SOLUCAN 1 ve 2. Kitap

By ZeynepSey

46.4M 1.1M 222K

Bölümler düzenlenmiş hâliyle yeniden paylaşılıyor. (Final dahil bütün bölümler eklenecektir.) More

SOLUCAN
1.BÖLÜM: SANA AŞIK OLMAMA İZİN VERİR MİSİN?
2.BÖLÜM: SENİ ANCAK AŞK İYİLEŞTİRİR
3.BÖLÜM: BELKİLER
;
4.BÖLÜM: BORDO CADDESİ
5.BÖLÜM: YENİ ÇOCUK
6.BÖLÜM: MÜZİK KATI
7.BÖLÜM: KORKULAR
8.BÖLÜM: POPÜLERLİK KAVGASI
9.BÖLÜM: BİR DERDİM VAR
10.BÖLÜM: İTİRAF
11.BÖLÜM: KESİCİ
12.BÖLÜM: MELANKOLİ
13.BÖLÜM: KLİŞELERDEN DOĞAN AŞK
14.BÖLÜM: BEDELLER
15.BÖLÜM: AİLE GÜNÜ
16.BÖLÜM: AĞAÇ EVİ
17.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
18.GÜNLÜK: SAKLI GÜNLÜK
19.BÖLÜM: AŞK UĞRUNA KENDİNDEN VAZGEÇMEK
20.BÖLÜM: YILBAŞI PARTİSİ
21.BÖLÜM: SEVMEKTEN USANMAM
22.BÖLÜM: YANGIN
23.BÖLÜM: KABUSLAR
24.BÖLÜM: İÇ GIDIKLAYICI BİR GÜLÜŞ
25.BÖLÜM: AŞK İÇİN ÖLMEK
26.BÖLÜM: OYUN BİTTİ
27.BÖLÜM: ŞEKER GİBİ BİR BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 1: BANA AŞIK OLUR MUSUN?
SOLUCAN 2
1.BÖLÜM: KENDİME MEKTUP
2.BÖLÜM: BELALI İSMAİL
3.BÖLÜM: AŞKI HAYATININ MERKEZİNE KOYMAK
4.BÖLÜM: SÖNMEYEN ATEŞ
5.BÖLÜM: GECE SAÇLI ELİF
6.BÖLÜM: KALABALIĞIN İÇİNDEKİ YALNIZ
7.BÖLÜM: YARALAR VE İZLERİ
8.BÖLÜM: DOĞUM GÜNÜ
9.BÖLÜM: KARAOKE BAR
10.BÖLÜM: DAĞ EVİ
11.BÖLÜM: HAYAT VEREN ÖPÜCÜK
12.BÖLÜM: SEVİMLİ BİR TANIŞMA
13.BÖLÜM: KENDİME YALAN SÖYLEDİM
14.BÖLÜM: AYRILIĞIN ERTESİ
15.BÖLÜM: GEÇ KALINMIŞ BİR ÖZÜR
16.BÖLÜM: METAFOR
17.BÖLÜM: ACIYA KARIŞAN UMUTLAR
18.BÖLÜM: HİSLERİNİ KAPAT
19.BÖLÜM: YANINDAYIM
20.BÖLÜM: YÜZÜNDEKİ ACI HOŞUMA GİTTİ
21.BÖLÜM: BİR KAYIP DAHA
23.BÖLÜM: HER ŞEYİMSİN
24.BÖLÜM: KAYBETME KORKUSU
25.BÖLÜM: YAŞATTIĞINI YAŞARSIN
26.BÖLÜM: KENDİME BİR MEKTUP DAHA
27.BÖLÜM: TAMAM MI SİL BAŞTAN MI?
BÖLÜM 13: SÖYLEMESİ ZOR

22.BÖLÜM: YENİ BAŞLANGIÇLAR

148K 11K 817
By ZeynepSey

Masamın üzerindeki takvimi alarak bugünün tarihine baktım.

On sekiz gün sonra okul kapanacak ve yaz tatiline girmiş olacaktık. Artık son sınavları verecektik ama üzerinde çalıştığımız tek şey dersler değildi, bunun yanı sıra son aylarda yaşanılanları da atlatmaya çalıştığımızı söyleyebilirdim.  

Babam aşırı hız yaparak trafik kazası geçirmiş, henüz ambulans bile gelmeden olay yerinde ölmüştü. Onu kaybetmiştim, ona dair bütün umutlarımla birlikte.

Kıvanç, Damla'yla kendi isteğiyle olmasa da öpüşmüştü. Aramızdaki ilişki son bulmuş, uzun bir süre boyunca hiç görüşmemiştik. Babamın ölümünden sonra düştüğüm duygusal boşlukta onu affetmiştim. Kıvanç'a dair aklımın hâlâ karışık olmasının nedeni buydu.

Batu ve Damla ilişkisi tamamen bitmişti. Batu, benim aksime bu konuda daha net davranabilmişti. Aklı şimdi tamamen üniversite sınavının ikinci sınavındaydı.

