GÖLGELERİN KAÇIŞI

By Galaksidensize

659K 29.7K 48.2K

Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Al... More

~Tanıtım~
~Giriş~
1.Cehennemin Kıyısından.
2.Deniz mi,gökyüzü mü?
3.Cevapsız sorular.
4.Boğulmak mı,ölmek mi?
5.Geçmişin izinden.
7.Sen ve ben.
8.Kirli öpücükler.✨
9.Kardeş bilekliği.
10.İzin ver.
11.Öpersen iyileşir.
12.Gerçeklerin gölgesinde.
13.Öldürmedin mi?
14.Sözlerim sarhoş.
15.Mavi araba.
16.Beklerim.✨

6.Yaralar ve izleri.

35.3K 1.5K 2.8K
By Galaksidensize

[DİKKAT❗️Kitapta başka kurgulardan bahsedenler (üstü kapalı ve ya açık şekilde fark etmez,) engellenecektir.]

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın <3

Keyifli okumalar dilerim✨



~Yaralar ve izleri~

~6 sene öncesi~

Bazı yanlışların bedelleri çok ağır ödenirdi, bazen kanla, bazen bir yarayla, bazense üstesinden gelemeyeceğimize emin olduğumuz bir görevle. Ama bazen yaptığı yanlış için değil, gerekeni yaptığı için bedel ödemeye razı gelebilirdi insan.

İşte Polat Çağlar Kaya, 21 yaşında gerekeni yaptığı için bedel ödemeye razı gelen insanlardan biriydi.

Biliyordu, yaptığı ne yanlıştı ne de hata; eğer zamanı geri getirmek mümkün olsaydı, bir kez daha aynı şeyi yapardı. Fakat bu kez bedeli ne olursa olsun, canından bir parçaya zarar gelmesini önlerdi. Ama işte hayat buydu; ne zaman ne de kayıplar geri gelmiyordu.

Sadece üç ay öncesine kadar yaşamı oldukça sıradan ve güzel denine bilecek bir düzeydeydi.
Fransa'da nüfuzlu üniversitelerden birinde tıp okuyordu.Çünkü doktor olmak istiyordu sebebi ise yıllar önce, kendisi 12 yaşındayken kaybettiği annesiydi.

'Anne ben de senin gibi hastaları iyileştirebilir miyim?'diye sormuştu bir keresinde.

'Tabii ki' demişti  annesi ve gülümseyerek başını okşamıştı. 'Ama çok çalışacaksın anlaştık mı?'

Annesinin gülümsemesine karşılık verdiği sırada 'Çalışırım' diye cevap vermişti Polat. 'Hem sen beni çalıştırırsın.'

Yüzündeki içten tebessüm buruklaştığında 'Çalıştırırım.'demişti annesi fakat sanki geleceği görüyormuş gibi 'ama ben çok yoğun oluyorum ya hani bazen, yanında  olamayabilirim sen yine de çok çalışıp doktor olacaksın söz mü?'diye devam etmişti.

Minik kollarını annesinin boynuna dolarken "Söz."demişti Polat.Ve küçük olmasına rağmen yıllar sonra verdiği sözü tutmuş annesi yanında olmasa da çok çalışarak tıp kazanmıştı.

Fakat üç ay önce, babası  ve Reisle Türkiyeye öylesine dönmüşken yaşadıkları olay hem onun hem de Reis'in hayatını alt üst etmişti.

İlk annesine olan sözünden vazgeçmek zorunda kalmıştı, çünkü biliyordu artık ne doktor olabilirdi ne de Fransaya dönmesi mümkündü.

Ardından, ödeyeceği bedeller ve zorunlu olduğu görevler seçim hakkı verilmeden sunulmuştu karşısına.

Adımları zar zor yeri bulurken tırmandığı merdivenin korkuluğuna tutunup derin bir nefes aldı.Kendi evi yabancı geldi sanki,aslında zaten yabancıydı,sadece evine değil,tüm yaşamına,hatta kendisine bile fazlasıyla yabancı sayılırdı.

Düşündü, bugün babasıyla yaptığı anlaşmanın üzerinden tam iki ay geçmişti.Her şey çok basitti: Polat babasının ona verdiği görevi kabul edecek, babasıysa sözünü tutarak tutuklanmasına engel olacaktı.

Ama hayır, hiçbir şey basit değildi, çünkü Polat yıllardır babasının kirli işlerine bir kez olsun elini sürmemiş, temiz kalmayı başarmıştı.

Fakat yaşanan olay onun da ellerine kan bulaşmasına sebep olmuştu, ama ne kadar kirlendiğini düşünsede yaptığı şey için zerre pişman değildi. Aslında tutuklanmak da hiçbir zaman umrunda olmamıştı, yaptıklarının bedelini başı dik bir şekilde öderdi. Ancak babası ona daha büyük bir teklifle gelmişti.

Bir bebek vardı, dört aylık bir erkek çocuğu, Polat'ın canının bir parçası, geriye kalan tek can, ismi de Can'dı. Çünkü ismini de Polat vermişti ama tek başına değil Reis'le.

Can yaşanan olaydan ve kaybettikleri yakınlarından geriye kalan tek parçaydı.Şimdi ise onlarda değildi, olması da imkansıza eş değerdi.

Ve eğer Polat babasının ona verdiği görevi kabul ederse, Can bir şekilde alınıp Reis'e verilecekti. İşte bazı bedeller ödenilmeye mecbur bırakılırdı. Polat da o bedeli ödeyerek verilen görevi yerine getirecekti.

Basamakları tırmanmaya devam etti, bir basamak tırmandı. Akılda dönen kız çocuğu çığlıkları daha yüksek gelmeye başladı. Bir basamak daha tırmandı; Reis'in acılı yalvarışları dolaştı zihninde. Bir basamak daha, kanlar , bir basamak daha yüzündeki iz ve oluşma sebebi... son basamak... son fısıltı... Can'ı Reis'e emanet ettiğini  fısıldayan bir ses, öyle bir ses ki Polat o sesin sadece gülücüklerini duymuştu, acılarını değil.

Duruşunu dikleştirdi, çenesini kaldırdı ve zihnindeki tüm sesleri susturarak elini kaldırıp önünde durduğu kapıyı çaldı.Belki zordu fakat Polat hiçbir zaman yüzleşeceği şeylerden kaçmamıştı.

Çok bekletmeden "Gel"dedi içerideki kişi. Polat kadar olmasa da onun da sesi çoğu zaman sert, yüzü ciddi olurdu.

Polat kapıyı açarak içeri geçti ve bir kaç adım atıp o kişinin önünde durdu. "Baba"dedi düz bir sesle "Beni çağırmışsın."

Sebebini elbette biliyordu fakat memnun değildi.Her hafta babasının karşısına geçip söyleyecek bir şeyler uydurmak hiç kolay olmuyordu.

Egemenin ciddi bakışları oğlunu bir süre süzdükten sonra "Geç, otur "dedi eliyle masasının önündeki koltuklardan birini göstererek.

Duruşu aynı ona benziyordu, saçları, mavi  gözleri hatta bazen bakışları bile gençliğini andırıyordu fakat kalbi...benzemesi için elinden geleni yapmıştı Egemen çünkü biliyordu tek oğlu olan Polat onun işlerinin bir kısmını yönetmeyi kabul ederse gücüne güç katacaktı hem de fazlasıyla.Ama bildiyi başka bir gerçekse bunun sadece onun isteğiyle mümkün olamayacağıydı.Bu sebeple önüne teklifler sunmuş, şartlar koymuştu.

Polat birkaç adım daha atıp, babasının önünde oturdu.Ne duruşu ne de bakışları değişmemişti.Fakat üzerinde nedenini bildiği çok yoğun bir gerginlik vardı.

"Dinliyorum."dedi Egemen kısa sürelik sessizliğin ardından.Belini oturduğu koltuktan ayırdı ve öne doğru hafif eğilerek ellerini masasının üstüne yerleştirdi.

"Neyi?"diye sordu Polat anlamamış gibi kaşlarını çatarak fakat çok iyi anlamıştı.Her hafta sonu aynı sorular soruluyor aynı konular konuşuluyordu nasıl anlamaya bilirdi ki.

Egemen de aynen oğlu gibi kaşlarını çattığında "Polat"diye sesini yükseltti bir kez.

Karşılığındaysa sadece bıkkın nefes sesleri duydu ardından Polat eliyle burnunun kemerini sıktığında "Ne duymak istiyorsun baba?" dedi sertce "14 yaşlı, aklı bile tam yerinde olmayan bir kız çocuğunun ne yiyip ne içtiğini mi?"

Evet Polatın görevi buydu;14 yaşlı bir kız çocuğunun her adımını takip edip babasına rapor etmek.Çünkü o kız çocuğu kurbandı ve zamanı gelene kadar yaşamak zorundaydı.

Zamanıysa 19 yıl 11 ay 5 gün yaşadığında gelecekti.Tüm saatlerin Egemenin yıllar önce durmuş saati gibi 23:33 gösterdiğinde.

Egemen başını salladı "Evet"dedi ciddiyetle "ve daha fazlasını."

Daha fazlası o kız çocuğunun ailesiydi fakat biliyordu kendisi bile onların izini süremezken oğlu bu konuda başarılı olamazdı.

"Neden?" diye çıkıştı Polat. "Bir kız çocuğuyla ne alıp veremediğin var?"

Elbette babasının planlarından haberi yoktu. Onun için öylesine takipten başka bir şey değildi bu görev. Ama yine de merak ediyordu;bir kız çocuğunu takip etmesinin sebebi neydi?

"Polat." dedi Egemen oğlunu birkez daha uyararak"Bunları defalarca konuştuk."

Konuştukları tek şey Polatın görevini hiçbir soru sormadan yerine getirmesiydi.

Elleri yumruk halini aldığında "Konuşmadık" diyerek sesini yükseltti ve ani bir sinirle ayağa kalktı.Aslında geçmişte kolay kolay sinirlenen birisi değildi fakat yaşadıkları insanı değiştiriyordu.

Babasının gözlerine baktığı sırada"Neden peşindesin bilmiyorum"dedi sertce ve masasına yaklaştı. "Bir masumdan daha ne istiyorsun onu da bilmiyorum."

Öne doğru hafif eğilerek ellerini masanın üstüne yerleştirdi. "Ama bil"dedi ürkütücü bakışlarını babasından ayırmadan "Bir masum için katil oldum,zerre pişman değilim." çenesini kaldırdı. "Ve gerekirse başka bir masum için ölürüm, umrumda olmaz."

Tam babasının önünde durmuş, meydan okuyordu ve ne kadar kabul edemese de Egemenin hoşuna gidiyordu. Bu meydan okumada güç vardı, hırs, intikam ateşi, öfke hepsi bir bakışda saklıydı ve Egemen çok iyi biliyordu eğer o bakışları lehine çevirirse artık onu kimse yenemezdi.

Elini kaldırıp çenesine yerleştirdiğinde gözlerini kıstı ve "Sinirlisin."dedi oğlunun söylediklerini duymamış gibi yaparak. "Sen böyle sinirliyken beklediğin haberi vermem ne kadar doğru olur?"

Polat'ın bakışları aniden düzleştiğinde "Ne haberi?" dedi adeta fısıldar gibi. Az önceki sinirinden eser kalmamıştı.

Egemenin dudakları sinsice kıvrıldı.

Evet oğlunun tüm ipleri elindeydi ve yıllarca  uğraşsa da fırsat ayağına kendi gelmişti.Oysa kayb ettikleri kişi onunda canından bir parçaydı fakat zerre kadar acı hissetmeden bunu fırsata dönüştürmüştü hem de yaşanan tüm olayların sebepkarı kendisiyken.

"Git Polat"dedi eliyle kapıyı işaret ederek "Git sakinleş öyle gel."

Dişlerini sıktığında "Baba"diye bu kez uyaran Polattı. "Ne haberi?"

