Midnight Sessions | Taekook

By suicidalones

27.9K 4.1K 2.8K

Son zamanların en popüler oyuncularından biri olan Kim Taehyung, sette istemsizce sebep olduğu bazı sorunlar... More

✣ Ⅰ ✣
✣ ⅠⅠ ✣
✣ ⅠⅠⅠ ✣
✣ Ⅳ ✣
✣ Ⅴ ✣
✣ Ⅶ ✣
✣ Ⅷ ✣
✣ Ⅸ ✣
✣ Ⅹ ✣
✣ ⅩⅠ ✣
✣ ⅩⅠⅠ ✣
✣ ⅩⅠⅠⅠ ✣
✣ ⅩⅣ ✣
✣ ⅩⅤ ✣
✣ ⅩⅤⅠ ✣
✣ ⅩⅦ ✣
✣ⅩⅧ✣
✣ⅩⅨ✣
✣ⅩⅩ✣
✣ ⅩⅪ ✣
✣ⅩⅪⅠ✣

✣ Ⅵ ✣

1.2K 202 165
By suicidalones

TW// istismar bahsi!!

Ertesi sabah Jowoon tarafından uyandırıldım.

"Bay Kim, üzerinizi bile değiştirmeden yatmışsınız." derken odamın perdelerini açtı. "Uyanın hadi."

Tek gözümü aralayıp ona baktım. Gece boyunca ilginç bir şekilde hiç rüya -daha doğrusu kabus- görmemiştim. Alkol beni bir bebek gibi uyutmuştu.

"Saat kaç?" Yüzüm yastığa gömülü olduğu için sesim boğuk çıktı.

"Yedi buçuk. Sanırım eve geç döndünüz. Ben uyumuşum."

"Uyuduğunu biliyorum." Yatakta doğruldum, iyice gerindim. "Seni aradım ama açmadın."

"Telefonumun sesi açıktı aslında ama derin uyumuşum sanırım. Kusuruma bakmayın. Bir sorun mu çıktı?"

Başımı iki yana salladım. "Hayır, hallettim. Önemli değil."

Önceki akşam yaşanılanlardan kimseye bahsetmeyecektim.

"Tamamdır, o zaman hazırlanıp aşağı inin. Bugünü bir konuşalım."

Onu başımla onaylarken odadan çıkışını izledim. Elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdikten sonra ben de arkasından aşağı indim. Sunhwa teyze yoktu.

"Sunhwa teyze bugün gelemeyecekmiş," dedi Jowoon, önüme bir bardak kahve bırakırken. "Torunu hastalanmış. Beni aradı sabah. Özür diledi sizden de."

"Önemli değil." dedim. "Bir şeye ihtiyacı olursa lütfen yardımcı ol."

"Tabii ki. Size kahvaltı hazırlamamı ister misiniz?"

Aslında açlıktan ölüyordum ama iştahım hâlâ çok kapalıydı. "Hayır. Spora gideceğim zaten."

"Dün akşam yediniz mi? Evden çıkmadan önce de yemek yememiştiniz."

"Dışarıda yedim, evet." dedim. "Ee, nedir bugünkü planım?"

"Çok ekstra bir şey yok aslında." dedi. "Spordan sonra Bay Kwon sizinle görüşmek istiyor. Oradan sete gideceğiz. Akşam boşsunuz."

Minjun'un adını duyunca midem kasıldı. Avucumun içerisindeki kupayı sıktım. "Dün... yaşanılanlardan ötürü mü?"

"Muhtemelen evet." dedi. "Yüz yüze görüşmek istediğini söyledi."

"Anladım."

"Endişelenmeyin, Bay Kim." dedi. "Hasta hissettiğinizi söylersiniz."

"Bana asla inanmaz."

"Bu onun sorunu." Kahvesinden bir yudum aldı. "Akşamınız için, yazmamı istediğiniz bir şey var mı? Planı doldurabilirsiniz."

"Hayır." Doğrudan reddettim. "Eve gelip dinleneceğim."

"Nasıl isterseniz."

"Ben erkenden çıkayım o zaman," dedim. "Bugün yoga yapacaktım. İyi olur."

"Tabii." dedi. "Görüşmek üzere."

"Görüşürüz." Henüz oturduğum sandalyeden kalkıp tekrar odama çıktım, spor çantamı hazırlayıp evden ayrıldım.

⸺⸺⸺⸺⸺⸺⸺

Minjun'un odasının önünde beklerken kalbim kulaklarımda, boynumda, karnımda, vücudumun her yerinde atıyordu.

Derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım. Anında, "Gir." diye yanıtladı beni.

Kapıyı açıp başımı içeri uzattım. "Benimle görüşmek istemişsiniz, Bay Kwon."

Minjun'un odası tüm Seul'ü görüyordu. Masasının arkası boydan boya camdı ve deri koltuğunda otururken gözüme olduğundan bile daha güçlü göründü.

"Gel, Taehyung." Ayağa kalktı. "Ben de seni bekliyordum."

İçeri girip kapıyı arkamdan kapattım. Ben ona doğru ilerlerken o da bana doğru birkaç adım atıp elini uzattı. Uzattığı eli sıktım. "Nasılsın?"

"İyiyim," Yutkundum. "Siz nasılsınız?"

"İyiyim. Otursana," Eliyle masasının önündeki iki sandalyeden birini işaret ettiğinde başımla onayladım. Sandalyelerden birine oturdum, Minjun da kendi koltuğuna geçti.

"İçecek bir şey ister misin?"

"Teşekkürler." diyerek nazikçe reddettim. Su bile içsem kusacakmış gibi hissediyordum.

"Bembeyazsın, Taehyung. İyi misin gerçekten?"

Elim istemsizce yüzüme gitti. "Biraz halsizim, hepsi bu."

"Dünle bir ilgisi var mı?" diye sordu.

"Evet, sanırım... hastayım."

"Sanırım mı?" Kaşları anlamlandırmaya çalışırken çatıldı.

"Yani doktor... Kesin bir tanı koymadı. Grip gibi bir şey değil. Midemi bozmuşum, dün de ondan ötürü-..."

"Taehyung, emin misin?" diye tekrarladı, kelimelerin üzerine bastırarak.

"Bay Kwon-..."

"Doktor Jeon beni aradı. Bir süre sete gelmesi gerektiğini söyledi. Gerçekten hastalıktan olduğuna mı inanmamı istiyorsun?"

"Ne duymak istiyorsunuz bilmiyorum." dedim. "Gerçekten midem bulandığı için-..."

Yine konuşmama izin vermedi.

"Gerçekleri söylemeni istiyorum Taehyung. Beni aptal yerine koymamanı mesela. Sana sebebini söyle demiyorum ama yapamayacaksan bilmem gerek. Çekimi yapamadığımız her gün ben para kaybediyorum çünkü."

Gerçekten o anda ona bu sahneyi çekmek istemediğimi söyleyebilir miydim? Filmin sevişme sahneleri olmadan çekilmeye devam edilmeyeceğinden adım gibi emindim. Beni konuşturmak için yapıyordu.

