İÇİNDE BİR SEN

By binnurnigiz

54.9M 1.6M 4.3M

Sen hiç bir kitap karakterine âşık oldun mu? O, oldu. Asıl tuhaf olan ise... Kitap karakteri de ona âşı... More

İÇİNDE BİR SEN
1. BÖLÜM: "KİTAP"
2. BÖLÜM: "KORKULAR"
3. BÖLÜM: "YATAK"
4. BÖLÜM: "MEKAN"
5. BÖLÜM: "PİYANO"
6. BÖLÜM: "MÜHÜR"
7. BÖLÜM: "DÖVÜŞ"
8. BÖLÜM: "KAÇIŞ"
9. BÖLÜM: "ÇEKİM"
10. BÖLÜM: "SAHİP"
11. BÖLÜM: "SICAKLIK"
12. BÖLÜM: "KOKU"
13. BÖLÜM: "TATLI"
14. BÖLÜM: "KORKU FİLMİ"
15. BÖLÜM: "KAN KOKUSU"
16. BÖLÜM: "YIKIM GETİREN"
17. BÖLÜM: "KAR TOZU"
18. BÖLÜM: "CESET"
19. BÖLÜM: "ZEHİR"
20. BÖLÜM: "ŞİFA"
21. BÖLÜM: "TAKIM"
22. BÖLÜM: "ÇARESİZLİK"
24. BÖLÜM: "HİSSETMEK"
25. BÖLÜM: "SİLAH"
26. BÖLÜM: "KÂBUS"
27. BÖLÜM: "DÜŞMAN"
28. BÖLÜM: "HEDEF"
29. BÖLÜM: "ÇELİŞKİ"
30. BÖLÜM: "HİSLER"
31. BÖLÜM: "TAT"
32. BÖLÜM: "YILAN"
33. BÖLÜM: "UÇURUM"
34. BÖLÜM: "ÇIĞLIK"
35. BÖLÜM: "KELEPÇE"
36. BÖLÜM: "MASKE"
37. BÖLÜM: "BIÇAK SIRTI"
38. BÖLÜM: "TUTSAK"
39. BÖLÜM: "YIKIM"
40. BÖLÜM: "KATRAN"
41. BÖLÜM: "ÇARPINTI"
42. BÖLÜM: "ENGEREK"
16.11.1990
43. BÖLÜM: "NABIZ"
44. BÖLÜM: "MORG"
16.11.1990, AKREBİN İBRESİ
45. BÖLÜM: "İZ"
ANKARA/SAMSUN İMZA GÜNÜ ✨
46. BÖLÜM: "SOY"
47. BÖLÜM: "SALGIN"
48. BÖLÜM: "PIHTI"
İMZA GÜNÜ, İSTANBUL-BURSA
49. BÖLÜM: "HÜKÜMDÂR"
50. BÖLÜM: "AYNADAKİ YANGIN"
KİRPİ GİBİ BİR ADAM SEVDİM, yeni kitap.
51. BÖLÜM: "FIRTINANIN PENÇESİ"
İÇİNDE BİR SEN KİTAP BİLGİLENDİRMESİ 1
52. BÖLÜM: "GÜNEŞ TUTULMASI"

23. BÖLÜM: "UMUT"

757K 32.7K 47.4K
By binnurnigiz

Bölüm Şarkısı: Chouchou - Sign 0

23. BÖLÜM: "UMUT"

Efken'in varlığı; cehennem gibi bir yaz sıcağında, güneş almayan serin bir evin, soğuk fayanslarında çıplak ayakla gezmek gibiydi. Ve belki de kavrulan bedenini fayansın üstüne atmak, soğuk fayansın üstünde sere serpe uzanmak.

Zihnimde oluşan hiçbir görüntü tam olarak onun varlığını yansıtmıyordu aslında. Yalnızca küçük bir gölge gibi bu gerçekliği doğruluyor, altında nefeslenmesine izin veriyordu.

Onun varlığının kaburgalarımın arasına saplandığını ve tam orada kaldığını hissedebiliyordum. Onun kaburgalarıma saplandığını hissetmiyordum. Biliyordum.

Lavabonun fayanstan tezgâhına yaslanırken aynaya bakmadım çünkü lüzumsuz derecede çaresiz olan bir şeyin sağlıklı nefes alıp vermesini izleyemezdim. Uyumak için yatağıma gitmiştim ama bunu da gerçekleştirememiştim üstelik. Uykuya dalamamıştım çünkü umutlu düşleri göz kapağımın arkasına kilitlemek istemiyordum.

Ben, bir insanın gözlerini yummadan da ölebileceğinin bir kanıtıydım.

Efken'in kalbinden yükselen çaresizliğin sesi hâlâ avuç içlerimde yankılanıyordu sanki.

Soğuk suyu birkaç kez yüzüme çarptıktan sonra yüzümden sicimle inen su damlacıklarını elimin tersiyle sildikten sonra, yüzümü havluyla kurulama gereği duymadan banyodan çıktım. Banyonun kapısını kaparken karanlıkta Efken'in oturduğunu fark edebilmiştim. Loş ışık kapalıydı ve şu an karanlıkta görünen tek şey onun sigarasından yükselen kıvrımlı gri duman ve sigarasının ucunda yanan kızıl alevdi. Sigarayı içine her çekişinde, ucundaki kızıl alev harlanıyor, rengi açılıyordu.

"Efken?" diye seslendim kısık bir sesle. Cevap vermedi. Islak ellerimi taytımın yüzeyine silerken, gözlerimle karanlığın içindeki yıkım getireni seçmeye çalışıyordum. Silueti bir gölgeden ibaret olmasına rağmen, gölgesi bile çok güzel görünüyordu.

Sigarasının ucundan yükselen alevin çıtırtısını duydum.

"Pekâlâ, ben uyuyorum." Topuklarımın üstünden arkama dönüp, geçici odamın olduğu yöne yürümeye başladığımda Efken'in derin bir nefes aldığını duydum.

"Uyuyacak mısın, Medusa?" Sesini ilk kez böylesine narin duyuyordum. Kalbim ritmini anında hızlandırırken önce başımı salladım ama görmediğini fark ederek omzumun üstünden karanlıktaki gölgesine bakarak, "Uyuyacağım," diye mırıldandım. Birkaç saat önce yaşanılanlar sanki benim hayal ürünümmüş gibi davranıyorduk. Sanki hiçbir şey olmamıştı ve tüm olanlar benim gördüğüm kısa bir rüyaydı.

Belki de böyle olmasını her şeyden çok isterdim. Uyandığım da Efken'in kollarında olmam şartıyla tabii ki.

Bir süre sessiz kaldı ama sigarasını içtiğini, sigaradan çıkan çıtırtılar ve harlanan kızıl alevden anlayabiliyordum. "Tamam," dedi dümdüz bir sesle. "Sanırım gerçekten dinlenmeye ihtiyacın var."

"Senin yok mu?"

"Benim dinlenme şeklim bu, Medusa. Sen bana aldırma."

Bu ne demek oluyordu? Ne yani, benimle uyumayacak mıydı? Şu an ona ihtiyacım olduğunun farkında değil miydi? Aslında saçma sapan düşünceleri beyninde dolaştıran ve olmayacak şeyleri haddinden fazla kafasına takan bendim. Efken'in benimle uyumak gibi bir zorunluluğu yoktu neticede. Peki neden böyle hissediyordum? Tüm hislerime bir bir lanet ederken, odanın kapısını açtım ve son kez karanlık siluetine bakıp odaya girdim.