Onunla oynadığını biliyordu ve bunu çok güzel başardığını da fakat şu an için bunlar önemsizdi çünkü Egemen haber demişti.Polatın aylardır uğraştığı ama hiçbir sonuca ulaşamadığı konuyla ilgili bir haber olmalıydı,biliyordu.

Egemen arkasına yaslanıp ellerini koltuğunun kenarına yerleştirdiği sırada "Otur."dedi sinir bozucu bir sakinlikle.

Belki zamanla daha çok isyankar,karşı gelen birine dönüşecekti fakat o an itiraz etmeden kalktığı koltuğa oturdu ve babasının konuşmasını bekledi.

"Güzel denebilir bir haber."diye söze başladı Egemen fakat bu haberi öylesine veremezdi. "Ama bu haber karşılığında senin de bana birşeyler vermen gerek öyle değil mi?"

Elleri yumruk halini aldığında "Boğulmaktan korkuyor"dedi Polat sertce.

Egemenin gözleri parladı. "Başka?"

"Ailesi pek ziyaretine gelmiyor,cenazeden sonra hastaneye bırakıp gittiler."

Bunu söylerken Polat hem kendine hem babasına hem de kız çocuğunun annesiyle babasına kızmıştı.Bir anne baba nasıl bu kadar umursamaz olabilirdi?

Fakat Egemen biliyordu onlar gelmiyor değil,gelemiyorlardı.Sebepkarı da kendisiydi.Türkiyeye öylesine dönmemişti,gelir gelmez çıkardığı o kadar kargaşa çözülmeliydi.

"Başka?"diye sordu bir kez daha.

Polat gözlerini bir kez kapatıp açtı, dişlerini o kadar çok sıktı ki neredeyse çenesi kırılacak gibi oldu. "Ne başkası,burcunun yükselenini mi söyleyeyim bu kadar işte."

Egemenin gözleri şüpheyle kısıldığında "Doktorlar ne diyor?"diye sordu.

Polat'ın bakışları değişti,öfke çaresizliye,çaresizlik ise  hüzne dönüştü.Doktorlarla sık sık iletişimde oluyordu ve pek iyi şeyler söylemiyorlardı ama pes etmeyecekti.Fransa'da tanıdığı profesörler vardı,gerekirse onları Türkiye'ye getirirdi.Tabii ki bunların hepsini babasından gizli yapacaktı.

Oğlunun cevap vermeyeceğini anladığın da "Neyse" dedi Egemen "Zaten benim haberimin de bir önemi yoktu,duymasan da olur."

Polat birkez daha dişlerini sıktı.Onunla istediği gibi oynuyordu ve bunu hiç gizlemeden yapıyor en ağırı ise başarıyordu. "Durumunun kötü olduğunu söylüyorlar,sinirleri fazlasıyla yıpranmış,tekrardan eskisi gibi olması mucizeymiş."

Egemenin gözleri bir kez daha parladı.Çünkü her şey planlandığı gibi irerlemişti.Olaylar göründüğü gibi değildi aslında.Kız çocuğunun büyükannesiyle büyükbabası basit bir trafik kazasında ölmemişlerdi.Onlar öldürülmüştü.

Ve hiçbir Polis memurunun ya da doktorun 14 yaşlı bir çocuğu kolaylıkla morga götürme yetkisi yoktu.Tümünü Egemen planlamış ve başarılı olmuştu.Tabii ki Polat'ın bunlardan da henüz haberi yoktu.

Bakışları masasının üzerine kaydığında "Güzel"diye bir fısıltı çıktı dudaklarından.Sadece kedi kendine söylemişti fakat Polat duymuştu.

"Baba"dedi sertce "Şimdi benden sadece onunla ilgili haberler alıyorsun." gözleri kısıldı "Ama" diye devam etti ürkütücü bir tonlamayla "Bir şeyler yapmaya kalkışırsan karşında ben olacağım."

Egemen için bunlar sadece öylesine söylenmiş laftan ibaretti.Henüz kendisiyle başa çıkmaya cesaret edecek birini tanımıyordu.Eskiden yenilmişti fakat tekrardan küllerinden doğmuş, zamanla büyümüştü ve büyümeye devam edecekti.

"Neyse"dedi oğlunun söylediklerini duymamış gibi yaparak "Şimdi senin haberini vermemiz gerek."

Tekrardan öne doğru eğilerek ellerini masaya yerleştirdi ve gülümsedi,Polat karşılık vermedi.
"Ya da göstersek mi?"diye sordu kaşları havalanırken.

Polatın sinirli bakışları düzleştiğinde babasına baktı."Ne?"diye sordu bu kez.

Egemenin yüzündeki gülümseme daha da büyüdüğünde ayağa kalktı ve masasının çevresinde dönerek oğlunun önünde durdu.
Polat başını kaldırıp babasının yüzüne öylece bakarken hala bir şeyler anlamış değildi.Aklında ihtimaller vardı fakat gerçekleşmesi o kadar zordu ki düşünüp de hayal kırıklığına uğramak istemiyordu.

"Görmek istemez misin?" diye sordu Egemen ellerini pantolonunun cebine yerleştirip çenesini kaldırdığı sırada.

Polat hızla ayağa kalktı. "Neler oluyor?" Sesinde endişevardı.

Egemen gülümsemeye devam ederken "Gel benimle" dedi ve kapıya doğru ilerlemeye başladı.

Polat bir an bile tereddüt etmeden babasının peşinden yürüdüğünde içindeki heyecan büyüyor yutkunmasına izin vermeyen bir düğüme dönüşüyordu.

Birlikte odadan çıktılar ardından evin üçüncü katından ikinci katına indiler,bir kaç adım daha atıp odalardan birinin önünde durduklarında Polatın şaşkın gözleri daha da büyüdü.

"Şaka"dedi aniden,Egemen yine gülümsedi "Bak baba benimle oyun oynuyorsan-"durdu,gözleri doldu.Polat'ın gözleri kolay kolay dolmazdı ama şimdi dolmuştu.

"Bunun şakası olmaz baba."dedi sesindeki titremeyle.Yumruk halini almış eli dişlerinin arasına gitti,yerinde duramadı heyecandan"Olmaz bunun şakası."diye mırıldandı kendi kendine."olmaz."

Önünde durdukları oda,üç ay önce Türkiye'ye gelir gelmez Reis'le birlikte hazırladıkları odaydı.Tüm eşyaları ikisi özenle seçmişti ve iki aydır Reis sadece orada uyuyor,orada yemek yiyordu.Başka zamansa kendi odasında tekrar tekrar dinlediği ,hiç bıkmadığı şarkıyı açıyor,bir noktaya bakarak dalıp gidiyordu.

Egemen bakışları oğlunun üzerinde dolaşırken "İçeri girmek istemez misin?" diye sordu sakin bir şekilde.

Gözleri kapıdan ayrılmazken başını iki yana salladı Polat. "Hayır"diye çıkıştı hızla "Mümkün değil nasıl yaptın bunu?"

Polat'a göre evet mümkün değildi fakat Egemen için küçücük bir tehdite bakardı.Aslında aylar önce,o olay yaşandığı gün de bunu yapabilirdi ama bazı şeleri fırsata dönüştürmüş,zamanın gelmesini beklemişti.

Elini kaldırıp oğlunun omzuna yerleştirdiğinde "Boşver nasıl yaptığımı."dedi ciddiyetle "Önemli olan anlaşmamıza uymam."

Polat boş bakışlarla babasının yüzüne baktı ardından gözleri kapıya döndüğünde yeniden gözlerinin dolduğunu fark etti.Çenesi titredi,içeri girmek elbette istiyordu ama eli kapıyı açmak için kalkmadı.

"Girmeyecek misin?"diye sordu Egemen elini oğlunun omuzundan çektiği sırada.

Polat birkez daha başını hayır anlamında salladı. "Giremem"dedi acıyla "Hem bu bana düşmez." Bakışları diğer tarafa,durdukları odanın karşısındaki oda kapısına döndü.Orada Reis kalıyordu. "İlk o görmeli."

Acı ikisinindi,kayıplar da ikisine aitti fakat emanet Reise edilmişti.Hem kimse dile getirmese de Polat biliyordu, o gün orada olmasa belki bazı şeyler şimdiki gibi olmazdı.

"Peki."diye mırıldandı Egemen başını sallayarak "Nasıl istersen,bu beni ilgilendirmez"gözleri kısıldı. "Ama" dedi oğlunu şüpheyle süzdüğü sırada "Bunun karşılığını vermen gerektiğinin farkında olduğunu düşünüyorum."

Bir an bile düşünmeden "Evet."dedi Polat sertce "Anlaşmamıza uyacağım." duruşunu dikleştirdi.Hala az önce aldığı haberin etkisindeydi ama babasına karşı olan bakışları değişmemişti. "Fakat söylediğim gibi bir masumu daha hedef alırsan aynı tarafta olmayacağız."

Egemen için bunlar her zamanki gibi öylesine sözlerdi.Önemsemedi ve başını salladı fakat gelecekte bu sözlerin tüm planlarını alt üst edeceğinden haberdar değildi.Bir kez daha oğlunun omzuna dokunduktan sonra arkasını dönüp oradan uzaklaştı.

Arkasındaysa Polat kaldı.Aslında sadece Polat değil,tüm acıları,sözleri ve sorumluluklarıyla beraber,21 yaşlı genç bir çocuk,tüm o sorumlukuları üstlenmeyi kabul eden olgun bir adam kaldı.

Bakışları odaların kapısında gezinip dururken bir kaç adım atıp koltukların birinde oturdu.Başını ellerinin arasına alırken derin bir iç çekti.Ne o odaya gire bilirdi ne de Reisin yanına gitmeye cesareti vardı.Bir aydır ki sigarayı bırakmıştı.Eskiden de pek içmezdi fakat birazdan kız çocuğunun yanına gitmeli olmasa bir dal yakabilirdi.

İçinde olan sadece kendinin bildiği kısa sürelik savaşın ardından tüm cesaretini toplayıp ayağa kalktı ve  ilerleyip Reisin odasının önünde durdu.Nefesini sesli bir şekilde verdiği sırada gözlerini kapatarak elini kaldırıp kapıyı çaldı.

İçeriden hiç bir tepki gelmedi.Gelmeyecekti de.

Biliyordu,içi boş odalardan tepki gelmezdi.Bazen bir yerde cismen varolmak,orada olmak demek değildi.Reis odada yoktu,hiç olmamıştı.

Daha fazla beklemeden eli kapının koluna uzandı ve yavaşça indirerek açtı.Bakışları odada gezinmeden önce bir şarkı ulaştı kulaklarına.Gözlerini kapattı.

'Bak ben yara gibiyim,'diyordu şarkının sözleri 'Gönlünde bir yara gibiyim.'diye devam ediyordu.

Eskiden olsa 'Kes şunu' der, çıkışırdı bir ses,fakat bazı sesler ebediyen susmuş yerine her hatırlandığında acıtan anıları bırakmıştı.

Polat gözlerini açıp odaya yeni adımını atmıştı ki "Aç değilim abi." dedi Reis.Odanın köşesinde koltukların birinde oturmuş,önünde yanan şöminenin ateşini izliyordu.Oysa içini yakan ateş izlediği ateşten daha şiddetliydi.

Reis bakışlarını ateşten ayırmazken Polat kapıyı kapatıp bir kez daha onun yüzünü inceledi.Saçları dağınıktı ve 19 yaşı olmasına rağmen sakalları fazlasıyla uzamıştı.İki aydır ki kesmiyordu.Gözlerinin beyazından eser kalmamış, uykusuzluktan kıpkırmızı olmuştu.

Polat birkaç adım attığı sırada "Reis" dedi sakince. "Aç değilim dedim ya abi,çık lütfen" diye çıkıştı Reis.

Polat tepki vermedi.Çünkü içinin nasıl yandığını da,acılarının gülüşünü nasıl soldurduğunu da çok iyi biliyordu.Bir şey söylemeden Reis'in oturduğu koltuğun yanındaki koltuğa doğru ilerleyip oturdu ve öylece yüzüne baktı.O an şarkı durdu fakat saniyeler sonra tekrar çalmaya başladı.Polat bir kez daha gözlerini kapatıp nefesini sesli şekilde verdi.Bu şarkı bir zamanlar öylesine şaka için dillerinde dolaşırken şimdi sözleriyle birlikde yara olmuştu.