"Yapamıyorum dersem ne olur?" diye sordum birden. Sorumu beklemediği belliydi, şaşırdı.

"Büyük bir sorun olur."

"Yani böyle bir hakkım yok."

Derin bir nefes aldı.

"Taehyung, eşcinsel misin?" Bu kez şaşıran bendim. Gözle görülür bir şekilde irkildim.

"Ne?" dedim. "O da nereden çıktı?"

"Sara gibi bir kadınla sevişme sahnesi çekememeni başka türlü açıklayamıyorum."

"Saçmalıyorsunuz." diye çıkıştım. "Öyle bir durum olsa bile, ki yok, ben bir oyuncuyum. Karakterim neyse ben de ona dönüşürüm."

"O zaman sorun ne?" Sesi bıkkın geliyordu. "Sara mı?"

"O da değil. Beni anlamıyorsunuz." Ayaklandım. "Ve sizinle bunun nedenini konuşmayacağım. Zaten bir doktorla görüşüyorum, sayenizde."

"Doktor Jeon'u benimsemiş olman güzel ama bir gelişim göremediğim taktirde bir anlamı yok." dedi.

"İki üç seansta ne görmek istiyorsunuz Tanrı aşkına?" Cidden öfkelenmiştim ve bunu bastıramıyordum. "Bana biraz zaman verin, bunu da benim mi söylemem gerek illa? Kim olsa biraz ara vermeyi düşünür. Bir sebebi var ki yapamıyorum, değil mi?"

Bir anlığına oda sessizleşti, sesimin ne kadar yükseldiğini o an anladım.

Özür dilemek için dudaklarımı araladığım esnada Minjun konuştu:

"Planın günlerce, hatta haftalarca gerisindeyiz." dedi, sesi beklediğim gibi sinir dolu değildi. "İstesem de sana izin veremem. Bu projede yalnızca sen çalışmıyorsun. Onlarca kişinin hakkıyla oynamak olur bu."

Söylemediğim her şeyi 'kibarca' ağzıma geri tıktı. Haklıydı. Fiziksel olarak sakatlanan oyuncular bile -çok büyük bir sorun değilse eğer- birkaç gün sonra çalışmaya dönüyordu. Psikolojik bir sebepten ötürü iki haftadır herkesi uğraştırıyordum. Böyle ani parlamak beni iyice haksız duruma düşürmüştü.

"Kendimi toparlayacağım." dedim. "Üzgünüm."

Başını iki yana salladı. "Bilmiyorum, Taehyung. Her ne yaşıyorsan üzgünüm ama en hızlı şekilde aşman gerek."

Yanağımın içini ısırdım. "Deniyorum."

"Elbette," dedi, geçiştirircesine. Normalde olduğundan daha soğuktu. "Çıkabilirsin."

Zaten ayakta olduğum için başka bir şey söylemesine gerek kalmadı. Tek kelime edemeden odadan çıktım.

Bana bağırıp benimle kavga etseydi daha az kötü hissederdim muhtemelen. Bana tam bir hayal kırıklığıymışım gibi -ki öyleydim- davranmıştı. Hayatta en nefret ettiğim şeylerden biriydi bu.

"Kafamı sikeyim," diye mırıldandım kendi kendime. "Beceriksiz herifin tekisin, Taehyung."

Çalışanların hiçbiriyle karşılaşmamak için hızlıca asansöre bindim. Araba otoparkta beni bekliyordu, doğrudan sete gidecek, ne kadar tetiklenirsem tetikleneyim bu işi tek seferde bitirecektim. Yeterdi artık.

Arabaya bindim. Arabadaki herkes -Jae de, Jowoon da, şoför de- suratımdan bir şeylerin yolunda gitmediğini anladı. Yol boyunca kimse benimle konuşmadı.

Sete geldiğimizde kimseyle selamlaşmadan doğrudan odama geçtim, kapıyı da kilitledim. Doktor Jeon'un gelip gelmediğinden haberim bile yoktu, ta ki cebimdeki telefon titreyene dek.

Bay Kim, iyi misiniz? Kimsenin yüzüne bakmadan rüzgar gibi geçtiniz.

Doktorun mesajına birkaç saniye baktım. Koltukta oturuyor, bir dizimi istemsizce sallayıp duruyordum.

İyiyim.

Çok sinirliydim ve bunun kendime karşı olduğunu biliyor olmama rağmen etrafımdaki insanlara patlamaktan kendimi alıkoyamıyordum.

Telefon tekrar titredi, dizimi sallamanın yanına bir de tırnaklarımı yemek eklenmişti. İnanılmaz gergindim.

Konuşmak ister misiniz? Odanızın önündeyim. İstemiyorsanız giderim.

İstesem de istemesem de sette birkaç saat geçireceğini ve beni izleyeceğini biliyordum, belki de önden konuşmak iyi gelirdi.

Düşünmeden ayağa kalktım, kilitlediğim kapıyı açtım.

Doktor tam karşımdaydı. Üzerinde siyah boğazlı bir kazak, kumaş bir pantolon ve deri bir kemer vardı. Elleri pantolonun cebindeydi.

"Sorun nedir?" diye sordu direkt, yüzüme bakar bakmaz. Kenara çekilip içeri geçmesi için ona yol verdim.

O içeri geçince kapıyı kapattım, kimse girmesin diye yeniden kilitledim. Doktor, odanın ortasında dikiliyordu.

"Otursanıza," dedim, koltuğu işaret ederken. Sesimin sert çıkmaması için elimden geleni yapsam da pek işe yarıyor gibi görünmüyordu.

Dediğimi yapıp koltuğa oturdu, dirseklerini dizlerine yasladı. Ben de koltuğun kolçağına oturdum. Ondan yukarıda kaldığım için başını kaldırıp bana baktı.

Bir iç çektim. "Minjun-... Yani, Bay Kwon'la tartıştık, denilebilir."

"Çekim meselesi yüzünden mi?"

Başımla onayladım.

"Ona ne söylediniz?" diye sordum. "Dün için hasta olduğumu söylesem de inanmadı."

"İnanmaması normal. Spesifik bir açıklama yapmadım ama sizinle sette olmam gerektiğini söylemem bile bir problem olduğunu düşünmesine yeter."

Stresle dudağımı ısırdım. Kucağımdaki ellerim gözle görünür bir şekilde titriyordu, bakışları ellerime kaydı.

"Bay Kim, yapamayacak gibiyseniz kendinizi zorlamayın."

"Böyle bir şansım yok."

"Elbette var." dedi. "Bay Kwon durumun ciddiyetini öğrenirse-..."

"Asla olmaz." dedim. "Siz de söylemeyeceksiniz. Sakın."

"Kendinize ne kadar zarar verdiğinizin farkında değilsiniz." Çenesini ovdu. "Muhtemelen çekimde yine atak geçireceksiniz, Bay Kim."

"Böyle söylerseniz elbette geçiririm!" dedim. "Destek olacağınıza beni iyice strese sokuyorsunuz."

