Maça Kızı 8 | Devam*

By dpamuk

2.7M 144K 149K

Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir. More

• AÇIKLAMA •
184.Bölüm
185.Bölüm
186.Bölüm
187.Bölüm
Kader Rotası*
189.Bölüm
AÇIKLAMA
190.Bölüm
N'B'A
191.Bölüm
192.Bölüm
193.Bölüm
194.Bölüm
195.Bölüm

188.Bölüm

213K 11.2K 11.9K
By dpamuk

Canım Maça Kızı 8 Ailesi,

Bu Cumartesi günü (4 Kasım 2023) İstanbul, Tüyap'tayım. 12:00'de söyleşimiz, 14.00'de imzamız var. 2.Kitap'ımızın ilk imzası olacak, aynı zamanda da bu benim ilk fuarım... Nasıl heyecanlıyım, anlatamam!

İstanbul'da olan, yolu İstanbul'a düşen herkesi, kitabı olsun ya da olmasın, tanışıp sarılıp kucaklaşmaya beklerim.

Yorumlarınız, mesajlarınız, tweetleriniz, yaptığınız ve çektiğiniz bütün videolar, fotoğraflar, bütün paylaşımlarınız için çok teşekkür ederim. Heyecanla bakıyorum onlara, kiminize cevap veremesem de yazdığınız her bir satır bana ulaşıyor, unutmayın. 🥹💛

Bölümün içinde, bir filmle karşılaşacaksınız. İzlemeyen varsa, onu izlesin olur mu? İçsel ve dışsal nice metafor içerir ve sevgiyle tavsiyemdir. 🫠

Sizi çok seviyorum!
Var olun...🌻
dp

♠️

"Plan plan dediniz... İlk planı söylüyorum, sonra da bu konuda beni darlamayı bırakın..." dedi Bora. Bakışları hepimizin üzerinde dolaşıyordu. "Pazartesi'den itibaren hepiniz... Her an, Mehmet Şahindağ tarafından suikaste uğramaya uygun bir biçimde davranacaksınız. Sizi, istediği her an öldürebileceği boşluğu ona verecek şekilde. Yani... Açık hedef olacaksınız."

"Nasıl yani?" Herkesin yüzünü büyük bir şaşkınlık kaplarken, bu şaşkınlığı sesli bir tepkiye ilk çevirebilen Çınar olmuştu. "Sen, ne dediğinin farkında mısın?"

"Gayet," dedi Bora doğrudan. "Begüm, mağazasına dönecek, işinin başına. Aydın, Beyza'yla beraber hastaneye gidip gelecek. Bu akşam kumarhanelerin hepsini sessiz sedasız açıyoruz, Gökhan bunun organizasyonuyla ilgilenecek." Bakışları gözlerimi buldu. "Senin de kendine bir şey bulman gerek. Holdinge mi geliyorsun, İstihbarat'a mı gidiyorsun, Ada'ya İstanbul'u mu gezdiriyorsun, ZNV Matematik Okulu'nu mu ziyaret ediyorsun, sen bilirsin. Herkes, her gün, aynı saatte, en az aynı bir güzergâhı kullanarak, basit bir rota çizecek." Bakışları yeniden Çınar'a çevrildi. "Seni ise bilemiyorum, sen ne işle meşgulsun?"

Çınar, Bora'ya bir cevap veremeden, Aydın araya girmişti. "Ben neden kumarhanelerle ilgilenmiyorum Kara?"

"Çünkü senin bir ailen var. Oğlunla ve karınla ilgilenmen gerekiyor," dedi Bora. Derin bir nefes verdi. "Çocuklar da okula gidiyor olacaklar ve onları Selim getirip götürecek."

"Bence hepimizin ölmesini istiyor," diye mırıldandı Beyza.

"Naz ve Ada için de aynı şeyleri söyledi ama," dedi Begüm, kafası karışmış bir tavırla.

"Hepimiz derken... Hepimiz," dedi Beyza. Sıkıntılı bir nefes verdi ve bakışlarını kardeşinin kendisine benzeyen gözlerine sabitledi. "Okul konusunda konuşmuştuk dün akşam. Asya'ya karışamam ama Leo okula falan gitmeyecek." Bu bir fikir değil, âdeta emirdi. "Bu, bu konudaki son kararım ve konu kapandı."

"Öncelikle," dedi Bora, boğazını temizledikten sonra. "Burada, konular, sadece ben kapattığımda kapanır." Beyza'nın zaten solgun olan beti benzi daha da atarken, kaşları da havalanmıştı. "İkincisi ise... Kararına saygı duyuyorum fakat bu, yalnızca senin verebileceğin bir karar değil." Bora, Beyza'yla konuşurken gayet içtendi ve ne kadar tavizsiz görünse de sesi yumuşacıktı. "Belki bana sen kimsin diyebilirsin ama bu çocuğun bir de babası var ya hani... Dilersen, o da fikrini belirtsin."

"Belirtsin?" dedi Beyza, meydan okur gibi. Aydın'ın bakışları Beyza'yla buluştu. Onun acı kahve gözlerinin derinlerinde neler yattığını anlayamıyordum ama Beyza'nın uyarıcı bakışlarını belki de hepimiz okuyabiliyorduk. İşin kötüsü Bora da Aydın'a bakıyordu, daha da kötüsü Bora'nın bakışları tümden ifadesizdi. Aydın, gözlerini bir an olsun Beyza'nın gözlerinden çekmemişti ama Bora'nın bakışlarının üzerinde olduğunun farkındaydı. İki kardeş Aydın'ı sınıyorlardı ve maalesef ki bu Aydın için kolay bir sınav değildi.

Salona, nedeni belli bir gerginlik yayılırken, Bora herkesi daha da germek ister gibi, yirminci saniyede, "Ne diyorsun Aydın?" diye sordu.

"Belki de herkesin en önce, amacımızı bilmesi gerekir," dedi Gökhan, Aydın dudaklarını bile aralayamadan. Yüzüne sahte bir gülümseme yerleşmişti ve Aydın'ın, "Kara ne derse o'dur," minvalinde bir cevap vereceğini düşünmüş olsa gerek, Aydın'ın cevabının altını doldurmaya, ortamı yumuşatmaya çalıştığı belliydi. "Yani Beyza'nın mesela, ölmeyi... Daha doğrusu, kimsenin ölmesini amaçlamadığımızı bilmesi gerekir."

"Beyza'nın mesela, ölmeyi... Daha doğrusu, kimsenin ölmesini amaçlamadığımızı bilmesi gerekir," dedi Bora, Gökhan'ın cümlesini birebir taklit ederek. Es verdi ve "Evet," diye ekledi. "Bence de öyle."

"Sen de mi bu planın içindesin yani?" diye sordu Çınar, Gökhan'a. Başını iki yana salladı. "Biz neden değiliz?"

"Okul konusuna dönecek olursak?" dedi Bora, yeniden bakışlarını Aydın'a çevirerek. "Seni dinliyoruz."

Aydın derin bir nefes verdi ve acı kahve gözlerini Bora'nın kapkara gözlerine dikti. "Sana güveniyorum Kara," dedi, kendinden emin bir tavırla.

"Ama?" dedi Beyza, devam et der gibi.

"Aması yok," dedi Aydın, bakışları Beyza'ya çevrilirken. "Kara, Leo'yu tehlikeye atacak bir şey yapmaz. Kaldı ki bununla ilgili ufacık bir şüphen varsa bile, yengenin ve kendi kızının da aynı şekilde hedefe açık olacağını söyledi. En azından bundan mütevellit için rahat olmalı."

Beyza, yüzüne hayal kırıklığı yayılırken, başını iki yana sallamıştı. "Benim içim rahat değil!" dedi sertçe. "Ve eğer sen de Leo'nun babasıysan, senin de için rahat olmamalı! Benim oğlum aylar önce hedefe yerleşti zaten! Bunu bir kez daha yaşayamam anladın mı?!" Öfke dolu bakışları Bora'ya çevrildi. "Bunu sen de anla ve bu konuyu kapat artık!"

Bora, sıkıntı dolu bir nefes verdi ve Gökhan'a döndü. "Kahvaltıya oturalım. Gelsin çocuklar."

"Bir dakika bir dakika!" dedi Çınar, ayağa kalkarken. "Planı konuşacaktık?"

"Konuştuk ya?" dedi Bora, şaşkınlıkla. "Daha nesini konuşacağız?"

"Bu anlattıklarından ne anlamamızı bekliyorsun ki?" diye sordu Çınar. "İlk planı söylüyorum, dedin ama bu ilk plan değil. Bu planın gereği, yapmamızı istediklerin," dedi Çınar, haklı olarak. "Planın ne Bora?"

Gökhan, çocukları çağırıp çağırmamayı sorarcasına Bora'nın gözlerinin içine bakıyordu. Çınar ise Bora'dan bir cevap bekliyordu fakat Bora, telefonu çalınca ikisinden de bakışlarını çekti ve cebinden çıkardığı telefonu kulağına götürdü. "Söyle Selim," dedi, dümdüz bir sesle. Kaşları havalandı. "Hadi ya!" dedi gülümseyerek. "İyi tamam. Çocuklarla ilgilen," dedi ve telefonu kapatıp cebine koydu. Bakışları yeniden hepimizin üzerinde dolaşırken derin bir nefes vermişti. "Küçük bir iade-i ziyaret gösterisi gerçekleştirmek istemiş de Mehmet Şahindağ." Kaşlarım çatıldı. "Bu gösteriyi duymak isteyen kalsın, duymak istemeyen de çocuklarla beraber labirente gidebilir."

"Ne gösterisi?" diye sordu Gökhan.

"Bir şey değil ya..." dedi Bora, geniş bir tavırla. "Şöyle bir kurşun döktürecekmiş de bizim için. Sağ olsun."

Çınar başını iki yana sallarken, Begüm doğrudan ayağa kalkmıştı. "Bunu ne duymak ne de görmek isterim."

Bora'nın bakışları ablasına çevrildiğinde, Beyza, gergin bir tavırla, "Al benden de o kadar," dedi. Bakışları da korkusunu ele veriyordu. "Bir sorun çıkmayacak değil mi? Her şey kontrolün altında mı gerçekten?"

"Hiçbir sorun çıkmayacak... Çınar eşlik etsin size," dedi Bora, ellerini ceplerine sokarken. "Labirenti avucunun içi gibi biliyor nasılsa." Kapkara gözleri gözlerimle birleştiğinde, "Sen de çık istersen onlarla," diye eklemişti.

"Yoo," dedim, arkama yaslanırken. "Ada güvendeyse, ben böyle iyiyim." Bora, ciddi olup olmadığımı sorgularcasına bana bakınca, "Kulağımın pası Belgrad Ormanı'nda silinmişti..." diye ekledim.

Çınar, Beyza'yı kucağına alırken, Begüm de hızlıca ablasının tekerlekli sandalyesini katlayarak kucaklamıştı. Onlar merdivenlere ilerlerken, Bora önce mutfağa geçti ve Sevim Hanım'a korkmamasını söyledi. Ardından kış bahçesinden bahçeye geçmiş olmalıydı ki verandada oturduğunu gördüm. Aydın ve Gökhan da Bora'nın yanına çıkmışlardı. Beyza, Begüm, Çınar, Leo, Asya, Demir ve Ada, labirente nasıl gireceklerdi; Leo ve Asya'ya gizli geçit turu yaptıracakları yalanını mı söyleyeceklerdi bilmiyordum fakat orada, dış dünyaya kapalı olacaklardı. Kurşun seslerini duymayacaklardı. Belgrad Ormanı'nda kurşun sesleri duymanın kulağımın pasını sildiği yalan da değildi gerçek de değildi. Her şeyden evvel, insanın, kurşun seslerine alışması gibi bir durumun söz konusu olabilmesi mümkün değildi. Fakat bu sesin, hayatımızın gerçeği olduğu da yadsınamazdı ve ben, Bora'yı, bu sesle baş başa bırakmak istemiyordum. Ben de verandaya çıktım ve kendime bir sigara yaktım.

"Bunu asansör mü haber verdi?" diye sormuştu Gökhan, Bora'ya. Bora yalnızca başını salladı. "Ne kadar bilgi alabiliyorsun ondan?"

"Kısmi bilgiler," dedi Bora, sigarasından son dumanını içine çekerken. "Yerini yurdunu biliyor Mehmet Şahindağ'ın ve içeriden bazı duyumlar alabiliyor, o kadar."

"Güveniyor musun peki?" diye sordu Aydın, merakla.

"Kısmen," dedi Bora. Uzaktan olduğu belli kurşun sesleri duyulduğunda, bakışları bana çevrildi ve her şeyin yolunda olup olmadığından emin olmak istercesine, beş saniye boyunca bana baktı. Bu sesler ne kadar ürkütücü olursa olsun, Bora, bu seslerin arasında olmadığı için şükretmiştim. "Bana biraz az soru sorsanız?" dedi, yeniden Aydın ve Gökhan'a döndüğünde.

"Benim henüz sormadığım onlarca soru var Kara!" dedi Aydın, isyan eder gibi. "İnan bana merak ettiğim on şeyden sadece birini soruyorum zaten!"

"Sence şimdi bu şovun amacı tam olarak ne?" diye sordu Gökhan.

Bora arkasına yaslanırken, bir bacağını diğerinin üzerine attı. "Hep birlikte olduğumuzu biliyor olmalı... Bizi tedirgin etmek, varlığını hatırlatmak, işte dediğim gibi Aydın'ın doğum günü pastasına bir cevap... Belki de senin sözünü tutmamana, Aydın'ı ona götürmemene bir tepki. Bunlardan biri ya da hepsi. Genel olarak bir savaşın içindeyiz ve o da üzerine düşeni yapıyor."

"Bunu püskürtemeyeceğimizi düşünememiş olamaz değil mi?" diye sordu Aydın, merakla. "Yani bu sadece bir gözdağı mı sence?"

"İyi ki az soru sorun dedim!" dedi Bora, sitemle. O oflarken, ben de sigaramı söndürmüştüm. "Bilmiyorum. Onun beyninin içini okumuyorum en nihayetinde değil mi?"

"Ama döndüğünden beri okuyabiliyormuş gibi davranıyorsun!" dedi Aydın, kaşlarını çatarken. "Bu konuda, hepimizden önde olduğun muhakkak."

"Elbette öyle," dedi Bora, bu gayet normalmiş gibi. "Fakat yine de bu bir gözdağı mı, tehdit mi, harbi harbi bir operasyon mu nereden bilebilirim?!" Kurşun sesleri nihayet kesilirken, "Hepimizi öldürmek istediğini biliyorum sadece..." diye mırıldandı. "Ve ben de ona, eğer isterse hepimizi öldürebileceğini düşündürteceğim, o kadar. Çınar Akbulut'a da söyleyin bunu. Plan plan diye gezmesin peşimde."

"Çınar Akbulut mühim değil de..." dedi Gökhan, sıkıntıyla. "Beyza ikna olmadan, Leo'yu evden çıkartamayız. Leo konusunda bir istisna göstersen? Yani o, bütün bu planın dışında kalsa?"

"Olmaz," dedi Bora, başını iki yana sallarken. "Bu bizim zayıflığımız gibi durur. Hepimizin dışarıda, hayatın akışına dönmüş olması gerek. Psikolojik olarak da herkesin buna ihtiyacı var."

"Beyza'yı asla ikna edemezsin," dedi Gökhan, kendinden emin bir tavırla. "O, buna hazır değil Bora."

Bora, telefonuna mesaj geldiğinde, bakışlarını Gökhan'dan çekti. Kendisine gelen mesaja hızlıca yanıt verdi ve ayağa kalktı. "Hadi kahvaltıya," dedi.

Az evvel duyduğumuz kurşun sesleri hiç yaşanmamışçasına salona girmeden, elimden tutarak beni de oturduğum yerden kaldırmıştı. "Asansörle yüz yüze görüşecek misin?" diye sordum, masaya ilerlerken.

"Bilmem, gerekirse..." dedi. Masanın baş köşesine oturmadan, yanındaki sandalyeyi de benim için çekmişti. "Eğer yüz yüze görüşürsem, sen de yanımda olursun. İstersen."

"İsterim," dedim.

"Baba!" diye bağırdı Leo, merdivenleri ikişer ikişer inerken. "Tünel o kadar büyük ki! Nina'nın evindekinden bile büyük! Çok güzel!"

Aydın güldü ve yanına gelen Leo'nun kafasını sevdi. "Biliyorum. Daha önce görmüştüm ben de."

"Dayı! Bu tüneli ne zaman yaptırdın?" diye sordu Asya. Bu sırada Aydın, Çınar'ın kucağında Beyza'yla merdivenlerden indiğini fark edince, onlara doğru ilerlemişti.