Polat biliyordu,her duyduğunda Reisin de onun gibi canı acıyordu fakat belki de bilerek,canını acıtmak için ya da acısını unutmamak için tekrar tekrar dinliyordu.

İşte hayat buydu;dertsizken öylesine dinleyip sözlerini önemsemediğimiz şarkılar gün geliyor her duyduğumuzda canımızı acıtıyordu.

Aralarındaki ölüm sessizliği devam ederken "Ben bir karar verdim."dedi Reis aniden.

Polat'ın kaşları çatıldı.İki ay sonra ilk kez Reis kendisi Polatı beklemeden söze başlamıştı.

"Ne kararı?"diye sordu merakla.

Gözlerini şöminenin ateşinden ayırmadığı sırada "Fransaya döneceğim."dedi hissiz bir tonlamayla.

"Ne?"

Polat'ın şaşkınlıktan kaşları kalkarken "Duydun işte abi."diye çıkıştı Reis "burada olmuyor."

Çocuklukları Türkiyede geçse de Polat 12 Reis ise 10 yaşındayken Egemen tarafından Fransaya götürülmüşlerdi ve üç ay öncesine kadar bir kez olsun dönmemişlerdi.

"Saçmalama."diye soldu Polat sinirle "Hiç bir yere gitmiyorsun."

"Sana sormadım zaten."dedi Reis,sesinde umursamaz bir tonlama vardı. "bil diye söyledim."

Polat'ın elleri yumruk halini almışken dişlerini sıktı.Zaten kendisini fazlasıyla suçlu hissediyordu.Bir de üstüne Reis böyle konuştuğunda onun da kendisini suçladığını düşünüyordu.Aslındaysa öyle değildi,Reis hiçbir zaman yaşananlar için Polatı suçlamamıştı,çünkü biliyordu o da böyle olsun istemezdi.

Tam o sırada 'Sen bahçesin ben kasırga' dedi şarkının sözleri 'Çiçeklerin kopar burda.'

Polat daha fazla dayanamayıp "Kes artık şunu"diye öyle bir bağırdı ki Reis gözlerini kapatmak zorunda kaldı.

Olmazdı,şarkı kesilirse böyle sakin kalamazdı.

'Bak ben yara gibiyim' dedi şarkı sözleri bir kez daha 'Gönlünde bir yara gibiyim.'

'Ömründe bir kara meleğim Na-'

Polat ani bir sinirle müzik çaları eline alıp duvara o kadar sert bir şekilde fırlattı ki parçaları odanın her tarafına saçıldı.

Reis'in elleri yumruk halini aldı,şarkı susmuştu.
Ayağa kalktı ve hızla kapıya doğru adımlarken Polat da onunla aynı anda ilerleyip önünü kesti.

"Çekil abi." dedi Reis dişlerinin arasından fısıltıyla.

Polat kıpırdamadı.

Nefesini sesli şekilde bırakıp gözlerini kapattığında "Abi"dedi bu kez daha yüksek bir sesle "çekil yoksa kalbini kıracağım."

Reis gözlerini açıp Polata bakarken "Kır."dedi Polat kıpırdamadan. "Nasıl kıracaksın?"dudakları kıvrıldı fakat gülümsemeden tamamen uzaktı. "Gerçekleri yüzüme söyleyerek mi?" Reis bakışlarını kaçırdı. "Eğer bu seni rahatlatacaksa kır kardeşim" dedi Polat sertce "Söyle,senin yüzünden oldu de,sen yaptın de,sen olmasan yaşıyor,nefes alıyor olurdu de,hadi."

Reisin çenesi kasılırken tek kelime dahi çıkmadı ağzından.

"Hadi" diye sesini daha sert bir şekilde yükseltti Polat "Ne duruyorsun söylesene."

Reis kıpırdamadı bile,sadece bakışları az önce müzik çaların parçalandığı duvarın üzerinde dolaşıp durdu.

Şarkı susmuştu.Şarkının susmasıyla acısı azalır,unutur diye korkuyordu değil mi?

Hayır,şarkı susmuştu fakat acı aynı acıydı.

"Tek senin mi canın yanıyor sanıyorsun?" dedi Polat bu kez "Tek sen mi üzülüyorsun?"
Gözlerini kapattı. "Kaç yerimden bıçaklandım biliyor musun sen?"

"O bıçak kaç kez kalbime saplandı haberin var mı?" Alayla gülümsediğinde eli yanağından çenesine doğru uzanan bıçak izinin üzerinde dolaştı. "Doğru."dedi ciddiyetten fakat alaydan da uzak bir sesle "Sadece yüzümde iz bıraktı değil mi?"

Reis duyuyordu,anlıyordu da fakat bir şeyler söylese bile Polat'ın ne kalbindeki ne de yüzündeki izi silemezdi.

Kısa bir sessizliğin ardından "Git sen de" dedi Polat sertce "Git hadi,bir bıçak da sen sapla sırtımdan." Reisin önünden çekilip eliyle kapıyı gösterdi "Hadi"diye bağırdı bir kez daha "Git Reis."

Sinirden sesi bile titrerken bu kez Reis durmadı.Bir adım attı fakat kapıya değil abisine doğru.Kollarını aniden Polata sardığında ikisi de gözlerini sıkıca kapattı.

Reis sanki tüm acıları dinecekmiş gibi sıkıca sarılmışken Polat'ın elleri iki yanına düşmüştü. "Git"dedi bir kez daha fakat bağırarak değil fısıltıyla, 'Gitme' der gibi.

Zaten bir kardeşi gitmişti, diğeri de giderse kimsesi kalmayacaktı.Çünkü annesi de gitmişti,9 yıl önce, her şeyin başlangıcı olan o gecede terk etmişti oğlunu.

"Tamam abi." diye mırıldandı Reis daha sıkı sarılırken "Özür dilerim,gitmeyeceğim hiçbir yere."

Polatın da kollarını kardeşine sardığında "Hayvan herif."dedi alayla fakat o alayda bile acı saklıydı."İlla beni sinirlendireceksin değil mi?"

Belki eskiden olsa Reisin çok güzel cevapları vardı ama artık eskisi gibi olmak içinden gelmiyordu.

Bir kaç dakika öylece,sessiz sessiz kaldılar ardından Polat aniden ne için odaya geldiğini hatırladığında geri çekilip "Reis"dedi sakince "Can'ın odasına gidelim mi?"

Reis kaşları çatık bir şekilde onun yüzüne bakarken "Ciddi misin abi?" diye sordu tereddütle.Çünkü o odaya Reis'ten başka kimse girmezdi.Özellikle Polat o olaydan sonra hiç girmemişti,daha doğrusu girememişti.

"Evet,hadi gidelim."dedi Polat ve arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi.Reis'in kıpırdamadığını fark ettiğinde omzunun üstünden ona bakarak "Hadi."diye uyardı bir kez daha.

Reis afallamış şekilde öylece bakarken başını sallayıp Polatın arkasıyla yürümeye başladı.Can'ın odası zaten Reis'in odasının önündeydi.

Birlikde odadan çıkıp kapıyı kapattılar.Diğer odaya doğru birkaç adım atmışlardı ki aniden Reisin adımları durdu.Bir ses ulaştı kulaklarına,içini acıtan aynı zamanda tüm acılarına merhem olacak küçük bir bebeğin ağlama sesi.Canın sesi.

Aynı sesi Reisle beraber Polat da duymuştu,hem de ilk kez.Fakat tepkileri farklıydı.Polat gözlerini kapatıp gülümserken Reisin adımları arkaya gitmeye başladı. "Abi"dedi korkuyla,başını iki yana salladı. "Abi deliriyorum."

Polat gözlerini açtığında başını yukarı kaldırarak toparlanmak için kendine zaman tanıdı ardından dönüp Reise baktığında bir kez daha gülümsedi.

Reis kaşları çatılırken "Abi" dedi şaşkınlıkla "Neye gülüyorsun delirdim diyorum,içerden ses geliyor."

Sanki  Reisin sözlerini onaylıyormuş gibi bebek sesi daha fazla yükseldiğinde Polat dayanamayıp elleriyle başını tutu ve yere çöktü.

Reis geri geri giderken bir Polata bir kapıya bakarak olanları anlamaya çalışıyordu fakat aklına gelen en mantıklı ihtimal delirdiğiydi.
"Mümkün değil."dedi başını iki yana sallayıp duvara yaslanırken ardından o da yavaş yavaş duvara sürtünerek yere oturdu.

"Olamaz abi delirdim ben."diye fısıldadı ellerini saçlarına geçirdiğinde.Gözleriyse artık dolmuştu.

Bebek sesi tekrar yükseldiğinde Polat başını kapıya çevirip bir kez daha gülümsedi ve ayağa kalktı.

Polat her zaman ayakda duran taraf olmalıydı çünkü biliyordu birilerini kaldıra bilirdi fakat kendisi yıkılırsa kimse onu kaldıramazdı.

"Kalk kardeşim."dedi Reis'e doğru yürürken.Reis'se başını iki yana salladığı sırada "olamaz abi"diye fısıldadı bir kez daha "Nasıl olur,imkansızdı."

Polat Reisin önünde eğildi ve başını tuttuğu ellerini çekerek yüzüne bakmasını sağladı.Reis dolu gözlerle ona bakarken konuşmadı,burada,başardım,söz verdiğim gibi getirdim onu yanımıza demedi,sadece gülümsedi.Geçmiş,gelecek,acı,mutluluk,sorulacak sorular,verilecek cevaplar,tümü o tebessümde saklıydı sanki.

"Gerçekten delirmedim değil mi?" dedi Reis acıyla "Burada,odasında değil mi?"

"Evet."dedi Polat başını sallayarak "Odasında ve ağlıyor."

Gülümsedi,Reis iki ay sonra ilk kez bir bebek için gülümsemişti. "Ağlıyor."diye mırıldandı sol gözünden bir damla yaş akarken.

Polat ayağa kalktı ve elini uzatarak "Hadi." dedi sesindeki mutlulukla "Sakinleştirmemiz gerek kardeşim."

Birisi 21 birisi ise 19 yaşında gençlerdi,ne Polat daha önce bir bebekle ilgilenmişti,ne de Reis ağlayan bir çocuğu sakinleştirmişti.Fakat ikisi de biliyordu,bundan sonra bedeli ölüm bile olsa koruyacakları tek can o bebekti.

Reis elinin tersiyle gözlerini silerek Polatın yardımıyla ayağa kalktı ve ikisi beraber kapıya doğru ilerlediler.Birkaç adım atmışlardı ki Reis yine durdu. "Olmaz."dedi başını iki yana salladığı sırada "Yüzümde tüy var,gözlerim de kırmızı ya korkarsa?"ardından kaşları çatıldığında "Korkar mı?" diye sordu bu kez.

Polat bir kaç saniye düşündüğünde ne cevap vereceğini bilemedi çünkü kendisi de ilk kez bir bebekle karşılaşacaktı.

Eliyle saçlarını karıştırdığında "Bilmiyorum"dedi düşünceli bir sesle "Benim de yüzümde iz var,maskemi taksak?"

Reis başını salladı.

Polat defalarla bir kız çocuğu için,korkmasın diye maske takmıştı.Fakat o kız çocuğu 'Korkmadım' demişti. 'Maske takmanı istemiyorum' diye itiraz etmişti.Ama Polat yine takacaktı,bu kez de 4 aylık bir bebek korkmasın diye yüzünü gizleyecekti.Oysa o bebek ne Polat'ın yanağındaki izden ne de Reis'in yüzündeki tüyden korkmazdı.Anlamazdı bile.