Elif, şehirden taşınmıştı. Öylece gitmesi Deniz için tam bir hayal kırıklığı olsa da İnci'nin intihar ederek ölmesiyle Deniz, Elif'e üzülmeyi bıraktı. Artık çektiği acı yalnızca İnci içindi. İnci için biz de çok üzgündük, vicdan azabı hat safhadayken arkasında bir mektup bırakarak gitmesi bizi daha da etkilemişti. Mektubunu ise Deniz'e hitaben yazmıştı. Ancak henüz ailesi ve Deniz dışında kimse okumamıştı.

Cem'in henüz Rabia'dan yana yüzü gülmemişti. Bu duruma canının ne kadar sıkıldığını görebiliyorduk ama yapabilecek hiçbir şeyimiz yoktu.

Selen, Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları bölümüne yatırılmıştı. Uzun bir süre tedavi göreceğe benziyordu.

İyi giden tek şey, Irmak ve Ozan'ın ilişkisiydi. Ufak tefek de olsa sorunları vardı elbette ama genel olarak bakıldığında iyilerdi.

"Dünyadan Nehir'e!" diyerek kafama yastık atan Rüya'ya döndüm. "Yahu alt tarafı bugünün tarihini sordum sana, ne oldu da dalıp gittin öyle?"

"Ha, şey ya... Yirmi altısıymış..."

Başını sallayarak okuduğu kitaba geri döndü. Ayağa kalkıp ben de yatağıma geçtim. Kendi kitabıma devam etmek yerine telefonumun tuş kilidini açıp WhatsApp'a girdim. Kıvanç'ın isminin üzerine tıklayıp ardından profil fotoğrafını açtım ve fotoğrafına gülümseyerek baktıktan sonra kapatıp mesaj yazmaya başladım.

Ne yapıyorsun?

Ve sonra üç dakika boyunca son görülmesine bakarak cevap vermesini bekledim. Üç dakika sonunda yazıyor olduğunu görünce, heyecanla beklemeye devam ettim.

Sigara içiyorum.

Bu kadar çok sigara içmeye devam edersen,

ileride ölürsün.

Yaptıklarıma ve sigarama karışma.

Gözlerimi devirdim.

İyi. O zaman geber.

Mesajı gönderdikten hemen sonra pişman oldum. Şimdi sırf bu mesaj için kavga etseydik, vallahi oturur, sinirimden ağlardım. Keşke mesajı göndermeden önce karşıma, "Emin misiniz?" ya da ne bileyim, "Bak yanlış anlayabilir, bence gönderme. Ama tabii ki sana karışamam ve hâlâ salak gibi bu mesajı göndermek istiyorsan buraya tıkla!" tarzı bir şeyler çıksaydı. Bence gayet mantıklıydı...

Eyvallah, sensiz olmaz.

Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken dudaklarım da hafifçe aralandı. Ne diyeceğimi bilemediğim iki dakikanın sonunda yutkundum ve cevap yazdım.

Mal :D

Mesajımı gönderdikten sonra biraz önceki gibi pişman oldum ve yine aynı düşünceye kapıldım. Bence ya ben mesaj yazmamalıydım ya da uygulamaya acilen böyle bir özellik eklenmeliydi.

Mal deme, tahrik oluyorum.

"Oha!" dedim ve sadece iki saniye sonra Rüya, "Ne oldu?" diye sordu.

Ayağa kalkıp yatağımda uzanan Rüya'nın yanına birkaç adımda vardıktan sonra telefonumun ekranını ona doğru çevirdim. Mesajları okuyup gülerek bana baktı.

"Sen bu çocuğa daha önceden de mal diyor muydun?"

Başımı sallayarak, "Yani son bir aydır o bana ne zaman aptal dese, ben de ona mal diyorum. Ama ne alakası var?" diye sordum.

"Kızım, anlamadın mı ya?" diye sorduktan sonra, "Ona mal demen garip bir şekilde hoşuna gidiyor," diyerek bana aşırı derecede saçma gelen bir açıklama yapınca dudaklarımı büzerek ona baktım. Ağzıma vurup "Eğme be şu ağzını, öyle kalacaksın bir gün," dedi.

Birkaç saat sonra Rüya evine gittiğinde odamın kapısını kapattım ve yatağıma uzandıktan sonra dün akşam indirmiş olduğum araba yarışı oyununu oynamaya başladım.

Oldum olası araba yarışlarını hiç birincilikle bitirememiştim. Aslında, dürüst olmak gerekirse... Oldum olası oyun da olsa arabayı asla düzgün sürememiştim. Başladıktan on saniye sonra illaki bir yere çarpardım ve sadece bir dakika içerisinde tüm can haklarımı kullanmış olurdum. Neden böyle olduğuna bir türlü anlam veremiyordum; telefonu sağa veya sola kaydırırken oldukça dikkatliydim ve hıza da çok fazla basmıyordum. Sanırım tüm suç, oyunu yapan kişilerdeydi. Bazı yolları çok keskin virajlı yapmışlardı ve ben o virajlı yolları bir kez bile geçememiştim. Evet, evet, tüm suç, kesinlikle oyunu yapan kişilerdeydi ama bir saniye... Oyunu başarıyla bitirebilmem için sadece yirmi saniyem kalmıştı. Telefonu sağa doğru yatırdım, tam o sırada kapı açıldı. Gelen kişiye bakmak yerine arabayı sürmeye devam ettim, heyecandan ellerim titremeye başlamıştı.

