REVOLVER

Від S-Mare

535K 56.7K 116K

Finalden sonra kaldırılacak... Більше

Tanıtım
Revolver Karakter Tanıtım
1.1✴ Ruhlar Onun Lanetiydi
1.2✴Ölüm Bazen Kurtuluştur
1.3✴O Herkesten Çok Benim Gibi
1.4✴Çığlıkların Korkunç Senfonisi
1.5✴Ölümü Arzuluyor Gibi
1.6✴Şarjörde Bir Elmas Kurşun
1.7✴ Bambaşka Bir Dünya
1.8✴Koruyucu Melek
1.9✴Saklı Bir İsim
1.10✴ Asıl Yerine Ulaşana Kadar
1.11✴Sadece Bana Bak!
1.12✴Yıldızlar Sahte, Gökyüzü Sahte
1.13✴Denizci ve Siren
1.14✴Yaşam ve Ölüm Arasında
1.15✴600 Saniye
1.16✴Sırları Bilen Kişi
1.17✴Yere Düşene Kadar
1.18✴Aydınlık ve Karanlık
1.19✴Kükre
1.20✴Yardım Lazım Mı?
1.21✴Kolay Kazanılan, Kolay Kaybedilir
1.22✴ Yanmak Mı, Yakmak Mı?
1.23✴Kalbinin Gölgesinde Soluklanabilir Miyim?
1.24✴ Kraliçemin Her Sözü Emirdir
1.25✴Avcı Olduğuna İnanan Aptal Avlar
1.26✴En Büyük Sırrını Anlat!
1.27✴ Biz Birbirimizin Zayıflığıyız
1.28✴İntikam İçin Uyandım!
1.29✴Ruhumun Derinleri Karanlık Benim
1.30✴Gerçekler Artık Gözlerinin Önünde
1.31✴En Güzel Zayıflık
1.32✴En Büyük Sırrım (1. Kitap Final)
2.1✴ Güzel Hissettiren Bir Yanlış (2.Kitap)
2.2✴Zihindeki Soğuk Karmaşa
2.3✴Koca Bir Yanlışın İçinde
2.4✴Ne Pahasına Olursa Olsun
2.5✴Sırların İçindeki Sırlar
2.6✴Canını Yakmaktan Çekinecek Biri Değilim
2.7✴Bedelini Sana Ödeteceğim!
2.8✴Tek Kurşunla...
2.10✴ Ruhumun Diğer Yarısı
2.11✴ Aracılar Dokunulmazdır!
2.12✴Şimdi Korkak Olan Kim?
2.13✴Ölüler ve Alevler
2.14✴ Kendi Mezarında...
2.15✴Karanlığına Direneceksin
2.16✴Elveda ve Merhaba
2.17✴ Beni Tanımadın Mı?
2.18✴ Ruhumun Eşi
2.19✴ Teslim Ol Ya Da Öl

2.9✴Gerçeklerin Zehirli İğnesi...

4.4K 414 869
Від S-Mare

Merhabalar canlarım, ruha saplanan kurşunlarım...

Havalı bir giriş yaptığımı düşünüyorum 😎

Size uzun ve gerilim, tatlılık, biraz daha gerilim, sonra bayağı şoklu bir bölüm getirdim. Yorumsuz okuyana gölgeleri yolluyorum ve her yerde yorum görmek istiyoreeem 🙃

Bir hafta sonra yeni bölümde buluşuruz diye umuyorum. Tabii sizin oylar ve yorumlarla beni teşvik etmeniz önemli ama zaten bölüm öyle bir yerde bitecek ki o teşviki alacağıma inanıyorum 😈

Keyifli okumalar...

Instagram: e.s.mare
Twitter: e_smare

🔸
🔸
🔸

Multimedya: Aviva - Princesses Don't Cry


Aşk denen şey buydu işte!
Gerçek ya da sahte...
Aşk bir tür ölüm şekli.

Yoğun bir is kokusu vardı. Öyle ki Eve'in burnundan ciğerlerine doğru süzülen her hava canını yakıyordu. Aslında bunun hava olduğundan bile emin değildi. Göz kapaklarının üzerinde tonlarca ağırlıkla zorlu bir mücadeleye girdi. Onları her açmak istediğinde baskı artıyor ve onu yine karanlığa hapsediyordu. Ama zihni açıktı. Artık açıktı.

Gölgeleri duyuyordu.

Eve onların o tırmalayıcı sesini adeta teninde hissediyordu sanki. Hislerini gizlemeyi hep çok iyi başarmıştı. Bir kişi haricinde... Ve de bir konu... O kahrolası konuyu da aynı kişi biliyordu ve bunu ona karşı kullanmaktan çekinmemişti. Bir keresinde ona şöyle demişti...

Senin sırrını sana karşı kullandım. Özür dileyeceğin tek kişi kendinsin o yüzden. Yanlış kişiye güvendin.

Onun sırlarını ona karşı kullanmıştı. Bunun için sadece kendisini suçlaması gerektiğini ise ona çok daha öncesinde söylemişti. Belki de onu bir şekilde uyarmıştı. Sana söylemiştim aptal. Aklından geçenler belki de tam olarak bunlar olmuştu.

Yine de, nerede ve ne şekilde olduğunu unuttuğu o anda, aklına kardeşi geldi. Axel'ın onları kurtarmak için girdiği çaba acı çektirmek ister gibi gözlerinin önünden geçti. Axel daha on iki yaşında falan olmalıydı ama o lanet olası Tarikat üyelerini adeta kendi kanında boğmuştu ama geç kalmıştı. Çok geç...

Kardeşinin onun kollarında ölüşünü izlemişti Eve. Sadece birkaç Tarikat ucubesi biraz eğlence arıyor diye ölen kardeşini izlemişti. Tenindeki buz yanıklarının acısıyla son nefeslerini dinlemişti. Ona uzanamamıştı bile. Ölürken elini tutamamıştı. Ona dokunamamıştı. Sadece yalvarmıştı.

Kurtar onu! Yalvarırım kurtar!

Kurtaramamıştı. Kardeşi Axel Ryder'ın kollarında ölen ilk kişiydi.

O zamanlar bir deli olduğunu sanıyordu ama sonrasında bunu düşünecek çok zamanı olmuştu. Belki de sadece bir kişi için, iğrenç bir bozuk kan değil bir asil kan olmak istemişti. Kardeşi için... O zaman kardeşinin sonu olan Tarikat üyeleriyle savaşabilirdi, kardeşini kurtarabilirdi.

Şimdi ise başka bir kişi için bunu istiyordu. Arven için...

Kardeşini kurtaramamıştı ama onu kurtaracaktı. Onu yaşamasına sebep olan o adamdan kurtaracaktı. Bunu bir bozuk kan olarak yapacaktı, lanet olası bir Asil değil.

Axel'a nasıl kanmıştı ki zaten? Kardeşinin intikamını alacağını söylediğinde mi ona güvenmişti? Yoksa Tarikat ve Teşkilat'ı yok edeceğini anlattığında mı? Ya da sırf kardeşi, Elenor, keman çalıyor diye Axel ona keman çalmayı öğrettiğinde mi?

Belki de bunların hiçbiri değildi. Belki de ayaklarının önüne o mide bulandırıcı adamı serdiğinde güvenmişti. Öldür ya da ben öldüreyim, dediğinde güvenmişti. Senin için bunu yapmamı istiyorsan yaparım, dediğinde güvenmişti. Yeter ki kahrolası hayatını daha fazla tehlikeye atma, dediğinde güvenmişti.

Bilmiyordu. Aslında ona hiçbir zaman tam olarak güvendiğinden bile emin değildi. Bu belki de içini o ana kadar rahatlatan tek şeydi. Kimse kan bağı olmaksızın birine Axel'ın ona yaptığı fedakarlıkları yapmazdı, kimse o kadar iyi değildi. Olamazdı. Hepsi... Hepsi iğrenç birer varlıktı. Hatta Bars bile... Hepsi!

"Güvendesin," diyen yumuşak ses irkilmesine neden oldu.

Bu sesi tanıyordu. Göz kapakları sonunda zorlukla havalandı. Siyah bir duman gibi gökyüzünü saran havaya gözlerini açtı. Hayır, burada gökyüzü yoktu. Burası Diyardı. Gölgeler Diyarı...

Kuzgunlar havada bir girdap gibi dönüyordu. Ruhların büyük bir kısmı ise siyah dumanlı bir pelerin gibi havada süzülüyordu. Öylesine ürperdi ki buzlu soğuk zeminde ellerini yere dayayıp kendini geriye itti. Omuzlarına soğuk eller dokunduğunda yine irkildi ama buz yanıkları gelmedi. Gözleri hızla hastalıklı yeşil gözlerle buluştu. Rahatlamış bir nefes verdi. "Alessi!"

Alessi onu beyaz dantellerden oluşan eldivenlerinin sardığı elleriyle ayağa kaldırdı. Eve olduğu yerde sallandı ama ayaklarının üstünde durmayı başardı. Alessi ona gülümsüyordu. "Başardın," dedi biraz hüzün ama çokça da umutla.

Kendini sonunda buldu, zihni berraklaştı. Yüzüne aptalca bir gülümseme belirdi. "O aptal..." dedi aklına gelen son anılarla. "Düşünmedi bile. Ne yapmaya çalıştığımın farkına bile varmadı. Başı şu an büyük belada olmalı."

"Kaçmak zorunda kaldı," dedi Alessi, gülümsemesi silinmişti. "Ama hala Arven güvende sayılmaz. Axel Ryder yanındayken olmaz."

"Muhtemelen Teşkilattan biriyle buluşmaya gitti," dedi Eve yüzünü tiksintiyle buruşturarak. "Franklin... Ah, hayır. İğrenç babası onu arayıp duruyordu. Kim bilir, belki de onun yanındadır. Umarım hiç geri dönemez."

Göğsü bilindik bir acıyla sıkıştı. Dilinin söylediklerine kalbinin uyum sağlaması zaman alacaktı. Axel onu güven duygusuna yaklaştıran tek kişi olmuştu ve o güven de bozulmuştu ama yine de, her ne sebeple olduğunu bilemese de onun için yaptığı şeyleri unutması kolay değildi.

Alessi anlayışla omzunu sıktı. "Geri gelecek," dedi hüzünlü sesiyle. "Ve en sonunda amacını gerçekleştirecek."

"Buna asla izin vermem!"

