HAWAR

By Milyakett_

216K 12.2K 7.8K

Bir çığlıktı Hawar... Bir haykırış, bir yürek yangını... Bir feryat. Bir direniş. ... Bir kadın olmak... ... ... More

-TANITIM-
1.RIZAM YOK!
2.KÛL (YARA)
4.TÊNGAHİYÊN BÊDERMAN
5.YENİLMİŞLİK
6.ÇARESİZLİK
7. HAYKIRIŞ -Part1-
8.HAYKIRIŞ -Part2-
9.DILE MEN DİŞEVİTE -Part1-
10.DILE MEN DİŞEVİTE -Part2-
11.KAÇIŞ
12.HÜKÜM
13.TENGASİYA GİRAN
14.MİXABANÎ
15.AŞK'A YAPILAN KATLİAM
16.YAKUTİSTAN
17.ROJİN-ÖZEL BÖLÜM- part1-
18.ROJİN -ÖZEL BÖLÜM-part2-

3.KABULLENİŞ

11.4K 584 212
By Milyakett_

Bu bölüm diğerlerinden daha uzun ve heyecanlı oldu sanırım:) şimdiden iyi okumalar. Alttaki yıldıza basmayı unutmayın lütfen☆
Neyse ben sizi daha fazla tutmayayım hadi başlayınn okumaya:)♡♡

Keyifli okumalar!

...
Bir tebessüm neleri ifade edebilir? Öyle zamanlar vardır ki içimize sığdıramadığımız mutluluğun sonucu olarak sergileriz tebessümü. Birine tebessüm ne desek ilk bu aklına gelir herhalde... Oysa öyle tebessümler vardır ki, içimize sığdıramadığımız acılarımızı gizlemek için 'maske' olarak taktığımız tebessümler... Hatta öyle ki, ruhumuzun acısından gözlerimiz dolar ama dudaklarımıza bir tebessüm kondurup gizleriz onu, ruhumuz yara bere içindeyken bile bunu bizden başka kimse bilmez. Bilemez, çünkü biz göstermeyiz. Dışarıdan bakan insanlar ne kadar mutlu olduğumuzu düşünseler de içimizdeki her daim yanan ateşi ve her daim kanayan yaralarımızı göremezler...

...

Gözlerim kapanırken şu cümleleri hatırlatmak için söyledim kendime.

"Beni yakan herkesi yakacağım..."

●°•○♡●😮‍💨°•○♡●°•

-1 HAFTA SONRA-

Gözüme vuran güneş ışığıyla araladım gözlerimi, güneşin pencereden sızıp gözlerime vurmasıyla rahatsız olup birkaç kez kırpıştırdım gözlerimi. Boş verip tekrar uyumak istediğimde yastığı kaldırıp kafamı yastığın altına gizledim. Aklıma gelen düşünceyle beynimden vurulmuşa dönmüş bir şekilde başımı gizlediğim yerden yavaşça çıkardım. Aynı yavaşlıkta kafamı çevirdim ağır ağır yan tarafıma, boştu. Yoktu o, hiç gelmemişti hatta.

Gözlerimden akan yaşı sinirle sildim hemen. Az önce uykudan kapanan gözlerimde şimdi uykunun izi bile yoktu. Bir düşünce bile insanı uykusundan edebiliyordu demek ki...

Gözlerimden ardı ardına yaşlar süzülünce hızla doğruldum yerimden. Bu sefer hırsla elimin tersiyle akan yaşları sildim, daha fazla gelmemesi için yukarı bakıp ellerimi hava verir gibi salladım gözlerime doğru. Artık akmayacağını anlayınca serbest bıraktım ellerimi.

İçimde bir alev vardı sanki eskiden beri, gün geçtikçe harlanan bir alev... Bir gün tüm ruhumu ele geçireceğine korkuyordum...

Daha fazla bakmadım, alışmam lazımdı, er ya da geç o kuma bu eve gelecekti, Serhat benim olmaktan çıkıp onun olacaktı. Kuma bu eve geldiğinde nasıl yaşayacağımı, nasıl dayanacağımı, nasıl baş edebileceğimi asla bilmiyordum. Düşündükçe kafayı yiyordum sanki, daha kuma gelmeden ki halim böyle ise geldikten sonra nasıl olacaktı bilmiyordum. Gözlerim yanıyordu ama ağlamayacaktım. Direnecektim her anlamda ve her şey için.

Yataktan kalkıp direk banyoya girip işlerimi hallettikten sonra hızlıca çıktım.

Üzerime mavi tonlarında bir elbise geçirip saçlarıma da siyah bir tülbent attım.

Kapının tıklatılıp birkaç kez kulpun indirilmeye çalışılmasıyla irkilsem de, hemen kendimi toparlayıp kapıya doğru yürüdüm. Kimin olduğunu bildiğim için rahatça babetlerimi ayağıma geçirip ağır ağır doğruldum olduğum yerde.

Derin bir nefes alıp kilitli olan kapıyı açtım, açtığım anda Serhat'la karşı karşıya kaldım. Kenara çekilip içeri girmesini beklerken, bakışlarının hedefinde olduğumu biliyordum ama kafamı dahi kaldırmadan içeri geçmesini bekledim.