"Çok oluyor prensesim," dedi Bora. Selim, Beyza'nın sandalyesini açarken, Begüm kucağında Demir'le beraber yanımıza geldi. "Ama bu bir sır... Bu tünelden, kimseye bahsetmek yok, tamam mı?"

"Hiç kimseye mi?" diye sordu Leo, tekerlekli sandalyedeki annesinin yanına otururken.

"Evet," dedi Bora, başını sallarken.

"Gizli bilgi gibi düşün," dedi Çınar, Bora'yı tasdiklerken. "Nina'nın evindeki tünel de bir sırdı ya hani."

Ada heyecanla, "Ani!" diye bağırarak Yeşim'in kucağında merdivenlerden inmiş ve âdeta zıplayarak benim kucağıma geçmişti ve otuz sekiz saniyedir es vermeden kendi dilinde anlattığı şeyler labirentle alakalı olmalıydı. Tek bir kelimesini dahi anlamıyordum ama onu ilgiyle ve anlıyormuşum gibi dinliyordum.

"Çocuklar Noir'yla oynarken sorun çıkarttı mı?" diye sordu Bora, Yeşim'e. Bu cümlenin gizli öznesi Ada'ydı.

"Yok," dedi Yeşim, gülümseyerek. "Üçüyle de muhatap olmadı. Ama onların Noir'yla oynamalarına da ses çıkartmadı. Koltukta öylece oturduk biz. İzledi sadece onları."

"Labirentte?" diye sordum, Ada'nın bir dakika, onuncu saniyede, anlattıkları biter bitmez.

"Orada da etrafı keşfetmekle meşguldü," dedi Yeşim.

"Gel babacığım," dedi Bora, Ada'yı kucağımdan alırken. Ada babasına gülümsediğinde, biraz evvel babasıyla yaşadıkları minik sorunu unuttuğu belliydi. Bora, Ada'yı aramızdaki mama sandalyesine oturturken, Ada da bana anlattıklarını babasına anlatmaya başlamıştı.

Selim ve Yeşim mutfağa ilerlerken, ben Ada'nın tabağına yaptığımız poğaçadan servis edip, "Afiyet olsun anneciğim," demiştim. Demir de mama sandalyesinde oturuyordu ve durmaksızın konuşan Ada'yı dikkatle izliyordu. Arada da bakışları Ada'nın mama sandalyesine bıraktığı sarı arabaya kayıyordu ama bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Geri mi isteyecekti acaba? Demir, annesinin tabağına koyduğu poğaçadan bir ısırık aldığında, "Sevdin mi Demir poğaçayı?" diye sordum. "Güzel mi?"

"Elet," dedi Demir, gülümseyerek. "Güzel."

Ada, bakışları Demir'e kayarken, "Ani!" dedi. Ona döndüm. "Immhh," dedi, baş parmağını diğer parmaklarıyla birleştirirken. "Jüje." Yeniden Demir'e baktı ve kendini gösterdi. "Ani men."

"Evet," dedim, ikinci heceyi uzatırken. "Ada'yla beraber yaptık poğaçayı biz." Gülümsedim. "Demir de sevmiş anneciğim. Ellerimize sağlık."

"Ba!" dedi Ada. Babasına poğaça uzattı.

Bora, poğaçadan bir ısırık alırken, "Çok güzel bebeğim. Ellerinize sağlık," dedi.

"Jüjim!" dedi Ada. Yanımda oturan Gökhan, sandalyemin arkasından eğilerek Ada'ya bakmıştı. Ada ona da poğaça uzattı. Gökhan poğaçadan ısırdığında, Ada merakla ona bakıyordu.

"Immhh," dedi Gökhan, Ada'yı taklit eder gibi. "Muhteşem! Ellerinize sağlık güzelim!"

Ada gülümsedi. "Abi!" dedi, heyecanla. Çınar ve Aydın aynı anda kafalarını kaldırıp Ada'ya baktılar fakat Ada, Begüm'e bakıyordu. "Abi!" dedi yine.

"Hala kızım, hala..." diye mırıldandım.

"Aya!" dedi bu kez de Ada.

Begüm güldü ve ortadaki poğaça tabağından bir poğaça alıp bir parçasını ağzına attı. "Bayıldım halacığım! Harika olmuşlar!"

"Ben de yiyeceğim," dedi Asya, tabağına bir poğaça alırken. Ada, Asya'ya baktı. "Çok güzel," dedi Asya, çiğnerken. "Ellerinize sağlık." Bana döndü ve gülümsedi. "Bir daha yaptığınızda, ben de size yardım edeyim mi yenge?"

"Et tabii," dedim.

"Güzel," dedi Demir, poğaçadan yine ısırdığında. Her lokmasında bunu mu söyleyecekti ve poğaça konusunun kapanması için ne yapabilirdim?!

"Baba, ne zaman gelecek?" diye sordu Leo.

Aydın, bakışlarını tabağından kaldırıp karşısında oturan Leo'ya baktı. "Birazdan gelir," dedi gülümseyerek.

"Kim?" diye sordu Bora, merakla.

"Hediyem!" dedi Leo, böbürlenerek. "Ada! Sana hediye aldım!"

"Aaaağğğ?!" dedim heyecanla. "Ada!" dedim, çok önemli bir şey olmuş gibi. "Leo, sana hediye almış!"

"Aaağğğğ!" dedi Ada. Küçük bir poğaça parçasını Leo'ya doğru uzattı. "Yeo!" dedi, al der gibi.

Poğaçayı Ada'dan aldım. Karşımda oturan Begüm'e uzattım. O da Beyza'ya uzattı. Beyza da Leo'ya. Leo, küçük dilimi ağzına attı. "Çok güzel," dedi. Gülümsedi. "Teşekkür ederim Ada." Poğaça konusu kapanmıyordu. "Nasıl yaptınız?" Ada, Leo'ya poğaça tarifini kendi dilinde verirken, Gökhan'ı da işaret etmiş ve kazağına bulaşan unu falan da anlatmıştı. "Biz de daha önce Nina'yla poğaça yapmıştık. Değil mi Nina?" dedi Leo.

"Evet," dedim, başımı sallarken.

"Çocuk, annesinin kaç adı olduğunu düşünüyor acaba?" diye söylendi Bora, hoşnutsuzlukla.

Demir poğaçasından bir ısırık daha aldı ve "Güzel," dedi.

"Dayı!" dedi Leo, buhran geçireceğimi anlamışçasına konuyu değiştirmek ister gibi. "Bat neden burada değil?"

"Çünkü biz ailecek bir gün geçiriyoruz," dedi Bora.

"Ama Bat de bizim ailemizden biri," dedi Leo, karşı çıkar gibi. "Öyle değil mi anne?"

Beyza, kendisine bir şey sorulmadığı her an görünmez biriymiş gibi davranıyor ve sanki göründüğünü fark edince de ekstra mutsuz oluyordu. "Öyle bebeğim. Ama dayının ailesi sayılmayabilir," dedi.

"Nasıl yani?" diye sordu Leo, merakla. "Aile, tek değil midir? Hem Bat, Nina'nın da ailesinden biri. Nina'nın ailesinden biri, dayımın da ailesinden biri olmaz mı?"

"Başka bir gün, onu da çağırırız..." dedi Bora, zoraki bir gülümsemeyle.

"Güzel," dedi Demir, poğaçadan aldığı son ısırıkta.

Begüm, Demir'in yanağına kocaman bir öpücük kondurdu ve "Oh!" dedi, iştahla. "Bir tane daha yer misin bi'tanem?!"

"Elet," dedi Demir.

Begüm, Demir'e bir poğaça daha uzatırken, Ada poğaçalı eliyle babasını dürtmüştü. "Ba!" dedi ve Demir'i işaret etti. "Bebe fi." Demir'in beyaz gömleğinin üzerinde, kot pantolonunu tutan pembe pantolon askısında, beyaz fil desenleri vardı ve Ada muhtemelen onu kastediyordu. "Fi."

"Evet," dedi Bora, içten bir tavırla. "Ne güzelmiş değil mi Demir'in kıyafetleri?"

"Fi!" dedi Ada, yine. "Veğ."

Bora'nın gözleri kısıldı. "Oyuncak filini mi istiyorsun?" diye sordu, merakla. Ada, babasını onaylar gibi başını salladı. "Kahvaltıdan sonra versem olur mu? Yukarıda şimdi o?"

"Yok şimdi ver bence dayı!" dedi Leo, heyecanla. Bora şaşkınlıkla Leo'ya baktı. "Çok merak ettim. Ben de bakacağım file."

"Fi!" dedi Ada, yine.

"Yeşim!" diye seslendi Bora, mutfağa doğru. "Söyleyeyim Yeşim'e, getirsin. Kahvaltı yapıyorum ya ben de..." diye devam ettiğinde, yeniden bakışları Leo'ya çevrilmişti. Yeşim mutfaktan çıktığında, "Sana zahmet... Ada'nın oyuncak filini getirir misin?" diye sordu Bora. Yeşim başını sallayıp merdivenlere ilerlerken, Bora, Ada'ya döndü. "Getiriyor kızım Yeşim Abla."

"Bana şeftali suyu verir misin peki dayı?" diye sordu Leo.

"Sevim Hanım!" diye seslendi Aydın.

"Leo, n'oluyor?" diye sordu Beyza, Leo'ya döndüğünde. Bu sırada Aydın, Sevim Hanım'dan şeftali suyu istemişti. "Niye dayını masadan kaldırmaya çalışıyorsun?"

"Bir şey olmuyor," dedi Leo, üzüntüyle. Bu üzüntünün sahte bir üzüntü olduğunu benim gibi Beyza da anlamış olmalıydı. "Dayımın benim için bir şey yapmasını isteyemez miyim?" Bakışları Bora'ya çevrildi. "Yapmadı ayrıca!" Bu manipülasyon biçimini nerede görsem tanırdım çünkü Leo'ya ben öğretmiştim. "Bari su verir misin? Ama soğuk su. Dolaptan. Masadaki sıcak."

Bora da Leo'nun bu tavrının altında yatan bir şey olduğunu pekâlâ anlamış olmalıydı. "Bence doğrudan her ne söyleyeceksen söyleyebilirsin," dedi. Leo'nun kaşları çatıldı. "Belli ki benden gizli bir şey söylemen gerekiyor ama benden gizlemene gerek yok." Leo, bakışlarını emin olmak istercesine bana çevirdiğinde, başımı salladım.

"Lütfen Bat gelsin..." dedi Leo, yeniden Bora'ya bakarken.

"Niye?" diye sordu Bora, merakla.

"Çok özledim onu çünkü!" dedi Leo, yine sahte bir üzüntü ifadesi takınarak. Bana döndü ve ona destek vermemi istercesine kaş göz yaptı fakat bunu maalesef ki herkes anlamıştı. "Sen de özlemedin mi Nina?"

"Kaç para teklif etti?" diye sordu Çınar, gülerek.

"Fox!" diye kızdı Leo. "Lütfen!"

"Bu hayvanlar alemine elli kez benim oğlumu rüşvete alıştırmamalarını söyledim!" dedi Aydın, sitemle. Bu sitemi kimeydi bilmiyordum ama acı kahve bakışları Çınar ve Beyza arasında mekik dokuyordu.

"Kaç teklif ettiyse, bir o kadarı da benden," diye mırıldandı Begüm. "Sonuna kadar arkandayım canım yeğenim!"

"Begüm!" dedi Aydın, kızgın bir ifadeyle.

"Onu rüşvete ilk alıştıran Nazlı bir kere!" dedi Çınar, kendini savunmak ister gibi.

"Birileri Leo'dan bir şey rica ettiğinde karşılığını alacak olması neden kötü bir şey ki?!" diye sordum şaşkınlıkla. "Ne var canım?! Çocuk harçlığını çıkarıyor işte!"

"Bat gelebilir mi?!" dedi Leo, susun der gibi. "Eğer gelirse toplamda iki bin dolarım olacak da çünkü! Bunu Türk lirasına çevirdiğimde epey para yapıyor."

"Ben iki katını vereyim, gelmesin..." dedi Bora.

Leo gülümserken, kaşlarımı kaldırıp başımı iki yana salladım. "Olmaz."

"Niye?" dedi Leo, şaşkınlıkla.

Yeşim elinde Ada'nın oyuncak filiyle aşağı indi. Fili, Ada'ya uzattığında Ada başını iki yana sallayarak, "Ayı!" dedi. Demir'i işaret etti. "Fi bebe veğ!" Arabayı gösterdi. "Fi bebe... Aba men..."

"Aaağğğ!" dedim şaşkınlıkla. "Sen de filini Demir'e mi hediye ettin?"

"Hııığğğ," dedi Ada. Bora da şaşkınlıkla Ada'ya bakınca, ikimizin de Ada'dan böylesi bir incelik beklemediğini düşünmüştüm. "Aba... Men..." dedi, kendini göstererek.

"Araba senin, fil Demir'in..." dedim, fili Demir'e uzatırken.

"Oğlum..." dedi Begüm, Demir'e dönerek. "Bak Ada sana fil hediye etti..."

Demir gülümsedi. "Teşkür," dedi, elindeki file bakarken. Mama sandalyesinden inmek için hamle yaptığında, Begüm, "Dur dur..." diyerek onu kucağına almıştı. Demir yere inmek isteyince, Begüm onu bıraktı. Demir paytak adımlarla yürüyerek yanımıza geldi. Bora'nın sandalyesine tırmanmaya çalıştığında Bora onu kucağına aldı. Demir, Ada'ya yaklaştı ve onun yanağına bir öpücük kondurdu. Bu çok zarif bir eylemdi ve fakat Ada çirkefin önde gideni olsa gerek, kaşlarını çatarak, "Ayı!" diye bağırdı. Herkes Ada'ya gülerken Demir, Ada'nın verdiği tepkiyi umursamadan Bora'nın kucağından inip yeniden annesinin yanına yürüdü. "Aferin sana bebeğim," dedi Begüm, Demir'i kucağına alırken. "Sen, gerçek bir beyefendisin!"

Bu sırada ben de yeniden Leo'ya döndüm. "Para önemli bir şey tabii ki," dedim, ciddiyetle. "Fakat arkadaşlık, daha önemli. Para için arkadaşımızı satamayız."

"Kesinlikle," dedi Beyza, derin bir nefes verirken. "Arkadaşımızdan da para alamayız ayrıca." Bakışları gözlerimi buldu. "Değil mi Nina?" dedi, bana katıl der gibi.

"Ama anne!" dedi Leo, isyan ederek. "Bir yerlerden para kazanmamız gerek... Hayat çok pahalı çünkü! Babama hediye aldım. Ada'ya hediye aldım. Param bitti. Noel yaklaşıyor, Sienna'ya hediye göndereceğim. Ailemiz çok kalabalık, bir sürü hediye alacağım. Neden para biriktirmeme engel oluyorsun?!"

"Babanın hediyesini benim kartımla almadın mı sen anneciğim?" dedi Beyza, şaşkınlıkla.

"Yoo?" dedi Gökhan, araya girerek. "Ben Leo'nun banka kartına yatırdım parayı?"

"Ne tesadüf ben de!" dedi Çınar hayretle.

"O zaman aynı şeyi benim de yaptığımı bilmeseniz de olur..." dedi Begüm, vay be dercesine.

Attığım kahkahayı kimin yadırgadığını önemsemeden, "Aferin minik aslan!" dedim.

"Dolandırıcılık lan bu?!" dedi Gökhan, beni esefle kınar gibi.

"Hayır!" dedi Leo, kaşlarını çatarak. "Siz de bana ben veririm parasını demeseydiniz. Ben hiçbirinizden para istemedim. Siz verdiniz. Vermeseydiniz."

"Leo!" dedi Aydın, hafif uyarıcı bir tavırla. "Bu yaptığın ayıp."

Leo, acı kahve gözleriyle babasına baktı. "Ama Ada'nın hediyesini gerçekten ben aldım," dedi, köşeye sıkışmışçasına. "Herkesten topladığım paralar ancak yetti. Çok pahalıydı baba. Sen de gördün? 'Yuh lan paraya bak!' dedin hatta. Kimseden para istemedim. Ben kendim aldım."

"Evet de..." dedi Aydın, sıkıntılı bir nefes verirken. "Bana hediye almak için herkesi niye soyup soğana çeviriyorsun oğlum?!"

"Ne?!" dedi Leo, kafası karışmış gibi. "Kimseyi soğana falan çevirmedim ben ne soğanı?! Sana gömlek aldım ya. Soğan almadım."

"Bunu seninle daha sonra konuşacağız," dedi Beyza, gergin bir tavırla. "Bu yaptığın hiç hoş değil. Ve bir süre, sana hiç kimsenin harçlık vermemesi gerek. Bu herkes için geçerli." Bakışları hiçbirimizin üzerinde dolaşmasa da hepimizi kastettiği açıktı. Özellikle de beni. Leo'ya döndü. "Zaten evden çıkmıyorsun, hayat pahalılığı seni etkilemeyecektir." Bu da Bora'ya attığı bir taş olsa gerekti.

