İZLER KALIR

By afroditmavisi

12.3M 886K 687K

"Sana hiç söylemedim ama sana aşıktım. Bunu yüzüne karşı söyleyememek de benim ayıbım olsun." 070822 ☁️ More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
45
46
47
48
49
50
51
52
FİNAL : PART 1
FİNAL : PART 2
FİNAL : SON PART
ÖZEL BÖLÜM | PART 1
ÖZEL BÖLÜM | PART 2

44

200K 14.4K 15.1K
By afroditmavisi

Artık sonlara yaklaştığımız ve size Soner'in iyileşim sürecini okutmak istediğim için bölümlerde ara ara zaman atlaması olacak. Tedavi süreci çok uzun bir süreç, yıllar sürebiliyor size 3 - 4 ayda iyileşmiş bir birey yazarsam gerçekçi olmaz. Zaman atlamalarına takılmayın o yüzden.

maNga - Işıkları Söndürseler Bile

BİRKAÇ HAFTA SONRA.

Beste; Ben geldiimm

Beste; Bu sefer maziyi yad etmeye geldim

Beste; Sen tabii yine dersi dinlemiyorsun

Beste; Ben olmasam sınıfı nasıl geçeceksin merak ediyorum

Beste; Matematikten yarına kadar 100 soru ödevi var

Beste; Edebiyatta her zamanki klasik ödev, eser - yazar ezberle yarın quiz var

Beste; İngilizceden de geçen hafta verilen sunum ödevinin yarın son günü

Beste; Bu kadar

Beste; Şimdi boş durma ve o ödevleri yap

Soner çevrimiçi.

Soner; Tamam hocam

Beste; Hoca - öğrenci ilişkisi mi

Beste; En sevdiğim

Beste; Ayrıca yarın telafi sınavların başlıyor unutmamışsındır umarım??

Soner; Unutmama fırsat verseydin belki

Soner; Her saat başı hatırlatıyorsun

Beste; Çok amaçlı sevgililik

Beste; Bence herkesin benim gibi birine ihtiyacı var

Beste; Çok iyiyim

Soner; Çok

Beste; Bak yeni şarkı keşfettim

Beste; Matematik sorularını çözerken dinle

Beste; maNga - Işıkları Söndürseler Bile

Soner; Gönderme?

Beste; Evet

Beste; Travma yarattın bende

Beste; Her an yine bana git deyip edebiyat kasacaksın diye diken üstündeyim

Soner; Olmayacak öyle bir şey

Beste; Umarım

Beste; Üzgünüm ama bu konuda güven vermiyorsun

Beste; Yanılan taraf ben olurum umarım

Soner; Sen olacaksın

Beste; ;)

Beste; İyi geceellerrr

Beste çevrimdışı.

Soner; İyi geceler

Soner çevrimiçi, 23.35.

Soner çevrimdışı, 23.47.

***

Sabah her zamanki gibi erken uyanmıştım. Bu aralar dersleri fazlasıyla aksattığımın bilinciyle bugün sabahın köründe birkaç saatlik verimli çalışma yapmıştım. Annem uyandığında odamın açık olan ışığını fark edip yine erkenden ders çalışmak için uyanılır mı diye bana kızmıştı. Bir sene mezuna kalsam sorun etmeyeceklerini, yeter ki kendimi fazla yormamamı söyleyip sabah sabah nutuk çekmişti ama ben bir yılımın boşuna gitmesini istemiyordum.

Geçen hafta itibariyle sayısal çalışmaya başlamıştım. Bunun için birkaç test kitabı alıp tamamen sayısala yönelmiştim. Hemşirelik okuma fikrine kendimi iyiden iyiye kaptırmıştım sanırım.

Bu yüzden çalışmalarımın daha da yoğunlaşması gerekiyordu. Sınava beş ay gibi bir süre kalmıştı ve hiç bilmediğim konuları iyice öğrenmem lazımdı. Matematiğimin iyi olması beni şu durumda kurtaran tek şeydi.

Ders çalıştıktan sonra okul için hazırlanmıştım. Dün akşam yemeği için annemle yaptığımız sarmalardan tencerede kalanları Soner'e götürmek için saklama kabına dolduruyordum şimdi de. Bunu hallettikten sonra hızlı bir şekilde evden çıkmam gerekiyordu yoksa derse geç kalacaktım ve ilk ders Tarih'ti. Kaçırmayı hiç istemiyordum.

"Babaannen şu halini görse kadın dayanamaz ağlardı," Mutfakta yanımda bir diktatör edasıyla dikilmiş beni izleyen annem durup durup bana laf atıyordu. "Bu tembellikle evde kalacağını söylüyordu hep."

"Kadın beni en son üç yıl önce gördü anne," O zamanlar daha liseye yeni başlamıştım. "Ve haliyle tembeldim, ne var bunda?" O dönemlerde okuldan geldiği gibi odasına kapanır, evdeki işlere pek yardım etmezdim. Yemek yaparken annemi hep izlerdim ancak bir katkım dokunmazdı.

"Tamam işte anneciğim ben de ondan bahsediyorum. Geldiğinde çok şaşıracak."

Babaannem iki halamla birlikte Almanya'da yaşıyordu ve Ocak tatilinde kuzenlerim de dahil olmak üzere hepsi birlikte Türkiye'ye geleceklerdi. Birkaç gün de bizde kalacaklarını dün telefonda konuşurken söylemişti babaannem.

