İZLER KALIR

By afroditmavisi

12.3M 886K 686K

"Sana hiç söylemedim ama sana aşıktım. Bunu yüzüne karşı söyleyememek de benim ayıbım olsun." 070822 ☁️ More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
47
48
49
50
51
52
FİNAL : PART 1
FİNAL : PART 2
FİNAL : SON PART
ÖZEL BÖLÜM | PART 1
ÖZEL BÖLÜM | PART 2

46

215K 14.3K 12.1K
By afroditmavisi

Eskitilmiş Yaz - Uyursam Geçer Mi?

İyi okumalar <3

Seni seviyorum...

Annemden, babamdan, yakın arkadaşlarımdan devamlı duyduğum iki kelimeydi bu. Birileri her zaman beni sevdiğini dile getirir ve hissettirirdi fakat hayatım boyunca kimsenin seni seviyorum demesinin kalbimi neredeyse duracak raddeye getirdiğini, damarlarımdaki kanın bile coşkuyla akmasına sebep olabildiğini hatırlamıyordum.

Dudaklarının dudaklarıma uyguladığı baskıya bir karşılık verip Soner'in öpüşüne ayak uyduramıyordum. Birkaç saniye kadar önce yaptığı itiraf bedenimin işlevini kaybetmesine sebep olmuştu.

Her zaman Soner'in dile getirmese bile beni sevdiğini biliyordum ama bunu direkt ondan duymak, hem beklemediğim bir anda olduğu için beni afallatmış hem de Soner'in ağzından duymanın sonsuz gibi gelen mutluluğu dolmuştu kalbime. Kalbim gerçekten ağzımda atıyordu.

Soner'in eli boynuma değdiği an gerçekliğe hızlı bir dönüş yapmıştım. Parmakları boynuma sarılırken baş parmağı tam çeneme değmiş ve yavaş hareketlerle orayı okşamaya başlamıştı. Dudaklarımı aralayarak Soner'in öpüşüne karşılık vermeye başladım.

Belki bana öyle geliyordu bilmiyordum ama sanki bu kez öpüşü bile farklı hissettiriyordu. Nereye koyacağımı bilemediğim ellerimden birisi Soner'in boynumu kavradığı elinin üzerine kapandığında bedenlerimizin arasındaki o azıcık mesafe yok oldu ve Soner, dudağımı dudaklarının arasına büyük bir hazla hapsettiğinde aklımın başımdan uçup gittiğini anbean hissettim.

Biraz sonra nefessiz kalarak geri çekildiğimde gözlerimi açmadan soluk soluğa, heyecanla karışık bir sesle konuştum. "Kulağım duyma yitisini henüz kaybetmediyse eğer..." Alnını alnıma yasladı. "Sen az önce beni sevdiğini söyledin değil mi?"

Yanlış duyacak kadar yaşlı değildim sanırım.

Beynimin kendi kendine uydurduğu bir kulak yanılsaması olma ihtimali de geçmişti aklımdan. Yanlış duyacak kadar yaşlanmamıştım henüz ama sanırım fazla düşünmekten yakın zamanda bunayacaktım. Bir insan duyduğu şeyin doğruluğundan bile şüphe eder miydi?

Soner, duygularını dile dökmek konusunda en beklenmedik kişi olunca duyduklarımdan şüphe edebilmem normal sayılırdı.

Şu itirafı bile aramızdaki ilişki başladıktan neredeyse üç ay sonra almıştım.

"O kadar yaşlandığını düşünmüyorum." dedi keyifle çıkan sesiyle. Ses tonu yutkunmama sebep olurken dudağımı dişlerimin arasına aldım.

Birazdan 'ölüyorum anlasana' diyen Bihter gibi isyan edip yere yığılacaktım, aradaki tek fark benimkinin üzüntüden değil de bünyeme yüklenen fazla heyecandan kaynaklı olması olacaktı.

Olabildiğince yavaş bir şekilde Soner'in omzuna vurdum. "Dalga geçmesene."

Gayet ciddi bir meseleydi bu.

"Tamam," dedi. "Geçmiyorum." Alnımı onunkinden ayırarak birazcık uzaklaştım ve gözlerimi araladım. Hâlâ aramızda az bir mesafe vardı, hâlâ yüzlerimiz arasındaki yakınlık nefesimi kesecek türdendi. Alnımı uzaklaştırmamla beraber Soner de benim gibi gözlerini açmıştı. Elaları doğrudan gözlerimin içerisine bakarken ne söyleyeceğimi unutmuştum.

"Bir şey söyleyecektim," derken kaşlarım çatıldı. "Unutturdun bana." Sesime yapmacık bir sinir hâkimdi.

"Ne söyleyecektin?" diye sordu ilgili bir tavırla.

"Unutturdun diyorum ya," Hatırlamak için hafızamı zorlarken Soner'in birkaç santimetre ötemdeki yüzü, benden ayrılmayan bakışları ve daha az önce öpüşmemişiz gibi bana fazlasıyla öpülesi gelen dudakları bana hiç yardımcı olmuyorlardı. "Neden unutturuyorsun?" diye çıkıştım Soner'e.