"Sizi olası bir felaketten korumaya çalışıyorum." Tane tane, bastıra bastıra konuştu. "Bu krizin ne kadar ciddileşebileceğinin veya neye yol açabileceğinin farkında olmadığınız için bu kadar kesin fikirlisiniz."

Gözlerimi kapattım. "Tanrım, Doktor." diye neredeyse inledim. "Söylediğiniz her şey bir öncekinden kötü. Bana hiç yardımcı olmuyorsunuz."

"Sözümü dinlerseniz sizin için ne kadar doğru bir şey istediğimi göreceksiniz." dedi. "Bu travmanızı çözmeden ilerleyemezsiniz."

"İlerlerim." dedim. "Hep öyle yaptım. Yokmuş gibi davranabilirim."

"Kendinizi kandırıyorsunuz sadece. Ertelemek sorunu yalnızca kaçınılması daha zor bir hale getiriyor, göremiyor musunuz bunu?" Gözlerimi açtım, doğrudan yüzüme bakıyordu. "En son ne zaman yemek yediniz, Bay Kim?"

Sorusunu cevaplamadım. Otuz saati geçmiş olmalıydı.

"Düşündüğünüz kadar zayıf değilim," dedim. "Bugün bu sahneyi çekeceğim. Zorundayım."

"Hiçbir zorunluluğunuz yok. Hâlâ Bay Kwon'la konuşmak için vaktiniz var." İnatçılığımdan biraz olsun etkilenmedi. "Kolaya kaçmak işinize geliyor yalnızca, hepsi bu."

"Kolaya kaçmak mı?" Güldüm, sesim yükseldi. "Siz buna kolaya kaçmak mı diyorsunuz cidden? Benim için ne kadar zor olduğu hakkında en ufak bir fikriniz bile yok!"

"İnanın var." dedi. "Ama travmanızla yüzleşmenin ne kadar zor olduğu hakkınızda da bir fikrim var. İkisi içerisinden kaçmak en kolayı sizin için. Siz de biliyorsunuz bunu. Yıllardır yaptığınız şey bu, değil mi?"

"Beni suçlayarak konuşamazsınız." dedim, sertçe. "Neler yaşadığımı bilmiyorsunuz."

"Tam da bu yüzden size yardımcı olmaya çalışıyorum ve sizi suçlamıyorum." diye yanıtladı, benimkinin aksine oldukça sakin bir tonla. "Beni reddeden sizsiniz. Ben de size gördüğümü söylüyorum."

Cevap vereceğim sırada kapı tıklatıldı.

"Bay Kim, hazır mısınız? Makyaja geçmeniz gerek."

Doktor ayağa kalktı, önümde dikildi birkaç saniye. "İyi düşünün, Bay Kim." dedi. "Kararınızı değiştirdiğiniz an sizi buradan seve seve çıkartırım."

Yüzüne baktım.

Öyle bir şey yapmayacaktım.

"Çıksanız iyi olur." dedim. "Giyineceğim."

Başka bir şey söylemeden arkasını döndü, odadan çıktı. Ben de giyindim. Çamaşırı unutmadan, elbette.

Aynada kendime baktım. Gözaltlarım mordu, yüzüm de çökük görünüyordu. Makyajla halletmeleri gerekecekti.

Gömleğin düğmelerini tamamen ilikledikten sonra -ellerim titrediği için normalden daha uzun sürdü bu- derin bir nefes aldım ve odadan çıktım.

Herkes normal görünüyordu. Sara arkasında adının yazdığı sandalyede oturuyor, makyajını yaptırıyordu. Doktor ise yönetmenin yanındaydı. Bana baktığını hissetsem de ona bakmadım, Sara'nın yanındaki sandalyeye oturdum.

Makyözlerden biri hemen başıma geçti, Sara gözleri kapalı olmasına rağmen, "Selam." dedi. "Daha iyi misin?"

Boğazımı temizledim. "İyiyim. Bir şeyim yok."

"Dün pek öyle durmuyordu." dedi. "Üzerime kusacaksın diye çok korktum. Umarım hasta değilsindir, bulaşsın istemiyorum."

"Değilim, Sara." dedim. "Ufak bir mide sorunuydu. Geçti gitti."

"İyi o zaman." Konuşmayı kısa tutması benim için iyiydi. Ben de gözlerimi kapatıp arkama yaslandım. Bir kişi makyajımı yaparken bir başkası da saçlarımı düzeltmeye başladı.

Makyajlarımız bitince aynı anda sandalyelerimizden kalktık. Yatak odasını görmek bile midemi bulandırıyordu. Ağzıma bir naneli şeker attım.

Onlarca insanın içinden keskin bakışlarını tamamen hissettiğim tek kişi doktordu. Her adımımı takip ediyor, beni izliyordu. Bunun farkındaydım ama herkes aynını yapmıyor muydu sanki? Neden bir tek onunkileri hissediyordum?

Sette görebileceğimi düşündüğüm son insan olduğundandı herhalde.

"Evet, Taehyung!" Bay Hwang beni görünce el çırptı. "Nasılsın bakalım?"

"İyiyim." Bugün biri daha nasıl olduğumu sorarsa delirecektim.

"Güzel, hazır mısın?"

"Evet." Onun hemen yanındaki doktora inatla bakmıyordum.

Bay Hwang megafonunu eline aldı. "Herkes yerine!"

Yatak odasının olduğu kısma geçtim. Önümde bir sürü insan vardı, doktor geride kalıyordu. Bu iyiydi.

"Sorun yok," diye fısıldadım kendi kendime. "Sorun yok."

"Ne?" Hemen yanımdaki Sara bana döndü. "Bir şey mi dedin?"

"Hayır."

Etraf birden tamamen sessizleşti. Ellerim terlemeye, kalbim çarpmaya başlamıştı. Sorun artık sadece çekeceğimiz sahne de değildi. Doktorun ve Minjun'un sözleri kafamda yankılanıyordu. Bunu yapmak zorundaydım. Bu son şansımdı.

"Üç, iki, bir... Kayıt!"

Derin bir nefes alıp sırtımı Sara'ya döndüm, yüzüme rahat bir ifade yerleştirdim.

Sara'nın topuklu ayakkabılarının sesi. Evet, her adımı biliyordum. Bana yaklaştığını, birkaç saniye sonra olacakları.

Omzuma yerleştirdiği, oradan da ceketim boyunca inip sırtımı okşayan, hemen ardından beni kendine çeviren eli.

Benimkine yaklaşan yüzü.

Sırtım settekilere dönüktü. Yalnızca Sara'yı ve arkasındaki aynalı makyaj masasını görüyordum.

Dudaklarımızı birleştirdi, öpüşüne karşılık verirken geriye doğru bir adım attım. Beni yatağa itti. Sırt üstü düştüm.

Dirseklerimin üzerinde yükselirken yarım bir şekilde gülümsedim. Doktorun gülümsemesine benzer bir ifadeydi, onu taklit ettim.

"Beni bunun için mi buraya getirdin? Hani arkamı dönersem beni öldürürdün?" diye sordum.