Odalara sığmayacak bir umutsuzluğu, küçük kapsüllere sığdırıp birer birer boğazıma dizmiş gibiydim. Sanki böyle doğmuştum ve beraberinde gölgeler doğurmuştum. Yatağın üstüne çıkıp, yorganın altına girdim ve gözlerimi yumup, yataktaki yokluğunun keskin soğukluğunu hissetmemek için dudaklarımı birbirine basarak uyumaya çalıştım.

Yatağın soğuk kokusu burnumun direğini sızlatıyordu.

Ertesi sabah uyandığımda onu yanımda görememek beni ikinci bir hayal kırıklığına uğratmış ve sanırım içimde taşıdığım son umut duvarı da görünmez bir bacak tarafından tekmelenmiş, deniz kumundan yapılmış bir kule gibi dağılmıştı.

Saçlarımı toplamak yerine dağınık bıraktım ve üstüme bol siyah kazaklardan bir tanesini geçirdim. Kazağın içinde kalan uzun saçlarımı dışarı çıkardıktan sonra omuzlarımın üstünden dışarı saldım ve ayaklarıma Yaren'in benim için aldığı siyah patiklerden bir tanesini geçirip odadan çıktım. Odadan çıktığımda ise salonun ortasında gözüme çarpan görüntü gözlerimin yuvalarından çıkacak gibi irileşmesine neden olmuştu.

Efken tek kişilik deri kanepenin üstünde uyuyordu ve bacaklarını sehpaya uzatmıştı. Ayaklarında siyah botları ve altında siyah kotu vardı. Üstü çıplaktı ve soğuk havaya rağmen kaslı göğsü terli görünüyordu. Güneşsiz bir güne başlamıştık ve içerisi kasvetli bir mavi ışık tarafından aydınlatılıyordu. Perdeden içeri sızmaya çalışan mavi ışık Efken'i aydınlatan tek şeydi. Gözüm onun güzelliğinden sıyrıldı ve sehpanın üstüne kaydı. Sehpanın üstündeki siyah kül tablasında birçok beyaz filtreli izmarit vardı ve hemen kül tablasının yanında kristal bir viski bardağı ile çoktan dibi bulunmuş olan kristal bir viski şişesi vardı.

Siyah kazağın kolları bana uzun olduğu için ellerim kazağın kollarının içinde kaybolmuştu. Bir süre uykulu ama irileşmiş gözlerimle Efken'i inceledim. Yaren onu bu halde görmüş müydü? Yanaklarımın içini havayla doldurduktan sonra paytaklaşan adımlarımla yanına yürüdüm. Hemen sehpanın üstünde duran kül tablası, viski bardağını ve viski şişesini alıp mutfağa taşıdım. Kül tablasının içindeki izmaritleri mutfaktaki koyu lacivert çöplüğe boşalttıktan sonra tekrar onun yanına döndüm.

Bedeninden yükselen ağır ve yakıcı olan alkol ile sigara kokusunu net bir şekilde alabiliyordum. Her nedense bu midemi bulandırmadı. Gözlerim onun üstünde dolaşırken, hemen önünde dikiliyordum. Etli dudakları hafif aralıklı duruyordu ve sanırım o minik aralık onun ciğerlerine dolan havanın tüm organlarına çarpması için yeterliydi. Koyu renk bir vişneyi andıran dudakları hafif çatlak ve kurumuş görünüyordu. Uzun kirpikleri gözlerini tamamen örtmüştü ve tam şu anda küçük bir çocuktan çok daha savunmasız görünüyordu.

Tüm gece içtiği içkinin östaki borusundaki sıvı dengesini darmaduman ettiğinden emindim. Dudaklarını diliyle ıslatmaya çalışırken kaşları çatıldı. Bir an uyanacağını sansam da, uyanmadı ve tıpkı bir çocuğa benzediği uykusuna kaldığı yerden devam etti. Terlemişti ama evin içinin soğuk olduğunu biliyordum çünkü üstümdeki kazağa rağmen hâlâ ürperiyordum. Parmaklarım sözümü dinlemeden onun omzuna dokunduğunda ne kadar soğuk olduğunu hissettim ve alt dudağım titredi. Üşüyordu. Parmaklarıma bulaşan soğuk terinden anlayabilmiştim bunu. Yıkım getiren katil! Ne diye kendine dikkat etmiyordu ki sanki? Üstüne bir şey örtebilmek için parmaklarımı omzundan çekmeye çalıştığımda, çatlayan vişne rengindeki dudakları biraz daha aralandı ve kaşları çatılırken, gözlerini sıkıca yumdu. "Hayır," diye inledi. Sesi kısık ama dehşet içinde çıkmıştı. Bir an kaskatı kesilirken parmaklarım onun omzunda kaldı. "Medusa! Hayır!"

"Efken?"

"Hayır," dedi tekrardan ama bu kez sesi çok daha güçsüz çıkmıştı. "Medusa, gitme."

Bariyerlerimin parçalandığını hissettim. Kalbimin içinde bir yerlerde sakladığım saçlarını ören minik kız çocuğu dolu gözlerle Efken'in dudaklarına bakarken, ağlamak üzereydi. Kâbus mu görüyordu? Beni mi görüyordu? Yoksa onun kâbusu ben miydim?

Parmaklarımı usulca onun terli ve soğuk omzundan çekerken mideme giren krampları yok sayarak odadan ince bir battaniye aldım ve onun çıplak göğsünün üstüne örttüm.

İçimdeki umut, çaresizliğimin önüne serilmiş lezzetli bir yiyecek gibiydi ve benim çaresizliğim oldukça açtı. Kanlı biftek umutlarımsa, gözü dönmüş ve kanın kokusunu almış köpek balığı çaresizliğimdi. İkisi de bana ait olmasına rağmen, biri diğerini öldürmek, diğeriyse onu öldürecek olandan korkarak onu bulamayacağı bir yere saklanmak istiyordu. Ama kana bulanmış olan umudumun yerini kokusu ele veriyordu.

Gözlerim bir an olsun yıkım getirenin güzelliğinden ayrılmadı. Bu şekilde onu kaç saat izlemiştim bilmiyordum ama artık ayaklarım uyuşmaya başlamıştı. Uykusunun geri kalanında neredeyse hiç konuşmadı ve göğsü büyük bir dinginlikle hareket etti. Sonunda ayaklarım infilak ettiğinde dayanamadım ve hemen karşısındaki kanepeye oturdum. Burnumu gıdıklayan alkol ve sigara kokusuna bide onun bir türlü ne olduğunu idrak edemediğim tatlı kokusu eklenince sanki bende sarhoş olmaya başlamıştım.

Efken Karaduman'ın insanları kokusu ve görüntüsüyle sarhoş edebilmek gibi bir özelliği vardı.

Dış kapı açıldığında gözlerimi kaldırıp kapıya baktım. Kar soğuğu anında eve doluşmuştu. Yaren üstündeki siyah montu çıkarıp portmantoya astıktan sonra göz ucuyla Efken'e baktı ve gözlerini kaçırdı.

"Hoş geldin," dedim yumuşak bir sesle. Efken'in yorgun olduğundan emin olduğum için onun uyanmasını istemiyordum. Bir yanım uçurum mavisi gözleri bir an önce görmek isterken, diğer yanım bırak uyusun, çok yorgun, diyordu.

"Hoş buldum, Mahinev," dedi soğuk görüntüsüne rağmen sıcak bir sesle. Efken'le birbirlerine benzediklerini düşünmeye başlamıştım. Kapıyı kilitledikten sonra derin bir nefes aldı ve, "Mutfağa kadar gelir misin?" diye sordu.