Tam bir haftadır odada uyumuyordu çünkü uyuyamıyordu. Erkenden odaya girip kapıyı kilitliyordum gelmemesi için, büyük ihtimal o da çalışma odasında uyuyordu. Sabahları ise gelip odada ihtiyaçlarını giderip çıkıyordu, ama ben odadan çıktıktan sonra. Çünkü erken çıkıyordum. Arada bir yüzyüze geliyorduk sadece. Evde kovalamaç oynat gibi kaçıyordum ondan.

Birkaç saniye daha bekledi, ona bakmamı istediğini bilsem de inadına bakmadım, nihayet bunu anlayınca geçti içeri. O girdiği esnada ben çıkacakken kolumdan tutmasıyla durmak zorunda kaldım. Bezgin bir nefes verirken kolumu sertçe elinden kurtarıp, yüzüne bakmadan bekledim. Ne söyleyecekse biran önce söylesindi. Yoksa uğraşamazdım hiç.

Aradan geçen birkaç saniye sonra dayanamamış olsa gerek ki, "Hawar..?" Dedi. 'Yüzüme bak' der gibi.

Yüzüne baktım. Gözümün önüne kumayı kabul edişi geldi, ben utandım onun yerine, hızla gözlerimi çektim tekrar.

"Yüzüme bak Hawar..." dedi sitemkar bir şekilde.

"Neden?" Buz gibi çıkan sesim, beni bile şaşırtmıştı.

"Bunun herhangi bir nedeni olabilirmi sence? Ben senin kocanı-"

Lafını kestim buz gibi sesimle, "Kumayı kabul eden kocam mı?" Tam gözlerinin içine baktım, en derinine. Belki pişmandır diye... Ama yok. Hiçbir şey yoktu, belki de ben göremiyordum... Yada bu olayı sadece ben kendi kafamda düşündükçe abartıyordum, çünkü hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı. Herkes.

"Hawar..!" Dedi uyarır gibi. "Biliyorsun, ben istesemde istemesem de aşiretin kararına karşı duramayız. Aşiret bir karar vermişse bunun geri dönüşü olmaz, sende biliyorsun... "

"Merak ettim de Serhat, bir kez olsun karşı çıktın mı? Yok olmaz, ben karımın üstüne kuma getirtmem dedin mi? Allah rızası için merak ettim, söylesene, bir kez olsun dedin mi?" Merak dolu sesim ona ulaşınca yutkundu. Keza verecek cevabının olduğunu sanmıyordum. Alayla güldüm ona bakarken, "Ne yani bir kez olsun, kabul edilmeyeceğini bilsen de itiraz ettmemişsin, birde gelmiş burada kocalık sıfatı altında bana kocam olduğunu mu söylüyorsun?.." Sinirlerimin bozulduğunu gösteren histerik bir kahkaha attım.

"Hawar... düzgün konuş."

Gülüşüm kesildi, "Ne o? Yalan mı söyledim bilmeden?" Düşünür gibi yaptım önce, "Yok ya... Esksiği var fazlası yok, öyle değil mi?"

"Hawar..!" Dedi dişlerinin arasından. Sinirden şakalarındaki damarlar şişmişti. Umurumda değildi. İstediği kadar sinirlensin, yeter ki bu aralar benden uzak dursundu.

Sahte gülüşümü bozup, gözlerimi daha fazla yüzünde tutmadan çektim üstünden. Tam çıkacağım sırada gözüme kapının anahtarının ilişmesiyle, tekrar dönüp kapının iç tarafında takılı duran anahtarı çekip çıkardım. Maazallah ne yapacağı belli olmazdı.

Yüzüme şaşkınlık dolu bir ifadeyle baksa da umursamadım, kapıyı arkamdan çekeceğim sırada, sinirle "Yeter bu kadar!" Dediğini duysamda kapıyı çoktan çekmiştim bile.

Yeni yeni aydınlanmaya başlamış havaya bakarken derin bir nefes çektim içime. Gözlerimi konakta gezdirdim yavaşça, mutfakta çalışan kızlardan başka kimse yok gibi duruyordu, fakat kapanan kapı sesiyle bakışlarımı aşağıda kalan yan tarafıma çevirdim.

Kapkara sürmeli, bıçak gibi keskin kara gözlerle bakışlarım kesişti, ne o gözlerini ayırdı gözlerimden ne de ben... Adeta kilitlenmişti bakışlarımız, kıstı kara gözlerini, sanki kafasında bir şeyler tartıp biçer gibi. Ellerini arkasında birleştirip, sert bakışlarını yumuşatarak gülümsedi bana. Bu ifadesi tanıdık geldiği için tek kaşımı havalandırdım onu anlamak ister gibi ama o derin bir nefes içine çekip gözlerini bir anlığına yumdu, huzur bulmak ister gibi. Bende onun aksine derin bir nefes vererek merdivenlere yöneldim.

"Hava bu gün ne güzel değil mi Bûke?" Ferze Xanımın sesiyle olduğum yerde durdum kaşlarımı çattım, onu anlamak ister gibi. Ne yapamaya çalışıyordu? Yaşananlardan sonra hemde. Bana dediği onca laftan sonra? Onunla da karşılaşmamak çalışıyordum günlerdir. Ama nafile...