"Biliyorum," dedi Alessi onun gerilen yüzünü izlerken. Kuzgunlar tiz bir ses çıkardı ve onun sözlerini tekrarladı. Eve hala onlardan ürküyordu, daha çok da yanında hiçbir ekip üyesi olmadan Diyar'da yalnız kalmasından, ama Alessi varlığı ona biraz da olsa güç veriyordu. Son görüşmeleri burada, Diyar'da olmuştu ve ne o zaman, ne de şimdi tek bir gölge bile ona yaklaşmamıştı. Arya'yı kışkırtma planı da o zaman şekillenmişti. Onu annesinin gölgesiyle falan görmemişti aslında, bunu ona Alessi söylemişti. İnanmak istememişti ama Arya'ya söylediği an yüzünde oluşan ifade bunu kanıtlamıştı.

O ruh hastasını annesinden vurmak canını sadece bir an yakmıştı. Sonra her hücresi hak ettiğini bas bas bağırmıştı. Annesinin ruhunu kendine köle yapan biri, kardeşinin canını neden umursasındı ki? Onu da kendine köle yapmak için mi? Belki de Ryder'ın yatağını ısıtmasın bedeli olarak...

Yüzü tiksintiyle buruştu. Midesi burkuldu.

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordu hızla. Vakit kaybetmek istemiyordu.

"Biliyorsun, ben ikisine de yaklaşamıyorum."

"Evet," dedi Eve. Ona anlattıklarını hatırladı. "Üstün Asilleri birbirinden ayıracak herhangi bir şey yapamıyorsunuz. Koruyucu Ruhlar tarafından cezalandırılırsınız." Tiksintisi daha da arttı. "Kutsal bağı kimse lekeleyemez!"

"Yine de sana yardım etmem bu ihtimalin hala varlığını korumasına neden oluyor," dedi Alessi. "Sadece birebir bir müdahaleden daha düşük bir durum bu. O yüzden seni buldum. Sen ve ben Eve, doğru olanı yapacağız. Bu yüzden cezalandırılacaksam da buna razıyım. Sen en azından bana zaman kazandırır ve Arven'in kurtuluşunu sağlarsın."

Eve başını salladı. Onun da cezalandırılmasını istemiyordu ama elinden gelen başka bir şey de yoktu. Cezasının ne olacağı ise onu korkutuyordu. Alessi'ye bunu sorduğunda cevap vermekten kaçınmıştı, bu da çok kötü sonuçları olabileceğini düşündürtmüştü ona. Her şeyi kendi başına yapmanın onu bilmediği bu cezadan kurtarmasını ummaktan başka çaresi yoktu. "Peki, ben ne yapacağım?"

"Geri döneceksin," dedi Alessi. "Uzun zamandır zaten seni arıyorlar."

"Uzun zaman?"

"İki gün."

Gözleri irileşti, nefesi kısa bir an kesilirken Diyar'ın ürkücü görüntüsüne baktı. "İki gündür burada mıyım? Nasıl..."

"Seni korudum," dedi Alessi şefkatli bir gülümsemeyle.

"Hayır, hayır," dedi Eve başını iki yana sallayarak. "Ben... Nasıl bilincimi yitirdim? Hatır..." Durdu ve eli göğsüne gitti. Gözleri daha da irileşti. Hatırlamıştı. "Bir gölge ruhumu parçalaya çalıştı."

Alessi mahcup bir şekilde başını aşağı eğdi. "Özür dilerim, benim hatam. Diğer tarafta bir an dikkatim dağıldı. Sadece saniyeler... Diyar'a geçtiğimde seni aldım ama yaralanman..." Solgun hayalet dudaklarını birbirine bastırıp bıraktı. "Yine de benim hatam."

Eve tereddütle elini uzattı ve onun buz gibi elini tuttu. Bu kısa sürse de, elini hemen çekse de Alessi'nin kendisine bakmasını sağlamaya yetmişti. "Sorun değil," dedi gülümsemeye çalışarak. "Demek ki ilk asillerin bile dikkati dağılabiliyormuş, bunu öğrenmiş olduk."

Alessi güldü. Bir gölgeydi ama sesi yine de yumuşak çıkmıştı. Gülüşü uzun sürmedi, yüzü yine düştü. "Henüz bir şey yaptık sayılmaz. Arven'i Axel'dan uzaklaştırmalısın."

"Benimle gelmez," dedi Eve, onun da yüzü asılmıştı. "Hele de son olanlardan sonra. Zaten nereye gidebiliriz ki? Motelden ayrıldıktan sonra tek derdimiz Ryder bile olmaz."

"Sana söylemiştim aslında," dedi Alessi. Bakışlarını kaçırdı. Bir an olduğundan çok daha üzgün göründü. "Aleron... Onun benim ruhumu aldığı yer. Orayı kimse bilmez, gölgeler bile oraya giremez. Bir tür lanetlenmiş bir mekan olarak kaldı."

Eve onun için yine üzülmekten kendini alamadı. Sahte de olsa aşkla birini sevmişti. O ise onun ruhunu kendi ruhuna katıp Alessi'yi öldürmüştü.

Aşk denen şey buydu işte! Gerçek ya da sahte... Aşk bir tür ölüm şekli. Bars bunu bana yapamayacak.

"Sana orayı tarif edeceğim," dedi Alessi üzgün halinden sıyrılmaya çalışarak. Hastalıklı da olsa güzel yeşil gözleri onu buldu yine. "Orada güvende olursunuz."

"Yine de bu Arven'in benimle gelmeyeceğini değiştirmiyor. Şu an gidip ona ruh eşini anlatsam bile buna inanmaz artık. Zaten anlatamam da. Bana inansa dahi, benimle geleceğini sanmam. Bunun sonucunda bağın kopması yüksek bir ihtimal, bana bunu sen de söyledin. Ryder geri geldiğinde Arven'i kendi ellerimle ölüme yollarım."

"O halde bunu zor yoldan yapmamız gerekiyor," dedi Alessi.

Eve'in gözleri kısıldı. "Zor yol?"

Alessi elini yine Eve'in koluna koydu. Soğuk teni Eve'i her zamanki gibi hazırlıksız yakaladı. İrkildi. Alessi hoşnutsuz bir ifadeye bürünse de kendini gülümsemeye zorlarmış gibi göründü. "Bu son çaremiz Eve. Onu Etkisiz hale getirilmelisin, onu ancak bu şekilde götürebilirsin."

Eve bir an doğru duyup duymadığını sorguladı ama doğru duymuştu. "Etkisiz hale getirmek?" Başını iki yana salladı. "Hayır, bunu yapamam!"

"Eve..."

"Hayır," dedi Eve yine. "Üstelik bu işleri daha da kötüleştirir. Onu bayıltsam bile öylece bir araca taşıyamam. Bunu yapabildiğimi varsaysak bile... Tanrı Aşkına! Ayıldığında ne olacak? O bir Asil Kan. Saniyeler içinde Diyar'a geçip ortadan kaybolabilir. Burayı tekrar bulabilir, bulamazsa daha da kötü sonuçlarla karşılaşabilir."

"Ona gerçekleri anlatabilirsin. Axel'dan uzaklaştığında artık ortada ruh eşi tehlikesi kalmayacaktır. Belki sana ilk başta yine inanmayacaktır ama mantıklı biri olduğunu sen söyledin. Eninde sonunda o da gerçekleri görecektir."

"Ayıldığında beni dinleyeceğini mi düşünüyorsun gerçekten? Aklı olan bir insan onu kaçıran birini dinlemek yerine onun sesini keser. Sonra da kaçıp gider. Tabii beni öldürdükten son..."

"Seni öldürmez," diye Alessi de onun sözünü kesti. "Ama haklısın, elinde böylesine bir güç varken dinlemez de. O yüzden önce gücü kontrol altına alınıp kaçışı engellenmeli. Onu söylediğim yere götürdüğünde ise hem güvende olur hem de seni dinlemekten başka çaresi kalmaz."

"Nasıl?" dedi Eve yüzünü buruşturarak. "Gücünü nasıl kontrol altına alabilirim ki?"

Alessi sıkıntılı bir nefes verdi ve kısa bir an öylece etrafa baktı. Hastalıklı yeşil gözleri ona döndüğünde Eve söylediği şeyle irkildi. "Kısıtlayıcı Eve."

"Bunu..." dedi Eve artık titrek bir sesle. "Bunu yapmak istemiyorum."

"Biliyorum ama başka çaremiz de yok. Axel bir süre sonra geri dönecek. Belki de şu görev işi sadece bir bahanedir, bağı koparmanın başka yolları üzerinde çalışıyor bile olabilir. Biliyorsun ki onun yanına da çok fazla yaklaşamıyorum, bu da ne yapabildiğini izlememi güçleştiriyor. Elbette bunu yine öğrenebilirim ama uzun sürer. Bu da bizim sınırlı süremizi boşa harcamak olur. Arven'in artık hiç şansı kalmaz."

Yutkundu, titreyen soğuk eliyle Eve'in elini tuttu. Bir gölgenin dokunuşu bir insanda acı verici buz yanıkları oluştururdu ama Alessi öylesine bir gölge değildi. Dokunuşu ürpertici olsa da buz yanığı bırakmamıştı hiç teninde. Eve'in gözlerine hüzünle baktı. "Kaderin tekrar tekerrür etmesini istemiyorum Eve. Geç kalmak istemiyorum. Hem Arven için hem de tüm insanlar için. Axel, Aleron'dan çok daha tehlikeli çünkü. Kardeşin gibi kaç çocuğun ölebileceğini düşünebiliyor musun?"

Eve'in de elleri titredi. Bahse vardı ki gözbebekleri de şu an titriyordu. "Böyle bir şey olmayacak!" dedi kararlı bir sesle. Başını hızla iki yana salladı. "Asla. Ryder... O, çocuklara dokun-"

"Emin olabilir misin?" dedi Alessi. "Kardeşinin ölümünü düşün. Axel'ın seni kurtardığı o günü düşün. Neden oradaydı? Sizinle ölümcül bir oyun oynayan Tarikat üyeleri peki? Onların Tarikat üyeleri olduğuna ne kadar eminsin?"

Eve öylesine bir dehşete uğradı ki gözle görülür gir şekilde titredi. "Hayır," dedi. "Bir görevdeydi, ve onlar... Onlar Tarikat üyeleriydi."

"Eve..." Alessi yavaşça nefeslendi. Sanki yaşayan bir insan gibi göğsü yükselip alçaldı. "Kardeşinin başına gelenden sonra Teşkilat'a girdin sen. Üstelik en azimli asker oldun. Tıpkı Teşkilatın da istediği gibi... Bunları bana sen anlatmıştın."

