SOLUCAN 1 ve 2. Kitap

By ZeynepSey

46.4M 1.1M 222K

Bölümler düzenlenmiş hâliyle yeniden paylaşılıyor. (Final dahil bütün bölümler eklenecektir.) More

SOLUCAN
1.BÖLÜM: SANA AŞIK OLMAMA İZİN VERİR MİSİN?
2.BÖLÜM: SENİ ANCAK AŞK İYİLEŞTİRİR
3.BÖLÜM: BELKİLER
;
4.BÖLÜM: BORDO CADDESİ
5.BÖLÜM: YENİ ÇOCUK
6.BÖLÜM: MÜZİK KATI
7.BÖLÜM: KORKULAR
8.BÖLÜM: POPÜLERLİK KAVGASI
9.BÖLÜM: BİR DERDİM VAR
10.BÖLÜM: İTİRAF
11.BÖLÜM: KESİCİ
13.BÖLÜM: KLİŞELERDEN DOĞAN AŞK
14.BÖLÜM: BEDELLER
15.BÖLÜM: AİLE GÜNÜ
16.BÖLÜM: AĞAÇ EVİ
17.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
18.GÜNLÜK: SAKLI GÜNLÜK
19.BÖLÜM: AŞK UĞRUNA KENDİNDEN VAZGEÇMEK
20.BÖLÜM: YILBAŞI PARTİSİ
21.BÖLÜM: SEVMEKTEN USANMAM
22.BÖLÜM: YANGIN
23.BÖLÜM: KABUSLAR
24.BÖLÜM: İÇ GIDIKLAYICI BİR GÜLÜŞ
25.BÖLÜM: AŞK İÇİN ÖLMEK
26.BÖLÜM: OYUN BİTTİ
27.BÖLÜM: ŞEKER GİBİ BİR BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 1: BANA AŞIK OLUR MUSUN?
SOLUCAN 2
1.BÖLÜM: KENDİME MEKTUP
2.BÖLÜM: BELALI İSMAİL
3.BÖLÜM: AŞKI HAYATININ MERKEZİNE KOYMAK
4.BÖLÜM: SÖNMEYEN ATEŞ
5.BÖLÜM: GECE SAÇLI ELİF
6.BÖLÜM: KALABALIĞIN İÇİNDEKİ YALNIZ
7.BÖLÜM: YARALAR VE İZLERİ
8.BÖLÜM: DOĞUM GÜNÜ
9.BÖLÜM: KARAOKE BAR
10.BÖLÜM: DAĞ EVİ
11.BÖLÜM: HAYAT VEREN ÖPÜCÜK
12.BÖLÜM: SEVİMLİ BİR TANIŞMA
13.BÖLÜM: KENDİME YALAN SÖYLEDİM
14.BÖLÜM: AYRILIĞIN ERTESİ
15.BÖLÜM: GEÇ KALINMIŞ BİR ÖZÜR
16.BÖLÜM: METAFOR
17.BÖLÜM: ACIYA KARIŞAN UMUTLAR
18.BÖLÜM: HİSLERİNİ KAPAT
19.BÖLÜM: YANINDAYIM
20.BÖLÜM: YÜZÜNDEKİ ACI HOŞUMA GİTTİ
21.BÖLÜM: BİR KAYIP DAHA
22.BÖLÜM: YENİ BAŞLANGIÇLAR
23.BÖLÜM: HER ŞEYİMSİN
24.BÖLÜM: KAYBETME KORKUSU
25.BÖLÜM: YAŞATTIĞINI YAŞARSIN
26.BÖLÜM: KENDİME BİR MEKTUP DAHA
27.BÖLÜM: TAMAM MI SİL BAŞTAN MI?
BÖLÜM 13: SÖYLEMESİ ZOR

12.BÖLÜM: MELANKOLİ

657K 25.9K 4.6K
By ZeynepSey

12.BÖLÜM: "MELANKOLİ" 

Ayaklarımın beni Bordo Caddesi'ne götürüyor olması ne kadar mantıklıydı bilemiyordum çünkü son geldiğimde caddeden yaka paça atıldığımı çok iyi hatırlıyordum. Fakat şimdi yanımda Kesici yoktu, bu yüzden tekrar aynı muameleyi göreceğimi düşünmüyordum.

Oraya gitme sebebim, Kıvanç'ı çok ama çok özlemiş olmamdı. Onu özlemememi gerektirecek nadir anlarımız olsa da özlemiştim işte. İlişkimizi genel bir değerlendirmeye aldığımda benim onu gördüğümü ve hiç susmadığımı; onun pek konuşmadığını ve beni görmek bir yana bana bakmadığını bile fark ediyordum. Bunun sağlıksız olduğunu biliyor, yine de onu istiyordum. Çünkü anlaşma amacına ulaşmıştı; ona âşık olduğumu hissediyor ve geceleri artık sadece onu düşünüyordum.

Daha önce de geldiğim barın önünde durduktan sonra içeri girmeden önce kapının üstündeki tabelaya baktım. Kim bir barın ismini Dolap koyardı ki?

Anlamsız bir gülüşle içeri girdiğimde barmeni bardakları silerken bulmuştum. Bu kez ortalık sakin görünüyordu.

Karşısına geçtiğimde işine ara verip "Selam güzellik, ben Gay Boy," dedi. Muhtemelen biriyle iletişim kurmak için kullandığı ilk cümle bu oluyordu hep. Çünkü geçen sefer de beni bu şekilde selamlamıştı.

"Nehir ben."

"Hatırlıyorum," diyerek güldü.

"Nasıl?"

"Barmenlerin hafızası kuvvetlidir," dedikten sonra kendini beğenmiş bir edayla, "Ya da sadece benim," diye devam etti.