"Ben ne yaptım?" diye konuştu hayretle.

"Sen böyle şeyler yapınca benim beyin fonksiyonlarım duruyor." diye itiraf ettim, ardından utandığım için bakışlarımı başka yöne çevirip bakışmamızı böldüm. "Düşünemiyorum, mantığım uçup gidiyor sonra salak salak hareketler yapıyorum. Bunların hepsi senin yüzünden."

Boynumdaki eli yavaş ve kışkırtıcı hareketlerle belime doğru inmeye başladı. "Ne gibi şeyler?"

Sert bir biçimde yutkundum. Elinin hareketleri belime ulaştığında son bulacağını düşündüm ancak bulunduğu yerde hafif bir temasla gezintiye çıktığında "Yani..." diyerek başladığım sözüm kesintiye uğramıştı. "İşte böyle şeyler." Belimdeki elini kast ediyordum. "Böyle hareketler, böyle sözler..."

Göz kapaklarım kayarak düşerken mümkünmüşçesine Soner'e daha da sokuldum. Bu asla istemle yaptığım bir hareket değildi, bedenim kendiliğinden ona çekiliyordu. Buna engel olmak istemiyordum da gerçi. "İlk kez senin ağzından beni sevdiğini duymak... Garip hissettirdi, bilmiyorum."

"Dile getirmiyor olmam seni sevmediğim anlamına gelmiyordu," Bunu bildiğim için kafamı salladım onayladığımı belirtircesine. Bunu hep düşünüyordum zaten. "Zamanında sana attığım şarkıdaki gibi ben bu sevdaya çok önceden gönül verdim.*"

Defalarca dinlediğim ama anlatmak istediği kısmı yakalayamadığım şarkı...

"Sen zaten hep bana karşı bir şekilde kendini ifade etmeye çalışmışsın, ben görememişim. Attığın şarkıları tekrar tekrar dinleyince anlıyorum. Sana verdiğim kitapta altını çizdiğin cümleleri şimdilerde okuyunca bir anlam kazanıyorlar gözümde. Aslında o zamanlarda da aklıma gelen ama bir türlü kesin gözüyle bakamadığım ihtimallerdi. Hayatında aşka yer var mı yok mu bilemiyordum ve bir gün o hayatın parçası olabileceğimden emin değildim."

Kitapta çizdiği bir cümle vardı, defalarca kez okumuştum. Bir kere annem beni dünyaya getirdi, bir kere de sen, bambaşka bir dünyaya beni getiriyorsun.

Niye çizdi acaba diye çok kez sorgulamıştım, ta ki geçmişini, yaşadıklarını öğrenene kadar. Ne zaman ki Soner'i tam anlamıyla tanımıştım işte o zaman bu cümle anlam kazanmıştı. Soner ben farkında olmadan aslında kendini bana defalarca kez açmıştı, sadece bunu sözlü olarak dile getirmemişti.

"Ben seni o parkta gördüğüm günden beri sen, bilsen de bilmesen de benim hayatımın parçasıydın."

Gülümseyerek bakışlarımı Soner'e çevirdim. "O günü hatırlamıyorum ama anneme sordum." Gözleri merakla açıldığında devam ettim. "Bana anlattıklarını ona anlattım, hayal meyal de olsa seni hatırladığını söyledi. O çocuğun sen olduğunu duyunca çok şaşırdı. O günü hatırlamadığım için çok üzülüyorum."

Aşırı küçük sayılmazdım, on yaşındaydım. Yaşadıklarımı unutup hatırlayamayacağım bir yaşta değildim.

"Ben hatırlıyorum yetmez mi?" diye sordu parmakları nazik bir şekilde çenemi kavrarken.

Dilimi damağıma vurdum. "Yetmez. Çok merak ediyorum. Sana hangi düşünceyle 'seni hiç sevmedim' dedim mesela? Bir çocuk bir başka çocuğa bunu neden söyler ki?"

"Çünkü seninle konuşmadım, sorularına cevap vermedim. Bu da senin hoşuna gitmedi. Aman aman bir sebep yok altında."

"Ama ben öyle bir insan değilim ki. Bunun için sana o cümleyi söylemezdim." Çenemi kavrayan parmakları sayesinde yüzümü hafifçe havaya kaldırdığında bakışlarımın aşağıya doğru kaymaması için ekstra bir çaba göstermem gerekti.

"Küçüktün Beste, bundan yedi - sekiz sene öncesinden bahsediyoruz. Düşünce yapın bir mi o zamankiyle?"

Hiç tatmin edici değildi.

"Yine de hatırlamak isterdim." Aklıma kaybettiğimi sandığım ama aslında yıllardır Soner'de olan şapkam geldiğinde güldüm. "Şapkamı neden aldın? Ve neden senelerdir atmadan sakladın?"