Cevaplamadı. İçimde yavaş yavaş yükselmeye başlayan o dalgayı tanıyordum.

Odaklanmalıydım.

Eğildi, ağır hareketlerle üzerime tırmanıp kucağıma oturdu. Ceketi omuzlarımdan sıyırdı. Göz temasını kesmemeye çalışıyordum. Bir an bile dikkatim dağılmamalıydı.

Dudaklarımızı tekrardan birleştirdi. Midem kasılıyor, başım dönüyordu. Gözlerimi kapattım, öpücüğü derinleştirmesine izin verdim. Dili dudaklarımın arasından süzüldü. Titreyen ellerimle sırtını, karnını okşadım. Ensemde olmayan eliyle ellerimden birini tutup göğsüne götürdü. Hafifçe sıkmamı sağladı, öğürmemek için direndim.

Böyle devam et, Taehyung. Çok iyisin, Tanrım, bu iş için yaratılmışsın sanki.

Nefesim daralıyordu. Yüzümü geri çekmek istedim, boğulacak gibi hissediyordum ama Sara izin vermedi. Ensemdeki tutuşu sertleşti. Aceleci bir tavırla kravatımı açmaya çalışıyordu bir yandan da.

İnledim, tamamen rahatsızlıktandı. Çekilmek, durmak istiyordum ama Sara bunu devam sinyali olarak algıladı. Hafifçe geri çekilip sözde titreyen elleriyle gömleğimin düğmelerini açmaya çalıştı.

Nefes nefeseydik, bakışlarım bir anlığına doktorun olduğu bölgeye kaydı. Ellerini göğsünde birleştirmiş, çatık kaşlarla bizi izliyordu.

Kendimi toparlamaya çalıştım, yemek borumdan yükselen o korkunç sıvıyı yuttum. Sara'ya yardım ettim. Gömleğin düğmelerini -kaçıncı kez bilmiyordum- kopartarak açtım.

Göğsüm inanılmaz bir hızla kalkıp iniyordu. Heyecanla bir ilgisi yoktu. Nefes alamıyordum.

Umurumda değildi, bugün bitirecektim bu işi.

Gömleği kollarımdan sıyırdıktan sonra Sara beni hızlıca tekrar öptü. Göğsümü, karnımı okşuyor, bir yandan da beni sütyeninin kopçasına yönlendiriyordu.

Kopçayı açmaya çalıştım, ellerim titriyor olmasına rağmen beklediğimden çabuk açtım.

Sara hızlı, keskin hareketlerde bulunuyordu. Onun da bir an önce bitmesini istediğinin farkındaydım.

Daha önce hiç sütyenini çıkarttığım aşamaya gelememiştik. Sütyenin askıları omuzlarından kaydı, öpüştüğümüz için gözlerim kapalı olsa da ne yapmam gerektiğini biliyordum.

Cidden nefes alamıyordum. Bir anlığına öğürecek gibi oldum, hemen durumu bastırdım. Kendimi sıktığım için gözlerime yaşlar oturdu.

Bu yüzden yüzlerimizi ayırdım, bu durumu daha da tuhaflaştırdı. Gözlerine bakarken göğüslerine dokunamazdım. Hele ki ağlayacak, kusacak, bayılacak, boğulacak gibi hissediyorken.

Karnındaki elimi yavaşça yukarı çıkardım. Başım iyice dönmeye başladı, Sara'nın yüzünü bile çift görüyordum.

Hareketlerim, çevrem, her şey bir anda ağır çekime alındı sanki. Elimi hareket ettiremiyor, bakışlarımı Sara'nın yüzünden ayıramıyordum. Ruhum bedenimden çekiliyordu sanki.

Yalnızca bir maraton koşusuna çıkmışçasına atan kalbimi ve aynı oranda hızlanan nefes seslerimi duyabiliyordum. Güm, güm, güm...

"Taehyung?"

Sara'nın sesi kilometrelerce uzaktan geliyordu sanki, defalarca kez yankılandı kulaklarımda. Birisi kafamı suyun altına sokmuş gibiydi.

Kafasını sete doğru çevirdiğini idrak edebildim. Bağırarak etraftakilere bir şeyler anlatıyordu, etrafımdaki gürültü de onun sesiyle beraber arttı ama söylenen hiçbir şeyi anlayamıyordum.

Dünya yavaşlamış gibiydi.

Gözlerimi kapattım. Açmak istiyordum, çevremde olanları algılayabilmek istiyordum ama yapamadım. Göz kapaklarım çok ağırdı.

Ne kadar süre geçti bilmiyorum, boynumda bir baskı hissettim. Ardından biri yanaklarımı avuçlarının arasına alıp sıkıştırdı.

"Taehyung, beni duyuyor musun?"

Bu doktorun sesiydi. Diğer seslerin aksine oldukça yakından ve keskin geliyordu.

"Taehyung!" Yanağımda hissettiğim tokatla birlikte yavaşça gözlerimi aralamaya çalıştım, biraz başardım da. Yüzü benimkinden birkaç santim uzakta olan doktoru görebildim en azından.

"Nefes al!" dedi, diğer sesleri bu kadar bastırabilmesi yakınımda olmasından mı, yoksa bağırmasından mı bilmiyordum. "Nefes al, Taehyung!"

Gözlerim yeniden kapandı. Elini başımın altına yerleştirip beni doğrulttu, beni koltuk altlarımdan tutarak kaldırdı, sırtımı yatak başlığına dayadı.

Denemeye çalıştım. Ağzımı aralamak, bir şeyler söylemek istiyordum ama yapamadım.

Sesler gittikçe uzaklaştı, neredeyse hiçbir şey duyamamaya başladım.

Dünya saniyeler içerisinde ayaklarımın altından kaydı. Bilincim kapanmadan önce duyduğum son şey doktorun sesiydi:

"Ben burdayım, yanındayım." dedi.

Tek bir cümleydi.

⸺⸺⸺⸺⸺⸺⸺

Gözlerimi tanımadığım bir odada açtım.

Loş ışıklı bir odaydı. Yattığım yatağın yanındaki komodinin üzerindeki gece lambası açıktı, odada başka bir ışık kaynağı yoktu.

Neler olduğunu hatırlamaya çalıştım ve düşündüğüm kadar zor olmadı. Yaşananlar anında hafızama dolduğunda gözlerim irice açıldı, hızla yattığım yerden doğruldum.

Sara'yı itip kusmam en kötüsü falan değildi.

Bu, ondan bin kat daha beterdi.

Bu sefer herkes bende kesin bir sorun olduğunu anlamış olmalıydı. Tüm set.

Doktor Jeon.

Odayı inceledim. Yattığım yatak, komodin, çift kapılı beyaz bir dolap, yuvarlak bir halı ve büyük bir cam dışında odada hiçbir şey yoktu. Dışarıdan ışık da gelmiyordu, ev yüksekte olmalıydı.

Burası kimin eviydi?