Her zaman cebinde taşıdığı kumaş maskelerden çıkarıp birini Reise uzattı diğerini ise kendisi taktı.Ağır adımlarla kapıya doğru ilerlediler.Polat kapıyı yavaşça aralarken Can'ın ağlama sesi bir kez daha yükseldi.Bir birine bakıp gülümsediler.Öyle bir gülümsemeydi ki bu hem acıydı,hem mutluluk.

"Ağlıyor."diye mırıldandı Reis kapıdan içeri girdiği sırada. "Evet."dedi Polat ve sadece kapıda kaldı.

Onu ilk görmek de,ilk kucağına almak da Reis'in hakkıydı,yani Polat için bu böyleydi.
Reis ağır adımlarla ilerlerken Polat'la beraber seçtikleri mavi beşiğin başında durdu.İlk kez,Canı ilk kez görecekti.

Ona,annesine benziyor muydu acaba?Ya da onun gibi kokar mıydı? Sahi o nasıl kokuyordu?

Bilmiyordu.

Hiç koklayamamıştı ki.

Ama hayır biliyordu,en son kan kokuyordu.

Can hiçbir zaman kan kokmayacaktı.

Tedirginlikle elini uzatıp beşiğin üstünü açmak istediğinde durdu."Abi"dedi içindeki buruklukla
"Yapamayacağım."

Sol gözünden bir damla yaş akarken başını iki yana salladı "O"diye fısıldadı.

"Abi"dedi bir kez daha ve arkaya dönüp kapıdan çıkmak için yürüdüğünde Polat önünü kesti.

"Yapma"dedi destek olmak istercesine ama kendiside aynı durumda olduğunun farkındaydı.

"Ondan bir parça"dedi Reis ve bir damla yaş da sağ gözünden aktı."Ondan bir parça ve benim canım acıyor abi."

Polatın gözlerinin içine baktı tutunacak bir dal arıyormuş  gibi "Anlıyor musun?"dedi fısıltıyla
"Çok acıyor"

"Anlıyorum"diye mırıldandı Polat.

Zaten Reisi en iyi o anlardı.

Elini omzuna yerleştirdiği sırada "Gel"dedi pes ederek"Birlikte bakacağız."

Ağır adımlarla beşiğe doğru ilerleyip önünde durdular.Reis öylece bakarken Polat cesaret ederek elini uzatıp beşiğin üzerini açtı ve o an odanın ışığı bebeğin yüzüne düştüğünde az önce ağlamasına rağmen bir anda susarak gözlerini sıkıca kapattı.

"Aklımı..."dedi Polat küfür etmek isteyerek ama sustu ve hemen örtüyü tekrardan kapattı.

"Gözüne ışık geldi"dedi Reis endişeyle.

"Evet,bir şey olmamıştır değil mi?"diye sordu Polat.

İkisi de kocaman gözlerle birbirlerine baktıklarında bebek tekrardan ağlamaya başladı.

"Yok olmamıştır ama çok güzel"dedi Reis kaşlarını kaldırarak"Gördün değil mi,çok güzeldi."

Polat başını salladı ardından  örtüyü yavaşça açtığında Reis yüzüne ışık gelmesin diye ellerini başının üzerinde tuttu ve bebek bu kez ışığı değil onları gördüğünde sustu.

Gözleri ikisinin üzerinde dolaşırken,onlarda bebeğe aynen bebek gibi bakıyorlardı.

"Gözleri kahverengi."dedi Reis fısıltıyla.

"Evet"diye mırıldandı Polat"Aynen seninkiler gibi."

Reis gülümsediğinde"İyi olmuş"dedi alayla "sana benzememiş."

"Reis"diye uyardı Polat ama ardından bir şey söylemedi çünki Reis iki ay sonra ilk kez eskisi gibi konuşmuştu.

Reis dikkatle bebeği incelerken Polat'ın bakışları onun üzerinde dolaştı.Mutluluktan gözleri parlıyordu ama Polat'ın bir tarafı buruktu çünkü biliyordu bu mutluluğu Reise yaşatmak için sonu belli olmayan bir göreve razı gelmişti.

Bebek yerinde rahatsızca kıpırdanmağa başladığında"Kucağına alsana."dedi Polat sakince.

Reisin gözleri büyüdü "Ben mi?"

"Evet,hadi"dedi Polat başıyla işaret vererek.
Bebek tekrardan ağlamaya başladığında Reis uzanarak beşikten çıkardı ve sanki her an düşecekmiş gibi "Abi"dedi korkuyla.Polat gülmeye başladı.

"Çok ufak"dedi kucağında tutarken.

"Evet"diye mırıldandı Polat.

Bebek ağlamaya devam ederken "Acaba niye ağlıyor?"diye sordu Reis.

Polat omuz silkti "Bilmem,babası sensin,senin bilmen gerek."

Duyduğu cümlenin şaşkınlığıyla Polat'a bakarken"Ne?"diye sordu.

"Evet"dedi Polat "Artık onun babası sensin."

İşte asıl fedakarlık buydu,19 yaşında senin olmayan bir bebeğe babalık yapmayı kabul etmekti fedakarlık.

Asıl acı ise o bebeğin sevdiğin ama kaybettiğin kızın sana emanet ettiği bir parçası olmasıydı.

"Evet"dedi Reis ve dolu gözlerle tekrardan Cana  baktı. "Babasıyım." Yüzüne buruk bir gülümseme yerleştiğinde "Sen de dayısısın"diye devam etti.

"Hayır"dedi Polat "Artık amcasıyım."

🥺

Şimdi.

Sessizlikten daha yüksek bir gürültü tanımıyordum.Belki başkaları için vardı ama benim en büyük gürültüm sessizliğimdi.Konuşmadığım ya da birilerini dinlemediğim her an zihnimdeki sesler yükseliyor çığlıklarımla baş başa kalıyordum.

Şimdi yine o anlardan biriydi.Arabadaydık,Konuşmuyordu,konuşmuyordum önümüzde uzanıp giden yolu izlediğim sırada havanın kararmaya başladığını fark ettim ama kararan hava mıydı yoksa benim kalbim mi emin değildim.

Her zamanki çığlıklar bir kez daha fakat bu kez en yüksekten ve en derinden gelmeye başladı.Sebebini bilmiyordum.Kafamın içi sanki bir bataklıktı ve ben bir şeyleri düşündükçe daha fazla içine batıyordum.

Ta ki onun sesi o bataklığa uzanan el misali beni çekip çıkarana kadar. "İn" dedi sertce ve bütün çığlıklar sustu.Arabanın durduğunu bile o an farketmiştim.

Çarptığı kapı sesiyle başımı kaldırıp etrafıma baktığımda istemsizce kaşlarım çatıldı.Her yer karanlıktı.Ne ara akşam olmuştu?Galiba yine zihnim gerçek hayattan fazlasıyla uzaklaşmıştı.

Sol elimle gözlerimi ovuşturduğum sırada sağ elimi uzatıp kapıyı açtım.Kapıyı açmamla sert rüzgarın tenime çarpıp üşütmesi bir olmuştu fakat aldırmadım.Ne de olsa dünden beri peşimi bırakmadığı için soğuğa bile alışmıştım.

Arabadan inmeden gözlerimi ovuşturduğum sol elimi çektiğimde görüş açıma ulaşan daha doğrusu görüş açımı kapatan onun geniş ve gergin sırtıydı.Arkası arabaya dönük öylece durmuşdu.

Adımlarım yeri bulduğunda ona doğru ilerleyerek  yanında durdum.Kıpırdamadı ya da bir tepki vermedi.Kaşları çatılmış sert bakışlarla önünde bir yeri izliyordu.Bakışlarını takip ederek başımı onun baktığı yere doğru çevirdim ve o an gördüğüm görüntü gözlerimin irice açılmasına sebep oldu.

Önünde durduğumuz yer,tahminle elli metre kadar uzaklığımızda,demirden bir depoya benziyordu.Karanlıktan tam belli olmuyordu fakat oldukca büyüktü.

Gözlerim tekrardan onun yüzünü bulduğunda sert bakışlarına aldırmadan "Neden geldik buraya?" diye sordum.

Cevap vermedi.

Bu garip davranışı karşısında kaşlarım çatılırken bir anı belirdi zihnimde,dün gece belki de aynı saatlerde benzer bir şey yaşamıştım.İçimde hissettiğim sızıyla önüme döndüğümde "Burada mı kalacağız?"dedim bu kez.Sesim buruk çıkmıştı ve o yine cevap vermedi.

Bıkkın nefes sesini duyduğumda durmadım,devam ettim. "Yani benim için sorun değil,kala bilirim,öylesine sormuştum ama bir şeyler yapmayacak mıyız?Ülkeden nasıl çıkacağız peki?Pasaportum çantadaydı çıkabilir miyiz?" Yüzüne baktım.Gözlerini kapatarak bir kez daha nefesini sesli şekilde bıraktığında "Çıkarız umarım."diye mırıldandım.Onu sinirlendirmiş miydim?Ama bir şey dememiştim ki.

Gözlerini açtı ve bana dönerek öyle bir baktı ki bir adım arkaya gitmek zorunda kaldım fakat eli aniden bileğimi kavradığın da "Hey!" diye bağırmama bile aldırmadan yürümeye başladı.

Arkasıyla adeta sürüklenirken bir yandan da "Ne yapıyorsun?" diye bağırdım.Sanki duymuyordu.

Onu sinirlendirmiştim!

Ama ben bir şey yapmamıştım ki,sadece bir kaç sorudan ibaretti söylediklerim.Neden böyle yapıyordu?

Sert ve hızlı adımlarına ayak uydurmaya çalışırken bir anı daha belirdi zihnimde.Bileğimden tutmuştu ve arkasıyca sürüklüyordu.Ne sorsam cevapsız kalmıştı.

Gözlerim korkuyla büyürken "Lanet olsun!"diye bağırdım fakat yine aldırmadı.Bileyimi o kadar sert kavramıştı ki neredeyse yerinden kopacakmış gibi hissediyordum.

Aynıydı,sanki dün yaşadıklarım bu gün tekrar ediyor,nefesimi kesiyordu.Farklı olan şeyler zaman, mekan ve kişilerdi.
Anlayamıyordum,beni korumuştu,
kurşunlar bana gelmesin diye önüme geçmiş kollarını sarmıştı ve dahası katil olmuştu,o zaman bu ne demekti?!

"Polat!"

Kolumu çekiştirdim,durmak istedim ama mümkün değildi.

Yürümeye devam ederken "Cevap versene" diye bağırdım bu kez.Sesim ağlamalı çıkmasına rağmen kulak batırıcı derecede yüksekti fakat onun tüyü bile kıpırdamamıştı.

Depoya vardığımızda adımları durdu ve kolumu bırakmadan demir kapıyı açarak içeri geçti.Beni de sürüklerken birkaç sert adım daha attı ardından bir anda öne doğru savurup kolumu bıraktı.Dengede duramayıp yere çarptığımda dudaklarımdan acılı bir inleme dökülürken gözlerimi kapattım.Aslında gözlerimin açık olmasıyla kapalı olması arasında bir fark yoktu çünkü içerisi zaten zifiri karanlıktı.

Derin bir nefes aldım,vücudum acıdı.Bir nefes daha aldığımda gözlerimi açtım ve kalbimde alevlenip tüm benliğime yayılan acıyı bir kez daha hissettim.

Neydi bu?

Arabada korktuğumda bana su veren,yemek yemem için sorularımı cevaplayacağını söyleyen,elindeki kan bana bulaştı diye özür dileyen adamla şimdiki adam aynı kişi mıydı?

Ellerimi yere bastırarak kalkmak istediğimde beceremedim.Gözlerimi bir kez daha kapattım ve tekrar açtığımda sağ tarafımda bir ışık yandı.Bakışlarım oraya kayarken bir ışık da sol tarafımda sesli bir şekilde depoyu aydınlattı ve bir ışık daha tam onun başının üzerinde yandığında tüm vücudunu aydınlattı.

Duruşu dik bakışları sertti,öylece deniz mavisi gözleriyle beni izliyordu.Evet şu an gözleri deniz mavisiydi çünkü ben ona baktığımda boğulduğumu hissedebiliyordum.