"Ne yapıyorsun sen?" diye sordu Kıvanç.

Onu umursamadım ve bütün dikkatimi sürdüğüm arabama verdim. Sadece on dört saniyem kalmıştı.

"Ayakların havada ve başın aşağıya sarkıyorken, ne yapıyorsun cidden?"

Yatağıma yan tarafından yüzüstü uzanmış, çenemi yatağın kenarına dayamıştım ve ayaklarımı da havaya doğru kaldırmıştım, bence gayet normal bir duruştu ve—

Kazandım!

Çığlık atarak ayağa kalktım ve telefonumu yatağımın üzerine doğru fırlattıktan sonra kollarımı Kıvanç'ın boynuna sarıp, "Kazandım Kıvanç! Yarışı ben kazandım!" diye bağırdım.

"Kafayı sıyıran bir Solucan..."

Kollarımı ona daha da sıkı sararak sevincimi yaşamaya devam ettim çünkü eğer sevincimi bu şekilde yaşayamasaydım, kendimi tutamayarak Kıvanç'ın önünde olduğumu unutup sevinç dansımı etmeye başlayabilirdim.

Kapı tekrar açıldığında ve odaya annem girdiğinde, kollarımı Kıvanç'tan ayırdım ve annemin, "Sana bir şey mi yaptı, neden çığlık attın?" diye sorduğunu duydum.

Annemin bu tuhaf tepkisi karşısında kaşlarımı çattım, başımı iki yana sallayarak, "Hayır, bir şey yapmadı," dedim.

"Pekâlâ..." dedi ve odadan çıkmak amacıyla açtığı kapımı kapatır gibi oldu fakat hemen sonra, "Ha bu arada... Kıvanç, seni bilmem oğlum ama Nehir'in yarın okula gitmesi gerek... On dakika daha kal, sonra evine git, tamam mı?" dedi.

Yani evet, annem özellikle son günlerde Kıvanç'a karşı fazla korumacı davranmaya başlamıştı. Beni ondan uzak tutmaya çalıştığının Kıvanç da farkındaydı, ben de. Ama daha önce hiç bu kadar açık bir şekilde yapmadığı için şimdi ikimiz de çok şaşkındık.

Kıvanç'ın şaşkınlıktan ziyade öfkeyi de hissettiğini, annem odadan çıkar çıkmaz "Ama sikerim ben böyle işi," diye kendi kendine söylenmesinden anlamıştım.

Müstahak sana, dememek için kendimi zor tutarken "Henüz tanımıyor seni, tanıdıkça sevip alışacaktır," dedim sadece.

"Sevmesine gerek yok, alışsın yeter. Çünkü böyle gitmez. Senden uzak durmak benim için zor."

"Çok mu zor?" dedim flörtöz bir gülümsemeyle.

"Ne kadar zor olduğunu bilsen o dudaklar şimdi gülümsemek için harekete geçmezdi."

"Hım," dedim ona doğru bir adım atarak. "Bunun için mi harekete geçerdi?" diye sorduktan sonra parmak uçlarımda yükselerek dudaklarımızı birleştirdim.

Ondan uzak durmak benim için de zordu. Ne kadar zor olduğunu bilsin istemezdim.

*

"Ciddi misin sen?" diye sordu annem şaşkınlıkla.

"Yeni bir başlangıç yapmak istiyorum," dedim başımı sallayarak.

Her insan ömrü boyunca en az bir defa olmak üzere hayatımın dönük noktası budur diyebileceği bir olay yaşar. Benim ilk dönüm noktam, Kıvanç'la tanıştığım gündü. İkincisi babamın öldüğü gün oldu.

Bazı dönüm noktaları yeni başlangıçları beraberinde getirir; bazılarındaysa tekrar nasıl başlayacağınızı sizin seçmeniz gerekir.

Ben diğerleri gibi olamıyordum. Düştüğüm yerden tek başıma kalkmama gerek olmayacak kadar çok insan vardı hayatımda. El birliğiyle beni düştüğüm yerden kaldırmak, bana iyi gelmek için çok şey yapmışlardı. Ama hepsinin istediği tek bir şey vardı. O da eski Nehir olmam...

Kimse bana ne istediğimi sormamıştı. İlk zamanlar ben de bilmiyordum, şimdi emindim. Eski Nehir olmak istemiyordum, yeni bir başlangıç yapmak istiyordum ve bu dönüm noktasının yeni başlangıçları beraberinde getirmeyeceğini biliyordum.