"Lanet olsun!" dedi gözleri dolarken. "Hayır, yapmadı. Yapmış olamaz!"

Alessi daha fazla üstelemedi. Dudaklarını birbirine bastırıp bıraktı. "Nasıl istiyorsan öyle düşünmekte özgürsün. Belki de gerçekten sana anlattığı gibi oldu her şey. Bir görev üzerindeyken sizi görmüştü. Zaten o da bir yetişkin sayılmazdı ama şimdi öyle. Üstelik ne kadar tehlikeli olabileceğini sen de gördün. Karar senin Eve, Arven'in hayatı senin elinde."

Eve neredeyse hıçkırdı. Yapmıştı, değil mi? Axel Ryder... Ellerinde kardeşinin kanı vardı. Belki de onları bile izlemişti, acı çekişlerinden zevk almıştı. Aksini iddia bile edemiyordu artık.

Gözünden bir damla süzüldü, Diyar'ın soğuğunda neredeyse dondu. Eve başını dikleştirdi. "Tamam, yapacağım. Yuvada bir kısıtlayıcı yok."

"Bu kötü oldu işte," dedi Alessi.

"Son kısıtlayıcı Kyle denen o şerefsizde."

Alessi heyecanla dudaklarını araladı. "O kısıtlayıcı bize lazım biliyorsun."

"Anlamıyorsun," dedi Eve hızla. "Onun boynunda, onu kısıtlıyor çünkü kendisi şizofren bir Asil Kanmış."

Alessi inler gibi bir ses çıkardı. Elini Eve'in elinden çekip solgun yüzünü ovuşturdu. Bazen yaşayan bir insana benziyordu, şu an da o anlardan biriydi. "Başka bir kısıtlayıcı bulmak uzun sürebilir."

Eve de bunun farkındaydı. Kısıtlayıcılar sadece Teşkilat'ta ya da Tarikat'ta olurdu. Bir kısıtlayıcı almak için ikisinden birinin arasına gizlice sızması gerekiyordu ama o bir Asil Kan değildi. Öylece tehlikeli iki örgütten herhangi birine giremezdi. Teşkilat'ın şarjörlerine sızabilirdi belki ama bu da kolay ve hızlı olmazdı. Zaman alırdı.

Axel ise her an geri dönebilirdi. Onu tekrar görmek istemiyordu. Kardeşinin hayali kanını ellerinde görmekten korkuyordu artık. Onu öldürmeye çalışmaktan...

Alessi başını aniden kaldırdı ve gözleri irice açıldı. "Kyle'dan kısıtlayıcıyı al. Bunu yapabilirsin değil mi?"

"Ne?" dedi Eve şaşkınlıkla. "O psikopat hepimizi bir gece öldürsün diye mi?"

Alessi ellerini onun omuzlarına koydu ve gülümsedi. "Onu bizim yanımızda ilerlemeye mecbur bırakacak bir planım var. Sen sadece kısıtlayıcıyı çıkarabilir misin onu söyle!"

"Yapabilirim, Ryder'ın parmak izi sistemde var. Onunla açabilirim ama..."

"Sistem?" diye sordu Alessi anlamamış gibi. Aslında bayağı anlamamıştı. Yüzyıllar önce yaşamış ve ölmüş birine teknolojiyi açıklaması zordu.

"Halledebilirim yani," dedi sadece ama ardından küfretti. "Ama ona güvenemeyiz Alessi!"

"Merak etme ve bana güven," dedi Alessi. Gerçekten güven verici bir şekilde gülümsedi. "Bu işin sonunda Arven'i kurtaracağız, üstelik Kyle'dan da ebediyen kurtulabiliriz. Bunu istersin değil mi?"

Eve bir an ne diyeceğini bilemedi. Bars'ın kanlar içindeki görüntüsü aklına geldi. Shawn ve Jared'ın yaşadıklarını düşündü. Ve Arven'in... Kyle ölmeyi hak ediyordu ama ya Kai... Sürekli sinirini bozan o çocuk... Ve sürekli onları korumaya çalışan...

Aynı bedende iki kişi gibilerdi, Kyle ve Kai... Çoklu kişilik bozukluğu zaten tam olarak buydu. Peki, Kyle için Kai da feda edilebilir miydi?

Geçmişini düşündü, ve yine kardeşinin ölümünü... Kararını vermişti. "İsterim! Hadi yapalım şu işi!"

Multimedya: Sia - Big Girl Cry


Onun etkisine metrelerce uzaklıktan bile kapılabilirdi.
Büyülü Safir...

Arven bir elinde bir battaniye tutarken diğer elinde ise içinde ilaç ve yiyeceklerin olduğu bir çanta tutuyordu. Bunları motelden çıkarmak çok zor olacağı için Diyar'dan geçirmeye çalışmıştı ama ilaçlar da dahil olmak üzere yiyecekler ve battaniye Diyar'a geçer geçmez çürümüştü. O yüzden geri dönmek ve yenilerini almak zorunda kalmıştı. Üzerindeki gözlerden kurtulup öylece buruya yürüyerek gelemeyeceği için Cassie'den ufak bir yardım istemek zorunda kalmıştı çünkü Bars her ne kadar hala Eve'i arıyor olsa da geride onu göz hapsinde tutan Yuva sakinleri bırakmıştı.

Onu anlıyordu, onu belki de hiç kimsenin onu anlamadığı kadar iyi anlıyordu. Sevdiği birini kaybetmek... Ne kadar düşünmek istemese de Eve'in artık yaşadığını düşünmüyordu. Köleleştirdiği gölgeler bile onu bulamamışken Bars'ın artık pek şansı kalmamıştı. Aradan geçen bir gün onun yaşadığına dair umutlarını çürütmüştü.

Ve Arya... Yaptıklarının acı hissi hala içerisindeydi ama onu özlüyordu da. Eğer ona verdiği mesajı anlamışsa onu bulmaya gidecekti. Bir gün onu bulacaktı. Axel'ın o gün yanında olacağını umuyordu ama Eve'in durumu... Hala emin değildi. Axel, Eve'i öğrendiğinde belki de Arya'yı sadece öldürmek isteyecekti. O yüzden ona Arya'ya verdiği mesajdan bahsetmemişti. Gerçi Arya'nın da o mesajı alıp almadığından emin değildi. Belki de yine kayıplara karışmıştı.

Göğsü yine ağırlaştı. Bu Eve'e ya da Arya'ya karşı hissettiği acı ya da endişe değildi. Son birkaç gündür bu ağırlığı hissediyordu. Bu histen nefret ederek durdu ve gözlerini bir an kapattı. Göz kapaklarının şiddetle açılması aynı hızla oldu. Yine o insan siluetini görmüştü. Ruhunun sıkıştığını hissetmişti. Ve artık o siluetin bir erkeğe ait olduğuna emindi.

Gözlerini görmüştü. Gözleri kahverengiydi. Acı bir kahverengi...

Tüyleri diken diken oldu. Başını iki yana salladı. Neyi vardı böyle?

"Yorgunluktan," dedi kendi kendine. Garip şeyler görmesi, garip tek şey görmesi, yorgunluktan olmalıydı. Doğru düzgün uyumuyordu bile. Uykuya daldığı o kısa anlarda ya Arya'yı ya da Eve'i görüyordu. Sıçrayarak uyanıyordu ve her seferinde yüzündeki istemsiz yaşları silmek zorunda kalıyordu.

Kolay ağlayan biri değildi ama belli ki kabuslarında kolay ağlıyordu.

Başını iki yana sallayarak kendini toparlamaya çalıştı. Yüzündeki tüm afallamayı sildiğini umarak gülümsedi, içindeki acıyı daha derinlere gömdü ve adımlarını hızlandırdı. Hiçbir şeyin içinde oluşan heyecanı silmemesi onu mutlu eden küçük bir ayrıntıydı. Yanyana duran virane binaların ortasındakine doğru yürüdü. Axel'ı dün bulduğu yerde buldu. Bu kez sadece saçlarının bir tutamı görünüyor ve ay ışığının altında parlıyordu. Birkaç adım yaklaşınca onu daha net gördü. Sırtı yine ona dönüktü ve yine uyuyor gibiydi. Muhtemelen ona yaklaştığında onu uyarmakta gecikmeyecekti ama bu onu durdurmayacaktı.

Ben kendimi öldürdüm Arven! Tek kurşunla...

Zihninde Axel'ın son sözleri dolaştı. Boğazı kurudu ama başını iki yana sallayarak sözlerini zihninden attı. Ona bunu elbette soracaktı ve anlattığında onu dinleyecekti ama şu an sadece onun iyi olmasına odaklanmıştı. Yemek yemeliydi ve yaraları sarılmalıydı.

İçeri girdi ve birkaç adım daha attı. Beklediği uyarı gelmedi. Ürperdi. Durup onu süzdü. Bileğindeki yaraya baktı, pranga ayak bileğini daha çok yaralamıştı. Boynundaki kısıtlayıcı ise tenini daha çok yakmış... Saçları toza bulanmıştı, kıyafetleri de öyle. Yine kurtulmak için çabalamıştı ama bu öncekinden daha fazla olmalıydı. Göğsündeki nefes alışıyla beliren hareketi bulmayı denedi ama hüsrana uğradı. Bu onu öylesine korkuttu ki...

Adımlarını kontrol etmeyi bıraktı ve yanına hızla varıp kağıt çantaları ve battaniyeyi yere attı. Elini kalbine korkarak uzattı ve ona yine delice bir korkuyla dokundu. Ya kısıtlayıcı onu öldürmüşse... Kısıtlayıcı bir bozuk kanı öldürebilir demişti Cassie. Axel bir asil kandı ama ya onu da öldürmüşse?

Kalbinin hafif ritmi eline vurduğunda içine derin bir nefes çekti. Öyle ki başı bile dönmüştü... "Tanrı'm," diye mırıldandı delice bir rahatlamayla. Axel'ın kalbinin aksine onun kalbi delice atıyordu ama elini onun kalbinden çekmedi. Hafif ritmini biraz daha hissetti. Yaşıyordu, sadece onu korkudan öldürecek kadar derin uyuyordu. Axel'ın normal hayatında derin uyumadığını biliyordu ama boynundaki kısıtlayıcı gücünü çekerken onu da yormuş olmalıydı.

