Cesurca Sev ! (Tamamlandı)

By esincee

327K 14.9K 273

Bir kitap çevirmeninin hayatı ne kadar tek düze olabilir ki? Emin olun Zeynep'in hayatı herkesten daha fazla... More

Cesurca Sev! -Tanıtım
Cesurca Sev ! 1. Bölüm
Cesurca Sev ! 2.Bölüm
Cesurca Sev ! 3.Bölüm
Cesurca Sev ! 4. Bölüm
Cesurca Sev ! 5.bölüm
Cesurca Sev ! 6. bölüm
Cesurca Sev ! 7. Bölüm
Cesurca Sev ! 8. Bölüm
Cesurca Sev ! 9. Bölüm
Duyuru...
Cesurca Sev ! 10. Bölüm
Cesurca Sev ! 11. Bölüm
Cesurca Sev ! 12.bölüm
Cesurca Sev ! 13.bölüm
Cesurca Sev ! 14. Bölüm
Cesurca Sev ! 15.bölüm
Cesurca Sev ! 16.bölüm
Cesurca Sev ! 17. Bölüm
Cesurca Sev ! 18. Bölüm 1. Kısım
Cesurca Sev ! 18. Bölüm 2. Kısım
Cesurca Sev ! 19. Bölüm
Cesurca Sev ! 20. Bölüm
Cesurca Sev ! 21. Bölüm
Cesurca Sev ! 22. Bölüm
Cesurca Sev ! 23. Bölüm
Cesurca Sev ! 25. Bölüm
Cesurca Sev ! Final

Cesurca Sev 24. Bölüm

7K 398 4
By esincee

herkese merhabaa :)

vee

iyi okumalar :)

Onun sesini duymak, karşımda görmek, bundan birkaç saat önce belki mümkün derdim. Sonra, yani birkaç saat sonra, mümkün olmadığını düşünürdüm ki düşüncemde mümkün olmadığı ile ilgiliydi. Çünkü böyle bir bilgiyi kardeşinden almıştım. En az üç ay ortalıkta olmadığını söylemişti. Ve ben düşüncelerin en karasına dalmıştım. Şimdi ise mümkün olmayan bakıyorum. Kapımın önünde oturmuş, bakışları sanki çareler çaresiziydi. İçim bir tuhaftı. Ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Yanına mı oturmalıydım? Yoksa yüzüne bile bakmadan evime mi girmeliydim? Peki, evime gidersem rahat edecek miydim? Peki ya oturursam? Oturursam rahat edemeyeceğimi biliyordum. rahat edemezdim çünkü o hiç rahat değildi. Bir süre gözlerimize baktık. Kendimi görmeye başlamıştım. Oturamadım. Çantamdan anahtarımı alıp evin kapısını açtım.

Ömer... hislerimi bilen, aşkımı ilan ettiğim adam. güzel gözlüm, ela bakışlım. Neler yaşamış olasın ki, onlar seni bu hale getirebiliyor her yaşadığın. Oysa ben seni böyle bilmezdim. Gördüklerimin de ötesineymişsin...

Ellerim saçlarını okşuyor. Soğuktan pembeleşmiş yüzünde geziniyor. Yüzünü boynuma gömüp orada ısıtmak istiyorum. Üşümesin istiyorum. Başını dizlerime dayamış. Öylece bana bakıyordu. Bense gözleri hariç her şeye, her yere.

Saçlarına her bir dokunuşumda, elimin yüzüne her bir değişinde, içim titriyordu.

"Zeynep...." Diyor kadife bir sesle. İlk defa duyuyordu. Ondan, bu tonda adımı.

"efendim Ömer" deyip en nihayetinde gözlerne baktım.

"Çok üzdüm seni değil mi?"

Üzmüş müydü? Parçalara mı ayırmıştı bilmiyorum. Kendimi doğru dürüst dinlememiştim ki. kendimi dinlemekten kaçtığımdan dolayı da sadece sancıyan bir şeylerin olduğunu biliyorum. O sancıyan şeyler çok acı verdi. Üzmüş müydü? Belki de hayır..