Ellerim yumruk halini aldığında dişlerimi sıktım.Ağzımdaki kan tadı garipti.Galiba yere düştüğümde dilimi ısırmıştım ve kanıyordu.

Bu kez içimdeki öfke vücudumu güçlendirirken ellerimle yerden destek alarak ayağa kalktım.Bacaklarım acıyordu fakat aldırmadım. Aramızdaki bir kaç adımlık mesafeyi kapatıp önünde durduğumda bakışları üstümden ayrılmadı ve ben de aynen onun gibi duruşumu dikleştirip çenemi kaldırdım.
Bir an bile düşünmeden ağzımda toplanan kanı yüzüne tükürdüğümde gözlerini kapattı.Elbette ki maskesi vardı.

Keşke olmasaydı.

Yüzüne biraz daha yaklaştığım sırada "Bu" dedim kelimenin üstüne bastırarak "Beni yere savurduğun için."

Kapalı gözleri açıldı ve öyle bir baktı ki belki başka zaman korka bilirdim fakat farkında değildi  öfkem beni esir aldığında o naif,duygusal kız gidiyor yerini tam başka birine bırakıyordu.

Bakışlarımı ondan ayırmayıp gözlerinin içine baktığım sırada arkasından gelen adım sesleriyle  nefesinde belli belirsiz bir alay oluştu.Seslerin geldiği yöne doğru başımı çevirdim ve gördüğüm görüntünün tüyleri diken diken edecek türden olduğunu anladım.

Önce beş takım elbiseli,eli silahlı kişi sağ taraftan,arkasından çıktı.Ardından bir kaç adım sesi daha duyduğumda bu kez gözlerim soluna kaydı ve oradan da beş kişi bize doğru yürüyerek onun iki adım kadar yakınında durdu.Dikkatle ilk önce sağdaki kişileri ardından soldaki kişileri inceledim.Yüzleri sertti fakat solunda duran beş kişiden birini tanıyordum.Bu adam Durunun yaraladığı Caner denen o adamdı.

Zihnimdeki tüm ihtimaller birbirine karışmışken olanları algılamaya çalışıyordum.Her şey sadece bir oyun muydu?Adamların bizi yakalaması ardından Duru tarafından kurtarılmamız.Ama neden?

Adım sesleri bu defa arkamdan yükseldiğinde o tarafa dönmek zorunda kaldım.Sayamadım fakat yaklaşık on kişi de benim tarafımdan bize doğru ilerlediler.Onlar da eli silahlıydı ve içlerinden iki kişiyi tanımam çok uzun sürmemişti.

Her birinin üzerinde siyah takım elbiseler varken içlerinde tamamen mor giyinen Duru'yu nasıl tanımaya bilirdim ki.Diğer tanıdık kişi ise Reis'ti.

Fakat kimse tanıdık değildi,ben kelimenin tam anlamıyla asıl şimdi yalnızdım.

Herkesin yüzü ciddiydi.Şöyle ki Reis'le Duru bile fazlasıyla ciddi duruyorlardı.Oysa Reis şimdi sırıtarak beni rahatlatmalı değil miydi?Ya da Duru içten bir tebessümle gülümseyip el sallasa olmaz mıydı?

Olmamıştı.

Gözlerimin dolduğunu önümdeki görüntü bulanıklaştığında  anladım ve arkaya doğru bir kaç adım attığımda sırtım onun sert göğsüne çarptı.

Sağ gözümden bir damla yaş yanağıma doğru süzülürken çizdiği yolu yaktığını hissettim fakat elimin tersiyle sildim ve sırtımı göysünden ayırarak ona taraf döndüm.

Hıçkırmak istiyordum,bağırmak,neler oluyor diye hesap sormak istiyordum ama her şey ortadaydı.

Ben düşmanımın elindeyken ondan kaçtığımı sanmıştım.

Boğulduğumu hissetmeme rağmen bakışlarımı gözlerinden ayırmadan çenemi bir kez daha kaldırdım.Ölecektim ama şöförüm bana ihanet ettiğinde hissettiğim acı kadar derin değildi içimdeki sızı çünkü onlara zaten güvenmemiştim.

Şimdi için kalbimi en çok yakan şey kardeşimin de öleceğiydi.Yerini biliyordu.
O küçücük,dört aylık bir bebekti.Nasıl kıyacaklardı? Ben ona dokunmaya bile kıyamazken nasıl alacaklardı canını?

İçimdeki tüm öfkeyi kusarcasına gözlerinin içine bakmayı sürdürürken "Neden?" diye sordum sadece.
Belki biraz utanır,içi sızlar da bakışlarını kaçırır diye düşündüm fakat değişen bir  şey yoktu.

"Mecburdum."dedi düz bir sesle "Ben emirleri yerine getiren basit bir kişiyim sadece."

Sağ gözümden bir damla daha yaş aktığında alt dudağımı dişlerimin arasına alıp alayla başımı salladım.Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme vardı fakat mutluluktan tamamen uzaktı.

İçinde kötülük bulunmayan birisini hiç bir güç kötü birine dönüşmeye zorlayamazdı.
Gözlerini gözlerimden ayırmazken "Ne emredersiniz Egemen bey?" diye sordu itaatkar bir tonlamayla.

"Vura bilirsin."dedi nerden geldiğini anlamadığım ses.Robot sesiydi.

Hissiz bir şekilde önünden kıpırdamazken bakışlarını benden ayırmadan başını salladı ve elini yana doğru uzatarak avuçlarını açtı.Arkadaki adamlardan biri belinden bir silah çıkarıp onun avucuna koyduğunda ben de bakışlarımı ondan ayırmamıştım.Başımsa dikti.Ölecektim ama en azından diyerleri ve onun gibi pislik bir insan olarak gözümü kapatmayacaktım.

Silahı bir kez çekip bana doğrulttuğunda yine kıpırdamadım.Sadece gözlerinin içine bakmaya devam ettim.Yaklaşıp silahın namlusunu tam göğsüme,kalbimin üzerine yerleştirdi.Gülümsedim.

Parmağı tetiye baskı yapmaya başladığında içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim ama ölüm değildi bu,henüz değildi.

Gözlerini kapattı ben kapatmadım yüzümdeki gülümseme varlığını sürdürürken "üzgünüm" diye bir fısıltı çıktı dudaklarının arasından ve aniden tetiğe basdığında duyduğum son ses silahın patlama sesi oldu.

Aynı anda kalbimde hissettiğim acıyla "Hayır" diye bağırdığım sırada gözlerimi açtım.

Hızlı ve aralıksız nefeslerim göyüs kafesimi hareketlendirirken elim istemsizce kalbime gitti.Kan yoktu,vurulmamıştım.Onun uğultulu sesi kulağıma ulaşdığı sırada başımı kaldırarak yüzüne baktım ve yutkundum.Kaşları çatık bir şekilde beni izliyordu.

Gözlerim bulunduğum yerde gezindiğinde küçük bir kanepede olduğumu farkettim.Depo değildi burası küçük bir odaydı.Duvarları eski olsa da oturduğum yer ve üstümdeki battaniye fazlasıyla temiz görünüyordu.

"İyi misin?"

Bakışlarım bir kez daha onun gözlerini bulduğunda "Sen.."dedim afallamış bir şekilde "Sen beni vurdun."

Çatık kaşları söylediklerimi anlamıyormuş gibi biraz daha çatıldı "Ben seni vurdum mu?"

Bu bakışlardan hiç bir şey anlamıyordum.Neden az önce olanlar yaşanmamış gibi bakıyordu?

Başımı hızla salladığımda elim kalbimdeyken "Evet"dedim sertce "Depodaydık ve sen beni tam kalbimden vurdun."

Kaşları havalanırken bakışları kalbimin üzerine yerleştirdiğim elime kaydı ardından tekrar gözlerime tırmandığında gözleri kısıldı.

"Kalbinden?"

"Evet"

Gözleri daha da kısıldığında "Neye gülüyorsun?"dedim öfkeyle "Oradaydın beni bir depoya götürdün ve yere doğru savurup öylece izledin."

Başını iki yana sallayarak doğruldu ve Arkasını dönüp odanın içindeki masaya doğru yürüdüğünde konuşmaya devam ettim "Reis,Duru,vurduğu adam Caner ve bir kaç eli silahlı kişi daha oradaydı,sen emr aldın ve bana silah kaldırdın."

Tekrardan bana taraf dönüp bir kaç adım attı ve elinde tuttuğu bardağı uzattı.
"İç"dedi sakin bir sesle  "Anladığım kadarıyla gördüğün kabusun etkisindesin."

Kabus mu?

Afallamış şekilde bir yüzüne bir bardağa bakarken "Pekala"dedi aynı sakinlikle "Benim içirmemi ister misin?"

O kadar şefkatli bakıyordu ki,neler olduğunu anlamadan gözlerimi bir kaç kez kırmıştırıp başımı hayır anlamında salladım ve bardağı elinden aldım.

O kadar yaşanan olaylar rüya mıydı? daha doğrusu sadece bir kabustan mı ibaretti?

Nasıl zihnim vardı benim böyle.

Yüzümü buruşdurduğum sırada arkama yaslanarak üzerimdeki battaniyeyi çekiştirdim.Bardağı ağzıma götürerek sudan bir kaç yudum alırken o da ilerleyip benim oturduğum kanepenin diğer ucuna yerleşdi ve kollarını önünde birleştirerek arkasına yaslandı.

Bardağı dudaklarımdan uzaklaştırdım ardından parmağımı ağız kısmında dolaştırırken "Çok gerçekçiydi."dedim düşünceli bir sesle.

Kabuslar bir süreden sonra hayatımın parçasına dönüşmüştü hatta alışmış da sayılırdım fakat hiç birisi bu kadar gerçekçi ve bu kadar acıtan türden olmamıştı.

"Anlattığın olayların gerçek olma ihtimali ölülerin dirilme ihtimalinden bile daha az."

Düz sesi bana ulaşdığında başımı kaldırarak yüzüme baktım.Beni izliyordu.Kurduğu cümle belki öylesine ağzından çıkmıştı fakat ben bunu sana asla böyle bir şey yapmam ya da yapmayız anlamında algılamak istiyordum.İnanmaksa sadece zamana kalmıştı.

Hiç kimseye kolay kolay inanmayacaktım.

Bakışlarımı yüzünden ayırmazken "Peki"dedim başımı salladığım sırada "Buraya nasıl geldim?"

En son yoldaydık sonrasınıysa zihnimi ne kadar kurcalasam da hatırlayamıyordum.
Bir elim istemsizce boynuma gittiğinde kabusun etkisinden olmalı ki terlediğimi fark ettim.Saçlarım boynuma yapışmıştı.

"Yolda uyudun,buraya vardığımızda da uyandırmak istemedim."

Elim boynumdan uzaklaştığında "Ne?"dedim şaşkınlıkla "Beni taşıdın mı?"

Ben ve saçma sorularım ,uyurken yürüyecek miydim?

"Evet."dedi.

Ah ne güzel!

Daha tanışmadan kucağında saatlerce uyumam az rahatsız ediciymiş gibi bir de kendimi adama taşıtmıştım.

Gözlerimi kaçırdığım sırada ayaklarımı kendime çekerek yerimde rahatsızca kıpırdadım. "Ne kadar süredir uyuyorum?"diye sordum konuyu değişmek için.

"Bilmem."dedi omuz silkerek "beş altı gün olmuştur."

"Ne?"

Gözleri kısıldı.

"Saat demek istedim."

Kaşlarımı çatıp yüzümü buruşturduğumda "komik değil"diye homurdandı. "Ve beş altı saat de oldukça fazla."

Göğsünde birleştirdiği ellerini ayırıp ayağa kalktı. "yaşadığın olaylara bakılırsa az bile" dedi ve bardağı almak için elini uzattı.Elimdeki bardağı avuçlarının arasına bıraktığım sırada başımı salladım.