"Üzülme Leo, benim çok param var, bölüşürüz," dedi Asya, yumuşacık bir sesle.

"Senin paran zaten hiç bitmiyor!" dedi Leo, isyan eder gibi. "Bir tek ben hep çok fakirim!

"Önüne gelene hediye alırsan olacağı bu," dedi Begüm, gülerek. Bakışları abisiyle bana çevrildi. "Sevgililer gününde bile hediye alıyor herkese." Yeniden Leo'ya baktı. "Ağırdan sat biraz kendini. Hediye bekle insanlardan, sen bu kadar çok hediye alma."

"Bu da değil asla!" dedi Beyza, gözlerini fal taşı gibi açarak. "Hediye almak kötü bir şey değil. Ama paran varsa, olduğu kadarıyla alırsın hediye. Hediye almak için dolandırıcılık yapamazsın."

Begüm omuz silkti. "Bat geliyor mu gelmiyor mu?!"

"Geliyor."

"Gelmiyor."

Bora ile aynı anda konuşmuş ve bir kez daha ne kadar taban tabana zıt olduğumuzu birbirimize ve kalan herkese kanıtlamıştık.

"Bat'i bilmem de..." dedi Aydın, çalan telefonuna bakarken. "Leo'nun hediyesi geldi."

"Önce ben vereyim hediyemi o zaman," dedi Asya, Begüm'e dönerken. "Teyze, paketim nerede?"

"Çantamda," dedi Begüm. Sandalyesinin arkasına astığı büyük çantasına uzandı ve küçük, sarı bir hediye paketini Asya'ya verdi. "Al bakalım."

Asya yerinden kalktı ve yanımıza geldi. "Ada, bu senin..." dedi, paketi Ada'ya uzatırken. "Umarım beğenirsin!"

"Beğenir tabii ki," dedi Bora. Paketi Asya'nın elinden aldı. "Gel kızım, açalım... Bakalım Asya Abla ne almış sana?" Paketin içinden üstünde iki anteni, antenlerin üstünde de iki tane arı olan çok güzel bir taç çıkmıştı. "Çok güzel..." dedi Bora, yumuşacık bir sesle.

"Vısss vıssss..." dedi Ada, tacı babasının elinden alırken. Arılara dokundu. "Aaaağğğğ!" Bana döndü. "Ani! Vısss vıssss!"

"Evet anneciğim arı," dedim. Tacı Ada'nın elinden aldım. "Bak, bunu böyle takıyoruz..." dedim, tacı kafasına takarken. "Teşekkür et bakalım Asya Abla'ya..." Ada, kafasına bakmaya çalıştı. Başını yukarı da kaldırsa aşağı da indirse arıları göremiyordu. En sonunda tacı kafasından çekti ve elinde salladı. "Beğendin mi? Güzel mi?"

"Jüje!" dedi Ada. Gülümsedi. Tabağındaki bir parça poğaçayı Asya'ya uzattı. Tacı da bana uzattı. "Ama bana olmaz ki..." dedim, üzüntüyle. "Benim kafam bunun için çok büyük." Yeniden tacı Ada'nın kafasına taktım. Cebimden telefonumu çıkardım ve kamerayı açtım. Ön kamerayı Ada'ya doğru tuttum. "Bak kendine. Böyle görünüyorsun. Aşırı sevimli bir bebeksin şu anda!"

"Aaağğğğ!" dedi Ada heyecanla. "Ba! Jüjim! Bebe! Abi! Aya! Yeo!"

"Çok güzelsin fıstığım benim!" dedi Begüm. Demir'e döndü. "Değil mi oğlum? Sen de söyle Ada'ya çok güzel olduğunu..."

"Güzel," dedi Demir.

"Benim hediyeme de bakın!" dedi Leo.

Bora'nın iki adamı, akülü, kocaman sarı bir Ferrari'yi merdivenlerden indirirlerken, Ada da onlara dönmüş ve kocaman bir şaşkınlıkla "Aaağğğğ!" demişti. Bora tutmasa kendini mama sandalyesinden aşağı bile atabilirdi. "Aba?!" dedi hayretle.

"İyi ki doğdun Ada!" dedi Leo, gülümseyerek.

Fakat Ada'nın Leo'yu duyduğu ya da gördüğü yoktu. Hızla, Bora'nın iki adamının biraz ilerimize bıraktığı arabaya doğru emekledi. "Aba!" dedi, hayatında hiç araba görmemiş gibi. "Ba!"

"Hediye de harbi hediyeymiş!" dedi Gökhan, ıslık çaldıktan sonra. "Concon yine konuşturmuş conconluğunu!"

"Ne sandın?!" dedi Leo, göz kırparken.

"Onu nereden öğrendin ya sen?" dedim gülerek.

"Bu, gerçekten de pahalı bir hediye," dedi Bora, yerinden kalkıp Ada'nın yanına ilerlerken. "Teşekkür ederiz Leo."

"Bundan üç dört sene önce, ikinci el araba alınıyordu bu paraya," dedi Aydın, başını iki yana sallarken. "Sen çocuksun. Bu kadar pahalı bir hediye alamazsın, dedim ama kabul etmedi. İlle de bunu alacağım, dedi."

"Beni kıskandın değil mi?" dedi Çınar, gülerken. "Ben Demir'e siyah Mercedes aldım diye?"

"İlham aldım diyebiliriz," dedi Leo. Bora'yla Ada'nın yanına ilerledi. "Uzaktan kumandası da var. Ada binsin, ben süreyim. Emniyet kemerini de taksın."

"Ben ben!" dedi Demir. Yeniden mama sandalyesinden inmeye yeltenince, Begüm bir kez daha oğlunu kucaklamıştı. Demir hızlı adımlarla arabaya ilerledi. Bora, Ada'yı şoför koltuğuna oturturken, Demir de kendi kendine yan koltuğa binmişti.

Ada, yanında Demir'i görünce kaşlarını çattı. "Ayı!"

"Süy," dedi Demir, Ada'ya. Ada kaşlarını daha çok çattı. "Süy," dedi ve arabayı çalıştırdı. Ada motorun birden ve yüksek sesli çalışmasıyla irkilse de bunu çok çaktırmamıştı. "Vınnn!" dedi Demir, Ada'ya. "Süy."

Bora, önce Ada'nın sonra Demir'in emniyet kemerini bağladı. Leo, uzaktan kumandayı aldı ve araba hareket etti. Demir kahkaha atarken, Ada biraz tedirgin hissetmişti. İki eliyle birden direksiyona yapıştı. Arabayı kendisinin kullandığını düşünüyor olabilir miydi? "Sakın hızlı sürme," dedi Asya, Leo'ya. "Demir gibi alışık değil."

"Evet," dedi Bora, Asya'yı onaylarcasına. "O alışmadan hızlanırsan çok korkar."

Gökhan yerinden kalktı ve Leo'nun yanına ilerledi. "Ver bakalım aslan parçası onu sen bana. Ben süreyim biraz." Leo, kumandayı Gökhan'a uzattı. "Ada!" diye seslendi Gökhan. "Yeni araban hayırlı olsun!" Arabayı mutfağa doğru sürerken gülümsedi. "Leo, bunun gerçeğini de alacak mısın Ada on sekizine geldiğinde?"

"Gerçeği kaç para ki?" diye sordu Leo.

"Çok milyonlar TL," dedi Gökhan.

Leo başını düşünürcesine kaşıdı. "Ama ben büyüyünce yat alacağım. Yat TL bile değil, çok milyonlar dolar. Yat alınca benim param kalır mı ki?"

"Var ya teknemiz," dedi Asya gülerken.

"Ben, megayat alacağım," dedi Leo, açıklama yapar gibi.

"Yat, dolarla satılıyor olabilir ama bunun TL'de karşılığı vardır," dedim. Leo kaşlarını çatarak bana baktı. "Yat TL bile değil ne demek? Matematik öğretmenin kim senin?"

"Yok ki," dedi Bora, başını iki yana sallarken.

"Evde eğitim alıyoruz. Ama bunları öğretmiyorlar," dedi Asya.

"Nazlı öğretir bundan sonra," dedi Beyza, konuyu kapatmaya çalışır gibi.

Bora, Asya'nın saçlarını severken, Leo, bana bakmıştı. Başımı öğreteceğimi söylercesine salladığımda gülümsedi. Ada, hâlâ iki eliyle direksiyonu sıkı sıkı tutsa da arabanın içinde çok mutlu görünüyordu. Demir ise gayet rahat arkasına yaslanmıştı ve Gökhan onları ileri geri hareket ettirdikçe çok eğleniyordu. "Evet..." dedi Bora, ellerini ceplerine sokarken. "Ada'yla Demir kendilerine büyük bir eğlence bulduklarına göre... Biz bir şeyler yapabiliriz." Leo'yla Asya'ya baktı. "Ne dersiniz? Film izleyelim mi?"

Leo, bir elini yumruk yaparak havaya kaldırıp, zıplarken, "Spider-Man!" diye bağırdı.

"Ay hayır Leo, kusacağım!" dedi Asya, yüzünü buruşturarak. "Yeter artık, onu ezberledik!"

"Ama benim en sevdiğim film o!" dedi Leo, omuz silkerek.

"Ben Toy Story izlemek istiyorum," dedi Asya. Bora'ya baktı. "Dayı? N'olur Toy Story izleyelim."

"Asıl onu ezberledik! Ben onu izlemem! Ben süper kahraman filmlerini seviyorum!" dedi Leo.

Bora bir Asya'ya bir de Leo'ya baktı ve "Filmi ben seçiyorum," dedi. Asya da Leo da itiraz edecekti ki, "İkisini de izlemiyoruz," diye ekledi.

"Ne izleyeceğiz peki?!" dedi Asya, kaşlarını çatarken.

"Kérity, la maison des contes,'' dedi Bora.

♠️

Türkçe'ye, Sihirli Kitaplar olarak çevrilen fakat aslında Masallar Evi demenin, bence daha doğru olabileceği filmi, salondaki televizyonda açmıştık. Gökhan, Ada ve Demir'i alarak üst kata çıkmıştı ve Ferrari yolculuklarına üst katta devam edeceklerdi. Bora, Leo'nun en büyük hayalini gerçekleştirmek ister gibi yere kocaman bir yatak yaptırmış, üzerini minderlerle doldurtmuş ve filmi yerde oturarak izlememizin daha zevkli olacağını söylemişti. Sevim Hanım patlamış mısırları getirirken, Bora da salonun perdelerini karartmıştı. Beyza, L koltuğun köşesine yaslanarak ayaklarını öne doğru uzatırken, Leo da annesinin yanına geçmiş ve babasına da diğer tarafına gelmesini söylemişti. Çınar, Aydın'ın diğer yanına geçerken, hemen yanında da Asya vardı ve ben de Asya'nın yanına oturmuştum. Bora ise benim yanımdaydı ve diğer tarafında oturan Begüm'e, devamlı olarak sessizce, telefonunu bırakmasını işaret ediyordu. Begüm izlediğimiz filmden sıkılıyor olsa gerek, Bat ile mesajlaştığını saklamaktan geri durmuyordu ve filmin henüz başındayken, "Ben çocukların yanına çıkıyorum. Ada'nın heyecanını izleyeyim biraz," diyerek, salondan ayrılmıştı.

Filmin bence sıkıcı hiçbir tarafı olmamakla beraber, henüz filmin başında karşılaştığımız, "Ce n'est pas parce que c'est inventé que ça n'existe pas," yazısı dahi, filmin bir çocuk filmi olmaktan çok daha ötede olduğunu bangır bangır bağırıyordu. "Kurmaca olması, var olmadığı anlamına gelmez," diye dilimize çevrilebilecek bu cümle, filmde, bütün masal kahramanlarının ait oldukları kitaplardan çıkabilmelerine bizi inandıracak zemini hazırlıyordu. Harikalar Diyarı'nın Alice'inden, Kırmızı Başlıklı Kız'a kadar bütün karakterler, kurmaca bir karakter olmanın çok ötesindeydiler ve bilimsel gerçeklere sıkı sıkıya bağlı olan küçük Naz, çocukluğunda bile inanmayacağı ve saçma bulacağı bu şeye, yirmi dokuz yaşını çoktan tamamlayıp otuzundan gün almışken, kendini yürekten inanırken bulmuştu. Belki de Michael Corleone de gerçekti, kim bilebilirdi ki?

Hayal kurmak güzeldi. Çünkü insan, hayallerini dahi kuramayacağı kadar güzel bir hayatı, ancak hayal kurarak inşa edebilirdi. Gerçeklere ne kadar sıkı sıkıya bağlı olsam da bütün hayallerimde Anıl vardı ve bütün hayallerimde, Anıl bana çok aşık oluyordu. Bu, Anıl'a çok aşık olmanın haricinde, karşılıklı sevilme ihtiyacıyla kurulmuş bir hayaldi ve hayat bana, hayalini bile kuramayacağım bir adam tarafından karşılıklı bir aşk bahşetmişti. Bütün hayallerimde, başarılı bir matematikçiydim ve hayallerim, hayatımın akışını da şekillendirmişti. Günün birinde, öyle ya da böyle, Harvard'daki hayalini kurduğum eğitimi almıştım ve bugün başarım Harvard tarafından da tescillenmişti. Bir de hâlâ yüzümü inanılmaz derecede gülümseten ajancılık hayalim vardı ki, her ne kadar Kara'yla yapılması planlanan bir iş birliğinin piyonu da olsam, bugün Türk İstihbaratı benimle çalışmak istiyordu. Yani Emre, onların da isteyebileceğini söylemişti. Günün birinde, bu evde, kabaklara bakarak kurduğum hayalin gerçek olmadığını söyleyebilir miydik peki? Bize misafirliğe gelen görümcem, bugün, istediği kadar yeğeniyle vakit geçirebilirdi.

"Ben hikâyemi bilmiyorum. Kitapta yaşamıyorum. Kim bilir nasıl sona eriyor?" diye soruyordu, küçük Nathaniel. Bu soru, hayatın özeti değil de neydi ki? Hiçbirimiz hikâyemizin sonunu bilmiyorduk ve bilmediğimiz o sona doğru, gözü kara bir şekilde ilerliyorduk. Zamanı durduramıyorduk mesela. "İnsanoğlu hayal kurmadan yaşayamaz," diyordu Nathaniel'ın teyzesi Elanore. Sona doğru gözü kara bir şekilde ilerlerken yapabileceğimiz tek şey hayal kurmaktan başka bir şey değildi ve de.

Nathaniel'ın kapılıp gittiği macerayı izlerken, Leo annesiyle babası arasında olmaktan mutluydu. Asya da başını koluma yaslamıştı ve izlediği filmi büyük bir merakla takip ediyordu. Leo, her şeye rağmen, annesi ve babası hayatta olduğu için Asya'ya kıyasla daha şanslı görünse de; onun içinde bulunduğu durum da açıkçası çok karmaşıktı ve hiçbir zaman anne ve babasıyla, aile denen kavramın ne olduğuna dair bir aidiyet kuramamıştı. Asya, en azından aynı benim gibi, aile dendiğinde en önce, birbirini seven ve birbirleriyle sağlıklı iletişim kurabilen anne ve babasını hatırlayacaktı ama Leo için durum ne yazık ki öyle değildi. Çocuk kalbi, annesiyle babasını daima barıştırmaya çalışacak ve onların neden hem evli hem de ayrı olduklarına kafa yormaktan vazgeçemeyecekti. Demir'in de annesi ve babası ayrıydı, ama o zaten bu gerçekle büyüyeceği için, bunu çok normal ve sağlıklı bir yerden karşılayacağı açıktı. Leo ise doğuştan bir mücadele içindeydi. Babasıyla arasındaki ilişki oturmuş görünse de içinde de durum öyle miydi bilmiyordum ve açıkçası sormaya da korkuyordum.

"Dayı," dedi Asya, filmin yarısında. "Hani bana bir keresinde demiştin ya... 'Hikâyeler okundukça bitmez, insanlar da hatırlandıkça ölmez,' diye... Bunun için mücadele ediyorlar değil mi? Hikâyeler bitmesin diye. Hem teyzesi de ölmemiş olacak böylece aslında, değil mi?"

"Evet," dedi Bora, gülümseyerek. "Ama onu ben dememiştim aslında. Ablam demişti. Dedem öldükten sonra."

"Okuyamamak çok boktan," dedi Leo. Beyza, Aydın ve hatta Çınar, bakışlarını şaşkınlıkla ona çevirdiler. "Ben de Türkçe okumaya çalışırken yaşamıştım bunu."

"Leo ne biçim konuşuyorsun sen?!" diye sordu Beyza, hafif sitemle. "Kimden öğreniyorsun bunları?!"