Gözlerimi kapadım sımsıkı, sakin olmalıydım. Ama o dedikleri..! Gözlerimi daha sakin bir şekilde açıp yarım bıraktığım yolu da hızlıca aşıp merdivenleri indim. Tam mutfaktan içeri gireceğim sırada tekrar durmak zorunda kaldım.

"Bûke, buraya bak hele," Ferze Xanımın sesiyle tekrar arkamı döndüğümde, kafasıyla avludaki çardağı işaret edip oraya doğru yürüdü. Şaşkın bir şekilde bir süre ona baktım önce, daha dün yine kavga etmiştik, şimdi ne konuşacaktık? Evet, öyle her karşılaştığımızda, küçük te olsa kavga ediyorduk.

Derin bir nefes soludum, o günü düşünmemeye çalışarak. Sinirimi yerden çıkarır gibi, yeri adımlarımla döver gibi yürüdüm arkasından çardağa doğru. Benim aksime o aşırı sakindi, bu beni daha da sinirlendirse de birşeyler söylememek için büyük bir çaba harcayıp karşısına oturdum.
Yüzüne baktım ne oldu der gibi. Mesajımı almış olacak ki derin bir nefes verip üzülüyormuş gibi konuşmaya başladı.

"Biliyorum kumaya rızan yoktur, ama töre altında yaşayan herkes bilir ki çocuğu olmayan kadınların üzerine kuma gelir." Ferze Xanımın söyledikleri cümleleri hep duyduğum için sıkıntıyla derin hır nefes verdip, "Evet, biliyorum. Dilber Yâdeyle, senin gibi..?" Dedim.

Sert bir soluk verip başını salladı sakin olmaya çalışarak. "Evet." Dedi geçiştirmek ister gibi. "Ben de istemezdim kuma gelmeyi, ama işte mecbur kaldım. Ne kadar inkar etsemde kuma gideceğimi bildiğim için sesimi çıkartamadım..."

Kendimi tutmaya tenezzül bile etmeden güldüm alayla, "İstesen kuma olarak gelmezdin Ferze Xanım... Mecburiyet diye birşey yoktur, eğer kuma gelmeyi gerçekten istemeseydin, çözümü ölüm de olsa gelmezdin... Madem gücün yetmiyordu töreye, o zaman yeni bir çözüm yolu bulsaydın kendine... Ben olsaydım kendimi öldurürdüm kuma gitmemek için. Başka bir kadının yerine geçip ikimize de acı çektirmektense ben ölmeyi yeğlerdim. Kendimi bu kadar ucuz hissetmemek için herşeyi yapardım." Dedim yapabileceklerimi ona söyleyerek.

Kaşları çatıldı ne demek istediğimi anlamak ister gibi. Sonra aniden yüzüne sirayet eden öfkeyle bana baktı. "Sen ne dediğinin farkındasın Bûke! Bana ne demek istersin böyle? Haddini aşma!" Demesiyle sustum. Ben fikrimi söylemiştim, neden bu kadar sinirlenmişti ki?

Öfkeden kızarmış yüzüne bakarken, ellerimi dizlerime yerleştirerek yavaşça ayağa kalktım. Daha fazla bu ortamda durmak istemiyordum, keza durursam olacakları düşünmek bile istemiyordum. Arkamı döndüğüm sırada tam gidecekken sesiyle tekrar durmak zorunda kaldım. "Nereye gidersin Bûke! Ben diyeceklerim bitti dedim mi? Otur yerine."

Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalışan taraf bu sefer benim, ne diyecekti ki? Kumaya mecbursun mu? Bunu zaten biliyordum!

Gözlerimi daha sakin bir şekilde açıp arkamı dönüp gözlerine baktım anlamak ister gibi. Kafasıyla kalktığım yeri gösterdi otur der gibi, derin bir nefes verip birkaç adımla geldiğim yere tekrar dönüp oturdum. "Direk konuya gir o zaman Ferze Xanım, uzatmaya luzüm yok." Belki ona kurduğum cümleler saygısız olduğumu düşündürebilirdi lakin benim ona sergilediğim bu davranışlar, onun bana söylediği sözlerin ve aşağılmalarının yanında bir hiçti.

Bir kaç saniye gözlerime baktı tepkimi ölçmek için, sonra çehresini sertlikle yumuşaklığın arasında ince bir çizgiyle söze başladı. "Bak yavrum, elbette senin kötülüğünü istemem ama bilirsin karar verildi ve kuma bu eve istemesek te gelecek." Diyip bir şey söylememe fırsat vermeden devam etti. "Şöyle derim ki hiçbir kadın kumayı elbet istemez senin gibi. Ancak öyle mecburiyetler vardır ki, biz ne kadar istemesek te oluyor... Kuma bu eve geldiğinde, elbet zorlanacaksınız, o da zorlanacak. Ama alışılır zamanla, her şey zamanla çözülüyor."

Gözlerim yaşayacaklarımın sinyalini vererek buğulanırken, tiz bir kahkaha attım acımla kavrulurken. Alışılırmış... kulaklarımda mı sorun vardı yoksa ben mi yanlış anlamıştım? İkinci bir kadınla bir çatı altında sevdiğim adamı paylaşırken alışacakmışım. Çünkü her şey zamanla çözülür, alışılırmış!