Odanın içindeki masaya doğru yürürken "Aç mısın?"diye sordu sakince ve bardağı masaya bırakıp yanındaki poşetleri karıştırmaya başladı.

Sanki görüyormuş gibi omuz silkerek"Hayır"dedim ve ayaklarımı yere indirerek battaniyeyi daha da yukarı çekiştirdim.Çıplak ayaklarım yere değmiyordu.

Aynen benim gibi omuz silkti. "Sana sormam saçmalıktı zaten her zaman aç değilsin."Kaşlarımı çatıp ayaklarımı salladığım sırada "Hiç de bile"diye mırıldandım "Midem bulanıyor şu an,ayrıca sen nerden biliyorsun her zaman aç olmadığımı,aç olduğum zamanlar da oluyor elbet."

Poşetleri karıştıran elleri duraksadığında bir kaç saniye sessizlik oldu ardından direk poşetleri alarak bana doğru yaklaştı ve kanepeye oturarak birini benim önüme birini ise kendi önüne koyduğu sırada arkasına yaslanıp "Havalimanında da aç değilim demiştin,şimdi de aynı şeyi söylüyorsun ve zaten aç olduğun için miden bulanıyor bir şeyler yediğinde geçecektir."dedi sakince.

Doğru söylüyordu fakat midem bulanırken bir şeyler yemek düşüncesi bile fazla rahatsız ediciydi.

"Aç değilim."dedim bir kez daha ve önümdeki poşeti ona doğru itekleyerek arkama yaslandım.

Bıkkın bir nefes verdi ve gözlerini devirdi ardından bakışları bana kaydığında "peki" dedi sanki pes etmiş gibi "Şimdi ne karşılığında yemek yiyeceksin?"

Gözlerim kocaman açılmışken bir kez daha şaşırdım.Her defasında yemek yemem için bir şeyler mi yapacaktı?Gerçekten aç kalırsam öleceğimi mi düşünüyordu yoksa ?Ya da ölene kadar aç kalacağımı.Yok artık, tamam genelde az yerdim fakat o kadar da değildim.

Bakışlarım yüzünde gezindi,saçlarında çatık kaşlarında,mavi gözlerinde ve siyah maskesinde.Sanki yemek yemem için ağzımdan çıkan ilk cümleyi yerine getirecekmiş gibi bakıyordu bense böyle düşünmüyordum çünkü isteyeceğim şey artık aklımda belirmişti.

Bacaklarımı yerden kaldırıp kendime çektim ve battaniyeyle tamamen sardım.Ona doğru dönerek gözlerimi kıstığımda "Hım."diye mırıldandım düşünceli bir sesle "Ne istersem yapacak mısın?"

Kaşları daha da çatıldı ve onun da bakışları benim üzerimde dolaştı.Elini kaldırıp maskesini düzeltdiğinde "Evet."dedi düz bir sesle "Ama bazı sorularını cevaplamayacağımı biliyorsun."

"Soru sormayacağım." diye direk yanıtladım "Bir şey isteyeceğim."

Ne der gibi başını iki yana salladığında gözlerim bir kez daha üzerinde dolaşdı.Saçları dağınık değildi ama gözlerinin kenarında uykusuzluktan halkalar oluşmaya başlamışdı ve tanıdık olan gözleri sanki daha da tanıdıklaşmışdı.Buna bir çözüm bulmalıydım.Gözlerinin içine bakmayı sürdürürken "Maskeni çıkarmanı istiyorum."dedim.

Evet tam olarak şimdi için bunu istiyordum çünkü zaten sorularıma cevap vermeyecekti ve belkide maskesini çıkarması zihnimdeki bazı soruları cevaplayacaktı.

Cevabımı duyar duymaz çatık kaçları düzleşti,gözleri buruklaşdığında ona bakmayı sürdürdüm fakat o bakışlarını kaçırarak başını aşağı eğip poşeti karıştırmaya başladı.

Ben bir yanıt beklerken gelen tek ses poşetin sesiydi ve bir kaç dakika öyle devam etti.Bir şeyler aramıyordu sanki öylece zaman geçsin diye karıştırıyordu.
Ani olarak elleri duraksadığında gözleri poşetten ayrılmadan öylece bir şeyler düşündü ardından bakışları bana kaydığında "Olmaz."dedi.

Kaşlarım çatılsa da bunu tahmin etmiştim,çünkü onunla karşılaştığımız andan şimdiye kadar çıkarmamışsa sadece benim yemek yemem için çıkarmazdı.
Ama merak ediyordum.

Arkama yaslanıp gözlerimi kapattığımda "Peki"diye mırıldandım sakince "Sana afiyet olsun."

Düşüncelerim ve ihtimaller birbirine karışmışken aslında onunla açık bir oyun başlatmıştım.Sadece bu defa için söylediğimi düşünebilirdi fakat benim için bu oyun birimiz pes edene kadar devam edecekti.Yani ya o maskesini çıkaracaktı ya da ben ölene kadar aç kalacaktım.Beni tanımadığı için ne kadar inatçı olduğumu bilmiyordu.

Aramızda ölüm sessizliği devam ederken acaba ne yapıyor diye merak etmedim değil çünkü gözlerim kapalıydı ve ondan en ufak bir kıpırdama sesi bile gelmiyordu.Merakıma yenik düşüp sol gözümü hafifce araladığımda lanet olsun.
Beni izliyordu ve bu hareketimi görmüşdü.
Gözümü hızla tekrardan kapattım ve kulaklarıma onun nefesindeki gülümseme ulaştığında bir kez daha kendime lanetler okudum.Bakmasaydım da olurdu değilmi neden baktım ki.

Sesindeki gülümsemenin ardından homurtuları duyduğumda "Başka bir şey iste."dedi bıkkın bir sesle.

Gözlerimi açtım ve tekrar doğruldum.
"Başka bir şey istemeyeceğim,"dedim çenemi kaldırarak "çünkü sen zaten bir kez oyunu kurallarına göre oynamamıştın,unuttum sanma bu iki olmayacak."

Aynen benim gibi ayaklarını çektirdiğinde bağdaş kurarak oturdu ve ellerini birbirine geçirdi.Bir şey düşünüyormuş gibi arkamda bir yere bakarken bıkkın nefes sesini tekrardan duydum.

O an acaba kaç yaşında diye düşünmeden edemedim.Koca adamdı ve ben onunla oyun oynuyordum.Doğru çocuk oyunu değildi ama yinede bana ayak uydurması hoş bir davranıştı.Yüzümde belli belirsiz bir tebessüm oluşduğunda daha fazlasını engellemek için dudaklarımı bir birine bastırdım.

Sonunda bakışları beni buldu.Başımı soru sorar gibi iki yana sallarken "Verdin mi kararını?"dedim alayla ardından yüzüme yapay bir korku yerleştirerek"Yoksa açlıktan ölecek miyim?"diye devam ettim.

Gözlerini devirdi ve "Peki."dedi umursamaz bir tonlamayla ardından güldü ama gülüşü sanki alaylıydı. "Ama uğruna aç kalınacak bir yüzüm olduğunu sanmıyorum."

Ne dediğini anlamaya çalıştığım sırada beni beklemedi ve elleri yavaşca maskesine kaydı. Parmakları sol kulağına katılı maskenin ipliğini çıkarırken bakışları acı çekiyormuş gibi durgun hareketleri ise zorlanıyormuş gibi yavaşdı.

Önce maskeyi yüzünün sol tarafından uzaklaştırdı,yanağı pürüssüz ve tıraşlıydı ardından köşeli çenesiyle dolgun dudakları çıktı ortaya.O ana kadar yüzünün kusursuz olduğunu düşünüyordum fakat yüzü maskeden tamamen uzaklaştığında bu düşüncem adeta can çekişirmiş gibi zihnimden uzaklaşmıştı.

Hayır yüzü zaten kusursuzdu,hayır bu kusur sayılmazdı fakat ben şu an kendimi o kadar bencil ve o kadar kötü hiss etmiştim ki.

Yüzünde,sağ yanağında gözünün iki santim aşağısından başlayıp çenesine doğru uzanan derin ama sanki yıllar önce olmuş gibi eskimiş bir iz vardı.

Bu yüzden maske takıyordu.

O an bir anı sanki geçmişimi önüme sermiş gibi belirdi zihnimde.Onu anlamıştım.Çünkü ben de 12,13 yaşlarındayken buna benzer bir şey yapdığımı hatırlıyordum.Doğru bu kadar mühim değildi ama ergenlik döneminde yüzümdeki sivilce izleri sebebiyle okula sürekli maske takarak gidiyordum.Öğretmenler neden taktığımı sorduğundaysa hastayım der yalana başvururdum.Ama aslında ise sebep başkaydı.Çocuklardan birinin baban sigarayı yüzünde mi söndürüyor diye alay etmesi neden olmuştu sürekli maske takmama.Sonralar sivilceler de yüzümdeki izleri de gitmişti fakat kalbimdeki izlerin hala varlığını sürdürdüğünü şimdi anlamıştım.

Maske yüzünden uzaklaştığı an yüzüme bakmadan ikiye katlayıp kenara fırlattı ve önüne dönüp poşeti öylesine karıştırmaya devam etti.Bakışları durgundu.

Merak etmişdim,onu ilk gördüğümde gözlerinin tanıdık olduğunu düşünüp yüzünü görürsem tanıyacağıma ihtimal vermiştim hatta bir ara bu yüzden maske taktığını bile düşünmüştüm ama hayır,gözlerinde hissettiğim o tanıdıklık duygusu yüzünde kaybolmuştu.

Bakışlarım üzerinde dolaşırken "Ben."dedim kekeleyerek ama biliyordum kendimi toparlayıp düzgün cümleler kurmam gerekti.Belli ki çekiniyordu ve ben yarasının üstüne gitmiştim.Hatamı telafi etmeliydim "yani"diye mırıldandım bu defa ve yine duraksadım.Derin bir nefes aldım,bıraktım ve tekrar aldım "Yani sadece merak etmiştim."

Bakışları bir kez olsun bana kaymadı.Bakmadı ya da bakamadı,utanıyor muydu?

Kahretsin.

Gözlerim sinirle kısıldığında "Sen" dedim bu defa "Nasıl."gözlerimi kapattım "Sen bunun için maske mi takıyordun?"

Poşeti karıştırmaya devam ederken "Evet"dedi düz bir sesle.

Sinirlerim daha da bozulduğunda poşeti önünden çekerek durmasını sağladım ve "Küçük bir sıyrık için mi?"dedim sertce.

Belki küçük değildi ama artık küçük olacaktı çünkü ben onu öyle görüyordum.

Aniden kaşları çatıldığında başını kaldırıp yüzüme bakdı. "Ne?"diye sordu sorumu duymamış gibi.

"Küçük bir sıyrık için mi?"diye sordum bir kez daha.

Gözleri büyüdüğünde "Küçük?"dedi soru sorar gibi.

Başımı salladım. "Evet."

Yüz ifadesi yavaş bir şekilde değişirken dudakları kıvrıldı.Evet artık dudaklarını göre biliyordum.Çok güzellerdi.

Bakışlarım dudaklarında oyalanırken "Hiç değişmeyeceksin değil mi?"diye soran sesi kulağıma ulaştığında ne söylemek istediğini anlamayarak "Ne?"diye sordum.

Dudakları bir kez daha kıvrıldı. "Elini diyorum." dedi alayla fakat sanki alaydan uzakdı. "Yüzümle kalbime de yerleştirecek misin?"

Gözümden bir damla yaş yanağıma doğru süzüldüğünde gizlemek istedim fakat görmüştü. "Anlamıyorum." dedim elimin tersiyle silerken.Sesim sinirli ama aynı zamanda hüzünlüydü.

Şu an için anladığım tek şey onu üzdüğümdü ya da utandırdığım belkide kırdığımdı ve evet onu anlıyordum fakat "Boş ver." dedi düz bir tonlamayla "Anlama zaten."

Gözlerim bir kez daha yüzündeki izin üzerinde dolaşırken "Nasıl oldu?" diye sordum bu kez.