Gözleri ellerinin arasında sıkıca tuttuğu siyah kumaş parçasını buldu. Bu onun ceketiydi. Onu en son Axel'ın üzerine bırakmıştı. Şimdi ise Axel yüzünü o kumaşa gömmüş ve onu sıkıca kavramıştı.

Korkusu azalırken yüzüne bir gülümseme yerleşti. Onun yanına uzandı ve kapalı göz kapaklarına baktı. Dudakları gülümsemekten uzakken bile bir nokta gibi görünen dudağının altındaki gamzesine... Solgun tenine derin derin baktı. Yanağındaki kan muhtemelen bileğindeki kelepçeyi çıkarmaya çalışırken olmuştu. Elini uzatıp o kuru ve kötü lekeyi gidermek istedi. Yüzüne dokundu ve o kurumuş kanı temizledi. Axel ancak o zaman gözlerini açmaya çalıştı. Simsiyah uzun kirpikleri titreşti ama ilk seferinde açılmadı. Onun bu hali Arven'i hem gülümsetti hem de içindeki acıyı artırdı.

Axel gözlerini sonunda açtı. Safir gözlerinin rengi solmuş gibiydi ama yine de çok güzeldi. Arven'in gözlerine baktı, kurumuş ve çatlamış dudakları aralandığında sesi çatladı. "Bana böyle yaklaşmamalısın."

"Ama uyurken tam bir prenses gibi görünüyordun. Zararsın güzel bir prenses."

Axel gülümser gibi oldu ama onu azarlamayı sürdürdü. "Ciddiyim Esin Perisi, sana neler yapabileceğimi bilemezsin."

"Hmm..." diye mırıldandı Arven oyunbaz bir sesle. "Heyecanlanmalı mıyım?"

"Arven!"

"Efendim," dedi Arven tatlı mı tatlı bir sesle.

"Yapma, hayır," diye mızmızlandı Axel.

Arven yüzünü ona biraz yaklaşırdı. "Neyi yapmayayım?"

"Ne..." dedi Axel, sesi bölündü. "Ne olduğunu biliyorsun."

"Bunu mu?" dedi Arven, yüzünü ona biraz daha yaklaştırdığında artık nefeslerinin arasında bir mesafe yoktu.

Axel'ın gözleri aşağı indi ve dudaklarına baktı. "Bu halimden faydalanıyorsun değil mi?"

"O kadar belli oluyor demek. Halbuki çok sinsice ilerliyordum."

"Peki, sıradaki planın ne Bayan Sinsi?"

Arven gülümsedi. "Yemek."

Axel kuru dudaklarını ıslattı. "Çok edepsizsin. Biraz beni örnek almalısın."

Arven'in gülümseyişi sırıtışa dönüştü. Dişlerinin büyük bir bölümü açığa çıktı. Aniden doğrulduğunda Axel kaşlarını çattı. Ona bakmak için hafifçe döndü ama ay ışığı gözlerine vurdu ve onların kamaşmasını sağladı. "Hayır," diye mızmızlandı yine. "Beni dinleyecek bu anı mı buldun gerçekten?"

"Yemek dedim Safir," dedi Arven, sırıtışı silinmemişti.

"Evet, bekliyorum."

"Bu şekilde olmaz, doğrulman lazım."

Axel onun bileğini güçsüzce kavradı ve yanına çekmeye çalıştı ama Arven direndi. Axel mızmızlanmaya devam etti. "Az önce bence pozisyonumuz bunun için çok uygundu."

"Safir!" diye çıkıştı Arven. Onu çekip doğrulmaya çalıştı ama Axel direndi. Kucağındaki cekete yine sıkıca sarılırken mızmız bir çocuk gibi söylendi.

"Öpmeyeceksen bırak, yeni ve konforlu odamda uyumaya devam edeceğim."

Arven yalandan ofladı. "Çocuklaşabileceğini bilmiyordum."

"Sadece öpülmek istediğimde."

"Bugüne kadar kaç kere çocuklaştın?"

"Bir kez."

Aklına Axel'ın duygusuz diye tabir ettiği ilişkiler gelince, "Yalancı!" dedi Arven burun kıvırarak. "Kalk hadi!"

"Öpücük?" dedi Axel.

"Edepli Safir rolüne ne oldu?"

"Üzerime oturmadığını fark ettim. Öpücük?"

Arven aklındaki düşünceleri bir kenara itti. En son yapacağı şey onu geçmişindeki herhangi bir şeyle yargılamaktı. Geçmiş geçmişte kalmıştı. Sonunda ona güldü ve eğilip dudaklarını onun kurumuş dudaklarına bastırdı. Axel kollarını onun beline doladı ve onu yere doğru çekti. Aslında o kadar güçsüzdü ki Arven isteseydi ondan kolaylıkla sıyrılırdı. İsteseydi...

İstemedi.

Axel onu bir kez daha öptü. "Hmm..." diye mırıldandı. "Yemek gerçekten çok lezzetli."

Tekrar öpecekti ki Arven omuzlarını kavradı ve onu doğrultarak ikisinin de oturmasını sağladı. Axel oturduğu yerde hafifçe sallandı. Arven ona dikkat ederek yanındaki karton çantayı çekip havaya kaldırdı. "Yemek."

"Ah!" dedi Axel göz devirerek. "Hatırladım, acıkmıştım. Yemek olarak tabii..." Arven çantadan büyük bir şişe su çıkardı önce. "Bir de susamıştım," dedi Axel yine mızmız sesiyle. "İçecek olarak tabii."

Yine de Arven'in uzattığı suyu hızla aldı ve şişede bir damla su kalmayana kadar başına dikti. Arven onun neredeyse üç gün boyunca aç ve susuz kaldığını düşününce içi acıyla yandı. "Üzgünüm," dedi, sesi azalmıştı. "daha önce getirebilseydim eğer..."

"Sorun değil," dedi Axel ve şişeyi yere bıraktı. "Ben alışkı..."

Aniden susunca Arven ona baktı, onun da gözleri onun gözlerine döndü. Ağzından öylesine döküldüğü belliydi ve gülümseyerek bunu kamufle etmeye çalışmıştı. Aslında ağzından öylesine bir şey kaçırabilecek biri değildi ama bulunduğu durum belli ki zihnini uyuşturmuştu. "Ee," dedi hemen. "Yemekte ne var? Tabii benim tercihimi az önce anladın ama."

Konuyu değiştirmeye çalıştığını anlamıştı ama o yemek yiyene kadar üstelememeye çalıştı. Yine de bu yapma neşeli halinin silinmesine neden oldu ve ne kadar uğraşırsa uğraşsın yüzüne bir gülümseme oluşturmayı başaramadı.

Ben kendimi öldürdüm Arven. Tek kurşunla...

Çantanın içinden iki sandviç çıkardı. Aklında dönen sözlerle başını kaldırdı. Axel da dikkatle ona bakıyordu. Gözlerinin tam içine... "Sor hadi!" dedi yavaşça.

Düşünceleri okumuyorum, demişti bir keresinde. Ama insanları iyi analiz ederim. Özellikle de gözlerine baktığımda...

Elbette anlamıştı, karanlık ruhunun aksine aydınlık ruhu gözlerdeki her ifadeyi çekip alırdı. Yine de sormadı ve elindeki sandviçi ona uzattı. "Önce yemek."

"Vakit kazanmaya çalışıyorsun," dedi Axel.

"Sadece önce yemek yemeni istiyorum. Bir de yaralarını temizlemem gerek. Sonra bana istediğin her şeyi anlatabilirsin. Seni dinleyeceğim."

Axel sandviçi almadı, uzun uzun Arven'in gözlerinin içine baktı. Sanki tıpkı kendisinin yaptığı gibi onun da gözlerinden bir şeyler anlamasını istiyordu. Arven bu konuda onun kadar iyi değildi ama onun gözlerinde ilk defa derin bir korku gördü. Nedenini bilmiyordu ama onda gördüğü bu duygu onu derinden sarstı. "Arven..." dedi Axel yavaşça. "Benden nefret etme. Bu benim dayanabileceğim bir şey değil."

"Etmiyorum," dedi Arven tereddüt etmeden. Karanlık ruhunun yaptığı şeylerden hala suçluluk duyuyordu belli ki. Onu rahatlatmak için alaycı sesini takındı. "Yani bazen. Mesela sözümü kesmediğin zamanlarda, ki bunu artık pek yapmıyorsun zaten. Ya da şu soru hakkı zırvalığı..." Elini kendine çekip sandviçi avucuna tutuşturdu ve yemesini işaret ederken devam etti. "O zamanlar çok canımı sıkıyordun. Bir de sürekli bana silah doğrultman vardı tabii."

Axel sonunda hafifçe gülümsedi, gamzesini belli edecek kadar bile değildi. "Sözünü kesmek kasıtlı yaptığım bir şey değildi." Sandviçten bir ısırık alıp hızlıca çiğnedi. Açlığı o an gözlerinden okundu. "Alışkanlık," dedi bir ısırık daha alırken.

"Bok gibi bir alışkanlıkmış," dedi Arven gülerek.

Axel hafifçe omuz silkti ve ağzındaki lokmayı yuttu. "Karşımdaki kişi konuşmaya başladığında beynim çoktan cümlenin sonunu getiriyor. Cümlenin sonunu beklemek bu yüzden çok can sıkıcı oluyor ama senin durumun sonrasında biraz farklılaştı."

"Ne gibi?"

Axel'ın sağ dudak kıvrımı hareketlendi. Yüzünde sinsi bir ifade oluşturdu. "Sözünü kestiğimde tüm dikkatinin dağıldığını fark ettim. Kafandaki her şey de dikkatin gibi dağılıp gidiyordu. Geriye sadece ben kalıyordum."

Arven gözlerini kıstı. "İlgiyi üstüne toplamaktan hoşlanıyorsun değil mi?"

"Sadece senin ilgini."

"Bu bir yalan."

Axel düşünür gibi yaptı, sonra kendini düzeltti. "En çok senin ilgini."

"Sınırlı soru hakkı da bunun için miydi?"

"Kısmen," dedi Axel. "Böylelikle hep cevap bulmak için beni arayacaktın."

"Hikayenin kötü adamı gibisin," diye homurdandı Arven.

Axel güldü. "Kötü adamlar hep daha zeki ve çekici olmazlar mı?" Arven dudaklarını araladığında Axel konuşmasına izin vermedi. "Sakın benim öyle olmadığımı söyleme çünkü bunun yalan olduğunu ikimiz de biliyoruz. Zeka ve çekicilik... Bunlar üzerimde parlayan bir zırh gibi. Ya da başımda bir taç..."