Nasıl bir başlangıç olacağını ben seçecektim. Irmak gibi cilt bakımları yaptırmak değildi ilk adımım. Elif gibi saçlarımı kestiğimde yeni bir ben görmeyecektim aynada. Damla gibi alışveriş yaparak kendimi doymuş hissetmeyecektim. Batu gibi şalgam suyu komasına girmeyecektim. Deniz gibi masanın altına saklanmayacaktım. Cem gibi hiçbir şey olmamış gibi davranmayacaktım. Kıvanç gibi kaçmayacaktım. Hayır hayır. Evimi ve okulumu değiştirmek istemem kaçmak değildi bana göre.

Babamın hatıralarının olduğu evde daha fazla yaşamak istemiyordum. İnci'nin hatıralarının olduğu okula daha fazla gitmek istemiyordum. Çocukluk arkadaşlarım olmadan lisenin son sınıfını nasıl geçireceğimi bilemesem de bu konuda kararlıydım.

"Artık bu evi de o okulu da istemiyorum."

"Öyle mi, nereyi istiyorsun peki?" diye sorarken bir elini beline koymuştu. Dizilerde gördüğüm bir pozisyondu bu. Öfkelenen anne duruşuydu.

Kendimi gülmemek için zor tutarken, "Ev seçimini sana bırakıyorum. Okul için Soykan Anadolu Lisesi olabilir," diye devam ettim.

"Fen ve Sanat Lisesini bırakacak mısın gerçekten?"

Omuz silktim. "Zaten yeteneğim yok. Eh, zekamın da öyle çok bir esprisinin olmadığını düşünecek olursak... En başından beri gitmem gereken yer Anadolu lisesiydi."

"Bilemiyorum..."

"Lütfen yeni bir başlangıç yapmam için bana yardımcı ol. Birlikte yeni bir başlangıç yapalım."

"Peki," diye pes etti. "Senin istediğin gibi olsun," dedikten sonra kollarını bedenime sardı.

Irmaklarla da bu kararımı paylaşmak istediğim için kucaklaşmamızı böldüm ve yanağına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra basamakları koşar adımlarla indim.

Odama girip yatağımın üzerindeki telefonumu aldım ve Irmak'ın ismine dokundum, bu kızı gerçekten seviyordum. Aramamı üçüncü çalışta, "Efendim, Sümüklü?" diye açmasına rağmen gerçekten seviyordum. Aslında rağmen kelimesi burada yersiz olmuştu çünkü Irmak'ın bana Sümüklü diye hitap etmesini de seviyordum.

"Canım biraz sıkkın," dedim ve canımın neye sıkıldığını sormayacağını bildiğimden, "Bugün bir şeyler yapalım mı?" diye sordum.

"Hıım... Bir saat sonra Ozan'la lunaparka gidecektik, şimdi onu arayıp buluşmayı iptal edersem küser. Seni geri çevirmek de istemiyorum," dedikten sonra bir süre sessiz kaldı, "Bu yüzden..." diye devam ederken ses tonu neşeliydi. "Sen de geliyorsun!"

Gözlerimi devirdim. Âdeta birbiri için yaratılmış, mükemmel iki sevgilinin yanında sap olarak dolaşmak mı? Ah, hayır... Derin bir iç çekerek, "Yok, kalsın," dedim.

"Kıvanç da gelsin, hem tek kalmamış olursun."

Kahkaha atarak, "Kıvanç ve lunapark mı?" diye sordum. Ardından yatağıma kahvaltı tepsisi getiren romantik Kıvanç gözlerimin önüne geldi ve "Tamam, geliyoruz," diye devam ettim.

Irmak'la olan aramamı sonlandırıp hemen Kıvanç'ı aradım fakat tabii ki beyefendi aramamı cevaplandırmadı. Yılmadım, açana kadar aramaya devam ettim ve yedinci aramanın sonunda, "Ne var?" diye âdeta gürleyerek cevaplamasına neden oldum.

"Ozan ve Irmak lunaparka gidiyormuş, biz de gidelim mi?" diye şirin bir şekilde sordum.

Ofladı. "Çocuklaşma..."

"Ya ama lütfen Kıvanç... Çok istiyorum! Lütfen lütfen lütfen..."

"Benim neden gelmem gerekiyor?"

Sanki beni görebilecekmiş gibi gözlerimi kıstım. "Çünkü ben öyle istiyorum," diyerek onun taklidini yaptığımda güleceğini sanmıştım fakat bir kez daha ofladığını duydum.

"Pekâlâ, geleceğim ama sadece canım şu an öyle istediği için... Yani sen istediğin için falan değil," dediğinde dişlerimi göstererek sessizce güldüm ve içimden ya sen hele bunları geç ya, geç,diyerek Kıvanç'la alay ettim.

"Tamam. O zaman ben hazırlanmaya başlıyorum?"

"Yarım saate kapındayım."

"Tamam."

