wisteria [gxg]

By winnieepeg

2.7K 126 87

On yıllık bir esaretten nasıl kurtulunur? Dikkat: Bu hikaye eser miktarda şiddet, kan, ölüm, tecavüz ve taciz... More

1. En fazla nereye gidebilirsin ki Prenses?
3. Ses çıkarma Prenses...
4. Mavi akıyor gönlüme.
5. Özgürlüğe tutsak...
6. Camekandaki Lalezar.
7. Ölüm Meleği.
8. Parmağına dokunan diken...
9. Cinayet silahı, akasya.
10. Geçmişe giden menekşeler...
11. Nefret kalpte yer etmez ama...

2. Bu evde yardım çığlıklarına koşulmaz.

350 10 3
By winnieepeg

Bölüm şarkısı; Lana Del Rey–Dark but just a game.

***

Köşkün sahipleri, azı dişlerini göstermekten çekinmezdi. Ulu çınarlar gibi güçlü ve varlıklılardı. Her gece yatağımın üstünde, yorganımın altında titrememe sebebiyet veren bakışları, duruşları ve gülüşleri vardı.

Köşkün sahipleri, köşkün rengine rağmen ruhları kapkara olan birkaç insandan oluşurdu.

Gece olunca köşkün yok olan pembeliği, sabaha karşı benim vücudumda çiçek olurdu. Kollarımda izler, bacaklarımda yaralarla bir çiçek olmayı alnımın akıyla taşırdım. Bazen mor sümbüllerle bezenirdim, bazen kırmızı karanfiller takınırdım. Ben her gece, çiçek tarlalarını dolaşır, çınarların yıkılmaz bedenlerine çarpardım.

Bir çiçeği ayağınızın ucuyla ezebilirdiniz, onu çiğneyip geçebilirdiniz ama bir çınar her zaman korkuturdu sizi. Aynı beni korkuttuğu gibi...

"Selam, baba." Sergen elindeki iş çantasını yüzüme attı. Kravatını bollaştırarak ceketini çıkarttı ve salona girdi.

Bir tane misafir salonu, bir tane de oturma salonumuz vardı. Oturma salonundaki krem pofuduk koltuklar, krem renkli eskitme halı karamel rengi ahşap parkelere inanılmaz uyumluydu. Ortadaki cam sehpa ve çevredeki deve tabanı saksılarıyla sıcak bir ortam yakalanmıştı salonda.

Yine de, evin diktatör olduğunu daha önceden söylemiştim. Bir diktatör sıcaklığa ihtiyaç duymazdı, fikirlerini dayatabileceği bir alana ihtiyaç duyardı.

Bu sebepten ne kadar krem rengiyle sıcaklık yakalansa da, duvarlardaki tüyleri diken diken eden Guernica tablosu ve çevresinde duran Nilüferler tablolarıyla insan kendini evin içinde bile olsa, yabancı hissediyordu. Mobilyaların ve tabloların tezatlığı bana Köşk'ün ne olduğunu ve ne olacağını hatırlatıyordu.

Bu odada dünyanın en rahat koltukları olsa da, dünyanın en ürkütücü tabloları olduğu sürece ilk dikkati onlar çekecek ve herkesin ağzını açık bırakacaktı.

"Annen nerede?" diye sordu Sergen, salona girer girmez.

"Mutfağa gitmişti." diye sessizce yanıtladım. Ağzımın içine doğru konuşmamı sevmediği için bana korkunç bir bakış attı.

"Düzgün konuş, gerizekalı orospu." Kucağımdaki çantayı sımsıkı sardım. Hakaretlerine alışkındım işin aslı, benim tek korkum gözleriydi. Kahvenin en koyu tonundaki gözleri bana baktığı zaman kendimi savunmasız ve aciz hissediyordum.

Bana bakmasına dayanamıyordum.

"Özür dilerim." dedim çarçabuk.

Neyse ki annem içeriye girdi de ilgisini kaybetti bana karşı. Annem, tekerlekli sandalyesini orta sehpanın yanında durdurup, gülümsemeye çalıştı.

"H-h-hoş-geldin."

Sergen, annem yüzünden orta sehpa ve iki koltuk arasında sıkıştı. Çirkin yüzünde memnuniyetsiz bir gülüş belirdi.

"Hoşbuldum. Çek şu tekerlekleri." Annem hızlıca önünden çekildi. "Yemek hazır mı?"

"H-h-hazır. N-n-nnn-nihan g-getirecek."

Sergen, annem cümlesini bitirince ofladı. Annemi dinlemek bile ona acı veriyor olmalıydı sonuçta onu bu hale getiren kendisiydi, kendi malına zarar vermişti. Oyuncağını kırmıştı ve en iyi doktorlara da götürse çıkarabilecekleri en iyi iş, tekerlekli sandalyede oturan kekeme ve ağzı kaymış bir kadındı.