"Egoist," dedi Arven ama dayanamayarak güldü. Haksız değildi. "Ama bunu sadece peşinden koşayım diye yapmadığını ikimiz de biliyoruz."

Axel bir lokmayı daha çiğnedi ve ağır ağır yuttu. "O zamanlar sana açıklayamayacağım şeyler vardı."

"Çiçek meselesi gibi."

"Seni yakalamaya gelen bir örgütte olmam gibi," diye düzeltti Axel. Yüzü artık hoşnutsuzdu. "O günden sonra fırsat bulduğum her an seni izlemem gibi."

"Bir sapık gibi," dedi Arven yüzünü yapma bir ifadeyle buruşturarak.

Axel'ın gözleri öylesine odanın içinde döndü ve dudakları gerginleşti. "Ben olsam öyle demezdim. Daha on yaşındaydım, henüz nasıl sapık olunur konusunda pek bilgi sahibi değildim."

Arven tek kaşını kaldırdı. "Şimdi bilgi sahibisin yani?"

Axel sandviçinden bir ısırık daha aldı ve çiğnerken diğer elini kaldırıp işaret ve baş parmağını aralarında çok kısa bir mesafe bırakana kadar birbirine yaklaştırdı. Dolu ağzıyla gülümsedi ve "Birazcık," dedi.

Arven istemsizce güldü. "Şu an tatlı olmaya çalışıyorsun."

Axel'ın gülümsemesi büyüdü. "Sapıklığımın düzeyini gizleyebilmek için."

"Başarısız bir hamle."

"Tüh!"

Arven gülerek sordu. "Ee, başka açıklayamadığın nedenlerin de var mı?"

"Seninle ilgili her şeyi öğrenmem..." dedi Axel. Duraksadı. "Sana aşık olmam..."

Arven yutkunuşuna engel olamadı. Axel gözlerini sanki ondan zorlukla çekti ve şişenin dibindeki suyu da başına dikerek bitirdi. "Bana aşk mı yoksa takıntı mı diye sormuştun." Gözlerini yine ona çevirdi. "Arven eğer benim takıntım olsaydın bir gün seni açığa verirdim. Franklin'i bir şekilde ikna edip seni yaşatırdım. Seni her gün görür, seni şekillendirirdim ama acı çekerdin. Çok fazla acı..." Başını iki yana salladı. "Sen benim takıntım değilsin. Aksine, sen beni bir lanetten kurtaran gerçek aşksın."

"Biliyorum," dedi Arven sadece. Aklındaki en ufak şüphe çoktan yok olmuştu zaten. Yüzünü yine muzip bir ifadeyle kapladı. "Ama şu an bu romantikliğin seni öpmemi sağlamayacak. Az önce yaptığın tatlılıklar da. Yemeğini bitir."

"Tatlılıklarıma başarısız bir hamle demiştin," dedi Axel kaşlarını kaldırarak.

Arven dudağının içini dişledi. "Yemeğini bitir, Bay Laf Cambazı."

Axel gülerek göz devirdi. Elindeki sandviçin son lokmasını da ağzına attı ve hızla çiğnedi. Ardından kaşlarını kaldırdı. "Doymadım."

Arven diğer sandviçi de ona vermek için yanındaki çantaya uzandı ama Axel hızla belini kavrayıp onu kendine çekti. Dudaklarına hızlı bir öpücük kondurdu. Arven'in afallamış ifadesi üzerine genişçe sırıttı. "Yemek çok lezzetliydi. Dudakların maharetli."

"Ellerim diyecektin herhalde," dedi Arven hızla atan kalbinin sesini duyarak.

"Ellerin de tabii. Sandviç enfesti."

"Sevindim," dedi Arven gülümseyerek.

"Üç buçuk puan falan."

Kaşları çatıldı. "On üzerinden üç buçuk öyle mi?"

"Üç buçuk puan üzerinden üç buçuk," dedi Axel ve onu bir kez daha öptü.

"Bu ne saçma bir puanlama böyle," dedi Arven.

"Dudakların yüz üzerinden sonsuz ama."

Arven'in gülüşü genişledi. "Bir kızın gönlü nasıl kazanılır biliyorsun."

Axel, "Sadece bu kızın," dediği an onu bir kez daha öptü.

Arven halinden memnun olsa da merakla sordu. "Dün seni öpmemem için benden kaçıyordun. Bugün ne değişti?"

"Bugün kendi hakimiyetimi daha iyi sağlıyorum," dedi Axel. Gözleri ayak bileğindeki kelepçeye gitti.

Arven de bakışlarını yaralanmış ve kana bulanmış bileğine götürdü. Bu kez acı bir şekilde yutkundu. Ne kadar kaçınmaya çalışsa da gözlerini boynuna çevirdi. Dağlanmış teni yakından çok daha kötü görünüyordu. "Asil kana ulaşmaya çalıştın değil mi?"

Axel dudak büktü. "Sadece gücümü çekmesi için. Arınma süreci biraz daha hızlanmalıydı. Senden daha fazla uzak kalamam."

Bugün biraz daha kendine geldiğine emin oldu. Daha dün Asil Kana ulaşmaya çalışmadığını, hatta kurtulmak için ona zarar vereceğini söylerken onun ardından karanlık ruhu ile savaşmıştı. Onu neyin ateşlediğini bilmiyordu Arven. Ona tekrar zarar verme ihtimali mi, yoksa karanlık ruhunun başka sırlarını da açığa çıkarma korkusundan mı? Belki de her ikisi birdendi.

Kendini biraz geri çekti. Hala dokunacağı kadar yakındı ama etkisine kapılmasına engel olacak kadar da uzak. İkincisinin bir yalan olduğunu düşündüğü an anladı. Onun etkisine metrelerce uzaklıktan bile kapılabilirdi. Büyülü Safir...

Axel uzaklaşmasına memnun olmasa da nedenini anladı. "Sor Arven."

Arven yutkundu. Bakışlarını kaçırmamak için büyük bir çaba harcadı ve neyse ki başarılı oldu. "Yaralarını temizlemeliyim."

Yanındaki paket uzandığında Axel elini yakaladı ve avucunun arasına aldı. "Önce sorularını sor! Yaralarım bekleyebilir." Arven'in itirazını ise daha konuşmadan sonlandırdı. "Sor Peri Kızı!"

Arven derin bir nefes alıp bakışlarını ona çevirdi, içindeki yaranın vücudunda olan her yaradan daha yaralayıcı olduğunu gördü. Önce o yaraları sarmaya karar verdi. "Kendini vurduğunu söylemiştin."

Axel başını salladı. "Yedi yaşımdayken. Kalbime bir kurşun sıktım."

Arven gelecek şeye kendini hazır hissetmemişti, hazır hissedeceğini de hiç düşünmemişti ama bunu da beklemiyordu.

Yedi yaşından intihara meyilli olduğuma karar kıldılar.

Haftalar önce ona söylediği sözleri hatırlamasıyla, "Aman Tanrım," diye mırıldandı.

Axel duygusuzca gülümsedi. Hatırladığını anlamıştı. "Silah kullanmayı yeni yeni öğreniyordum."

"Kazara..."

"Hayır," diye sözünü kesti Axel. "Delice isteyerek. İşte beni insanların gözünde hasta yapan şey buydu." Kaşlarını kaldırdı. "Asıl hasta olanın kendileri olduğunu kabul etmeyen insanların..."

"Ne..." Boğazı kupkuru olunca yutkundu Arven. "Neden yaptın?"

Çok küçük dediğin yaşlara neler sığdırdığımı tahmin bile edemezsin.

Axel yine duygusuzca dudak büktü. Bakışlarını çevirip duvara odakladı. "İtaat etmiyordum. Âsiydim. Teşkilat'ın bütün işkencelerine rağmen dik başlıydım. Korkusuzluk mu, aptallık mı? Belki her ikisi de. Kaybedeceğim bir şey yoktu, korkacağım da." Bakışlarını tekrar Arven'e çevirdi. Safir gözleri Asil Kana ulaşmasa dahi buz gibiydi sanki. "Kaybedeceği bir şey kalmayan, hiçbir şeyden korkmayan birini yola getiremezsin Arven. İlkini sağlayamadılar çünkü kimseyle konuşmuyordum bile ama ikincisini..." Yutkundu. "İkincisini sağladılar."

Arven'in soluğu kesildi. "Annen..."

Axel başını sallayarak onu onayladı. "Franklin annemi iyi tanıyordu. Kaldığımız o izbe eve gelip giderken beni de tanıdı. Ne yapacağını biliyordu. Mezar gibi bir kutuya kapatıldım." Kısa bir an sustu ve Arven'in tepkisini izledi. Arven dehşete uğramış olsa da ifadesini zorlukla korudu, bunun için şiddetle direndi çünkü Axel içindekileri görürse devam etmeyecekti. Acı çekişini... Gözlerinde yine de bunu görmüş olmalıydı ama devam etmesini isteyerek direndiğini de görmüştü. O da devam etti.

"Ölü bir kadın," dedi. "Bir mezar... Benim için değerli tek kişinin sesi... Annemin. Orada kaç saat kaldım ya da belki de gün, bilmiyorum. Sessizlikle sınansaydım yaşadığım korkuyla yine de başa çıkardım ama annemin sesi... Korkunçtu. Çıkmak için çırpındım. Adeta parmaklarımı parçaladım. Annem sussun istedim, susmadı. Ben ağladım, onun sesi bana işkence etmeye devam etti." Kesik bir nefes aldı. "Axel... Axel... Axel... Benim güzel oğlum."

Arven gözlerinin dolmasını engelleyemedi. Axel'ın soğuk ellerini tuttu. Avuçlarının içine aldı. Zihnine o ellerin minicik hali doldu. Ve o mezardan çıkmak için o elleri parçalayışı... Kendi yaşadıkları korkunçtu ama Axel'ın yaşadıkları... Buna sadece korkunç diyemiyordu. Bunu tanımlayacak bir kelime yoktu sanki.

"İsmim artık bir işkenceydi," diye devam etti Axel. "Kimse bilmezdi, Franklin ve işkencesine ortak olan adamları haricinde. Çünkü bana işkence etmek için bu koz sadece Franklin'de olmalıydı. Ama..." İç geçirdi, acı doluydu. "Kyle ve Lilian'a söyledim. İsmimi... İsmimi söyledim. Bana karşı kullanmazlar sandım. Kyle kullanmadı da ama Lilian... Öldükten sonra benim kabusum oldu. Annemi hep gözlerimin önüne serdi."