Alaylı olduğu her açıdan belli olan kahkahamı durdurmayı başardığım an yüzümdeki sahte tebessüm de kayboldu anında.

Tam gözlerinin içine baktım Ferze Xanımın, gerçekten bu söylediklerine kendinin bile inanmadığını ve gerçekten içinde bulunduğu bu pis duruma alışmamış olmasını umarak baktım gözlerine. "Sen alıştın mı ki Ferze Xanım? Bu söylediklerine inanıyormusun gerçekten?" Kaç kez şahit olmuştum Dilber Yâdeye attığı kıskanç, kinli ve öfke dolu bakışlarına. Şimdi bu söyledikleri o yüzden inandırıcı gelmiyor olabilirdi.

"Konu biz değiliz Bûke. Elbet bir gün kuma gelecek sana da."

"Peki..." dedim. Rahatça geriye yaslanarak. "Kızın alışabilir mi? O, sözde çok sevdiğin kızına da bana yapılanlar yapıldığında ne olacak..? Demek ki neymiş Ferze Xanım, iki çocuğu olsa da... olmasa da... Senin kızın kumayı hak etse de, etmese de kadere yazılan olurmuş. Bana ne yaşatılırsa ne olursa olsun, isterse iki çocuğu olsun yine de ona da aynısı uygulanacak. Madem o töre denen şeye bu kadar bağlısınız, madem bu kadar uyuyorsunuz o saçma kurallara, bu da olacak. Kızının üstüne de kuma gelecek! Hadi şimdi böyle, aynı hızda devam edin."

Birkaç saniye daha kireç gibi olan yüzüne bakıp ayağa kalktım. "Ve bir daha beni çağırıp ta kumaya alışırsın deme... Demeyin."

Birkaç büyük adımla merdivenlere ulaştığımda seni tekrar ve tekrar duyuldu, "Oğlumun üzerine çok gitme. Bu aralar o da pek iyi değil, eski düzene devam et, oğlumu kapında bekletme. Sesini çıkarma kumaya, sende biliyordun illa bir gün kuma geleceğini, çünkü oğluma ve aşirete evlat veremiyorsun. Oğlumun haklarını elinden alıp onu sıkıştırma. O da baba olmayı istiyor, benim oğlumun hiçbir sorunu yokken ondan baba olma hakkını alma..! En büyük hayaliydi baba olmak..."

Dondum. Olduğum yere çakılmıştım sanki, bir adım bile atamıyordum. Nefesim kesik kesikti sanki saatlerce koşmuşum gibi, zorlanıyorum nefes alırken. Sol tarafım ağrıyordu mesela... hemde çok. Bedenim titrerken ayakta duramadığımı hissederken yanımdaki trabzana tutundum.

Gözlerim yanıyordu, kalbim ağrıyordu ve kalbimin tam ortasında bir boşluk hissi vardı ve o hissin hiçbir zaman geçmeyeceğinin bilinciyle daha bi sancılanıyordu sanki. 'O da baba olmayı istiyor, benim oğlumun hiçbir sorunu yokken ondan baba olma hakkını alma...' bu cümleydi beni bu hale getiren. Sırtım kamburlaştı sanki omzumdaki yüklerin ağırlığıyla. Bende anne olamayacaktım...

'En büyük hayaliydi baba olmak...' benim de hayalimdi anne olmak, ama benim hayallerimi süsleyen oydu. Ben tüm hayallerimi onunla kurmuşken, en özel şeyleri onunla yaşamak istiyorken ve bu hayallerin en başında olan ise anne, baba olmak iken ve bu imkansızken bu cümle çok ağırdı. Kaldıramıyordum sanki.

Ve bu kadının gattarlığı... Bir insan bu kadar zalim olamazdı, olmamalıydı! Kendi kızını bile görmezden gelerek, onu bile düşünemeyerek tek derdi kuma ve oğlu iken ben bu kadına saatlerce ne anlatmıştım? Evladının hayatını bile bile göz yumarak ateşe atan bir insana ne desem, hangi cümleleri kursam beni anlardı? Ya da anlayabilir miydi ki? Hiç sanmıyordum.

Omzumun üzerinden ona baktım, ağladığımdan dolayı buğulanan gözlerimle. Dudaklarımı arakadım bir şeyler söylemek için, bir şey söylemeliydim ama olmuyordu. Sesim çıkmıyordu ya da söyleyecek bir şeyler bulamıyordum. Aralanan dudaklarımı kapattım, tekrar araladım ama olmuyordu sanki beynim durmuş gibi.

Vicdansız ve gaddar olan kadından bakışlarımı çekerek hızlıca geldiğim yolu tekrar döndüm. Odamın kapısında durduğumda hızla kapıyı açıp içeri girdim. Kapıyı arkamdan kapatıp yürüdüm cam kenarındaki koltuklara doğru. Kendimi oraya bırakıp sakinleşmeye çalıştım ama olmuyordu. Daha da çok ağlıyordum söyledikleri aklıma gelince. Bir çözümü olmalıydı mutlaka!