"Ayrıca," derken az önce annemin kurduğu cümle kafama takılmıştı. "Tembellikle evde kalmanın ne ilgisi var? Ev işi yapmak için mi evleniyorum ben ya?" Bu düşünceye çok sinir oluyordum.

"Hayatım onu ben değil, babaannen söylüyor."

"Ortada yapılacak bir iş varsa bir zahmet evlendiğim bey de yapsın. Hizmetçi miyim ben?" İçindeki tüm sarmaları boşalttığım tencereyi suyun altına sokarken kaşlarımı çatmıştım. "Neyse ki Soner öyle birisi değil." diye devam ettim hayranlıkla.

"Nereden biliyorsun Sonerle evleneceğini?"

"Anne," dedim gülerek. Kafamı yana çevirip anneme baktım. "Bu çocuk benim kaderim. Evleneceğim ben Sonerle."

Annem olmayan terliğini eline geçirmek için yere eğildiğinde gülüşüm büyümüştü. "Kız alacağım şimdi seni ayağımın altına! Tamam sevgilin olmasına karışmıyorum, anlatmana bir şey demiyorum diye abartma sende. Bir de evleneceğim diyor. Kaç yaşındasın daha sen?"

Baştan sona sahtelik barındıran ses tonuna karşılık omuzlarımı silktim. "Bana ne ya, evleneceğim."

"Okulun bitmeden evlenmek falan yok."

Sudan geçirdiğim tencereyi bulaşık makinesine koyup doğruldum ve sırıtarak anneme döndüm. "Neyse ki birkaç aya bitiyor."

"Onu mu diyorum ben? İşine gelmeyince nasıl da salak ayağına yatıyorsun sen öyle."

"Kaçayım mı yani onu mu istiyorsun sen?" dedim annemi kışkırtmaya devam ederek. Ben de pek evlilik meraklısı birisi değildim zaten, amacım annemi sinirlendirmekti.

"Sen bu şekilde babanın yanında da konuşsana, bakalım o sana ne tepki verecek?" Babamla da iyi bir ilişkimiz vardı ancak annemin yanındaki kadar gevşek olamıyordum onun yanında. Ondan birazcık çekiniyordum. "Yok sultanım, ben almayayım. Sağ ol önerin için."

"Ayağını denk al."

Sakama kabını mağaza poşetine güzelce yerleştirip kağıt havluya sardığım çatalları üzerine bıraktım. Bir anda kendimi Soner'e hislerimi açtığım ilk zamanlara dönmüş gibi hissetmeye başlamıştım. O zamanlar da aynı bu şekilde evde yaptığım yemekleri ona götürürdüm. Üzerinden fazla zaman geçmemesine rağmen sanki çok eski günlermiş gibi geliyordu.

"Babaannen Sonerle tanışmak istiyormuş bu arada. Aklıma gelmişken söyleyeyim."

"Ne?" Sesim girdiğim şokun etkisiyle fazlasıyla yüksek ve tiz çıkmıştı. "Anne şaka yapıyorum de lütfen. Ayrıca babaannem Soner'i ne zaman öğrendi? Daha babamın haberi yok."

"Benim salak kızım," Annem yanıma kadar gelerek bir elini saçıma götürüp okşamaya başladı. Yüzünde acır gibi bir ifade vardı. "Sence babanın haberi yok mu sevgilin olduğundan?"

"Var mı?" diye sordum safça.

Kafasını sallayarak onayladı. "Var tabii."

"Nasıl ya?" diye yükselirken geriye adımlayıp annemin köpek sever gibi saçlarımı seven elinden kurtuldum. "Sen mi söyledin yoksa? Anne nasıl söylersin ya? Ben kendim zamanı gelince söylerdim ona, şimdi benden duymadığı için kızmıştır kesin." Endişeli bir şekilde art arda sıraladığım cümlelere karşılık annem gözlerini devirdi.

"Salak salak konuşma Beste, ben neden söyleyeyim? Kendin aklın beş karış havada gezdiğin için öğrenmiş adam. Evde durup durup kendi kendine sırıtmalarından, ani sevgi patlamalarından, sürekli telefonuna bakıp gülmenden şüphelenmiş. Bana 'bu kızın hayatında birisi mi var, neden bu kadar mutlu?' diye sordu. Yok falan dedim ama yemedi tabii."

"Ya..." Dışarıdan nasıl göründüğümü hiç bilmiyordum. Mesela kendi kendime sırıttığımı şimdi annemden öğrenmiştim. Fazla aşktan deliriyor muydum acaba?

Böyle bir şey mümkün müydü?

"Ne dedi peki babam? Kızdı mı bana?"

"Niye kızsın? Kocaman kızsın olacak tabii hayatında birileri. Ona söylememene biraz bozuldu sadece. Ayrıca baban da Sonerle tanışmak istiyor." İnanılmaz gerilmiştim bunu duyunca. Ya babam Soner'i sevmezse düşüncesi hemen kol gezmeye başlamıştı zihnimde.

Gerçi Soner sevilmeyecek insan değildi ki.

"Tamam," dedim. "Şimdi benim yolda giderken bunları sindirmem lazım."