Yataktan kalktım, kapalı kapıyı açtım. Kapının açıldığı koridor karanlıktı, birkaç adım ötemde bir merdiven vardı. Alt kattan gelen ışık merdivenleri aydınlatıyordu.

Merdivenden indim. Üzerimdekileri o sırada fark ettim. Siyah bir çift eşofman takımıydı ve benimdi. Emindim bundan.

"Bay Kim!" Jowoon merdivenlerin sonunda beni karşıladı. Sesi oldukça endişeliydi. "Uyanmışsınız, Tanrım... Şükürler olsun."

"Jowoon..." dedim, sesim çatladı. "Ben... çok üzgünüm."

Merdivenin sonunda öylece dikiliyorduk. Etrafıma bakma fırsatı bile edinememiştim.

"Konuşmayın bunları şimdi." dedi. "İyi misiniz?"

"Bilmiyorum." Sesim neredeyse çıkmıyordu. "Hiçbir şey bilmiyorum."

"Oturmak ister misiniz?" Geri çekildi. Merdivenlerin bir hole indiğini anlamış oldum böylece. Büyükçe bir holdü burası.

"Neredeyiz biz?"

"Doktor Jeon'un evi." Tahminlerimde haklıydım ve bu berbattı. "Sizinle o ilgilendi."

"Ben..." dedim. "Olay olduğunda, sette ne oldu?"

"Bunları konuşmadan önce oturalım." dedi. "Doktor Jeon mutfakta yiyecek bir şeyler hazırlıyor. Sizi önce benim görmemi istedi. Benimle daha rahat olursunuz diye."

Jowoon inanılmaz derecede hoşgörülü ve yumuşak davranıyordu. Kırılabilecek bir oyuncak bebekmişim gibi.

Yanıtlamadım. Jowoon beni holün sonundaki koridora yönlendirdi, oradan da salona geçtik.

Salon siyah, beyaz ve griden ibaretti ve bir duvarı boydan boya camdı. Benim evimden bile daha yüksekti burası.

Doktorun en iyi olduğu alanlardan birisi ilginç bir şekilde ışıklandırmaydı. Salonda tavandan sarkan bir ışık yoktu. Hepsi ya yerdeki ledlerden, ya da duvarlardaki apliklerden geliyordu. Göz yoracak hiçbir ışık yoktu, Seul zaten yeterince ışıl ışıldı ve bu manzarayı öne çıkartıyordu.

Jowoon çift kişilik koltuğa oturduğunda yavaşça yanına çöktüm. Henüz uyanamadığım bir kabusta gibi hissediyordum.

"Lütfen kendinize yüklenmeyin, Bay Kim." dedi. O benim yüzüme bakıyordu, bense dışarıdaki manzarayı izliyordum çünkü yüzüne bakmaya utanıyordum. "Kimse sizi suçlamıyor. Ciddi bir sorun olduğu ortada."

"Nasıl oldu?" diye sordum, konuyu olaya getirmek için. Çünkü beni ne kadar teselli ederse etsin bir anlamı yoktu, ölene dek kendimi suçlayacaktım. "Dışarıdan nasıl görünüyordu?"

"Bay Kim..."

"Öğrenmek istiyorum, Jowoon. Anlat."

"Başta... nefesleriniz çok hızlandı. Sonra eliniz Bayan Choi'nin karnında kaldı bir süre. Gözleriniz kapanmaya başladı. Hareket etmediniz."

Dudağımı sertçe ısırdım.

"Sonra birden nefes almamaya başladınız, yani, çok yavaş nefes alıyordunuz. Bayan Choi size seslendi, cevaplamadınız. Sonra bize dönüp, 'Taehyung bayılacak! Nefes almıyor!' diye bağırdı."

Jowoon duraksadı, belki de dün kendimi atmış olsaydım bu en doğru seçenek olurdu benim için.

"Doktor Jeon orada olmasa ne yapardık, bilmiyorum." dediğinde ona döndüm. Bakışlarımız kesişti.

Doktorun bana adımla seslendiğini hatırlıyordum. İlginç bir şekilde son cümlesi de oldukça netti ve düşünmek bile midemde tuhaf bir yanma oluşturuyordu.

"Onun biraz ilerisinde duruyordum. Sizi öyle görünce, 'Bu kadar yeter. Bu böyle olmaz.' dedi ve 'Çekimi durdurun!' diye bağırıp size koştu. Bayan Choi'yi üzerinizden kaldırdı. Nabzınızı ölçtü, sizi ayıltmaya çalıştı. Nefes almadığınızı fark edince doğrulttu, siz bayılır bayılmaz da sizi kucaklayıp setten çıkarttı. Yanına bir tek beni aldı. Herkese de 'Burada yaşanılanlar buradan sözsel olarak bile dışarı çıkarsa kim olduğunuza bakmam, hepiniz davalık olursunuz!' diye bağırdı. İnanılmazdı. Kimse tek kelime edemedi. Bay Hwang bile."

Donakaldım.

Duymayı beklediğim son senaryo bile değildi bu. Doktor Jeon ve benim yüzümden birilerine bağırmak? Onun gibi bir insanın yapacağı bir hareket değildi bu gözümde. Onu öyle hayal edemedim.

"Ciddi misin sen?" diye sordum, dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı.

"Çok ciddiyim. Sinirlenince korkunç biri oluyor ama onun sayesinde kimse telefonunu bile çıkartamadı cebinden. Sonra evine geldik, bir doktor çağırdı. O sırada ben evinize gidip giyecek bir şeyler getirdim. Siz baygınken size bir serum takıldı, üzerinizi değiştirdim. Serum bitince de doktor onu çıkarıp gitti. O yüzden bütün gün uyudunuz."

Duyduklarıma bir türlü inanamıyordum.

Doktora çok büyük bir teşekkür borcum vardı.

"Anlaşılan sana da hiçbir şey olmamış gibi davranman için bir konuşma yapmış." dedim.

"Hayır, Bay Kim. Yani evet, çevrenizdeki insanların bir felaket olmuş gibi davranmaktan uzak durması gerektiğini söyledi tabii ama ben... gerçekten sizin için endişelendiğim ve kendinizi kötü hissetmenizi istemediğim için böyleyim. Dünyanın sonu değil."

"Benim için öyle." dedim. "Bundan sonra kimse benimle çalışmak istemez."

"Bay Kim, yapmayın böyle. Birkaç güne unutulur gider. Hem... Doktor Bay Kwon'u da aradı. Bayağı uzun konuştular."

"Yaşananları anlattıysa tabii uzun konuşmuşlardır."

"Öyle değil. Biraz kulak misafiri oldum, sizin çalışmaya ara vermeniz gerektiğini söyledi."

"Sabah ben de aynılarını söyledim Bay Kwon'a. Bir şey değişmez muhtemelen."

"Umarım değişir. Sizin sağlığınızdan önemli değil."

"Teşekkür ederim Jowoon, ama inan bana önemli." dedim, o sırada doktor salona girdi. Omzunu kapının kirişine yaslayıp bize baktı.

"Bay Kim, uyanmışsınız." dedi, tekrardan resmiyete dönmüştü. "İyi misiniz?"