"Yesinler hafızanı," diyerek güldükten sonra bir bardak ılık su rica ettim.

Önüme büyük boy bir bardak bıraktıktan sonra "Kıvanç'ı mı arıyorsun yine?" diye sordu.

"Nereden bildin?" diye sorarken bile cevabını biliyordum.

"Barmenler sandığından daha çok şey bilirler," dedi göğsünü kabartarak. "Ya da sadece ben öyleyim."

Gülerek başımı iki yana salladıktan sonra büyük bir yudum aldım. Sonra bir melodi çalınmaya başladı. Selman'ın işaret ettiği yöne baktım, gitmemi söyleyince kalkıp hızlı adımlarla yürümeye başladım. Çok sevdiğim bir şarkıyı dinlemek üzere olduğum için heyecanlıydım.

"Özledim seni harbiden."

Hem de Kıvanç'ın sesinden!

Adımlarımı hızlandırdım. Dar ve mavi ışıklarla aydınlatılmış bir koridordan geçtim.

"Aklıma da düşüverir aniden.

İçince, açılınca..."

Sarhoş muydu?

Neden bu şarkıyı söylüyordu?

Nasıl bu kadar içten söyleyebiliyordu?

Koridorun sonu geniş bir alana açıldı. İçerisi çok kalabalıktı. Yoğun ter ve parfüm kokularının arasında ilerlemeye devam ettim.

Ve onu gördüm.

Sahnedeydi, platforma çıkmış ve mikrofona sarılmış bir vaziyette şarkıyı mırıldanıyordu.

Gözleri kapalıydı ve her zamanki gibi siyahlara bürünmüştü.

Kime söylüyordu bu şarkıyı? Böylesine içten söylediği sözler, kimin içindi?

"Sen ölünce, gömülünce..."

Şarkı sözlerini tekrarlayacağını anlayınca arkamı dönüp koşmaya başladım. Barmenin yanına döndüğümde konuşacak gibi olsa da izin vermeden cebimden onluk çıkartıp tezgâha bıraktım. Çıkışa doğru koşarken içtiğim bir yudum su şimdi beni yakıyordu. Çünkü anlamıştım.

Kıvanç'ın sevdiği biri vardı.

En son ki sevgilisinden ayrılmadığını söylemesi de yalan değildi. Kız ondan ayrılmış olabilirdi ama Kıvanç hala kızı seviyordu.

Bu düşünce zihnime düşüp de bir daha kalkmak bilmeyince saatlerce onunla savaştım da durdum. Sanırım düştüğü yeri epey beğenmiş olmalıydı ki kalkmadığı gibi yumurtlamaya da başlamıştı.

Kıvanç'ın sevgilisi vardı. Kıvanç'ın ölümsüz bir aşkı vardı. Kıvanç'ın, Kıvanç'ın ve Kıvanç'ın...

Zihnime düşen o düşünce beni çıldırtma aşamasına gelince Deniz ve Irmak'ı aradım. Su'nun deyişiyle Sulu Parazitler olarak toplanmamızı gerektiren çok önemli bir konu vardı.

"Ne var kızım ya, ne diye apar topar çağırdın beni?"

Irmak'ın odama girer girmez söylediği ilk cümle buydu. Ama Deniz biraz gecikeceğini haber verdiği için o da gelince anlatmaya başlayacağımı söyleyerek dudaklarımı mühürledim. Omuz silkip çantasından çıkardığı turkuaz mavisi ojeyle tırnaklarını boyamaya başladı.

On ya da on beş dakika kadar sonra "Senin yüzünden flörtümü bırakıp geldim," diye burun kıvırarak içeri girdi Deniz.

İkisinin de memnuniyetsizliklerini umursamayıp "Kıvanç'ın sevgilisi var," diye konuya orta yerinden daldım.

Aynı anda, "Ne?" diye bağırdılar.

"Kıza çok âşık, ölüyor aşkından..."

"Kız güzel mi peki?" diye sordu Irmak. Eğer, evet güzel, deseydim ne olacaktı? Ha sorun yok o zaman mı diyecekti, merak ediyordum açıkçası.

Bu tarz bir cevap vermek yerine, "Kızı görmedim," dedim sadece.

"Nereden belli o zaman?" diye sordu Deniz.

Yüzünü buruşturan Irmak, Deniz'e hitaben, "O nasıl bir soru cümlesiydi öyle?" diye konuştu.

Deniz'le yetersiz olduğumuz tek şey müzik değildi. Dil anlatım dersimiz de pek iyi değildi. İkimiz de çoğu zaman anlatım bozukluğu içeren cümleler kurardık. Irmak'sa Türkçeye çok önem veren ve onu gerektiği gibi kullanmaya çalışan biri olduğundan, en ufak bir hatamızda bizi rezil ederdi.

"Arkadaşınız bunalıma girmiş burada, sizin yaptığınız muhabbete bakın yahu..." deyip kendimi yatağıma doğru fırlattım. Biri tarafından fırlatılmışım gibi duran atlayışım sebebiyle bedenim bir anlığına sızladı.

"Ama siz zaten Kıvanç'la görüşmeyi kesmemiş miydiniz?" diye sorunca Irmak, başta ne tepki vereceğimi bilemedim, sonra başımı çaresizce sallamakla yetindim.

"O zaman sana ne kızım bundan?" diye sordu Deniz, Irmak da ona katıldığını belli edercesine başını salladı.

"Ne demek bana ne?"

"Anlaşmanız nasıldı sizin?" diye sordu çok iyi bilmesine rağmen.

Sorusuna yanıt olarak "Nehir ona âşık olunca görüşmeyi keseceklerdi. Kıvanç'ın bizimkine âşık olması yasaktı ve görüşme süresi en fazla iki aydı," dedi Irmak.