"Özür dilerim," dedi Leo, kısık bir sesle. Konuyu değiştirmek ister gibi eğildi ve Bora'ya baktı. "Annem, Şeker Portakalı'nı biraz daha büyüyünce okuyabileceğimi söyledi. Sanırım boktan dediğim zaman, özür dilememem gerektiğinde."

Aydın, uyarıcı bir sesle, "Oğlum!" derken, Sergio kendini tutamamış ve küçük bir kahkaha atmıştı.

"Sen ayıp şeyler demiyorsun sanki," dedi Leo, küskün bir tavırla. "Hepiniz diyorsunuz!"

"Benim ağzımdan bir kez olsun duydun mu öyle bir kelime?" diye sordu Beyza, şaşkınlıkla.

"Anne, ben senin konuştuğunu unutmuştum zaten yeni yeni hatırlıyorum," dedi Leo, tavırlı bir şekilde. Ardından, annesiyle babasının yanından kalktı ve Bora'yla benim arama sıkışmaya çalıştı. Bora, biraz sola doğru kaysa da olurdu ama o yerinden bir milim olsun kıpırdamadığı için, Aydın'ın Beyza'ya doğru kayarak, ben dahil kalan herkesin hafifçe sağa doğru ilerlemesi gerekmişti. "Filmi devam ettirir misin dayı?" dedi Leo, hiçbir şey olmamış gibi. Başını Bora'nın göğsüne yasladığında, Bora onu kollarıyla sarmalamıştı. Biraz sonra, Asya'ya, "Şişt!" diye seslendi. "Sen de gelsene." Asya gülümseyerek yanımdan kalktı ve Bora'nın diğer tarafına geçerek, bir bacağının üzerine oturdu. Bora hem Asya'yı hem Leo'yu kanatları altına alırken, hâlinden çok memnun görünüyordu.

Film bitmek üzereyken, Gökhan kucağında Ada'yla, Demir'in bir elinden tutarak merdivenlerden inerken, Ada'nın sesi kulaklarımıza çarpmıştı. Adacanın bilmediğimiz dilinde Gökhan'a her ne anlatıyorsa, Gökhan da ona, "Aynen öyle. Tabii ki sen de yürüyeceksin. Sadece zamana ihtiyacın var," diye karşılık vermişti.

Yanımıza geldiklerinde Ada, babasının Leo ve Asya'ya sarılması karşısında anlık bir duraksadı. Demir ise dünyanın en cool bebeği olduğu için bu konsepte de uyum sağladı ve Gökhan'ın elini bırakıp Bora'ya doğru yürüdü, o da Bora'nın kucağına oturdu. "Ba!" dedi Ada, kollarını Bora'ya doğru uzatırken. "Men."

"Gel babacığım," dedi Bora.

Ada, Gökhan'a, kendini yere bıraktırdı. Havada olan elleri, Gökhan'ın avuçları arasında olduğu için hemen emekleme pozisyonuna geçmemişti. Demir'e yandan bir bakış attı. Minicik aklı, neyle neyi birleştiriyorsa ardından da Beyza'ya bakmış, daha sonra da babasına benzeyen zeytin gözleri köşede duran Beyza'nın sandalyesine kaymıştı. Gökhan'ın bir elini bıraktı ve elini Beyza'ya doğru yöneltti. Minicik elini açıp kapayarak, "Ge," dedi. Acaba o yürürse, ben de yürürüm diye falan mı düşünüyordu? Gerçi bu Ada'lık bir düşünce değildi. Ada düşünse düşünse, biri rezil olacaksa önce o rezil olsun falan diye düşünürdü kesin. "Ge!" dedi, hafif yüksek çıkan bir sesle. "Nini!" dedi kızarak.

"Ada," dedim, yumuşacık bir sesle. Bakışları beni buldu. "Hala yürüyemiyor, çünkü hasta olmuş..."

Kaşları çatılırken, "Uff?" dedi, sorar gibi.

"Hığğğ," dedim, buruk bir şekilde gülümserken. "İyileşecek ama."

Ada'nın bakışları yeniden Beyza'ya çevrildi ve ona kendi dilinde hafif sitemli bir tonlamayla birkaç bir şey söyledi. Daha sonra bakışları Aydın'a çevrildi ve onu baştan aşağı bir süzdü. "O benim babam," dedi Leo.

"Aaaağğğ?!" dedi Ada, Leo'ya dönüp. "Yeo ba." Babasına baktı. "Ba!" dedi heyecanla. Aydın'ı gösterdi. "Yeo ba!"

"Evet bebeğim," dedi Bora gülerken. "Amca."

"Enişi," dedi Demir, Aydın'ı göstererek.

"Hah!" dedi Bora, Demir'in yanağından öperken. "Anası bitti, oğlu başladı."

"Valla Aydın'ın enişte olmakla alakalı bir derdi olduğunu sanmıyorum. Utanmasa, bizim de ona enişte dememizi isteyeceği için," dedi Çınar.

"Çınar'cığım," dedi Aydın, ters bir tavırla. "Sinkaflı sözler söylettirmesene şimdi bana."

Ada, bakışları Aydın'dan Çınar'a çevrildiğinde, Çınar'ın bir kolunun benim omzumda olduğunu ancak fark etmişti. Kaşlarını çattı. "Ayı!" dedi, işaret parmağını havaya kaldırarak.

"Ama Çınar'ı ben çok seviyorum," dedim yumuşacık bir sesle. "Dayın o senin."

"Fox de, o daha kolay," dedi Leo.

"Aaağğğğ!" dedi Ada, Leo'ya. Gülümsedi. "Tiki." Heyecanla bana döndü. "Ani! Tiki! Tita! Fok tiki."

"Evet, fox tilki demek," dedim gülerek. "Ne Türkçen var ne İngilizcen ama maşallah bebeğim, bugün de beni utandırmadın! Okuduğumuz kitapları aklında tutmakta çok iyisin!"

Bora, minik bir kahkaha atarken, "Kızım, sen, sana araba hediye edene, hemen nasıl tav oluyorsun ya?!" Başını iki yana salladı. "Kriterin aşırı düşük!" Ada, başındaki tacı gösterdi, sonra da Asya'yı. "Evet. Onu da Asya Abla aldı," dedi Bora.

"As!" dedi Ada, gülerek.

"Hııı," dedi Gökhan, kıkırdayarak. "Maça ası."

"Çaça ası!" dedi Ada, Gökhan'ı taklit ederken. Bu sırada Gökhan, onun bir diğer elini de bırakmıştı ama Ada bunun farkında değildi.

Aydın'ın attığı kahkaha mı daha yüksekti, Çınar'ınkisi mi emin değildim. "Gökhan!" dedi Bora, uyarıcı bir tonlamayla. "Çocuğuma saçma sapan şeyler öğretme!"

"Maça ası mı saçma sapan?" diye sordu Gökhan, hiçbir şey anlamamış gibi. "Aşk olsun. Maça kızı olsa, böyle demezdin ama!"

"Vınnn..." dedi Demir, Leo'ya. Gülümsedi. "Oyda," dedi, merdivenleri işaret ederken.

"Ba!" dedi Ada. Tam bir dakika üç saniyedir tek başına ayakta durduğunun farkında bile değildi. "Aba! Jüje!" Güldü. "Yeo, aba, vınnn vınnn." Farkında olmadan Bora'ya doğru bir adım attı. "Oağ! Vııınnn vııınnn!"

"Noir da mı yanınızdaydı?" diye sordu Bora, Ada'ya adım attığını çaktırmadan.

"Hığğğ," dedi Ada. Güldü. "Vııınnn vııınnn."

"Gel babacığım bana, detaylı anlat," dedi Bora.

Ada, babasına doğru bir adım daha atacakken, ayağı altımızdaki yorgana takıldığı için sendeledi fakat Gökhan, usta bir manevrayla onu kucaklayarak, düşeceğini anlamasına izin vermeden havaya kaldırdı. "Kim babasına gidecekmiş ya?!" dedi, yüksek çıkan bir sesle. Ada kahkaha atarken kendini gösterdi. "Neredeymiş Ada'nın babası?!" Ada, babasını gösterirken bir kahkaha daha attı. "Uçalım mı babaya doğru?!" diye sordu Gökhan.

"Vuuğğğ!" dedi Ada, uçak sesi çıkarır gibi. Gökhan onu havada süzdüre süzdüre, babasının kucağına bıraktı. Ada, gülmekten neredeyse katılacaktı. Demir'i gösterdi. "Bebe! Vuuğğğ!"

"O da mı uçsun?" diye sordu Gökhan.

"Hııığğğ!" dedi Ada. Gökhan, Demir'i kucağına aldı. Onu havada uçururken, Ada Gökhan'ı alkışlıyordu. Asya'yı dürttü. "As!" dedi, yaptığı alkışı gösterirken. Leo'yu dürttü. "Yeo! Nini!" Eğildi ve bana baktı. "Ani! Yeo ba! Nini!" Hepimizin Gökhan'ı alkışlaması gerekiyordu. Aklına ancak gelmiş gibi kucağında oturduğu babasına döndü. "Ba!" Bora da Gökhan'ı alkışlamaya başlayınca, Ada, Çınar'a ve Beyza'ya baktı. "Nini nini!" dedi, onlara nasıl hitap edeceğini bilemez gibi. "Bebe!" diye bağırdı sonra. Demir'i gösterdi. "Ani? Abi? Aya?" Ada, Begüm'e dair bildiği bütün sıfatları saymasına rağmen, anlamayacağımızı düşünmüş olsa gerek, kolye ve bilekliği takılı olmamasına rağmen, bileğini ve boynunu da gösterdi.

"Hakikaten Begüm nerede?" diye sordu Bora, Gökhan'a.

"Bat'i karşılamaya gitti," dedi Gökhan.

Bora kaşlarını çatarken, "Gelsin demiştik ya... Ben mesaj attım filme başlarken," dedim.

"Gelsin mi demiştik?" diye sordu Bora, kaşları bu kez de havalanırken.

"Öyle dememiş miydik?" diye sordum, şaşırmış gibi.

Bora, sıkıntılı bir nefes verirken, Leo, sevinçle, "Yaşasın!" diye bağırdı. "İki bin dolar!" 

"Hayır!" Beyza ve Aydın, aynı anda konuşmuşlardı. Bu, onları bile şaşırtırken, Ada eğilerek onlara bakmış ve ne düşündüğünü asla bilmesem de gülmüştü.

Bora, Leo'nun yüzünün düşmesine izin vermeden, onun kulağına fısıldadı: "Ben sana iki katını vereceğim. Ama bir anlaşma yapacağız seninle. O anlaşmayı kabul edersen." Leo, gülümseyerek başını salladı.

"As!" dedi Ada, Gökhan, Demir'i yere bırakır bırakmaz. Şimdi de uçak gibi uçma sırası Asya'daydı. Gökhan başını sallayıp Asya'yı kucakladığında, Ada, Asya'dan daha büyük bir kahkaha atmıştı.

"Merhaba," dedi Bat'in sesi. Bakışlarımız Begüm ve Bat'e çevrilirken, Demir, "Bet!" diye gülümsemiş ve ona doğru paytak adımlarla koşturmuştu. Bat, Demir'i kucağına aldı ve "N'aber yakışıklı prens?!" diye sordu. Yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. "Özledin mi beni?" Ada, göz ucuyla Demir ve Bat'e baksa da dikkati Asya ve Gökhan'daydı. Bat'in, Leo'ya parmaklarıyla zafer işareti yapması en azından benim gözümden kaçmazken, Ada, "Yeo!" dedi, sıra onda dercesine. Gökhan ağlar gibi güldü ve Asya'yı bırakıp Leo'yu kucakladı. Leo göklerde süzülürken, Bat, kucağında Demir'le masaya oturmuş, Begüm de abisinin karşısında bağdaş kurmuştu.

"Neredesin sen?!" diye kızdı Bora, Begüm'e. "Aile aktivitesi yapıyoruz şurada."

"Aman da aman!" dedi Begüm, abisine yaklaşırken. Bora'nın yanağına sulu bir öpücük kondurdu. "Abim beni çok mu özlemiş?!"

Bora, yüzü memnuniyetsiz bir şekilde buruşurken, "Bu aileden değilsen bilelim," demişti.

"Ama abiciğim!" dedi Begüm, tatlı bir sesle. "Ben de senin kızınla aktivite yapıyordum. Altını bile değiştirdim. Boş durmuyordum ki."

"Evet! Gökhan havayolları iftiharla sunar!" dedi Gökhan, Leo'yu da yere bırakırken.

Ada, Gökhan'ı alkışladı ve yeniden, herkesin, tek tek, Gökhan'ı alkışlaması için, "Nini!" dedi. En son Bat'e ve Demir'e bakmış, "Bebe! Nini!" diye de bağırmıştı, sizi unutmadım der gibi. "Ani!" dedi Ada, alkış faslından sonra. Gökhan'a beni işaret etti ve "Vuuğğğ!" dedi.

"Yok artık kızım!" dedi Bora, hayretle. "Sonra da sıra bana mı gelecek?"

"Hıığğğ," dedi Ada.

"Ada!" dedim heyecanla. "Dans edelim mi bebeğim?"

"Nana!" dedi Ada, aynı benim gibi heyecanla.

"Hııığğğ, nana!" dedim gülerek. "Biliyor musun, benim bu hayattaki gelmiş geçmiş en iyi dans partnerim Bat!" diye devam ettiğimde, Demir'le Bat'i işaret etmiştim.

"Aaaağğğ?!" dedi Ada şaşkınlıkla.

"Hadi çağır Bat'i, ben de şarkımızı açayım."

"Bet ge!" dedi Ada, bir elini açıp kapayarak. "Nana nini."

Gasolina'yı açtığımda, Ada babasının omzundan destek alarak ayağa kalkıp zıplamaya başlamıştı bile. Bat de uzun zamandır bu an'ı bekliyormuşçasına, kucağında Demir'le birlikte ayağa kalktı ve dans ederek bize doğru geldi. "Minik kurbağa!" dedim, Ada'yı kucağıma alırken. "Daha çok zıplaman lazım senin!" Çınar başını iki yana sallayarak gülerken, Ada iki elini birden havaya kaldırmıştı ve şarkıya, "Nana nana!" diye eşlik ediyordu.

Bat ve ben, kucağımızda çocuklarla dans ederken, Begüm de yerinden kalktı ve "Allah'ım işte hayal ettiğim hayat!" diye bağırdı. Kucağımdan Ada'yı aldı ve onunla daha da yükseğe zıpladı. "Pozitif enerji! İçi geçmemiş gençlik! Kös kös oturmayan insanlar! Naz, iyi ki geldin!"

Gökhan gözlerini devirirken, Demir'i Bat'in kucağından aldı ve uyarıcı bir tavırla, "Hakkım yenirse yazık olur!" dedi. Demir'le beraber dans ederken ona dönmüştü. "Seninle kaç kez dans ettik biz paşam?! Hiç mi anlatmıyorsun annene bunları?!"

Leo ve Asya da dansımıza eşlik ederlerken, Bat dibime kadar gelmiş ve ellerini belime dolamıştı. "Kız arkadaşım ve ben, aynı ruhu özlemişiz demek ki," dedi, kulağıma. Kocaman bir kahkaha attığımda, "Canım en iyi arkadaşım Nina," diye eklemişti.

"Fox?" dedim, bir elimi ona doğru uzatırken. "Bana eşlik etmezsen hatrım kalır, biliyorsun değil mi?!" Çınar gülümserken başını iki yana salladı. "Ağır abicilik bulaştı bak sana ailenle takıla takıla. Sen ki dans pistlerinin Bat'ten sonraki o aranan yüzü..." Bat, inanamaz gibi bir kahkaha attığında, Çınar'ın yanına ilerledim ve onu zorla dansa kaldırdım. Kaçamasın diye kollarımı boynuna da dolamıştım. "Özledim! Dans et sen de benimle!" Çınar hareketlerime uyum sağlarken, Bat de bizi yalnız bırakmıyordu ve ben ikisini de kıskacımda tutarak, Gasolina'yı bağıra bağıra söylüyordum.

"Ada!" dedi Bat, gülerken. "Anneyi uçurayım mı?"

"Vuuğğğ!" dedi Ada, halasının kucağından. "Nini!"

Bat beni kucağına alıp döndürdüğünde kocaman bir kahkaha atmıştım ve Ada bizi de alkışlamıştı. "Hep böyle neşeli ol sen halacığım tamam mı?" dedi Begüm, yumuşacık bir sesle. "Babanla büyük halana çekme sakın. Tamam mı?"

"Hıığğğ!" dedi Ada, anlamış gibi.

Beyza, Aydın ve Bora, bizi sükûnet içinde izlerlerken ne düşündüklerini bilmiyordum ama üçünün de bu yüksek enerjili hâllerimizle içlerinin açıldığı gözle görülür bir gerçekti. "Hadi hadi!" dedim, Beyza'nın yanına doğru ilerlerken. "Otur sandalyene, sen de bize öyle eşlik et!"