"hayır Ömer"

" yalan söyleme!"

"yalan değil" deyip susuyorum biraz sonra devam ediyorum "belki bir parça. Ama bil ki çok üzmüş olsaydın. Ne bu evin kapısından içeri girebilirdin. Ne de dizlerimde olurdu başın"

"ne kadar üzdüm peki?"

"kendimi kimsesiz hissedecek kadar çok"

"çok işte!" deyip başını kaldırıyor dizlerimden, oysa ben daha onun saçlarını okşamaya doyamamıştım ki! şimdi tam karşımda bana bakıyor. Konuşma ihtiyacı hissediyorum.

"az, çok. Seni hissedememek ise daha çok olurdu. Sen buradaydın Ömer, ama nerede olduğunu bilmiyordum. Bilemediğim içinde bulamıyordum seni"

"Gitmem gerekiyordu Zeynep. Çünkü...o an diyeceğim şeyin ne olduğunu biliyordum. Ama çıkmıyordu şu iki dudağımın arasından. Kalmak ve susmak, sana istediğin cevabı verememek, işkence gibiydi. Hem sana hem de bana... gidersem çok fazla üzülmezsin diye saçma sapan bir düşünceye tutundum ilk an. Sonra, vakit epey ilerledikçe gitmenin bana verdiği acıyı fark edince, arkada kalmanın sana nasıl bir acı vereceğini düşündüm. Korkuttu bu beni. Senin canını acıttım. Karşına bir daha çıkabilir miyim? Beni görmek ister miydin? Diye düşündüm. Bu seferde cevaplarının hayır olması korkuttu. Aklım kelimelerde cesur değil, ama bedenime yön verme konusunda son derece cesur. Buraya gelirken benim için bir şey artık kesindi. " dedikten sonra elini yanağıma koydu.

"Zeynep... senin de dediğin gibi sen beni hissettin. Senden ayrı olduğum her an da ben seni hissettim her zerremde. Her bir bakışında, sözünde, dokunuşunda, histe artıyorsun bende. Vazgeçemiyorum senden"

Daha bir yakınıma geliyor. Çıkartamıyorum sesimi, sanki ben konuşursam o bir daha hiç konuşmayacakmış gibi geliyor. Oysa onun konuşmasına ne kadar çok ihtiyacım var.

Dudakları alnıma değiyor, hemen sonra ise gözümün kıyısına duruyor. Bir nefeslik geri çekilip konuşmaya devam ediyor.

"biliyorum o iki kelimeyi duymayı çok istiyorsun. Hakta veriyorum sana. Ama...daha önce sana bir şey demiştim. Nasıl bir insan olduğum hakkında" deyip susuyor.

"belki bende ortalama bir insanımdır" diyorum. Sesim bir fısıltıdan ibaretti dedim ya korkuyorum diye... ama o konuşmaya yine de devam ediyor.

" Öyleyim. Ve emin ol hiçbir zaman şimdi ki olduğum gibi değildim. Sana davrandığım gibi hiç değildim Zeynep. Umursamaz ve dengesizdim ve öyle olunca her şey çok daha kolay oluyordu. Düşünmek romanlar dışında yapmadığım bir işti. Çünkü beceremiyordum. Senden sonrada doğru düzgün düşündüğümü becerebildiğimi söyleyemem. Düşündüğüm an bunu sana zaten sözlerimle belli ediyordum ve sen beni çok sık düşünmeye sevk ediyordun. Şimdi ise yani iki gece öncesinden itibaren düşünmek tam zamanlı işlerimden biri oldu. "

Sözlerini bitirip hızla ayağa kalkınca şaşkınca ona baktım.

"gidecek misin?" diye bir soru fırladı dudaklarımdan

"beraber gideceğiz " deyip elini bana uzatıyor. Elim elini buluyor. Seviyordum onu işte! Kırsa da dökse de beni yine bir araya toplayacak olan onun elleriydi. Yerimden kalkıp onunla beraber portmantonun önüne geliyorum. Be üzerimi giyinirken o beni izliyor. Aklıma gelenle kaşlarımı çatıp ona bakıyorum.