"Yani adam verdiği sözü tuttu mu tuttu. Şimdi yok birini seviyormuş yok sevgilisi varmış, bunlar seni ne ilgilendirir ki?" deyip ayağı kalktı. "Yahu, ben de önemli bir şey oldu sandım. Kalk Irmak, kalk, gidelim bu diyardan..."

Eş zamanlı olarak ayağa kalkıp başka herhangi bir şey söylemeden odamdan çıktılar.

Arkalarından öylece bakakaldım. Beni anlamamış olmalarının şaşkınlığını yaşıyordum. Derdim Kıvanç'ın bana rağmen birini sevmesi değildi ki. Kıvanç'ın birini seviyor olması dertlenmem için yeterli bir sebepti. Sonuçta ondan hoşlanıyordum, bu durumun canımı sıkması kadar normal bir şey olamazdı.

Kapımın tekrar tıklatılması bana geri döndüklerini düşündürtüp bir anlığına mutlu olmama sebep olsa da içeriye giren Ecrin teyzeydi. Hemen kendimi toparlayıp bir gülümseme eşliğinde ne olduğunu sordum.

"Göksu Hanım kıyafet alışverişi yapıp yapmadığını sordu," dedi içeri girip. Elindeki bardakta sıcak süt olduğundan emindim.

Kıvanç'la dolu olan kafam sebebiyle kıyafet almayı bile unutmuştum bu yüzden "Endişelenmesine gerek yok, yaptım," diyerek yalan söyledim.

Bardağı bana uzattıktan sonra bir ihtiyacım olup olmadığını sordu. Annem, demek istedim. Anneme ihtiyacım var.

"Hayır, yok..."

Ama yıllardır olduğu gibi diyemedim. "İyi geceler kuzum!

"İyi geceler Ecrin teyze!"

Sonra yine koskoca odada yapayalnız kalınca tepinmeye başladım. Ayaklarımı yatağa vuruyor, sanki bunun bir şeyi düzelteceğini sanıyordum.

Topuklarıma verdiğim zarardan sonra duvar saatine baktım. Epey geç olmuştu ama nedense hiç uykum yoktu. İstesem de uyuyamayacağımı bildiğimden kalkıp yere oturdum. Dakikalar sonra her canım sıkıldığında yaptığım gibi amuda kalkmaya çalıştım. Bu hareketin sağlık açısından birçok faydasının olduğunu duymuştum ama daha önce hiç araştırmak gibi bir girişimde bulunmamıştım.

Uzun bir süre o şekilde durdum, beynime yeterince kan gittiğine inandıktan sonra doğrulup bağdaş kurdum. Daha önce aldığım yoga derslerini bilmezden gelerek yalnızca gözlerimi kapattım. Bu bile rahatlatıcı bir eylemdi.

En sonunda uykum olmamasına rağmen uyumak istedim. Komodinimin üzerinden telefonumu aldım ve Batu'yu aradım. O her hâlükârda gelirdi, hem de hiç söylenmeden.

Aramamı cevaplandırdığında konuşmasına fırsat vermeden "Uykum var," diye mızmız bir şekilde konuştum.

Mırıltılı bir ses çıkardı, sanırım onu uyandırmıştım. Kendimi kötü hissediyordum ki "Bekle, geliyorum," dedi beni şaşırtmadan ve aramayı sonlandırdı.

Yarım saat kadar sonra odama girdiğinde oturduğum koltuktan kalkıp ona sarıldım.

"Ah be Nehir!.." deyip sarılışıma karşılık verdiğinde hiçbir şey söylemedim çünkü ben bir şey demesem bile o beni bir şekilde anlıyordu.

Kısa süren kucaklaşmamız ardından yatağıma geçip örtümü düzelttim. Başımı yastığa koyduktan sonra ümit taşan bakışlarımı ona diktiğimde yatağımın hemen solunda bulunan küçük mavi koltuğuma kurulup derin bir nefes aldı.

Sesine esrarengiz bir ton katmayı unutmayarak, "Bir varmış, bir yokmuş..." diye anlatmaya başladı.

Ne zaman ona üzgün olduğumu ya da uyuyamadığımı söylesem, nerede olursa olsun hemen gelir ve bana hiçbir şey sormadan masal anlatmaya başlardı. Diğer gecelerde olduğu gibi bu gece de bana yine zaten ezbere bildiğim masallardan birini anlatacaktı.

--

Ertesi gün uyandığımda Batu'nun anlattığı Külkedisi masalı sayesinde rahat bir uyku çektiğimi biliyordum. Esneyerek doğrulduktan sonra küçük elbise dolabımın üzerindeki notu gördüm. Meraklanarak ayağa kalktım. Dolabın karşısına geçtikten sonra kâğıdı elime aldım.

Harika bir prens bulacağına eminim ama o kişinin Kıvanç lavuğu olabileceğini sanmıyorum.

Kıkırdayarak not kağıdını masamın üstüne bıraktım. Hiç konuşmamış olmama rağmen neden uyuyamadığımı anlaması beni sevindirmişti. Ayrıca Kıvanç için kullandığı o kelime de komikti.

"Lavuk," dedim gülerek. Banyoyu kullanmak için odamdaki mavi kapıyı açtığım sırada kelimeyi tekrar ve tekrar dile getiriyordum.

İlk kapıyı açtıktan sonra solumda kalan kapıyı araladım. İçeri girip kapıyı ardımdan kapattıktan sonra aynanın karşısına geçerek bir süre kendime baktım. Neden her sabah bunu yaptığıma dair bir fikrim yoktu ama hoşuma gidiyordu. Değişen bir şey yoktu belki suratımda ama ifadeler değişkendi ve her yeni gün yeni bir duygu demekti. Bugünün duygusu, anlaşılmış olmanın verdiği mutluluktu.

