İZLER KALIR

By afroditmavisi

12.3M 890K 689K

"Sana hiç söylemedim ama sana aşıktım. Bunu yüzüne karşı söyleyememek de benim ayıbım olsun." 070822 ☁️ More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
46
47
48
49
50
51
52
FİNAL : PART 1
FİNAL : PART 2
FİNAL : SON PART
ÖZEL BÖLÜM | PART 1
ÖZEL BÖLÜM | PART 2

45

206K 15K 11.9K
By afroditmavisi

Redd - Beni Sevdi Benden Çok

İyi okumalar <3

Sonerle birlikte yolda yan yana otobüs durağına doğru yürüyorduk. Son günlerde okuldan çıkar çıkmaz onun evine gitmeyi iyice alışkanlık hâline getirmiş sayılırdım. Elimden geldiğince onu yalnız bırakmamaya çalışıyordum ve Soner de bundan pek de rahatsız gibi durmuyordu.

Bazen birlikte ders çalışıyorduk, daha doğrusu ben çalışıyordum Soner ayıp olmasın diye masada oturup bana eşlik ediyordu. Çalışmadığını bildiğim için en son ona kendi çalıştığım konuların hepsini anlatıyordum ve mecburen de olsa öğrenmek zorunda kalıyordu çünkü üstüne bir ton soru soruyordum. Bir an önce bitsin diye sorularıma cevap verirken ister istemez konuyu öğreniyordu.

Geçen gün bin parçalı yapboz almıştım. Doktoru kafasının dağılması sağlayan aktiviteler yapması gerektiğini söylediğinden beri aklıma gelen her yolu deniyordum. Soner başta yapboza 'enayi işi' dese de ben yapmaya çalışırken dayanamadığından olsa gerek bana katılmış ve benden daha çok sevmişti bu işi. Sesli dile getirmese de ben anlıyordum.

Yapbozun daha dörtte birini ancak tamamlamıştık. Ben yokken Soner yapboza dokunmuyordu, birlikte tamamlamamızı istediğini söylemişti.

Bugün de gittiğimizde muhtemelen ders çalışırdık çünkü yarın Soner'in sınavı vardı. Ayriyetten öğleden sonra da seansa gitmesi gerekiyordu. Şimdilik aldığı ilaçlar onu dizginliyordu ama doktoru, vücudunun yakın bir zamanda yeniden uyuşturucuya ihtiyaç duyacağını ve krize girebileceğini söylemişti. Tedavinin başlarında bunlar normalmiş, önemli olan hastanın kriz anında iradesini koruyup koruyamadığıymış.

Yani her şey bir anda düzelmemişti. Soner hâlâ bir uyuşturucu bağımlısıydı. Bir aydan uzun süredir vücuduna uyuşturucu girmemiş olması bu durumu değiştirmiyor aksine daha da kötüleştiriyordu. Bu kadar zamandan sonra gireceği yoksunluk krizinin şiddeti hepsinden daha fazla olacaktı.

Gerilen kaslarımı hissettiğimde düşüncelerimi ele geçiren kötü ihtimalleri göz ardı ederek yanımda yürüyen Soner'e baktım. Durağa neredeyse varmıştık.

"Soner," diyerek ilgisini çekmeyi amaçladığımda gözleri hızla bana çevrilmişti. "Benim önce eve uğramam lazım." Uzaktan gelen otobüsü işaret edip devam ettim. "Ben buna bineceğim. Bir işim var sonra hemen gelirim."

"Tamam." diyerek onayladı.

Durağa yanaşan otobüse binerek kartımı okuttum ve cam kenarındaki bir koltuğa yerleştim. İçerisi sımsıcaktı, soğuktan donmak üzere olan kemiklerimi ısıtmıştı.

Otobüs hareket ederken camdan Soner'i izliyordum. Montunun cebinden çıkardığı kulaklığı telefonuna takmakla meşgul olduğundan benim onu izlediğimi görmüyordu. Çantamın ön gözünden telefonumu alarak Sonerle olan sohbetimize girdim.

Beste; Cem Karaca - Bu Son Olsun

Bu aralar bu şarkıya sarmıştım. Deli gibi bulduğum her fırsatta dinliyordum. Soner'in de dinlemesini istemiştim.

Çevrimiçi olan Soner birkaç saniye sonra yazmaya başladı.

Soner; Redd - Beni Sevdi Benden Çok

Hemen sonra çevrimdışı olduğunda ben de Spotify'a girip attığı şarkının adını arattım. Kulaklığımı telefona taktım ve çıkan ilk şarkıya bastım. Şarkının melodisi kulaklarıma dolarken telefonun ekranını kapatıp akıp giden yolu izlemeye koyulmuştum.

Şarkının her cümlesi ayrı ayrı içime işliyordu. Bunu ondan hiç duyamayacak olsam bile bu şarkıyı dinlerken düşündüğü tek kişinin ben olduğunu bilmenin hissi tarif edilemezdi.

Birinin sizi dinlediği şarkılarda bulması mükemmel bir şeydi ve ben bunun ne kadar kıymetli olduğunu yaşayana kadar bilememiştim.

Otobüs evimin olduğu durakta durduğunda ilk işim seri adımlarla eve gitmek ve üzerimi değiştirmek oldu. Pantolon ve oversize bir kazak giyip annemin evde olmamasını fırsat bilerek evden çıktım. Dün satın aldığım hayvan çantasıyla beraber asansörden giriş katında indim ve yan tarafta kalan merdivenleri inerek annemlerin kiler dediği, bize ait olan kilitli odaya girdim.