Annemle vedalaşarak elime aldığım poşetle beraber evden çıktım. Son dakikayla otobüsü kaçırmaktan kurtulmuştum. Otobüs durakta durunca inip seri adımlarla okula doğru yürüdüm. Nihayet içeriye girip merdivenleri çıkabildiğimde saati kontrol etmiş ve derse henüz yirmi dakika olduğunu görmüştüm.

Açık olan sınıf kapısından içeriye girdiğimde gözlerimi direkt Sonerle ikimize ait olan sıraya doğru odakladım. Soner her zamanki gibi erkenden okula gelmişti. Sırasına oturmuş, kulağına taktığı kulaklığından müzik dinliyordu. Gözleri sol tarafında kalan penceredeydi.

Eskiden dışarıda bu kadar ilgisini çeken ne olduğunu sorgulardım içten içe. Uyamadığı zamanların dışında gözlerini ayırmadan neye bakar diye merakımdan ölürdüm. Hatta bir keresinde sınıfta olmadığı bir ara Soner'in sırasına oturup dışarıya bakmış, onun gördüğü şeyleri görmeye çalışmıştım ve karşılığında arka bahçedeki banklarda oturan birkaç öğrenci, rüzgardan yaprakları uçuşan ağaçlar dışında bir şeye denk gelmemiştim.

Oysa en başından beri orada ilgisini çeken şey benim cama düşen yansımamdı. Ben dikkatini çekeyim diye kırk takla atarken Soner, en başından beri benim varlığımın farkındaydı.

Kapının önünde dikildiğimin farkına sınıfa giren birinin sert bir şekilde omzuma çarpmasıyla varmıştım. Sol omzumda hissettiğim hafif acıyla kaşlarım çatılırken bunu yapan kişiye döndüğümde gördüğüm sima beni hiç de şaşırtmamıştı.

Ceylin memnuniyetsiz bir tavırla "Çekilsene şuradan ya! Dikilmiş yolun ortasına direk gibi." diye cırladı.

"İnsanca uyarabilirdin." dedim ters bir bakış atarak. Epeydir sesi soluğu çıkmıyor, bana bulaşmıyordu. Mesajlarıyla beni darlayamıyordu çünkü her seferinde ağzının payını almaya alışmıştı.

Sırıttı. "İnsanca uyarmama değer miydin ki öyle yapayım?"

"Ne bu?" derken çocukça tavrı karşısında gözlerimi devirmiştim. "Laf mı soktuğunu sandın sen şimdi?"

Böyleleri insanın ömrünü çürütürdü.

"Altta kaldığına göre öyle yapmışım canım." Kafamı iki yana salladım onaylamazca. Onunla uğraşmak, hele ki sabahın bu saatinde, istediğim son şeydi. Sırama ilerlemek üzere adım attığım sırada Ceylin hızlı bir hamleyle önüme geçti. Ona çarpmaktan son anda durarak kurtulmuştum. Bir eli koluma giderken sınıfa göz gezdirdi. "Gelsene sen benimle."

"Ne bu el kol hareketleri şimdi?" Kolumu kendime doğru çekerek kolaylıkla Ceylin'den kurtuldum. "Gelmiyorum seninle bir yere."

"Sınıfın ortasında mı konuşmamızı istersin?" dediğinde bakışlarımı sınıfta küçük bir gezintiye çıkardım. Herkes kendi hâlinde takıldığından sınıfın içinde bir uğultu hakimdi. Kimse bizi duymuyordu ancak sıramıza kayan bakışlarım Soner'in kısık bakışlarıyla kesiştiğinde bizi izlediğini görmüştüm.

Sonerle olan bakışmamızı bölüp Ceylin'e döndüm. "Bizim konuşacak ne gibi bir ortak konumuz olabilir çok merak ediyorum."

"Sen iyi biliyorsun ortak konumuzun ne olduğunu," dedi ima barındıran ses tonuyla. Kaşları havalanırken gözleriyle bana bir noktayı işaret etmişti. Bakışlarını takip ettiğimde bir kez daha Soner'i elaları ile kesişmişti gözlerim. Hissettiğim sinirle çenem kasılırken sert bir bakışla Ceylin'e döndüm. "Soner." diyerek sesli bir şekilde dile getirdi.

"İyi," dedim geriye doğru adımlayarak. "Bekle."

Ceylin'i arkamda bırakarak sıraya ulaştığımda elimde tuttuğum poşeti ve omzumda ağırlık yapan çantayı sıranın üzerine bıraktım. Bakışları üzerimden ayrılmayan Soner kulaklığının tekini çıkardı. "Sorun mu var?" diye sordu ama sorunun cevabını biliyor gibiydi.

"Halledilmeyecek bir sorun değil." dedim ılımlı bir sesle. "Gelirim şimdi."

"Gitme bir yere." derken diğer kulaklığını da çıkarmıştı. "Kimse için canını sıkmaya değmez. Boş ver, konuşup dursun kendi kendine."

Soner'in sözlerinin ardından gelen ani sevgi patlamasıyla bir dizimi sıraya yaslayarak Soner'e yaklaştım. "Ya sen beni teselli mi etmeye çalışıyorsun?" Yanağını ellerimin arasına sıkıştırıp bir çocuk gibi onu severken biraz önce bedenimi etkisi altına almış olan sinirim çoktan uçup gitmişti. "Isırırım seni."

