FELAH

By lemveli

680K 64.2K 48.2K

❝Savaşı durduramam ama elime mikrofon alarak insanların sesini duyurabilirim.❞ Savaş kaybolmaktır. Ben bu sav... More

FELAH
1. KAYIP
2. DİP
3. KAYBOLMAK VE BULUNMAK
4. DOST VE DÜŞMAN
5. İKİ EL ATEŞ
6. BAŞKA KOŞULLAR
7. MASALLARA İNAN
8. AY PARÇASI OPERASYONU
9. LEKELİ GERÇEKLER
10. YASAK BÖLGE
11. ÖFKE
12. ÖNCELİK
13. ATEŞİN TAM ORTASI
14. MERHAMET VE İHANET
15. CEZA
16. DÖRT
17. EV
18. FEDAKÂRLIKLAR
19. AİLE
20. SEKİZ KASIM (1.KİTAP FİNALİ)
21. GÖMÜLMEYEN BİR ÖLÜ
22. GERİ DÖNÜŞ
23. SUİKAST
24. PİYON
25. LAVİNİA
26. ŞÜPHE
28. HER ŞEYE RAĞMEN
29. İNTİKAM
30. SONLAR VE BAŞLANGIÇLAR
31. YALANLAR VE DOĞRULAR
32. BOZKURT VE KARGA
33. MÜHÜRLÜ KALPLER VE BEDENLER
34. MUTLU SABAHLAR
35. İNANÇ

27. KARABAĞ'A DÖNÜŞ

14.1K 1.6K 1.4K
By lemveli

Nefesinizi tutun ve okuyun çünkü bu bölüm... O BÖLÜM !

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Keyifli okumalar ! 🫶


Lana Del Rey - Dark Paradise

Ruelle - Game Of Survival

19 Eylül 2023.

Yeniden buradaydım.

Şuşa'da.

Her şeyimi kaybettiğim, sevdiğim adamın kalbinin durduğu, nabzının son kez attığı o yerdeydim.

Şuşa kalesine bakarak derin bir iç çektim. Neredeyse 3 sene olmuştu.

Değişmişti buralar. En son gördüğüm gibi kasvetli, sönük ve ölü gibi değildi. Canlanmıştı âdeta. Tabelalar değişmiş, bir sürü yeni binalar inşa edilmişti.

Şuşa kalesinin tam önündeydim. Haris tam burada vurulmuştu. En son bana burada bakmış, beni sevdiğini söylemişti.

"Hilal. Biliyorum bu zamana kadar sana çok yalan söyledim. Ama şu an söyleyeceğim şeye inan olur mu?"

"Ne?"

"Seni seviyorum."

Gözlerimden yaşlar boşalırken dizlerimin üzerine çöktüm. Burada bana ilk çiçeğimi vermişti.

"Hangi çiçeği sana alırsam, onu seveceğini söylemiştin. Sadece Şuşa'da açan harı bülbül, bundan sonra en sevdiğin çiçek."

Elim boynumdaki kolyelere giderken kalbim sıkışıyor, nefesim kesiliyordu. Yeleğini bana giydirmişti, önüme atlamıştı. Benim canımı kurtarıp kendi canını feda etmişti. Bu fedakârlığı nasıl unutup hayatıma devam edebilirdim arsızca?

Ya diğer ihtimal? Yaşama ihtimalini her düşündüğümde bayılacak gibi hissediyordum. Bunu, bana ve can dostlarına yapar mıydı? Üç yıldır umursamazca soluk alabilir miydi? Ben onun mezarında ağlarken, o nasıl yaşardı?

Mümkün değildi. Yaşaması mümkün olamazdı. İhtimaller dahilinde bile değildi.

"Azerbaycan ordusu bölgede terörle mücadele operasyonu başlatacak birkaç saate. Sabah 4 gibi bir sivil, bir polis aracı yeni yerleştirilen mayın yüzünden patlamış."

Kaplan'ın sesiyle omzumun üzerinden ona baktım. "Üç senedir savaş bitti ama bu topraklarda ölüm bitmedi. Ermenistan tarafı üzerine düşen görevleri yapmadı, bölgedeki yasa dışı grupların, çetelerin önüne geçemedi. Siviller, askerler ve polisler şehit düştü savaşın bittiği bu topraklarda. Şimdi Azerbaycan kendi topraklarında antiterör operasyonu başlatacak ve biz yine buradayız. Savaşta da buradaydık. Yeniden..."

"Tuhaf."

"Çok tuhaf."

"Sizce ne kadar sürecek bu operasyon?" diye sordu Tomris.

"Bir ya da iki gün," dedi Zamir. "Sığınaklar, askeri üsler şimdiden birçoğu mahvedildi. Çok sürmeyecek yani."

"Peki, biz neden buradayız?"