Ve sonra kapattı. Ne bir hoşça kal ne bir görüşürüz ne bir öptüm ne de bir seni seviyorum demeden...

Tamam, ondan Ozan'ın Irmak'a dediği gibi her aramanın sonunda seni seviyorum diyerek aramayı kapatmasını beklemiyordum; tamam, aynı Deniz gibi, hangi kızla konuşursa konuşsun her aramanın sonunda öptüm diyerek aramayı kapatmasını da beklemiyordum; tamam, hoşça kal veya görüşürüz de demesin ama insan hiç olmazsa kapatıyorum ya da ne bileyim kapattığını belirten bir tek kelime bile söylemez mi?

Kıvanç söylemedi, söylemez de...

Vakit kaybetmek istemediğim için telefonumu yatağımın üzerine bıraktım ve kendimi banyoma attım. Banyoda en fazla on beş dakikamı harcadıktan sonra koşar adımlarla odama döndüm ve dolabıma yöneldim. Siyah kot şortumu ve turuncu tişörtümü giydikten sonra siyah çoraplarımı ayaklarıma geçirdim. Saçlarımı kurutmayıp taradıktan ve salaş bir örgü yaptıktan sonra parfüm sıktım ve saate bakınca, Kıvanç'ın eğer dakik davranırsa gelmesine beş dakika kaldığını fark ettim. Çok değil, birazcık makyajdan sonra telefonumu elime aldım ve odamdan çıktım.

Mutfağa girdiğimde annemi göremedim ve alışkın olduğum için bunu hiç sorun etmeyip, buzdolabından kendime bir adet elma aldım. Elmayı yıkadıktan sonra her zaman oturduğum sandalyeye kuruldum ve buzdolabıyla bakışmaya başladık.

Büyük bir ısırık aldıktan sonra, "Bunca şeyi içinde barındırmak nasıl bir duygu?" diye sordum çünkü mesela ben içimde bir yerlerde birçok duyguyu, yani nasıl desem, hüznü, sevinci, acıyı, mutluluğu, heyecanı ve öfkeyi aynı anda barındırsaydım, kendimi pek iyi hissetmezdim. "İçinde hem meyveler hem sebzeler hem kahvaltılıklar hem de içecekler var. Üstelik bazen önceki günden kalmış yemekler bile oluyor! Tüm bunlara-" Bir anda hıçkırınca, sözüm yarıda kesildi. Daha ilk hıçkırığıma kızamamışken, ikinci bir hıçkırık beni tuttu ve sonrası geldi.

Hıçkırmaktan ve burnumun akmasından nefret ederdim. Ne yazık ki burun akıntısına şipşak bir çözüm bulunamamıştı ama hıçkırığa bulunmuştu.

Birkaç yıl önce, dersin ortasındayken, hıçkırık beni tutmuştu ve âdeta rehin alıp arkadaşlarımdan fidye istemişti. Fidye olarak kimse bir şey veremeyince Deniz yine kendini benim önüme atarak beni bu durumdan kurtarmıştı. Şimdi yanımda Deniz olmadığı için kendi kendimi kurtarmam gerekecekti; bu yüzden bir anda ayağa fırladım ve yarısını bitirebildiğim elmamı tezgâhın üzerine bıraktıktan sonra dolaptan bardak çıkarıp kendime su doldurdum, ardından sol elimin işaret ve başparmağıyla burnumu tıkayıp suyu tek içişte bitirdim.

Ve geçmişti. Belki sekiz, belki de on saniyede...

Mutlulukla gülümsediğim sırada kapı zilini duydum ve Kıvanç'ın geldiğinden emin olarak masanın üzerine bıraktığım telefonumu da alarak mutfaktan çıktım. Kapıyı açtığımda her zamanki gibi üzerine siyahları çektiğini gördüm. Siyah bir pantolon ve siyah bir tişört...

Benim ona yaptığım gibi o da beni baştan aşağı süzdü, bakışları şortumda ve çıplak bacaklarımda gereğinden fazla oyalanınca sahte bir öksürükle dikkatini üzerime çektim.

"Yakışmış," dedi, şorttan bahsederken.

"Uzun zamandır giymiyordum," dedim birlikte arabasına doğru ilerlediğimiz sırada.

"Neden?"

"Çünkü fark ettim ki sadece senin yanındayken şort giymekten hoşlanıyorum."

Anladığını belirtircesine başını salladı. "Özlemiş misin peki?" diye sordu, "Şort giymeyi?" diye devam etti ama sanki bahsettiği şey kendisiydi.

"Özlemişim," dedim.

"Ben de..." diyerek gülümsedi. "Çok özlemişim seni şort giyerken görmeyi."

Ön yolcu koltuğunun yanına geldiğimizde minik flörtleşmemiz son buldu ve arabaya bindim. Emniyet kemerimi taktım ve şoför koltuğuna geçen Kıvanç'a baktım. Beni şaşırtarak, motoru çalıştırmadan ve bana bir kez dahi bakmadan önce o da emniyet kemerini taktı. Bu konuda onu tebrik etmek için dudaklarımı aralıyordum ki şansımı fazla zorlamamam gerektiğini düşünerek tekrar kapattım.