Bu hâllerime alışık olan Soner, ellerini benimkilerin üzerine koymak dışında bir şey yapamamıştı. Bu aralar onu fazla şiddetli seviyordum sanırım. Geçen gün yanağını ısırmıştım acıtmayacak bir şekilde. Bir an gözüme fazla ısırılası gelmişti ve dayanamamıştım. Bana ne oluyordu bilmiyordum, sanırım cidden fazla aşktan delirmek üzereydim. Çocuğu her dakika sarıp sarmalayasım, öpesim geliyordu.

Bir gün bu aşırı temas içeren hâllerimden sıkılmazsa iyiydi.

"Ufak bir pürüz diyelim," dedim gözlerine bakarak. "Saçma sapan sözleriyle canımı sıkamaz merak etme."

"Boş ver yine de." Yanaklarındaki ellerimden birini indirip sırada Soner'e biraz daha yaklaşarak yanağına içten bir öpücük bıraktım.

Geri çekildiğimde sıraya yasladığım dizimi indirmiştim. "Ders başlamadan gelirim."

Sınıfa doğru dönüp Ceylin'e taraf yürümeye başladığımda öğretmenler masasının etrafına doluşmuş birkaç öğrencinin bakışlarının bizim üzerimizde olduğunu görmüş ve birazcık utanmıştım. Gerçekten Sonerleyken çevremdeki kimseyi gözüm görmüyordu.

Oldukça sinirli bir şekilde sınıfın ortasında duruyor olan Ceylin'in yanından geçerek dışarı çıktığımda pencerenin kenarındaki bir yerde onu beklemeye başladım. Kalçamı kalorifere yaslayıp ellerimi de ısıtmak için sıcak kaloriferin üzerine koyduğumda Ceylin sinir küpü bir şekilde sınıftan çıkmıştı. Birkaç büyük ve hızlı adımda tam önümde bittiğinde hırsla kollarını birbirine bağladı.

"İnadına mı yapıyorsun?" diye sordu, hararetle.

"Pardon? Neyi?" Bahsettiği şeyi gerçekten anlamamıştım.

"İnadına mı onunla bu kadar yakınsın?" Daha Soner bile diyemiyor, 'o' diyerek bahsediyordu.

"Gerçekten salak mısın yoksa salak ayağına mı yatıyorsun?" diye sordum kafamı sağa doğru yatırırken. "Soner benim sevgilim, elbette ki ona yakın davranacağım. Bunun inatla ne gibi bir ilgisi var?"

Soner'in adını söylediğim an bakışları tedirginleşmiş ve telaşla etrafa bakınıp bizi kimsenin duymadığından emin olmak istemişti. "Şu hâline bak," dedim kınarcasına. "Soner'in adını birisi duyacak diye şekilden şekile giriyorsun. Ödün kopuyor değil mi 'ucube' dediğin, her seferinde aşağıladığın çocuktan hoşlandığın duyulur diye?"

Gerçi ben bir kez bunu sınıf grubunda dile getirmiştim ama Ceylin üstün yalan yeteneği sayesinde Soner'e karşı hisleri olmadığı konusunda herkesi inandırmış olabilirdi.

"Sessiz konuş!" diye uyardı dişlerinin arasından.

"Benim sesimin ayarı yok biliyor musun?" dedim sahte bir üzgünlükle. "Sessiz konuşamıyorum."

"O sesini kıs Beste." Bana doğru bir adım attı, yüzü sinirden olsa gerek kıpkırmızı kesilmişti.

"O kadar korkaksın ki," dedim, sesimi alçaltarak. "Daha hislerinin arkasında bile duramıyorsun. Beni ne için çağırdın buraya? Konuş hadi."

"Ona olan hislerimi fark eden ve bilen tek kişisin," dedi. Hâlâ üçüncü tekil şahısla konuşması sinirlerimi bozsa da bir şey demedim. "Fark ettiğin gibi de kendince bir yarışa dönüştürmüşsün belli ki. Senden önce ben kaptım hesabı yapmak istemişsin ve hiç beklemeden kendini kollarına atıvermişsin. Ben de seni saf salak bir şey sanırdım biliyor musun? Meğer ne yere bakan yürek yakan çıktın sen." diye konuştu hayretle.

Alaycıl bir tavırla güldüm. "Seninle burada durup 'senden önce ben sevdim' diye sidik yarıştıracağımı falan düşünmüyorsun değil mi?"

"Beste beni alaya almaktan vazgeç!" Bağırışıyla koridordaki birkaç kişinin gözleri bize dönmüştü.

"Alaya almayacağım cinsten konuş o zaman!"

"Ben gayet ciddiyim!"

"İyi," dedim kestirip atarak. "Sana bu ciddiyetle iyi günler ama ben, söylediklerin gram ilgimi çekmediği için bu konuşmayı burada sonlandırmayı tercih ediyorum."

"Hayır, konuşmamız bitmedi. Kaşarlık yapmaya son vereceksin." Mümkünmüş gibi biraz daha dibime girdi. "Onu önce ben sevdim, aradan çekileceksin."

Dalga geçiyordu herhalde benimle.

"Sen bu sözleri söylerken ciddi misin ya?" dedim teyit etmek amaçlı. Eğer ciddiyse sorun sandığımdan daha büyüktü. Ceylin'in sorunları vardı.

"Sabahtan beri ne konuşuyorum ben Beste?" Bana sesimi alçatmamı söylerken kendisi her konuşmasında bana daha da bağırıyordu.