"Bozkurt, sana dürüst olacağım." Bana kod adımla seslenmişti ilk kez. Ve bu da operasyon bölgesinde olduğumuz için benim de onlara kod adlarıyla sesleneceğim anlamına geliyordu.

Zamir yanımda yere çöktü, ardından eli omzumu buldu. "Biz bir grubun peşindeyiz. Ermeni bir çete grubu. Solak İhsan'la alakalı bir grup. Solak İhsan da aslen Ermeni kökenli ve onun Türkiye'deki faaliyetlerini buradaki ve Ermenistan'daki büyük çeteler destekliyor."

"Yani?"

"O gün depodan bir kişi sağ çıkmıştı sadece. Hatırlıyor musun? Ve o kişi Dört'e ismiyle seslendiğini duymuştu. Dört zaten ifşa olmuştu ama sen yanlışlıkla onu daha çok ifşa ettin. Son günlerde maskesini hiç çıkarmamasının sebebi de buydu. Benimle konuştu, endişeleri olduğunu söyledi çünkü o depodan bir kişi sağ çıkmıştı. Ve o bir kişi, savaştan sonra bu çetelerden birine girdi. Solak İhsan'a kadar eli uzandı."

Yutkunamadım. Suçluluk duygusu omuzlarıma yüklenirken, "Daha açıklayıcı konuş," dedim zorlukla.

"Dört'ün kafasını kesip getirene milyon dolarlık ödül verilecekti."

Kanım donduğunda, "Hassiktir" dedi Kaplan. "Dalga mı geçiyorsun lan sen? Ben onların amına koyarım!"

Kaplan'ın küfürleri ve bağırışları kulaklarımı inletirken, "Öldü ama?" diye sordum titreyen sesimle Zamir'e. "Yani öldürdüler onu."

"O gün evde herkese yetecek kadar yelek vardı."

Haris yelek giymemişti bilerek.

"Hassiktir lan! Bilerek mi öldürttü kendisini?"

"Büyük bir ihtimal," dedi Zamir ve gözünden düşen yaşı saklamak için başını eğdi. "Türkiye'ye dönemezdi, dönerse o şekilde öldürüleceğini biliyordu. Çetenin eli, kolu çok uzun. Yüzü, adı ifşalanmıştı. Buradaki gibi maskeyle dolaşamazdı sürekli. O yüzden kahramancasına ölmek istedi ve yelek giymedi. İlk fırsatta da Bozkurt'un önüne geçerek şehit oldu."

"Öldü mü yani gerçekten?" Tomris'in umutsuz ses tonu tüm ihtimalleri yok ederken o da dizlerinin üzerine çöktü. "Bir ihtimal de olsa... Umutlanmıştım."

"Çeteler ölmediğini düşünüyor ve bu yüzden Bozkurt'u sıkıştırıyor. Bozkurt'un başı belaya girerse, Dört'ün saklandığı yerden çıkacağını düşünüyorlar. Ama iki defa suikast girişimi oldu. İkisinde de Dört gelmedi."

"Bu da..."

"Gerçekten öldüğünün kanıtı. Çünkü ne olursa olsun... Gelirdi."

Ellerim titrerken, "Babam biliyordu," diyebildim. "Benden sakladı."

"Olabilir," dedi Zamir sessizce. "Belki de bu yüzden emin bir şekilde öldüğünü söylüyordu."

Gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken başımı göğe kaldırdım ve kasvetli havaya baktım. O gün de böyle tutkundu hava. Sanki aynı güne geri gitmiş gibiydim.

Keşke öyle bir gücüm olsaydı ve geri dönüp o an zamanı durdursaydım. O kurşun belki Haris'in bedenini delmez, onun canını almazdı o zaman.

"Biz buraya niye geldik, Yedi?"

"Seni Türkiye'den çıkarmalıydık. Solak İhsan peşini bırakmayacaktı, Dört'ün yaşadığını düşünüyor ve onu istiyor."

"Pekâlâ," diyerek iç geçirdim. "Ne yapıyoruz?"

Kaplan'ın dudakları kıvrıldı, ardından, "Temizlik," dedi. Onunla temizlik anlayışlarımız kesinlikle farklı olmalıydı çünkü yüzündeki tehlikeli gülüş buna işaret ediyordu.

Önce Zamir, sonra Tomris ayaklandığında Kaplan bana elini uzattı. Elimi, onun kocaman avucunun içerisine bıraktım ve beni ayağa kaldırmasına izin verdim. "Aramıza hoş geldin, Bozkurt." Kod adımı, sanki karşısındaki ben değil de ölen can dostu Haris varmış gibi seslendirdi. Bu, beni çok duygulandırdı.

Bana sıkıca sarıldığında ben de ona sarıldım.

İlk kez burada öğrenmiştim onun ve Tomris'in isimlerini. İlk kez burada tanışmıştık aslında onlarla. Ve sonrasında hepimiz burada kaybetmiştik değerli bir canımızı.