Banyodan gelen su sesiyle, Serhat'ın odada olduğunu hatırlayıp sakinleşmeye ve hâla akan gözyaşlarımı durdurmaya çalıştım ellerimle. Susmalıydım çünkü, kocam olacak adamın karşısında şimdiden aciz durmak istemiyordum. Susmalıydım çünkü, ağlamak güçsüzlüktü. Susmalıydım çünkü ben her şeye boyun eğmeli ve sesimi çıkarmamalıydım! Susmalıydım!

Elimde bir şey sıktığımı fark edince bakışlarımı sıktığım avuç içlerime çevirip, avucumu açarak baktım. Anahtar. Elimde kalmıştı. Derin bir nefes almaya çalışıp anahtarı fırlattım yere sinirle. Neden her şey üst üste geliyordu ki?

Düşünmemeye çabalayarak oturduğum yerden kalkıp kendime engel olamadan odada gidip gelmeye başladım. Ne olacaktı şimdi? Serhat bonyodaydı, dışarı mı çıkmalıydım yoksa çıkmasını bekleyip onunla konuşmalı mıydım? Kafam allak bullaktı. Ne düşüneceğimi ve ya ne yapacağımı asla bilmiyordum.

Derin nefesler eşliğinde ellerimi yelpaze gibi sallayıp yüzüme yel verirken ağlamamı sonunda durdurabilmiştim. Gözlerim kızarıktı, bunu karşımdaki aynadan görebiliyordum. Tamamen olmasa da sakinleşince yerime tekrar oturdum.

Serhat'a sormam lazımdı. Ne soracağımı, nasıl soracağımı bilmesem de soracaktım. En azından bir seçim sunacaktım ona. Ona göre hareket edecektim bundan sonra, onun seçimi belkide herşeyi değiştirecekti. Belki içimde bitirecektim, belki de her şey sil baştan olacaktı. Ben bile bilmiyordum neler olacağını, tahmin bile edemiyordum.

Elimin tersiyle hâla akmakta olan yaşlarımı silip burnumu çektim. Yönümü cama taraf geleceği şekilde oturdum koltuğa. Banyodan sesler, ve kesilen su sesi birazdan çıkacağını haber ediyordu. Ne diyecektim çıkınca?

Şuan iki seçenek vardı önümde. Ya şimdi kalkıp giderdim konuyu bir daha açmamak üzere, ya da oturup çıkmasını beklerdim ve herşeyi sonraya kalmayacak şekilde ilk ve son kez bu konuyu konuşurdum onunla. Peki ben ne istiyordum? Galiba sadece buralardan kaçıp, gözden kaybolmak istiyordum. Kimsenin beni bulamayacağı bir yere gitmek istiyordum.

Banyo kapısının açılan sesi gelince ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde durdum öylece. Ne yapmam gerekiyordu? Odaya yayılan şampuan kokusu burnuma gelince iç çekmemek için zor tuttum kendimi. Gözlerimin dolması için yeterli olan eski anılarımız gözlerimin önünden gelip geçti. Bundan sonra asla eskisi gibi olamayacaktık.

Birkaç adım sesinden sonra sesi kulaklarıma doldu, "Hawar?"
Derin bir nefes verdim sessizce. Gözlerimi ne zaman acıyla yumduğumu bile hatırlamıyordum. Bir köşeye geçip oturmak ve saatlerce hatta günlerce hıçkırarak ağlamak istiyordum. Ama bu hayatta onu bile yapamıyordum. Belki çok ağlasam geçerdi içimdeki bu sızı? Geçermiydi? Belki söndürürdü içimdeki yangını, belki biraz olsun iyileşirdim?

Yavaşça açtım yumduğum gözlerimi, ama ona cevap vermedim. "Hawar..." dedi tekrar.

"Giyin. Öyle konuşalım." Lanet olası sesim titremişti yine!

"Tamam." Dedikten sonra dolap kapaklarının açma kapama sesleri odayı doldurdu. Birkaç dakika süren hışırtılardan sonra giyindiğini anlamıştım.

Adım seslerinden sonra karşımdaki koltuğa oturduğunu hissettim. Gözlerim camdan dışarıyı izliyordu ama hissetmiştim işte. "Hawar? Bir şey mi oldu?" Gülmek istedim sorusuna ama yapmadım. Sakince koltukta ona bakacak şekilde oturdum. Evet tam karşımdaydı, ve bana bakıyordu. Ve gerçekten o soruyu sormuştu!

"Sen gerçekten kumaya razısın değil mi?" Ses çıkarmadı, ama gözlerini kaçırdı gözlerimden. Evet. Razıydı. Peki neden?

Gülümsedim. Tüm acılarımı gizlemek ister gibi gülümsedim. Bir süre sessizlik oldu, ikimize konuşmak istiyorduk, ikimizde bir şeyler söylemek istiyorduk ama sadece susuyorduk. Çünkü biliyorduk ki her ne dersek diyelim daha da kötüleşecekti içinde bulunduğumuz durum.

Seviyorduk biz birbirimizi... seviyordu Serhat beni, hissettiriyordu o duyguyu. Biliyordum, hatta emindim ki hâla seviyordu beni, ama davranışları ve verdiği kararlar belki dedirtiyordu bana. Belki yorulmuştur, belki sıkılmıştır, belki sevmiyordur artık beni... Çünkü seven insan, sevdiği insanın bile bile canını acıtmazdı. Acıtamazdı.