"Git tedavi ol Ceylin," dedim konuşmanın başından beri ilk kez alaya almadan, fazlasıyla ciddi bir şekilde. "Düşünce yapın hiç sağlam değil. Daha Soner'i sevdiğini insan içinde dile getiremiyorsun bile ve gelip benim karşımda bana ahkam mı kesiyorsun? Git ve artistliğini senin dilinden anlayan yanında gezdirdiğin insanlara yap, beni bu şekilde baskılayamazsın. Sınıfta dışlanırım korkusundan hislerini gizleyip sevdiğini iddia ettiğin, kaldı ki ben sevdiğini asla düşünmüyorum, çocuğa zorbalık yapmak yerine onu anlamaya çalışsaydın, diğerlerine kafa tutsaydın şu an Soner'in yanında ben değil de sen olurdun."

Ceylin dediğimi yapmış olsaydı bile Soner'in yanında olamazdı gerçi, bu ayrı bir meseleydi.

"İkimizi birbirinden ayıran nokta da tam olarak bu zaten. Benim içimde insanlık duygusu var en azından, hem de sende zerresi yokken."

Sağlam duruşunun yıkıldığını görebiliyordum ama bunu kafama takacak ya da umursayacak değildim. Ceylin'in kendine çeki düzen vermesi gerekiyordu, bu da beni bağlayan bir konu değildi. "Bir daha da böyle saçmalıklarla benim karşıma geçme. Kendini küçük düşürmekten başka bir şey değil bu."

Bakışlarımı Ceylin'den ayırıp kaloriferle bedeninin arasından sıyrılarak adımlarımı sınıfa yönelttim. Hemen kapının karşısındaki camın önünde durduğumuzdan sınıfa girmem yalnızca bir, iki saniye kadar sürmüştü. Rahat tavırlarla sıramıza doğru yürürken üzerimdeki montun fermuarını aşağıya indiriyordum. Ceylin yüzünden montumu çıkarmaya dahi fırsat bulamamıştım.

Siyah şişme montumu çıkarıp en arkadaki askılığa astıktan sonra Soner'in yanındaki yerime oturdum. "Söylemeye fırsatım olmadı," dedim masanın üzerindeki poşeti açarken. "Günaydın."

"Günaydın."

"Bil bakalım sana ne getirdim?" dedim neşeyle. Saklama kabını poşetten çıkararak masanın üzerine bıraktım. "Tabiiki de sarma!"

Kabın kapağını açarak kağıt havluya sardığım çatallardan birisini elime aldım. "Dün canım nasıl sarma çekti anlatamam. E yani o kadar istedikten sonra bir yerlerim mi şişsin? Oturduk annemle beraber sarma sardık. Fazla fazla yaptık ki sana da getireyim diye."

Soner kafamın içinde bizim evimizin dördüncü üyesi gibi olmuştu iyiden iyiye. Evde ne yapılsa bundan Soner'e de götürmeliyim diyordum. Mesela bir tatlı tarifi görüp deniyordum ve hazır olduktan sonra, Soner kesinlikle bunun tadına bakıp yorumlamalı diye düşünürken buluyordum kendimi.

Gün geçtikçe Soner'e iyice bağlanıyor ve her anım onunla olsun istiyordum.

Çatalı sarmaya batırıp Soner'in ağzına doğru yaklaştırdım. "Sen iyice benim küçük bebeğim gibi oldun," dediğim sırada Soner ağzına sokuşturduğum sarmayı çiğnemekle meşguldü. "Seni böyle sarıp sarmalayayım yanımdan ayırmayayım da gör sen."

İşime gelirdi.

Bence Soner'in de işine gelirdi.

Çaktırmıyordu ama çok aşıktı bana salak çocuk.

Zihnimi okumuş gibi "Olur." dediğinde güldüm.

"Sarma nasıl? Biraz hızlı yaptık ama ben-"

"Güzel," diyerek lafımı kesti. "Senin yaptığın her şey güzel."

Konuşurken sözüm bölündüğü için aralık kalan dudaklarımı birbirine bastırırken gülümsedim. "Teşekkür ederim." dedim bakışlarımı kaçırarak. Onca arsızlığı yapan ben değilmişim gibi bazı anlar utanabiliyordum. Bazı sözleri beni utandırıyordu.

"Neyse," dedim utancımı bastırarak ve gizleyerek. "Bunların hepsini yemek zorundasın, itiraz istemiyorum."

Zaten itiraz etmiyordu ama önden uyarmak şarttı.

Soner'e kendi ellerimle birkaç sarma daha verdikten sonra sonra yiyeceğini, şimdi aç olmadığını söylemişti saklama kabını kaldırarak onun sırasının altına koymuştum. Sabahın köründe iştahı olmayabilirdi, ben bunu düşünmeden çocuğun ağzına zorla sokuşturmuştum. Her geçen gün ona karşı daha anaç bir hâl alıyordum.

Soner pazartesi, çarşamba ve cuma günleri olmak üzere haftada üç kez seansa gidiyordu. Haftalardır gidiyor olmasına rağmen ilaç tedavisine son bir haftadır başlanmıştı. Uyuşturucu bağımlılığı için diğerlerinden ayrı bir ilaç kullanıyordu. Her seans çıkışında bana ne yaptıklarını anlatıyordu. Bunu, başlarda ben sorduğum için yapıyordu ancak son zamanlarda kendiliğinden anlatmaya başlamıştı. Daha ben sormadan başlıyordu konuşmaya.