Ondan yavaşça ayrıldığım sırada, "Demek geri döndün efsane kadın!" dedi tanıdık bir ses.

Heyecanla arkamı döndüğümde karşımda İbrahim vardı. Fakat farklı görünüyordu. Büyümüştü. Çok büyümüştü. Onu ilk tanıdığımdaki gibi cılız, çelimsiz değildi asla.

"İbrahim!" Kollarını bana açtığında koşarak ona sarıldım. "Nasılsın?"

"İyiyim, sen nasılsın?"

Uzun zamandır iyi değildim, İbrahim.

"İdare eder," diyerek geri çekildim ve onu inceledim. "Değişmişsin."

"Sen hâlâ çok güzelsin," dedi ve güldü.

O sırada bunu duyan Kaplan öksürdü. "Yavaş!"

"Ablam sayılır," dedi İbrahim ve Kaplan'a baktı gülerek. "Hem ben nişanlandım abi."

"Tebrikler!" diyerek saçlarını karıştırdığımda bana göz kırptı. Mutlu görünüyordu. Gözlerinin içi gülüyordu ve onu daha önce hiç böyle görmediğim için garipsemiştim. İlk tanıştığımızda umutsuz bir askerdi ve yemeğini yiyemiyordu. Gidecekleri çatışmadan geri dönemeyeceğini düşünüyordu. En son ise ormanda silah arkadaşı Hüseyin'in ihanetine uğramış ve onu gözünü kırpmadan soğukkanlı bir şekilde öldürmüştü.

Kaplan, "Herkes de evleniyor," diye homurdandı.

"Başıma kaldın," diyerek dalga geçtim onunla. "Bul artık birini de kurtulalım senden."

"Sen de benim başıma kaldın diyeceğim ama eski sevgilin yakandan düşmüyor," diye homurdandı Kaplan. "Topuğundan vururum o doktor bozuntusunu!"

Zamir, "Aras," diyerek uyardı Kaplan'ı. "Onun özel hayatına karışmaktan vazgeç. Tek görevin onu korumak ve gözetmek."

"Koruyorum, Yedi," dedi Kaplan sert sesle. "Onu herkesten koruyorum ve koruyacağım. Çünkü o benim emanetim."

"Hepimizin emaneti," diyerek düzeltti onu Zamir. "Yine de bu, onun özel hayatına karışabileceğimiz anlamına gelmiyor."

"Karışırım," dedi çenesini dikleştirerek. "Eğer o mezara giren Bozkurt olsaydı, Dört asla başka biriyle görüşmezdi."

Söylediği cümle bomba gibi aramıza düştüğünde tüm bedenim buz kesti. Boğazıma kocaman bir yumru oturdu, boğulacakmış gibi hissettim. Ardından burnumun direği sızladı, gözlerime yaşlar doldu. Ama hayır, ağlamayacaktım şu an.

"Aras!" Zamir öfkeyle bağırıp Kaplan'ın yakasına yapıştı ve onu ittirdi. "Haddini bil! Kimse onunla bu şekilde konuşamaz, onu hayatına devam etti diye yargılayamaz! Mutlu olmak bu kızın hakkı değil mi lan?"

Tomris, "Üç yıl oldu," dedi Kaplan'a bakarak. "Eski bir dostuyla görüştü diye nasıl itham edersin onu?"

Donuk bakışlarım Kaplan'ın yeşil gözlerinde durduğunda gülümsedim zorlukla ve birkaç adım geri çekildim. Böyle mi düşünüyordu gerçekten? Egemen'le yeniden bir ilişki yaşayacağımı mı sanıyordu?

Beni hiç tanıyamamıştı.

Arkamı dönerek kaleye doğru ilerlediğimde arkamdan gelen tartışma sesleri yükseldi ama dönüp bakmadım. Kalbim kırılmıştı. Kalbim gerçekten çok kırılmıştı çünkü Kaplan'ı seviyordum ve ona çok değer veriyordum. Onun benim hakkımdaki bu düşüncesi çok incitmişti ruhumu.

Derin nefes aldım ve kalenin kapısından içeri girdim, sağ tarafa dönüp kimsenin beni görmeyeceği bir yere çöktüm.

Gözümden yaşlar boşaldı o an. "Haris..." Adı, dudaklarımdan döküldüğü an hıçkırıklarım eşlik etti gözyaşlarıma. "Keşke burada olsaydın... Keşke sen kızsan Kaplan'a eskisi gibi. Keşke sen şu an gelip sarılsan bana sıkıca, saçlarımı okşasan..."

Başımı göğe kaldırdım. "Anne, onu çok özledim. Anne... Neden öldünüz? İkiniz de beni yapayalnız bıraktınız, neden anne?"

Dizlerime sarıldım. "Çok yalnızım... Kayboldum ben. Bul beni yine, Haris. Ne olur? Bul beni..."