"Onu gördüğünde," dedi Arven. Gözlerindeki yaşlar yüzüne süzülmek için fırsat kolluyordu artık. "O mezara mı döndün hep?"

Axel donuk bir şekilde omuz silkti. "Belki de hak ettiğim buydu. Bir mezar... Ben gerçek bir mezar istedim Arven. Hiçbir şey hissetmeyeceğim ve sonunda huzur bulacağım bir mezar ama ölsem bile huzur bulamazdım. Bir gölge olur belki biri beni Asil Kanla yok edene kadar acı çekerdim. Daha yedi yaşındayken bunu düşünemedim. Sadece ölüp kurtulmaz istedim. Eğer biraz daha sabretseydim... Biraz daha... Silahı daha iyi kullanabilinceye kadar... Kalbimi onarılmaz derecede parçalayacak hamleyi yapabilecek kadar... Kurşun beni öldürdü ama ruhumun geri gelip bedenimi canlandıracağı kadar hasar vermedi. Bedenimin sadece bir kalp atışına ihtiyacı vardı. Kalbim attı, bedenim onarıldı."

"Ama nasıl?" diye zorlukla sordu Arven.

"Gölgeler Arven," dedi Axel. "İlk kez o zaman beslendim. Aslında biri beni besledi. Tıpkı... Ölmek üzereyken seni beslediğim gibi."

Arya bunu sadece Üstün Asillerin yapabileceğini söylemişti ve Teşkilat'ta Axel'dan başka bildiği tek bir Üstün Asil vardı. "Lilian..."

"Lilian..." diye yavaşça tekrarladı Axel.

Arven o zamana kadar ona Lilian'ı sormamıştı. Aslında neredeyse öleceği günde yaşanan hiçbir şeyi sormamıştı. Nedeni sormak istememesi ya da unutması değildi. O gün Axel beslenmişti, o gün Axel onun ruhunu da beslemişti. İkisi de kendinde değildi. Sağlıklı bir zihinle ancak dün akşam konuşabilmişlerdi. O zaman bile konuşmak için öncelikleri farklıydı. Eve, Arya, Axel'ın kendini öldürmesi...

"Onu sevdin mi?" diye sordu, bunu soruş amacı onu yargılamak değildi. Suçlamak ya da herhangi başka bir neden de değildi. Sadece ikisi arasındaki ilişkiyi anlamak istiyordu. Lilian'ın Axel'ı sevdiğini biliyordu, gölgesi bile ona takıntılıydı adeta ama ya Axel... Axel'ın onu sevip sevmediğini merak ediyordu. Bir zamanlar yanında olan o küçük kızı...

Axel düşünceli düşünceli ona baktı. Belki o anlarda Lilian'ı düşündü. Yaşarken ya da... Onu öldürürken. Sonunda, "Gerçek bir sevgiyle mi?" diye sordu ama bunu daha çok kendi kendine sorar gibiydi. Başını iki yana salladı. "Hayır. Ona karşı hissettiğim gerçek bir sevgi değildi. Ben..." Derin bir nefes aldı ve başını hafifçe geriye atıp hırpalanmış ve yer yer yıkılmış tavana baktı. Belki oradan görünen yıldızlara da. "Ben sadece ondan kurtulmak istedim. Ondan ve bana getirdiği her şeyden."

Yaşamdan diye düşündü Arven, tek kelime büyük bir darbe almış gibi canını yaktı.

Bakışları yere inmişti ama Axel'ın başını eğip ona baktığını hissetti. Söylediği şey canını bir kez daha yaktı. "Onu bu yüzden mi öldürdüğümü düşünüyorsun?"

Gözlerini hızla onun gözlerine çıkardı. Bu aklından bile geçmemişti ama Axel ifadelerini yanlış yorumlamıştı. Özellikle de yakalayamadığı bakışlarını. "Onu Kyle'ı kurtarmak için öldürdün, öldürmek zorunda kaldın."

Axel'ın gözlerinden geçen rahatlamış ifade onu da rahatlattı. "Lilian..." dedi yine Axel. "Kyle'ı kaçmaya ikna etti. Kyle bana söylediğinde bunu yapmamasını ona defalarca söyledim. Lilian'a güvenmemesini de ama beni dinlemedi. Aksine bu onu daha da kışkırttı. Kaçtılar ama bulunmaları uzun sürmedi. Bir lunaparkta... Onları bir lunaparkta bulduk. Franklin Kyle'ın eline bir silah tutuşturdu ve Lilian'ı..." Yutkundu. "Vurmasını söyledi. Aksi halde Franklin onu vuracaktı. Kyle'ın sözleri hala kulaklarımda... Yapamam! Onu öldüremem."

Arven dişlerini kırarcasına sıktı. Franklin denen adam... Onu tanımlayacak tek ifade şeytan olabilirdi. Oğlunu bir mezara kapatıp ona işkence eden, on yaşında bir çocuğa başka bir çocuğu öldürtmeye çalışan ve kim bilir daha bilmediği neler yapan bir adam... Axel haklıydı. Asıl hasta olan biri varsa bu Franklin'di. Bu belki de tüm teşkilattı.

"Kyle bunu yapmayacaktı," diye devam etti Axel. "Yapamazdı ve yapmadığında Franklin'in ikisini de öldüreceğini biliyordum."

Susunca, "Ve sen de," dedi Arven. "Kyle'ın nefreti pahasına Lilian'ı kendin öldürdün. Kyle bunu anlamıyor, yaptığı her şey bu yüzden. Belki de o da Lilian gibi..."

"Hayır," dedi Axel sözünü bölerek. "Kyle böyle biri değildi Arven. Acıdan ya da ölümden zevk alan biri değildi ama ona da çok şey yaşattılar. Çoğunda da benim imzam var."

"Mecbur bırakılmıştın," diye itiraz etti Arven. Kendini suçlamasına dayanamıyordu.

"Bu beni rahatlatmalı mı? Çünkü rahatlatmıyor. Keşke Franklin'in ikisini de öldürmesine izin verseydim. En azından herkes daha az acı çekerdi."

"Daha az acı çekeceğini mi düşünüyorsun?"

Axel tek omzunu hafifçe kaldırıp indirdi. "Ben değil, diğerleri. Ben acıya alışkınım."

Arven ellerini ona doğru uzattı, Axel bir an geri çekilecek gibi olsa da yapmadı ve Arven ellerini onun yüzünün iki yanına koydu. "Sen diğerlerinden daha az değerli değilsin."

Axel yüzünü hafifçe çevirip onun avuç içine bir öpücük bıraktı. "Yaptığım bencillikti Esin Perim."

"Bencillik?" diye sorguladı Arven, kaşlarını çatarak.

"Kyle'a yaptığım bencillikti. Ölüm onun için bir kurtuluş olacaktı ama ben onun ölmesini istemiyordum. Onu seviyordum. Bu yüzden acı çekmesi pahasına yaşamasını istedim. Ben acı çekmemek için onu büyük bir acı silsilesinin içine ittim. İşte bunun adı bencillik." Gözlerini kaçırırken nefeslendi. "Şu an da onu yapacağım. Bencilliğim için senden bir söz alacağım."

Arven içine dolan endişe ile, "Ne sözü?" diye sordu.

"Bir gün yine beslenirsem ya da karanlık ruhum beni yine esir alırsa..." dedi Axel. Ölüm gibi birkaç saniye geçti ve Axel bakışlarını yine ona çevirdi. Gözlerinde hiç olmadığı kadar keskin bir kararlılık vardı. "Beni öldür!"

Arven irkildi, ellerini hızla çekti ama Axel ondan uzaklaşmasına izin vermedi. Ellerini tekrar yakaladı. "Bana söz ver!"

Arven başını hızla iki yana salladı. Göğsü sıkıştı, nefes alamadı adeta. "Hayır."

"Lütfen Arven," dedi Axel. Sesi yalvarır gibi çıkmıştı. "Sana bir daha zarar vermektense ölmeyi yeğlerim. Bana söz ver!"

"Bir daha böyle bir şey olmayacak," diye çıkıştı Arven. "Beslenmeyeceksin ya da karanlık ruhun... Hayır, o seni ele geçirmeyecek."

Axel buna inanmadığını bakışlarıyla belli etti ama itiraz da etmedi. "O halde söz vermemen için bir neden yok!"

"Tam tersi olsaydı," diye diretti Arven. "Sen beni öldürebilir miydin?"

Axel bocaladı. Onun gibi laf cambazı birinin bile bocalaması çoğu şeye cevaptı. Yine de sonunda onu vuracağı yeri buldu. "Söyledim sana, ben bencilim. Yapamam ama sen benim gibi değilsin."

"Doğru," dedi Arven. Birçok şey olabilirdi ama bencil değildi. "Ama iyi bir yalancıyım. Ve sen de yapacağım dediğimde bana inanacak kadar aptal değilsindir değil mi?"

Axel yine sustu. Çenesini havaya kaldırarak uzun ve sıkıntılı bir nefes verdi. "Bazen bu kadar zekice konuşman çok sinirimi bozuyor."

Arven konunun dağılmasıyla rahatladı. Her ne sebeple olursa olsun Axel'ın söylediği şeyin düşüncesi bile berbattı. Yüzüne sonunda bir gülümseme oturtmayı başardı. "Ödeştik say."

Axel iç geçirdi ve onun bileklerini nazikçe kavradı. Başparmakları nazikçe sargıların üzerinde daireler çizerken neredeyse dokunmuyor gibi hafifti. Halbuki karanlık ruhu bileklerini kavrarken acıması en son düşüneceği şeydi. Axel sonunda yine safir gözlerini onun gözlerine çevirdi. "Ne zamandır uyumuyorsun?"

Arven gözlerini her kapattığında göz kapaklarının altında beliren silueti hatırladı. Onun koyu kahve gözlerini... Hissettiği rahatsızlığı, aynı zamanda delice rahatlamayı... İçinde sıcak ve soğuk iki girdap vardı. İkisi de aynı anda dönüyor, bir an dondururken bir an yakıyordu. "Çok olmadı," diye yalan söyledi.

"Yani ne zamandır?" dedi Axel üsteleyerek.

"Seni... Seni buraya hapsettiğimden beri," diye itiraf etti. "Sonrasında çok şey oldu. Yani Arya..." Neredeyse Eve diyecekti ki kendini tuttu. "Her neyse... Uykusuz değilim zaten."

