İZLER KALIR

Por afroditmavisi

12.3M 886K 687K

"Sana hiç söylemedim ama sana aşıktım. Bunu yüzüne karşı söyleyememek de benim ayıbım olsun." 070822 ☁️ Más

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
FİNAL : PART 1
FİNAL : PART 2
FİNAL : SON PART
ÖZEL BÖLÜM | PART 1
ÖZEL BÖLÜM | PART 2

35

233K 15.1K 13.7K
Por afroditmavisi

Duman - Her Şeyi Yak

"Elbisem nasıl?" diye sordum olduğum yerde kendi etrafımda dönerken. Parka doğru yürürken hâlâ aramızda var olan melankolik havayı dağıtmayı amaçlamıştım neşeli çıkan sesimle.

Soner'in ela gözleri yukarıdan aşağıya doğru beni süzerken elbisemin etek kısmını tutan elim sıkılaşmıştı heyecanla. Elbisemin nasıl olduğunu sorarken beni baştan aşağıya süzmesini beklemediğimdendi bu heyecanım. Elaları beni incelemeyip bitirip yüzüme çıktığında kafasını sallamıştı. "Çok güzel."

Beyaz, diz kapaklarımın üzerinde biten bir elbise ve onun üzerine de açık mavi kot ceketimi giymiştim. Ayaklarımda beyaz spor ayakkabılarım vardı. Kasım ayını bitirmek üzere olduğumuz için havalar elbise giymeye uygun sıcaklıkta sayılmazdı ama öğlen saatlerinde hava aşırı soğuk değildi, o kadar da üşümüyordum. Ara sıra rüzgar estiğinde titremiyor değildim gerçi ancak bugün kendime ayrı bi' özenmek istemiştim. Güzel görünmek benim için her zaman önemliydi ama okul forması gün içinde beni o kadar da güzel göstermiyordu.

"Teşekkür ederim." dedim gülümseyerek ve yürümeye devam ettim. Soner de yürürken park yavaştan görüş açımıza girmeye başlamıştı. Oyun aletlerinin olduğu kısımda koşuşturan çocukları bu mesafeden bile görebiliyordum.

"Üşümüyor musun öyle?" diye sordu Soner, göz ucuyla bana bakarak.

"O kadar soğuk değil." dedim eteğimin kıvrılan ucunu düzeltirken. Soner bir adım bana yaklaşıp sepeti tutmayan elimi kendi eli ile sarmaladıktan sonra ikimizin de elini siyah montunun geniş cebine soktu.

"Ellerin çabuk üşür senin." diyerek açıklamasını yaptığında tatlılığından, bu düşünceli hâllerinden eriyip gideceğimi düşünüyordum.

Ağzım açık şekilde ona bakakaldığımı hatırladığımda toparlanarak yüzümü çevirdim. Hafif esen rüzgar sebebiyle uçuşan saçlarım gülüşümü gizlemeye yetiyordu. Parka varana kadar ellerimiz Soner'in cebinden çıkmamıştı. Onun eli benimkinden büyük olduğu için elim tam avucuna sığmıştı. Cebinden çıkarmadığı gibi elimi tutmayı da hiç bırakmamıştı.

Parka ulaştığımızda istemeye istemeye elimi cebinden çıkardım. Gözlerimi gezdirip piknik yapmak için doğru yeri ararken havayı umursamadan piknik yapmaya gelenin tek biz olmadığımızı görmüştüm. Birkaç ailenin çocuklarıyla beraber kahvaltı yaptığını fark edince onlara sırtımı dönüp başka taraflara bakmaya başladım. Soner'in böyle bir tabloya şahit olup üzülmesini istemiyordum.

"Gel bak, şurada yer buldum." Soner'in koluna girerek ailelere en uzak yere kendimle beraber onu da sürükledim. Bahsettiğim yere ulaştığımızda piknik sepetinin içine en üste koyduğum örtüyü çıkarıp normalde yemyeşil otların olması gereken ama mevsim gereği çoktan kurumuş otların olduğu yere serdim. Örtünün üzerine dizlerimi yaslayarak otururken sepeti yanıma çekerek içindekileri çıkarmaya başlamıştım.

"Şimdi ilk seansının nasıl geçtiğini anlat hadi." Soner de otururken ilk önce en üstte duran sandviçlerimizi çıkarmıştım.