"Babam da yok," dediğimde hıçkırıklarım cümle kurmama müsaade etmiyordu. "Babamı da özledim."

Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken, "Köyümüzü özledim, Atıf'la koyunları kovalamayı özledim, o sarı renkli peyniri bile özledim, sobada pişirdiğimiz kestaneleri özledim," diyerek hıçkırdım. "Küçük bir kız olmayı özledim."

"Anne!" diyerek haykırdım. "Beni bu hayatta tek başına bıraktığın için seni nasıl affedeceğim?"

"Bozkurt," dedi Zamir'in sesi. Gelip omuzlarımdan tutarak beni kendisine çektiğinde, "Baba!" diye bağırdım. "Hiçbir zaman babalık yapamadın, sen her zaman komutan oldun, ben de senin askerin! Ben seni nasıl affedeceğim, baba?"

"Hilal," dedi Zamir bu sefer. Beni göğsüne bastırdı, avucunu şakağıma yaslayarak, "Sakin ol," diye fısıldadı. "Geçti, buradayım."

"Haris," diye mırıldandım bu sefer duyulması güç bir sesle. "Sen benim evimdin. Neden başıma yıktın evimi? Sen benim ailemdin, neden dağıldı benim ailem?"

"Hilal," diyerek saçlarımı okşadı. "Geçecek."

"Kandırma beni," diyerek ittirdim onu. "Yalan söyleme! Bana... Bana beni sevdiğini söylemişti, Zamir. Bu kalenin önünde, vurulmadan saniyeler önce... Bana ilk çiçeğimi vermişti burada. Ben onu kaybettim. Ben evimi, ailemi, aşkımı, geleceğimi... Hepsini kaybettim."

"Seni buraya getirmemeliydik," dedi pişmanlıkla.

Tekrar dizlerime sarıldım ve göğe baktım. "Beni izliyor mu sence?"

"Bilmiyorum ama izliyorsa mahvolduğuna eminim."

"O üzülmesin," dedim ve dudak büktüm. "Çok canı acıdı zaten. Acımasın bir daha ne kalbi ne de ruhu."

"Elinde olsa ölürdün onun için."

"Ölürdüm, öldürürdüm," dedim eminlikle.

"O da bunu yaptı zaten."

"Hayır," dedim hıçkırmaya devam ederken. "O bilerek öldü! O bilerek bıraktı beni!" Başımı Zamir'in omzuna bıraktım güçsüzce. "Keşke ondan nefret edebilseydim. Daha kolay olurdu belki."

"Ölüm hiçbir zaman daha kolay olmaz," dedi bana karşı çıkarak. "Ölüm, ne şekilde olur olsun her zaman ağır bir travma."

"Ben... Hilal Uluant. Tüm ülkeye adını duyuran, sayılan, sevilen ünlü bir gazeteciyim. Ama... Annesini kaybeden, babasını hiç kazanamayan, sevdiği insanı toprağa veren kimsesiz bir kadınım aslında. Hiç öyle gözükmüyorum değil mi? Televizyondan izleyenler için çok şanslı sayılırım aslında. Bir evim, bir arabam, iyi bir maaşım, hatta birikmiş param, tümgeneral babam, güçlü bir soyadım var." Yutkundum. "Ölmek istiyorum. Tam burada, onun öldüğü yerde ölmek ve kurtulmak istiyorum."

"Hilal..."

"Yaşamaktan çok yoruldum."

"Hilal..."

"Onu tanıyana kadar daha kolaydı," dedim ağlamaya devam ederken. "Babamdan bile şefkat, ilgi görmemiştim. Bilmediğim duygu olmadan yaşamak çok kolaydı. Ama o beni ilgiye boğdu, Zamir. O bana küçükken babamın göstermediği şefkati gösterdi. Üzerimi örttü, çoraplarımı çıkardı, yaralarıma merhem sürdü, ıslak saçlarımı havluya sardı... Beni göğsünde uyuttu, annemin sesini unutmamam için canını tehlikeye attı. Hiçbir şey talep etmedi, güçlü olmamı beklemedi babamın aksine. İçimdeki o zayıf tarafı gün yüzüne çıkardı ve onu bile sevdi. O beni... Annem gibi sevdi. Ağlarken de sevdi, gülerken de... Koşulsuz, şartsız, sorgusuz. Annem gibi sevdi, Zamir. Ben onu nasıl unuturum? Ben başkasıyla nasıl birlikte olurum? Ben onu..." Hıçkırdım. "Ben onu ölsem unutmam."

Zamir hiçbir şey söylemedi, sadece sarıldı.

Dakikalar birbirini kovalarken Zamir'in göğsünde hıçkırıklarım dindi. Geriye sadece iç çekişlerim kaldı. Zamir usanmadan saçlarımı okşamaya devam ederken ara sıra, "Geçecek," diye fısıldıyordu.