"Tamam. Bir duş alacağım ben. Yuşa nerede..." Anneme bir bakış atıp gözlerini devirdi. Onun konuşmasını istemiyordu.

"...Asya?"

"Odasındaydı en son." diye hemen yanıtladım onu. Sesimi normal çıkartmaya dikkat ettim.

"Tamam." Sergen beni baştan ayağa süzdü. "O çantayı portmantoya asıp, üzerine düzgün bir şeyler giy. Sofraya paçavralarla oturmuyoruz." dedi, sesindeki otoriteyi duyunca başımı eğip onayladım.

"Tamamdır."

"Tamamdır ne?"

"Tamamdır baba."

Odadan çıktığı an, kendimi koltuğun kenarına oturup soluklanırken buldum.

Sergen, ilk başlarda iyi huylu birisiydi. Bazen sinirlendiğini görsem de bana veya anneme karşı, en azından bu eve taşındığımız ilk zamanlarda, hiç bir şiddet uygulamamıştı.

Oğlu Yuşa'ya karşı olan abartılı tavrının bulaşıcı olduğunu nereden bilebilirdik ki?

İlk kurban elbette annem olmuştu. Bu evin ölü gelinleriyle savaşmak annemi gittikçe mutsuz etmişti. Sergen'in hastalıklı bir piç olduğunu ise bir öğleden sonra ben odamda giyindiğim sırada fark etmişti.

"Ne yapıyorsun sen Sergen?!"

Tüm gücümü kullanarak o anı def ettim.

O gece annem ve Sergen ölümüne bir kavgaya tutuşmuşlardı. Annemin her söylediği cümle, bir eşyanın kırılması ve yere vurulmasıyla son bulmuştu. Sonunda o kadar gerilmiştim ki, Yuşa'nın odasına gitmiştim. O zamanlar birinci katta benim karşımdaki odada kalan Yuşa beni odasına buyur etmişti.

Ne kadar gergin olduğumu her halimden anlayan çocuk, beni televizyonla oyalamaya çalışsa da annemin canhıraş çığlığıyla hareketlerimiz buz kesmişti. Ben hızla oturduğum koltuktan fırlasam da Yuşa beni bileğimden yakalamıştı.

"Bu evde yardım çığlıklarına koşulmaz, Prenses."

Yuşa'ya nedenini sorduğumu az çok hatırlıyordum. Gözlerindeki acılı bakış, acımasızlığa evrildiğinde annemin çığlığı kesilmişti.

"Çünkü sonraki çığlıkların sana ait olmayacağını, kimse garanti edemez."

Annemin tekerlekleri önümde durduğunda yeniden günümüze geldiğimi biliyordum.

Zihnimin ipleri bu köşkün etrafında kördüğümdü. Her hareket, cümle veya en ufak koku dahi beni geçmişe ışınlayabilen bir zaman makinesi görevi görüyordu.

Nefeslerimin göğsümde ritmini kaybettiğini hissettim. Anılar, camdan parçalara benziyordu ve bu evin her köşesini dönüşümde o parçadan bir lokma yutuyordum. Kan kusa kusa geziyordum.

"İ-i-iyi mmmiss-sin?"

Annemin her yaptığı beni ağlatabilirdi. Konuşması, gülümsemesi hatta bazen sessizce durması bile beni ağlatabilirdi. Ama gözyaşlarımı içime gömmeye alışmıştım.

"İyiyim." Yalandı. Ve ikimizde bunu biliyorduk.

Elini elime attı. Titrek ve terli elleri garip bir huzur verdi bana. Annem olduğu için mi bilmiyorum ama ne olursa olsun onun sesi dahi huzur veriyordu bana.

Elimi sıktı hafifçe. Daha fazla konuşmadı. Gitmem gerektiğini bildiği için, Sergen'in kucağımdaki iş çantasına vurup bana yapmam gerekeni hatırlattı.

Ayağa kalktım, çantayı portmantoya asıp merdivenlere yürüdüm. Yuşa, merdivenleri inmekteydi. Siyah takım elbisesi onu olduğundan daha çirkin gösteriyordu.

"N'aber Prenses?" dedi gülerek. Yuşa on yıllık esaretimde, bazen benimle beraber tutsak ve bazense babasıyla beraber muhafız olmuştu. Şu anki rolü, son beş yıldır olduğu gibi, muhafızdı.

Kabuslarımın prensiydi.

Ona cevap vermekten kaçındım ve yanından geçmek üzere davrandım. Ancak eli bileğimi yakaladı.

"Sana bir soru sordum."

"İyiyim Yuşa. Sen nasılsın?" diyerek ona baktım. Yuşa pislikti, elleri ahtapot gibi durmaksızın hareket ederdi ve bazen kalçamı bazense göğüslerimi sinekkapan gibi yakalardı. Yine de beni korkutamazdı.