"Peki... ne için istiyorsun kumayı? Aşiret ağası olmak için mi? Beni artık sevmediğin için mi? Artık sıkıldığın için mi? Yoksa..." dedim. Ama sustum.

Hayalim olan, hep hayalini kurduğum o an'ın Serhat'ın başka biriyle yaşayacağını düşününce durdum. Bir çocuğunuz olacak demelerini o kadar çok isteyip beklemiştim, beklemiştik ki artık yorulmuştum. Ben bu haldeyken o ne haldedir? Ama her ne olursa olsun, ne durumda olursak olalım asla haklı olana kişi o değildi. Eğer beni gerçekten sevseydi bu zor durumda beni bırakmaz, aksine daha sıkı sarılırdım bana. Ama o ne yapıyor? En zor anımda yanımda olmak yerine kuma diyenlere destek çıkıyordu, onay veriyordu! Peki sevmek bu muydu? Sevdiği insanı bırakmak?

Gözlerimden tekrar yaşlar boşalıyordu, daha önce onun karşısında sadece bir kez bu şekilde ağlamıştım... birincisi çocuğumun hiçbir zaman olmayacağı öğrendiğimde, ikincisi ise şuan dı. Birinde beni teselli etmeye çalışırken diğerinde ağlayışımın sebebi kendisiydi. Birinde yarama derman olmaya çalışırken, diğerinde yaramın asıl sebebiydi.

Kucağıma bıraktığım ellerime uzandı hemen, ellerimi tek elinin içine hapis ederken gözlerime acıyla bakıp telaşlanmış gibi konuştu hemen, "Hayır hayır hayır!" Dedi hızlıca kelimeleri ard arda söylerken. "Öyle düşünme..." dedi sonra. "Kumayı ben istemiyorum, aşiret zorluyor... sen de biliyorsun." Gözlerimi yumdum sıkıca, hatta kulaklarımı bile kapamak istedim ama yapamadım. "Seni seviyorum! Bunun aksini nasıl düşünebilirsin ki? Ayrıca senden sıkıldığım falan da yok! Nereden çıkarıyorsun tüm bunları?"

Bir an kendimden şüphe ettim, acaba bu yaşananları kendi kafamdan mı uyduruyorum diye. Çünkü konuşmaları ve söyledikleri, sanki tüm bunlar hiç olmamış da normal sebeplerden beni teselli etmek için kullanıyor gibiydi. Sadece ben miydim bu durumu normal karşılamayan? Yoksa onlarda mıydı sorun?

Gözlerimi açtım yavaşça. Ferze Xanımın söyledikleri aklıma geldi, daha çok ağladım. Uzanıp gözyaşlarımı silecekken geri çektim yüzümü. Dokunmasını istemiyordum. Sebebi olduğu gözyaşlarımı silmesindi.

"Baba olmak mı istiyorsun?" Sesim içime kaçmış gibi konuşsam da duymuştu sorumu. Hıçkırıklarım her an nefesimi kesecek gibi hissettirse de ondan gelecek cevabı bekledim. Kalbim acıyla kasıldı sanki. Sorduğum sorudan dolayı pişman olsam da sormak zorundaydım, bilmeliydim cevabını.

Aslında sorduğum sorunun altında birden fazla cümle yatıyordu, o da bunu anlamıştı ki bu yüzden gözyaşlarımı silmesine izin vermediğim eli havada öylece kalmıştı. Ona bir seçim hakkı sunmuştum; Bir yandan ona benimle fakat, asla baba olamayacağı bir hayat sunarken, diğer yandan kumayı ve baba olabileceği bir hayat sunuyordum. Birini seçmeliydi. Ya ben, ya da baba olmak.

Yutkundu yavaşça. "Hawar..." dedi ama devamını getiremedi. Havada kalan elini indirip diğer, ellerimin üzerinde olan elinin üzerine koydu.

"Bana bir cevap ver. Tek bir cevap..?"

Yüzüme öylece baktı. En son gözlerimde durdu gözleri.

"Baba olmak istiyor musun?" Dedim sorumu tekrar ederken. Benim için önemli olan o soruya cevap vermesi için, acımı gözlerime yansıtmamaya çabaladım.

Kafasını salladı, olumlu anlamda. Hafif kısık çıkan sesiyle söyledi sözlerini. "Evet, baba olmak istiyorum."

Başımı önüme eğdim. Kendimi neden yenilmiş gibi hissediyordum? Neden kalbimi elleri arasına almışta sıkıyormuş gibi hissediyordum? Neden baba olmak istemesine bu kadar kızıyordum? Neden anne olamıyordum?! Hakkıydı aslında, kim olsa onun gibi düşünürdü...

Avuçlarına hapsettiği ellerimi yavaşça çektim ellerinden. Gözlerine bakmadım. Ellerimin tersiyle gözyaşlarımı sildim, ama tekrar aktılar. Tekrar sildim tekrar aktılar. Buna bile sinir oldum. Dilimle, kuruyan dudaklarımı ıstattım. "Peki." Dedim çok normal karşılıyor gibi. Başka bir kadının çocuğuna babalık yapmayacakmış gibi...