Gözyaşlarım tamamen dindiğinde burnumu çekerek başımı göğsünden çektim ve tam o sırada yan tarafımızda sessizce oturup bizi izleyen bir çift yeşil gözle karşı karşıya geldim.

Kaplan Giray.

Zamir benim baktığım tarafa baktığında, "Sizi yalnız bırakayım," diyerek ayaklandı. "Aşağıda olacağım."

Kalenin ön tarafına doğru ilerlediğinde bakışlarımı ondan alıp tekrar Kaplan'a diktim. Yeşil gözlerine yerleşen derin bir pişmanlık ve kederi görebiliyordum. O her zaman böyle biriydi. Bağırıp çağırır, söylememesi gereken her şeyi söyler ve sonrasında pişman olurdu. Bir anda parlar, bir anda sönerdi.

"Ben..." Boğazını temizledi. "Öyle demek istemedim."

Dudaklarım kıvrıldı üzüntüyle. "Ne demek istedin?"

"Kendimi nasıl açıklayabilirim? Bir anda ağzımdan çıktı. Öyle düşünmüyordum. O heriften rahatsız olduğum doğru ama..."

"Onunla bir ilişkiye başlayacağımı düşündün."

"Hayır," dedi. "Korktum sadece. Çok korktum... Unutursun, mezarına çiçekler dikmezsin diye düşündüm. Gerçekten kimsesiz kalır diye çok korktum."

"Senin gözünde bu kadar mıydım? Onun mezarını ıssız bırakacak kadar nankör müyüm ben?"

"Hayır," dedi yeşilliklerine yaşlar dolarken. "Yemin ederim, hayır. Korktum sadece. Affet, ne olur? Ben... Yaramaz bir çocuk gibiyim. Ailemi kaybettiğim o yaşta takılı kaldım, hiç büyüyemedim. Hiç gülemedim içten, hiç sevemedim doğru dürüst, sevilemedim. İçimde öfkeden başka hiçbir duygu tutunup kalamadı. Özür dilerim. Böyle biri olduğum için... Sana hak etmediğin şekilde davrandığım her an için özür dilerim. Korktum. Onu sevmekten vazgeçmenden, onu unutmandan, gerçekten kimsesiz kalmasından korktum."

Elimi göğsüme götürürken, "Kalbimi kırdın," dedim kısık sesle. "Sana çok değer veriyorum ve hakkımdaki düşüncen... Kalbimi çok kırdı."

"Özür dilesem de faydası olmayacak," diyerek iç çekti. "Zamanı geriye alamam. Pişman olduğumu ve öyle düşünmediğimi bil lütfen."

"Aras! Bozkurt!" Tomris bize seslendiğinde son kez Kaplan'a baktım ve ayağa kalkarak üzerimi temizledim. Tomris kalenin içinden geçerek, "Gelin, işimiz var," dedi aceleyle.

Onu takip ettiğimizde Zamir, omzunda üç yıldız olan orta yaşlarında bir yüzbaşıyla konuşuyordu. Göğsünde Ahmetov yazan yüzbaşı Azerbaycan dilinde bir şeyler söylüyordu. Zamir de ona yarı Türkçe yarı da Azerbaycan dilinde cevap veriyordu.

"Kontrol noktasında hem sizin hem de bizim uzmanlarımız var. Sizi daima koruyacaklar."

"Sıkıntı yok. Riskleri biliyoruz."

"Hedefinizi haritada işaretledik. Gizli bir karargâh. Düşmanın çok sayıda askeri ve silahı var. Hepsinin yok edilmesi gerekiyor."

"Neden SİHA'lar yapmıyor bunu?"

Ahmetov'un bakışları bana döndüğünde, "Babanıza çok benziyorsunuz," dedi ve tebessüm etti. "Ve sorduğunuz soruya gelecek olursak... İçeride bir adamımız var. Onu sağ istiyoruz."

Kaplan, "Yani yanlış anlamayın ama... Çok önemli biri mi? Dört istihbaratçı, bir de ünlü bir gazeteciyi gönderiyorsunuz düşmanın inine. Bizim canımız feda sizler için ama biz tam olarak kim için gidiyoruz?" diye sordu merakla.

Buraya Solak İhsan ve onun çetesi için geldiğimizi sanıyordum ama şimdi Ahmetov farklı bir görevden bahsediyordu.

"Fotoğrafını gösterin lütfen," dedi Tomris. "Yanlışlıkla ona zarar vermeyelim."

Ahmetov, "Fotoğrafı yok," dedi. "O sizi tanıyacak. Merak etmeyin."

Zamir, "Esir mi?" diye sordu. " Esirleri takas yapmak şansınız yok mu? Yanlış anlamayın, biz buraya her türlü riski kabul edip geldik ama görevimizin bu olduğunu bilmiyorduk. Biraz mantıksız."