Çok geçmeden kısa bir duş alıp havluma sarılarak banyodan çıktım, giyinme odama geçtim. İç çamaşırlarımı giydikten sonra siyah kort şortumu üzerime geçirdim. Onlarca elbise, etek ya da pantolona rağmen elim her zaman öncelikli olarak şortlarıma gidiyordu. Yaz kış demeden şort giymeyi seviyordum.

Havanın soğuk olduğunu bilmeme rağmen mavi bir cropa yönelmişken bir anda mor V yaka bir bluz gözüme daha güzel göründü ve diğerinden vazgeçtim. Bluzu da hızlıca giyindikten sonra tekrar banyoya dönüp saçlarımı yapmaya başladım.

Yarım saat süren hazırlanışın ardından Kesici'yi aradım. Telefonu "Sarışınım!" diyerek açtığında suratım ekşidi. Ne ara onun sarışını olmuştum?

"Senden ayrılmaya karar verdim," dedim hızlıca. "Git ve bahsettiğin şu büyük aşkınla barış," diye devam ettiğimdeyse bir süre ses çıkarmadı.

Neredeyse bir aydır sahte de olsa sevgiliydik ve bana o kızı anlatmasından sonra yakın arkadaş diyebileceğimiz bir ilişkimiz olmuştu. Ben de ona ailemle aramdaki ilişkiden bahsetmiştim. En önemli sırlarımızı birbirimizle paylaştığımıza göre bu, birbirimize güvendiğimiz anlamına geliyordu. Ayrıca değer verdiğimize de. İşte bu yüzden artık beni Kıvanç'la arasındaki düşmanlıkta oyuncak etmesini istemiyordum.

Ancak o buna devam etmekte epey ısrarcı olmalıydı ki "Olmaz!" dedi sert bir sesle.

"Ne demek olmaz?"

"İmkânı ihtimal dâhilinde değil... Olmaz. Ol-maz!"

"İstemiyorum seni, anlamıyor musun?" derken sinirlenmeye başlamıştım. "Başka birine âşıksın sen, ben de Kıvanç'a âşığım. Neden-"

"Bordo Caddesi'ne gel."

Sonra kapattı. Kaşlarım çatık bir halde şaşkın şaşkın bakakaldım. Aramızdaki yakınlığa rağmen bana bu şekilde davranmış olması beni hem şaşırtmış hem de üzmüştü. Kıvanç kadar kaba biri değildi Kesici ya da ben, bunca zaman onu yanlış tanımıştım.

Dediği gibi caddeye gidersem olay daha net bir şekilde çözülür, diye düşünerek evden ayrıldım. Bu tavrından sonra ona hâlâ tam olarak güvenmem gerektiğinden emin değildim. O yüzden yoldayken Irmak'ı aradım ve beni bir saat içinde aramasını, telefonuna cevap vermezsem de derhâl Bordo'ya gelip Kıvanç'ı bulması gerektiğini söyledim. Neyse ki bu sefer söylenmeden ve sebebini sormadan, isteğimi kabul etti. Aslında bu yardım çağrısını korumalarımıza karşı da yapabilirdim ama o zaman, çok sevgili ailemin her şeyden haberi olurdu ve belki de günün sonunda değil bu caddeye adımımı atmayı, Kıvanç'la bile görüşmem yasaklanabilirdi.

Bordo'ya vardığımda Kesici'yi arayıp caddeye geldiğimi söyledim ve telefonu kapattıktan yalnızca birkaç dakika sonra bileğimde nazik olduğunu söyleyemeyeceğim bir dokunuş hissettim.

"Kesici!" diye bağırdığımda, "Kesici ya, Kesici!" diye bağırarak karşılık verdi. "Benim lakabım Kesici!" Öfkesi tüm benliğini esir almış gibiydi.

Siyah bir kapının önüne gelene dek, canımı acıttığını umursamadan bileğimden çekelemeye devam etti. Kapının önünde dikilen, bizim yaşlarımızda olduğunu tahmin ettiğim çocuğa "Kapıyı aç," diye emretti.

Çocuk ikiletmeden kapıyı açtığındaysa beni içeriye doğru itekledi. Dizlerimin üzerine düştüm. An itibariyle penceresi bile olmayan bir odanın içindeydim.

"Git ve Kesici senin Solucan'a çok öfkelenmiş, her zamanki yaptığından yapacakmış de Kıvanç'a."

Kapıyı kapattı, düştüğüm yerden hızlıca kalktım. Karanlık odada baş başa kaldık.

"Lakabımın anlamını merak ediyordun, değil mi?" diye sorduğunda içinde bulunduğumuz odayı inceliyordum.

İçeride bir yatak, bir televizyon ve bir de küçük buzdolabı vardı. Odanın penceresi yoktu, tavanında küçük bir havalandırması vardı sadece ve dolayısıyla içerisi kasvetli gözüküyordu.

Tekrar ona döndüğümde siyaha çalan öfkeli gözlerini bana dikmiş olduğunu gördüm. "Az sonra sana lakabımın anlamını uygulamalı olarak göstereceğim."

Sözünü bitirir bitirmez sağ elini arka cebine götürdü. Elini tekrar görebileceğim şekilde gün yüzüne çıkardığında tuttuğu çakıya yönelik "Yok artık!" dedim korkuyla.

Büyük bir sırıtışla, "Var artık!" dedi.

Elimi kaldırdım, bu onu durduracakmış gibi. "Bak, bırak onu... Konuşarak halledebiliriz."