" Sen yine sadece gömlekle misin?"

Omuzlarını silkip "uzunca bir zamandır evet" diyor. Başımı iki yana sallayıp onu kapının önünde bırakıyorum. Hızlı adımlarla odama gidip dolaptan siyah parkasını ve atkısını elime alıp yanına dönüyorum.

Elimdekilere şaşkınlıkla bakıyor.

"atmadın mı bunu Zeynep!"

"neden atacakmışım ki ?"

"neden olabilir sence?"

"anlıyorum demek istediğini ama bu çok saçma! O günün üzerinden ne kadar geçti! Hem bir şey yoktu ki?"

"vardı! O herifin kanı bunun üzerindeydi Zeynep ellerimi bunun üstüne sildim"

"gördüm! Hatta tırnağımla kazıdım!"

"Zeynep bunu çöpe atacağız"

"ama giymezsen üşürsün!"

"varsın üşüyeyim" deyip giyinmeden eline sıkıştırıyor parkayı. Boş olan eli ile elimi tutuyor

"hadi gidelim"

Kapıyı kilitleyip adımlarımı ona uyduruyorum. Apartmanın önüne gelince elime onu çekeleyince durup bana bakmaya başladı.

"Üşüyeceksin Ömer"

"üşümem ben"

Elimdeki atkısını hiç değilse boynuna sarıyorum. Belki biraz olsun üşümez. Yaptığım harekete gülümseyip yürümeye devam ediyor. Yolun kenarında gördüğü çöp konteynırına parkayı fırlatıyor. Ve bana biraz daha yaklaşıyor.

Kesintisiz olarak, yürümeye başladığımızda yerleri doldurmuş kara onunla basma keyfini yaşıyorum. Sorun olabilir. Çok büyükçe sorun olabilir. Ama o yanıma da ya isterse buz dağı olsun aşar geçerim ben o sorunu. Sorun söyleyemediği iki kelime ise. Yanımda ya onu da söyletirim! Ben Zeynep Dalkır'dım bunu unutup depresif bir ruh haline bürünmekte neyin nesiydi! Belki o yanımda yok diye kısa bir an bürünmüş olabilirim bu hale ama yanımda olduğuna göre devam ettirmeye hiçte niyetli değilim!

Ayaklarım kara bastıkça ben her an dengemi kaybedecek gibi olduğumda onun elimi daha sıkı tutması ile kahkahalar atmak istiyordum. Elini elimden çekip belime sarılıp beni kendine çekti.

"neden doğru dürüst yürüyemiyorsun ki?"

" ayaklarımın altında bulutlar varmış gibi hissediyorum. Ve galiba birazda sarhoşum! Hesapsızca adım atıyorum. Buna sebebimse belimi sıkıca kavrayan el"

Yüzümü yüzüne yaklaştırıp derin birkaç nefes alıyor.

"hayır değilsin" diyor gülümsüyorum cevabına

"o manada demedim ki" dediğimde onunda dudaklarının bir gülümseyişle kaplandığının görüyorum. Bende onun beline sarılıyorum. Aslında ısıtmak istiyorum onu. Hem de daha yakınında olmak.

Boğayı geçip çoktan sahile varmıştık. Burada kar ise daha yeni tabaka oluşturuyordu ama iç taraflar kadar şanslı değildi burası saat başı geçen tuzlama arabaları karın tutmasına izin vermiyordu. Tabii bu sadece yollar için geçerli kaldırımlarda yine iki üç santimlik bir kar vardı. Kar daha yeni doldurduğunda ilk biz iz bırakıyorduk. Biraz daha yürüdükten sonra durdu Ömer ve gelen taksiyi de durdurdu. İkimizde arka koltuğa yerleştikten sonra Ömer'e baktım

"gideceğimiz yere kadar yürüyemezdik."