Çocuk aklıyla neden böyle bir şeyi yaptığını merak ediyordum. Ben olsaydım onun düşen şapkasını alır mıydım bilmiyordum ancak alsaydım bile küçüklük aklıyla sonradan önemsiz bir şey olarak görüp atabilirdim. Kendimden her şeyi yapmasını beklerdim.

"Seni bir daha hayatım boyunca görmem sandım. Senden bir anı olarak kalsın istedim." Cevabı içten bir şekilde gülümsememe sebep olurken "Siz her defasında beni böyle kendinize düşürecekseniz işimiz var Soner Bey. Bizdeki de kalp." dedim.

Benim sözlerim, Sonerinkilerin bende bıraktığı kadar onda etki bırakıyor muydu merak ediyordum.

Boşta duran elimi, hep yapmayı sevdiğim gibi Soner'in kalbinin üzerine götürdüm. Hissettiğim hızlı atışlar gülümsememin derinleşmesine sebep olurken parmak uçlarımda yükselerek, yüzlerimiz arasındaki mesafeyi iyice kapattım ve dudaklarımı onunkilere bastırdım. Sevdiğim çocuğu öpmek son zamanlarda en sevdiğim aktivite olmuştu.

Ufak bir temasla başlattığım öpücük Soner sayesinde derinleşmişti. Bir elim hâlâ sol göğsünün üzerinde, kalp atışlarını hissederken diğerini ensesine götürerek iç güdüsel bir hareketle Soner'i kendime doğru çekmeye çalıştığımda alnı alnıma yaslanmıştı ve duştan çıktığı için nemli olan saçları iç gıdıklayıcı bir biçimde alnıma değmeye başlamıştı.

Belime sardığı kolu sıkıca kavramıştı beni. Soner'in her yakınlaşmamızda ya da sarılışımızda beni kendisine hapsedercesine sarmalamasını seviyordum. Beni de kaybetmekten korkuyormuş gibi, sanki gitmeyeyim diye bilinci dışında yaptığı bir şey olduğunu hissediyordum.

Elindekileri kaybetmekten korkan küçük bir çocuktan farksızdı. Çocukluğunu yaşayamamış birisi için bu fazla derin bir konuydu.

Geri çekildiğimizde öpülmekten sızlayan dudaklarımı birbirine bastırdım. Tatlı bir sızıydı ve arsız yanım bu sızı karşısında gizli gizli gülüyordu. "Ben de," diye mırıldandım, kendimin bile zar zor duyduğu kısıklıkta bir sesle. "Ben de seni seviyorum." Dakikalar öncesinde itiraf etmişti ama karşılık vermezsem içim rahat etmezdi.

"Biliyorum." Ilık nefesi dudaklarıma çarptığında derin bir soluk çektim içime.

"Aniden sevgi pıtırcığına dönüşüyor olabilirim ve içten içe bu kız ne yapıyor, ne saçmalıyor böyle diyor olabilirsin ama bu tamamen sana olan sevgimin kalbime sığmamasından dolayı. Sana bir insanın bir başkasını bu denli sevmesi mantıklı geliyor mu bilmiyorum ama sanki seni tüm hücrelerim ayrı ayrı seviyor. Ben başka açıklama bulamıyorum bu sevginin yoğunluğuna."

"Senin saçmalık olarak gördüğün her şeyi seviyorum Beste." Söylediklerinin doğruluğundan emin olmak istercesine gözlerine baktım. "Daha önce kimseden görmediğim tavırlar bunlar, seviyorum."

Bunu söylemesiyle beraber moralim bozulurken bunu mimiklerime yansıtmamak adına çaba gösterdim. Ben, belki de annesinden sonra Soner'e sevgi gösteren ilk kişiydim. Bu, onun için büyük ve değerli bir şey olabilirdi ama benim için fazlasıyla yaralayıcıydı. Soner, böyle bir ailede doğmuş olması yüzünden yaşadığı hiçbir şeyi hak etmiyordu.

Durgunlaştığımı fark etmemesi için yüzüme kocaman bir sırıtış yerleştirip ensesindeki saçlarla oynamaya başladım. "Hadi itiraf et," dedim cıvıltıyla. "Benim her şeyime aşıksın."

Öylesine sorduğum bir soruydu. Karşılık olarak "Öyleyim." cevabını almayı beklemiyordum.

İçimde biriken heyecanı bastırmak için huzursuz bir şekilde homurdandım. "Kalbimi durdurmaya yeminlisin."

Gözlerimi kaçırarak elimi ensesinden çektim ve yarım adım geriye atıp Soner'den uzaklaştım. Hâlâ yakındık ama az önceki kadar değildi. "Ben acıktım," dedim. "Sen acıkmadın mı? Acıkmışsındır, hadi yemek yapalım." Aceleci bir edayla konuşmam kaçmaya çalıştığımı belli ediyordu ama ne yapabilirdim? Daha fazla bu yakınlığa, nefesimin kesilmesine dayanamıyordum.

"Acıkmadım." dediğinde gözlerimi kısarak ellerimi belimin iki yanına yasladım. "Nasıl acıkmamış olabilirsin acaba? Öğlen de yemedin. Yürü, yemek yapacağız."