Odanın içerisine girer girmez duyduğum tiz miyavlama sesi beni gülümsetirken "Geldim, geldim." diye seslendim yavru kediye.

Küçük odanın en köşesindeki eski sandalyenin üzerinde bir kutu vardı. Dün kediyi onun içine bırakmıştım. Evde bulduğum eski yüz havlularıyla ona orada bir geceyi geçirebileceği bir yuva yapmıştım. Kutunun içerisindeki ufak kedi attığım her adımda görüş açıma biraz daha girerken titrediğini fark ettiğimde içimi bir üzüntü kaplamıştı. Annemin alerjisi olduğundan eve alamamıştık, üşümemesi için elimden geleni yapmıştım ancak kış mevsimindeydik ve hava fazla soğuktu.

Kediyi havlulara sararak kucağıma alıp başını okşadım. "Isıtacağım ben şimdi seni."

Kediyi hayvan çantasına koyduktan sonra fermuarını çekerek kilerden çıktım. Merdivenleri tırmanıp karanlıktan kurtulduğumda kedinin miyavlama sesleri apartmanın içinde yankılanıyordu. "Uslu bir kedi olmazsan seni aldığım yere bırakırım." derken sesim sanki kedi beni anlıyormuşçasına azarlar bir tondaydı.

Apartmandan çıktığımda artık her gün her gün yürümekten sıkıldığım otobüs durağına doğru yürümeye başladım. "Ne olurdu durağa biraz daha yakın bir evde otursaydık? Durağın karşısındaki evlere her baktığımda çok kıskanıyorum, hem market yakın hem durak." Hayvan çantasını havaya kaldırıp şeffaf olan kısımdan kediye baktım. "Ben böyle çok konuşurum bana alışmak zorundasın."

Kedi beni zerre anlamıyor olsa da miyavladı. "Ama yeni sahibin benim gibi değil. Hiç konuşmaz, mümkün olsa hayatını tek kelime konuşmadan sürdürür." Bakışlarım kediden ayrılıp yola doğru dönerken salak salak sırıttım. "Ama çok seviyorum ya..."

Yolun ortasında durduğumu fark ettiğimde girdiğim aptal aşık modundan sıyrılıp yürümeye başladım. "Neyse yavrucuk umarım sen de hayatının aşkını bulursun."

Kediye insanmış gibi dilekte bulunmam komikti.

"Sana da bir tane Soner bulalım," derken gözlerim kısıldı. "Böyle siyah tüylü olsun. Gözleri de ela olsun ama kahverengisi daha ön planda olanından. Herkes kahverengi sansın, ela olduğunu yakından bakan birisi görebilsin sadece. Yani yalnızca sen görebil."

Kedinin anlamsız bakışları eşliğinde devam ettim. "Çok güzel bir şey bence bu. Birine hiç kimsenin yaklaşamadığı kadar yaklaşabilmek... Kimsenin onun hakkında bilmediği detayları zamanla öğrenebilmek. En önemlisi birinin kimseye açmadığı yanlarını sana açması... Bilemiyorum kedicik ya, kendimi çok fena hissediyorum."

Hep söylüyordum fazla aşk beni delirtecekti eninde sonunda.

Gideceğim tüm Psikologlar benimle dalga geçecekti sonra.

Hayvan çantasını aşağıya doğru indirdim. "Ama sana da bir Soner bulma konusunda ciddiyim. Biraz daha büyü de bulalım sana bir tane kedi."

Durağa ulaştığımda ilk gelen otobüse bindim. Biraz zaman sonra ineceğim durağa ulaşmıştı. Otobüsten inince önce Soner'in apartmanının karşısındaki markete girip kedi için yaş mama satın aldım. "Sana mama da aldım, nankörlük etmeyi bırakıp beni seversin umarım."

Ben olsaydım beni severdim çünkü.

Kediyle beraber Soner'in evinin olduğu apartmana girdiğimizde merdivenleri çıkarken hayvan çantasının şeffaf kısmından kedinin görebilmesi için etrafı gösteriyordum. "Bak burası senin yeni evinin apartmanı. Alışsan iyi edersin, buralarda çok gezeceksin ama sakın kaçmaya kalkışma. Soner'imi üzersin sonra senden nefret ederim." Dediğimin farkına varınca sanki kedi bundan alınıyormuş gibi telaşla konuştum. "Şaka şaka, senden nefret etmem ama sen yine de Soner'i üzme."

İlk kata ulaştığımda Soner'in kapısının önünde durup zili çaldım ve beklemeye başladım. Birkaç saniye sonra içeriden gelen adım seslerini duyunca yere eğilip botlarımın fermuarını indirdim. Çok geçmeden kapı açıldığında Soner'in yüzü görüş açıma girmişti.

"Ben geldim." dedim harfleri uzatıp neşeli bir şekilde.

Soner'in dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluşurken gözleri elimde tuttuğum hayvan çantasına kaydı. Kedi miyavlayarak varlığını hatırlatmıştı. Soner'in yanından sıyrılarak içeri girdiğimde arkamdan kapıyı kapatmıştı.

"İlk gittiğin Psikiyatrist'in yakınındaki parkta piknik yapmıştık hatırlıyor musun?" Çantayı havaya kaldırarak kediyi aramıza soktum. "Bu kediyi sevmiştik sonra annesi bize hırlayıp yavruyu alıp kaçmıştı." Soner dikkatle beni dinlerken bir yandan da çantanın içindeki turuncu tüylü kediye bakıyordu.