Çünkü bilirdim ki onun da korktuğu birisi vardı. Bilirdim ki onun da bir tasması vardı.

"İyiyim Prenses. Teşekkür ederim sorduğun için. Bu akşam yanına gelmek için sabırsızlanıyorum. Sana aldığım kırmızı elbiseyi giysene bu akşam."

Bedenim ters tepki vermeden edemedi ve bileğimi elinden koparıp göğsüme bastırdım. Dokunuşu midemi ağzıma getiriyordu.

Gülüşü büyüdü. "Kapını kilitleme." Dilini dişlerinde gezdirdi.

"Ya da kilitle. Bu beni daha da azdırıyor biliyorsun." Bana yaklaştığında, parfümünün ağır misk kokusu burnumu doldurdu.

"Lütfen kapını kilitle Prenses."

Midem kaynadı ve üstüne kusmamak için ayak parmaklarımı buruşturdum. Onu orada bırakıp merdivenleri tırmanmaya başladığımda, dudaklarım çığlık atmak için, bir şey demek için yalvarıyordu. Ama bu evde yardım çığlıklarına koşulmazdı, biliyordum. Bu yüzden çığlığımı sindirilmesi zor bir yemek gibi yuttum.

Odama geçtim. Bu ev devasa bir büyüklükteydi ama her seferinde birilerine rast gelmeyi başarıyordunuz.

Köşkün girişinde geniş bir koridor vardı, koridorun iki yanında yemek odası ve oturma odası bulunuyordu. Oturma odasının yanında, kapıları kilitli misafir odası duruyordu.

Koridorun sonunda, ortasında asansör bulunan en az bir metre genişliğinde beyaz ahşap merdivenler çıkıyordu.

Köşk çatısıyla beraber beş katlıydı. Eğer bodrumu da sayarsak, altı. Birinci katında ben ve annem ayrı ayrı odalarda kalıyorduk. Kazanın ardından Sergen, annemin daha rahat etmesi için (yalan) odalarını ayırmıştı. Bizim odalarımız dışında iki tane daha misafir odası birinci kattaydı.

İkinci katta, üç tane misafir odası vardı. Kapıları kilitliydi. Ve üçüncü katta ise Sergen, Yuşa ve Yuşa'nın annesi Yaren Hanım'ın odası yer alıyordu. Sergen'in odası ayrıca çatıyla birleşiyordu ve çatıda çalışma odası vardı.

Çatının geri kalanında ise kütüphane yer alıyordu. Tozlu kitaplar ve oymalı raflar eskiden bu evdeki en sevdiğim yer olsa da, artık travmalarımın başlangıç yeri olduğu için pek fazla hevesim yoktu yukarıya çıkmaya.

Genellikle günümün yarısını çiçek bahçesinde ve ormanda geçiriyordum. Ormanın içindeki çiçek şelalesi en sevdiğim köşelerdendi. Kat kat taş betonlardan akan suyun çevresi pembenin en tatlı tonundaki çiçeklere gebeydi.

Bu evin çiçeklere olan sevdası, çiçeklerin bu eve olan sevdasından büyüktü. Aralarda, sert bakışlı çınarlara ve çamlara denk gelinse de bu durum çiçeklerin güzelliğini öldürmeye yetmezdi.

Odama girdiğimde beyaz renkteki ahşap dolabıma yürüdüm direkt. Dolabın üzerindeki kuş çizimlerinde elimi gezdirip tek hamlede kapaklarını araladım.

Dolabımın içinde giymeye uygun bir şey ararken açık kahve tonundaki saçlarımın kurdelesini çözdüm.

Havuza girdikten sonra banyo yapmıştım, saçlarım banyodan sonra biraz kabarmış ve tülüşmüştü.

Tarağımı aynalı makyaj dolabımdan, giysi dolabımla uyumlu renkleri ve kuş çizimleri olan, kaptım. Bir yandan saçlarımı taradım, bir yandan da giymeye uygun bir şeyler aradım.

"Offf..." Sonunda üzerinde açık pembe güllerin olduğu sarı bir mini elbise buldum. Belinden büzgülüydü ve yakası bisiklet, askılıydı.

Onu giymeye karar verip, mavi gül nevresimleri olan yatağımın üstüne attım.

Saçlarım tarandıktan sonra daha çok kabardığı için biraz sprey sıkıp kaküllerimi düzleştirdim. Saçlarımı iki yanımdan hafif tutamlar alarak topladıktan sonra sarı bir kurdele taktım.

Saçımdan kurdele, parmağımdan yüzüğüm eksik olmazdı benim. Çünkü evin içinde silah taşıyamıyordum ve bu evin içinde silahsızlık, toplum içine anadan üryan çıkmakla eşdeğerdi.