Sabah ona yedirdiğim sarmalar dışında gün içinde başka bir şey yememişti. Ben öğlen tost yemiş olmama rağmen karnım gurulduyorsa Soner'in acıkmamış olmama gibi bir ihtimali yoktu. Üstelik ders de çalışmıştık ve ders çalışmak beni her zaman acıktırırdı.

"Ben mutfağa geçiyorum sen de hemen geliyorsun. Kaytarmak yok, birlikte yapıp birlikte yiyeceğiz." Soner'den tamamen uzaklaştığımda arkamı dönerek birkaç adımda odasından çıktım. Koridorda yürürken sağ taraftaki banyoya girip elimi ve yüzümü soğuk suyla güzelce yıkadım. Yanaklarımdaki kızarıklığı aynaya baktığımda anca fark edebilmiştim. Buz gibi suyu yanaklarıma birkaç sefer vurduktan sonra mutfağa geçtim.

Soner'in gelmesini beklerken buzdolabını açarak evdeki malzemelerle ne yapabileceğimizi düşünmeye koyulmuştum. Buzdolabında gördüğüm doluluk beni gülümsetmeye yetmişti.

Sürekli dışarıdan yemekle nereye kadar gideceği konusunda endişelerim olduğu için Soner'i evde yemek yapma konusunda zor da olsa ikna etmiştim. Yemek yapmayı bilmiyordu, zaten öğrenmek için hevesli de sayılmazdı. Biraz benim zorlamalarım devreye girmişti bu kısımda.

Birkaç sefer ona o gün yapması için bir yemek ismi söylemiştim. İnternetten bakarak da olsa bir şekilde yapmalıydı ve yanında olmadığım için fotoğrafını çekip bana atmak zorundaydı. Yapmazsa mesajlarına cevap vermeyeceğimi söylemiştim. Yapsa da yapmasa da dayanamayıp mesajlarını yanıtlayacağımı ikimiz de biliyor olsak da, Soner bu istediğimi de yapmıştı. Kendim için değil onun için istemiştim.

O yüzden şimdi dolap doluydu.

"Ne yapsak, ne yapsak?" Buzdolabını bir dakikadan uzun süre açık tuttuğum için ötmeye başladığında gözlerimi devirerek kapağını kapattım ve birkaç saniye sonra tekrar açtım.

Dolabın kapak kısmındaki raflarda göz gezdirmeye başladım. "Barbunya mı?" Konserve yiyeceklerden birisini elime alıp incelerken "Yani şimdi Allah'ın yarattığı nimet diye bir şey söylemek istemiyorum ama..." diye söylendim kendi kendime. "Seni de hiç sevmem be barbunya."

Soner'in de seveceğini sanmıyordum. Muhtemelen alış veriş yaparken ne bulduysa sepete atmıştı. Bunu yumurtaların olduğu rafta gördüğüm hamur kabartma tozundan anlamıştım. Soner'in kabartma tozuyla işi olmayacağına göre...

Konserveyi aldığım yere geri bıraktım. "Vanilya da var." dedim kabartma tozunun yanında gördüğüm paketle beraber gülerken. "Bir daha senin tek başına markete gitmene izin vermeyeceğim."

Ben kendimle konuşurken ne ara geldiğini fark etmediğim Soner bana cevap verdi. "Onları senin için aldım." Kafamı geriye atarak kapının önündeki Soner'e baktığımda omzunu pervaza yaslamış bir şekilde beni izliyor olduğunu gördüm.

"Sürekli yeni tatlı tarifleri denediğin için annenin artık isyan ettiğini söylemiştin geçen gün. Gelirsin mutfakta istediğin gibi takılırsın diye pasta malzemeleri aldım."

Zarar, zarar. Kalbime zarar bu çocuk.

"Bi' gelsene buraya," dedim. İkiletmeden omzunu yasladığı pervazdan ayırıp bana doğru yürümeye başladı. Yanıma ulaştığında durmuştu. Elimi omzuna götürüp destek alarak yüzüne doğru uzandım ve yanağına derince bir öpücük bıraktım. Geri çekilirken "Gidebilirsin şimdi." demiştim.

Soner gülerek dediğim gibi yanımdan ayrıldığında ben de gülümseyip dolaba doğru dönmüştüm. "Buldum!" dedim nihayet ne yiyeceğimizi seçtiğimde. "Köfte yiyelim."

Buzluğu açarak içinden kıyma çıkardıktan sonra alt dolaptan da lazım olan her şeyi almaya çalıştığımda, hepsini birden taşıyamadığım için Soner bana yardım etmişti. Tezgaha tüm malzemeleri bıraktığımızda oluşan karışık görüntü beni rahatsız etmişti. Malzemeleri tek bir sıra hâlinde güzelce dizdim.

"Tamam, şimdi sana yapman gereken kısmı söyleyeceğim." Poşetteki kıymayı dolaptan çıkardığım porselen bir tabağın içine koyup Soner'in önüne itekledim. "Bunu mikrodalganın buz çözme ayarıyla beraber çözdür."