Motoru çalıştırdıktan sonra arabayı hareket ettirdiğinde radyo çalmaya başladı ve sonra Kıvanç ilk kez benim yanımdayken, radyoda çalan şarkıya eşlik etti. Bir an ben de şarkıya eşlik etmek istesem de anın büyüsünü bozmak istemedim ve etmedim.

Şarkı bittiğinde dudaklarımın arasından, "Sesin çok güzel," itirafı çıktı ve ona ilk kez hem de bilinçsizce bunu itiraf ettiğimi fark ettim.

"Biliyorum."

Gözlerimi kıstım, başımı aniden ondan yana çevirdim. Bir süre gözlerimden ışınlar çıktı ve Kıvanç'ın güzel cildine zarar verdi. Acısını nihayet hissedebildiğinde o da başını benden yana çevirdi.

"Ne var kızım, doğru söze ne denir?" diye sordu. "Hem sesim çok güzel olmasaydı Dolap Bar gibi bir yerde sahne alamazdım ya da Soykan Fen ve Sanat Lisesi gibi bir okulda gözde öğrenci olamazdım herhâlde!"

Bir ona baktım, bir de ondan daha büyük olan egosuna... Sonra döndüm ve kendime dedim ki; ya sabır...

Yabancı bir şarkı çalmaya başladığında sırf şarkıyı söyleyen kadına ayıp olmasın diye içimden de olsa ona eşlik etmeye başladım. Ayıp olabilirdi çünkü Kıvanç ona eşlik etmiyordu. Yani mesela, ben şarkıcı olsam ve insanlar şarkılarımı dinlerken bana eşlik etmeseler, çok kırılırdım. Bu yüzden iyi ki de şarkıcı değildim. Zaten istesem de olamazdım ama konumuz bu değil.

"Bora nasıl?" diye sordum hem konu açmak hem de zihnimi dağıtmak amacıyla.

Cevap vermek yerine sanki ben hiç soru sormamışım gibi davranıp, sol elini yavaş hareket ettirerek cebine soktu ve cebinden sigara paketini çıkardı. Direksiyonu tutan sağ elini direksiyondan çekip paketten bir sigara dalı alıp yaktıktan sonra dudaklarının arasına koydu ve sağ eli tekrar direksiyonu tuttu. Kendi tarafındaki yani şoför koltuğunun camını biraz olsun açtıktan sonra sigarasından derin bir nefes çekti ve nefesi cama doğru üflerken, "İyi," diye cevap verdi.

Merhaba, kısa ve oldukça geç cevap veren Kıvanç Vuran!

Devirdiğim gözlerimi, direksiyonu tutan sağ eline çevirdim. Uzun parmaklarıyla eli, kelimenin tam anlamıyla kusursuzdu. Ellerinin bir sanatçıya ait olduğu açık bir şekilde belliydi ancak eğer Kıvanç'ı tanımasaydım, sadece eline bakarak onun resimle uğraştığını düşünebilirdim. Gerçi onu tanıdıktan sonra bile resim çizip çizmediğini, ona sorana dek çiziyor olarak düşünmüştüm ya, neyse...

Gözlerimi onun güzel ellerinden alıp güzel yüzüne çevirdim. Kaşları ne çok kalın ne de çok inceydi. Mesela kendiminkilerle kıyaslayacak olursam, benim kaşlarım Kıvanç'ın kaşlarından daha kalın ve seyrekti. Dudakları da ne çok kalın ne de çok inceydi. Mesela yine kendiminkilerle kıyaslayacak olursam, benim dudaklarım Kıvanç'ın dudaklarından daha kalındı ve rengi daha solgundu. Birkaç gündür okula gitmediği için sakallarını uzatmıştı ve bu, onu birkaç yaş daha büyük gösterirken daha karizmatik de göstermişti. Saçları, Deniz veya Cem'inki kadar uzun ya da Batu'nunki kadar kısa değildi. Çoğu zaman saçlarının ön tarafını hafifçe kaldırıp sola doğru atıyordu ve bu, ona az da olsa serseri bir hava katıyordu.

"Tamam, biliyorum. Çok fazla kusursuz, karizmatik ve yakışıklı bir suratım var fakat bebeğim, arabayı durduralı çok oluyor. Artık diyorum, insen mi?"

Önce kendisini övüp sonra bana üstü kapalı bir şekilde laf sokmuştu. Afallayarak başımı salladım ve sonra kapıyı açıp arabadan indim. Yüzüm kızarmamıştı çünkü böyle anlardan utanacak bir kız değildim fakat bozulmuştum, bunun intikamını da pekâlâ alacaktım.

Ozan ve Irmak'la buluşup kısa bir selamlaşma faslı yaşadıktan sonra lunaparkı gezmeye başladık.