Susuyorum cevabına karşılık. Elimi yeniden elinin içine alıp okşamaya başlıyor. taksinin çalışan kliması ile ikimizin de bedeni biraz oldun rahatlar oldu. Elinin sıcaklığını da hissediyordum. Bir süre sonra kolunu kaldırıp sol göğsünde yer açmıştı bana. Tüm sevgimle yerleşiverdim oraya. Belki kalbine daha yakın olursam. Kelimelerde bu kadar zorlanmazdı.

"salacak sahil" diyor şoföre sonrada ellerini saçlarımda gezdirmeye başlıyor.

"o kelimler söylemeyi ne kadar çok istediğimi tahmin bile edemezsin"

"biliyorum"

"nereden?"

"hissediyorum Çünkü"

Yalan değildi. Hissediyordum. Bir şeylerin ona söylemesine izin vermediğini, onu bağladığını hissediyordum. Çünkü Ömer kelimelerde pek fazla zorlanan bir adam değildi. O günde sadece beklemiştim. Onun hissettiğini söyleyebilmesini istemiştim. O ise yapamayınca kalkıp gitmişti. Hepsi bu kadardı.

"geldik abi"

Taksiden inip biraz yürüdükten sonra karşıya geçmiştik. Denizin soğuğu bu halde olmama rağmen iliklerime kadar işlemişlerdi. Ömer kesin hasta olacaktı. Tamam hasta olsa seve seve bakardım da olmasın o hasta. Titrediğini hissediyorum. Adımları daha da hızlanıp açık olan kafeye girdi.

"hoş geldin Ömer abi" diyor güleç yüzle bize bakan çocuk.

Camekanlı ortada sobası olan orta büyüklükte bir yerdi. Sobanın bu saate kadar yandığına şaşırıyorum. Çünkü sabahçı kahvesine filanda benzemiyor burası. Cam tarafında bir yere oturuyoruz.

"neden buraya geldik?"

Etrafa bakıyorum daha detaylıca. Mekanın bir tarafı boydan boya boğaza ve kız kulesine bakıyordu. İçi ise ne lüks bir kafe nede çok salaş bir yer kendince bir havası vardı. Ortaya kurulmuş sobası ise mekana ayrı bir hava veriyordu. Masaları ve sandalyeleri de farklıydı. Hiçbir sandalye tek kişilik değildi. Daha uzunlardı ve eskitmelerdi. Üzerinde ise desenli uzun minderler vardı.

Önümüze konan çaylarla Ömer çocuğa bakıp gülümsüyor. Çocukta bundan cesaret alıp konuşmaya başlıyor

"bu o mu abi?"

"hı hı" diyor Ömer kaşlarımı çatıp ikisinin benimle ilgili diyaloğuna bakıyorum. Çocuk bana bakıp

"sende hoş geldin yenge" diyor.

Dudaklarımda şaşırsam mı yoksa gülsem mi ifadesi kalakalmıştı. Ömerse bu ifademe gülümsemişti. Çocuk yanımızdan ayrılıp dış kapıya doğru yürümüş askıda olan montunu alıp çıkmıştı mekandan. Koskoca yerde ikimiz kalmıştık.

Başımı çevirip Ömer'e baktığımda bana baktığını görüyorum. Taksideki gibi yapıp beni kolunun altına alıyor.

"o gece çıktım. Eve kadar yürüdüm sonra insanlar bana ulaşamasın diye her şeyi eve bırakıp yeniden çıktım. Yeniden yürüdüm. Birkaç sefer senin kapına geldim. Her seferinde geri döndüm sonra bir baktım buraya kadar yürümüşüm. Bazı zamanlar yürürdüm ve nereye gittiğime dikkat etmezdim. Birkaç sene kadar önce. Hiçbir şey hissetmezdim acıkmaz, üşümez, terlemezdim. Sadece yürüyebildiğim kadar yürürdüm. Durduğum an fark ederdim her şeyi. O gece yine böyle oldu.