"İyiydi." diye kısa bir cevap verdi yine.

"Ama ne kadar iyi?" Geçiştirircesine verdiği cevaplar beni şüphelendiriyordu.

"İyinin kelime anlamı ne ise o kadar iyi." derken bakışları parkta geziniyor, bana uğramıyordu.

"Soner," dedim üzüntüyle. Ses tonumdaki hüznü fark edince bakışları bana dönmüştü. "Hiçbir şey anlatmadın değil mi?"

Sesli bir şekilde dile getirmese de bakışlarını kaçırması bana gereken cevabı vermişti. Anlatmamıştı.

"Neden?" diye sordum. "Alanında en iyi doktorlardan birisine geldik." Günlerce bunun için araştırma yapmıştım. "Ben sana seni kaybetmek istemediğimi söyledim. Sen de tedavi olmayı kabul ettin, şimdi neden böyle yapıyorsun? Anlatmak senin için kolay değil biliyorum ama böyle yaparsan ilerleme kaydedemeyiz ki." Soner anlatmadığı sürece kimse ona yardım edemezdi.

"Boşuna çabalıyorsun Beste," dedi ve devam etti. "Ben kendimden çoktan ümidi kestim. Sen de umutlanma, olmayacak duaya amin demek gibi bir şey bu."

"Yanılıyorsun." Bu konuşma daha başlar başlamaz tüm moodumu düşürmeye yetmişti. Soner'in kendinden bu denli ümitsiz olması hevesimi kırıyordu. "Senin gibi olup aldığı desteklerle sıfırdan doğmuş gibi harika bir hayat sürmeye başlayan çok insan var."

Soner için doktor araştırdığım sırada tonla hayat hikayesine denk gelmiş ve merak ederek hepsini okumuştum. Çoğu fazlasıyla yaralayıcı olmasına rağmen bunları yaşayan insanlar gördükleri tedavilerden sonra hayatlarına devam edebilmişti. Soner de onlardan birisi olacaktı, buna tüm kalbimle inanıyordum.

"Kişiden kişiye değişir." diyerek kestirip attı.

"Ne istiyorsun?" dedim, engel olamadığım sinirim açığa çıkmıştı. "Ben senin o uyuşturucu denilen zehirle kendini günden güne öldürüşünü mü izleyeyim? Bunu mu istiyorsun benden?"

"Seni en başından hayatıma almama sebebim buydu," Elaları yüzüme çevrildi. "Hakkımda hiçbir şey öğrenmeni istememe sebebim buydu. Kendi köşemde bir gün ölmeyi bekliyordum ve kimse benden bir beklenti içerisinde değildi. Seni hayatıma soktuğumda buna dur diyeceğini biliyordum. Buna engel olmak istedim ama sana hiçbir zaman engel olamadım. Bir şekilde kendi çabalarınla hayatımın merkezine oturmayı başardın. Şimdi sana git desem de gitmeyeceksin."

"Gitmeyeceğim," dedim. "İstersen yüzsüzlük de buna, istersen gurursuzluk. Sen bana bin defa da git desen gitmeyeceğim çünkü bunu her seferinde bunu gerçekten isteyerek demediğini bileceğim. İstediğin kadar kendinden umudunu kesmiş ol, istediğin kadar ümitsizliğe kapıl. Bir gün şu anki hâlinden çok farklı bir noktada olacaksın ve o zaman gelip bana 'sen haklıymışsın' diyeceksin."

Ben ondan umudumu kesmediğim sürece Soner istese de istemese de tedavi görmek zorunda kalacaktı ve benim de ondan umudumu kesmek gibi bir düşüncem de yoktu.

"Peki sen?" dedi sorarcasına. "Sen gerçekten böyle bir yaşantıyı mı istiyorsun? Yanındakinin sorunlarıyla uğraşarak mı geçirmek istiyorsun günlerini? Çok güzelsin, cıvıl cıvılsın, iyilik seversin, bir insanda olması gereken her özelliğe sahipsin. Sana benden daha iyilerini verecek çok erkek vardır çevrende. Sorunlu biriyle zamanını tüketmek yerine neden gidip onlara bir şans vermiyorsun?"