Ahmetov sabırla, "Haklısınız sorgulamakta," dedi başını aşağı yukarı sallayarak. "Ve hayır, esir değil. Dediğim gibi, siz düşmanın inine girin. Onlardan biri gibi davranın. Sonrasında olacakları o kişi kontrol edecek ve siz düşmanın ininden çıktığınız an SİHA o karargâhı birkaç saniyede mahvedecek. İçindekilerle beraber."

"Tam bizlik görev!" dedi Kaplan heyecanla.

"Yerine oturmayan taşlar olsa da," diye homurdandı Zamir. Benim de kafam karışmıştı ama sorgulamadım.

Ahmetov, "Aldığımız istihbarata göre, buluşma noktaları Kırmızı Pazar adlanan bölge. Yani Şuşa'nın aşağı kısmı. Sizler, düşman üniformaları giyecek ve o bölgeye gidip düşmanla buluşacaksınız. Ardından düşman sizi, o karargâha götürecek," dedi. "Maskede olacaksınız çünkü onlar sizi zaten gizli birimlerinden bilecek. Tabii, Ermenice konuşacaksınız. Rusça da konuşabilirsiniz aslında ama ilk izlenimi Ermenice konuşarak daha iyi yaratmış olursunuz."

"Gizli birimden olan askerler peki?"

"Onlar etkisiz hale getirildi," dedi yüzbaşı Ahmetov gururla. "İçlerinden biri konuştu, bu bilgileri de ondan aldık."

"Bilgilerden nasıl emin olabilirsiniz?"

"Eminiz," dedi yüzbaşı Ahmetov. "Güveniyorsunuz bize değil mi?"

"Elbette güveniyoruz. Ama esir aldığınız bir düşman askerinin sözlerini nasıl teyit ettiğinizi merak ediyorum," dedi Zamir inatla.

"Teyit ettik," dedi. "Onların içerisinde bize çalışanlar elbette vardır."

"Pekâlâ, yüzbaşım. Biz üzerimizi değiştirip yola koyulacağız."

"Sizi Şuşa kalesinin tam önünde bekliyor olacağız. Aynı zamanda sizinle beraber antiterör operasyonu da başlayacak. Kısa sürede biteceğini planlıyoruz."

"Gazamız mübarek olsun," dedi Kaplan ve asker selamıyla vedalaştı yüzbaşıyla.

Arabaya bindiğimizde, "İleride bir otel var. Orada değiştiririz üzerimizi," dedi Tomris. "Yemek de yeriz. Vaktimiz var."

"Yirmi iki dakikamız varmış," dedi Kaplan. "Sekiz öyle diyor."

Kulaklıklarını takmıştı her biri. Bunu fark eden Zamir cebinden küçük bir kulaklık çıkardı ve bana uzattı. "Tak bakalım."

Kulaklığı taktıktan sonra boğazımı temizledim, ardından, "Bozkurt konuşuyor," dedim. "Sesim geliyor mu?"

"Evet," dedi Baran'ın sesi. "Ben Sekiz. Memnun oldum, Bozkurt. Aramıza hoş geldin."

"Hoş buldum," dedim.

Birkaç dakika sonra araç durduğunda hızlıca indik ve otele geçtik. Otel boştu, dışarıdaki askerler hariç kimse yoktu etrafta. Askerler bizi gördüğünde, "İstediğiniz odaya geçebilirsiniz," dediler. "Yemekler de birinci katta."

"Eyvallah," dedi Kaplan.

Bize verilen çantaları aldık ve ardından ayrı ayrı odalara geçtik. Forma tam üstümeydi. Ermenistan tarafında savaşa katılan birçok kadın vardı. Erkek nüfuzunun gitgide azalması ya da erkeklerin çoğunun yurtdışına kaçması, kadınların savaşa katılmasına sebep olmuştu. Bu yüzden dikkat çekmeyeceğimizden emindim.

Formayı giydim, ardından saçlarımı topladım, askeri şapkamı taktım. Kıyafetlerimi başka bir çantada odada bırakıp dışarı çıktığımda diğer herkesin çoktan hazırlandığını fark ettim. Ellerinde sandviçler vardı. Yemeği yolda yiyecektik belli ki.

"Eşyalarını askerler alıp saklayacak."

"Tamamdır," dedim ve araca doğru ilerledim. Tomris sürücü koltuğuna, Kaplan ise onun yanına geçti. Zamir'le ben de arka koltuklara geçtiğimizde aramızdaki o boşluğa baktım hüzünle.

"Eskiden burada otururdu..."

Kaplan omzunun üzerinden bana baktığında gözleri Zamir'le aramızdaki boşluğa kaydı ve iç çekti.

🕊️

8 Kasım 2020.

Arabada, eşsiz bir yolda ilerliyorduk. "Bu yol..."