Geldim buraya oturdum düşündüm. Aklıma iki şey takıldı. Babamın annemi neden bu kadar çok sevdiği? Ve bizi babamı sevdiğinden aha çok neden sevdiği? Bu yaşıma geldim hala çözebilmiş değilim bunu. Bir kadın çocuklarını çok severken kocasını neden sevmez? Ve bir adam nasıl o kadar çok sevebilir bir kadını?"

Derin nefes alıp saçlarımda gezindiriyor ellerini öpücük bırakıyor saçlarıma.

"çocukluğumdan birkaç şey, gençliğimden ise çokça ey hatırlıyorum. Galiba her insan böyledir. Ama belki bazısının çocukluğu daha fazladır bende ise öncesi ve sonrası olmayan tek bir görüntü var. Bir Pazar günüydü. Belki de cumartesi veya hafta içiydi. Her neyse, yedi yaşındaydım. Galiba sırmada üç, evet evet Pazar günüydü. Ben diğer çocuklar gibi çizgi film izlemek yerine öğlene kadar uyurdum. Zaten benim bir oyuncağım vardı Sırma. Yürüyebildiği ve yarım yamalakta olsa konuşabildiğinden onunla oynardım. Tabii belirli bir süreye kadar... yani en azından diğer arkadaşlarım uyanıp sokağa çıkana dek" sesinde minikte olsa gülümseme tınısı hissediyorum. Minicik.

"O gün birazcık erken kalmıştım çok değil beş veya on dakika kadar erken. Bizim odamızla annemlerin odası yan yanaydı. Daha doğrusu annemlerin odası ile benim odam arasında bir oda vardı onda da sırma kalıyordu. Annemin sesini duydum başta. Odamdan çıkıp onların odasına doğru çıplak ayak yürüdüm. Kapı aralığından onları izlemeye başladım.

O an her şey o kadar çok tuhafıma gidiyordu ki en başta annemin ve babamın yerde oturması, oysa bize hep yere oturulmayacağını oturursak karnımızın ağrıyabileceğini söylerlerdi. Bunu söyledikleri halde neden oturduklarını anlamamıştım. Sonra annemin ve babamın ağlamasını... kötü bir şey olmuş olabileceği geliyordu aklıma. Ama ne? Annem babamın yanağına elini koymuş göz yaşlarını siliyordu. Ağlama diyordu. Babamsa seni seviyorum diyordu. Babam anneme bunu hep derdi. Ama hiç ağlamazdı. Babam anneme bunu derdi. Annem sadece tebessüm ederdi hiçbir şey demezdi. O gün ise babam anneme yine söylüyordu. Bu sefer annem karşılığını da vermişti. Bir şey söylemişti. Ben seni sevmiyorum. Sevmiyorsa neden ağlıyordu ki?

"sevdiğini söylemiştin!"

"yalandı bunu anlaman gerekirdi! Ailemin karşısında nasıl konuşabilirdim başka!"

"bana söyleyebilirdin"

"sen benim kaçış yolumdun. O evde kalamazdım"

"seni sevmem kalman için neden bir neden değil"

"sevemiyorum Mithat denedim. Çocuklarımızın üzerine yemin ederim ki denedim. Ama olmuyor. Yapamıyorum."

"peki ya onlar"

"ellerimi üzerlerinde çekmeyeceğim"

"sadece ben yani"

"sadece sen"

Elini babamın yüzünden çekmişti annem. Oturduğu yerden ayağa kalkmış köşe duran benim yeni fark ettiğim bavulu eline almıştı.