"Ay yok!" dedi Beyza panikle. "Siz edin dansınızı!"

"Aydın, yardım eder misin?" dedim, Beyza'nın ne dediğini umursamadan ve sandalyesini onlara doğru sürerken. "Lion da pistlerin aranılan başka bir yüzüdür!"

"Evet!" dedi Bat, beni onaylarcasına. "Benden, senden, Fox'tan, Bear'dan, Falcon'dan, Lizard'tan hemen sonra!"

Aydın, Beyza'yı kucaklarken, Beyza itiraz dolu birkaç cümle kurmaya çalışmıştı ama Leo ve Asya da başına geldikleri için bir şey diyememişti. Begüm, benim kaş göz yapmama gerek kalmadan, Ada'yı Beyza'nın kucağına verdi. Ada, Beyza'nın tepesinde, "Nini nini!" diye bağırdığı için, Beyza sandalyesini hareket ettirerek şarkıya eşlik etmeye başladı. Aydın verandaya doğru ilerlerken, Bora'nın da sigara içmek için verandaya çıktığını fark ettim. Perdeleri açtığı için pencerenin arkasından bizi izliyordu. Aydın da kendine bir sigara yaktığında, Bora, Aydın'ın omzuna dostça dokunarak, ona bir şeyler söyledi. Aydın gülümsedi ve Bora'ya başıyla Leo'yu işaret etti. Bu sırada Leo, Demir'i de kucağına almıştı ve kendinden geçmiş gibi zıplıyordu.

Aile oluyorduk, yeniden. Elbette ki bu kadar değildik: Bora'nın akrabaları, benim akrabalarım, Bear, Falcon ve Lizard da vardı. Ama önce, kendi içimizde bir şeyleri yoluna koymamız, daha sonra kocaman bir aile olmamız için gereken ilk adımı, Bora sayesinde atmıştık. Hayal kurmak çok güzel bir şeydi. Daha kurulacak ve gerçekleşecek nice hayalimiz vardı. Aydın, Beyza'ya kavuşacak; Leo çekirdek ailenin ne demek olduğunu anlayacak; Çınar, Gökhan'ın kendisini kabul ettiğini ve bağrına bastığını görecek; Beyza yeniden yürüyecek; Bora'nın kabusları bitecekti. Ve bunlar, yalnızca benim bildiklerimdi.

Dans etmeye asla ara vermeden verandaya doğru ilerledim ve sevdiğim adamın kucağına âdeta zıplayarak, kollarımı boynuna doladım. Bora, elinde tuttuğu sigarayı zar zor zaptederken, bir eliyle belimi kavramıştı. "Uçur beni..." dedim, gözlerinin içine bakarken.

Aydın gülüp, ardından da kaçarcasına içeri girerken, Bora bana yandan bir bakış attı ve sigarasından bir duman daha çekip, sigarasını küllüğe bıraktı. "Seni az önce içeride uçuruyorlardı zaten sevgilim? N'oldu da aklına geldim?"

"Aaağğğğ!" dedim, hayrete düşmüş gibi. "Beni senden başka kim uçurabilir sevgilim?"

Diğer elini de belime sararken, "Hayvanat bahçesindeki arkadaşların, sevgilim?" dedi, sorar gibi.

"Yok yok sevgilim, yanlışın var," dedim hızlıca. "Beni senden başka kimse uçuramaz!"

"Ani! Ba!" diye bağırdı Ada, içeriden. Beyza'nın sandalyesiyle, pencerenin kenarına kadar gelmişlerdi ve Ada, Beyza'nın bacaklarına basarak ayağa kalkmıştı. Beyza onu belinden kavradığı için duruşu rahattı ve hem dans ediyor, hem de bize bakıyordu. "Vuuuğğğğ!"

Bora, minik bir kahkaha attı ve "Evet kızım, ondan," dedi. Beni kendi ekseninde dönmek suretiyle döndürdüğünde, saçlarım uçuşmuş, Bora'nın yüzüne karışmıştı. "Vuuğğğ yani," dedi Bora, yeniden Ada'ya bakarken. Ada, babasıyla beni gururlanmışçasına alkışladığında, Beyza da kocaman ve içten bir kahkaha atmıştı.

♠️

Selim'in kullandığı minibüste, Bora'yla yan yana oturuyorduk. Karşımızda da Gökhan ve Çınar vardı. Aydın ise ön koltukta, Selim'in yanındaydı. Doyasıya dans ettikten biraz sonra çocuklar bir şeyler yemişlerdi ve ardından, Demir ile Ada ayrı ayrı yataklarda öğle uykusuna yatmışlardı. Ada, Demir'e biraz olsun pas vermiş olabilirdi ama birlikte uyuyacak kadar değil. Gökhan ve Aydın, işleri olduğunu söyleyerek yanımızdan ayrılırlarken; Bora, yeğenleriyle vakit geçirmekte ısrarcı olduğu için, birlikte oyun odasına gitmiştik. Begüm ve Bat'in nereye kaybolduğunu hiçbirimiz bilmiyorduk ama bunu umursamadık. Belki de onlar dans etmeye devam ediyorlardı. Bora, Asya'yla; Çınar da Leo'yla satranç oynarken, Beyza tekerlekli sandalyesini yine pencerenin kenarına sürmüş, ormanı seyretmeye dalmıştı.

Sessiz ve huzurlu geçen iki saatin içinde, Leo, Asya, Bora ve ben, ormanın içinde yürüyüş bile yapmıştık. Önce Demir uyanmıştı; Begüm, Bat ve Demir de yanımıza gelmişlerdi. Çok geçmeden Ada da uyanınca, yeniden eve dönmüş ve hep beraber yemek yemiştik. Yemekten sonra Bora, Demir ve Ada'yla birlikte zeka küpleriyle oynarken, Asya ve Leo da heyecanla onları izlemişlerdi. Akşamüzeri Bora, kitap okuma saatinin geldiğini söylemiş, çocuklar ve Noir'yla beraber, çalışma odasına çıkmıştı. Begüm, Beyza, Bat, Çınar ve ben de rüzgâra aldırmadan verandaya çıkmış, keyifle kahvelerimizi yudumlayarak sohbet etmiştik. Beyza bu sohbete aman aman katılmasa da Begüm fırsatını bulduğu ilk an'da, kulağıma, onun biz gelmeden önceye kıyasla daha iyi ve daha sosyal olduğunu söylemişti.

Hava karardıktan sonra, Aydın ve Gökhan da gelmişlerdi. Bora, Çınar, Aydın ve Gökhan, akşam yemeğine kadar kendi aralarında konuşmuşlardı. Yeşim, Ada'nın; Sevim Hanım da Demir'in yemeğini önden yedirdiği için ve bugün de fazlasıyla yoruldukları için, tam altı tur daha Ferrari'ye bindikten sonra, uyumuşlardı. Birlikte akşam yemeğine oturmuş, karnımızı doyurmuş, yemekten sonra da kumarhaneye gitmek üzere hazırlanmıştık. Bora, Bat'e, biz gelene kadar evde kalması talimatını vermişti ve bu talimata en çok Begüm sevinmişti. Beyza, Asya ve Leo, daha biz evden çıkmadan kalacakları misafir odasına geçerlerken, kelime oyunu oynayacaklarını söylemişlerdi. Ada'nın yanında Yeşim olduğu için içim zaten rahattı ama Begüm'e de bir gözünün ve bir kulağının Ada'da olmasını tembihlemiştik.

Siyah, mat bir deri tayt üzerine, siyah pullu payetli, ince askılı, göğüs dekolteli bir bluz giymiştim. Üzerime, kalçama kadar uzanan, blazer bir ceket alırken, siyah, uzun ve topuklu çizmelerimle kombinimi tamamlamıştım. Neden bilmiyordum ama kendimi bir operasyona gidiyormuşuz gibi hissediyordum. Belki de gittiğimiz kumarhane, Mehmet Şahindağ'ın olduğu için. Bora da aynı benim gibi baştan aşağı simsiyah bir takım elbise giydiği için bu düşüncem desteklenmişti. Her ne kadar operasyona giderken saçlarımın dalgalarını serbest bırakmamam gerekse de ya da hangi takıyı takacağımı bu kadar düşünmeme gerek olmasa da, Bahar'ın nişanımızda hediye ettiği madalyon kolye bugün eşlikçimdi. İçine de Ada'yla Bora'nın en sevdiğim fotoğraflarını koymuştum.

Minibüs, Beykoz'daki büyük ve lüks bir sitenin içine girdi. Sitenin girişinde kim olduğumuz sorulduğunda, Çınar, güvenliğe kendini göstermişti çünkü bu sitede oturuyordu. "Öndeki ve arkadaki minibüsteki arkadaşlar, benim arkadaşlarım. Bugün, büyük bir parti veriyorum. Devamında da gelecek olanlar var. Bilginiz olsun," demişti. Güvenlikten geçtikten sonra biraz daha ilerledik ve minibüs, büyükçe bir villanın önünde durdu. Biz minibüsten indiğimizde, villanın girişinde bekleyen takım elbiseli iki adam, birbirlerine ne yapacaklarını sorarcasına şaşkınlıkla bakmışlardı. Selim, anahtarı adamlardan birinin eline tutuştururken, "Çekilin Kara'nın önünden de arada kaynamayın," dedi. Adamlar için çekilseler bir dertti, çekilmeseler ayrı bir dertti ve bunu biz de en az onlar kadar biliyorduk. Bora, Kara kendisi değilmiş gibi elimi tutuyor ve adamların bir karar vermesini sakin görünen bir tavırla bekliyordu. Adamlar, Bora'ya bir kez bakışlarını değdirip, önümüzden çekilmeye karar verdiklerinde içeri girdik. Önde Aydın ve Selim, arkalarında Bora ve ben, arkamızda da Çınar ve Gökhan, kendimizden emin adımlarla, evin büyük salonuna doğru merdivenlerden inerken, karşılaştığımız her görevli, bize şaşkınlıkla bakıyordu.

Evin, kumar masalarından ibaret olan büyük salonuna geldiğimizde, Aydın ve Selim hafifçe geri çekildi ve Bora, "İyi akşamlar!" dedi. Kumar oynayan herkesin bakışları, aynı karşılaştığımız çalışanlar gibi büyük bir şaşkınlıkla perdelenirken, bütün sesler bıçakla kesilir gibi kesilmişti.

Tanıdığım yüzlere, tanımadığım yüzler karışırken, benim en çok şaşırdığım ama benden başka kimsenin şaşırmadığı, kumar oynayan insanların içinde, Nagihan Akbulut ve Zeki Akbulut'un da olmasıydı.

İlk konuşan ise Mesut Saklıkaya olmuştu: "Kara?!" İrem'in babası Gürbüz Biçkin'le aynı masada oynuyordu ve sesini de yüzünü de şaşkınlığı takip eden bir korku kaplamıştı. Aslında bu korku, salondaki herkesin yüzünde vardı.

"Aynen," dedi Bora, ortadaki bir masaya doğru ilerlerken. "Nasılsınız? Uzun zaman oldu?" Elimi bırakmadığı için benim de onunla yürümem gerekmişti ve simasına aşina olduğum bir adamın omzuna hafifçe dokunarak, "İzin verir misin? Karım oturacak," dedi. Adam, afallamış bir şekilde ayağa kalktı. Bora daha sonra adamın yanındaki adama baktı ve "Teker teker söylememe gerek yok herhâlde, buraya da ben oturacağım. Yanıma Gökhan Demir, karşısına Aydın Demir, onun yanına Çınar Akbulut. Kalkar mısınız rica etsem?" dedi.

Üç adam ve iki kadın da, hızla ayağa kalkarlarken, Bora yanıma oturdu ve bakışlarını Selim'e çevirip ona gözleriyle bir şey söyledi. "İçecek bir şeyler alalım buraya?" dedi Selim, kenarda put gibi duran garsonlardan birine. "Hizmet çok yavaş galiba burada!"

"Söylenme oğlum ilk dakikadan," dedi Gökhan, Bora'nın yanına oturduğunda. "Her mekan, bizim mekanlarımız gibi olamaz ki. Burası da böyle bir yer, yapacak bir şey yok."

Aydın, salona yeni gelmiş, orta yaşlı görünen bir adama el kaldırdı ve "Hah! Gel!" dedi.

Bora'nın bakışları adama çevrilirken, kaşları çatılmıştı. "Tanıyorum ben bunu bir yerden..." dedi, kendi kendine konuşurcasına. "Adın ne senin?"

Adam, herkes gibi büyük bir hayretle bize doğru ilerledi ve Bora'yı başıyla selamlayıp, "Fevzi," dedi.

Masaya içki servisi yapılırken, Bora'nın gözleri kısıldı. "Fevzi..." dedi, düşünür gibi. "Fevzi," dedi, yine. "Fevzi..." diye tekrarladı ve işaret parmağını adama doğru uzatıp, "Bildim!" dedi, heyecanlanmış gibi. "Sen... Haluk Kozan'ın adamlarından birisin, değil mi? Yani eskiden öyleydin." Fevzi, Bora'yı onaylar gibi başını salladı. "Caner'in yanında takılırdın sen." Fevzi, bir kez daha başını salladı. "Demek yolun Mehmet Şahindağ'a kadar uzandı ha?! Haluk Kozan'a af çıkmadı mı?! Mehmet Şahindağ'a çıkmış?!"

"Yok," dedi Çınar, başını iki yana sallarken. "Af, Haluk Kozan'ın suçlarını kapsamıyormuş."

"Tüh!" dedi Bora, üzülmüş gibi. Salondaki kırk yedi oyuncu, on dört garson ve yedi krupiye de büyük bir dikkatle bize bakıyorlardı. "E bu adam Haluk Kozan'ı bıraktı mı, yoksa Haluk Kozan içeriden de olsa Mehmet Şahindağ'a mı çalışıyor? Bu arada Haluk Kozan içeride ölmedi mi ya?!" Fevzi'ye döndü. "Kim senin patronun?"

"Mehmet Şahindağ," dedi Fevzi. Bakışları Aydın'ı bulup yeniden Bora'ya çevrildi. "Nasıl ki Demir aslında sana çalışıyordu, ben de Mehmet Şahindağ'a çalışıyordum."

"Haa!" dedi Bora, aydınlanmış gibi. "Yazık lan bu Kozan'ların hiç kendi adamları yok muydu?!" diye devam ettiğinde, yine kendi kendine bir serzenişte bulunuyordu. Kapkara gözleri yeniden Fevzi'nin gözlerini buldu. "Şimdi Fevzi," dedi, ciddiyetle. "Bizim mekanlar kapanmış hep. O yüzden biz de kumar oynamaya mekan arıyorduk, bize burayı önerdi İstihbarat." Salondaki herkes bir kez daha büyük bir şaşkınlığa bürünürken, herkes birbirine bakmıştı fakat bu kez sessiz değillerdi ve salona kısa süreli de olsa bir kakafoni yayılmıştı. "Güzel bir gece geçirmek istiyorum. Eski dostlarla..." diye devam etti Bora, kalabalığa bakarak. "Herkese müesseseden Beşer Milyon Dolar'lık chip dağıtarak başla bakalım işe."

Fevzi'nin kaşları havalandı. "Yapamam," dedi, başını iki yana sallarken. "Patron izin vermez."

Bora'nın kaşları çatıldı. "Kimdi senin patronun?" diye sordu.

"Mehmet Şahindağ'mış," dedi Gökhan, kısık bir sesle, Bora'nın açığını örter gibi.

"Haa!" dedi Bora, başını sallayarak. "Tamam, hatırladım." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Sen işletmeci gibi bir şey misin burada?"

"Mekana ben bakıyorum," dedi Fevzi.

Bora, bir kez daha başını salladı. Bir dirseğini masaya koyarak hafifçe öne doğru eğildi ve mahcubiyet yüklü bir ifadeyle, "Fevzi..." dedi. Derin bir nefes alıp verdi. "Hiyerarşi olarak algılamazsan eğer... Ben bugüne kadar hep patronlarla muhatap oldum da... Doğrudan cevap alamayacağım kişilerle görüşmekten hazzetmem. Bana patronunu çağır, o gelsin." Başını hafifçe hareket ettirirken, "Hadi," diye ekledi.

"Patron gelmez," dedi Fevzi, şaşkınlıkla. "O kalabalığa karışmıyor."

"Niye, sosyal anksiyetesi mi var?" diye sordu Bora, kaşları çatılırken. "Yeni mi başladı, hep mi vardı?" diye sordu, merakla. "Hayır, başka psikolojik rahatsızlıkları olduğunu biliyorum ama... Bunu daha evvel duymamıştım." Bana döndü. "Sen CIA'in belgelerinde falan görmüş müydün böyle bir şey?"

