verdi. Altay? Altay erkekti. En son Enes dışında başka bir erkekle konuştuğumu hatırlamıyordum.

     “Gıcıklığına yapıyorsun değil mi? Altay’la konuşacağıma işsiz kalırım daha iyi.”

     Sonra odamda Altay’ı ararken buldum kendimi… Enes benimle fena dalga geçecekti.

     Fetih’e ihanet ediyor gibi hissediyorum. Aklımdan bir türlü çıkmayan Fetih yine aklıma gelmişti.

     Uzun süredir kulağıma doğru tutmaktan sıkıldığım telefondaki aramayı kapatacaktım ki “Kimsiniz?” diye konuşmaya giren kalın bir ses ürpermeme neden oldu.

     “Ah, şey ben. Şey…” Telaşlandığımda neden hep konuşamaz olmak zorundaydım! “Şey… Ben Efsun Seven. Enes Esen’in arkadaşı. Bir kafede iş bulmamıza yardım etmiştiniz. Yani şey, ben az önce o kafeden kovuldum ve şey… Yine iş bulmama yardım eder misiniz diye soracaktım?”

     “Pekâlâ, Efsun.” dedi Altay. “Belli ki sana kovulamayacağın bir iş bulmalıyız.”

     Kendimi tutamayıp “Onun pek de mümkün olduğunu sanmıyorum.” dedim.

     “Aslında…” dedi. “Tam sana göre bir işim var. Maaşı gerçekten çok iyi. Saat başı doksan veriyorlar. Günlük ne kadar çalışacağın belirsiz. Duruma göre değişebiliyor. Kovulamayacağına eminim. Seni kovamazlar. Ama…” Ama’lardan sonra hep kötü bir şey gelirdi.

     “Ama ne?” dedim devamını söylemesi için.

     “Ama bu işi yapmak isteyeceğinden emin değilim. Yorucu bir iş. Ayrıca eğer işi almak istersen istifa da etmek isteyebilirsin.”

     Korkuyla “Ne işi bu?” diye sordum.

     “Hasta bakıcılığı.” dedi. O an telefonu yüzüne kapatmak istedim ama parayı düşününce durdum. O paraya ihtiyacım vardı. “On dört ay önce felç geçirmiş birine yardımcı olacaksın. Geçen gün biri işten ayrıldı. Şimdilik doktor olduğum için ona ben bakıyorum ama ben hasta bakıcısı değilim. Başka birini ihtiyacımız var.”

     “Ne yani? Felçli bir amcanın bezini mi değiştirmem gerekecek! Unut gitsin, başka bir teklifle gel.” diye bağırdım. Annemin alışverişe gitmiş olması şu an hâlâ şanslı olabileceğimi düşünmemi sağladı. Eğer annem evde olsaydı işten kovulduğumu anlardı.

     “Hayır, hayır. Bezini falan değiştirmeyeceksin. Ortada bez falan yok. Bilimle ilgilenmiyor olabilirsin ama dünyada sonda diye bir şey bulunuyor!” Rahatladığımı hissettim. “Ara sıra eve uğrayarak ben birkaç kontrol yapıyorum. Sense tüm gün boyunca onun yanında olacaksın, sadece ilaçlarını verip yemeğini yedireceksin.”

     Az önceki sert çıkışmasına daha da öfkelenerek “Düşüneceğim.” diyerek telefonu yüzüne kapattım. Başımı tavana doğru kaldırdım. Tavandan umut dilenmeye başlayabilirdim her an.

     Of, çok iyi paraydı. Bu işe girmem gerekiyordu. Felçli adama da artık kazık atıp yemeğiyle ve ilaçlarıyla Altay’ın uğraşmasını sağlardım. Herhalde işi kabul edersem bunu para için yaptığımı anlardı. Paraya ihtiyacım olduğunu biliyor olmalıydı.  

     Yatağıma bıraktığım telefona uzandım. Altay’ı tekrar aramalıydım. Ama şimdi ararsam tuhaf olurdu. Üstelik fikrimi değiştirebilirdim. Yarın sabah onu arayacaktım.

     Fikrim muhtemelen değişmeyecekti. O paraya ihtiyacım vardı.

     Birinin de yardıma ihtiyacı vardı. Benden önceki altı kişi katlanamayıp kaçmıştı. Oysa sadece yemek yedirip ilaç vermem gerekiyordu. O kadar da zor olmamalıydı.

      Mucizelere inanmayı bırakalı uzun süre olsa da içimde her şeyin düzeleceğine dair bir umut belirdi aniden.

     Belki de bir mucize olurdu. Minik bir mucize bile yeterdi bu hayattan kurtulmam için. Neyse ki hayat mucizelerle doluydu. Ve o mucizelerden birinin beni bulmasını beklemeliydim.

      Belki de mucizemi kendim bulurdum… Şimdiye kadar hayatımda bir mucize olmadığına göre mucize beni bulmayı değil, onu bulmamı bekliyor olmalıydı…

     Yarın bu iş teklifini kabul ederek küçük bir mucize yaratabilirdim. Belki… Sadece… Sadece belki…

      Kanlı kâğıdı elime alıp yorganın altına girdim. Başımı huzursuzca yastığıma koydum. Ve her gece yaptığım gibi bir mucize olmasını umarak gözlerimi sımsıkı kapattım.

      Evet, yarın bu işi alacaktım…

                          🌸🌸🌸

Hayattan zevk almayı unutmuş, geçmişin yaralarını üzerinde taşıyan Efsun'un başına tatlı bir mucize gelecek mi...

Continue Reading

You'll Also Like

34.4K 8.4K 129
🍃The Luzia Design🍃 •İstek Alımları Açık•
368 91 4
Kitapta kısa hikayelere yer verilmiştir. .
14.4K 1.6K 27
BEYEFENDİYE MEKTUPLAR - II ❝Sisli bir gecede pamuklara sarılmıştı bileklerim, ellerim ısınmıştı. Bakışlarımı beyaz suretli dağlardan gökyüzüne çevird...
894K 24.5K 83
Cinsel içerik, şiddet vb olaylar içeriyor çok sık olmamak kaydıyla lütfen bunu bilerek okuyun!! Kısa bir bilgilendirme daha arkadaşlar ana karakterle...