"İşte dün o civarda işim vardı, dönüşte yorulduğum için parkta biraz oturayım dedim. Ben bankta otururken kedinin miyavlama sesini duydum. Sesi takip ettiğimde bir ağacın altına kadar geldim. Annesi ölmüştü, ağacın kenarında yatıyordu bu yavru da yanında miyavlayıp duruyordu. Dayanamadım, kediyi aldım."

Çantayı yere bırakıp yavaşça fermuarını açmaya başladım. "Tüm aşılarını, her şeyini dün hallettim ama annemin alerjisi olduğu için bizim eve alamıyorum ama zaten annemin alerjisi olmasa da kedinin bizde değil de sende kalmasını isterdim." Kediyi iki elimle canını yakmamaya özen göstererek yavaşça kucağıma aldım ve eğildiğim yerden doğrularak kucağımda kediyle beraber Soner'e döndüm.

"Sorumluluk almanı isterim açıkçası," diye devam ederken Soner'in cevap vermiyor olması kabul edip etmeyeceği konusunda beni tereddüte düşürmüştü. "Eğer evinde bir kediyi istemezsen ben ona kolaylıkla yuva olacak birilerini bulabilirim ama sen varken başkasına gitsin de istemem. Belki sorumluluk almak sana iyi gelir diye düşündüm."

Kucağımdaki kediyle beraber Soner'e yaklaştığımda elini kedinin yumuşak ve turuncu tüyleri arasında gezdirmeye başladı. Kedi kafasını kaldırıp Soner'e sırnaşmaya başladığında güldüm. "Gördüğüm en cana yakın kedi olabilir. Genellikle kediler onları sevmeye çalıştığımda beni tırmalar."

Elimin üstündeki ufak çizik izlerini gösterdim Soner'e. "Kaç yıl öncesiydi hatırlamıyorum ama bir tane kedi, elimi feci şekilde tırmalamıştı. Hâlâ izi duruyor."

Soner'in bakışları elimdeki ize kaydığında baş parmağını çiziğin üzerinde ağır ağır gezdirdi. Görünüş olarak belli belirsizdi ama dokununca çıkıntılar rahat bir şekilde hissediliyordu. "Bu kediyle bir günde fazla bağ kurdum," Kediyi havaya kaldırarak yanağımı tüylerine yasladım. "Yabancıya gitsin istemiyorum."

Soner kabul etmezse Azralara götürebilirdim, o kedi sahiplenmek istediğini söylemişti bir aralar ancak ben Soner'in sahiplenmesini, kendinden başka bir canlıya karşı sorumluluk hissetmesini istiyordum. Kafasında yer edinen bomboş, kimseye yararı dokunmadan yaşadığı düşüncesini oradan söküp atmayı amaçlıyordum.

"Tamam." dedi Soner hafifçe kafasını sallayıp.

"Tamam mı?" dedim heyecanla teyit etmek istercesine. Bir kez daha kafasını sallayarak beni onayladığında olduğum yerde parmaklarımın ucuna yükselip tek kolumu boynuna dolayarak Soner'e sarıldım. "Teşekkür ederim!" Sarıldığımız için bedenlerimizin arasında kalan küçük kedinin miyavlamasıyla hızla Soner'den ayrıldım.

"Yaa canın mı acıdı yoksa?" Kediye cevap vermesi mümkünmüş gibi beklentiyle bakarken Soner'in kısık sesli gülüşü doldu kulağıma.

Bakışlarımı kediden alarak Soner'e çevirdim. Güldüğünde kısılan gözlerini, kıvrılan dudaklarını, bakışlarına düşen parıltıyı izlemek bana mutluluk veriyordu her seferinde. Bana bakarken gözlerinde hiçbir duygu barındırmadığı, yüzünde mimik oynatmadığı zamanları düşününce ne kadar yol katettiğimizin bir kez daha farkına varıyordum.

Dibim düşmüş gibi Soner'i izlediğimi fark edince bakışlarımı kaçırdım ve boğazımı temizleyerek konuştum. "Henüz kumunu, yatağını falan almaya vaktim olmadı. Onları beraber hallederiz diye düşündüm." Soner'e yaklaşarak kediyi ona uzattım eline alması için. "İsmi de yok, onu da beraber koyalım istedim."

Soner ne istediğimi anladığında aynı benim gibi kedinin canını acıtmamaya özen gösteriyormuşçasına yavaşça eline aldı. "Sen koy," dedi Soner, kucağında tuttuğu kedinin tüylerini okşamaya başlarken.

"Beraber koysadık."

"Benim aklıma gelmiyor." dediğinde ne isim koyabileceğimizi çoktan düşünmeye başlamıştım bile. Kulağa hoş gelen bir şey olmalıydı.

"Sims'teki kedimize benziyor," dedim aklıma gelen detayla birlikte. Onun da turuncu tüyleri vardı. Epeydir Sims oynayamıyordum, bir ara girip oyuna kaldığım yerden devam etmeliydim. "Ama o çok vizyonsuzdu." diye devam ettim homurdanır gibi bir edayla. "Güzel güzel yataklar alıyordum gidip kutuda yatıyordu, poşetlerin içine giriyordu."

Vizyonsuz kedy.

"Onun adını Merlin koymuştum, en sevdiğim dizi diye." İşaret parmağımı kedinin tüylerinde gezdirdim. "Acaba senin adın da mı Merlin olsa?"

Bir ara o diziye çok takmıştım, yatıp kalkıp daha önce izlediğim bölümleri binlerce kez tekrardan izliyor, çevremdeki herkese izlemesi için baskı yapıyordum. Mutlaka Soner'e de izletmeliydim.

Sevmese de ben üzülmeyeyim diye seviyormuş gibi yapardı.