Başımı iki yana sallarken, "Hayır. Ben de ilk kez duyuyorum," dedim.

"Allah Allah!" dedi Bora, hayretlerden hayret beğenirmişçesine büyük bir tepkiyle. "Bence yanılıyorsun Fevzi," dedi, kafası karışmış gibi. "Mehmet Şahindağ'ın kalabalıkla bir derdi yok bizim bildiğimiz. Çağır, gelsin. Şurada zaten ya... Riva'da. Yakın yani."

İnsanlar artık neye şaşıracaklarını şaşırmışlardı. Fevzi de. "Sen, patronun yerini biliyor musun Kara?!"

"Evet?" dedi Bora, ne var bunda der gibi. "Sen bilmiyor musun?" Kalabalığa döndü. "Siz, bilmiyor musunuz?"

"Mehmet Şahindağ bildiğimiz kadarıyla aranıyor," dedi, daha evvel Beyza'yla laf dalaşına girdiğine şahit olduğum Ümit.

"Hadi ya!" dedi Bora, şaşkınlıkla karışık bir gülümsemeyle. "Kim arıyor? Riva'da ya şu anda. Arayanlara söyleyin, bulsunlar."

"Doğru bilgi mi emin değilim..." dedi Ümit, masasındaki adamlara bakarken. "İstihbarat'la çalıştığı söylentisi de yayıldı, kaçtığı söylentisi de... Hangisi doğru bilgi bilemiyoruz. Sen canlı yayında yerini bilene ödül falan demedin mi? Nasıl bilebilirsin ki yerini?!"

Bora, Gökhan'a döndü. "Lan niye uyarmıyorsun beni?!" dedi, kızar gibi. "Ben kime ne dediğimi nereden hatırlayacağım?! Sen niye hatırlatmıyorsun, canlı yayında bunu bunu dedin diye?! Ödülü şimdi buradaki insanlardan biri alacak senin yüzünden?!"

"Kara sen de çok unutkan oldun ama!" dedi Gökhan, sitemle.

"N'apayım lan, paslandım herhalde..." dedi Bora, düşünceli bir tavırla.

"N'apsak ya seni eski hâline döndürmek için?" diye sordu Gökhan, kendi kendine düşünür gibi.

İnsanlar kafaları karışmış bir hâlde birbirlerine bakarken, Nagihan Akbulut, "Kara..." dedi. Bora'nın bakışları kalabalığın içinde onu buldu. "Bize chip verilecek mi, ona göre devam edeceğim de."

"Yeniliyor musun anneanne?!" diye sordu Bora, sitem eder gibi. Daha çok, bizi rezil edemezsin kendine gel, der gibiydi hatta.

"Evet!" dedi Nagihan Akbulut, bıkkın bir tavırla. "Burada, kasa, bazı insanlara torpil geçiyor!" dedi, krupiyeye küfreder gibi bakarak. Elindeki kartları açarak ortaya doğru attı. "Bence Şahindağ, bizim sırtımızdan kazandığı paralarla geçiniyor şu anda! İçeri girdiğinde bütün mallarıne el konmuştu çünkü!"

"Olabilir valla Nagihan Hanım," dedi Aydın, hafifçe arkasına dönerek. "Siz devamlı gelir misiniz buraya?"

"Bugün ilk kez geldim," dedi Nagihan Akbulut, kendisine bir sigara yakarken. "Bir daha da gelmem!"

"E alayım ben bu mekanı, sinirlenmene değmez ya senin!" dedi Bora, ciddileşirken. "Zaten baksana ortada patron falan dedikleri adam da yok. Biri, bir yerde bir boşluk bırakırsa, o boşluk mutlaka doldurulur..." Bakışları salonun duvarlarında gezinirken, "Malumunuz olduğu üzere," diye ekledi. Fevzi'ye döndü. "Fevzi. Bundan sonra patronun benim."

"Kara, bu söylediğin şey beni öldürtür!" dedi Fevzi, korkuya kapılarak. "Gelip burayı gasbedemezsin!"

"Gasbedemem?" dedi Bora, düşünürcesine. "Peki, n'apmamı istiyorsun Fevzi? Fetih mi edeyim burayı?! Öldüreyim mi buradaki herkesi, sen dahil?!" Bora'nın kimseyi öldürmesine gerek yoktu ve fakat silah kullanıp kullanamayacağı hâlâ benim için bir muammaydı. "Söyle? Söyle, sen ne dersen onu yapacağım."

"Patronla kendi aranda hallet, beni karıştırma," dedi Fevzi fakat Bora, kocaman bir kahkaha attığında afallayarak bir adım geri çekilmişti.

"Ulan..." dedi Bora, gülerken. "Ben de onu diyorum işte! Patronun burada değil! Halledemiyorum!"

"Bence demokrasinin gerekliliğini yerine getirelim," dedi Çınar, boğazını temizledikten hemen sonra. "Oy kullanalım. Bu mekan..." Bakışları aynı Bora gibi salonun duvarlarında gezerken başını iki yana salladı. "Buraya da mekan demek ne saçma sapan ya! Mekan görmesek inanacağız yani... Korkularından bir kulübeyi kapamışlar, iki oyun çeviriyorlar diye adına da mekan demişler!"

"Niye lan?" diye sordu Gökhan, sahte olduğu belli, meraklı bir tavırla. "Bizim de böyle VIP mekanlarımız vardı Akbulut?"

"Adı üstünde Gökhan..." dedi Çınar, kaşlarını çatarken. "VIP'di onlar. Öyle elini kolunu sallayan giremezdi. Yerini yurdunu herkes bilmezdi. Oralara davetiye almanın forsu olurdu. Şimdi ne lan böyle, İstihbarat, gidin şurada oynayın, diyor. Mekanın sahibi desen firari!" Tiksinircesine yüzünü buruşturdu. "Yok. Oynamam ben burada. Chip'lere bak amına koyayım, bir milyoncudan alınmış gibi."

"Tamam işte," dedi Aydın, gülümseyerek. "Alalım mekanı. Adam ederiz."

"İyi de sizin mekanlarınızın yerini de herkes öğrenmişti," dedi bir adam. Hepimizin bakışları adama çevrilmişti. "Her gün baskın yiyordunuz."

"Birazdan siz de burada yiyeceksiniz," dedi Bora, ne var bunda der gibi.

Kalabalığı bir panik sarmalarken, Gökhan, "Ayrıca bir saniye," dedi, adama bakarak. "Her gün baskın yemek değildi o."

"Neydi?" diye sordu Aydın, merakla.

"Bence öyle oyunbaz bir şeydi," dedi Gökhan. Çınar'a, öyle değil miydi diye sorar gibi bakınca, Çınar, Gökhan'a hak verircesine başını salladı. "Kara'nın yokluğunda kendi aramızda birtakım oyunlar oynuyorduk emniyet yetkilileriyle," diye devam etti Gökhan. Gülümsedi. "Hızlı günlerden geçtik. İyi oldu ama. Mekanlarda sağlam yenilikler, tadilatlar falan yaptık."

"Yorulmuştuk lan," dedi Aydın, iç çekerken. "Tatil oldu işte bize de fena mı?"

"Güzel oldu güzel," dedi Bora, başını sallarken. "Hem de insan ayıklamış olduk. Kim dost, kim düşman, görmüş olduk..." Derin bir nefes verdi. "Mesela Mehmet Şahindağ'ın mekanına..." Çınar'a döndü. "Tamam kızma. Evine desem daha doğru olur, haklısın."

"Kulübe burası Kara!" dedi Çınar, isyan eder gibi.

"Tamam Çınar," dedi Bora, bıkkın bir tavırla. "Mehmet Şahindağ'ın kulübesine gidenler, bir daha bizim mekanlarımıza giremeyecekler!"

"Ama önce oylama yapalım!" dedi Aydın, rica eder gibi. "Burası senin olsun mu diye..." Bir elini havaya kaldırdığında, Nagihan Akbulut ve Zeki Akbulut dışındaki herkes, elini havaya kaldırmıştı. "Ben, burası Mehmet Şahindağ'ın kalsın diyorum," dediğinde ise insanlar bir an için dumur olmuşlar ve ellerini yeniden indirmek zorunda kalmışlardı. Zeki Akbulut'un eli yine havada değildi fakat bu kez, Aydın'la birlikte, Nagihan Akbulut da elini kaldırmıştı.

"N'oluyor abi, taraf mı değiştirdin?" diye sordu Selim, yapay bir şaşkınlıkla.

"Yazık lan herife," dedi Aydın, üzülmüş gibi. "Sıfır kişi parmak kaldırmasın. Bir oy olsun almış olsun."

"Nagihan Hanım da el kaldırdı," dedi Selim.

Aydın'ın kaşları havalandı ve yeniden arkasına döndü. "Nagihan Hanım?" dedi, sorar gibi. "Siz de mi Mehmet Şahindağ'ı destekliyorsunuz?"

"Hayır ama torunumun böylesi iğrenç bir mekanı sahiplenmesini istemiyorum," dedi Nagihan Hanım.

Bora güldü. "Anneanne ama ben bunu senin için yapıyordum?"

"Eksik olma..." dedi Nagihan Hanım. Elini indirdi. "Sıkıldım. Bu saatlerde çoktan uyumuş oluyorum artık. Yaşlılık... Herhangi bir aksiyon falan olmayacaksa, ben kalkacağım."

"Harbi lan," dedi Bora, Gökhan'a dönerken. "Bir aksiyon olmayacak mı? Ne bu, hani Mehmet Şahindağ sertçe bastırıyordu, ablamı vurdurmuştu, bizim mekanlar kapandı falan. Ne bu? Geldik burada böyle dalga geçiyoruz Mehmet Şahindağ'la? En azından bir tarama falan olmayacak mı? Kimse bize silah çekmeyecek mi? Ulan hakaret eden bile yok?! Siz, ben döneyim diye bana yalan falan mı söylediniz yoksa?"

"Valla Kara söylediğimiz her şey gerçek... Buradaki insanlar da yakinen şahit olaya," dedi Çınar. Bakışları kalabalığın üzerinde dolaştı. "Bu insanlar..." dedi, pis bir şeyden bahseder gibi. "Ve sadece şu an burada olanlar değil, fazlası da var. Mehmet Şahindağ'ın tarafına geçtiler."

"Biz taraf tutmuyoruz!" dedi Gürbüz Biçkin, hızla. "Sizin mekanlarınızdaki insanlar bir bir yakalanıyorlardı. Güvende değildik. Ve sizin mekanlarınızda takılan insanların başına bir şey geliyordu muhakkak. Mehmet Şahindağ düşman oluyordu herkese. Arkasında büyük bir güç vardı ve Mehmet Şahindağ'dan korktuk. Hepsi bu. Yani size düşman olduğumuz falan yok."

"Kızın," dedi Bora, ciddiyetle. "Büyük Masa'dan biriyle evli ve sen korktun, öyle mi?" Gürbüz Biçkin zorlukla yutkundu. "Kızın," dedi yine, Bora. "Büyük Masa'dan biriyle evli ve sen hâlâ böyle izbe bir yerde, kumar oynuyorsun. Öyle mi?" Bora gülümsedi. "Kızın," dedi yine ve üzerine basa basa. "Senin, burada olduğunu biliyor mu Gürbüz? Şu anda? Yanında oturan hanımefendiyle bir ilişkin olduğunu ya da? Kayınpederin nerede? Halil Yücesoy? Onlar niye Mehmet Şahindağ'ın mekanına gelecek kadar alçalmadılar, söyler misin?" Gürbüz Biçkin bir şey söyleyecekti ama Bora izin vermedi. "O korktuğunuz Mehmet Şahindağ nerede şimdi?!" diye kükrediğinde, Gürbüz Biçkin dudaklarını tamamen kapatmıştı.

"Riva'da dedin ya..." dedi Gökhan, kaşlarını çatarak. Başını kaşıdı. "Kaç adamın var lan, bu orospu çocuğunun yanında?"

"Belki de onun bütün adamları, benim adamımdır..." dedi Bora, bilmem dercesine dudaklarını büzerken. "Sen söyle Fevzi," dedi ardından. "Sen, benim adamım mısın?"

Fevzi, Bora'nın yani Kara'nın adamı olmadığına biraz önceye kadar eminse de şimdi kafası karışmıştı. "Değilim," dedi ama verdiği bu cevabın, doğru cevap olup olmadığını sorgular gibi bakmıştı. "Ama bundan sonra bana çalış dersen, çalışırım Kara," dedi, ani bir karar değişikliğiyle. "Senin adamın olurum."

"Aferin," dedi Bora, Fevzi'ye gülümseyerek. "Niye bilmiyorum ama seni sevdim."

"Kara!" dedi Mesut Saklıkaya. "Gerçekten çaresizdik! Mekan kalmamıştı!"

"Bu sikik yerde kaçak göçek takılacağınıza, içinizden birinin evine gitseydiniz ya lan!" dedi Bora, öfkeyle. "Çaresizlermiş!"

"Gerçekten sıkıldım," dedi Nagihan Akbulut ayağa kalkarken. "Gerisini bensiz de halledersiniz diye tahmin ediyorum." Zeki Akbulut da ayağa kalkmıştı. "Bu arada Aydın..." dedi Nagihan Akbulut, çantasını alırken. "Tebrik ederim. Bir kez daha baba oluyormuşsun. Beyza hamileymiş."

Duyduğum şeyi algılamakta güçlük çekerken, Aydın rahat ve memnun bir tavırla, "Eyvallah," dediğinde, bunun bir yalan olduğunu ancak anlamıştım. Zaten nasıl doğru olabilirdi ki? Bu, Mehmet Şahindağ'ın kulağına gitsin ve tahrik olsun diye öncesinde kararlaştırdıkları bir şey olmalıydı. Gökhan'ın, yolda, Bora'ya, "Nasıl yapalım?" dediğini duymasam ve Bora'nın da ona, "Her zamanki gibi. Doğaçlayalım," dediğine şahit olmasam, yıllardır bu geceye hazırlandıklarını bile düşünebilirdim.

"Siz de kalkın!" dedi Bora, insanlar Aydın'ı tebrik etmek için, kendilerince bir şeyler söyleyerek gürültü kirliliği yarattıklarında. "Aklınız varsa, bundan böyle benden uzak durursunuz! Sizinle bundan sonra ne bir yerde karşılaşırım ne de siz benim etrafımda bir ticaret yapabilirsiniz!" Uzaklardan duyulan siren sesleri, Bora'nın cümleleri üzerine tuz biber ekmiş ve insanlar hepten bir kargaşa hâlinde ayaklanmak zorunda kalmışlardı. Bora, "Otuz saniye içinde buradan çıkamayan, bir daha hiç çıkamaz!" dediğinde ise resmen birbirlerini itekleyerek kaçarsına merdivenlere ve bahçe kapısına yönelmişlerdi.

Salon, tamamen boşalana kadar, kimseden çıt sesi dahi çıkmadı. Bora, bakışlarını Fevzi'ye dikmişti ve garsonlar, krupiyeler, hatta salonda olmayan ama kaçarlarken gördüğümüz Mehmet Şahindağ'ın diğer adamları bile giderken, Fevzi'nin neden burada kaldığını sorguluyor olmalıydı. Fevzi de gözünü kırpmadan Bora'ya bakıyordu. "Sen niye buradasın?" diye sordu Bora, en sonunda. İnsanlar evden tamamen çıkmışlardı ve sesleri daha uzaktan geliyordu. "Niye gitmedin?"

"Artık senin adamınım Kara," dedi Fevzi yekten.

Gökhan'ın kaşları havalandı. "Taşşak mı geçiyor lan bu herif? Kolay sandı herhalde Kara'nın adamı olmayı."

"Öyle deme..." dedi Bora, Gökhan'a. Bütün akşamki sarkastik ifadesi onu tümden terk etmişe benziyordu. "Bazen, böyle adamlara da ihtiyaç vardır." Arkasına yaslandı. "Madem benim adamımsın..." dedi yavaşça. "O zaman, ben ne dersem, onu yapman gerekir. Öyle değil mi?"

"Öyle," dedi Fevzi, hiç düşünmeden. "Ne istersen Kara."

Bora, başını anladığını belli edercesine salladı. "O zaman... Ben çıktıktan sonra... Mehmet Şahindağ'ı arayacaksın. Ve bu gece, burada olanları, bir de sen ona anlatacaksın. Bunu başkaları da yapacak ama ben senin de yapmanı istiyorum."

Fevzi, aldığı emir karşısında başını salladı. "Daha sonra ne yapayım?"

"Daha sonra..." dedi Bora, derin bir nefes verdikten sonra. Bakışları etrafta dolaştı. "Burası sana emanet olsun. Mehmet Şahindağ'ın hiçbir adamını içeri sokma ve biri gelirse, bizi bilgilendir."

"Nasıl istersen," dedi Fevzi.