İçimi kaplayan huzursuzluğa rağmen başımı sallayarak oturduğum yerden kalktım. Yaren sırtındaki çantayı salonun ortasına attıktan sonra mutfağa girdi ve bende arkasından girip mutfağın kapısını kapattım. Yaren, mutfak dolaplarından bir tanesini açıp, dolaptan siyah bir kupa çıkardıktan sonra su ısıtıcısında hazır duran suyun kaynaması için elektrikli su ısıtıcısını çalıştırdı. Tezgâhın üstünde duran kahve kavanozunu açarken, kalçasını tezgâha yaslamıştı.

"Mahinev, bana inanıyorsun, değil mi?" diye sordu yavaşça. Ona inanıyordum ama inanmak istemediğimde bir gerçekti. "Her ne kadar abime bunu kanıtlayamasak da duyduğun her şey büyük ihtimalle doğru. Evine sağ salim dönebilmen için önce o bahsettiğimiz adamı bulmak zorundayız. Sana bir şey olmasını istemiyorum."

Yaren'in karşısındaki ahşap sandalyeye otururken yanaklarımın içini havayla doldurdum. "Yaren, diyelim ki o adamı bulduk. Bahsettiğiniz Mustafa baba, o adam ö..." Kelimeleri anında yutarken Yaren'in kaşları çatılmıştı. Ah, Yaren bu gerçeği bilmiyordu ve sanırım büyük bir boş boğazlık yapmıştım.

"Devam et," dedi gözlerini yüzüme dikerek.

"Hiç."

"Devam et, Mahinev," dedi sert bir sesle. Elektrikli su ısıtıcısından suyun hazır olduğunu belli eden bir çıt sesi yükseldikten hemen sonra aramızda sessizliğin içinde çığlıklarla duvarlara kanlı harfler çizen bir bakışma geçti.

Ne diyecektim? İbrahim'in geri dönebilmesi için senin ölmen gerekiyor mu? Bulduğumuz adam benim için ölecek değildi ya.

"Mahinev, söyleyecek misin, artık?" diye sordu gözlerini yüzümden bir an olsun çekmeden. Gözlerindeki siyah iğneleri derime batırıyordu ve her bir iğnenin ucunda gerçekleri öğrenmek isteyen ve öğrenemezse beni zehirlemekten çekinmeyeceğini beyan eden metinler vardı. Kenara sıkıştığımı hissettim.

"Söyleyecek hiçbir şeyi yok," dedi Efken dümdüz bir sesle. Kafalarımız anında sesin geldiği yöne dönerken, Efken'in mutfak kapısını açmış, pervaza yaslanıp, kollarını birbirine bağlamış bir şekilde bizi izlediğini gördüm. Saçları dağınık görünüyordu. "Şu kızı sıkıştırmaktan vazgeçin ve saçma sapan düşüncelerinizi kendinize saklayın. Onun yanında ben varken ona hiçbir şey olmaz. Bu kadar takılmayın."

Güven duygusunun pençik pençik yayıldığı vücudum anında gevşerken, Yaren'in, Efken'e ters ters baktığını görebiliyordum ama bu bakışmadan ileri gitmedi. Yaren bu kez sessiz kalmıştı.

"Medusa," dedi Efken düz bir sesle. "İşimiz var. Hazırlan, bir banyo yapayım, çıkacağız."

Efken cevabımı bile beklemeden gözden kaybolduğunda Yaren kahvesini karıştırıyordu ama üstümde dolaşan gözlerinin ağırlığını hissedebiliyordum. Bir süre sessizce Efken'in izlerini bıraktığı kapıya baktım ve ardından gözlerimi Yaren'e çevirdim.

"Seni gerçekten seviyorum," dedi Yaren gözlerini kupanın içindeki kahveye düşürürken. "Senin iyiliğini istiyorum. Yemin ederim."

"Bende seni seviyorum," dediğimde burukça gülümsedi ama gözleri hâlâ siyah kupanın içinde köpüklenin koyu renkteki kahvedeydi. "Benim iyiliğimi istediğini biliyorum ve bu gerçekten iyi hissettiriyor, Yaren. Benim hiç arkadaşım olmadı. Yani arkadaşlık bağı nedir pek bilmiyordum ama yanındayken yavaş yavaş öğrenmeye başladığımı hissediyorum. Ve ben Efken'e güveniyorum. Biliyorum, nereden geliyor bu güven diyorsun ama bunun cevabını inan bende bilmiyorum. Sadece... Sence de o çok güvenilir değil mi?"

Bu kez gözlerimin içine bakarak gülümsediğinde içimin ısındığını hissettim. "Biraz önce ne söyleyecektin hâlâ merak ediyorum aslında," diye mırıldandı. "Ama sormayacağım. Yalnızca... Eğer taşıyamayacak duruma gelirsen, senin için burada olacağım. Seni dinleyeceğim ve sanırım omzumda ağlamana izin vereceğim. Sümüğünü siyah tişörtlerime silebilirsin. Ve inan bana siyah tişörtlerimi İbrahim'e bile değişmem."

Evin olduğu ormanlık alanın aksine kar tanesi bile olmayan bir otobana çıktığımızda geceyi çağıran bir mavilik gökyüzünü etkisi altına almıştı. Arabanın ön camında hemen altımızdan akıp giden beyaz şeritli, siyah yolu izlerken bedenim sıcak ama düşüncelerim buz gibiydi. Efken'in sıcak arabaya dağılan tatlı ve kavurucu kokusu ciğerlerime dolarken, kendimi ona bakmamak için zor tutuyordum.

Üstümde uyandığımda giydiğim siyah bol kazak vardı ama altıma Efken'in zoruyla dar paça bir kot pantolon giymiştim. Gözlerim hızla hareket eden yolun beyaz şeritlerini incelerken beynimde yankılanan ses Efken'e aitti. "Medusa, gitme," dedi defalarca kez beynimin içinde. Ona bunun sebebini sormak istiyordum ama sorabilecek gücü kendimde bulamıyordum. Beni tersleyebilir, ya da duymak istemeyeceğim bir şey söyleyebilirdi. Efken biraz dengesizdi ama özünde iyi bir adam olduğunu düşünüyordum. Evet, yıkım getiren katilden bahsediyordum. O bana göre iyi bir adamdı.

"Konuşmayacak mısın?" diye sorduğunda sesinin sert kadife tonunu duyunca kanımın ters yönde akmaya başladığını düşündüm. Bu hissin başka bir açıklaması olamazdı sanırım. Omzumun üstünden ona baktığımda güzelliğiyle çarpıştım. Siyah balıkçı yaka bir kazak giymişti ve üstünde deri ceketi vardı. Deri ceketinden gelen keskin koku bile yetmiyordu onun kokusunu bastırmaya. Altında her zaman olduğu gibi siyah ama bu kez biraz daha dar görünümlü bir kot vardı. Kot pantolonunun ön cebinden telefonunun çıkıntısını görebiliyordum.

"Dalmışım öyle," diye mırıldandım. Gözlerimiz birbirleriyle çarpışırken Efken'in yüz ifadesi biraz olsun yumuşamadı ama yüz ifadesinin aksine, uçurum mavisi gözleri şefkatliydi.

"Durmadan gevezelik etmene, soru sormana ve yerli yersiz konuşmana alışmışım sanırım," dedi dümdüz bir sesle ve gözlerini yola çevirdi. "Susma."

Gitme, Medusa.

"Konuşmamı mı istiyorsun, yani?"

"Evet," dedi gözlerini yoldan çekmeden. "Sustuğun zamanlarda huzursuz olduğumu fark ettim."

Duygularım bir şehrin batı ucunda, mavi bir ütopyanın baharını yaşarken, bedenim bitkindi. Buna rağmen tek bir kelimesiyle uçurumun dibinden bana bir halat yolluyor ve yaşama tutunmam için tırmanmayı öğretiyordu. Uçuruma düşmek... Sanırım düşersem daha kolay olacaktı her şey. Efken bana tırmanmayı öğretecek ve belki de daha güçlü bir kişiliği üstüme geçirmemi sağlayacaktı.