"Öyle bir ayar mı var?"

"Üzerinde yazar. Git, bak." Mutfağa hakim olması ve bilmediği şeyleri de öğrenmesi gerektiği için bu kısımda ona yardım etmek istememiştim. Hayatı boyunca dışarıdan beslenemezdi, öyle ya da böyle öğrenecekti. Mikrodalganın önüne gittiğinde kapağını açtı ve tabağı içine bıraktı. Ardından üzerindeki ayarlara bakmaya başladığında arkası dönük olsa da kafasının karışık olduğunu hissedebiliyordum.

Gülerek Soner'i izlemeye devam ettim. Yaklaşık bir dakika kadar ayarlarla uğraştı. Dayanamayıp yardıma gitmeye karar vermiştim ki, sonunda bahsettiğim ayarı bulmuş ve mikrodalgayı çalıştırmıştı.

"Sen bir işi bu kadar uzun sürede yapacaksan seninle çok işimiz var." diyerek takıldım Soner'e.

"Şimdi de aşçı mı oldun? Biraz öncesine kadar öğretmendin."

"Evet, şef olmaya karar verdim. Bir tek Master Chef önlüğüm eksik."

Soner mikrodalganın önünden çekilerek tezgahın altındaki çekmecelere yöneldi. En alt çekmeceyi çekip açarken meraklı bir şekilde ne yapıyor olduğunu izliyordum ki bu merakım fazla sürmeden Soner'in çıkardığı bebek pembesi rengindeki mutfak önlüğüyle geçmişti. Soner katlı olan önlüğü açtığında ön kısmında gördüğüm küçük ve şekilli Beste yazısıyla "Ciddi misin?" demiştim neşeyle.

Benim için özel mutfak önlüğü yaptırmıştı.

"Artık bu mutfağın tek aşçısı sensin, önlüğün olmasın mı?" Bir adımda Soner'in yanında bittiğimde önlüğün uçlarını tutarak havaya kaldırdım. Önlüğün her bir detayını özenle incelerken adımın yazılı olduğu kısımda parmaklarımı gezdirmiştim. Önlüğün tam göğüse denk gelen kısmında birkaç santimlik ufak bir yazıydı, çok göze batmıyordu.

"Çok güzel, teşekkür ederim." dedim hayranlıkla. Sıradan bir önlüktü aslında bakılırsa ama onu özel yapan, hayranlık duymamı sağlayan Soner'in düşüncesiydi. İsmimi bile yazdırmıştı.

Soner önlüğü kafamdan geçirdi ve sonra arkama geçerek iplerini düğümlemeye başladı. Önlüğün üzerimdeki duruşuna bakarken içine sıkışan saçlarımı dışarı çıkardım. "Saçlarımı toplamayı neredeyse unutuyordum." diye yakındım. Sonra yemeklerden kıl çıkınca midem bulanıyordu.

Soner önlüğün ipini düğümledikten sonra "Tokanı ver." dedi.

Bileğimi havaya kaldırarak siyah lastik tokayı görüş açısına soktum. Tokayı bileğimden alarak kendisininkine geçirdikten sonra saçlarımı yavaş ve dikkatli hareketlerle bir araya toplamaya başladı. Nazik tavrı beni gülümsetti, canımı acıtmaktan korkuyordu.

Saçlarımı tepede çok sıkı olmayacak bir şekilde topladı ve tokayla bağladı. Ellerini saçımdan çektiğinde Soner'e doğru dönmek için hareketlendiğim sırada, boynumda sallanan kolyenin zincirine dokunduğunu hissettim. Annesinin kolyesiydi. Başına bir şey gelmesin diye takarken üstün çabalar gösteriyordum, aynı şekilde çıkarırken de.

"Bu kolyeyi boynunda görmeyi seviyorum." dedi sessizce, daha çok kendisiyle konuşur gibi.

Ben de seviyordum. Manevi değeri bu kadar büyük olan bir kolye takmamıştım daha önce. Soner'in ara ara bakışlarının kolyeye kaymasını ve yüzünde varla yok arasında bir gülümseme oluşmasını seviyordum.

Ensemde, saçlarımın bittiği noktada, dudaklarını hissettiğimde gözlerim kapandı. Yavaş yavaş Soner'i de kendim gibi temas bağımlısı hâline getiriyordum. Benden bundan şikayetçi olmazdım da kalbim her an iflas bayrağını çekebilirdi. Kimsenin kalbinin ritmi gün içinde bu kadar çok bozulmuyordur eminim ki.

Soner'in dudaklarının ensemden ayrılmasıyla eş zamanlı olarak mikrodalga durduğunda ve ufak bir ses çıkardığında gözlerimi hızla açmıştım. Soner arkamdan çekilerek mikrodalgaya doğru ilerlediğinde dağıldığımı ona fark etmemek için Soner'e arkamı dönüp tezgahın üzerindeki malzemelere yönelmiştim.