Sıkıntılı bir nefes verip alnını ovuşturdu. Az da olsa kendimi sakinleştirdiğimde ayağa kalktı. Yüz ifadesini bilmiyordum, ama tahmin edebiliyordum. "Biraz sakinleş, sonra konuşalım." Konuşulacak bir şeyin olmadığı gibi daha sonra da konuşacağımızı hiç sanmıyordum. Hiçbir şey söylemedim. Ben başımı kaldırmadım ama o bana bakmaya devam etti.

Aklıma son bir şey geldi, ama ona söyleyip söylememekte kararsızdım. Son konuşmamız olabilirdi bu. Bir daha bu fırsat elime geçemeyebilirdi ama bu düşünceden de kurtulamıyordum. Ya kabul ederse? Ya tamam derse? O zaman ne olacaktı? Bir yanım dene derken, diğer yanım adeta çığlık atarak hayır diyordu. Serhat kapıya kadar yürüdüğünü fark ettiğim anda, hızla ayağa kalkıp hızlıca, "Gidelim..?" Dedim. Onun bana sunması gereken teklifi ben ona sunuyordum, ama bu son şansımdı. Şimdi bile hala umut varken, tek bir sözüyle tüm umutları kaybedebilirdim. Ben gururumu çiğneyip ona bu cümleyi kurmuştum, ona son şansı her şey geç olmadan sunmuştum. Gelecekte 'keşke' dememek için gururumu yok saymıştım, evet. Belki evliliğimizi kurtarabiliriz diye.

"Ne? Anlayamadım?" Dedi. Yüzüne baktım. Anlamıştı, fakat doğruluğunu sorguluyor, söylediğim şeyi kabul etmek istemiyor gibiydi.

"Buralardan gidelim, kaçalım. Yurt dışına gideriz ya da şehir dışına, töreden uzak, buralardan uzak yerlere gideriz kimse bizi bulamasın diye, olmaz mı?" Gözlerimi yummak istiyordum, olumsuz cevaplara karşı ama yapmadım.

Bir süre öylece yüzüme baktı, kaşları bir çatılıp bir havalanıyordu. "Sen... Sen ne dediğinin farkında mısın Hawar? Nasıl böyle bir sey söylersin?!" Kızıyor muydu, şaşırıyor muydu anlayamıyordum.

Bu sefer kaşlarını çatan taraf ben olmuştum. Kabul etmeyecek miydi? "Evet." Dedim burnumu çekerek. "Ne dediğimin farkındayım... Ve sana ilk ve son kez bir seçenek sunuyorum. Ya benimle, gidersin buralardan... Ya da kumayı alıp, çocuk sahibi olursun. Ama şunu bi ki eğer kuma bu eve ayak basarsa ben hayatında hiçbir şekilde olmayacağım." Stres, korku, heyecan, panik, merak ve daha bir çok adını bilmediğim duyguyu aynı anda yaşıyordum. Ne hissettiğimi bile tam olarak bilmiyordum. Kendimi kontrol edemiyordum sanki. Hareketlerim ve sözlerim benden bağımsızdı. Gözlerimden hâla yaşlar akıyordu fakat bir bir.

"Öyle bir şey olmayacak! Bu düşünceyi aklından çıkar Hawar! Biz bu hayata mahkumuz!" Dedi hafif bağırarak. Sinirlenmişti ve kızıyordu.

Omuzlarım çöktü yenilgiyle, kabullenişle. Gözlerimden süzülen yaşlar da hızlanmıştı, evet.

Ne ara onun yanına kadar yürüdüğümü bilmiyordum ama iki elimle koluna sımsıkı tutundum, beni bırakmasını istemiyormuşum gibi. Ben bugün ilk ve son kez evliliğimiz için, onu sevmiş olmamın hatrı için, bunca geçirdiğimiz zaman için gururumu ayaklar altına almıştım. Gururumu çiğneyerek ona yalvaracaktım, evet!

Göz yaşlarım öncekinden bile hızlı süzülüyordu yanaklarımdan.

Son yalvarışlarımdı bu, biliyordum.

"Daha iyi doktorlara gideriz, daha iyi hastahanelere, belki o zaman çocuğumuz olur?" Belki de kalan son umut kırıntılarımla sormuştum sorumu. Serhat'ın gözlerine umutla baktığımın bile sonradan farkina varsam da biliyordum ki faydası yoktu. Olmayacaktı da. En çaresiz anlarımdan biriydi sanki bu...

Sıkıntılı bir nefes verdi Serhat... "Sende biliyorsun Hawar... neredeyse her yolu denedik..! olmuyor işte, olmuyor!" Son sözlerinin ardından kapıyı çarparak çıktı odadan. Yüzüme utançtan dolayı olsa gerek bakamıyordu bile. Ama kumayı kabul ediyordu! Ona ilk ve son kez sunduğum seçeneği yok sayıp reddetmişti. Boyun ediyordu ve benim de boyunegmemi istiyordu bu duruma!

Gözlerimden akan yaşlarla beraber olduğum yere çökerek hıçkırarak ağladım. Ne günahım vardı ki benim? Üzerime kuma getirilecekti. Ve buna benden başka karşı çıkan kimse yoktu...