Kendimi her ne kadar berbat hissediyor olsam da bunu özellikle bu kez doktordan çıkarmaya hakkım yoktu.

"İyiyim, teşekkür ederim." dedim.

"Yemek hazır sayılır. Mutfağa geçin isterseniz." dediğinde Jowoon başını iki yana salladı.

"Benim gitmem gerek, Bay Kim de uyandığına göre çıkayım artık." diyerek ayaklandı.

"Ne?" dedim. "Beraber gitmeyecek miyiz?"

"Saat gece on ikiyi geçiyor, Bay Kim." dedi Jowoon. Cümlesini doktor tamamladı. "Benim sizinle konuşmam gerek, o yüzden siz biraz daha dursanız iyi olur. İsterseniz sizi sonra evinize bırakırım."

Hem saati, hem de doktorun söylediğini algılayamadığım için birkaç saniye suratlarına baktım.

Ben cevaplayamadan, "Ben kaçtım o zaman. Sabah sizi ararım." dedi Jowoon, ve omzumu dostça sıktıktan sonra salondan çıktı. Dönüp bana bakmadı bile.

Ne biçim bir saçmalıktı bu? Ben baygınken ne konuşmuşlardı da bu kadar rahattı Jowoon?

Doktor da onu yolcu etmek için salondan çıktığında ben de arkalarından ayaklandım. Kapının önünde her ne konuşuyorlarsa duyarım diye düşünmüştüm ama bunun için koridoru geçip hole gitmem gerekiyordu, bu da niyetimi belli ederdi.

O yüzden doğrudan salonun karşısındaki mutfağa geçtim.

Salonun aksine mutfak ışıl ışıldı. Beyazdan başka hiçbir renk yoktu ve dolaplar, masa, yerler ayna gibi parlıyordu. Tertemizdi.

Tek siyah şey olan ocağın üzerinde bir tencere vardı ve kokudan bile bunun japchae olduğunu anlayabiliyordum.

Kokuyu alınca midem guruldadı, iki gündür hiçbir şey yemiyor sayılırdım.

Ben mutfağın ortasında otururken doktor içeri girdi. Onu ilk kez bu kadar... rahat kıyafetlerle görüyordum. Üzerinde beyaz bir tişört, altında da gri bir eşofman vardı.

"Açsınızdır diye düşündüm." dedi yanımdan geçip ocağın üzerindeki tencerenin kapağını açarken. "Otursanıza."

"Gecenin bu saatinde mi yiyorsunuz normalde?" diye sordum.

Başını iki yana salladı. "Uyanacağınız zamanı düşünerek hareket ettim." dedi.

Bir şey söylemeden bir sandalye çekip masaya oturdum. Önüme bir servis altlığı, bir bardak ve chopstickleri dizdi. Hiçbir şey yapmadan oturmak yanlış gelse de sesimi çıkarmadım.

Büyükçe bir tabak japchae'yi önüme koyup suyumu da doldurduktan sonra kendine de aynılarını yapıp karşıma oturdu.

Soracak çok fazla sorum vardı.

Neden yapıyordu mesela tüm bunları? Sette neden beni korumuştu? Ben bayılmadan önce söylediği şey de aklımdan çıkmıyordu.

Tabağındakileri karıştırırken, "Yemeyecek misiniz?" diye sordu. "İyi bir aşçıyımdır, korkmayın."

"Ondan değil." Gülecek halde değildim. "Sormak istediğim şeyler var."

"Önce yemeğinizi yiyin. Sonra konuşacağız." Kafasını tabağına eğdi ve bana bakmadan yemeğini yemeye başladı.

Derin bir nefes aldıktan sonra ben de tabağımdakileri karıştırdım, yemeye başladım.

Gerçekten lezzetliydi.

Hatta hayatımda yediğim en iyi japchae olabilirdi.

"Beğendiniz mi?" Sorusu üzerine ona baktım, ağzımdakini yuttum.

"Evet, çok iyi olmuş." dedikten sonra duraksadım. "Ellerinize sağlık."

"Beğenmenize sevindim," dedi. "Afiyet olsun."

Bunun üzerine yemek boyunca ilginç bir şekilde konuşmadık.

Yemeklerimiz bittiğinde kendimi yük gibi hissettiğim için ne kadar halim olmasa da masayı ben topladım. Doktor başta itiraz etti ama ısrar ettim. Bugün için ne kadar teşekkür etsem azdı çünkü.

Masayı toplayıp bulaşıkları makineye dizdikten sonra tekrar yerime oturacaktım ki, "Salona geçelim." diyerek ayağa kalktı. Dediğini yapıp mutfaktan çıktım. Jowoon'la oturduğum iki kişilik koltuğa geçtim. Doktor da ilk kez karşıma değil, yanıma oturdu.

Birbirimize dönerek oturduk, o profesyonel oturuşlarından biri değildi bu seferki. Elini yanağına, dirseğini de koltuğun sırt kısmındaki yastıklardan birine yaslamış, bir bacağını kendine çekmişti. Tüm vücuduyla bana dönüktü. Ben de ona döndüm ve sırtımı koltuğun kolçağına yaslayıp ayaklarımı kendime çektim, ellerimi dizlerimin etrafına sardım.

Bir hafta önceki Taehyung'a sorsalar, hayatta bulunacağını düşüneceği ya da kabullenebileceği bir pozisyon değildi bu.

"Sizi dinliyorum." dedi.

Kendimi tuhaf bir şekilde... hafif ve rahat hissediyordum. Tedirgin değildim. Sanki önceki akşam beni ağlatan, kavga ettiğim adam değildi karşımdaki.

"Öylece soracak mıyım?" diye sordum. Sesim kısık, hatta neredeyse yumuşaktı. Doktorla ilk kez bu tonda konuştuğuma emindim.

"Sorularınız olduğunu söylediniz."

"Nereden başlayacağımı bilmiyorum." dedim. "Kafam çok dağınık."

"Çok normal, zor günler geçiriyorsunuz."

Başımla onayladım. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattıktan sonra: "Doktor," dedim, bakışlarımız kesişti. "Çok teşekkür ederim. Bugün için size ne kadar teşekkür etsem azdır."

"Bana teşekkür etmenizi istemiyorum." dedi. "Söylediklerime uysanız bana yeter. Başka hiçbir isteğim yok sizden. Bugün de bir şey yapmadım."

"Daha ne yapacaksınız?" diye sordum. "Kimse sizin yaptıklarınızı yapmazdı. Bilmediklerimi Jowoon'dan öğrendim. Çok... şey davranmışsınız..."

Doğru kelimeyi bulamayışıma güldü. Dişleri bileğindeki gümüş saat kadar parlaktı. "Korumacı mı?"

"Yani, evet." dedim. "Belki siz olmasanız görüntülerim çoktan internete düşmüştü bile."

"Böyle bir şeye asla izin vermezdim, Bay Kim." dedi. "İnanın bana, ne durumda olursam olayım engel olmanın bir yolunu bulurdum."