Gel şimdi odaklan da yemek yap kolaysa.

Soner mikrodalgadan çıkardığı tabağı tezgaha bıraktığında dikkatimi ona verdim. "Olmuş mu?"

İşaret parmağımı poşete sarılı olan kıymaya bastırdım. Yumuşaktı, buzu çözülmüştü. "Olmuş."

Tabağı önüme çekerek poşetini açmaya koyulduğumda Soner'e de görev verdim. "Birkaç tane patates getir ve onları soy. Sonra patatesleri ince, uzun olacak şekilde dilimle. En son hepsini yağda kızartacaksın."

Aslında o kadar uzun sürmeyen bu kısım Soner'in gözüne fazla gibi gelmiş olmalıydı. "Patates yemesek de olur." dedi birkaç saniyelik sessizliğin sonunda.

Sırıttım. "Olmaz, benim canım patates kızartması çekti. Ayrıca köfte ve patates kızartması ayrılmaz bir ikilidir."

Bir de yanında biber kızartması olmazsa olmazdı.

"Peki." deyip tıpış tıpış patatesleri almaya gittiğinde arkasından gülerek Soner'i izledim. Soner'in mutfakla olan imtihanı keyif vermeye başlamıştı.

Soner elinde patateslerle beraber yanıma döndüğünde ona dolaplardan birinde bulduğum delikli kabı verdim ve patatesleri güzelce yıkamasını söyledim ancak Soner, ona verdiğim bu görevi fazlasıyla ciddiye almıştı. Patateslerden her birini neredeyse bir dakika boyunca yıkıyordu.

"Sen şimdi aldın götürdün bütün vitaminini, karbonhidratını ne kaldı geriye?"

"İyice yıka demedin mi?"

"Vur dedim de öldür demedim ki." Yıkanmaktan aşınmaya başlayan patatesleri Soner'in elinden alarak onları bu çileden kurtardım.

"Yeter bu kadar, kabuklarını soy şimdi." Soyacağı eline tutuşturup Soner patatesleri yıkarken baharatlarını kattığım kıymayı güzelce yoğurmaya başladım. Birkaç dakika boyunca sessizce ikimiz de kendi işimizle ilgilendik. Arada bir göz ucuyla Soner'in beceriksizce soymaya çabaladığı patateslere bakıyordum. Kaşlarını hafifçe çatmış, elindeki patateslere tüm dikkatini vermiş, oldukça ciddi bir biçimde kabukları soyuyordu.

"Soner bir şey soracağım," Aslında pek sormak istemediğim ve girmek istemediğim konulardandı ama annesinin mektubunu okuduğumdan beri merak içerisindeydim. "Dayına ulaşmayı düşündün mü hiç?"

Yaşanan olaylar sebebiyle arada kaynamıştı bu konu. Sormak hep aklımdaydı ancak Soner'in canını sıkmak istememiştim.

Elindeki patatesle uğraşmaya devam ederken "Düşündüm," diye cevap verdi. "Denedim de."

"Ne zaman denedin?" Bundan hiç bahsetmemişti.

"Mektubu okuduktan hemen sonra," Köfteyi yoğurmayı bırakarak Soner'e doğru döndüm, bana bakmadan konuşmaya devam etti. "Annemin telefonunu öldükten sonra odasında saklamıştım. Onu buldum, açtım. İçinde gerçekten 'abi' diye kayıtlı bir numara vardı. Numaraya kendi telefonumdan ulaştım, bir adam cevap verdi. Oydu." Patatesi soymayı bırakmış, bakışlarını ileriye doğru çevirmişti.

"Sonra?"

"Annemin adını söyledim, kim olduğumdan bahsettim. Ne umdum bilmiyorum ama her ne umduysam da istediğim gibi olmadı. Kim olduğumu duyar duymaz telefonu kapattı ve numarayı engelledi. Bir daha da ulaşmaya çalışmadım. Mutlaka annemin ölüm haberi ona ve annesiyle babasına ulaşmıştır, iyi bir abi olsaydı cenazede olurdu." Patatesle uğraşmaya devam etti. "Ya da onca zaman kardeşinin yanında olurdu."

Bir hafta boyunca her gün uyuşturucu aldığı, ruh gibi gezdiği o zaman diliminde haberim olmadan bir darbe daha almıştı. Bir dayısı olduğunu duymak belki de onun için bir umut ışığı yakmıştı. Şimdi umursamıyor gibi görünse de bu olayın da onu fazlasıyla derinden etkilediğini biliyordum.

"Keşke bana anlatsaydın, yanında olurdum." Bir acıyı daha bensiz sırtlanmıştı.

"O sıralar ne yaptığımın pek farkında değildim." Elaları yüzüme değdi. "Üzgünüm."

Söylemek istediğim çok şey olsa da "Sorun değil." diyerek geçiştirdim. "Anlıyorum."