"Merlin..." dedi Soner. "Güzel isim. Merlin olsun adı."

"Beğendin mi gerçekten?" diye sordum kafamı kaldırıp yüzüne bakmaya çalışırken. Gerçekten beğenmiş olması önemliydi çünkü kedi ikimizindi ve sadece ben istedim diye bu ismin konmasını istemiyordum.

"Beğendim, kulağa hoş geliyor."

"Tamam o zaman, Merlin olsun."

Soner kediyle ilgilenmeye devam ederken ben, dakikalardır holde durduğumuzu ve dahası montumu bile çıkarmadığımı fark edince elimi fermuara ötürüp aşağı indirmiştim. Montumu çıkarıp Soner'in arkasında kalan askılığa astım.

"Yarın Tarih sınavın var," diye bir hatırlatmada bulundum. "Ve ben de sana Tarih çalıştıracağım. Şimdi o kediyle oynamaya ara veriyorsun."

Kedide olan bakışlarını bana çevirdiğinde elalarında keyif pırıltıları vardı. "Hani sen Tarih'ten anlamıyordun?" dedi bugünkü konuşmamıza atıfta bulunarak.

"Anlamıyorum zaten birlikte çalışa çalışa öğreneceğiz." diye küçük bir yalan söyledim.

"İnandım."

"Hadi," dedim sabırsızca. "Bırak o kediyi, ders çalışacaksın."

"Çalışmak zorunda mıyım?" İkimiz birlikte salona geçtiğimizde direkt en köşedeki yemek masasına ilerledim. Burası hep en son bıraktığımız hâlde dururdu, Soner kitaplarını kaldırmazdı. Benim de birkaç tane test kitabım vardı burada. Okul çıkışlarında genellikle buraya geldiğimden sürekli getir götür yapıp kendime yük etmek istemediğimden burada kalıyordu kitaplarım.

Keşke kitaplarım gibi ben de burada kalabilseydim ama annem şüphelenmesin diye sürekli Azra'da kalıyorum yalanını söyleyemiyordum.

"Evet, zorundasın." Her zamanki yerime oturup test kitaplarımdan birisini önüme çektim. "Ayrıca insan biraz romantize eder olayı. Sevgilim bana ders anlatırken onu izleyeyim, kendimden geçeyim der. Sen anca kendini düşün. Zorundasın tabii ki, otur şuraya."

Sonlara doğru yükselişimden olsa gerek Soner, kediyi koltuğa bırakıp masaya doğru yürümeye başladığında zaferle gülümsedim. Bu sırada kedi hemen koltuğa kıvrılıp uyku pozisyonuna geçmişti.

"Peki hocam," dedikten sonra derin bir nefes alıp masanın baş kısmına, çaprazıma, oturmuştu. Yan sandalyeye bıraktığım çantamdan evden çıkarken içine sıkıştırdığım Tarih notlarımı ve yeni alıp hiç çözmediğim test kitabını çıkardım. "Hoca - öğrenci ilişkisine geçeceksek çok otoriter birisine dönüşürüm haberin olsun." diye uyardım onu.

"Geçmeyelim." İşine gelmiyordu tabii...

Notlarımı ikimizin ortasına getirip sınavdan sorumlu olduğu ilk konuyu anlatmaya başladım. Ben bu konuları o kadar çok tekrar etmiştim ki artık her şeyi adımdan daha iyi biliyordum. Çalışmaya merakım olunca bir şekilde öğreniyordum işte.

İlk konuyu özenle anlattım. Tam olarak anladığından emin olana kadar ardı ardına Soner'e sorular sordum. İlk başta yanlış cevaplar verse de öğrendikten sonra aynı soruyu bir kere daha sorunca cevapları doğru olmuştu.

Bir süre o şekilde ders çalıştık. Ben de bir yerden sonra anlatmaktan yorulmuştum bu yüzden bakışlarımı Soner'e çevirip "Biraz ara vere-" diyeceğim sırada alnındaki parlamayı fark edince endişeyle "İyi misin?" diye sordum. Alnı terden nemlenmişti.

"Sıcak mı oldu içerisi?"

Kafasını iki yana salladı. "İyiyim, devam et sen." diye konuştu. Konuşurken zorlanır gibi bir hâli vardı.

İşin kötü yani bir dakika öncesine kadar iyiydi ancak sanki şimdi bir anda hastalanmış gibi kendinden geçmek üzereydi. "Hayır, iyi değilsin."

"İyiyim." diye diretti fakat değildi.

Kalemi tutan eli titriyordu. Bunu fark edince ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp kalemi sert bir biçimde kitabın üzerine bıraktı. Elimi onunkinin üzerine götürdüğümde teninin buz gibi olduğunu hissetmiştim. "Kriz mi?" diye sordum korkuyla.

Buna hiç ihtimal vermek istemiyor, hatta bu ihtimalden nefret ediyordum, ancak öyle görünüyordu.

Gözlerini yumarken "Evet." dediğinde sesi titremişti. Boğuluyormuş gibi hissettiğini sweatshirtünün yakalarını çekiştirdiğinde anlamıştım.

"Ne..." Yutkundum. "Ne yapabilirim şu an? Sana nasıl yardımcı olabilirim?" Kendisi de bilmiyor olsa gerek cevap vermemişti. Uyuşturucu kullanmayacak olan birinin yoksunluk krizi nasıl bastırılabilirdi? "İlaçların nerede?"

"Odamda."