Efken Karaduman'ın uçurumu... Neden bu denli ütopik geliyordu kulağa?

"Konuştuğum zamanlarda huzurlu oluyorsun yani?" Dudaklarım benden izinsiz döktüğü sorunun farkında mıydı bilmiyordum ama beynimde bir kırmızı alarmın düğmesinin parçalandığını, alarmı susturmak için Efken'e ihtiyacım olduğunu düşündüm. Ona bu kadar alışmak benim açımdan kötüydü.

Efken bir an duraksar gibi oldu ama gözlerini yoldan çekmedi. Yan profilinden bile açıkça seçilen göz rengi yutkunma isteğimi körüklüyordu. "Ne yazık ki şu an seni tehdit edebilmem için bir duvar bile yok. Önce benden, sonra araba camından yemek istiyorsan beni sıkıştırmaya devam et, Medusa. Bir gün bu düşünceyi eyleme dökersem, seni yapıştırdığım duvardan spatulayla kazımak zorunda kalacağım."

Ona babaannesini ayırt edemeyen geri zekâlı kırmızı başlıklı kız oymuş gibi baktığımda omzunun üstünden kısaca bana baktı ve gözlerini devirerek tekrar yola odaklandı. "Çok dengesizsin," dedim açıkça. "Bir anın bir anına uymuyor. Bazen bana sinir bozucu bir şeymişim gibi davranıyorsun. Bazense..."

"Bazense?" diye sordu göz ucuyla bana bakarken. Yüzü ifadesizdi ama uçurum mavisi gözlerin arkasında bir şeylerin parladığına şahit oldum. Sertçe yutkunurken gözlerimi kucağımda duran parmaklarıma düşürdüm. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum konuyu değiştirmeye çalışıyormuşum gibi. Bazense... Devamını biliyordum belki de ama dilim bu cümleyi kurmaya, beynim bunu düşünmeye henüz hazır değildi.

"Kafanı dağıtman gerek," dedi direksiyonu sağa kırıp bol virajlı uçurum bir yola girerken. Tabelalar azalmıştı ve yol gittikçe çok daha koyu bir renge bürünüyordu. Yolun sırtı dağlara dayalıydı ve bir diğer ucunda ise dibi deniz olan bir uçurum vardı. Arabanın camından dışarı bakarken uçurumun uzun siyah kayalıklarına çarpan, hırçın dalgaların köpüklenişine gözlerimi büyüterek baktım. Korkunç derecede güzel görünüyordu ama dediğim gibi korkunçtu.

Yuttuğunu geri vermeyecekmiş gibi bir hali vardı.

"Kafamı dağıtmak için beni böyle korkunç bir yere mi getirdin? Gerçekten mi?" diye sorduğumda, "Arabayı uçuruma sürmemi istemiyorsan sus," dedi dişlerinin arasından.

"Hani konuşmadığımda huzursuz oluyordun?"

Yüzünü tuhaf bir şekle sokarak kafasını iki yana salladı ve burnundan dışarı sert bir nefes verdi. "Allah benim belamı seninle vermiş. Başka bir şey vermesine gerek yok, sen varsın," dedi bezmiş bir sesle.

"Ölürsem kurtulursun belki," dediğimde sesim öyle az, öyle yorgun çıkmıştı ki. Er meydanında bir toz tanesi gibiydim. Bu düşünce zihnimin çekmecelerini açtı ve içinde Efken'le ilgili ne kadar anı varsa hepsini önüme serdi. Zihnimde canlandırdığım her bir karede onun silueti oluşuyordu.

Ani bir frenle arabayı durdurduğunda dengemi sağlayamadım ve ön cama yapışmaktan son anda kurtuldum. Efken hiç ummadığım bir şey yapıp emniyet kemerini hızla çözerek benim tarafıma uzandı ve bir anda yüzümü avuçlarının arasına aldı. Ben kocaman olmuş gözlerle ona bakarken alnını alnıma yasladı ve gözlerini yumdu. Öyle hızlı nefesler alıyordu ki, dışarı verdiği her bir nefesin rüzgârı dudaklarıma sert tokatlar atıyordu. Uzun kirpiklerinin gölgesi çıkıntılı elmacık kemiklerine düşmüş ve hatlarının tamamını ortaya sermişti. Derin derin nefesler almaya devam ederken, yüzüm onun büyük avuçlarının içinde küçücük kalmıştı.

Alnıma değen alnı için sayfalarca ağlamak istiyordum.

"Zehrinin içinde şifa taşıyan dilinden, ölümle ilgili tek bir kelime daha duymak istemiyorum, Medusa." Fısıltısı dudaklarımda çağladı ve bir bilinmez gezegenin içine düşmüşüm de, tek oksijen kaynağım oymuş gibi hissettirdi. Sertçe yutkunurken, dalgaların kayalıklara vurduğu tokatların sesini duyabiliyordum.

"Şaka yapmıştım," dedim titreyen sesimle. Gözleri hâlâ kapalıydı ama alnını alnımdan çekmedi. Başparmağı usulca yanağımda küçük bir daire çizdi ve sertçe yutkundu. Boğazındaki kavisin çıkarttığı sert sesi duyabilmiştim.

"Şaka dahi olsa, dudaklarını o kelimeye küstüreceksin," derken sesi ciddiydi. "Ölmene izin vermeyeceğim. Duydun mu? Ölmeyeceksin."

"Ölmeyeceğim." Sesimin titrediğinden emindim ama şu an kulağım onun nefesi, dudaklarından dökülenler ve dalga seslerinden başka her şeye sağırdı. Kendi sesimi bile duyamıyordum.

"Güzel," diye mırıldandı. "İşte benim yılanım."

Benim yılanım.

Gitme, Medusa.

Alnını yavaşça alnımdan çekerken uçurum mavisi gözlerini örten uzun kirpikleri aralandı ve galaksilerin önünde sıralanıp, saygıyla diz çökeceği mükemmellikteki gözleri beni odağına aldı. Kendini yavaşça geri çekerken elleri hâlâ yüzümdeydi. Parmaklarını yüzümden sıyırarak çekerken derin bir nefes aldı ve arabayı tekrardan çalıştırdı.

Virajları ustalıkla alırken hiçbir şey söylememişti ama parmaklarının ve alnının dokunduğu yerler yanıyordu. Efken'in yanındayken çaresizliğimin üstünü umut rengindeki topraklarla örtüyordum. Belki geçici bir şeydi ama iyi hissettirdiği kesindi.

Araba bir yokuş indikten sonra durdu ve Efken hiçbir şey söylemeden arabadan çıktı. Bende onu takip ederek arabadan çıktığımda koyu mavi, geceye açılan akşamüstü renginin dalgalandırdığı denizle burun buruna geldim. Denizin tuzlu kokusu anında bedenimi ele geçirip, ciğerlerimi yakarken Efken kumsala doğru yürüyordu. Adımlarımı hızlandırarak yıkım getireni takip ettim. Adımlarım kumsalın temiz ve parlak kumlarına batarken, Efken omzunun üstünden bana baktı ve çenesiyle ayakkabılarımı işaret etti. "Onları çıkarmayı dene. Penguen gibi yürüyorsun ve bu canımı sıkıyor."

Penguen gibi yürümek? Ona düz düz baktıktan sonra botlarımın bağcıklarını çözüp, ayaklarımdan çıkardım ve botları elime aldım. Efken gözlerini devirerek ayağımdaki patiklere baktı. "Ciddi misin?" diye sordu patiklerime bakmaya devam ederken.