Dişlerini göstererek güldü ama komik bulduğu için gülmediğini fark edebilecek kadar anın içindeydim.

"Onu çok sevmiştim," diye söze başladığında duygusal bir ruh haline bürüneceğini düşünerek rahatladım çünkü eğer fonksiyonları duygusal bir şekilde çalışırsa onu alt etmek benim için daha kolay olurdu. "Bir gün beni terk ederse ona siyah olacağımı söylemiştim," diye devam ettikten sonra çakının düğmesine bastı ve parıldayan keskin ucu gün yüzüne çıktı.

"Söylediğim gibi siyah oldum, baksana bana," deyip ellerini iki yana açtı; sağ elindeki çakı, korkutucu bir derecede bana bakıyordu. "İnsanlar psikopat ve çift karakterli biri olduğumu söylüyor. O da öyle düşünüyor mudur?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım çünkü aksini yapsaydım daha fazla sinirleneceğini biliyordum.

Aralıksız bir şekilde çalan telefonumu duymazdan gelerek "Peki, sen öyle düşünüyor musun?" diye sorduğunda biraz öncekinden bile daha hızlı bir şekilde başımı iki yana salladım. Tekrar dişlerini görebileceğim şekilde güldüğünde birkaç adım geri attım.

"Korkma sarışınım, korkma," diye fısıldayarak bana doğru bir adım attı. "İnsanlar çok ve boş konuşur." Ses tonunda, görmüş geçirmiş bir insanın bilgeliği yatıyor gibiydi. "Çok ve boş konuşan insanlara ceza vermek gerekir."

Kıvanç'ın buraya gelip beni kurtarmayacağından emin olduğum için etrafımda kendimi koruyabilecek herhangi bir şey aradım.

Ama bulamadım.

Arayan kişinin Irmak olduğunu ve polise haber verdiğini umut etmek istiyordum. Dün gece derdimi önemsememiş olabilirdi ama can sağlığımı umursamayacak da değildi.

"Bir adam vardı, onun için tam bir orospu demişti. Çok öfkelendim, adamla kavga ettik. Ona ceza vermek istedim ve verdim. Adam, çok kullandığı bir şeyini kaybetti ve ben de bu aptal lakabın sahibi oldum. Kesici..." Yamuk bir gülümsemeyle kıvrıldı dudakları. "O geceyi merak ediyordun ya hani... O gece ben bu caddeye geldim ve sevdiğim kıza dilini uzatan bir adamın dilini kestim." Kahkaha atmaya başladığında tepki vermeme engel olan şey donan kanımdı. Uyuşmaya başlamıştım ve midem bulanıyordu.

Kesici... Yaklaşık bir aydır sahte sevgilicilik oynadığım bu adam, dil kestiği için "Kesici" lakabına sahip olan bir ruh hastası mıydı?

"Gülsene!" diye bağırdığında dudaklarımı gülmesi için zorladım ama bana itaat etmediler. "İnsanlar benim hakkımda ya da bana ait olan şeyler hakkında çok konuşuyor. Onlara, konuşmayın, diyorum ama beni dinlemiyorlar. Onlara ikinci şans verip tekrar, konuşmayın, diyorum ama onlar beni yine dinlemiyorlar. Sonra... Bir daha asla konuşamasınlar diye onların dillerini kesiyorum. Hiç acımadan. Şimdi anladın mı güzelim, bana neden Kesici dediklerini?"

Ürkekçe başımı salladım. Kapının önünden çekilip yatağa doğru ilerlediği sırada kaçmak için an kovalıyordum.

"Bak buraya," deyince başımı sağ omzuma doğru çevirdim. Elindeki kavanozu daha net görebilmem için havaya kaldırdı.

Kavanozun içinde ne olduğunu anlayamamıştım ama sıvının renginin kırmızı olması, korkumu daha da artırmıştı.

"Dil koleksiyonuma merhaba de..."

Midemin içinde büyük bir deprem yaşandı ve yıkım bir adım ötemde yaşandı. Eğilip yediğim her şeyi kusmaya başladım.

O ise bunu hiç umursamadan bana doğru gelirken konuşmaya devam etti. "İlk kez sana anlattım onu ve sen bunu bile bile beni bırakmak istedin. İlk kez sana gösterdim dil koleksiyonumu ve bakalım sen bunu bile bile şimdi ne yapacaksın?"

Elimin tersiyle ağzımı silip beraberinde başımı kaldırdım ve tam o anda saçlarımı kökünden kavrayıp beni çömeldiğim yerden kaldırdı. Bedenimi kendi bedenine yaslarken başımı da geriye doğru çekti.

"Kesici!" diye konuştuğumda gözlerime yaşlar birikmişti. "Bu yaptığın çok yanlış..." diye devam ettiğimdeyse sondaki kelimem sebebiyle kendime kızdım. Sanki annesiymişim de ona öğüt veriyormuşum gibi olmuştu.

"Biliyorum," derken saçlarımdaki ellerini biraz olsun gevşetmiş gibiydi.

"Baksana, bana onu anlattın," dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle. "İlk kez, bana anlattın... Bunun ne demek olduğunun farkında mısın? Bana önem veriyorsun... Biz... İki yakın arkadaşız, sen bana zarar veremezsin." Söylediğimin aksini düşündüğümü belli edercesine gözlerimden yaşlar akıyordu.

Başımı kendi göğsüne yasladıktan sonra sol kolunu belime dolayıp, "Neden veremezmişim?" diye sordu.