Doktor, bu süreçte en önemli olan şeyin sevgi olduğunu söylemişti. Çevresindekiler elinden geldiğinde ona destek olduğu sürece sevgiyle hallolunmayacak hiçbir şey olmadığına inanıyordu kadın.

Ben de mümkün olduğunca Soner'e sevgimi hissettirmeye çalışıyor, yanında olmaya çalışıyordum işte. Elimden gelebilen tek şey buydu.

İlk ders başlayıp bana göre su hızında geçip bittiğinde uzun teneffüste olduğumuz için sınıfın neredeyse hepsi kantine inmişti. Ben de sınıfta kimsenin olmamasını fırsat bilerek kafamı Soner'in omzuna yaslamış derste not aldıklarımızı içimden okuyarak tekrar ediyordum.

Soner'in de elimdeki kağıda bakıyordu. Okuyor muydu bilmiyordum ama ilgisi oradaydı. "Notları okuyor musun?" diye sordum merakla.

"Evet." Yakın olduğumuz için nefesini saçlarımda hissetmiştim. İçim kıpır kıpır olurken yutkundum.

"Ne anladın?" dedim okuduğundan emin olmak için.

"Atatürk'ün 19 Mayıs'ta Kurtuluş Savaş'ını başlattığını." Kafamı hafifçe Soner'e doğru çevirerek 'ciddi misin' dercesine yüzüne baktım. "Onu bilmek için notu okumana gerek yoktu."

"Ben belki bilmiyordum?" Bunu ilkokula giden bir çocuk bile bildiği için onu ciddiye almadım.  "Başka ne anladın?"

"Hiçbir şey."

Mood.

"Yalancı," dedim gözlerimi kısarak. "Tarih'ten anlamıyorsan ilk sınavdan nasıl doksan altı aldın?"

Soner ikinci sınavlara girmediği için bugünden itibaren telafi sınavlarına girmeye başlayacaktı. Hocalar, iyi bir not almazsa dersten bırakacağını söylemişlerdi ama zaten Soner'in ilk sınavdaki notları epey yüksekti. Buna hep şaşırdığımdan geçen gün Soner'e sebebini sormuştum ve bana geceleri kafasının dağılması için ders çalıştığını söylemişti. Amacı sınavlara hazırlanmak falan değilmiş yalnızca zaman geçsin diye başka aktivite bulamamasından kaynaklıymış.

Üniversiye sınavına girmeyi hiç düşünmediğini söylemişti. İyileşmeye ve yeniden gelecek hayali kurmaya başladığında sınava gireceğini düşünüyordum.

"Tarih'e senin neden bu kadar sevdiğini anlamak için çalışmıştım bir ara. Anladığımdan değil, öylesine."

"İyi ki anlamıyormuşsun, bir de anlasan ne olurdu acaba?" Söylediği şeyde asıl takılmam gereken nokta bu kısım değildi, benim sevdiğim şeyleri bu denli önemsemesiydi. "Ya," diyerek yükseldim. "Sen benim sevdiğim şeylere de mi önem veriyorsun?"

Seninle evleneyim de gör sen.

Ani yükselişime karşılık Soner kolumu omzuma atmakla yetindi. Zaten başım omzuna yaslı olduğu için iyice ona doğru sokulmuştum. Notu tutan elime uzanan sol eli, kolunu saran siyah sweatshirtün sıyrılması ile duraksarken bileğindeki dikiş izleri göz önüne çıkmıştı. Soner kolunu geriye çekip görüş açımdan çıkardığında büyük bir üzüntü hissetmiştim.

Vücudundaki hiçbir iz ile barışık değildi.

Ve ben barışmasını sağlayacaktım.

Elimdeki notu bırakıp koluna uzandım. Sol elinin parmaklarını kendiminkine kenetlerken dikiş izini görebileceğim bir konumda tuttum bileğini. "Eğer bu dikiş izini görmek seni rahatsız ediyor ya da kötü hissettiriyorsa," Baş parmağımı dikiş izinin çıkıntıları üzerinde gezdirdim yavaş hareketlerle. "Bir dövmeyle onu daha güzel hâle getirebiliriz."

İnternette dikiş izlerini dövme ile gizleyen kişilerin videolarına denk gelmiştim birkaç kez. Bana kalırsa izle barışmak daha doğruydu ancak görünmemesi için verdiği çabayı, bileğine doğru düzgün bakamayışını görmektense dövme ile kapatmasını tercih ederdim.

Kendi sol bileğimi onunkinin yanına gelecek şekilde havaya kaldırdım. "Hem bak benim bileğim de boş, güzel bir dövmeyle doldurabiliriz."

Kabul ederse ilk dövmem fazlasıyla anlamlı bir dövme olacaktı.

"Canın acır," dedi elini bileğimin üzerine kapatarak. Elini yavaşça bileğimin üzerinden kaydırarak parmaklarıma kadar ilerledi. En sonunda durup parmaklarımla oynamaya başladığında derin bir iç çekişle göğsüm yükselmişti. "Gerek yok."

"Birkaç küçük iğne batacak sadece," dedim ellerimizi izlerken. "Sanki seninki acımayacakmış gibi."