Irmak pamuk şeker isteyince benim de canım çekti ve Ozan üçümüz için pamuk şeker aldı. Üçümüz diyorum çünkü Kıvanç sadece çocukların pamuk şeker yiyebileceğini düşünüyordu. Bizler mutlulukla pamuk şekerlerimizi yerken Kıvanç bir köşede durmuş yargılayıcı bakışlarını üstümüze dikmişti.

Ufak bir parça koparıp ona uzatsam da beni reddetti. "Lütfen ya, hatırım için!"

"Bir şartla yerim."

"Neymiş?"

"Biliyorsun sen," dedikten sonra göz kırptı.

Ne demek istediğine anlam veremesem de tatlı şeyleri sevmediği halde şekeri neden sevdiğini hatırladım. Ozan'la Irmak'ın dondurmacıya doğru ilerlediklerini görünce elimdeki pamuk şekerden bir parça daha koparıp dudaklarımın arasına sıkıştırdım, Kıvanç'ı kendime doğru çekerek öptüm. Şeker ikimizin dudaklarının arasında eriyince gülümseyerek birbirimizden ayrıldık.

"Im," dedi dudaklarını yalayarak. "Güzelmiş tadı."

Omzuna vurdum gülerek. "Çok pisliksin!"

Dondurmalardan sonra ellerimizi yıkamak için tuvalet arayışına girdik. Irmak makyajını tazelerken ona özenerek ben de ruj sürdüm. Dörtlü tekrar bir araya geldiğinde Ozan, "Hadi, çarpışan arabalara!" dedi.

"Ben istemiyorum," dedim hemen. Üçü de nedenini anlayınca donup kaldılar.

"Ben... Özür dilerim..." dedi Ozan.

Benim yüzümden kendilerini kötü hissetmelerini istemediğimden başımı iki yana salladım, "Siz binin lütfen," diyerek devamında ısrarcı oldum.

Sonuç olarak Ozan ve Irmak çarpışan arabalara binmeye gittiler, Kıvanç da yanımda kalıp sigara yaktı.

"Korku evine mi gitsek?" diye sordum kendi kendime.

Kabul etmedi. Sonraki üç dakika boyunca ne yapmak istemiş olursam olayım hiçbirini kabul etmedi ve ben de en sonunda ona küsüp olduğum yere çöktüm. Bağdaş kurarak oturdum, dizlerimi dirseklerime dayadıktan sonra çenemi iki elimin arasına koydum ve kaşlarımı çatmaya devam ettim.

Etrafımızdaki insanlar halime gülmeye ve beni işaret etmeye başladıklarında, Kıvanç da beni işaret ederek, "Tanımıyorum," diyordu.

Birkaç adım atarak yanımdan uzaklaşmaya başlayınca "Beklesene!" diyerek peşinden koştum. İnsanlar arkamdan gülmeye devam ediyordu ama bu gerçekten de hiç umurumda değildi. Yanına vardıktan sonra kolundan tutarak bana bakması için onu zorladım. "Buraya keyfimi kaçırmak için mi geldin?"

Ellerini ceplerine sokup omuz silkerek, "Evet," dedi.

"Gıcıksın!" diye bağırdım.

"Aptalsın," dedi düz bir sesle.

"Pisliğin tekisin!"

"Çok aptalsın."

"Adi herifin tekisin!"

"Yüzsüzsün."

"Kaba ve odunsun!"

"Solucan'sın..."

Sustum çünkü onun da dediği gibi, doğru söze ne denirdi ki...

"Tamam, hadi şuna binelim," dedi ve ben henüz neye olduğunu anlamadan jeton almaya gitti.

Peşinden gidecekken telefonumun çalmasıyla duraksadım ve cebimdeki telefonu çıkarıp annemden gelen aramayı, "Efendim annecim?" diyerek cevapladım.

"Neredesin?" diyerek ilgili anne rolüne devam ettiğini kanıtlarcasına sordu.

"Dışarıdayım."

"Kiminle?"

Gözlerimi devirip, "Kıvanç, Ozan ve Irmak," dedim.

"Ne zaman geleceksin?"

"Anne, iyi misin?"

"Akşam yemeği için seni bekleyelim mi?"

Son zamanlarda öğle ve akşam yemeklerini birlikte yediğimiz aklıma gelince "Hayır," dedim. "İki saat sonra ancak gelirim," diye devam ettim.

"Dikkat et."

"Ederim," diyerek telefonu kapatmıştım ki boştaki sol elim Kıvanç tarafından tutuldu ve bir anda beni çekelemeye başladı.

"Hey!"

"Ne var?"

"Neye bineceğiz?" diye sorduktan sonra önünde durduğumuz şeye gözlerimi kocaman açarak baktım. "Yok artık!"

Yüzünü bana çevirdi, dudakları hafifçe kıvrıldı ve "Var artık," dedikten sonra tekrar çekiştirmeye başladı.

"Yahu binmeyeceğim!"

"Bineceksin!"

"Hayır!"

"Evet!"