Cümlemi tamamlayamadım, hıçkırdım. Elimi ağzıma götürürken Haris'in kolu belimi sardı ve beni kendisine doğru çekti. Saçlarıma bir öpücük bıraktıktan sonra, "Bu yol Şuşa'ya çıkıyor," dedi sevinçle. "Saatler sonra Şuşa'nın özgürlüğüne kavuştuğunu tüm halk öğrenecek. Bayram coşkusu olacak her yerde."

"Tuhaf... Burada bugün ne canlar gitti."

Zamir, "Bu canlar, o bayram coşkusu hiç dinmesin diye feda oldu zaten," dedi Aras'a.

"Bu savaşın dönüm noktası..." Hayran hayran yolun her iki tarafındaki karlı ağaçlara, ormana bakıyordum. "Bu anı çıplak gözlerle görmek çok tuhaf..." Haris'e döndüm dudak bükerek. "Bana ne dediğini hatırlıyor musun?"

Kaşlarını çattı. "Ne?"

Sesimi kalınlaştırarak onu taklit ettim.

Başını geriye atarak kahkaha attı. "Ben böyle boğularak mı konuşuyorum yani?"

"He," diye atladı konuya Aras. "Daha betersin hatta."

"Sen burnunu sokma," diyen Haris ona dirsek attı.

"Niye? Aile meselesi mi? Acıyorum sana! Koskoca paşadan kız alabilecek kadar kendini önemli biri sanıyorsun."

"He Aras, he!"

"Hilal'in turşunu kuracak paşa. Kapiş?"

"Sana bu lafını yedireceğim," dedi Haris kendinden emin ses ve bakış eşliğinde. "Kapiş?"

Ardından bana döndüğünde yüzündeki ifade yumuşadı, bakışları değişti. Altın harelerine yerleşen ve adını koyamadığım bir ifadeyle bana yaklaşıp, "Türk kızı, belki de sen olman gereken yerdesindir," diye fısıldadı kulağıma doğru. "Benim yanımdasındır."

Utandım, bakışlarımı kaçırdım ve cevap vermedim.

🕊️

19 Eylül 2023.

"Hazır mısın, Bozkurt?"

Başımı onayla salladım. "Hazırım."

"Aras seni her zaman koruyacak. Her zaman onun bir adım arkasında ol. Ve asla emirlerimin dışına çıkma. Sen artık benim emrimdesin, başına buyruk davranamazsın."

"Tamam."

"Başarılar, Bozkurt," dedi Baran'ın kulağımdaki sesi. "Yanındakini takma. Lider havalarına girdiğinde sapıtıyor. Havalı olduğunu falan sanıyor."

"Seni duyabiliyorum," dedi Zamir. "Ve komik değildi."

"Çünkü şaka değildi," dedi Baran. "Ayrıca önümüzdeki sefer lütfen bu deli karını da götür yanında. Tepemde sürekli delirtecek beni en sonunda. Dağ, bayırlarda kafası dağılsın azıcık."

"Sekiz!"

"Duyuyorum, sesin çok iyi geliyor, Yedi," dedi Zamir'in aksine sakin bir sesle.

"Kes sesini o zaman."

"Sana başka koordinat verip başına bela açmam yok mu?"

Zamir bu sefer gerçekten sinirlenip, "He, Sekiz he!" diye bağırdı. "Sus artık!"

Ormanda, buluşma noktasındaydık. Kırmızı bayrakla işaretlenen bir mağaranın girişinde bekliyorduk. Hepimiz kar maskelerimizi takmıştık.

Dakikalar sonra başka bir araç yanımıza yaklaştığında, elindeki tüfeklerle üç asker indi ve tüfeği doğrudan bize doğrulttu. "Parola!"

Kaplan parolayı söyledi rahat bir şekilde. Bizden kimse silahına uzanmamıştı. Sanki onlardan biriymişiz gibi davranıyorduk, hiç endişeli değilmişiz gibi...

Önde gelen maskeli adam tüfeğini indirdi. Ermenice bir şeyler söylediğinde Kaplan ona hızlıca cevap verdi. Zamir başka bir soru sorduğunda adam bu sefer ona döndü ve heyecanla bir şeyler anlatmaya başladı.

Anlayamadığım konuşmaları bittiğinde tekrar araca geçtik ve onları takip etmeye başladık. Ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladık. Tam o sırada kulakları sağır eden bir ses yükseldi.

"SİHA'lar iş başında," dedi Kaplan gülerek. "Kısa sürecek bu sefer."

Tomris, "Aynen," dedi. "Bu adam her kimse onu kurtaralım. Sonra da esas işimize odaklanalım. Solak İhsan'a."

"Zaten durduk yere bu işi neden bize verdiler anlamadım," diye homurdandı Zamir. "Çok mantıksız."

"Belki çok önemli biridir? Resmi yollarla değiş tokuş yapılmayacak kadar?"

"Öyle olsa bize söylemeleri gerekirdi. Bir mantıksızlık var."

"Neyse. İşimize bakalım. Ne olacaksa olsun."