Hızla sandalyeyi geriye iterek ayaklandım ve koşar adımlarla Soner'in odasına ulaştım. Odanın içerisinde kısa bir göz gezdirdikten sonra çalışma masasının üzerindeki önceden aşina olduğum ilaç kutularını görmüştüm. Elime ilaçları alarak hızlı bir şekilde salona geri ulaştığımda beni terk eden mantığım geri dönmüş ve düzgün düşünebilir olmuştum.

"Tamam," dedim. "Getirdim." Soner yokluğumda ayağa kalkmış, az önce oturduğu sandalyenin arkasına geçmişti ve iki elini sandalyenin sırtına bastırıyordu. Yerinde duramadığı her hâlinden belliydi.

"Ama bir şey deneyeceğiz," dedim çantama yönelerek. "Bunu doktorun önermişti."

Panik olduğum için hareketlerimi kontrol edemiyordum. Çantamın ön gözünü açarken fermuarı tutan parmaklarım titriyor, işimi zorlaştırıyordu. Güçlükle gözü açıp içindeki küçük şeffaf poşeti çıkardım. "Doktorun eğer kriz anına girersen iradenin ne denli güç olduğunu test edebilmek için, önüne hem uyuşturucu hem de ilacını koymayı önerdi." İçinde beyaz naneli şekerler olan poşeti masaya, Soner'in önüne, bıraktım. İçinde uyuşturucu değil de şeker olduğunu anlayabilecek kadar kafası yerinde değildi şu an.

Doktor da zaten uyuşturucu görünümlü şeker koyulmasını önermişti.

İlaçlarını da uyuşturucunun yanına bıraktım ve geriye çekilerek bakışlarımı Soner'in gözlerine çıkardım. "Yanında uyuşturucuyla mı geziyorsun bunu denemek için?" Şu kısa cümleyi söylerken bile birkaç kez duraksamıştı.

"Evet." Git gide daha kötüleştiğini fark ettiğimde hızımı kesmeden konuşmayı sürdürdüm. "Önünde iki seçeneğin var," Uyuşturucu sandığı şekerleri gösterdim. "Eğer uyuşturucuyu seçersen şu an çektiğin kriz anında geçer, kurtulursun ama yeni başladığın bu yolda bir adım geriye gitmiş olursun. Pişman olursun, kendine olan inancını kaybedersin."

İşaret parmağımı ilaca doğru uzattım. "İlacı tercih edersen krizden kurtulman daha yavaş olur, bir süre daha çekersin ancak bu yolda birkaç adım daha öne atmış olursun. Kendine olan inancın katlanır, benim sana olan inancım artar. Şu an yapacağın seçim bir nevi gidişatını belirleyecek." Motivasyonunun da artmasını sağlardı şu an kendi iradesiyle uyuşturucuyu değil de ilacı seçmesi.

Soner şu an ne kadar kötü durumda olursa olsun bir yanım onun en doğrusunu seçeceğine inanıyordu.

Kriz anındaki düşüncelerinin onu ele geçirmeyeceğine, buna izin vermeyeceğine inanıyordum.

"Eğer uyuşturucuyu seçersen benim seni ne olursa olsun durduracağımı ve o poşettekini asla içemeyeceğini bil ama buna rağmen ilaca yönelirsen bunun iyileşme sürecinde atacağın en büyük adımın olduğu da unutma."

Çünkü bir kez iradesini güçlü tutar ve kendisine engel olursa zamanla uyuşturucuya yönelmeyeceğine kendisi de inanmaya başlardı.

Soner'in bakışları uyuşturucuyla ilaç arasında gidip geliyordu. Kendince büyük bir savaşın içerisinde olduğunu görebiliyordum. Daha fazla bir şey de söylemek istemiyordum çünkü bu gittikçe benim müdahalem altında olan bir şeye dönüşmeye başlıyordu.

Soner'e karşı sesli bir şekilde dile getiremediklerimi içimden kendi kendime fısıldıyordum. Yapabilirsin Soner, uyuşturucunun çözüm yolu olmadığını fark edebilirsin.

Göz kapakları aşağıya kayıp elalarını örttüğünde kafasını eğerek derin bir nefes aldı. Ellerini sandalyeye öyle güçlü bir şekilde bastırıyordu ki, titreyişi belli dahi olmuyordu ellerinin. Vücudumu çepe çevre saran gerginlikle beraber sabırsızca Soner'i izlerken kalbim korkudan mı ya da başka bir sebepten mi bilmiyorum ancak küt küt atıyordu.

Soner gözlerini aralayarak kafasını kaldırdığında bir tercih yapmış olduğunu anlamıştım. Heyecanla karışık endişeyle ne yapacağını izlerken sandalyenin üzerindeki ellerinden birisini çekti. Titreyen elinin hareketlerini büyük bir merakla takip ediyordum ki, Soner beni şaşırtarak uyuşturucuya yöneldi.

Tam poşeti elinden almak için hareketlendiğim esnada Soner beni bir kez daha şaşırmış ve poşeti kavradığı gibi salonun diğer ucuna fırlatmıştı.

Gözlerim kapanırken rahat bir nefesi içime çekmiştim, birkaç saniyelik yaşadığım korkudan dolayı refleksle elim kalbimin üzerine yaslanmıştı. Gözlerimi açtığımda Soner'in ilaç kutusunu eline aldığını ve içini açmaya çalıştığını gördüm. Titreyen elleri ona pek yardımcı olmadığı için yanına gidip kutuları elinden aldım ve içinden birer birer ilaçları çıkarmaya başladım.

Soner ilaçları elinde tutarken ben hemen mutfağa gidip bulduğum ilk bardağa su doldurmuş ve gerisin geri salona dönmüştüm. Soner ilaçları su yardımıyla içerken kendimi kasmaktan ötürü sıcak basan bedenime elimle hava yapmakla meşguldüm.