Bakışlarını kaçırdı. "Bir şekilde."

"Ne şekilde?"

"yiyecek misin artık?"

Sinirle solduğu sırada başımı eyip sessizce önümdeki poşeti karıştırmaya başladım.Üstüne daha fazla gitmem doğru değildi.Ama hatamı nasıl telafi edebileceğimi de bilmiyordum.Benden gizlemek için mi takıyordu ya da herkesten gizlemek için.Kalbimde hissettiğim sızıyla gözümden bir damla yaş bu kez poşetin üzerine düşerken burnumu sinirle çekiştirdim.Duygusallığım sağolsun bana çok yardımcı oluyordu ama sadece ağlamam konusunda.

"Ağlama." diye mırıldandı.Burnumu bir kez daha çekiştirdim. "Ağlamıyorum."

Tabii kesinlikle ağlamıyordum.

"Özür dilerim,büzme dudaklarını."

Ellerim duraksadığında dolu gözlerime aldırmadan başımı kaldırıp yüzüne baktım,hüzünlüydü ve Benden özür diliyordu.Onu üzen bendim ama o özür diliyordu.

"Niçin diliyorsun özür?"

"Sesimi yükselttim" diye mırıldandı "Sonrada senin yüzün düştü."

Kaşlarım çatılırken,acaba dedim o an içimden.Acaba eli silah tutan,o kadar kişiyi gözünü kırpmadan öldüren kişi bu adam mıydı.Anlamıyordum birilerini öldürebilecek kadar kötüyken neden aynı zamanda bu kadar iyi olabiliyordu.

Tekrardan önüme döndüğümde poşetin içindeki bisküvilerden birini elime alarak kağıdıyla oynamaya başladım "Yüzümün düşmesinin sebebi sesini yükseltmen değil ki."dedim sakince "Benim yüzüm genelde düşüktür zaten."

"O zaman ben de yüzünü düşüren tüm sebepler için özür dilerim."

Başımı bir kez daha kaldırıp yüzüne baktım.Gülümsedi.

İçten bir tebessümdü ve ben galiba ilk defa onun içten tebessümünü görüyordum.Saçlarının bir kaç tutamı alnına dökülmüştü.Gözleri yorgun bakıyordu ama aynen gülümsemesi gibi güzeldi.Dudağının sol kıvrımı sağa nisbette daha yukarıdaydı.Ve yanaklarında küçük gamzeler oluşmuştu.

Yüzündeki iz...önemsizdi.

Çünkü yüzünün güzelliğinden bir şeyler eksiltmemişti aksine hoş duruyordu.O an elimi uzatıp sağ yanağında izin üzerinde gezdirmek istedim fakat biliyordum,
yapamazdım.Belki bir gün...ama o gün kesinlikle bu gün değildi.

"Seni üzdüm" dedim sesimdeki hüzünle.
Yüzündeki tebessüm solduğunda kaşlarını çattı.

"Ne zaman?"

Bilmiyormuş ya da hiç üzülmemiş gibi davranıyordu.Ama ben yüzündeki hüzünü görmüştüm.Gözlerimi devirdiğimde "Az önce işte."dedim maskesini çıkarması için zorladığım anı kast ederek.

Elini çenesinde gezdirdiği sırada bir gözünü düşünüyormuş gibi kıstı "Hmm"diye mırıldandı fısıltıyla "Yüzün düştüğünde azıcık üzülmüş olabilirim."

Az önce poşette gördüğüm yumurtanı hızla elime alıp üstüne fırlattdığım sırada  "Bana çocukmuşum gibi davranmayı keser misin?!" diye çıkıştım.

Üstüne fırlattığım yumurtayı havada yakalarken başını iki yana sallayıp sırıttı.
Neyseki yumurta gerçek değilde sürpriz yumurtaydı.Bana çocukmuşum gibi davranmasının bir kanıtı da buydu aslında.Kimin aklına gelirdi ki yemek için süpriz yumurta almak diye düşünüyordum ki humortularını duyduğumda anladım.

"Eşek herif."diye mırıldandı elinde tuttuğu yumurtaya bakarken "aklınca benimle dalga geçiyor,görürsün sen dalgayı."

Kıkırdamama engel olamadığım sırada "Reis mi?"diye mırıldandım.

Başını salladı ve yumurtayı tekrardan benim poşetime koydu. "Ondan başka eşek mi var?"

Kıkırdamam daha da büyüdüğünde bir elimle ağzımı kapatıp diğer elimle yumurtayı tekrar çıkardım ve üzerindeki kağıdı soymaya başladım.Evet kesinlikle bunu yiyecektim.

"Hiç benzemiyorsunuz,ne Reisle ne de Duruyla."dedim yumurtanın çikolatasından bir parça ağzıma atmadan önce.Eskiden yüzünü görmediğim için benzetemediğimi sanıyordum ama hayır alakaları yoktu.O da önündeki poşeti karıştırarak benim gibi yumurtayı çıkardı ve üzerindeki kağıdı soymaya başladı.
"Biyolojik olarak kardeş değiliz."

Kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?"

Omuz silkerek soyduğu kağıdı kenara bıraktı"Reisle beraber büyüdük,bildiğim kadarıyla daha iki yaşlık bebekken annesiyle babasını kaybetmiş,sonra da bizimle yaşamak zorunda kaldı."

Yüzü düştüğünde ben de içimde bir sızı hissettim.Reisle tanışmış herkes hiç derdi olmayan,dünyadan habersiz biri sanardı ama işte hayat böyleydi yüzdeki gülümsemeler bazen yanılta biliyordu insanı.

Başımı sallayıp önüme döndüğümde yumurtanın içindeki oyuncak parçalarını çıkarmaya başladım. "Peki ya Duru?" diye sordum bu kez.

"Duruyla 6 yıl önce tanıştık" dedi o da aynen benim gibi oyuncak parçalarını çıkarırken "On sekiz yaşınadek yetiştirme yurdunda büyümüş,sonrada çıkar çıkmaz bizimle tanışdı zaten."Gülümsedi "Gerçi pek hoş bir tanışma olmadı ama nihayetinde iyi ki tanımışım dediğim insanlardan birisi."

Kaşlarım havalanırken "Yoksa ilk zarar mı verdiniz kıza?" diye sordum endişeyle. Beni de bayıltmışlardı.

Başını iki yana salladığında "Hayır." dedi sırıtarak "O bize zarar verdi aslında."

"Nasıl yani?"

Biraz daha sırıttı "Anlatırım bi ara."

Sırıtmasına gülümsemeyle karşılık verdiğimde elimdeki oyuncak parçalarından bir kaçını birleştirdim ardından yüzüne baktım.O da gülümsüyordu fakat bakışları bende değil de elindeki oyuncak parçalarındaydı.Gülümserken kısılan gözleri kıvrılan dudaklarıyla ve kırışan düzgün burnuyla çok güzel bir uyum sağlıyordu.Yüzümdeki tebessüm solduğunda "Bir daha maske takma olur mu?" diye mırıldandım.

Anlamıyordum,bu kadar güzel bir yüz sadece küçük bir sıyrık için kapatılır mıydı?Kapatılmamalıydı.

Elleri duraksadığında onun da yüzündeki gülümseme donuklaştı ardından bir şey düşünüyormuş gibi bir kaç saniye cevap vermedi.

O an merak ettim,nasıl olmuşdu yüzünde böyle bir sıyrık oluşmuştu.Bıçak izine benziyordu ve oldukça eski gibiydi.

"Yemek yemediğinde takacağım."dedi kaşlarını çatarak ve yüzüme baktı.Gözlerimi devirdim.

Galiba gerçekten açlıktan öleceğimi düşünüyordu.

Önüme dönüp elimdeki oyuncağın son parçasını da birleştirdiğimde gülümsedim.Küçük bir mavi araba oluşmuştu.Mavi renk en sevdiğim renkti ve arabalarıda küçükken çok severdim.
"Bak" dedim mavi arabayı aramızdaki zemine koyduğumda "bende mavi bir arabaymış."Gülümsedim. "Biliyormusun,arabaları çok severim."dedim oyuncağı izlerken ardından yüzümü buruşturdum "Yani eskiden severdim beş altı yaşlarımda galiba,araba koleksiyonum vardı,bir çok kişi kızsın oyuncak bebeklerle oyna derdi ama ben arabalarla oynamaktan zevk alırdım,böyle küçük rengarenk arabaları topluyordum,en sevdiğimde mavi olanıydı."kıkırdadım "Ne güzel tesadüf değil mi."

Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda dudaklarımdaki masum tebessüm donup kaldı.Durgun bakışlarla aramıza yerleştirdiğim arabayı izliyordu.
Gözleri sanki dolmak üzereyken çenesi kasılmıştı.

Yutkunduğumda "Ben" dedim kekeleyerek "Yanlış bir şey mi söyledim?"

Bakışları değişmezken "Hayır" dedi sakince "Sadece mavi arabaları sevmiyorum."

Kaşlarımı çattım. "Neden ki?"

Elindeki parçalarını birleştirdiği oyuncağı aramıza mavi arabanın yanına yerleştirdiğinde bakışlarım oraya kaydı.Mor bir motordu.

"Bilmem,hoşlanmıyorum."

Başımı salladığımda mor motora bakıb sırıttım. "Bu Duruya çıkmış bence"dedim alayla.Nefesindeki gülümsemeyi duyduğumda "Aynen."diye mırıldandı.

Poşetten başka bir yiyecek çıkarıp kağıdını soyduğum sırada "Peki başka kardeşin var mı?" diye sordum bu kez.Her olayda karşıma bir kardeşi çıkıyordu.

"Evet" dedi o da yiyeceklerden birini çıkarıp kağıdını açarken. "Bir kız kardeşim daha var."

"O da Reisle Duru gibi garip mi peki?"

Sırıttım.

Gözleri bir kez daha donuklaşdığında benim de yüzümdeki gülümseme soldu. "Hayır."dedi sakince "O bize nazaran daha normal ve daha akıllı." Gözlerini kapattı "6 sene önce kaybettik."

Nefesini sesli şekilde bıraktığında içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim.Kaybettiği kardeşinden yaşıyormuş gibi bahsetmişti.

"Senin adına üzüldüm."diye mırıldandım ve önüme döndüm.

Başını salladığında "Hadi,önündekileri bitir de çıkalım."dedi sakince.
"Nereye?"

Tek kaşını kaldırdı.Bu sorgulama anlamına geliyordu.

Ağzıma bir şeyler atarken "Biliyor musun?"diye mırıldandım hüzünle "Benim de kardeşim diyeceğim iki kişi var." içimdeki boşluk nefesimi kesti sanki.

Cansu ve Berk,en son baloda görmüştüm onları sonradan başıma gelenler o kadar ağır ve karışıktı ki,onlar için üzülmeye zaman bile bulamamıştım.

Acaba şu an ne yapıyorlardı?Merak ediyorlar mıydı beni? Bu da soru muydu elbette ederlerdi.

"Biliyorum."

Düz sesi bana ulaşdığında başımı kaldırıp yüzüne baktım.Nerden bildiğini sorgulamadım.Ayçayı biliyordu,onları bilmesi daha kolaydı.Duruşu ciddiydi. "Ama seninde bilmeni istediğim şeyler var."Yüzüme doğru eğildiğinde tam gözlerimin içini hedef aldı bakışları "Eğer birileriyle iletişim kurmaya çalışırsan sadece bizi değil onları da yakarsın."

Bunları elbette biliyordum.Bilmesem bile nasıl iletişim kurabilirdim ki birileriyle.Güvercin mi uçuracaktım.Gözlerimi devirip yüzümü buruşturduğumda"Asma suratını."dedi bu kez alayla "Sadece bana güven ve önündekileri bitir,hadi."

😏

Siyah gücü temsil eder derlerdi.Belki de öyleydi fakat bazen güçsüz bedenler de kendilerini siyah giysilerde saklaya bilirlerdi.

Benim gibi.