"Ne?"

"Gerçekten o botları patiklerle mi giydin?"

"Evet," dedim saf saf. "Ne var? Üşüyordu ayaklarım."

"Burası ılık," dedi gözlerini patiklerimden çekip yüzüme dikerken. "Çıkar şu patiklerini, saftirik."

Homurdanarak patiklerimi de çıkardım ve botlarımın içine tıkıştırdım. Efken'de ayağındakileri çıkarmıştı ve sağ eliyle botlarını tutuyordu. Sol elini bana uzattığında kalbim tekledi. Az önce gördüğüm dalgalı denizin aksine bu deniz sakindi. Hatta bir deniz kıyısından ziyade, okyanus kıyısına benziyordu. Duru su, akşamüstü rengini yansıtıyordu resmen. Gözlerim Efken'in bana uzanan sol eline takılırken, Efken'in bakışlarını yüzümde hissedebiliyordum.

"İstemiyor musun?" diye sordu eline çok dikkatli baktığımı fark edince. Aniden kafamı iki yana sallayarak elini yakaladım ve benim küçük elim onun iri eli arasında kayboldu. Parmaklarım onun parmakları ile birbirine girerken birlikte kumda yürümeye başladık. Onun elinde de, benim elimde de botlarımız vardı ve diğer ellerimiz birbirlerine tutunmuşlardı.

Eli, ifadesinin aksine sıcacıktı.

"Burası çok güzel," diye mırıldandım çıplak ayaklarım kumlara batıp çıkarken. Yaren'in sürdüğü siyah ojeler el ve ayak parmaklarımda hâlâ sağlam duruyorlardı.

"Öyledir," dedi dümdüz bir sesle. Yüzüme bakmadan önden önden yürüyor ve hızlı yürüdüğü için beni de arkasından sürüklüyordu.

Sıcaktı. Efken haklıydı. Kar soğuğuna alışmış olan vücudum, bu ılıklık karşısında hafif terlemişti. Kuru kum ile ıslak kumun arasındaki şeritte durduğumuzda Efken gözlerini denize dikti ve derin bir nefes aldı. Parmaklarımın terlediğini hissedebiliyordum.

"Buraya neden geldik?" diye sorduğumda cevabı biliyordum aslında. Kafamı dağıtmam ve düşüncelerimden uzaklaşmam için getirmişti. Yinede onun sesini duyabilmek için yarattığım bahanelerdi bunlar.

"Aptal düşüncelerinden kurtulabilmen için. İnsanların söyledikleri seni çok kolay etkiliyor, minik yılan. Buna izin verme. Zaten her şeye kötü yanından bakan bir saftiriksin."

"Nasıl geri döneceğim?" diye sordum söylediklerini göz ardı ederek. Bir süre cevapsız kaldıktan sonra aniden yere çöktü ve oturdu. El ele olduğumuz için tökezledim ve kucağına düştüm. Efken botlarını kumların üstüne bıraktıktan hemen sonra büyük bir hızla beni belimden tuttu ve alınlarımız birbirine çarpmadan beni havada yakaladı. Belime dokunan parmakları tüm tüylerimin dikilmesine neden oldu. Uçurum mavisi gözler gözlerime sızıp, etimden ruhumu sıyırırken sertçe yutkundum. Aniden kendini geriye doğru attı ve beraberinde beni de kucağına çekti. Onun kucağında, deniz kenarında, kumların içinde nasıl hissetmem gerekiyorsa öyle hissediyordum.

"Saftirik," dedi yalnızca dudaklarını oynatarak. Saçlarım yüzüne dökülmüştü. "Bakma şöyle."

"Nasıl bakıyormuşum?"

"Nasıl baktığını çok iyi biliyorsun, minik yılan," diye fısıldadığında gözleri bir an dudaklarıma kaydı ama çok uzun sürmeden tekrar gözlerime tırmandı. Hipnotize edici bakışlarına yakalandım.

"Nasıl baktığımı bilmiyorum," dedim açıkça. Gerçekten bilmiyordum. Saftirik gibi mi bakıyordum? Bunun tam olarak nasıl bir bakış olduğunu bile bilmiyordum. İnsanlar benim kasvetli bakışlara ve kasvetli bir karaktere sahip olduğumu düşünürlerdi. İlk kez hakkımda farklı düşünen biri varsa, o da Efken'di.

Kaşları alayla havaya kalktığında bir anda kumlarda yuvarlandık ve bu kez Efken benim üstümdeydi. Gözlerim kocaman açılırken elimdeki botlar bir kenara savruldu ve saçlarım kumların içine battı. Efken tüm ağırlığını vermese de, üstümde bir baskı yaratmayı başarmıştı. "Ne yapıyorsun?" diye ciyakladığımda burnunu boynuma gömdü ve nefesimin kesilmesine neden oldu.

"Çeneni kapat ve uslu bir yılan ol," diye fısıldadı burnunu boynuma sürterken. "Bir şeyleri sorgulaman değil, bir şeyleri unutman için buradayız, Medusa."

"Çok yakınsın." Sesim titriyordu. Kendini çekmeden hemen önce dudaklarını boynuma bastırdı ama o kadar kısaydı ki, belki de bastırmamıştı ama bana öyle gelmişti.

"Bu yakınlığın seni rahatsız ettiğini söyleyebilir misin?" diye sordu kafasını kaldırıp, gözlerini indirerek bana bakarken. Altında küçücük kalmıştım.

Söyleyemem... Cevap vermedim. Homurdanarak üstümden kalktıktan sonra siyah kotundaki kumları silkti ve siyah deri ceketini çıkarıp kuru kumların üstüne attı. Aynı şekilde kazağından da kurtulduğunda artık üstünde yalnızca siyah rambo tişört vardı. Eğilip pantolonun paçalarını sıvadı ve kumların içinde uzanan bedenime bir kez daha elini uzattı. O elin cennetten uzatıldığına dair düşüncelerim vardı ama aksine cehennemden uzanan bir el olduğunun da bilincindeydim. Görmek istediğim gibi görmeyi tercih ederek elini tuttum ve kumla kaplı yerden kalktım.

Homurdanarak üstümdeki kumları silkelerken Efken beni izliyordu ama her zaman olduğu gibi ifadesizdi. "Sen üşümüyor musun?" diye sordum ona düz düz bakarken. Başını iki yana salladı ve, "Burada hava farklıdır," diye cevapladı beni.

Aslında haklıydı. Terlediğimi hissedebiliyordum ama yinede deniz -okyanus?- kenarındaydık ve o resmen soyunmuştu. Efken bir anda bana sırtını dönüp ıslak kumun olduğu tarafa geçtiğinde gözlerim kocaman açıldı. "Kafayı mı yedin?" diye bağırdım ona. "Üşüteceksin!"

"Senin gibi mi olacağım?" diye sordu omzunun üstünden bana bakarak. Sesi iğneleyici çıkmıştı ve kastettiği şeye kaşlarımı çattım.

"Efken, ben ciddiyim!"

"Bu ciddiliğin gözlerimi yaşartıyor, Medusa," diye dalga geçti benimle. Bu sevimli tavrına içten bir şekilde gülümsemek istemiş olsam da, bu isteğimin bacaklarına prangalar vurdum ve ona atabileceğim en sert bakışı attım.

"Hasta olacaksın!"

Bir an duraksadı. Uçurum mavisi gözler beni baştan aşağıya taradıktan sonra tekrar gözlerime tırmandı ve gözlerime kilitlendi. "Beni önemsiyor musun?" diye sorduğunda sesi kaskatıydı ama gözleri sesinin aksine farklı bir ton kullanıyordu.