Sadece babamın sesini duyuyorum. Yakarırcasına, yalvarırcasına söylüyordu seni seviyorum diyordu ama hiçbir işe yaramıyordu. Annemin adım attığını görünce kapının önünden ayrılıp yeniden odama gidip yatağıma giriyorum. Nefeslerim düzensiz kalp atışlarım hızlı. Annem ilk önce sırmanın yana giriyor. O oradan çıkana dek bende sakinleşmeye çalışıyorum. Başarılı olmadığımı seneler sonra annemden öğrendim. Sırmanın yanından çıkıp benim yanıma geliyor. Deri bavulun yere bırakılışını duyuyorum. Gözlerimi daha sıkı yumuyorum. Anlamasın uyuduğumu yatağımın kenarına gelip oturuyor. Ellerini saçlarımda gezdiriyor. Yüzüme doğru eğilip yanağımı öpüyor kokumu içine çekiyor. Özür dilerim, seni seviyorum oğlum diyor sessizce. Yanağımdaki sulumsu sıcaklığı hissettiğimde ise annem kalkıyor yanı başımdan. Bir süre sonra kapının kapanma sesini duyuyorum. Yağımdaki suyu silmeden yerimden kalkıp yeniden babama bakmaya gidiyorum. Hala aynı yerinde, elleri başının iki yanında bir öne bir arkaya doğru sallanıyor. Aynı kelimeyi defalarca telaffuz ediyor. Seni seviyorum ancak annem geri gelmiyor..."

Midemdeki taş boğazımdaki yumru ikisi de konuşmama izin vermiyorlar vermemekte de haklılar. Ne diyecektim ki? kelimelerin kifayetsiz kaldığının en bariz örneğini anlatmışken, üzüldüm demek mi? Çok saçma... belindeki ellerimi daha fazla sıkıyorum. Kalbinin üzerine daha fazla koyuyorum başımı. Hissetsin beni diye... hissediyor da alnıma bir öpücük koyuyor.

"annem dediğini yapmıştı bir an olsun elini ikimizin de üzerinden çekmemişti. Bizi çok sevmiş ve kendi açısından çok iyi yetiştirmişti. Ancak babamın üzerinden çekilen el babamı çok kötü yapmıştı. Uzun bir süre annemde ve enginlerde kaldığımızı bilirim. Babam toparlandıktan sonra, bu sefer baş gösteren şey göçebe hayatın bizi etkileme şekilleri oldu. Annemin yanında bambaşka bir dünyadaydık babamın yanında ayrı bir dünyada... dengesizliğim bundan ötürü de olabilir. Veya tüm davranışlarım... yazı yazmaya başlayınca annemle o gün hakkında konuştum. Görmemi istemeyeceği bir şeye şahit olduğumdan dolayı çok üzüldü. Sonra bana her şeyi anlattı. Gençliğini babamla neden evlendiğini, neden ayrılması gerektiğini, aklımda soru kalmaması için şunu da demişti. Hiçbir zaman babamı aldatmadığını. İkisi de hala bekardır. Ve hayatlarında ne abuk sabuk insanlar oldu nede ciddi insanlar. Daha sonradan galiba iki arkadaş oldular bilemiyorum. Ama bildiğim şu var. Babam annemi sevmesine rağmen annem onun istediği şekilde ona geri dönmedi"

"Çay!" deyip hızla koltuğunun altından çıkıyorum. "çaylarımız soğumuştur yenisi ile değiştirip geleyim hemencecik" gülümsüyor bu halime. Önümüzdeki çayları alıp ilk işim lavaboya dökmek oluyor daha sonrada sobanın üstünde kaynayan çaydanlığın yanına gidip çaylarımızı koyuyorum. Ağır adımlarla Ömer'in yanına gidiyorum. Zaman kazanmaya çalışıyorum çünkü ne diyeceğimi hiçbir anlamda bilemiyorum. Yanına oturup çayları bırakıyorum. Kendiminkini alıp hemen içiyorum. Ömer tam söze girecekken ben konuşuyorum.

"Kar ne güzel yağıyor değil mi?"

"çook " deyip bana bakıyor yandan. Yüzünü bana çevirip gülümsüyor

"Zeynep"

"Efendim Ömer"

"ben sana bunları, beni tanı, bil diye anlattım. Bir şey demene gerek yok"

"anladım... ama sanki bir şey söylemeliymişim gibi geliyor"

"varlığın yeterli Zeynep"

"ama varlığım bir şeyler söylemem gerektiğini söylüyor! " Ömer'in yanına biraz daha yaklaşıyorum. "Ömer... ben kafamda ne kadar kuruyorsam. Sende bir şeyi o kadar unutuyorsun. Ömer, benim dile getirmekten gocunmayacağım yegane şey seni sevdiğimi söylemek olacak. Bu sen desen de, demesen de böyle. Çünkü kalbim böyle bir inkarı kaldırmaz. Ve ister inan ister inanma, tam tersini duymayacaksın bu dudaklardan. Ama dediğim gibi inanıp inanmamak tamamiyle sana kalmış bir şey..."