Axel ellerini onun bileklerinden çekti ve gözaltlarına hafifçe dokundu. "Gözlerin öyle söylemiyor peri kızı."

Arven hafifçe güldü ama artık gülüşü de soğuktu. "Beni hep öperek uyandıracağına dair kandıran biri vardı. Birkaç kez gözlerimi yalnızlığa açınca uyumak da artık çekici gelmiyor." Zorlama alaycı ifadesini devam ettiremedi. "Daha ne kadar seni burada tutmak zorundayım Safir?"

"Emin değilim," dedi Axel, üzerine oturmayan bir kararsızlıkla.

"Sana ihtiyacım var."

"Biliyorum," dedi Axel, sesindeki çaresizlik alınmayacak gibi değildi. Elleri yanaklarına doğru okşarcasına indi. Dudakları önce Arven'in dudağının altındaki kalbi buldu. Sonra ise dudaklarını...

Onu nazikçe öpüşü Arven'in gözlerini kapatmasına neden oldu. Ve yine aynı şey oldu... Göz kapaklarının altında tüm hatlarını ezberlediği o siluet belirdi. Sonra ise gözleri... Görüntü her kiminse bu kez zihninde sesi yankılandı.

Olman gereken yerden uzaktasın.

Sesi ne yumuşak ne de sertti ama Arven irkilerek gözlerini açtı. Axel'ın yüzündeki ellerinden kurtulup şiddetle geri çekildi. Gözlerini bir kez daha kapattı. Oradaydı.

Bana gel!

Gözlerini tekrar açtı. Birden nefes nefese kalmış gibiydi. "Bu da ne?" dedi zorlukla.

"Arven..." dedi Axel sertçe. "Bana bak!" Arven gözlerini ona çevirdi. Axel'ın ifadesi değişmişti. İfadesini ilk başta çözemedi çünkü bu onda görmediği bir şeydi. Bu korkuydu. "Ne oldu?"

"Biri..." dedi Arven zorlukla. "Birini görüyorum. Son birkaç gündür... Gözlerimi her kapattığımda birini görüyorum. Sence... Kafayı mı yiyorum?"

Axel'ın tüm rengi çekildi adeta. Yutkundu, bunu o kadar sert bir şekilde yapmıştı ki... "Çöz beni!" dedi aniden. Eli ayak bileğindeki prangaya gitti. "Çıkar şunu!"

Ani değişimi Arven'i ürpertti. Karanlık ruhu yine geri gelmişti işte. Hızla ayağa kalkıp gerilemeye başladı. "Hayır!" dedi Axel şiddetle. "Uzaklaşma! Bu benim!"

O da hızla ayağa kalktığında olduğu yerde sallandı. Arven ise daha da geriledi. Axel'ın ona doğru gelmesi ile, "Dur!" dedi.

"Ona gidemezsin!"

"Ne?" dedi Arven.

"Arven! Kahretsin! Başaramadım!" dedi Axel, onu duymuyor gibiydi.

"Ne?" dedi Arven. Korkusundan hareketlerinden daha çok korkmuştu. "Neyi başaramadın?"

Axel'ın dehşet ifadesi duruldu. O da artık nefes nefeseydi ama bakışlarına karanlık çökünce soğuk bir sesle konuştu. "Kalbinin ruhuna galip gelmesini!" dedi dişlerinin arasından.

Onu dikkate alma, dedi kendi kendine. Bu gerçek benliği bile değildi ama yine de merakına engel olamadı. "Ne demek istiyorsun?"

Axel ona cevap vermek yerine ayak bileğine uzanan zinciri tuttu ve şiddetle çekti. "Çıkar şunu!"

Aynı anda acı içinde dizlerinin üzerine düştü. Elleri boynundaki kısıtlayıcıya gitti. Boğuk bir ses çıkardı. Bedeni acıyla kasıldı. Ya beslenmek istemişti ya da kurtulmak için asil kana ulaşmak... Arven bir an ona doğru hamle yaptı ama adımlarını zor da olsa yerinde tutabildi. "Arven!" dedi Axel boğukça. "Beni... Serbest... Bırak!"

"Yapamam," dedi Arven, elleri titremeye başlamıştı. Ne olursa olsun, onu böyle görmek canını acıtıyordu. Bir an ona kahrolası Asil Kana ulaşmaktan vazgeçmesini söylemek istedi. Böylelikle acısı durulurdu ama yapamadı. İçindeki gölgelerin gücünden bu şekilde daha çabuk kurtulduğunu söylemişti. Diğer yandan ne söylemek istediğini de deli gibi merak ediyordu ama her türlü ona zaten ulaşamıyordu. En azından gücü tükendiğinde sağlıklı bir konuşma yapacaklarını umdu. Şu an yapacağı en mantıklı hareket kısıtlayıcının içindeki gücü biraz daha çekmesini beklemekti.

"Arven, dinle..." dedi Axel. "Eğer... Eğer beni serbest bırakırsan sana Jon'u veririm." Arven baştan ayağa buz keserken Axel devam etti. "İntikam almak... İntikam almak istersin değil mi? Sana onun... Gölgesini getiririm."

"Hayır," dedi titreyen sesiyle. Gözlerinin arkasına yaşlar birikti, dökülmek için artık fırsat kovalıyorlardı. Sesi şiddetle yükseldi. "Bunu yapma! Lanet olası karanlık ruhun bana karşı bunu kullanamaz! Bu olmaz!"

Axel yumruğunu şiddetle yıpranmış beton zemine vurdu. Parmak boğumlarından kan süzüldü. "Her... Her boku kullanırım! Beni serbest bırak!"

Arven başını şiddetle iki yana salladı. Daha fazla burada kalamazdı. Onun bu haline de karanlık sözlerine de katlanamıyordu. En acı anısını ortaya sermesi artık onu boğuyordu. "Gidiyorum," dedi zorlukla. "Ama geri... Geri geleceğim. Sen kendine geldiğinde..."

"Hayır!" diye gürledi Axel adeta. Dudaklarından sesli bir acı nidası döküldü. "Bekle! Gi-gidemezsin!"

"Geri geleceğim!" dedi Arven yine. "Lütfen sen de bana geri gel!"

Axel'ın ona ulaşma çabalarını zorlanarak görmezden geldi. İtirazlarını da. Elini göğsüne bastırdı ve Axel'ın kulaklarında yankılanan son sözleriyle kendini Diyar'a itti.

"Ona gidemezsin!"

Multimedya: Palaye Royale - Tonight Is The Night I Die


Bazı gerçeklerin zehirli iğneleri vardı.
Sadece dile dökülmesi bile acı verirdi.

Axel kendine sakinleşmeyi emretti. Ruhuna doğru adeta haykırdı ama bu hiçbir fayda vermedi. Nihayet kısıtlayıcı içindeki gücü tükettiğinde kesik bir nefes alabildi. Yine karanlık onu içine çekmeseydi Arven'e bir açıklama yapabilirdi. Artık hiçbir şeyin önemi kalmamıştı zaten. Gizlemesinin hiçbir önemi kalmamıştı. Zaten başarısız olmuştu. Anlatmak istemişti ilk defa ama buna da içindeki korku ve zirveye yerleşen öfke izin vermemişti. Sonunda ise karanlık ruhu o kadar kontrolden çıkmıştı ki en adi şekilde onu vurmaması gereken yerden vurmuştu.

İşte o son noktaydı, gölgelerden arınmasının son noktası olmuştu. Pişmanlığını ise şu an kendi benliği ile yaşıyordu. Arınmıştı ama Arven'in gözlerinin önündeki o son hali onu da darmadağın etmişti.

Yığıldığı yerden doğrulmaya çalıştı ama başaramadı. Ter içindeydi. Saçları neredeyse terden sırılsıklam olmuştu. Kıyafetleri de öyle. Boynunda öyle şiddetli bir acı vardı ki artık yutkunmak istediğinde bile acı boynuna yayılıyordu. Biraz daha doğrulabildiğinde Arven'in getirdiği paketi gördü. Yana devrilmişti ve içinde bir şişe daha su vardı. Kolunu zorlukla hareket ettirerek su şişesine uzandı. Şişeyi kavradı ama parmakları tutmayı başaramayınca tekrar yere düşürdü. Şişe duvar dibine doğru yuvarlandı.

Hafifçe küfretti, boğazındaki kuruluk ve acı yine kendini gösterdi. Çok güçsüzdü, şişeye doğru gitmek bile işkence gibi gelmişti. Dizlerinin üzerinde ilerlerken sert ve pürüzlü zemin kir ve tozdan grileşmiş pantolonunu aşındırdı. Yine de sonunda o bir şişe suya uzanabildi. Kapağını titreyen elleriyle açtı ve şişeyi başına dikti.

Boğazı biraz yumuşarken sırtını duvara yasladı. Ayak bileğine baktı. Boğazının acısından onun acısına sanki o an sıra gelmişti. Bileğindeki kan hala tam olarak kurumamıştı. Yara ise çok daha beter bir hale gelmişti. Bileğini sanki biri bir testereyle beceriksizce kesmeye çalışmıştı.

Yemek çantasının hemen yanındaki diğer çanta gözüne çarptı. İçindeki ilaçlardan birazı dışarı fırlamıştı, muhtemelen bunu Asil Kana ulaşmak için kontrolü kaybettiğinde kendisi yapmıştı. Arven yaralarını pansuman etmek için getirmişti bunları ama son olanlardan sonra o da ne yapacağını bilememişti. Çareyi gitmekte bulmasına Axel kızamıyordu bile. Biraz daha direnseydi belki ona açıklama yapabilirdi, onu uyarabilirdi ama o yine kendi karanlığına yenilip onu korkutmuştu.

Ama artık kendisi de korkuyordu. Çok korkuyordu.

İçindeki devasa korkuya rağmen biraz daha rahatladı. Harcadığı çaba onu yorgun düşürse de içindeki gücü de sonunda tamamen tüketmişti. Geriye sadece Arven'i beklemek kalıyordu. Geri gelmesini umdu. Lütfen geri gelsin!

Aniden gölgelerin yükselen sesini duydu. Uzun süre sonra, hapsedildikten sonra bunu ilk kez duyuyordu ve şu an bir tanesi bile ona saldırırsa sağ kalamayacağını biliyordu. Gerçi bunlar Arven'in gölgeleri de olabilirdi. Sessiz olsalar da ona şu ana kadar bir gölgenin yaklaşmamış olmasının başka bir nedeni olamazdı. Peri kızı onu burada bile korumuştu. Keşke o da onu koruyabilseydi.