Bora ayağa kalktığında, biz de kalkmıştık. "Bu içkilerin içinde... Herhangi bir şey var mıydı?" diye sordu, meraksız bir tavırla.

"Yoktu," dedi Fevzi, başını iki yana sallarken.

"Keşke içseydik," dedi Bora, üzgün bir ifadeyle. "Biz de nasıl güvensiz bir ekipsek, hiçbirimiz ağzımıza sürmedik."

Elime uzanmadan evvel, gözlerime öyle bir baktı ki, garip bir şekilde, nasıl anladığımı bilmesem de bir şey olacağını anlamıştım. Önden bu kez Çınar ve Gökhan yürürlerken, biz de onların arkasından ilerledik. Selim ve Aydın ise arkamızdan geliyorlardı. Aydın, "Eğil!" diye bağırırken, Bora eğilmeye tenezzül etmemişti ama beni, zaten bunu bekliyormuşçasına hızlıca kendisine çekerek başımı eğmiş ve beni koruyarak, hafifçe üzerime kapanmıştı. Peşi sıra duyulan kurşun seslerinin yalnızca biri Fevzi'ye aitti.

"Ve..." dedi Bora, başımı kaldırmama izin vermeden. "Ben kimi sevsem, genelde ondan kazık yedim bugüne kadar Fevzi."

"Amına kodumunun herifi!" dedi Gökhan, öfkeyle. Bora, başımı rahat bıraktığında, arkamı dönmemi istemez gibi bana sarılmış ve Fevzi'yle arama bir set çekmişti. "Salaktık biz de!"

Bora'nın adamları birer birer içeriye doluşurlarken, Mehmet Şahindağ'ın adamlarının hepsi mi kaçmıştı, kaçmadılarsa elleri armut mu topluyordu, bilemiyordum. "Sorun yok," dedi Selim, adamlara.

"Şu malın telefonunu alın da yolda Mehmet Şahindağ'ı işletelim..." dedi Gökhan, gülerken.

"Gidebiliriz," dedi Bora, son kez arkasına baktığında. "İyi atıştı bu arada Çınar!"

Çınar, "Eyvallah," derken, Bora, yeniden elimi tuttu ve birlikte merdivenlere ilerledik.

♠️

Gökhan'ın, Mehmet Şahindağ'ı işletmekten kastı neydi bilmiyordum ama Bora, Çınar'ın, "Birer kadeh bir şey içelim bende. Öyle geçersiniz eve," demesi üzerine, ona geldiğimizde, Fevzi'nin telefonunu almış ve Patron diye kayıtlı olan numaraya bir mesaj yazmıştı: "Fevzi öldü. Yanında olan senin adamların teker teker ölecekler. Yanında olan benim adamlarım ise, sen öldükten sonra da yaşamaya devam edecekler."

"İçeride, çoğul eki kurmana değecek kadar adamın var mı gerçekten?" diye sordu Çınar, viskileri servis ederken.

"Tek bir adamım var, o da asansör," dedi Bora. Kendisine bir sigara yakarken, arkasına yaslandı ve karşımızda oturan Aydın'a döndü. "Yarın sabah erkenden, Beyza'yı ve Begüm'ü evden çıkarmanız gerek." Bakışları gözlerimi buldu. "Hatta siz de onlarla çıksanız fena olmaz. Ev, ana baba günü olur. Ada da bunalır, sen de kısıtlanırsın."

"Nasıl yani?" diye sordum merakla. "Niye ana baba günü oluyor?"

"Yeraltında kim var kim yoksa, herkes ziyarete gelecek de ondan..." dedi Gökhan, sırıtarak. "Özür dileyecekler. Kara'dan."

Kaşlarım havalanırken, merakla, "Bundan nasıl bu kadar eminsiniz?" diye sordum.

"Biz bu aleme yeni gelmedik kızım, geri geldik!" dedi Gökhan, keyifle gülümsemeye devam ederken.

"Sen hep buradaydın amına koyayım!" dedi Bora, sitemle. Viskisinden bir yudum aldı. "Bu hayatta kesin diye bir şey yoktur. Sadece bir ihtimal. İllaki birileri gelir ama bakarsın az kişi gelir. Biz yine de tedbirimizi alalım."

"Bizim olmamız gerekiyor mu?" diye sordu Çınar, Aydın'ın yanına otururken. "Benim yarın işim vardı da..." Bora kaşlarını çatınca, Çınar, bir açıklama yapması gerektiğini fark etmiş gibi derin bir nefes verdi. "Bahar kahvaltıya gelecek de bana..."

"Sanırım birliktesiniz..." dedi Bora, gözlerini kısarak. "Henüz fırsat bulup da Bahar'la konuşmaya vaktim olmadı. Yolunda mı her şey?"

"Benim açımdan evet. Umarım Bahar açısından da öyledir. Konuştuğunda bana da bilgi verirsin," dedi Çınar. Viskisinden birkaç yudum aldı ve o da kendisine bir sigara yaktı. "Evlenme teklifimi reddetti. Bu, bir şeylerin yolunda olmadığına işaret değilse yani."

"Oha!" dedi Gökhan, tek başına oturduğu koltukta hafifçe öne doğru eğilirken. "Ne zaman evlenme teklifi ettin lan?! Ne ketum herifsin! İnsan bi' çıtlatır!"

Çınar, şaşkınlıkla Gökhan'a döndü. "Sen benimle konuşmuyorsun ki amına koyayım, nasıl çıtlatacağım sana?! Aydın biliyordu."

"Yazıklar olsun Gökhan!" dedim, sitemle. Başımı iki yana salladım. "Bir de bana gayet kendinden emin bir şekilde anlattın olanı biteni! Kim bilir Beyza ve Aydın hakkında da neler kaçırmışsındır sen!" Aydın'ın kaşları çatıldı. "Bundan sonra seninle çay içmeliyim Aydın. Sen belli ki daha çok şey biliyorsun. Ayrıca, en merak ettiğim ilişkinin de doğrudan taraflarından birisin zaten."

"Çay içmek derken yenge?" dedi Aydın, anlamsız bakışlarla yüzüme bakarken. "Nasıl yani?"

"Bu herif çay içmenin flört etmek olduğunu zannediyor olabilir," dedi Gökhan, göz devirerek. "Sen yine de beni satma bence Naz."

"Neden reddetti ki?" diye sordum, Çınar'a dönerek. "Ne zaman teklif ettin?"

"Oluyor birkaç ay," dedi Çınar. Sıkıntılı bir nefes verirken, viskisinden bir yudum daha aldı. "Evlenmeyi düşünmüyormuş," dedi, karışık bir ifadeyle. "Beni seviyormuş ama benimle evlenmek istemiyormuş. Kimseyle evlenmeyi düşünmediğini de söyledi, herhâlde bunun beni rahatlatması gerektiğini düşündü." Sigarasından çektiği dumanı üflerken, "Adı konmadığında daha iyiymiş her şey," dedi. Güldü. "Ve benim zaten güzel de bir adım varmış onda, ilk aşk. Böyle iyiymişiz işte. Soyadını seviyormuş, evlilik iki insanın sevişmesini legalleştiren ve bunu yüzlerce insana ilan etmesine sebep olan, ataerkil düzenin bir parçasıymış falan filan. Çocuk yapmadığın sürece evlenmenin hiçbir manası yokmuş. Ona kalırsa çocuk yapmak için evlenmek de saçmaymış ama pedagojik açıdan mı ne düşününce, bizim ülkemizde çocuk yapmak için evlenmek gerekebilirmiş. Ama zaten çocuk yapmak da istemiyormuş."

"Nispeten ben de bunları anlattım zaten?" dedi Gökhan, bana dönerek. "Benim anlattığımdan farklı bir şey yok bunda?"

"Saçmalama!" dedim sitemle. "Sen bana, Bahar'ın kendini avuttuğunu düşündüğünü ima ettin açıkça. Senin anlattıklarından asla bu çıkmıyor. Baksana, Bahar istememiş evlenmeyi."

"Bunu daha sonra tartışsanız?" dedi Bora, hafif uyarıcı bir tavırla. Bakışları Çınar'a çevrildi. "Bahar, evliliği hiçbir zaman istemedi, bu doğru..." dedi. Çınar, bunu duymaktan hoşlanmamışçasına kadehini kafasına dikti. "Ama seninle evlenmeyi istememesine ben de şaşırdım gerçekten. Samimiyetinden emin olduğuna, sen emin misin?"

"Hissettiklerimi kafamda oturtmam uzun zamanımı aldı..." dedi Çınar, sigarasını söndürürken. Gözleri gözlerimle birleştiğinde, "Yanımda olmanı çok isterdim," diye eklemişti. İçine derin bir nefes çekmeye çalıştı. "Beyza'yla da konuştum bunu. Defalarca kez. Ama hislerimden gerçekten emin olduğumda, onu da kendimi de yanıltmayacağımdan emin olduğumda, Beyza ölüm döşeğindeydi. Onu öyle görünce... Hayatın ne kadar kısa olduğunu ve bunun, bir gün, Bahar'ın veya benim de başıma gelebileceği dank edince..." Başını iki yana salladı. "Beyza biraz daha iyi olunca, Bahar'a evlenmek istediğimi söyledim işte. Zaten bir kaosun ortasındaydık, neredeyse aynı evde yaşıyorduk, ne bileyim, reddedeceğini hiç düşünmemiştim."

"Yıllarca seni seven bir kadın, seninle evlenmeyi reddediyorsa..." dedim, bakışlarımı Çınar'ın gözlerine dikerek. "Ya seni artık sevmiyordur, ki bu olamaz çünkü hâlâ berabersiniz... Geriye tek bir ihtimal kalıyor, o da gerçekten böyle, bu şekilde mutlu olduğu."

"Ben fazlasını istiyorsam peki N?" diye sordu Çınar, kendine yeniden doldurduğu kadehi de kafasına dikerken.

"Karma..." dedim, buruk bir şekilde gülümseyerek. Yerimden kalktım ve Çınar'ın tarafındaki kolçağa oturarak, elimi deri ceketinin üzerinden omzuna koydum. "O da senelerce seni ve fazlasını istedi. Belki de senin de bu şekilde isteyerek ve bekleyerek geçirmen gereken zaman vardır."

Aydın da kadehini kafasına dikerek ayağa kalktı ve birkaç adım ilerleyerek, kendine bir sigara yaktı. "Neyse..." dedi Çınar, başını iki yana sallarken. "Bahar'a herhangi bir şey demeyin. Kararına saygı duyup, bu konuyu kapattım ben. Kendini rahatsız hissetmesin."

"Çok mu seviyorsun lan?" diye sordu Gökhan, meraklı bir tavırla. Çınar'ın bakışları ters bir şekilde Gökhan'ı buldu. "Yani sen öyle dışarıdan, hiç çok sevebilecek bir tipe benzemiyorsun. O kadını da çok sevmiyor muydun sonuçta? Neydi adı? Mel miydi?"

Çınar sıkıntı dolu bir nefes daha verirken, "Senin de Hande'yi çok sevdiğin zamanlardan geçmiştik Gökhan," dedi, imalı bir tavırla. "İnsan, doğruyu, yanıla yanıla bulabiliyor. Ya da doğruyu bildiği hâlde, yanlışa göz yumabiliyor mu demeliyiz?"

"Aynen aynen," dedi Bora, başını sallarken. "Ayşe Fatma Hayriye falan, işledik biz bunları."

Gökhan gülümsedi. "Bana laf soktuğuna göre..." dedi, vay be der gibi. Bakışları gözlerimi buldu. "Bu herif, ona ne dersem diyeyim, genelde bana iyi davranıyor. Demek ki harbiden çok aşık."

"Ya siktir git Gökhan, Allah aşkına!" dedi Çınar, başını benden yana çevirirken. "Başka bir dalga konusu bul kendine."

"Bu bir dalga konusu değil," dedi Bora, içten bir tavırla. Çınar'ın bakışları Bora'ya çevrildi. "Bahar'la konuşacağım. Senin için değil. Onun duygularını merak ettiğim için. Ama bence gönlünü ferah tut. Bahar, seninle evlensin ya da evlenmesin, seni çok seviyor."

"Biliyorum," dedi Çınar, başını sallarken. "Ama insan, reddedildiğinde..." Sesli bir nefes koyuverdi. "Gerçi Beyza, beni değil, teklifimi reddettiğini ve bu ikisinin başka şeyler olduğunu söylemişti bir keresinde ama..."

"Ne farkı varmış?!" diye sordu Aydın. Sesinde ve yüzünde alayla karışık bir sitem vardı. "İkisi de aynı şey!"

"Değil," dedi Gökhan, kaşlarını kaldırarak. "İkisi birbirinden farklı şeyler gerçekten de ama sizin kafanız basmaz buna." Yüzüne hüzünlü bir ifade yerleşti. "Üzgünüm ve bana kızma ama... Senin hiç basmaz Aydın."

"Evlilik, yalnızca bir formalitedir Çınar..." dedim, elini tutarken. "Alt tarafı kağıt üstünde bir imza. O kadar da önemli bir şey değil."

"Evet," dedi Aydın. Güldü. "Bak buna kafam basıyor işte yenge! Bazen, evliliğin hiçbir hükmü yoktur."

"Beni avutuyorsun şu anda," dedi Çınar, elimin üzerine elini koyarken. "Senin evliliği ne kadar kutsal bir müessese olarak gördüğünü cümle âlem biliyor."

"Ben kendim için konuşmadım zaten," dedim, üste çıkmaya çalışırken. "Genel konuşuyorum. Yani bazı insanlar için öyle olabilir diye."

"Evlilik, bence de çok önemli bir şey..." dedi Bora, araya girerek. "Dünyaya bir daha gelsem, yine Nazlı'yla evlenmek isterim. Fakat evlilikten daha da önemli olan bir şey varsa, o da hisler bana kalırsa. Eğer böyle hissedeceksek ve berabersek... Evli miyiz, sevgili miyiz, hiçbir önemi yok bence."

"Dedi, karım da karım diye gezen adam..." dedi Gökhan, göz devirerek. "Oğlum ne anlatıyorsun sen? Sana kalsa her gün bir kez daha Nazlı'yla evlenmek istersin. Nazlı'nın avuntu maksadıyla kurduğu cümleler bile daha gerçekçiydi. Siz, bu konuda yorum yapacak son insanlarsınız, karı koca olarak. Böyle düşünmediğinizi biliyoruz."

"Yoo," dedi Bora, başını iki yana sallarken. "Gerçekten böyle düşünüyorum. Zaman, bazı düşünceleri değiştirebiliyor Gökhan." Kapkara gözleri gözlerimin içine değdi. "Karımı seviyorum. Onun benim karım olmasını da. Ama sıfatların bir önemi yok, en azından normal hayatlarda..." Yeniden Gökhan'a döndüğünde, sıkıntılı bir nefes vermişti. "Eskiden önemliydi. Yaşadığım hayat gereği. Birbirimize ait olduğumuzun bilinmesi yani. Ama şimdi, öyle düşünmüyorum. Nazlı, Amerika'da, benimle yeniden birlikte olmayı kabul ettikten sonra, önemli olanın, aramızda olup biteni sadece bizim bilmemiz olduğunu ve bunun bana yettiğini fark etmiştim. İyi ki böyle olmadı tabii ki ama Nazlı, Türkiye'ye dönmeyecekti, gözlerden uzak bir evde ara sıra bir araya gelecektik ve bu bile, benim için çok değerliydi." Gözleri yeniden gözlerime değerken gülümsedi. "Sen yine de boşanmayı hiçbir zaman aklından geçirme tabii ki sevgilim."

Ben minik bir kahkaha atarken, Çınar da gülümsemişti. "İyi geldi sohbetiniz," dedi, başını koluma yaslarken. "Sağ olun."

"Çınar," dedi Aydın, derin bir iç çekerken. "En azından berabersiniz. Ve bu beraberliğin kıymetini bilmen gerektiğini bir an olsun unutma." Gülümsemeye çalıştı. "Çünkü sen, Beyza ölüm döşeğindeyken bir farkındalık yaşamışsın ya hani... Ben o farkındalığı on bir seneyi de geçti, o kadın bizzat öldüğünde yaşamıştım." Ellerini ceplerine soktu. "Bazen geç kalırsın. Her şeye. Sen, birbirinize geç kalmadığınız için şükret. Aldığın her nefeste, önceliğin bu şükür olsun hatta, çünkü bu, öyle önemli bir şey ki..."

♠️

Çınar'ın evinden çıkarken, merdivenlerdeki fotoğraflara bir kez daha bakmıştım ve kalbimin bir kez daha pır pır atmasına engel olamamıştım. Beyza'yla da Çınar'la da kardeş olduğumuzu tekrar tekrar hatırlamaya ihtiyacım yoktu ama hatırlamak, iyi hissetmeme sebep oluyordu. Yol boyunca, hiçbirimizin ağzını bıçak açmasa da Bora'yla birbirimizin elini bırakmamıştık. Minibüs, içinde zar heykeli olan fıskiyeli süs havuzunun önünde durduğunda, Bora'nın bakışları Gökhan'la Aydın'a çevrilmişti. "Sabah erken gelirsiniz..."