Tak tak tak...

Kapıya baktım.

"Gir?" Vücudum beni uyardı, ensem karıncalandı. Kapı açılmadı.

Tık tık tık...

Gözlerim hülyalı bir şekilde yatağın üzerine baktığında, beş sene önceki Akasya'yı yatağın üzerinde, yorganın altında buldum.

"Gelme Yuşa." diyordu Minik Akasya.

Galiba, on iki yaşındaydı.

"Aç lan kapıyı... Yoksa seni mahvederim. Sabah, kahvaltı masasının üstünde mi sikilmek istersin?"

Akasya korkaktı ama yaşama hevesiyle dolu bir korkaktı. Korkaklığı bir zırh gibi kuşanması, Yuşa'nın kapıyı zorla açmasına rağmen yerinden bir milim kıpırdamaması bu yüzdendi.

Biraz da, kırmızı kurdelesini avcunun içinde tutmasından dolayıydı... Nedenini bilmemesine rağmen, kurdele ona garip bir güven duygusu aşılıyordu.

Yuşa, minik Akasya'yı yatağa zorla mıhlarken onu kışkırtmadı kız. Avcundaki kırmızı kurdeleyi, Yuşa ellerini eşofmanını indirmek için kaldırdığı an boğazına doladı. Kurdele dile geldi, Akasya bağırmadı ama kurdele Yuşa'yı boğazından sarmalarken garip bir ses çıkarttı.

Akasya... Kırmızı, sarı ve pembe renklere sahip uzun ve düşük boyunlu bir çiçekti. Asil, sade ve kokusuzdu...

"Bana bir kere dokundun." dedi kız. "Bana iki kere de dokundun."

Oğlan, boğazındaki ipten nefes alamayarak avcunu Akasya'nın boynuna dolamaya çalıştı ama Akasya tüm gücünü kullanarak onu devirdi, yatağa mıhladı.

"Üçüncüsüne izin vermektense seni öldürmeyi yeğlerim." diye devam etti.

"Seni öldürürüm Yuşa. Sana yemin olsun, seni öldürürüm." İpi sıktı, oğlanın gözleri patlarcasına açıldı.

"Yapacağım son şey olsa dahi, seni öldürürüm."

İpi yavaşça elinden kaydırdı Akasya. Sonra da kurdele, kıza itaat etti ve salındı. Yuşa öksürerek kendisini yana atarken, Akasya kendini yataktan çıkartıp duvara sırtını verdi.

"Çık odamdan."

Yuşa, öksürdükten sonra kalkıp ona doğru bir adım attı atmasına da Akasya'nın elindeki kurdeleye bakınca bunun en akıllıca seçenek olmadığına emin oldu.

Geriledi.

"Bu burada bitmedi Prenses."

Akasya omuzlarını dikleştirdi. İçten içe ağlamak, bağırmak, etrafı yakıp yıkmak istiyordu. Bunun yerine yutkundu ve çocuğa baktı.

"Bitmesin Yuşa."

Düzleştiricimden sızan duman kokusuyla kendime geldim. Saçlarımı yakmadan aleti fişinden çektim ve saçlarımı dalgalandırıp elbisemi giyindim. Ayaklarıma evin içinde mütemadiyen giydiğim siyah sandaletleri geçirdikten sonra, yüzüme renk vermesi için biraz dudak parlatıcısı sürdüm. Beyhude bir çabaydı benimki. Mavi gözlerimin solgunluğunu ve gözaltımdaki on yıllık torbaları renklendirmek imkansızdı.

Sonunda çabalamayı bıraktım. Odadan çıkıp, anılarımı arkamda bıraktım. Bu evde, anılar asla arkada kalmazdı, bilirdim. Tarih, bu evin çevresinde tekerrür tabloları çizerdi. Ancak dedim ya, beyhude bir çabaydı benimki. Her zaman kaçmaya çalışmak, benim işimdi.

***

the end


çiçek şelalesi

akasya'nın dolabı

nevresimler

elbise

akasya vibe

Continue Reading

You'll Also Like

ASYA By Su

ChickLit

298K 16.9K 34
Abi kitapları kıtlığı çekiyorsanız doğru yerdesiniz. Bölümleri yazdıkça atacağım. "Onu istemiyorum." Nefret dolu bakışları bendeyken babamdan uzakla...
161K 1.4K 11
Aile baskısı olan bir genç ne kadar cesaretli olabilir? Hayallerini yaşamak sadece rüya mı? Belki de elinden tutacak bir ele ihtiyacı vardır. O el s...
1.6M 36.3K 44
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...
117K 3.2K 46
Arkadaşı tarafından para için ihanete uğrayan bir kızzın adama mahküm edilmesi ön izleme : 3.bölüm Helin ben çok özür dilerim pişman oldum gerçektenn...