Onu önemsiyor muydum? Belki de daha fazlasıydı. Bilmiyordum. Duygularım artık benim çizdiğim yoldan çıkmış, kendi yolunu kendi çiziyordu.

"Cevap vermezsen denize gireceğim," dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. Sesi ve yüzü kaskatı ama gözleri pas parlaktı.

"Giremezsin. Donarak ölürsün," dedim ona meydan okurcasına. Tatlı bir meltem saçlarımın arasından sızıp, saçlarımı uçuşturdu ve saçlarım yüzümü örttü. Elimle yüzümü açmaya çalışırken Efken kaşlarını kaldırarak, "Belki istediğim şey tam olarak ölmektir," dedi düz bir sesle.

Ölüm... Efken'i yanına konduramadığım belki de tek terimdi. O, karanlıktı. O, yıkım getiren bir katildi ve o, kötülüğün içindeki iyilik, iyiliğin içindeki kötülüktü. Dünya üzerindeki iyi, kötü tüm terimleri onun adına koyabilirdim ama ölüm... Kesinlikle ona göre değildi. Gittikçe saçmalayan düşüncelerimi beynimden kışkışlayarak, "Hasta olmanı istemiyorum," diye mırıldandım. "Sonuçta bana yardım edeceksin. Hasta olursan işlerimiz yavaşlar."

"Eğer biraz daha yanımda kalacaksan, hasta olmayı sorun etmeyeceğim, Medusa," dedi gözlerini benden çekip üstündeki tişörtüde çıkardı ve denize doğru yürümeye başladı.

Gitme, Medusa.

Efken ayaklarını sakin dalgaların içine soktuğunda, çoktan karanlık çökmüş ve yıldızlar belli belirsiz siluetlerini gökyüzünün tavanına asmıştı. Ben hâlâ kurduğu cümlede ve bugün uyurken sayıkladıklarında takılı kalmış bir şekilde kumların içinde dikilmiş ona bakarken nasıl yapmıştım, neden yapmıştım bilmiyordum ama üstümdeki kazağı sıyırdım ve Efken'in kazağının yanına attım. Üstümde yalnızca siyah bir sutyenle kaldığımda Efken bana şaşkın şaşkın baktı. Ne yaptığımı sorgular gibiydi ama önemsemedim. Pantolonumun fermuarına uzanıp, fermuarı indirdiğimde Efken'in yüzünün bir kısmını ve denizin büyük bir kısmını aydınlatan ay ışığı, birbirimizi görmemizi sağlayan tek aydınlıktı. Nasıl bu kadar çabuk karanlık çökmüştü bilmiyordum ama önünde iç çamaşırlarımla kaldığımda, tüm hatlarımı net olarak göremediği için karanlığa minnettardım.

"Ne yapıyorsun sen?" diye sordu Efken afallamış bir sesle. Ayakları hâlâ denizin içindeydi ve kıyıya vuran dalgalar bacaklarını yalıyordu.

Seninle kalabilmek için bahane yaratıyorum, seni aptal!

Cevap vermedim ve küçük adımlarla yanına yürüdüm. Ayağım önce ıslak kuma değdi ve hemen ardından tatlı bir dalga ayaklarıma çarpıp, tenimi ısırdı. Soğuktu ama katlanılmaz değildi. Yinede derime iğne batıyormuş gibi hissettiriyordu. Buna alışabileceğimi düşündüm.

"Ne yapıyorsun, Medusa?" diye tekrarladı sorusunu. Şimdi çok daha yakındık. Aramızda bir karıştan biraz daha uzun bir mesafe vardı ve Efken'in pantolonunun paçaları sıvadığı halde ıslanmıştı.

"Seninle denize giriyorum," dedim usulca. Parmaklarım onun çıplak ve kaslı göğsüne dokunduğunda bir an kasıldı ama hiçbir şey söylemedi. Kafamı kaldırarak ona baktığımda, aramızdaki boy farkına ilk kez lanet etmek yerine şükür etmiştim. Ona aşağıdan bakmayı seviyordum.

"Hasta olacaksın," dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. Ay ışığının aydınlattığı yüzünün bir kısmı karanlıkta kalmıştı ama diğer kısmı parlıyordu. Tıpkı ayın hilal hali gibiydi. Çok güzeldi.

"Sende hasta olacaksın."

"Ben hasta olmam," derken sesi boğuk gelmişti ve aramızdaki mesafe biraz daha kapandı. Şimdi parmaklarım onun göğsüne değerken, artık bedenimde onun bedenine değiyordu. "Ama sen kesinlikle hasta olacaksın."

"Eğer biraz daha yanında kalacaksam, hasta olmayı sorun etmeyeceğim, Efken." Kendime inanamıyordum. Onun yanındayken bazen böyle delice açık sözlü olabiliyordum. Efken aniden belime sarıldığında nefessiz kaldım ama dudaklarım tatlı bir kıvrım çizerek yukarı bükülmüştü. Bunu görmediğinden emindim çünkü yüzüm aniden sarılmasının verdiği etkiyle çıplak göğsüne yapışmıştı.

Efken kendini geriye doğru attığında bende onunla birlikte devrildim ve tuzlu su ciğerlerime dolarken, gözlerimi yumdum. Bedenim ani soğuğun verdiği şok hissiyle, soğuğa anında uyum sağlarken, Efken'in kollarının bedenimin etrafına sarılı olduğunu hissedebiliyordum ama suyun dibinde olduğumuz için gözlerimi açamıyordum.

Tıpkı bir yunus balığı gibi beni sırtına aldığında, onun üstündeydim ve çırpınmama gerek yoktu. İleri doğru yüzerken, bende onun sırtında ona uyuyordum. Sonunda nefessiz kalmış olacak ki, kafalarımız aniden suyun dışına çıktı ve nefes nefese kaldık. Az önce sırtında olduğum Efken şu an hemen karşımda duruyordu ve bedenimiz boynumuza kadar suya batmış vaziyetteydi. Soğuğu alışmış olmama rağmen hissedebiliyordum ama şu an hissedebildiğim tek şey soğuk değildi. Soğuğu unutturabilecek çok başka hisler tarafından çevrelendiğimin bilincindeydim.

"Medusa," dedi usulca. Etli dudakları deniz suyundan mütevellit ıslaktı ve tuzun kokusunu buradan alabiliyordum. Batmamak için bacaklarımı sık sık hareket ettirirken, bacaklarım onun bacaklarına çarpıyordu. Altındaki kotun ona ağırlık yaptığından emindim.

"Efken."

Derin bir nefes alıp biraz daha yaklaştı. Yaklaşırken durgun su biraz hareketlendi ve yüzüme tatlı bir dalga çarptı. Gözlerimi kırpıştırarak Efken'e baktım. Islak siyah saçları, tuzun etkisiyle kızaran ve belirginleşen, bataklık yeşili kırıntılara sahip, uçurum mavisi gözleri, düzgün burnu, vişne rengindeki etli dudakları...

"Medusa," dedi tekrardan. Sesi şimdi daha yakından ama çok daha boğuktu. Kollarım benden bağımsız bir şekilde onun boynuna dolandığında, bu durumdan hoşlanmış olacak ki etli dudakları tehlikeli bir kıvrımla yukarı büküldü. Burnu burnuma, alnı alnıma değiyordu ve doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. "Üşüyor musun, minik yılan?"

"Kesinlikle üşümüyorum," dedim titrek sesimle. Dudaklarımız fanusları kırılmış balıklar gibi aralıklı duruyordu ve şu an göğsümde at koşturan duygunun okuyamadığım silik görünümlü gerçek ismi yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştı. Sanırım bu duygunun ismini okuyabilmeme ramak kalmıştı.