"Eyvallah," dedi Aydın.

"İyi geceler," dedi Gökhan.

"İyi geceler," dedim. Selim, minibüsün kapısını açtığında aşağı indik ve eve doğru ilerledik. Aydın ve Gökhan, başka bir arabaya geçerlerken, Selim de minibüsü oradan alması için, anahtarı Bora'nın bir adamına vermişti. Bu sırada Bora da cebinden evimizin anahtarını çıkarttı ve kapıyı açtı. "Sevgilim," dedim, içeriye girdiğimizde. Çizmelerimi çıkarttım. Bora'nın da bakışları beni bulurken, ayakkabılarını çıkarıyordu. "Bir şey diyeceğim sana."

"De?" dedi, ceketimden tutup beni kendine çekerken. "Ben bu ceket olayını çok sevdim bu arada," dediğinde, dudakları dudaklarımı bulmuş ve dudaklarıma küçücük ama tutku dolu bir öpücük kondurmuştu. "Dinliyorum," dedi, yeniden gözleri gözlerimi büyülerken.

"Ne diyeceğimi unuttum," dedim iç çekerken. Elimle yüzüme rüzgâr yaptım. "Neyse. Su içeyim ben."

Merdivenlere ilerledim ve aşağı inmeye başladım. Bora da hemen arkamdan geliyordu ve elimi tutmuştu. Merdivenlerin yarısında Beyza'nın sesini duyduğumuzda ise duraksadığı için ben de durmak zorunda kalmıştım. "O yüzden seni inanılmaz kıskanıyorum Ada," diyordu Beyza, yumuşacık bir sesle. "Önünde hiç kirlenmemiş, bembeyaz bir sayfa var çünkü..." Bakışlarımı omzumun gerisinden arkama çevirip başımı kaldırdım ve Bora'nın gözlerinin içine baktım. "Sıfır, çok güzeldir. Senin yerinde olmayı çok isterdim. Sıfırda olmayı, sıfırdan başlayabilmeyi. Her şeye..." Bora, aşağı inmekle inmemek arasında bir gitgel yaşıyordu ve bu gitgel'e ister istemez ben de dahil oluyordum. "Ama maalesef benim yürümem sıfırdan olmayacak. Ben adımlarımı senin gibi heyecanla atmıyor olacağım." Bora, yürümemi ister gibi hafifçe elimi sıktığında, yeniden merdivenlerden indik. Ada, Beyza'nın kucağında, uyku arkadaşına sarılarak uyuyordu ve halası da onun saçlarını okşuyordu. "Yine de bugün seni izlerken, içimde öyle bir heyecan belirdi ki... Seninle her şeyi, yeniden keşfedesim geldi bir anlığına."

"İyi akşamlar," dediğimde, Beyza bizi ancak fark etmişti. Bakışlarım, koltuğa kıvrılmış, ellerini yanağının altına yerleştirmiş uyuyan Yeşim'e takıldı. "Ada, ne zaman uyandı da yeniden uyudu?" diye sordum merakla.

"Yeni uyudu sayılır," dedi Beyza, hafifçe gülümserken. "Yeşim'le süt ısıtmaya aşağı inmişlerdi. Beni görünce sandalyeye oturmak istedi. Sonra başladı anlatmaya, Yeşim ondan evvel uyudu."

"Yeşim..." dedim, koltuğa yaklaşırken. Yavaşça omzuna dokundum. "Uyan..."

Yeşim zorlukla gözlerini araladı ve etrafına bakındı. "Uyuyakalmışım..." dedi, kendi kendine konuşur gibi. Bakışları önce Beyza ve Ada'ya, sonra Bora'ya, ardından bana çevrildi. "Kusura bakmayın."

"Ne kusuru?" dedi Bora, derin bir nefes verirken. "Hadi, git yat sen."

"Ada'yı da yatırayım," dedi Yeşim, başını sallarken. Beyza'ya doğru ilerledi ve Ada'yı dikkatlice kucağından aldı.

Ada'nın kaşları çatılırken, onlara yaklaştım ve dudaklarımı alnına bastırdım. "Buradayım anneciğim..." diye fısıldadım kulağına. "İyi uykular..." Ada'nın kaşları yeniden serbest kaldı ve dudaklarının kenarına küçük bir tebessüm yerleşti. "Seni seviyoruz bebeğim."

"Biz de birer fincan kahve içelim," dedi Bora.

"Yeşim," diye seslendi Beyza, kısık bir sesle. "Selim'e söyler misin, odaya çıkmama yardım edebilir mi?"

Yeşim, Beyza'ya bir cevap veremeden, Bora, "Gerek yok Yeşim," demişti. O da Ada'nın eline küçük bir öpücük kondurdu ve "Sen, Ada'yı çıkart. Sonra da yat. Telsizi burada zaten, biz ilgileniriz bir şey olursa."

Yeşim başını sallayarak, kucağında Ada'yla merdivenlere yürürken, Bora da mutfağa ilerlemişti. "Sen niye uyumadın?" diye sordum, Beyza'nın yakınında, L koltuğun ucuna otururken.

"Uyku tutmadı," dedi Beyza, içine küçük bir nefes çekerken. "Kumarhanede bir sorun çıktı mı?"

"Hatırladım!" dedim heyecanla. Beyza'nın kaşları çatıldı. "Bora'ya ne söyleyeceğimi hatırladım," dedim, açıklamak ister gibi. Gülümsedim. "Hiçbir sorun çıkmadı Beyza! Her şey, harika ilerledi! Senin bu kardeşin var ya... Çok acayip bir adam! Öyle bir dönmüş ki Kara... Hiç korktuğum gibi olmadı, biliyor musun?! Bu akşam, onunla hem gurur duydum, hem ona hayran kaldım, hem onu çok takdir ettim! Yani kafam çok karışıktı. Kıyamete dönmek konusunda... Ve burada korkunç şeyler yaşanmışken, Bora nasıl Mehmet Şahindağ'ı alt edecek diyordum ama... Sanırım bu akşam cevabımı aldım. Kusursuz onlarca planı var ve hepsi tıkır tıkır işliyor. Galiba onu gerçekten rahat bırakınca, stratejik planlar yapabiliyor. Zekâsı, bütün kurşunların üstünde!"

"Reklamları dinledik herhâlde," dedi Bora'nın neşeli çıkan sesi. Başımı hafifçe geriye çevirdiğimde, içinde üç fincan kahvenin bulunduğu tepsiyi taşıyarak bize doğru geldiğini görmüştüm. Tepsiyi, kahvemi almamı ister gibi bana uzatırken göz kırptı ve "Teşekkür ederim," dedi.

Ben kahvemi aldığımda, Beyza da kahvesini almıştı. "Geç bir saat aslında, kahve içmek için... Yani benim için. Zahmet etmeseydin keşke," diye mırıldandı.

Bora, Beyza'nın ne dediğini duymazdan gelerek yanıma oturdu ve "Hazırdı zaten. Afiyet olsun," dedi.

"Sağ ol," dedi Beyza, kahvesinden bir yudum almadan önce. Daha sonra derin bir nefes verdi ve bakışlarını Bora'nın kendisininkilere benzer gözlerine çevirdi. "Hamileymişim?" dedi, sorar gibi.

Bora, gözleri kısılırken, "Hemen nasıl haberin oldu senin bundan?" diye sordu.

"Mehmet," dedi Beyza, hoşnutsuzlukla. "Mesaj attı. 'Hamileymişsin ama sakın sevinme, o çocuğu doğurmana izin vermeyeceğim,' diye..." Bora'nın kaşları havalandı. "Aydın'dan herhâlde?" dedi Beyza, sorar gibi.

"Sana daha evvel de mesaj attı mı?" diye sordu Bora, merakla.

"Vurulduktan sonra... Özür dilemiş. Başka da bir mesaj atmamıştı o günden sonra," dedi Beyza. Konuşurken yüreği sıkışıyor gibiydi. "Birden... Çok sert değil mi bütün bunlar Bora? Çünkü hedefin tam ortasındayız da?"

"Değil," dedi Bora fakat bu cevap Beyza'yı tatmin etmişe benzemiyordu. Derin bir nefes alıp verdi ve keder dolu bir sesle, "Abla bilerek mi böyle davranıyorsun bana yoksa farkında bile değil misin?" diye sordu.

Beyza, şaşkınlıkla Bora'ya bakarken, "Nasıl davranıyorum?" diye sormuştu.

"Beni duymuyorsun. Dinlemiyorsun. Sesim sana ulaşmıyor, asla..." Bora'nın serzenişte bulunurken dahi bakışları yumuşak huyluydu. "Seninle konuşmaya çalışıyorum ama sana yaklaşamıyorum."

"Bilerek yaptığım bir şey yok," dedi Beyza, yüzündeki ve sesindeki şaşkınlığı silemeden. Kahvesini sehpaya bıraktı. "Ben çok yoruldum bugün. Uyuyacağım-"

"Yine aynısını yapıyorsun bak!" dedi Bora, hafifçe sesini yükselterek. "Kaçıyorsun benden!" Uzun zaman sonra ilk kez, olmamam gereken bir yerde olduğumu ve duymamam gereken şeyler duyduğumu düşünmüştüm. "Seninle iletişim kurmaya çalışıyorum! Ama bunu bile görmüyorsun! Beni görmüyorsun beni! Kardeşini!" Beyza, Bora'nın yüzüne on altı saniye boyunca hiçbir şey söylemeden bakınca, Bora sıkıntılı bir nefes verdi ve ayağa kalktı. "Bir şey söylesene!" dedi, ısrarcı bir tavırla.

"Sen bana küsmemiş miydin?" diye sordu Beyza. Nihayet konuşmuştu ama hiç şüphesizdi ki Bora'nın beklediği cevap bu değildi. "Senin ablan çoktan ölmemiş miydi?" Sıkıntı dolu bir nefes verirken, başını iki yana salladı. "Özür dilerim..." dedi, zorlukla yutkunurken. "Bu gece konuşmayalım olur mu? Kötü bir geceydi benim için. Kâbus üstüne kâbus gördüm, uyandığımda da telefonumda Mehmet'in bir mesajı vardı. Sadece ilaç almak ve uyumak istiyorum. Bu gece ağzımdan çıkan hiçbir şey, sağlıklı bir yerden kurulmuş cümleler olmayacak."

"Abla..." dedi Bora. Beyza'nın sehpaya bıraktığı fincanı ittirerek sehpaya oturdu, hafifçe ablasına doğru eğildi ve ablasının elini tuttu. "Sağlıklı cümleler kurmak zorunda değilsin." Beyza'nın gözlerinden bir damla yaş aktı. "Cümlelerini tartmak, kelimelerini seçmek zorunda değilsin. Ben bunu istemiyorum. Ben kalbinden ve aklından her ne geçiyorsa, sadece onu duymak istiyorum. Her zaman olduğu gibi. Dök içinde ne varsa. Kin, öfke, kızgınlık, kırgınlık, hiç önemli değil. Ne hissediyorsan söyle bana." Bora'nın baş parmağı, ablasının gözlerinden akan yaşlara değdi. "Saklanma benden."

"Lütfen, sus..." dedi Beyza, gözyaşları daha da şiddetlenirken. "Ben yokmuşum gibi davran sen de herkes gibi. Görme beni, duyma, konuşma benimle. Sus."

Bora, ablasının avucuna küçük bir öpücük kondururken, "Susmayacağım bu kez," dedi. Beyza başını iki yana salladı. "Korkma hiçbir şeyden... Çünkü ben varım," dedi Bora. Onun da kapkara gözlerinden bir damla yaş akınca, aldığım nefesin bana yetmediğini hissetmiştim. "Artık ben senin yanındayım." Bora'nın yaşla dolan kapkara gözleri, bu söylediğine yemin eder gibi Beyza'nın gözlerine mühürlenmişti. "Gökhan'a güvendin. Çınar'a güvendin... O hayvanat bahçesine güvendin. Bir kere... Ya sadece bir kere... Bana da güvensen, olmaz mı?"dedi, yalvarır gibi. "Daha önce, bana güvendiğini söylemiştin ama... Güvenmiyordun. Sen bana hiç güvenmedin. Eğer bana güvenseydin, o gün, o davette, seni test ettiğimde, o silahın namlusu kendine değil, bana dönük olurdu ve tetiği öyle çekerdin. Bana, niye güvenmiyorsun abla?!"

"Bora, lütfen!" dedi Beyza, çaresizce. "Sus!"

Bora, başını aşağı ve yukarı sallarken, ceketinin cebinden bir mermi çıkarttı. Mermiyi Beyza'nın avuçlarına bırakırken, "Bu mermi... Bugün, Mehmet Şahindağ'ın adamının silahında kalan son mermi..." dedi. Beyza'nın gözleri şaşkınlıkla karışık bir korkuyla açılırken, gözyaşları dan diye kesilmişti. "İki mermisi varmış herifin. Birini bize sıktı, diğerini sıkamadan can verip gitti." Beyza kendi tükürüğünde boğulurcasına öksürmüştü. "Bu mermiyi sakla," dedi Bora, Beyza'nın avucunu kapatırken. "Eğer Leo'ya bir şey olursa bu mermiyi bana sıkmanı isterim ama biliyorum ki bana sıkmazsın. Eğer Leo'ya bir şey olursa, kendi kafana sıkarsın bununla olur mu? Leo'ya bir şey olması da, seni bir kez daha kaybetmek de kendi ölümümden daha ağır benim için."

"Kimse ölmesin..." dedi Beyza. Gözyaşları sesini çatallaştırmıştı ve zaten sesi bir fısıltıdan farksızdı. "Sen de ölme. Oğlum da ölmesin. Kimse ölmesin," dedi, zorlukla da olsa.

"Bu mermi senin avuçlarında olduğu sürece, seni yeniden kaybetme ihtimali de mıh gibi benim aklımda olacak," dedi Bora, keskin bir tonlamayla. "Ve sana söz veriyorum, bu mermiyi asla kullanmayacaksın. N'olur bir kez de bana güvenmeyi dene..." Kendi gözlerinden akan yaşlara bakmadan, yine ablasının gözlerinden akmaya başlayan yaşları silmişti. "Gökhan ya da hayvanat bahçesi kadar olmasa bile belki, benim de sende biraz olsun hatırım vardır herhâlde ha? En kötü, eski günlerin, abla kardeş olabildiğimiz günlerin hatırı? En yakın arkadaş olduğumuz günlerin hatırı?" Beyza alt dudağını dişlediğinde, Bora'nın süngüsü hepten düşmüştü. "Değil mi abla?!" dedi, isyan edercesine. "Bir şeylerin olsun hatırı kalmıştır sende benden, değil mi?!"

Beyza, omuzları sarsıla sarsıla hüngür hüngür ağlamaya başladığında başını iki yana salladı. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Bilmiyorduk. Hiçbir şeyin hatırı mı yoktu yoksa konuşacak takati mi yoktu, bilmiyorduk. Cebinden telefonunu çıkartıp hızlıca bir şeyler yazdı ve ekranı Bora'ya çevirdi. Bora, bir an için Beyza'nın gösterdiği şeyi anlayamasa da saniyeler içinde, hıçkıra hıçkıra ağlayan ablasının karşısında, kendi gözlerinden de akan yaşlara rağmen, aynı küçük bir çocuk mutluluğuyla gülümsemişti. Çünkü ablasının, Mehmet Şahindağ'a verdiği cevap, aslında ona verilmiş en güzel cevaptı:

"Sen bana hiçbir şey yapamazsın artık çünkü benim kardeşim yanımda. Keşke yıllar evvel onu senin pisliğinden korumaya çalışmak gibi saçma sapan bir inancın peşine düşmeseymişim, öyle pişmanım ki. Eğer Bora o gün de yanımda olsaydı, sen çoktan geberip gitmiş olurdun. Bu saatten sonra elinden geleni ardına koyma. Belki de en iyi senin bildiğin tek bir gerçek var, kardeşime güveniyorum. Hiç kimseye güvenmediğim kadar çok."

Continue Reading

You'll Also Like

421 105 13
Bir dizi yıkıcı felaketin ardından dünya bambaşka bir yer haline gelmiştir. Doğada mutasyona uğramış korkunç varlıklar ortaya çıkmış, insanlığın büyü...
1.9M 131K 91
[Tamamlandı.] bilinmeyen: senden nefret ediyorum doruk: kulübe hoş geldin |gay kurgu.|
3M 160K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
296K 21.1K 47
Babasının menfaatleri uğruna bir başkasına satılan Devin, yıllarca süren zulme boyun eğip susmuştur. Genç kadının tahammül sınırını zorlayan son daml...