Kıpırdamama ihtimal yoktu, kolunu sıkıca bedenime sarmıştı ve sağ elinde tuttuğu bıçak boğazıma dayalıydı. Şu dakikadan sonra emin olduğum bir şey vardı ki o da Kesici'nin kesinlikle bir ruh hastası olduğuydu. Bu gerçeği henüz şimdi, boğazıma bıçak dayanınca anladığım için kendime kızdım, kendime kızdıktan hemen sonra da ona kızdım ama ona bunu söylemedim çünkü eğer söyleseydim, boğazıma dayanan bıçak belki de hareketsiz kalmak yerine başka şeyler de yapabilirdi.

Belki de kızdığım kişi kendim veya Kesici değil de Kıvanç'tı. Kesici'nin dilimi keseceğini öğrenmiş olmalıydı ve ona rağmen hâlâ beni kurtarmaya...

Geldi.

Ansızın kapıyı kırarak içeri giren Kıvanç, yanındaki Irmak ve tanımadığım esmer çocukla birlikte son andaki düşüncelerimi yarıda kesmiş, hatta rahatlayıp sevinmeme sebep olmuştu. Fakat Kesici'nin boğazıma dayadığı bıçak biraz önce hareketsiz dururken şimdi titriyordu. Daha da kötüsü Kıvanç'ın kapıya tekme attığı esnada Kesici paniklemiş ve bıçağın kontrolsüzce hareket etmesine neden olmuştu. Düşüncesi bile kötüydü ama yüksek ihtimalle şimdi boynumda bir kesik vardı ve ben şokta olduğum için acıyı hissedemiyordum.

Onlar gelene kadar sessiz gözyaşları döken ben, Kıvanç'ı görür görmez hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Açıkçası bu da şah damarımı tutan bıçak için hiç iyi değildi.

Kesici, kulağıma doğru, "Ağlama," diye fısıldadı.

"Tükürtme belana Kesici!" dedi benim gibi ağlayan Irmak'ın önünde duran, esmer çocuk.

Eğer bu halde olmasaydık, bir köşeye çekilir ve karşımdaki çocuğun bu garip tehdidi için dakikalarca gülebilirdim ama halimiz belliydi.

"Sen karışma Ozan!" diye tısladı Kesici.

Adının Ozan olduğunu öğrendiğim esmer çocuk, mavi gözlerini Irmak'a çevirip ona bir şeyler mırıldandığında Irmak başını iki yanında salladı.

"İlla dilini keseceksen, git ve bunu başka yerde yap," dedi Kıvanç.

Dudaklarım hafifçe aralandı. Bu kadar mı önemsizdim onun için?

"Bu kadar mı önemsiz senin için?"

Kesici zihnimi okumuş gibi konuşmuşken Kıvanç'ın, başını olumlu anlamda hareket ettirdiğini gördüm. Yaşadığım hayal kırıklığıyla, titreyen bacaklarımın üzerinde daha fazla duramayacağımı hissedip yere düşer gibi oldum ve bahse girerim ki Kesici boğazıma dayadığı bıçağı tam o anda çekmemiş olsaydı, şu anda yaşamıyor olurdum.

Sonra her şey bir anda gelişti.

Kesici elindeki bıçağı benden uzaklaştırır uzaklaştırmaz Kıvanç iki büyük adımda yanımıza vardı ve Kesici'nin kafasına sert bir tekme attı. Kolları benden ayrılırken bedeni geriye doğru savruldu. Kıvanç, yeni tekmesini geriye doğru düşen Kesici'nin karnına attı. İsminin Ozan olduğunu öğrendiğim çocuk beni kolumdan tutup çekerken Kesici'nin acıyla kıvrandığını, eş zamanlı olarak öksürmeye başladığını duymuştum.

Ozan'ın beni Irmak'a doğru itmesi ve sonra Irmak'la beraber Bordo Caddesi'nde koşmaya başlamamız...

Bu olanlar en fazla üç dakika içinde gerçekleşirken boynumdaki sızıyı yeni yeni hissediyordum. Uzun bir süre ardımıza hiç bakmadan el ele tutuşmuş bir halde koşmaya devam ettik.

Bordo Caddesi'nin çıkışında durup ellerimizi dizlerimize koyarak soluklanmaya çalışırken bir yandan da gözyaşlarımızı siliyorduk.

Kalabalığın arasında soluklanırken Ozan'ın bize doğru geldiğini gördüm. "Koşun kızlar!" diye bağırıyordu. Söylediğini yaparak tekrar koşmaya başladık. Caddenin çıkışındaki bir arabanın yanında durduğunda biz de orada durduk. "Binin!" diye bağırdıktan sonra arabanın şoför koltuğuna geçti. Arkasından biz de arabaya bindik ve Ozan kapıları kilitleyince nihayet derin bir nefes aldık.

Bordo Caddesi'ni geride bırakır gibi olduğumuzda artık sakinlemiş olan Ozan, "Kıvanç sizi evlerinize bırakmamı istedi," dedi. Dikiz aynasından bana baktı. "Senin adın Nehir miydi?" Başımı salladığımı görünce "Irmak'ı senin evine bırakmamı ister misin?" diye sordu.

İkimizin de isimlerini bilmesi bana garip gelirken Irmak'a kısa bir bakış attım, gelmek istediğini söylercesine başını salladığını görünce tekrar dikiz aynasındaki bir çift göze döndüm.

"Çok iyi olur."

Devamında sessiz bir yolculuk süreceğimizi sanıyordum ki Irmak'ın çığlığıyla korkarak ona dönmem bir oldu. "Nehir!" diye bağırdı dehşet içerisinde. "Boynun..."

Gözlerimi irice büyüttüm. Boynumun ne halde olduğunu tamamen unutmuştum!

"Doğru söyle..." dedim korkarak. "Ne kadar derin?" Şimdi ne aynaya bakmaya ne de kesilen yere dokunmaya cesaretim vardı.