"Seni öpmek istiyorum," dedi boğuk bir sesle. "Dudaklarımı dudaklarına değdirmek, senin tadına bakmak istiyorum, Medusa."

İçimde bir yerde küçük bir kız çocuğu vardı ve o kız çocuğunun şefkat isteyen saçlarına Efken'den başkası dokunamamıştı. O küçük kız çocuğunun sesini dinledim ve gözlerimi kapamadan, yalnızca kısarak üst dudağımı, Efken'in iki dudağının arasına yerleştirdim. Kollarımı onun boynuna doladığım yetmemiş gibi, Efken bacaklarımı beline doladı ve narin dalgalar bedenimizi denizin üstünde ileri geri hareket ettirirken yavaşça öpüşmeye başladık. Dudakları tuzluydu ama yinede lezzetliydi. Dili dudaklarımı aralayıp ağzımın içine yerleştiğinde bedenim titredi ama Efken'in kucağında olduğum için hareket edemedim. Nefessiz kaldığımı hissedebiliyordum ama yinede onun yoğun tadını bırakıp, geri çekilemiyordum. Şu an önemli olan bir lokma nefes değil, onun dudaklarıydı.

Biliyordum. Efken'den başka kimse o küçük kızın saçlarına dokunamayacaktı artık. Dokunsa bile Efken'de hissettiklerimi asla hissetmeyecektim ve o küçük kız şu an tattığı şefkatin baş harfini bile bulamayacaktı bir başkasında. Ben bu yıkım getiren katilin ana karakteri olmak istiyordum. Hayatında büyük bir yer kaplamak istiyordum ama aynı zamanda ailemi de özlüyordum. İki dünya arasında bir yerlerde, mavi bir arafın ortasında kalmıştım.

Dudaklarımız ayrıldığında Efken alev alev bakan uçurum mavisi gözleriyle yüzümün derisini kaldıracaktı sanki. Derin bakışları altında ezilirken, boynuna doladığım ellerimden bir tanesini serbest bıraktım ve onun yüzüne dokundum. Yanağını avucuma bastırırken, sanki kan akıtan, can alan, ruhu bedenden sıyıran yıkım getiren katil o değilmiş gibiydi. Gözleri kısıldı ve uzun, ıslak kirpikler gözaltındaki boşluğa yapıştı.

"Çok güzelsin," diye mırıldandım kendimi tutamadan. Gözlerini hafifçe açarak yüzüme baktı. Yüzü hâlâ avucumun içine yaslıydı. "Bazen inanamıyorum... Bu, o olamaz diyorum. Tam şu anda o kadar masum ve güzel görünüyorsun ki... Sanki tüm o şeyleri sen yapmamışsın gibi..."

Dudakları yukarı kıvrılır gibi oldu ama hiçbir şey söylemedi. Yüzünü okşarken genişçe gülümsedim. Gözleri gülüşüme düştüğünde kirpiklerini ağırca kırpıştırdı ve tekrar yüzüme baktı. "Ama sen böyle gülersen insanlığa haksızlık olur, Medusa," dedi gayet ciddi bir sesle.

"Neden ki?" diye sordum saf saf.

"Öldürürüm çünkü onları. Bu gülüşü benden başka hiç kimse göremez."

Sesiyle de onaylamıştı aslında bu söylediklerinin laftan ibaret olmadığını. Öldürürdü, biliyordum. Islak bedenlerimizi aynı anda kuma bıraktığımızda gecenin soğuğu ıslak iç çamaşırlarımdan içeri sızdı ve tüm iliklerimi titretti. Çaresizliğin sesi o kadar kısılmıştı ki, artık onu duyamıyordum. Gelip geçicide olsa, onu duyamadığım için mutluydum. Efken kolunu uzatıp, bedenimi göğsünün üstüne çektiğinde hiç itiraz etmeden göğsündeki yerimi aldım.

Kolları bedenimi sıkı sıkı sardı. "Üşüyor musun?" diye sorduğunda gözlerim yıldızların üstünde dolaşıyordu.

"Biraz."

"Tam bir aptalsın, saftirik yılan."

Kıkırdadım. "Sanırım öyleyim," dedim yanağımı onun ıslak göğsüne bastırırken. Üstünde düşünmem gereken tüm konuları sessize almıştım. Kulağımın altında Efken'in kalbinin atışını duyabiliyordum ve bu bile onun gerçekliğinin bir kanıtıydı benim için.

O, tüm bu sahteliklerin içindeki tek gerçekti belki de.

"Kıyafetlerini giy bence," dedi düz bir sesle. "Hem önümde bu kadar rahat olman gözlerimi yaşarttı, Medusa."

"Karanlıkta görmen mümkünmüş gibi!"

"Sol üst bacağının iç tarafında nokta büyüklüğünde bir ben var."

Aniden göğsünden kalkıp, yüzüne baktığımda, ıslak saçlarım yüzüne dökülmüştü. Gözlerini kırpıştırdı ve burnunu kırıştırdı. Saçlarımı yüzünden çekip, kulağımın arkasına tıkıştırdıktan sonra ona düz düz baktım. "Nasıl görebildin? Pis sapık!"

"Güzel şeylere bakmayı severim," dedi kısık bir sesle. "Ve, Medusa. Senin kalçaların gerçekten mükemmeller."

Yanaklarım ısınırken göğsüne vurdum ve yüzümü boynuna gömerek ondan saklandım. Ondan saklanmak için bile onu seçiyor olmam elbette tuhaftı tabiî ki

"Utanma, minik yılan," dedi elleri çıplak belime kayıp beni sararken. "Sen benimsin. Her bir noktan bana ait. Onları bana sunmaktan çekinmemelisin."

"İğrençleşme!" diye çemkirdiğimde yüzüm boynunda olduğu için sesim boğuk çıkmıştı.

"Yanaklarının ısısını boynumda hissedebiliyorum, utangaç yılan."

Söyledikleri yanaklarımın daha da ısınmasına neden olurken kafamı kaldırıp ona baktım. Gecenin ortasında parlıyordu. "Arsız." Ses tonum onu gülümsetti. Bu ikinci kez içten gülümseyişiydi sanırım. Kalbimin göğsüme indirdiği sayısız kanlı tekmeye rağmen yüzümdeki ifadeyi koruyabilmiştim. Salyalarımı onun yüzüne akıtmadığım için memnundum.

Yavaşça doğrulup ondan gizlenerek kumların üstündeki kazağıma uzanırken, Efken arkamdan geliyordu. Üstüne rambo tişörtünü geçirdi ama pantolonu sırılsıklamdı. Kumsal dalga ve böcek sesleri sayılmazsa oldukça sessizdi. Kazağımı ıslak saçlarımın üstünden geçirdim ve göz ucuyla Efken'e baktım. Saçlarım kazağın içinde kalmıştı ama önemsemedim. Kuruması için kazağın içinde kalabilirlerdi. Tam pantolonuma uzanacaktım ki, Efken aniden bileğimi yakaladı ve beni kendine çevirdi.

"Kazağını giysene," dedim kekeleyerek. Kazağım bol ve uzun olduğu için kalçalarımın bir kısmını örtmüştü ama bacaklarım hâlâ üşüyordu.

"Medusa," dedi gecenin içinde açan güzel kokulu zehirli bir çiçek gibi. Soru işareti dolu gözlerle ona bakarken şu an aramızda çok başka bir şeyler olduğunun farkındaydım. Bir iki adım daha yaklaştı ve hemen önümde dikildi. Bileğimi tutan eli bileğimden inip elimi kavradığında kalbim şu an göğsümün altında değil, elimde atıyordu.