Kendimi hem mutlu hissediyordum hem de bir dakika öncesinin üzerimden atamadığım gerginliğini taşıyordum.

Soner elindeki bardağı masaya bıraktığında elaları masanın üzerindeki kitaplardaydı fakat gördüğü şeyin onlar olmadığına adım kadar emindim.

"Biliyordum," diye mırıldandım. "Doğrusunu seçeceğini biliyordum." Bu ruh hâlinden bir an önce sıyrılması için Soner'e doğru yaklaşarak kollarımı boynuna doladım. Soner bunu bekliyormuş gibi kollarını belime sardığında, öylesine sıkı sarılmıştı ki bir an kemiklerimin kırılacağını düşünmüştüm.

Belime değen elleri hâlâ titriyordu, nefes alış verişleri düzensizdi ama geçecekti. Birkaç dakika içerisinde hepsi geçecekti.

Kriz anının tamamen geçmesini beklerken parmaklarımla ensesindeki saçlarıyla oynayarak Soner'i yatıştırmayı amaçlamıştım. Boynuma gömdüğü yüzü sayesinde her nefes alış verişinde soluğu boynuma çarpsa da bu beni rahatsız etmiyor, aksine içimde minik kıpırtılar oluşmasını sağlıyordu.

Dakikalar sonra Soner'in önce titremesi geçti. Belimdeki elleri artık hareketsizdi. Sonra nefes alış verişleri bir düzene oturdu. Bedenindeki kasılma son buldu ve krizin etkisi tamamen geçti.

Yine de hemen çekilmemiştim, kaldı ki Soner de ayrılmak istemediğinden olsa gerek sarılmayı bitirmemişti. Ne hâlde görebilmek için boynuna sardığım kollarımı gevşeterek aramızdaki mesafeyi birazcık açtım. Hareketlerimi hissettiğinde Soner de hafifçe geriye çekilmişti. Az önceye kıyasla daha canlı bakan elalarını görünce gülümsedim.

Gülümseyecek gibi oldu ama sonradan ne olduysa gülümseyemedi. Fazla üzerinde durmadan yanağına varla yok arası bir öpücük bırakıp Soner'den ayrıldım. "İyi misin?"

Kafasını salladı. "İyiyim."

"Emin misin?" Dış görünüş olarak kötü olduğunu gösterecek herhangi bir şey yoktu. Sadece bakışları biraz yorgundu o kadar.

"Evet," Bakışları yüzümde gezindi. "Sayende."

"Ben bir şey yapmadım," dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek. "O an uyuşturucuyu seçebilirdin ama seçmedin. Kendi iraden sayende iyisin şu an." Çünkü eğer seçmiş olsaydı psikolojik olarak kendisini güçsüz hissedecekti. Hemen ilk kriz anında kendimi tutamadım ve kurtulmak istediğim illete yöneldim psikolojisine girecekti. Doktor söylemişti tüm bunları, bu yüzden ne kadar farkında olmasa da yaptığı şey fazlasıyla önemli bir adımdı.

"Seni düşündüm, seni düşünmeseydim yapamazdım. Senin sayende."

İlla gel benim yanaklarımı mıncıra mıncıra sev diyor bu çocuk.

"Bence," dedim geriye doğru adımlayarak. "Sen can sağlığın için benden uzak dur. Seni çok şiddetli sevesim var." Bu huyumu da yeni yeni keşfediyordum, tüm ilklerimi Soner'de öğrendiğim gibi. Birini sevince gerçekten fazla temas bağımlısı ve sevgi yumağı birisine dönüşüyormuşum.

"Sev." dediğinde gözlerim kısıldı. "Bence sen öyle deme, ne yapacağımı tahmin edemezsin."

Çünkü ben de tahmin edemiyordum. Hiçbir konuda olmadığı gibi bu konuda da bir sınırım yoktu.

Ben gerçekten arsız bir insanmışım.

"En fazla ne yapabilirsin?" diye sordu, aynı benim gibi gözlerini kısarak. Hayal gücümün sınırları epey zorlanırken Soner'den kaçarcasına uzaklaşıp koltuğun üzerinde uyuklayan kedinin yanına oturdum. "Gidip duş falan alıp kendine gelsene sen." dedim aklıma gelen ilk fikri söyleyerek. Başka nasıl kaçabileceğimi bulamamıştım.

Soner bu konudan kaçmaya çalıştığımı anladığından olsa gerek fazla kurcalamadan "Tamam," dedi. "Öyle yapayım."

Soner'in sesini keyifli çıkarken duyduğum nadir anlardan birisiydi.

Aslında aklında hiç duşa girme fikri olmayan Soner, banyoya gitmek üzere salondan çıktığında son birkaç saniyedir tutmakta olduğum nefesimi dışarıya vermiştim. Kendi kendime "Ne kadar fesat bir insanım ben ya?" diye fısıldarken yanımdaki kedi kafasını kaldırıp bana bakmış ve miyavlamıştı. "Sana demedim."

Daha yavru olduğu için miyavladığında sesi ciyak ciyak çıkıyordu.

Merlin sanki beni anlamış gibi tekrardan kafasını gömüp uyumaya başladığında arkama yaslanmıştım. Biraz sonra banyonun kapısının kapandığını ve içeriden su sesi gelmeye başladığını duymuştum. O an öylesine konudan uzaklaşmak için söylemiştim fakat duşa almak biraz da olsa iyi gelirdi ona.