"Yemek borunu görebiliyorum!" diye bağırdığında gözlerimi mümkünmüş gibi daha da büyüttüm ve bunun dışında herhangi bir tepki daha veremedim.

Ne demek oluyordu bu? Yemek borumu görebiliyorsa... Ölecek miydim?

Ozan'ın kahkahasını duyduğumda ona döndüm, sonra Irmak'ın da dikiz aynasından kendisine bakan Ozan'a bakıp gülmeye başladığını duydum. "Aptal bu..." Benimle alay ettiğini anlayınca çatık kaşlarla yola döndüm. "Hem de saf olanından!"

Evin önüne geldiğimizde teşekkür ederek arabadan indik. Korumalarla birlikte evin önünde bekleyen Kıvanç'ı gördüğümüzdeyse üçümüz de şaşırmıştık. Ne ara Kesici'yle olan meseleyi halletmişti de bizden önce benim evime varabilmişti?

Ona doğru attığımız birkaç adımdan sonra, "Ozan, sen Irmak'ı evine götür," dedi otoriter bir sesle.

Irmak'a döndüm, tek kaşını kaldırmış bir halde bana bakıyordu. Ne demek istediğini anlamasam da başımı salladım.

"Yarın sabah erkenden gelirim öyleyse," dedi Irmak ve bana sıkıca sarıldıktan sonra bu kez arka koltuğa geçmek yerine ön yolcu koltuğuna geçti.

Ozan da Kıvanç'a başını sallayıp şoför koltuğuna yöneldi. Onlar sokaktan ayrılana dek kılımı bile kıpırdatmadım, sonra bakışlarımı Kıvanç'a çevirdim. Çenesiyle evimi işaret edince yalnızca başımı salladım ve bize merakla bakan korumaların yanından boynumu kapatmaya özen göstererek geçip kapıyı anahtarla açtım.

Eve ilk giren o oldu. Ardından sanki etrafı kolaçan ediyormuş gibi gözlemeye başladı. O önde, ben arkada olmak üzere birlikte basamaklardan çıkmaya başladık.

Odamın önünde durduğumuzda yine içeriye giren ilk kişi oydu. Arkasından ben de girdim ve anında kapıyı kapattı. Karşımda dikilen Kıvanç'a, sırtım kapıya yaslanmış bir halde bakıyordum. O kadar yakındı ki bana, bir anlığına geriye doğru kaçma ihtiyacı duymuş ve kapıya çarpmıştım.

Uzanıp çenemden yakaladı beni, hafifçe kaldırıp diğer eliyle boynumu kapatan saçlarımı geriye doğru çekti. Açıktaki yaraya bakıp kaşlarını çattı. Tekrar bana baktığında gözleri her zaman olduğundan daha da acı bir kahveydi.

"Eğer ben oraya gelmeseydim..." diye söze başladığında nefesi alnıma çarpıyordu. "Kesici senin boğazını ya da dilini..." dedikten sonra bakışlarını kaçırdı. "Daha büyük bir zarar görseydin eğer..." diye devam ettikten sonra tekrar bakışlarını benimkilerle buluşturdu. "Ailen, sana olanları ne zaman fark ederdi?"

Cevap vermedim, veremedim. İlk kez onun gibi davranıp merakla sorduğu bir soruya cevap vermedim ve beni tutan elinden başımı çevirerek kurtulduktan sonra yatağımın ayakucuna oturdum. Yanıt vermemi bekleyip beklemediğini bilmiyordum, bakışlarımı onun üzerinden çekeli çok olmuştu.

"Her neyse, kalk da şu boynunu temizleyelim," dedikten sonra beni bileğimden tutup banyoya yöneltti. Ona zorluk çıkarmadım ve beni çekelemesine izin verdim çünkü boynumun halini ben de fena halde merak ediyordum.

İçeri girdiğimizde beni belimden tutarak hafifçe kaldırdı, banyo tezgahının üstüne oturttu. Saçlarımı yüzümden ve boynumdan uzaklaştırdı, tekrar çenemden nazikçe tutup başımı geriye doğru itti. Küçük bir çocukmuşum gibi hissettiğim o saniyelerde yüzüm gülüyordu. Yutkunduğum esnadaysa gözlerim, boynuma dikkatlice bakan Kıvanç'ın gözlerindeydi.

"Çok derin değil," dediğinde yüzünde gözle görülür bir rahatlama duygusu geçmişti.

Daha yarım saat önce benim kendisi için önemli olmadığımı söyleyen o değil miydi? Şimdi neden derin kesilmediği için rahatlamıştı ki?

Ecza dolabından çıkardığı şişenin kapağını açtıktan sonra pamuğa birkaç damla içindeki sıvıdan döktü ve şişenin kapağını kapattıktan sonra geri dolaba koydu. Tekrar bana döndüğünde, "Biraz sızlayacak," dedi. "Dayanabilirsin değil mi?"

Mırıltılı bir ses çıkardım ve eş zamanlı olarak kesilen yere dokundu. Söylediği gibi biraz sızlamıştı ama hiç ses çıkarmadım.

Pamuğu yanıma koyduktan sonra dolaptan gazlı bezi çıkarıp avuç içimden daha küçük bir parça kesti. Bu an bana hem çok tanıdık hem de bir o kadar da yabancıydı. Daha önce de onun yüzünden vücudumun bir yeri sargı beziyle kapanmıştı. Ama o zaman bunu tek başıma yapmıştım. Şimdi o yapıyordu.

Kestiği parçayı yara olduğunu sandığım yere hafifçe bastırdıktan sonra bantladı. Daha sonra geride tuttuğu başımı hafifçe öne doğru çekti. Beklemediğim şey, bunu yapmasının ardından dudaklarıma hafif bir buse kondurmasaydı.