"İmdat!" diyerek çırpınmaya başladım. "Zorla dönme dolaba bindiriyorlar!"

Ve bindirdiler. Dönme dolap çalışmaya başladığında orta noktadaki demire sıkıca tutundum ve gözlerimi yumdum.

"Aç gözlerini..."

"Hayır," dedim başımı iki yana sallarken. "Ayrıca dua et seni seviyorum, yoksa seni dönme dolap en tepedeyken aşağıya atardım!"

"Atar mıydın gerçekten?" diye alayla sordu. Atamazdım. Başım dönerdi ve onunla ben de aşağıya düşerdim.

"Öleceğiz," dedim nefes alışverişim sıklaşırken. "Kıvanç, öleceğiz ve bu senin yüzünden olacak..."

"Gözlerini aç Solucan."

"Ne diye beni bu lanet şeye bindirdin ki?"

"Yükseklik fobini yenmen için..."

"Fobimi yenmek gibi bir isteğim yoktu!" dedim gözlerimi açıp öfkeyle ona bakarken. Ardından gökyüzüyle karşılaştım ve gözlerimi tekrar kapattım. "Öleceğiz!"

Oflayıp, "Madem öleceğiz, o zaman ölmeden önce son bir kez daha öpüşelim," dedi ve dudaklarını benimkilere bastırarak ellerini ensemde birleştirdi.

Demiri tutan parmaklarım gevşerken dudaklarımdaki baskısı bir anda kayboldu. Gözlerimi açıp ona baktığımda kaşlarını çattığını ve yüzünü ekşittiğini gördüm.

"Ne oldu?" diye sordum.

"Dudaklarına ne sürdün?"

"Ruj."

"Bundan sonra dudaklarına hiçbir şey sürme. Nemlendirici bile," diye sert bir tonla konuştuktan sonra elinin tersiyle kendi dudaklarını sildi.

"Nedenmiş?" diyerek ona üstten üstten baktım.

"Çünkü böyle yaptığında dudaklarının kendi tadını alamıyorum. Çok istiyorsan sürmek, benimle öpüşeceğin günlerde sürme."

"Hangi günlerde öpüşeceğiz?"

"Her gün."

Tişörtünün alt kısmını kaldırdıktan sonra ucuyla dudaklarımı sildi. Kaşlarımı çatarak ona baktığım bu süre zarfından sonra bana yaklaşarak dudaklarımı inceledi, başparmağını üzerinde gezdirdi. Sanırım rujun tamamen geçtiğine inanmak istiyordu.

Parmağını dudaklarımın üzerinden çektikten sonra tişörtünün alt kısmıyla bir kez daha sildi ve "Bu da bedeli olsun," dedi.

Ona, ne bedeli, diye soramadan dudaklarımı tekrar öpmeye başladı ve üç saniye sonra alt dudağımı ısırdı. Acıyla inleyerek onu ittiğimde benden uzaklaşarak güldü.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen, ruh hastası!"

"Sanıyorum ki ilk dönme dolap maceranı korkusuz bir şekilde atlattın," deyince dönme dolabın dönmeyi bıraktığını fark ettim. "Bence bana küçük bir teşekkür borçlusun." Sırf yükseklikten korkmayayım diye zihnimi farklı şeylerle oyalamak amacıyla bunu yaptığını kastetmiş olsa da ona inanmıyordum, inanmayacaktım da... Yani evet, bana bir an bırak gökyüzünde olmayı, dönme dolapta oturduğumu bile unutturmuş olabilirdi ama yine de ona kızgındım.

Tam ona inanmadığımı söyleyecektim ki görevli kapıyı açtı ve Kıvanç hiç de centilmen bir erkek gibi davranmayarak benden önce inip benim inmeme de yardım etmedi.

Arkasından gözlerimi devirdim ve kendi başıma inip onun peşi sıra ilerledim. Kıvanç'ın arkası bana dönükken, dudağıma herhangi bir zararın gelip gelmediğini merak ettim ve telefonumun kamerasından dudaklarıma baktım. Şimdilik bir şeyi yoktu.

Continue Reading

You'll Also Like

716K 6.9K 3
Kızıl Kraliçe Serisi 1. Kitap Serinin ilk kitabı HitReads'e taşındı. Diğer iki kitabı hala buradan okuyabilirsiniz. Saçlarında sarmaşıkları olan ve...
1.9K 99 8
"Sen o uçurumun kenarında özgürlüğünü bilelerken denizin altında kendini bırakan insanlar var." . Bazen, dört duvar arası bir anıya denk olabilirdi...
182K 9.5K 14
Karşımda DNA testi ile ilgili zırvalayan doktora hiç dikkat kesilmedim.Bir anda kızın sevinç nidaları ile abime sarıldığını duydum.Abim ise beni yumr...
244K 14.3K 27
"Peki en sevdiğin renk ne Şervano?" Gökyüzüne bakıyordu bende ona. Onu izlemek gökyüzünü izlemekten daha cazip geliyordu bana. "Firuze. " " Efendim...