"Ben alışkınım." Söylediği sözle dudaklarımı birbirine bastırırken verecek bir cevap bulamamıştım. Canının acısını umursamadan bileğini boydan boya kesen birisine ufacık iğnelerin acısı koymazdı nihayetinde ama bunu söylerken ki ses tonu içimi acıtmıştı.

"Dövme yaptırıyoruz." dedim bir anda sesimi otoriter bir tonda çıkararak. "Sen yaparsan ben de yapacağım, yapmazsan yapmayız."

"Nasıl bir dövme?" Elimi Soner'den kurtarıp bileğini tutarak dikiş izi görünecek şekilde çevirdim. Gözlerim bileğinde gezinirken buraya nasıl bir dövme yapılabileceği konusunda hayal gücümü zorluyordum.

"Şu an bulamadım," dedim bir, iki dakika kadar sonra. "Bana birkaç gün ver düşüneyim." İnternette mutlaka güzel modeller olmalıydı. "Bulduğum modeli beğenirsen yaptırırız."

"Tamam." dediğinde gülümsedim. Bu uysal hâllerine bayılıyordum.

"Ama şimdilik..." dedim kalem kutumdan bir kalem çıkardım. Elini sıranın üstüne yaslayarak dolma kalemin ucunu açtım ve kalemi dikiş izlerine yaklaştırdım. Boydan boya dikiş izinin etrafında ufak tefek kesik izleri ile kaplanmıştı bileği. Bakmak içimi acıtsa da bunu ona belli etmemeye özen göstererek izlerin üstüne küçük küçük yıldızlar çizmeye başladım. Soner'in yoğun bakışlarının üstümde olduğunu hissediyordum bunu yaparken. İzlerin üstünü ve çevresini küçük küçük yıldızlarla dolduruyordum.

Çok sevdiğim bir şarkının sözünü tekrarladım yıldızları çizmeye devam ederken. "Yaralarının etrafına yıldızlar çizdim."

Kısa bir anlığına yıldızları çizmeyi bırakıp dudaklarımı bileğine yaklaştırdım ve tam dikiş izinin üstüne uzun bir öpücük bıraktım. Ben onun bütün izlerinden öpüp yaralarını sarmaya razıydım.

Benim dediğimi tekrarlayarak beni gülümsetmişti Soner. "Yaralarımın etrafına yıldızlar çizdin."

Bileği yıldızlarla kaplandığında kalemi masaya bırakmıştım. "Bu yıldızlar silinse bile bileğine her baktığında çizdiğim yıldızları hatırla."

Kendine doğru çektiği bileğine uzun uzun bakarken onaylarcasına kafasını sallamıştı. Dudaklarında varla yok arası bir gülümseme belirmişti. Biraz inceledikten sonra kolunu masaya yaslarken her zaman yaptığı gibi bileğini gizleme ihtiyacı duymamıştı bu defa. Bu beni de gülümsetmişti.

"Bu arada," dedim aklıma gelen şeyle beraber. "Babam ve babaannem seninle tanışmak istiyor. Her an bizim eve davet edilebilirsin."

"Baban mı?" dediğinde kafamı aşağı yukarı salladım.

"Ben aslında ona senden bahsetmemiştim ama evdeki hâllerimi fark edip hayatımda birisi olduğundan şüphelenmiş. Anneme sorunca-" Bakışlarını masaya çevirmiş ciddi bir şekilde düşünüyor olduğunu görünce sözlerim yarıda kalmıştı. "Hoşuna gitmedi." derken istemsizce durgunlaşmıştım. "Tanışmak zorunda değilsin. Ben sadece söylemek istedim."

Elaları yeniden bana döndüğünde yüzündeki ciddi ifade dağılmış ve oturduğu yerde bedenini bana doğru çevirmişti. "Hoşuma gitmedi değil," Duraksamıştı. Devamı beklerken sorgular cinsten bakışlarımı fark ederek suskunluğunu bozdu. "Babanın beni seveceğinden emin değilim. Dışarıdan o kadar da iyi bir profil çizmiyorum. Bunu düşünüyordum."

Birkaç saniye içinde farklı şeyler düşündüğüm için rahatça nefesimi verdim. "Saçmalama," dedim neşeyle. "Sen sevilmeyecek birisi değilsin, hele ki kötü profil çizen birisi asla değilsin. Babam gaddar bir insan değil, iyi birisi olduğunu anlar mutlaka."

"Hemen mi tanışmak istiyor?"

"Hayır," dedim onu rahatlatmak için. "Babaannemler bize geldikten sonra. Onlar da sömestr tatilinde gelecekler."

"İyi ki hemen değilmiş." diye homurdandığında sesli bir şekilde güldüm. Haftaya sömestr tatili başlıyordu, az kalmıştı.

"Endişe etme," dedim ben de ona doğru dönerek. "Babam katı bir adam gibi dursa da seni seveceğinden eminim. Karşısında olduğun gibi biri ol yeter, ekstra bir çabaya girmene gerek yok. Sen olduğun hâlinle harika birisin. Bir kere seni ben sevmişim ailemin sevmeme gibi bir ihtimali var mı?"