"Bana karşı neden bu kadar sabırlısınız anlamıyorum," dedim. "Her hastanıza böyle misiniz?" Etrafıma bakındım. "Yani bu... sizin için normal mi? Evinizde olmam?"

"Elbette hayır." diye yanıtladı. "Tıpkı sizin gibi bunların bir çoğu benim için de bir ilk."

"Neden?"

"Dürüst olmak gerekirse ben de bilmiyorum." Hafifçe omuz silkti. "Sanırım beni bu kadar zorlayan başka biriyle karşılaşmadığım için. Kendimi peşinizden koşuyor gibi hissediyorum bazen, sizi iyileşmeye zorluyorum."

"Bugün sizi dinlemeliydim." diye itiraf ettim. "Haklı olduğunuzu biliyordum ama yanıldığınızı göstermek istedim."

"Bunun gayet farkındaydım, Bay Kim."

"Ben bayılmak üzereyken bana Taehyung dediniz," Neredeyse gülecektim. "Şoktan ayılacaktım az daha."

"O an ağzımdan öyle çıktı." dedi, gülerek. "Nefes almadığınız için panikledim, normalde birkaç saniyede geçer çünkü. Yavaş da olsa nefes almaya başlarsınız. Sizde bayağı sürdü. Beni de korkuttunuz."

"Sanırım bana Taehyung demenizi tercih ederim." dedim.

Nedense o anda bunu söylemek doğru hissettirdi, kelimeler dudaklarımdan döküldükten sonra söylediğim şeyin tuhaflığını fark ettim.

"Yani çevremdeki herkes bana zaten Bay Kim diyor, artık ister istemez geril-..." Aceleyle zırvalamaya başladım.

"Taehyung, kendini açıklamana gerek yok." Gülümsemesi genişledi.

Sadece bir saniyeliğine adımın sesine ne kadar yakıştığını düşündüm. Sadece bir saniye sürdü bu düşünce. Saçmalıktı, muhtemelen yine sakinleştirici vardı serumda. Ondan böyle gevşemiştim.

"Profesyonelliğin çok mu dışına çıkıyor bu?" diye sordum, ortamdaki o tuhaf sessizliği bozmak için.

"Sen kafayı bu kadar profesyonellikle bozarsan evet, şu anda evimde olman sana adınla seslenmemden çok daha büyük bir sorun."

"Doğru." İstemsizce gülümsedim. "Saçmaladım, üzgünüm."

"Ee," dedi. "Başka sorun yok mu?"

"Ne yapacağımı bilmiyorum." dedim. "Sıkışıp kalmış gibiyim. Soracaklarım da uçup gitti çünkü çoğu... atakla ilgili."

"Biliyorum." dedi. "Hazır olduğunda seni dinleyeceğim ama artık kaçmanı istemiyorum."

"Yanınızda ilk kez kendimi rahatsız hissetmiyorum." dedim. "Belki anlatmayı deneyebilirim."

"Emin misin?" diye sordu. "Seni zorlamak istemiyorum."

Başımı iki yana salladım. "Sadece... olanı söyleyeceğim. Detaylı anlatmayacağım."

"Elbette. Bu da oldukça güçlü bir başlangıç."

Derin bir nefes aldım. "Sigaranız var mı?"

Birkaç saniye yüzüme baktı, o yarım gülümsemesi ilk kez buruktu.

"Geliyorum."

Koltuktan kalkıp salondan çıktı, kıpırdamadım. Birkaç saniye sonra elinde bir küllük, bir çakmak, bir paket sigarayla döndü. Az önceki pozisyonda otururken elindekileri aramıza, koltuğa bıraktı. Paketi açıp bana uzattı, bir dal sigara alıp yaktım.

"Olabildiğince hızlı söylemeye çalışacağım çünkü hiç... sesli olarak dile getirmedim yıllardır."

Başıyla onaylarken kendi sigarasını yaktı. "Yapamazsan da sorun değil."

"Bu kadarını yapabilmeliyim." diye mırıldandım kendi kendime. Sigarayı derince içime çektikten sonra gözlerimi kapattım.

"Daha önce birkaç kez tecavüze uğradım." dedim.

Bunu sesli olarak söylemek göğsüme bir ağrı, ağzıma acı bir tat yaydı ama düşündüğüm gibi ellerimi uyuşturup başımı döndürmedi. Belki doktorun varlığındandı, belki de içten içe yıllardır bildiğim bir gerçek olduğundan.

Konuşmadan ciddi bir ifadeyle beni izlemeye devam etti.

"Tek bir kişi değil. Farklı kişiler tarafından. Biri... Ailem öldükten sonra kaldığım yatılı okuldaki matematik öğretmenimdi. En... uzun süren oydu. İki buçuk sene kadar." Yutkundum, gözlerim yanıyordu. Ağlamamak için tavana baktım ama sesimin titremesine ve midemin bulantısına engel olamadım. Yediğim japchae ağır geldi. Gözlerimi kapatırsam o iğrenç adamın yüzünü göreceğimden korkuyordum.

"Bir diğeri ben daha küçükkendi. Yani, on - on bir yaşlarındaydım ve gerçekten çok silik parçalar olarak hatırlıyorum. Beynimden silmek istemişim gibi, korkunç bir kabus gibi geliyor. Kendim uydurmuşum gibi hissediyorum. Annemin böyle bir şey yapabilmiş olacağını hâlâ kabullenemiyorum çünkü. Defterleri bulana kadar da rüya olduklarından emindim aslında. Üç kez gördüğüm bir kâbus."

"Tanrım, Taehyung..." Doktorun muhtemelen ağzından kaçan tepkisiyle bakışlarımı tavandan ayırıp ona yönelttim, başımı eğdiğim için yaşlar yanaklarımdan süzüldü. Burnumu çektim.

Şok olmuş, hatta dağılmış görünüyordu.

Konuşursa hüngür hüngür ağlayacağımı bildiğim için hızlıca devam etti. "Sonuncusu ise on sekiz yaşındayken aşık olduğumda yaşandı. Tüm bunlara rağmen birileriyle mutlu olabilirim diye düşündüm, anlıyor musunuz? Tam bir aptallıktı. Birkaç ay boyunca beni cinsel hiçbir şeye zorlamadı, teklif bile etmedi. Sonra bir gün onu istemediğim için mi hiç yanaşmıyorum diye sordu, ben de kendisine kör kütük aşık olduğum için yaşadıklarımı anlattım. İlk kez birine güvendim." Gözyaşlarım hiç durmadan akıyordu, bakışlarımı elimdeki sigaraya diktim. "Başta çok destek oldu, hiç ısrarcı olmadı. Önemli değil falan dedi. Sonra tehditler başladı. Bunları internete, magazin sitelerine yayarım dedi. Onun istediklerini yapmak, daha doğrusu yapmaya çalışmak zorunda kaldım ama çok zorlandım. En sonunda işi tamamen sekse getirmek istedi, reddettim. Beni zorladı. Neredeyse hiçbir şey yapamadım çünkü-..."