Salonda boş boş oturduğum için bana uzunca gelen ama aslında kısa geçen sürenin ardından banyonun kapısı açıldığında Soner'in duştan çıktığını anlamıştım. Biraz zamanın geçmesini bekledikten sonra oturduğum koltuktan kalkarak Soner'in odasına doğru yürümeye başladım. Açık olan kapıdan dolayı çoktan giyindiğini düşünüyordum ama yine de kapının pervazına parmağımla tıklattım.

Kapının önüne geldiğimde Soner'in aceleci bir şekilde sweatshirtü üzerine geçirmeye çalıştığını görmüştüm. Sırtı bana dönüktü ve altında siyah bir eşofman vardı. Aceleci tavrıyla kaşlarım çatılırken sırtında gördüğüm ve bu mesafeye rağmen varlığını belli eden izler aslında neden bu kadar aceleci olduğunu açıklıyordu.

"Bir dakika," dedim hızlı adımlarla yatağın önündeki Soner'e doğru yürürken. "Giyme."

Soner'in hareketleri benim sözlerimle duraksarken elindeki sweatshirt havada kalmıştı. Tam arkasında durduğumda kalbimi acıtan bu görüntüye daha yakından bakabilme imkanı bulmuştum. Bembeyaz bir teni yoktu, buğday tenli sayılırdı ve üzerinden ne kadar zaman geçerce geçsin izler hâlâ varlığını koruyordu. Çoğu bölgede kemerle vurulduğu belli olan izler vardı. Sol omzunun olduğu kısımda küçük bir dikiş izi vardı, oraya ne olduğunu merak etmiştim. Her bir iz beni yaralamıştı fakat en çok canımı yakan sırtının her biri farklı kısmında olan sigara izleriydi.

Babası, Soner'in sırtında sigarasını bile söndürmüştü.

Çektiği acıyı düşündükçe gözlerime yaşlar dolmaya başlamıştı fakat ağlayamazdım, bu izler yüzünden ağlarsam en çok Soner üzülürdü. Gözlerimi art arda kırpıştırarak yaşları geri gönderirken işaret parmağımı omzundaki dikiş izinin üzerinde gezdirdim.

Sorup sormama arasında gidip geliyordum. "Buraya ne oldu?" Bir ya da iki santimlik küçük biz izdi ama dikiş atıldığına göre yara derin olmalıydı.

Tekdüze bir sesle konuştu. "Boş ver."

"Boş veremem Soner," Parmaklarım birkaç kez daha gezdi izin üzerinde. "Seninle ilgili hiçbir şeyi boş veremem. Ne oldu?"

"Ne ben hatırlayayım ne de sen sor Beste, lütfen." Böyle dediğinde öğrenme isteğim anında uçup gitmişti. Ne kadar küçük bir yara gibi görünse de etkisi o kadar büyük olmalıydı ki şimdi anlatmak dahi Soner'e kötü geleceğinden anlatmak istemiyordu. Geçmişinin çok küçük bir kısmını biliyordum aslında. Soner'in bana anlattıkları buz dağının sadece görünen kısmıydı.

"Peki," dedim uzatmayarak. "Sormayacağım daha fazla."

Parmağımı teninden ayırmadan yavaşça diğer izlerin üzerine doğru sürüklemeye başladım. Sıcak tenine değer parmağımın ucu karıncalanıyordu sanki. Ufak bir temasın bile bu kadar etkiliyor olması akıl işi değildi. Boyu uzun olduğu için omuzlarına kadar yetişebiliyordum.

Düzensizleşen nefeslerini fark ettiğinde gülmek istesem de kendimi de zor duruma soktuğum için dudaklarım bu eylemi gerçekleştirememişti. Biraz önce parmağımla es geçtiğim dikiş izine şimdi dudaklarımı bastırdım ağır hareketlerle. Dudaklarım bir süre teninde oyalanırken gözlerim kendiliğinden kapanmıştı.

"Tüm bu izleri geçirmek için elimden geleni yapacağım." demiştim ama söylediğim şey mecaz anlamdaydı. Fiziksel olarak bu izleri yok edebilmemin bir yolu yoktu. Keşke olsaydı. Soner'in bu izleri saklamasına gerek kalmazdı. Ben odaya girdiğimde sırtındaki izleri görmeyeyim diye aceleyle üzerini giyinmeye çalışmazdı.

"İzler kalır, Beste." dedi tıpkı bir fısıltıyı andıran sesiyle. "İstesen de geçiremezsin."

"Denerim, hep denedim." Parmağımı boydan boya olan kemer izinde gezdirdim. "En azından izlerle barışmanı sağlarım. Bir kusurmuş gibi onları gizlemeye çalışmazsın."

"Bir kusur çünkü." dedi alayla.

"Değiller, anlamıyorsun değiller. Ben bu izleri gördüğümde bir kusur olarak düşünmüyorum onları." Asla kusur olamazlardı da.

"Senin öyle düşünmüyor olman bir başkasının öyle düşünmeyeceği anlamına gelmiyor Beste. İnsanlar kötü, sandığın gibi değil kimse. En basitinden yazın denize veya havuza girmeye gittiğimi düşün. Sence de fazla dikkat çekici ve sorgulayıcı değiller mi? İyi şeyler düşünen olur mu, belki ama bir o kadar da kötü düşünceleri olacak olan insanlar var etrafta." Kısa bir an duraksadı ve iç çekercesine derin bir nefes alıp verdi. "Okulda görmüyor musun? Benim suçum olmayan şeyler yüzünden nasıl damga yediğimi? Okuldakilerin benzerleri dışarıdaki hayatta yok mu sanıyorsun?"