Bakışlarında anbean beliren sevgi parıltıları kalbimi hızlandırırken elini yanağıma götürüp "Beste," dedi. Damarlarımdan akan kanın hızlı akışını bile hissediyordum o kadar nabzım hızlanmıştı ki, bana yakınlaşması yüzünden. "Sen bu hayatta bir insanın başına gelebilecek en güzel şeysin."

Çaktırmadan heyecanımı bastırmak için yutkundum. Bir anda yaklaşması, bana bu denli güzel bir iltifat etmesi vücudumun dengesini bozmuştu. "Soner," dedim onun gibi hayranlıkla. "Seni şu an çok öpmek istiyorum ama..." Kafamı çevirerek sınıfa baktım. "Sınıftayız."

Sınıfta tek tük öğrenci vardı ve hiç kimsenin dikkati bizde değildi ama yine de Soner'i öpmek için doğru yerde değildik.

"Borcun olsun," Yanağımı okşayarak elini indirdi. "Tek olduğumuzda öpersin."

Öpecektim elbette ki.

"Daha çok borçlanayım ben öyleyse." dedim her zamanki gibi arsızlığımı konuşturarak. "Sen de bana borçlan. Hep borçlanalım." Saçma sapan konuşmaya başladığımı fark ettiğimde alev alev yanan bedenimle önüme dönerek Soner'in yakınlığından biraz da olsa uzaklaştım. "Gereksiz konuştuğumda beni uyar demiyor muyum ben sana? Fazla konuşmama izin verme benim."

Sonra rezil olduğumla kalıyordum.

"Gereksiz konuşmuyorsun. Ben seviyorum bu hâllerini."

Soner bugün biraz kendini aşmış mıydı ne?

"Sus konuşma," dedim göz ucuyla Soner'e bakıp. "Kalp krizinden ölmemi istemiyorsan bana iltifat etme, alışkın değilim."

Gerçekten kalp krizinden ölmemi istemiyor olduğundan olsa gerek benden uzaklaşarak arkasına yaslanmış ve sessiz kalmıştı. Tarih notlarımı önüme çekip heyecanımı görmezden gelmeye çalışarak derste yazdıklarımı okumaya başladım fakat kafam okuduğum hiçbir şeyi algılayamıyordu.

İki saniyede tüm beyin fonksiyonlarımın işlevini durdurmuştu zalim çocuk.

Birkaç dakika sonra sınıf dolmaya başladığında Emre ve Seray da iki dakika arayla sınıfa gelmişlerdi. Önce Emre gelip sırasına kurulmuş ardından da elinde deneme kitapçığı ile Seray gelmişti. Sıraya yaklaştığında Emre oturduğu yerden kalktı. Seray Emre'nin yanından sıyrılıp yerine oturduğunda Emre de oturmuştu. Seray bizim sıramıza doğru dönerek denemeyi bana uzattı.

"Beste ya, bir tane tarih sorusu var yapamadım. Hocaya götürdüm bana taa milattan öncesinden itibaren anlatmaya başladı kafam karman çorman oldu. Bi' bakabilir misin?"

Göz ucuyla soruya bakıp üzgün bir şekilde Seray'a döndüm. "Biliyor musun tarihim çok kötüdür," dedim yapmacık bir üzüntüyle. "Ama Emre'nin sözel dersleri çok iyi, ona sorabilirsin."

"Senin mi tarihin kötü?" diye sordu Seray, hayretle. Kafamı sallayıp onaylarken ismini duyan Emre bakışlarını bize çevirmişti. Bana ona pası atmıştım değerlendirip değerlendirmemek onun elindeydi artık.

"Getir bakayım," dediğinde sırıtmamak için kendimi zor tutmuştum. "Benim tarihim iyi."

Seray'ın elinden deneme kitapçığını aldığında kendi önlerine dönüp soruyla haşır neşir olmaya başlamışlardı.

"Sen çok fena birisi olmaya başladın," Soner'in kısık sesini duyduğumda omuzlarımı silktim.

"Tarihten anlamamak benim suçum mu? Allah Allah."

Dedi yüz alan kız.

Onaylamazcasına kafasını iki yana salladığında gülerek  arkama yaslandım ve soruyu tartışan Emreyle Seray'ı izleyerek hocayı beklemeye koyuldum.

***

Bölüm günü koymaya karar verdim, aslında haftada iki gün diye düşünmüştüm başta ama günlerim yoğun geçtiği için haftada sadece bir güne düşürmek zorunda kaldım. Bundan sonra çarşamba günleri bölüm gelecek.

Continue Reading

You'll Also Like

1.1K 149 5
New York başkanının güzel kızı Abby Adams, Fransa'da bir üniversitenin tanıtım reklamını çekmek için New York'dan Paris'e gider ve babasının isteğiyl...
75.1K 4.8K 29
İşlediği bir cinayetinde yakalanan Alen Barça'nın hapishaneye girmesi beklenirken akıl sağlığı yerinde olmadığı ortaya çıkar. Bunun üzerine hapishane...
222K 13.5K 26
İzlerimiz, bunlar bizim kaderimiz ve bizi bırakmayan tek şey kaderlerimizdir. Biz izimizden ibaret değiliz ama izimiz bizden ibaret. Kendimizi buna a...
590 156 5
Bir cesedle başlayan bu hikayenin kıvılcımları büyük bir ateşi oluşturacaktı ve yakıcaktı. Yakıcaktım,durmucaktım ve bu hikayede yanan biz olucaktık...