Galiba boğuluyordum. Ömer'in beni kendine çekmesi ve sarılması beklemediğim ataklardan biriydi. Alnım Ömer'in boynuna yapışmıştı. Allah'ım ne güzel bir kokudur. Ne güzel bir histir damarlarındaki kanın akışını hissetmek. Dudaklarımı boynunda dolaştırmaya başladığımda Ömer'in itiraz eder gibi bir sesi vardı pekte itiraza benzemiyordu ya!

"Zey-neep!"

"efendim" şimdi de burnum iş başındaydı.

"ateşle oynuyorsun!"

"ama soba çok uzakta!"

"barut hiçte uzakta değil ama " kıkırdıyorum onun bu deyişe tabii bir yandan da hak veriyorum! Artık dudaklarımda, burnumda uslu durması gerektiğinin bilincindeyim. Kendimi ondan ayırmadan önümüzdeki çaylara uzanıyorum. Onunda benim gibi çayın şekersiz içtiğini bildiğimden çayın içindeki kaşığı çıkartıp ona uzatıyorum. Bir süre dip dibe oturup sessizce çaylarımızı içtik.

Çaylar ımızı bitirmiş öylece dışarıyı izliyorduk. Üstümdeki kabanımı çıkarıp Ömer'e doğru yaslandım. Kabanı da ikimizin üzerine örttüm geleli neredeyse iki saat olmuştu. Sıcak beni iyicene mayıştırmıştı. Başımı yine kalbinin üzerine koyup beline sarıldım. Uyku iyice bastırıyordu. Ama sormam gerek bir şey vardı

"Ömer"

"Efendim Zeynep"

"ne olacak halimiz?"

"ben seni seveceğim. Sende beni seveceksin! Seni bırakmayacağımı söylemiştim zaten."

Efendim efendim? Olduğum yerde doğrulup Ömer'in gözlerinin içine bakıyorum. Orada da görmem lazım! Gülüyor! Gözleri bana gülüyor. Elim hangi ara kalbinin üzerinde kalmıştı ki? ahh iyi ki de kalmıştı. Yoksa böyle hızlı attığını nereden öğrenecektim ki? cevabım belliydi ki benim. Sadece söyledikten sonra Ömer'in boynuna atılmalıydım!

"kovsan da gitmem zaten! Yani istesen de bırakmam seni!"

umarım bölümü beğenmişsinizdir.

şimdi minik bir açıkla yapmak istiyorum. aslında bölümün başında yapmak istedim ama ondan sonra içim elvermedi

çok üzülerek söylüyorum ki... finale bir kaç bölüm kaldı :/ ahh şimdiden içimde burukluk var! (Bu birkaç bölümün, kaç tane bir kaçtan oluşacağını bende bilmiyorum:) :)

bu arada oy ve yorumlarınızı merakla bekliyorum.

kendinize dikkat edin bir de sevin !

Continue Reading

You'll Also Like

11K 846 49
Biraz düşünen genç kız yaşlı kadının yüzüne bakıp "Bir insanı tanımak istiyorum ama bir yanımda tanımana gerek yok diyor. Çok kararsız kaldım ve ben...
1.8K 188 10
🐦 Ala Mercan, benim güzeller güzeli Ala'm.. Ala kahverengi gözlü, hafiften tombul yanaklı, sivri çeneli bir kız. Saçları arkadaşlarının pixie model...
3.6M 133K 74
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
279K 20.9K 42
04.12.2017 ROMANTİZM İçinde #54 Orta yaşın üstünde iki çocuklu bir annenin yeniden aşkı bulması, bu aşk için mücadele etmesi, sendelemesi, kararsızlı...