"İsteyerek yaptığım bir şey değildi Beste." dedi beni ikna etmeyi amaçlar gibi. Anlıyorum dediğimde ciddi olmadığımı düşünüyor olabilirdi fakat ben onu gerçekten anlıyordum. O hafta içerisinde karşıma geçip hiçbir şey hissetmediğini bile söylemişti, bunu yaparken tam anlamıyla kendinde olmadığını biliyordum. O yüzden anlayabiliyordum Soner'i.

"Gerçekten anlıyorum Soner, sorun yok. Seni suçlamıyorum."

Evet, o zaman çok üzülmüştüm. Önce Soner'e hiçbir şey hissettiremediğimi düşünmüştüm, sonra Soner'in aldığı konser biletiyle sevinmiş, çok uzun süre geçmeden kendi yatağındaki o hatırlamak istemediğim görüntüyle yüzleşmiştim. Günlerce uyanmasını beklerken epey yıpranmıştım. Bunlar için ondan hesap sormuştum zaten. Kırılmıştım ve bu kırgınlığımın geçmesinin tek yolunun Soner'in tedavi olması gerektiğinden geçtiğini ona söylediğimde, bunu istediği için tedavi olmayı kabul etmişti. Gerçekten tedavi olmayı istemeseydi benim ne söylediğimin bir önemi olmazdı.

Kıymayı iyice yoğurduktan sonra küçük küçük parçalar kopararak hepsine şekiller vererek geniş tabağa dizmeye başladım. Dakikalar sonra işim bittiğinde ellerimi sıcak suyun altında güzelce yıkayıp kıymadan ve yağdan arındırdım.

Soner'in ne alemde olduğuna baktığımda patatesleri soymayı daha yeni bitirebildiğini görünce güldüm. "Sen çok yavaşsın ama olmaz ki böyle," dedim alayla. "Senden şef falan olmaz."

Kabın içerisindeki patateslere baktım. "Ayrıca sen elinde soyacak olmasına rağmen nasıl patateslerin yarısını kabuğunda bırakmayı başarabildin?"

Bıçakla yapsa anlayacaktım da elinde soyacak vardı.

"Bu işler bana göre değil," dedi huysuz bir çocuk gibi. "Al şunları önümden."

"Yoo," Önüme ittiği kabı yeniden Soner'in önüne bıraktım. "İnce ince dilimle hepsini."

Soner patatesleri dilimlemeye başlarken köftelerle uğraşırken cebimde titreyip duran telefonumu çıkardım. O kadar çok mesaj gelmişti ki bir ara elimi kıyma içerisinde olmasını umursamadan telefona götürecektim. Parmak izimi okutup kilidi açtığımda Serayla ve Mustafayla olan grubumuzdan birikmiş mesajlar olduğunu görmüştüm.

Gruba girerek ikisinin attığı mesajları okumaya başladım. Bu hafta sonu için kütüphane planı yapmışlardı. Seray gerçekten ders çalışma amacıyla gitmek istiyor olsa da Mustafa'nın amacı kız düşürmekti. Nasıl bu kanıya varmıştı bilmiyordum ama kütüphanede çok güzel kızlar olduğunu iddia ediyordu.

Mustafa'nın attığı bir mesajı okurken kendimi tutamayıp sesli bir şekilde güldüğümde Soner'in bakışları bana dönmüştü. Gülüşümü bastırdığımda "Mustafa bir mesaj atmış da ona güldüm." diye açıkladım.

"Mustafa mı?" Kaşlarının sorgular bir şekilde havalandığını görünce gülüşümü tamamiyle sonlandırdım. Kafamı salladım. "Evet."

Kaşlarını çatarak önüne dönerken birkaç saniye içerisinde nasıl duygu değişimleri yaşadığını kendi gözlerimle görmüştüm. Elindeki patatesleri seri ve pek de nazik olmayacak bir şekilde dilimlemeye devam ettiğinde "Yaaa," dedim düşen jetonla beraber. Yanına yaklaştım. "Kıskandın sen."

Harbiden kıskanmıştı. Soner'in beni kıskandığı ilk andı.

Dirseğimi omzuna yaslayıp yanaklarını parmaklarımın arasına kıstırdım. "Sen beni mi kıskandın?" Yanaklarını sarsarak sevgimi dışarıya vururken çenesine dudaklarımı bastırarak geri çekildim.

"Kıskanılacak bir durum yok. Seray'ın, benim ve Mustafa'nın ortak bir grubu var. Oraya atmıştı mesajı. Tam olmasa da yakın arkadaş gibiyiz, kafa çocuk. Mesajı komikti ona güldüm."

Kafasını yana doğru çevirerek bana baktığında hâlâ kolum omzuna yaslı olduğundan aramızdaki mesafe epey azalmıştı. "Açıklama yapmak zorunda değildin." dedi ılımlı bir sesle.

"Olsun," dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek. "Aklın kalsın istemedim."

"Kalmazdı zaten ama..." Bakışlarını yüzümden ayırıp önüne döndü. Sözlerinin devamını getirmemişti. "Ama?"