Soner'in her kelimesinde ağlama isteğimi bastırmak iyice güçleşir olmuştu. Okuldaki kimseyi ve dediklerini umursamadığını söylüyordu ama aslında öyle çok içerliyordu ki bu duruma, ben de bunu şimdi öğreniyordum ondan.

"Diyelim ki öyle insanlar var, bu durumda sen hayatın boyunca gidip bir denize ya da havuza giremeyecek misin? İnsanların düşüncesi yüzünden kendini mi kısıtlayacaksın?"

"Bunca zamandır yapmadığım şey değil," Bedenini bana doğru çevirdiğinde göz göze gelmiştik. Havada kalan parmağım bu hareketiyle göğsüne değmişti. Yavaşça aşağıya indirerek bana fazlasıyla heyecan veren bu teması kestim. "Onca zaman yanına gelmememin sebeplerinden birisi buydu."

Okuldakiler düşüncesi yüzünden kendini kısıtlamıştı hep. Bunu biliyordum ama benimle iletişime geçmemesinin sebeplerinden birinin de bu olduğunu tahmin etmemiştim hiç. "Keşke kimseyi umursamasaydın ve gelseydin Soner çünkü ben öyle yapmıştım. Herkes senin hakkında bana neler söylerken hiçbirisine kulak asmadan sadece sana ulaşmak için çabalamıştım. Baksana şimdi ne yapabiliyorlar? Hiçbir şey."

"Sen cesaretli olan taraftın," Yanaklarımı iki eliyle birden sarmaladı. "Ben hayatım boyunca hiç cesaretli olamadım ki bu konuda olabilseydim."

Soner'e birazcık daha yanaştım. Yüzümdeki ellerini çekip kollarını omzuma sardığında yanağım çıplak göğsüne yaslanmıştı. Kollarımı beline dolayarak bugün kaçıncı kez olduğunu bilmediğim bir şekilde Soner'e sarıldım. Birbirimizin sıcaklığı karışırken yeni duştan çıktığı için saçlarından ve bedeninden duş jeliyle karışık ferah bir şampuan kokusu geliyordu.

"Ben ne fark ettim biliyor musun?" Çenemi göğsüne yaslayarak Soner'e alttan baktım. "Biz seninle hiç normal sevgililerin yaptığı aktiviteleri yapmamışız."

"Ne gibi mesela?" diye sordu merakla.

"Mesela biz daha ilk dansımızı etmedik. Ne bileyim sahilde el ele yürümedik, beraber randevuya çıkmadık, sinemaya gitmedik." Gözlerimi kısarak düşünmeye devam ettim. "Bir yere oturup saatlerce sohbet etmedik. Ben sana en sevdiğim şeyleri anlatmadım, örneğin kitap, yemek, dizi, şarkı, film-"

"En sevdiğin kitap Gurur ve Önyargı, geçen seneden beri en az on kez okudun. Yemek olarak seçici bir insan değilsin ama en çok fast foodları seviyorsun ve onlardan da favorin pizza. En sevdiğin şarkı yok çünkü şarkıların arasından seçim yapmaktan nefret edersin. Dizi şu sıralar Merlin olsa da aslında sen uzun zamandır Friends aşığısın. Tüm defterlerinin üzerinde karakterlerin çıkartmaları olmasından anladım. Ayrıca geçen sene kullandığın mataranın üzerinde de Friends dizisiyle alakalı bir süsleme vardı. Yeterli mi bu kadar yoksa daha da saymamı ister misin?"

Şaşkınlıktan aralanan dudaklarımla öylece kalakalmıştım. Bunların hepsini doğru bilecek kadar tanıyor muydu gerçekten beni? Sandığımdan çok daha fazla tanıyordu ve bu şok ediciydi. Zorla üzerimdeki şaşkınlığı atabildiğimde bakışlarımı kaçırdım.

"Ne diyeceğimi bilemedim şu an." dedim yüzümü göğsüne yaslayarak gizlerken.

"Bir şey demen için söylemedim bunları."

"Yine de böylesi fazla odunca oldu..." diye sızlandım. Çok fazla hem de.

"Takılmam buna." Yüzümü göğsünden kaldırarak gözlerimin bir kez daha buluşmasını sağladım. "Neyse işte," dedim. "Bunları hiç yapmadık."

"Yaparız." İçimi sımsıcak eden bakışları yüzümü turlarken dudağımı ısırdım. Elaları aşağıya kayarak dudaklarıma indiğinde heyecanla nefesimi tutmuştum. Yakınlaşmalarımıza artık alışmış sayılırdım ancak alıştığım kısım kesinlikle yarı çıplak bir Sonerle yakınlaşmak değildi. "Sen istediğin sürece..."

Kısık sesle kurduğu cümle göğsümdeki ateşi daha da harlarken alıp verdiğim nefes Soner'inkiyle karışıyordu. "Beste," dediğinde güçlükle çıkarabildiğim sesimle "Efendim?" dedim.

Ve Soner bu zamana kadar onun ağzından ilk kez duyduğum, duyduğumda da neredeyse kalbimi durduracak hâle getiren o cümleyi kurdu.

"Seni seviyorum." Ardından dudaklarımızı birleştirmişti.

***

OOOOYYYYY

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 86.7K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
12.9K 1.3K 6
BİLDİĞİNİZ TÜM KURT ADAMLAR VE VAMPİR HİKÂYELERİNİ UNUTUN. HİÇ BİLMEDİĞİNİZ YERLERE KEŞFE HAZIR MISINIZ? O ZAMAN SENDE KAHVENİ AL GEL ARAMIZA KATIL. ...
785K 51.8K 46
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...