Yarım saat kadar sonra durduğumuzda yerde kazılan siperleri gördüm. Kum torbalarıyla desteklenen siperlerin uzunluğu ormanın içine doğru uzanıyordu.

"Karargâh yerin altında olmalı."

"Aynen."

Araçtan indiğimizde düşman askerleri bize başlarıyla siperi gösterdi, ardından sipere atladılar. Onların peşinden ilerlediğimizde tüm bedenimden bir titreme dalgası geçti ve ürperdim. Kesinlikle bu titreme soğuktan ya da korkudan değildi. Sebebini bilemiyordum ama çok tuhaf bir hisle dürtülmüştüm sanki.

Kaplan'ın dediği gibi gizli karargâh siperin içindeydi. Kulağımdaki Sekiz, "Koordinatlarınızı aldım ve hem Türk hem de Azerbaycan istihbaratlarına gönderdim. Adamı alıp çıktığınız an SİHA'lar karargâhı yok edecek," dedi.

Yeraltı karargâha girdiğimizde ağır bir votka ile çürümüş peynir kokusu geldi burnuma. Maskenin altında saklanan yüzümü buruşturdum istemsizce

Tomris, "Endişelenme," dedi yatıştırıcı bir sesle. "İşimiz kısa sürecek."

"Umarım," diyerek cevap verdim kısık sesle.

Karargâhın kontrol odasına girdiğimizde hâlâ kimse maskelerini çıkarmamıştı. Ordudan birçok hain çıktığı için böyle bir önlem almış olmalılardı.

Zamir, Kaplan ve Tomris akıcı bir şekilde Ermenice konuşurken ben de başımı sallayıp ara sıra onlara tepki veriyor ve dikkat çekmemeye çalışıyordum.

Dakikalar sonra Zamir onlara sahte istihbaratlar verdi ve hepsinin odak noktasını başka yerlere çekti. Ara sıra Rusça konuştukları için konulara az çok hâkim olabiliyordum.

"Bizim adamımız hâlâ kendisini belli etmedi mi?" Baran'ın kulağımdaki sesi sıkıntılıydı. "En fazla 10 dakikaya çıkmanız gerekiyor. SİHA'lar alanda, sizin çıkmanızı bekliyorlar."

Zamir'le göz göze geldik.

"Eğer adam kendisini 3 dakika içerisinde belli etmezse alanı terk etmeniz gerekiyor."

Bu kadar erken nasıl ayrılabilirdik buradan hiç şüphe çekmeden?

Tam o sırada bir el boynuma sarıldı ve ardından şakağıma bir silah dayadı. Ermenice bir şeyler söylemeye başladığında, "Hassiktir," dedi Baran. "Bozkurt, senin hiç konuşmamandan şüphelendi. Sana Ermenice şeyler söylediğimde tekrar et."

Herkes soğukkanlı tavırla bana baktığında ben Baran'ın dediklerini tekrar ediyordum anlamlarını dahi bilmeden.

Fakat askerin namlusu hâlâ şakağımdaydı.

Baran, "İnanmıyor piç herif," diyerek küfürler savurdu. "Öldürün onu! İnanmayacak."

Ve cümlesi biter bitmez şakağımdaki silah yere düştü, ardından adamın bedeni küt sesiyle beraber yere devrildi.

Biri onu vurmuştu.

Ve ardından odadaki tüm düşman askerlerini...

Odanın içerisindeki beş düşman askeri saniyeler içerisinde öldürüldüğünde önce Zamir'e, sonra Kaplan ve Tomris'e baktım.

Hiçbirinin elinde silah yoktu.

Arkamı döndüm.

Arkamda, beş adım ötemde biri vardı. Yüzünde kar maskesi, üzerinde askeri forması...

Gözlerim, altın hareli gözlere değdiğinde, ""Türk kızı... Olman gereken en son yerdesin," dedi o tanıdık ses.

Ve benim tüm algılarım o an kayboldu.

Continue Reading

You'll Also Like

997 165 33
Art kendisine yapılan suikast girişiminden kurtulur, yine. Çıktığı yeni yolculuğun felaketlerle başlaması, hayatını kökten değiştirecektir. Onu ölümd...
1.8K 428 23
WATTYS 2021 YARI FİNALİSTİ WATTPAD FANTASY TR OKUMA LİSTESİNDE Aaron Cornelius, kendini ait hissedecek bir yer bulmanın eşiğinde. Fakat artık ev kab...
338K 19K 56
"Sakın, sakın Ala, aklının ucundan dâhi geçirme." Diye burnundan soludu. Sinirle bir adım attım. İşaret parmağımı doğrulttum. "Sakın Yüzbaşı, sakın o...
38.6K 2.3K 41
Hayatı kısıtlanmakla geçen Gökyüzü, nadir bir hastalığa yakalandığını öğrenir. Daha önce bir kez olsun yaşadığını hissetmemiştir, hapsedilmiş bir kuş...