Serhat'ın çarparak çıktığı kapıya bakarken dengemi kaybeder gibi arkaya sendeledim ve sırtım duvarla buluştu. Bedenim yığılırcasına düştü yere, ellerimi yere bastırarak ağlamaya başladım. Sesimin kime gideceğini, kimlerin duyabileceğini umursamadan hıçkırarak, bağıra çağıra ağladım. Ellerim bir kaç kez saçlarımı çekiştirdi, tırnaklarım yüzümü çizdi, ellerimi yerlere vurdum ama en acı gelen ise bunların hiçbir şeyi değiştirmeyecek olmasıydı. En ağırı da buydu ya...

Dakiklaraca, belki de saatlerce öylece oturduğum yerde çırpındım, ağladım bilmiyordum. Tek bildiğim daha fazla bu evde kalmayacağımdı.

Artık gözlerimden yaş akmıyordu. Hıçkırıyordum ama yaş akmıyordu. Çaresizliğin, ve tükenmişliğin kanıtı değil miydi bu?

Başım öyle bir ağrıyordu ki duvarlara vurasım geliyordu. Gözlerimin için yanıyordu adeta. Yerlere vurmaktan ağrıyan ellerimi yere bastırıp ayağa kalkmaya çalıştım, ama yapamadım. Bir kaç deneyimin sonunda kalksam da sendeledim ama gözümün değdiği o yere ulaşmaya kararlıydım.

Az önce sırtımı dayadığım duvara tutunarak yürüdüm yatağın köşesindeki komidine doğru. Başım dönse de oraya ulaşmayı başarınca hemen yatağa oturup elime telefonumu aldım.

Parmaklarım, telefon rehberine girip abimi bulurken gözlerimden ara ara yaş damlıyordu hâla. Eğer olumsuz cevap gelirse ne yapacaktım? Bu evde, bu insanlarla daha fazla kalmaktansa ölmeyi yeğlerdim.

Abimi bulup aradım hemen. Telefonu kulağıma dayarken neden bilmiyorum ama yine hüngür hüngür ağlamaya başladım.

Telefon birkaç çalıştan sonra açıldı ve kulağıma, hışırtı sesleri doldu.

"Bedewiya min..? (Güzelim)" Dedi abim. Sesini duyunca ağlama isteğim tekrar arttı, yine hıçkırarak ağladım, ama abime ses etmedim. Konuşamıyordum çünkü...

Ben ses vermeyince abim tekrar konuştu, "Ne oldu güzelim? Niye ağlıyorsun söyle bana?" Sesi telaşlı, ve korkulu geliyordu. "Hawar? İyi misin?"

Burnumu çektim seslice. Onu telaşlandırmak istemiyordum ama ağlamamı da durduramıyordum. Zorlada olsa kendimi toparlayarak, "Abi..." dedim.

"Söyle güzelim, ne oldu?" Telaşı ben konuşmadıkça artıyordu, bunu sesinden anlayabiliyordum.

Zorlukla kelimeleri telafuz ederken söyledim ortalığı birbirine katacak olan cümleyi. "Ben... Ben Serhat'tan boşanmak istiyorum."

***************************

Hawarımm♡♡


Serhat.

Uheyy sonunda bitti, ama bende bittim. Parmaklarım iflas ediyor:(

Her neyse. Bölüm nasıldıı?

Sizce neler olacak nelerr?

Hawar'ı artık daha iyi tanıdığınızı düşünüyorum, Hawar hakkında ki düşünceleriniz?

Ferze ve Serhat hakkındaki düşünceleriniz?

Vee bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?

Oy vermeyi ve bol yorum yapmayı unutmayalım lütfen:) Kendinize iyi bakınn gelecek bölümde görüşmek üzeree sizleri seviyorum ve destek olan herkese çok çok teşekkür ediyorumm❤️❤️❤️

●Böyle kitaplar hakkında edit yapabilecek olanlar benimle iletişime geçebilir mi lütfenn???

📍Uyarı!: Öncelikle bu yazdığım bölümü ve ya bölümleri daha önce okumadığım için bu şekilde yazıyorum. Bu platformda yazılan tüm kitapları okuyamam bu imkansız. Bu yüzden kendi kurgumu yazıyorum, ve istemeden de olsa benzer yazmış olabilirmiyim bilmiyorum ama eğer benzer bir alıntı ve ya büyük bir olay okursanız lütfen bunu bana söyleyerek belirtin. Zira o küçük olaylar bile büyüyüp büyük sorunlar oluşturuyor. Bu yüzden lütfen öyle bir olay olacağını sanmasam da, öyle bir şey olursa bana bu durumu belirtin. Okuduğunuz için teşekkür..📌

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 106K 71
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...
5.4K 649 11
"Ve sen gittin, ve dağ çöktü" İlk yayım 11 A r a l ı k 2021 Bitiş 14 A r a l ı k 2021 Sağ ayağınla, bu dünyayı ürkütmeden içeri gir. Zehra uyuyor, İh...
21.4K 1.8K 20
Şu toprağın altında benim cennetim yatarken Ecmel, söylesene ben nasıl nefes alırım, yokluğunda cehenneme dönen bu yeryüzünde? Senin bedeninin alamad...
7.9K 93 8
HIC BIR KIZ MAL DEGILDIR HIC BIR INSANA KIZA COCUGA MAL GIBI DEGER VERILMEYI BUTUN DUNYA BIR OLARAK ASA BILMEYI UMUYORUM . HER GECEN GUN KIZLARI MAL...