Gölgeleri kullanmak o an aklına geldi. "Efendinizi bulun!" diye bağırdı, en azından bağırmaya çalıştı. "Arven... Onu bana getirin! Onu çağırdığımı..." Öksürdü. "... söyleyin. Arındığımı söyleyin!"

Onu duyduklarını biliyordu ama Arven'e haber götüreceklerinden emin değildi. Evet, Arven gölgeler üzerinde hakimiyetini güçlendirmişti ama haberleşme bambaşka bir mevzuydu. Bu konuda ne kadar ilerleyebildiğinden emin değildi.

Küfretti yine. Art arda...

Gölgeler tekrar sessizliğe gömüldüğünde boşalan su şişesini ileri doğru fırlattı. O kadar güçsüzdü ki şişe sadece iki adım uzağına düştü ve esmeye başlayan rüzgarla yuvarlanmaya başladı. Sonunda eski model bir ayakkabıya vurarak durdu.

Axel kaşlarını çattı. Bakışlarını yukarı doğru çıkardı. İlk önce oldukça eski zamanlara ait bej rengi elbiseyi inceledi. Belindeki sıkı korseden ve soluk açık tenini süsleyen kırmızı taşlı kolyeden kayan bakışları sonunda kadının yüzünü buldu. Dalgalı kahverengi saçları yüzünün yanında dalgalanıyordu. Göz rengini seçemedi ama güzel bir kadın olduğunu düşündü. Eskiden güzel bir kadın...

O bir gölgeydi. Bir Üstün Asil gölgesi...

Bir İlk Asil gölgesi...

Kadın ona gülümsedi. Dışarıdan bakan biri, onun bir ölü olmadığını bilse, bunun masum bir gülümseme olduğunu düşünebilirdi. "Merhaba Axel," dedi kadın yumuşak ama gölgelere ait o sesle. "Ben Alessi."

Axel'ın gözleri kısıldı. Bir İlk Asil'in ortaya çıkması bugüne kadar görülmemiş bir durumdu. Neden burada olduğunu merak etti. Ondan ne istiyor olabilirdi? Dahası neden yalan söylüyordu?

İçindeki bir his iyi şeyler olmadığını bağırdı. Bir şeyler düşünmeye çalıştı, işler kötü bir hal alırsa kendini korumasını sağlayacak bir şeyler... Parmaklarındaki ve bileğindeki kan neredeyse kurumuştu. Keşke şişeyi fırlatmasaydı. Onunla bir şekilde elini kesebilirdi. Şimdi yapacağı şey en fazla zeminin aşınmış yüzeyi ile parmaklarını parçalamaktı. Her ne kadar karşısındaki kadın bir İlk Asil olsa da aynı zamanda bir gölgeydi. Bir ölü... Bir ruh... Asil kan onları öldürmese de en azından engellerdi. Sahi, acaba onları ne öldürebilirdi?

"Ya da Alessi'nin katili," dedi elini zemine götürürken. "Victoria..."

Kadın kahkaha attı ve bu ses, tam da bir gölgeye ait olacak kadar tiz ve ürperticiydi. "Zeki biri zamanınızda kolay bulunmuyor ama beni nasıl tanıdığını merak ettim."

Axel parmaklarını zemine sürterken çenesiyle kadına boynundaki kolyeyi işaret etti. "Eski kitaplarda çok tasviriniz olmasa da kolyenden çok bahsedilir ve benim de merak ettiğim bir şey var. Lütfedip neden yanıma geldin Victoria?"

"Seni görmek istedim," dedi Victoria kötücül bir gülümsemeyle. "Ne de olsa sen benim ruhumla mükafatlandırıldın. Üstün Asil olman benim sayemde."

Axel acıyan parmaklarına rağmen güldü. "Ruhundan bana verilen sen olsaydın yanıma gelemezdin."

Victoria'nın yüzüne memnuniyet yayıldı. "Hakkımızda düşündüğümden çok şey biliyormuşsun." İleri doğru adımlarken, ayağındaki hafif topuklu ayakkabılara rağmen adımları en ufak bir ses çıkarmadı. Axel tetiğe geçti ama bunu ona belli etmedi. Victoria yıkık dökük odaya öylesine göz gezdirmeye başladı. "Ruhumuzdan verip mükafatlandırdığımız insanlara yaklaşamamamız ne acı değil mi? Halbuki onlara sahip oldukları gücü biz verdik."

Axel dudak büktü, Asil Kan tarihi hakkında belki çoğu kişiden daha bilgiliydi ama bunun nedenini o da bilmiyordu. Şu an nedeni de pek umurunda sayılmazdı. Bu kadının hikayesini biliyordu, İlk Asil'lerin en manyağının onu bulması kesinlikle ancak onun şansı olabilirdi. Hele de böylesine savunmasızken... Parmaklarını zemine daha sert bastırdı, acısı katlanılırdı. Kanı bir şekilde akmalıydı.

Axel'ın konuşmaması üzerine Victoria hafifçe güldü. "Ben gelmeden önce birini mi çağırıyordun? Bana ismini söyle de sana ondan haberler vereyim."

"Neden? İyilik meleği misin?" dedi Axel umursamaz bir sesle.

Victoria omuzlarını kaldırıp yavaşça indirdi. "Kim olduğuna göre değişiyor."

"Peki, senin için ben kimim?"

"Tanıdık birinin ruhusun," dedi kadın. İmalı bir şekilde gülümsedi. "Hadi bana bir isim ver Axel. Geride kalanları merak ediyor olmalısın."

Bu kadının amacı neydi, bilmiyordu ama içinden hiç de güzel şeyler geçmiyordu. "Onları mı izledin?"

"Onları izledim, hala da izliyorum."

"Anlamadım," dedi Axel gözleri kısılırken. Hala da izliyorum ne demekti şimdi?

"Ah," dedi Victoria gülerek. "Demek bizimle ilgili o kadar da bilgin yokmuş." Tek kaşı havalandı. "İlk Asiller... Aynı anda iki yerde olabiliyor. Ruhumuzu bölme durumuyla ilgisi olduğunu düşünüyorum. Yani şu an bir parçam da..."

Son kelimesini uzatırken Axel farkındalıkla onun cümlesini tamamladı. "Motelde." Bu bilgi Axel için yeni ve şaşılasıydı, Victoria onu onaylayarak heyecanla başını salladı. "Neden?" diye sordu Axel. İyiden iyiye tedirginliği artmıştı. "Onları neden izliyorsun? Neden buradasın?"

"Tahmin et!" dedi Victoria kötücül bir gülümsemeyle.

"İnan bana, şu an aklıma en ufak..."

Aniden sustu. Yüzü kaskatı kesildi. Elleri bile titremişti. Victoria'nın sırıtışı ise genişledi. Gözleri yeşildi, ölü bir yeşil... "Söyle hadi!" dedi yavaşça.

Axel dişlerini birbirine kilitledi. Gıcırtısı kulaklarına ulaştı. Kadının neden burada olduğu artık açıktı. "Sen Arven'in ruhunun sahibisin," derken ağzına acı bir tat yayıldı. Başındaki sorun artık çok daha beter bir hal almıştı. Buradan çıkmalıydı.

Kadın yine güldü. Bu eskisinden de uzun sürdü. "Başka tahmin?" dedi uzatarak. Devam etmesini isteyerek...

Axel dudağının içini dişledi ama söylemedi. Bunu değil söylemek, aklından geçsin bile istemiyordu. Victoria ona doğru bir adım daha atarken bunu anlamış gibi yüzü daha da keyiflendi. Axel dişlerini tekrar birbirine sürttü. Öfke içinde alev alev yanmaya başladı ama uzun süre sonra karanlık ruhunu harekete geçirmedi.

Victoria adımlarını onun önünde sonlandırdı ve zarif bir şekilde elbisesinin eteklerini tutarak eğildi. Artık yüz yüzelerdi ve Axel ondan gelen soğuğu hissederken aynı zamanda o soğuğu soluyordu. "Kimse bilmezse birbirlerini bulmazlar sandın, değil mi?" dedi Victoria. Başını hafifçe sağa eğerken Axel'ın gözlerindeki ateşi keyifle izledi. "Ben Arven'in ruhunun sahibi değilim."

Axel'in yüzündeki korkuyu izledi, devam etmeden önce o korkuyu adeta soludu.

Bazı gerçeklerin zehirli iğneleri vardı.
Sadece dile dökülmesi bile acı verirdi.

Victoria gerçeğin iğnesini büyük bir zevkle batırdı. Zehrin verdiği acıdan haz duyarak...

"Ben onun ruh eşinin ruhunun sahibiyim. Aden'ın..."

Merhabalar kurşunlarım...

Keyifler nasıl?

Peki ya bölüm? 😈

Evvvet! Büyük bir sır daha açığa çıktı. Meğer Arven'in ruh eşi meğer Aden'mış. Axel'ın gizleme nedeni de buymuş. 🥺

Gitme dedi ya kuzum 😭😈

Ama tatlılardı bu bölüm keretalar... 🥰

Eve... Eve... Eve! Yanlış yola gidiyor bilmeden. Anlar mı sizce?

Ve Victoria 😈 Onun amacı ne olabilir?

Öyleyse...

Arven yeri...

Axel yeri...

Eve yeri...

Victoria yeri...

Yorum ve oylarını esirgemeyin canlarım❤️

Kamera arkası görüntülerine geçelim...

Yuva bölüm sonu böyleydi...

Eve bölüm sonundan sonra saçlarını mora boyadı. Nedenini anlamadık.

Kai bildiğiniz gibi...

Victoria keyiften şöyle...

Axel geliyor kaçın! Bir dakika! Ben kaçayım...


S.Mare kaçar 💃🏻

Продовжити читання

Вам також сподобається

5.2K 329 17
Savcı Sevim İpek Karalar & Yüzbaşı Kadir Ateş Akarsu
1.2M 38K 34
Bir kız zeki ve asi. Bir mafya sert ve tek ailesi olarak gördüğü ablası dışında herkese merhametsiz. "Umutlarımı yok ettin, hislerimi teninden birer...
367K 17.1K 20
Melal: Öncelikle merhaba, Melal: kardeşimin kusuruna bakmayın. Melal: Hocası veli numarası isteyince bu numarayı vermiş.
71.9K 4.4K 30
"Her insan kendi kaderini yazar kim bilirdi ki aynı kaderi yaşayacaklarını"