"Efken, sorun ne?"

"Korkuyor musun?" diye sordu gözleriyle gözlerimin arkasına sakladığım duyguların yerini bulup, onları saklandıkları yerden çıkarmaya çalışırken.

"Ölümden mi?" diye sorusuna soruyla karşılık verdiğimde cevap vermeden gözlerimin içine bakmaya devam etti. Bunu evet olarak kabul etmiştim. "Hayır. Seninle olamamaktan korkuyorum."

Mantığım kötürüm olmuştu. İçi helyum dolu kan kırmızısı balonların, bir çocuğun ellerinden kayışını ve çocuğun arkasından bakarken huzurla karışık buruk gözyaşları döktüğünü gördüm. Dudaklarımdan dökülen benim gözlerimin ve hatta kalbimin arkasına saklamaya çalıştığım gerçek duygularımdı. Onlara isim vermeyecektim. Ama bu isimsiz duygunun isminin ne olduğunu bir tek ben bilecektim.

Efken derin bir nefes alırken, hâlâ gözlerimin içine bakıyordu. Uçurum mavisi gözlerinin içinde anlık bir şok vardı ve kesinlikle böyle bir cevap beklemediği ortadaydı. Dudakları birkaç kez bir şeyler söylemek için aralandı ama hiçbir şey söylemeden geri kapandı. Efken'in yanından sıyrılıp kot pantolonumu bacaklarıma geçirdikten sonra, "Hadi gidelim artık," diye mırıldandım ve Efken'in arabasına doğru yürümeye başladım. Arabanın önüne geldiğimdeyse Efken aniden beni kendine çevirdi ve arabanın ön kaputu ile bedeni arasına aldı. Gözlerim kocaman açılırken, yıkım getiren belimden tutup beni kaputun üstüne oturttu ve alnını alnıma yaslayıp gözlerimin içine baktı. Uçurum mavisi gözler karanlığa rağmen parlıyordu ve capcanlı görünüyordu.

"Efken..."

"Medusa," dedi sabırsız fakat fısıltılı bir sesle. İçimden sayısız siyah kelebek havalandı. Siyah kanatların her bir sıçrayışta birbirine çarpışını duyabiliyordum. Kulaklarımda kanın fokurdayışını duydum. Buna birde denizin kıyıya çarptığı dalgaların sesi eklenmişti.

"Efken." Sertçe yutkundum. "Sorun ne?"

Gözlerini gözlerimden çekmeden, "Gözlerinin sadece taşa çevirme özelliği olduğunu sanıyordum, Medusa. Taştan şeyleri çözebildiğini bilmiyordum," dedi kaskatı bir sesle.

"Ne?"

"Bana varlığını unuttuğum bir şeyin yerini hatırlatıyorsun, Medusa," dedi ve ben daha bu cümlenin güzelliğini hazmedememişken dudakları büyük bir açlıkla dudaklarımın üstüne kapandı.

Öpüşü diğerler öpüşmelerimizden çok daha tutkulu, sert ve aceleciydi. Öyle ki sanki ben bir yudum suydum ve o çöldeki dudakları kuraklıktan çatlamış, suya hasret bedeviydi. Elleri bacaklarım ve belim arasında mekik dokurken, dudaklarının dokunuşları daha da derinleşiyordu. Karanlık iniltileri gecenin koynuna akarken, sanırım artık bende farkında olmadan inlemeye başlamıştım.

"Medusa," dedi dudaklarını dudaklarımdan çekerken. Nefes nefeseydi ve lanet olsun ki tüm bedenim ilkel bir duygunun esiri olmuştu. "Gitmeni istemiyorum."

Cevap vermemi beklemeden bir kez daha dudaklarıma kapandı. İçim çığlık çığlığa onun yanında kalmak istiyorum! diye bağırırken, kelimelerim karanlık bir kuytuya saklanmış, Efken'in öpüşü altında tazeleniyordu. Dudaklarını dudaklarımdan çekmeden hemen önce tatlı bir inilti çıkardı ve dudaklarını dudaklarımdan çekip, "Ben kötü bir adamım," dedi fısıltıyla. Alt dudağıma küçük bir öpücük kondurduktan hemen sonra, "Ama üzgünüm, Medusa. Buna engel olamıyorum. Filmdeki kötü adamın, iyi kızın merhametine ihtiyacı var."

"Efken..."

"Siktir!" dedi alnını alnıma yaslarken. "Konuşma, hiçbir şey söyleme. Gitmek istediğini biliyorum. Duygularıma sansür çekebilmek için elimden geleni yapıyorum. Ama..." Duraksadı ve gözlerimin içine baktı. Gözlerim dolmuştu. "Siktir! Durma, o zehirli dişlerini ömrüme geçirmeni istiyorum."

"Efken!"

"Gitme!" diye haykırdı tıpkı benim onun ismini haykırdığım gibi.  "Neden mühürlenmek için beni seçmedin sanki, aptal yılan! Gitme!"

Göğsüm kalbimi sıkıştırdı ve uçurumun önünde duran bedenim anlık bir baş dönmesiyle uçurumdan aşağıya yuvarlandı. Pişman mı olacaktım? Umurumda değildi. Ölecek miydim? Neden olmasın? Ailemi bir daha göremeyecek miydim? Bu acıtıyordu.

Yeşil kanepe? Gökyüzüne açılan pencere?

"Mahinev?"

"Efendim, anne?"

"Bu gece Azize teyzenlere gideceğiz, gelecek misin?"

"Hayır, evde kalacağım, anne."

"Peki, dolapta yemek var. Isıtıp yersin."

Gözlerimden bir damla yaş yanağıma yol çizip, çeneme doğru akarken burnumu çekerek Efken'e baktım. Sabırsız uçurum mavisi gözler, gözlerimin içini eşeliyor, cevap arıyor, kıvranıyor ve beni istiyordu. Bencil yıkım getiren! Neden kendini benim yerime koymuyordu?

Parmaklarım onun kalbinin üstüne yerleşti ve gözlerimi gözlerinden tek bir an olsun çekmeden, boğuk sesimle burnumu çekerek, "Evime gitmek istiyorum," dedim kalbini dürterek. Kalbinden yükselen umudun sesini duyabiliyordum. Dudakları şefkatle yukarı kıvrıldı ve sanırım ne demek istediğimi anladı.

Beni aniden çekip, sıkı sıkı sarıldığında yanağım kalbinin üstündeydi.

"Evine hoş geldin, minik yılan."

Buraya kazımak istediğim ve kazırken pis pis sırıttığım bir şey var. A Ş K B A Ş L A D I.

Ama sanmayın bu aşk pespembe, romantizmden geçilmeyen, tadından yenmez bir şey olacak. Bu aşk karanlık, bu aşk uçurum, bu aşk ölüm, bu aşk kan kokacak. Yani ilişki başladı, hikâye bitti denmesin. Sanırım hikâye asıl şimdi başlıyor! Üstelik daha Efken'in kabuğunu kıramadım. Kırabileceğimi de sanmıyorum ama bizi sık sık şaşırtıyor, yıkım getiren.

Mahinev'in özlemleri, Efken'in dipsiz uçurumu, ortaya çıkacak olan sırlar ve kanın kokusu.

İçinde Bir Sen'in ikinci raundu başlasın o zaman! Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, minik yılanlar! Seviliyorsunuz. ♡

Continue Reading

You'll Also Like

23.4M 1.4M 77
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
17K 3.1K 35
Memur bir kızın çözmesi gereken vaka için gittiği ormanda karşılaştığı şeylerin hayatını değiştirmesine sebep olmasını anlatan bir kurgudur Alıntı; O...
41K 2K 25
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
112K 5.1K 13
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...