"Seni birileriyle paylaşma düşüncesine alışamıyorum. Benim hayatımda sadece sen varsın ama seninkinde benim dışımda birçok kişi var. Sadece bana özel olmanı istiyorum ve evet, bencilce biliyorum." Utana sıkıla kurmuştu bu cümleleri.

"Herkes farklı bir yerde sen farklı bir yerdesin," İşaret parmağımın tersini yanağında küçük bir gezintiye çıkardım. "Ben sana özelim zaten."

Tıpkı Soner'in de bana özel olduğu gibi.

Hafifçe gülümsedi. Parmağın dudaklarının kenarında durduğunda iç çekerek Soner'den uzaklaştım. Biraz daha dibinde durursam bugün hiç öpmemişim gibi bir daha öpecektim çocuğu ve arsız olduğumu bir kez daha ispatlayacaktım.

"Hafta sonu için kütüphane planı yapmışlar," dedim bakışlarımı telefonumun ekranına çevirerek. Yeni gelen üç mesajı okudum. "Birlikte gidelim mi? Sen de onlarla tam anlamıyla tanış. Sınıfta diğerleri gibi değiller." Öyle olsalardı en başta ben arkadaşlık etmezdim zaten.

"Olabilir."

"İstemiyorsan gitmek zorunda değiliz. Kütüphane çok da gerekli değil."

"Gideriz."

Gruba geleceğimi, hatta Sonerle beraber geleceğimi, yazıp yolladıktan sonra aklıma gelen fikirle beraber gülümsedim. "Acaba Emre'yi de mi çağırsak?" dedim sanki kendi kendime konuşuyormuş gibi bir edayla. Soner'in bakışlarının bana döndüğünü hissedince gözlerimi ona doğru çevirdim. "Ne? Seray'a ilgisi var belli. Gelsin işte kaynaşsınlar."

Emre intihar olayında hastanede beni, hastaneden sonra da Soner'i yalnız bırakmamıştı. Soner taburcu olduktan sonra ben yokken birkaç kez buraya geldiğini öğrenmiştim. Soner sadece Emre'nin geldiğini ve gittiğini söylemişti ama Emre özet geçmişti. Anlattığına göre Soner onunla hiç konuşmamıştı ama kapısına geldiğinde içeri girmesine izin vermemezlik de yapmamıştı.

Zamanla Soner tarafından aralarına örülen buzların eriyeceğini düşünüyordum.

"Rahat dur Beste."

"Aşıklar kavuşmasın mı?" diye sordum acıklı bir ses tonuyla. "Aşıklar ayrı mı kalsın? Biz de aşık değil miyiz? Biz ayrı kalsak hoşuna gider mi? Yazık ya, çok yazık. Kavuşsun aşıklar."

Ajitasyonum Soner'in yüzünde mimik oynatmamıştı.

Ciddi tavrını sürdürdüğünü görünce büründüğüm ağlamaklı ifadeden kurtuldum ve toparladım. "Tamam kavuşmasınlar. Cani şey seni."

Aşıklara merhamet de kalmamış bu devirde. Çok yazık.

Grupta atılan birkaç mesaja daha cevap verdikten sonra yemeğe geri döneceğim sırada ekrana annemin araması düşmüştü. Hızla aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim?"

"Beste, neredesin kızım?" Arkadan kalabalık bir ortamda olduğunu belli eden sesler geliyordu.

"Sonerleyim. Bir şey mi oldu, o sesler ne?"

"Babaannenler geldi." Birkaç hışırtılı sesin ardından daha sakin bir ortama geçmişti. "İyi de onlar tatilde gelmeyecekler miydi?"

"Sürpriz yapmışlar işte kızım. Hadi çabuk eve gel, ben yetişemiyorum kimseye." Bir şey dememe fırsat tanımadan telefonu yüzüme kapattı. Telefonu kulağımdan indirirken Soner'in meraklı bakışları beni bulmuştu.

"Hazır ol koçum," dedim elimi omzuna bir, iki kez vurarak. "Her an babamla ve babaannemle tanışabilirsin."

***

Sürekli yorumlarda soruluyor, Soner'in geçim kaynağının ne olduğu. Ailesi ölen çocuklara ölüm aylığı bağlanır, bu şekilde geçiniyor.

Continue Reading

You'll Also Like

1.7K 1.1K 28
#karakışfestivali2024# Olesa; Sadece sen ve ben hazır mısın? Olesa;Bu kış kara gecenin ve beyazın kırmızısı olabilir mi? X; sen benim ruh ikizim ola...
3.5K 1.2K 35
Dünya hiç olmadığı kadar kaos içinde. Büyük bir savaş, bambaşka bir evrene açılan boyut kapısı, çeşitli yaratıklar, büyücüler ve çok daha fazlası. E...
AURORA By a d a l i a

Science Fiction

1.8M 144K 44
(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir...
597 234 9
"Sizde kimsiniz?" "Biz kim miyiz? Bizlere kimsiniz diye sorarsanız buna bizden önce bir çok kişi cevap verecektir. Onlara göre seviyesizleriz. İstedi...