Öpüşüne karşılık vermemi beklemeden benden uzaklaştı ve yine belimden tutarak yere indirdi. "Odaya geç, ben de geliyorum hemen," dediğinde bir şey söylemedim ve dediğini yaparak banyodan ayrıldım.

Üzerimi değiştirmek için giyinme odasına geçip rastgele bir pijama takımını giydikten sonra odama döndüm.

Banyodaki işini halletmiş bir halde odamda beni bekliyordu. Geldiğimi fark edince "Solucan," diye seslendi.

"Adım Nehir," diye tekrarladım. Bunu Ozan bile biliyordu. Ama Kıvanç hala bilmiyormuş gibi davranıyordu.

"Bugün caddeye gelirken şort mu giymiştin sen?"

Konuşmanın devamını şimdiden ön görebiliyorken "Evet," dedim. "Bir sakıncası mı var?"

"Yani," dedi her zamanki netliğinden uzak bir şekilde. "Nerede ne giydiğin beni tabii ki ilgilendirmez ama şortlarını sadece benim yanımdayken giymen daha çok hoşuma gider."

"Neden şort?" diye sordum. Çünkü sorun ettiği şeyin altımdakinin kısalığı sanmıştım. "Neden elbise ya da etek ya da başka bir şey değil de şort?"

"Çünkü tanıştığımız gün üzerinde kot bir şort vardı."

Kaşlarım şaşkınlıkla hareket ederken ne diyeceğimi bilemez haldeydim. Tanıştığımız gün üzerimde ne olduğunu hatırlıyordu ve bunun kendisine özel kalmasını mı istiyordu? Ben mi yanlış anlıyordum yoksa o mu kendini yanlış ifade ediyordu?

"Yani mini etek ya da elbise ya da dekolteli bir bluz senin için sorun değil?"

Omuz silkti. "Sadece şort." Gülmeye başladığımı fark edince kendisiyle alay ettiğimi zannederek bozuldu. Oysaki ben bunu tatlı bulduğum için gülmüştüm. "Her neyse," dedi konuyu kapatmak istercesine. "Uyuyalım."

Yine o domuz suratı gün yüzüne çıktı ve yatağa yöneldi. Ona çaktırmadan gülümsemeye devam ederken yatağın sol tarafına geçtim ve omzumun üstünde yatarak ona döndüm. O da geçen seferki gibi sağ kısmına geçti fakat bu kez sırt üstü uzandı.

"Neden geldin?" diye sordum merakla. Ne de olsa en son birbirimizi tanımıyormuş gibi davranıyorduk.

"Bunun bedelini ödeyeceksin," dediğinde sesinde tehditkâr bir tını yoktu. Daha çok serzenişte bulunur gibiydi.

Kıkırdadım. "İyi de ben seni çağırmadım ki. Gelen sendin."

"Kesici'nin pisliklerine karışmam ben," dedi, tavanıma bakmaya devam ederken. "Irmak denen sulu göz arkadaşın yüzünden olaya dahil oldum."

"Beni düşündüğün için değil yani," dedim güler gibi.

Dilini şaklattı. "Irmak yüzünden. O da en az senin kadar geveze ve arsız."

Hiç de öyle değildi. "Hım," diye mırıldandım.

"Kesici'yi elimden kaçırdım," dedi bana doğru dönerken. "Yani bir süre daha etrafımda dolanman gerekecek."

Duygular başka duygular aracılığıyla bastırılabilirdi. Kimi insanlar üzüntülerini kahkahalarıyla bastırırlardı. Ben de korkumu alaycılığımla bastırmak istedim. Gözlerimi kısıp "Neden ben senin etrafında dolanıyormuşum? Bu belayı dolaylı yoldan da olsa başıma açan sensin. Korumak istediğine göre senin benim etrafımda dolanman gerekmez mi?" diye sordum.

Gözlerini devirip benimle laf dalaşına girmek yerine kolunu üstümden attı, belimden tutarak beni kendine doğru çekti.

Bir süreliğine de olsa tekrar görüşmeye başlayacağımızı bilmenin verdiği sevinçle gülümsedim. "Seni özledim."

Suratı yine tüm duygulardan yoksunken, "Ben de dudaklarını özledim," diye mırıldandı.

Bu kez onun gelmesini beklemeden ben uzanıp onu öpmeye başladım. Dilini, araladığım ağzımın içine soktuğunda devamı için henüz hazır olmadığımı hissederek geri çekildim. Durup gözlerime bir açıklama bekler gibi baktı.

Konuşmayacağımı anlayınca uzanıp çeneme küçük bir buse bıraktı. "İyi uykular Solucan..."

"İyi uykular Kıvanç..."


Duman grubunun Melankoli isimli eserine atıf.


*YARIN, INSTAGRAM PROFİLİMDE /zeynep.sey SOLUCAN 1'İN YENİ KAPAĞINI PAYLAŞACAĞIM^^

Continue Reading

You'll Also Like

2.4K 399 13
Burada tek bir kral yoktu.
716K 6.9K 3
Kızıl Kraliçe Serisi 1. Kitap Serinin ilk kitabı HitReads'e taşındı. Diğer iki kitabı hala buradan okuyabilirsiniz. Saçlarında sarmaşıkları olan ve...
423K 4.5K 29
"Bu saatten sonra yer mekan fark etmez yüzbaşım." Yetişkin içerik !
245K 14.4K 27
"Peki en sevdiğin renk ne Şervano?" Gökyüzüne bakıyordu bende ona. Onu izlemek gökyüzünü izlemekten daha cazip geliyordu bana. "Firuze. " " Efendim...