Yemekde yaptığımız konuşmaların ardından Polat elime bir çanta tutuşturmuş üstümü değişmem için odalardan birine götürmüştü.Anladığım kadarıyla hiç kimsenin yaşamadığı çoktan terk edilmiş eski binalardan birindeydik.Benim uyuduğum ardından kalktığımda sohbet ettiğimiz oda da aynen şimdi üstümü değiştirdiğim oda gibi yıpranmış duvarlarla kaplı ve oldukça eskiydi.

Elime tutuşturduğu çantada ise siyah bir kazak siyah kargo pantolon,siyah botlar tek kelime sanki özel olarak benim için dikilmiş ve siyah olan tüm giysiler bulunuyordu.

Dün geceden itibaren üstümde olan,başına gelmedik iş kalmayan beyaz fakat kanla çamurdan beyazlığını bile kaybetmiş elbisemi çıkardım ve çantadaki giysileri bir bir giyindim.

Kırık dökük cam parçasında kendi yansıma ile bakışırken ellerim dağınık saçlarıma gitti.Cam parçası kirliydi bense fazlasıyla yıpranmış.Üzerimde taşıdığım siyah kargo pantolona rağmen verdiğim kilolar tamamen göz önündeydi.Normalde de elli kilo civarı oluyordum her zaman fakat şimdi en fazla kırk yedi kilolardaydım.

Nefesimi sesli bir şekilde bıraktığım sırada kapının çalmasıyla bakışlarımı oraya çevirip "Gel." diye mırıldandım.

Çok bekletmeden Polat kapıyı açarak içeri girdi.

Onunda üstünde de aynen benimkiler gibi siyah kargo pantolon siyah kazak siyah deri bir ceket ve botlar vardı fakat beden farklı olarak kargo pantolonunun kenarına tabancalar ve bıçaklar yerleştirmişti.

Bakışları beni süzerken dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu ardından yüzünü tekrar ciddiyet sardığında bir kaç adım atıp önümde durdu.

"Hazır mısın?"dedi ciddi bir tonlamayla.

Başımı salladım. "Evet."

Gözleri gözlerimden ayrılmazken elleri ilk önce  deri ceketinin iç cebine ardından beline gitti.Çıkardığı küçük tabanca ve silahı bir elinde tutarken "Değilsin." dedi ve önümde eğildiğinde bir adım geri gitmek istedim fakat eli bacağımdan yakalamıştı.

Parmakları pantolonun üzerinden bile olsa tenime temas ettiğinde ürperdiğimi hissettim.Elinde tuttuğu bıçağı kargo pantolonumun sol cebine silahı sağ cebine yerleştirdikten sonra ayağa kalktı.

Yüzüne gergin bir şekilde bakarken "Gerek yoktu." diye mırıldandım "Zaten bir işime yaramayacaklar,kullanmayı bilmiyorum."

Üstümde ilk kez silah taşıyordum ve sadece bu düşünce bile beni fazlasıyla germişti.Gerçi tek sebebin bu olduğuna emin değildim.

Bir kez daha ellerini cebine uzatdığında "Her zaman gerek vardır." dedi ciddiyetle "Kullanmayı ise henüz bilmiyorsun."gülümseyerek göz kırptı "Öğretmek zor olmayacaktır."

Gözlerimi devirdiğimde "Mesele öğrenmek değil."diye homurdandım. "Elim silah tutabilir ama kalbimde o silahı birine kaldırıp tetiğe basma cesaretini bulacağımı sanmıyorum."

Cevap vermeden cebinden çıkardığı kar maskelerinden birini kafama geçirdiğinde "Ne yapıyorsun?" diye soludum fakat sesim yarıda kesilmişti.

Kar maskesi yüzümü sadece gözlerim görünür bir şekilde kapatırken çekiştirerek çıkarmak istedim ama izin vermedi.

"Bu beni boğuyor." dedim sinirle.

Normal insanların kullandığı şarfı bile boynuma dolayamazken bu maske benim için fazlaydı.
Gözleri kocaman açıldığında benim çıkarmamı beklemeden bir anda maskeyi çekip çıkardı ve saçlarım kabararak yüzümü kapattı.Zaten düzgün değillerdi şimdi biraz daha karışmıştı.

Oflayarak yüzüme dökülen saçları çekmeye çalıştığımda o da yardımcı oldu fakat elini itekleyerek biraz daha ofladım.

Yüzünde geniş bir gülümseme oluşduğunda "Sinirlenme." dedi alayla ardından işaret parmağını yavaşça burnuma vurup geri çekti "Burnun kıpırdıyor."

Sinirden kaşlarımı çatdığımda geri çekilerek "Eline koluna sahip çıksana sen." diye soludum.

İçten bir kahkaha attığında elini tutmam için uzatarak "hadi gidelim." diye mırıldandı.

Elini tutmadan birkaç sert adım atıp odadan çıktım ve dışarı çıkış kapısına yöneldim.Arkamdan geliyordu.

Bir şey demeden kapıyı açmak istediğim sırada aklıma gelen şeyle gerileyip yüzüne baktım.Bir şey unutmuştum.

"Ne oldu?"dedi çatık kaşlarla.

Cevap vermeden elimle bir dakika işareti vererek koşar adım uyandığımda olduğum odaya girdim ve yattığım kanepenin yanında doğru ilerledim.

Gördüğüm görüntüyle yüzümde geniş bir tebessüm oluşurken uzanarak üstünde bırakdığımız mavi arabayla mor motoru alıp cebime atıp ve tekrardan koşar adım odadan çıktım.

Yanına vardığımda kaşları çatık bir şekilde beni izlerken cebimden oyuncakları çıkarıp ona gösterdim.

"Bunları unuttuk."

Bakışları bir elimde tuttuğum oyuncaklarda bir yüzümde dolaşırken gülümseyerek başını iki yana salladı.

"Çok masumsun."diye mırıldandı sakin bir sesle ardından eli kapıya gitti."Sen böyle masumken ben nasıl..." kapıdan çıktığımız sırada bu cümleyi fısıldadığında kaşlarımı çatıp yüzüne baktım.Gözlerini kapatmıştı.

"Sen nasıl ne?" diye sordum hızla.

Gözlerini açtığında bir şey demeden elini belime yerleştirip merdivenlere doğru yürüttüğünde "Sen ne Polat?" dedim bir kez daha.Cevap vermedi ama yüzü düşmüştü.

Benim de yüzüm düştüğünde bir şey demedim fakat içimde çok kötü bir his oluşmuştu belki de hala gördüğüm rüyanın etkisi altındayım diye tedirgindim bilmiyorum ama bu neyse nefesimi kesiyor midemi bulandırıyordu.

Merdiven basamaklarını bir bir tırmandığımızda bir kaç kez yüzüne baktım ama o bir kez olsun bakışlarını bana çevirmemişti.

Evet merdiven basamaklarını inmiyor tırmanıyorduk.Binanın yukarı katlarına doğru ilerliyorduk ve ben yine bir şey sormadım sadece sessizce beni yürütmesine izin verdim çünkü biliyordum cevap vermeyecekti.

Artık tırmanacak kat kalmadığında küçük demir bir kapının önünde durduk ve orayı da açdığında rüzgarın yüzüme çarpmasıyla buranın çatı olduğunu anladım.

Önce kendi geçti ardından biraz yüksek olduğu için elimden tutup beni de kaldırdı.

Yardımıyla ben de çıktığımda başımı kaldırarak havaya baktım.Karanlık ve soğuktu ama yıldızlar o kadar güzel görünüyordu ki ilerleyerek kolumu önümde bağlayıb derin bir nefes aldım ve gülümsedim.

Annemle babamdan habersizdim.Kardeşim ayrı bir ülkedeydi ve ne zaman başıma ne geleceği hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama ben gülümsüyordum.

Umut.Beni hayatta tutan tek bağdı.Ve belkide onun kırılmasını istemediğim için gülümsemeyi başarıyordum.

Yanımda nefesini hiss ettiğimda bakışlarımı ona çevirdim.Sağ tarafımda,ellerini deri ceketinin cebine yerleştirmiş aynen benim gibi yıldızlara bakıyordu.

Rüzgar saçlarına dokundukça tutamlarını alnına döküyordu.Bakışları buruktu.Sebebini bilmiyordum ama sanki derinlerde acıları varmış gibi bakıyordu,gülümsediğinde bile.

"Sormadın."diye mırıldandığında önüme dönüp yıldızları izlemeye devam ettim.

"Sorsam cevaplardın mı ki?"dedim neyi kastettiğini anlayarak.Buraya gelme sebebimizi sormamıştım.

Başını salladı.

"Cevaplamazdım ama sormama sebebin bu değil."

Ellerimle kollarımı okşadığım sırada "Evet" dedim sakin bir tonlamayla "Belkide sebebi bilsem bile bir şey yapamayacağımdır."

"Değil."

Kaşlarım çatıldı.

"Nasıl değil benden iyi mi bileceksin beni?"

Bakışlarım tekrardan yüzüne döndüğünde gülümsüyordu.Ama gözlerindeki durgunluk hala hakimiyetini sürdürüyordu.

"Değil çünkü asıl sebep güvenmen."

Yok daha neler

Alayla güldüm.Böyle bir şey söz konusu bile olamazdı.Kimseye kolay kolay güvenmezdim ben.Hele ki ona asla.

Şimdi burada sakince konuşuyor olabilirdik.Ama olanları unutmamıştım ve kafamın içi hala yeterince karışıktı.

"Ben kimseye güvenmem bay müneccim." dedim kendimden emin bir şekilde "Hele sana asla,yaşananları unutmadım daha."

Elini kaldırıp kolundaki saate baktı ardından arkasını dönüp geldiyimiz yöne doğru baktığında sadece kendinin ve benim duyacağım bir sesle fısıldadı.

"Güven kız çocuğu,sadece bana,bir tek bana güven."

Cümlesine kaşlarımı çattığım sırada ben de kolum önümde birleşik bir şekilde onun baktığı yöne doğru dönüp bakışlarımı oraya yönelttim.

Gördüğüm görüntü karşısında ağzım açıldığında önümde birleştirdiğim kollarım iki yanıma düştü.

Bizim geldiğimiz,çatı katına çıkan kapıdan ard arda beş,siyah takım elbiseli eli silahlı kişi çıkıp tam önümüzde on adım kadar uzaklığımızda durdular.

Yüzleri ciddi,bakışları sertti,ikisini tanımıyordum fakat önde duran eli sargılı boynundan asılı kalan kişi Canerdi,diğer ikisi ise biz uçurumun kenarındayken onun yanındaki Duru'nun vurmadığı kişilerdi.

En arkada duran kişinin elinde ise annemle babamın bana verdiği çanta vardı.

İçimi tırmalayan heyecan bir adım gerilememe sebep olurken elimden tutup engel oldu.

Elim avuçlarının arasında kayboldu ve korkuyla diğer elimle koluna tutundum.

"Neler oluyor Polat?"diye bir fısıltı koptu dudaklarımın arasından.Tam önümüzdelerdi ve hiç de tekin bakışlarla bakmıyorlardı.

Polat bana bakmadan "Anlaştığımız gibi" dedi ciddiyetle "Çantayı bana veriyorsunuz."

Çenesini kaldırdı.

"Kız sizin."

~Bölüm sonu~

Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayın <3

İg; ozgurruhlargezegeni
kitap ig; golgelerinkacisioffical

Daima gülümsemek ve gülümsetmek dileğimle, yıldızlı geceler, gülücüklü günler, bir sonraki bölümde görüşmek üzere 💕

Continue Reading

You'll Also Like

555 155 27
Mavi ile keremin hikayesini öğrenmeye hazır mısınız Mavinin kalbindeki,ruhundaki yaraları iyileştirebilmek az da olsa onun yaralarını sarmak için ke...
2.5M 80K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
871K 28.8K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
6.2K 1K 7
Saat gece yarısını çoktan geçmişti, şiddetli bir yağmur vardı Olimpos Krallığı'nda. Uzun zamandır beklenilen yağmur sonunda yağmıştı, halk sokakları...