Bu konuda nasıl bir tepki vereceğini bilmememe rağmen bir iç çekip devam ettim.

"Benden çok daha güçlü bir adamdı."

Tepkisini ölçmek için yüzüne baktım, kaşlarını mümkün olabildiğince çatmıştı. Ciddi bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.

"Bunu iğrenç buluyorsanız anlarım." dedim, yönelimimle hiçbir zaman çok barışık bir insan olamamıştım. Kendimi yanlış hissettiğim anlar çok olurdu.

"Ne?" dedi, çatılan kaşlarını düzeltirken. "Neyi?"

"Eski sevgilimin... bir erkek olmasını."

Gözleri kocaman açıldı, anında kendini topladı ama.

"Takıldığım son şey bile değildi." dedi. "Üzerine düşünmedim bile, Taehyung. Kim olabileceğini düşünüyordum, kaşlarım ondan çatıktı. Ünlü biri miydi?"

Başımla onayladım. "Evet." dedim. "İkimiz de erkek olduğumuz için hiçbir şikayette bulunamadım, tüm kariyerime mâl olurdu."

Ağzının içinde bir şeyler mırıldandı.

"Bu kadar." dedim. "Bundan ibaret."

Nedense kendimi daha hafiflemiş hissediyordum. Belki de yaptığım hataydı, ertesi sabah uyanacak ve anlattığım için pişman olacaktım ama o an için yapılabilecek en doğru şeyi yapmışım gibi geldi.

"Taehyung," dedi, ilk kez hızlı konuşmuyor, düşünüyordu. "Yaşadıkların için gerçekten çok ama çok üzgünüm."

Sigarayı söndürüp ıslak yanaklarımı sildim, gözyaşlarım bir türlü durmuyordu.

"Sana terapist konuşması çekmeyeceğim ama bunlar senin düşündüğünden bile çok daha büyük travmalar. Vücudunun ve beyninin senin için bu tarz bir savunma mekanizması hazırlamış olması normal. Hissettiklerin de öyle, ama inan bana," Gözlerime baktı. "Aşık olmak aptallık değil. Birine güvenmek aptallık değil. Bunları sağlıklı bir şekilde yaşamayı hak ediyorsun. Kendini öyle görmediğinin farkındayım ama hepsi senin fikrin. Çevrendeki kimse seni kafanın içinde belirlediğin o Taehyung olarak görmüyor. Bundan çok daha fazlasısın."

Elimin tersiyle gözlerimi silerken keyifsizce güldüm. "Bunlar teselli cümleleri mi?"

"Hayır, değil." Oldukça ciddi bir şekilde yanıtladı. "Taehyung, yaşadıklarını unutman mümkün değil ama her zaman bir şans var. Atlatabilirsin, geçmişte kalabilirler."

"Nasıl?" diye fısıldadım, dudaklarım titriyordu.

"Buna hayatına aldığın herkesi düşman olarak görmemeye çalışarak başlaman gerek." dedi. "Her dokunuşun, her iltifatın altında bir şey aramamaya çalışmalısın. Biliyorum, çok zor ama hayatını çok kolaylaştıracak. Güven zordur, bir kere kırıldığında tekrar eskisi gibi onarılmaz. Farklı bir şekil alır ama daha sağlam bir duvar olur. Seninki de doğal olarak kendini korumak için arkasına sığındığın çok sert bir duvar, ama o duvarın arkasına kimseyi geçirmeden yaşayamazsın."

Kendimi karşısında bir çocuk gibi hissediyordum. Gözyaşlarımdan ötürü yanan, sürekli kırpıştırdığım gözlerim, ıslak yanaklarım ve çekip durduğum burnumla ona da bir çocuk gibi görünüyor olmalıydım.

Yüzünü yasladığı elinden ayırıp bana doğru eğildi. Elini, bir beşlik çakmak ister gibi avucu ve parmakları açık bir şekilde bana uzattı.

Hiçbir şey söylemedi, ben de konuşmadım.

Elimi yavaşça kaldırıp avucumu ve parmaklarımı onunkilere yasladım. Ellerimiz neredeyse aynı boydaydı, benim parmaklarım daha inceydi o kadar.

İzin istercesine ağır bir hareketle parmaklarını benimkilere kilitledi. Eli benimkinin aksine sıcaktı. Ben de yavaşça parmaklarımı kapattım.

Bir süre öyle durduk, ellerimize değil yüzüme bakıyordu. Çok ufak bir hareketti yaptığı aslında, ama göğsüme tarif edemediğim bir his yayılmasına sebep olmuştu.

Baş parmağıyla hafifçe elimin üzerini okşadı.

"Bazen, o dokunuşun kimden geldiğine odaklanman ve sana zarar verip vermeyeceğine karar vermen gerekir, Taehyung. Hissettiğin şey alışkanlıktan gelen bir korku değil de gerçekten rahatsızlıksa, o kişi de, sana verdiği hisler de senin için doğru değildir, ki bu herkes için geçerli olabilir senin durumunda. Kimsenin sana dokunmasını istemeyebilirsin, bunun da en çok farkında olan insanlardan biriyim. Ama," Ellerimize baktı, tutuşumu sıkılaştırdığımı o sırada fark ettim. "Bir kişi vardır, ve yanlış hissettirmez. Yalnızca o alıştığın korkuyu, rahatsızlığı hissedersin. O da bir süre sonra geçip gider. Rahatlarsın, güvende hissedersin. O zaman arkasına sığındığın o güven duvarını şekillendirmen ve o kişiye geçiş izni vermen gerekir. Sonrasında ne olacağını, canının ne kadar yanacağını düşünmeden. O duvarı inceltmenin başka hiçbir yolu yoktur çünkü, Taehyung. Buna da sadece sen karar verebilirsin."

Sanırım benim için her şeyin değişmeye başladığı, hayatımın en büyük dönüm noktalarından biriydi o an.

Çünkü korkutucu bir şekilde doktor tam olarak o anda hissettiklerimi gözlerime bakarak anlatmış, ve doğru kişiden bahsetmişti.

Doğru kişi.

⸺⸺⸺⸺⸺⸺⸺

Selamlaar!! Saat gece dörde geliyor ama tutamadım kendimi, salıyorum bölümü. Olsun, uyanık olanınız muhakkak vardır.

Nasılsınız? Ben gayettt iyiyim, umarım siz de iyisinizdir. 

Bu bölüm önümüzdeki bölümlerin gidişatı için de, hikaye için de çok önemliydi. Atlamadan okumanızı tavsiye ediyorum o yüzden.

Size iyi okumalarrr ve iyi geceler diliyorumm!! <3

Continue Reading

You'll Also Like

15.4K 673 38
//Bu normal bir tesadüf değildi onun için// Yıllar önce kaybettiği sevdiğinin gözlerini tekrar birinde görmek nedir bilir misiniz?Cenk çok iyi biliyo...
408K 37.4K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
979 154 3
🎄 Noel ruhunu temsili 3 peri görünür kendisine; şimdiye, geçmişe ve geleceğe. minific
890K 71.1K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...