Konuşmanın gitgide saçma noktalara çekildiğini fark edince konuyu dağıtmak için gülümseyerek kafamı yana yatırdım. "Yaa," dedim cilveli bir şekilde. "Sen bana iltifat mı ettin?"

"Ne?" dedi şaşırarak.

"Bana çok güzelsin dedin." dedim mutlulukla. "Senin ağzından bunu da duydum ya on yıl yeter artık bana." Piknik sepetinde kalan yiyecekleri çıkarmaya devam ederken gülümsememi silmemiştim yüzümden. "Gerçi dur," dedim kafamı kaldırıp ona bakarak. "Sen bunu aylar öncesinde bana söylemiştin zaten. Neydi şarkının adı?" Birkaç saniye kadar düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra kendi soruma kendim cevap verdim. "Façanga, Herkesten Güzelsin."

O şarkıyı nota yazıp sırama bırakanın Soner olduğunu aradan zaman geçtikten sonra da olsa anlamıştım.

"Nereden anladın?"

"Ya bak şimdi," dedim sepeti kaldırıp kenara koyarken. Yine gereksiz ayrıntılara gireceğimi anlamak zor olmasa gerekti. "Ben geçen gün odamda oturmuş şarkı dinliyordum. Sonra çalma listesinden bu şarkı denk geldi. Birinin masama notla koyduğunu hatırladım direkt. Bunu yapan tek bir kişi var, bu olsa olsa Soner olur dedim. Notu atmamıştım uzun bir arayıştan sonra buldum. Senin diğer notlarınla karşılaştırdım bir de baktım yazılar aynı. Şöyle bir aydınlanma yaşadım falan. Yani ben aylardır senin ilgini çekmeye çalışırken aslında çok daha öncesinde çektiğimi fark etmiş oldum. O gün sana bir daha aşık oldum."

Son dediğimin ardından utançla bakışlarımı kaçırıp boğazımı temizledim. "Öyle yani."

Aniden ağzımdan çıkan itirafı şimdilik unutması için örtünün üzerine koyduğum saklama kabının kapağını açıp çatallardan birisini içindeki sarmaya batırdım. Dizlerimin üzerinde Soner'e doğru yaklaşarak bir elimi yanağına götürdüm. "Çok konuştuk, hadi sarma ye." Çataldaki sarmayı ağzına tıkıştırırcasına soktum.

Sürekli ağzına yiyecek sokuşturmama artık alışmıştı ve garip tepkiler vermiyordu. "Havadan dolayı soğuk olabilir ama zaten sarma soğukken daha güzel bence."

Sıcak sıcak yemesini hiç sevmiyordum.

Çatalı başka sarmalara bastırıp Soner'e döndüğümde ona yedirmek üzereydim ki kolunu belime sarmış, hareketsiz kalakalmamı sağlamıştı. Dizlerimin üstünde dururken ve Soner'e sarma yedirmeye çalışırken ne kadar yakın olduğumuzun farkında değildim. Belimden tutarak bana destek vermeye çalışıyordu. Yutkunarak havada kalan çatalı Soner'e yaklaştırıp sarmayı yemesini sağladım.

Çatalı tutan elimi kendi elini sararak tutarken diğer elimi omzuna koymuştum. "Az önce çok saçma bir şey söyledin," dedim. Belli etmemiştim belki ama başka erkeklere şans verme lafı canımı fazlasıyla sıkmıştı. "Başkasını isteseydim bana yüz vermediğim o süreç içerisinde gidip onlara şans vermez miydim sanıyorsun? Hayatımda sadece seni istiyorum, kimseyi değil."

"Biliyorum..." dedi iç çekercesine. "Ama kendine bunu yapmanı istemiyorum. Ben batabileceğim kadar battım, seni de kendimle beraber bu çukura çekmek istemiyorum."

"Ya ben salak mıyım? Kendim için neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemeyecek birisi miyim? Sandığının aksine ben sana sorunlu gözüyle bakmıyorum ki. Ben senin gerçekten yanında olmak istediğim için buradayım. Daha kaç kez söylemeliyim bilmiyorum ama seni seviyorum, ne yapıyorsam her şey bunun için."

"Bir gün beni sevmeyi bıraktığında giden onca zamanın için çok pişman olacaksın." Onu sevmeyi bırakmak... Şu an gözüme bundan daha imkansız gelen bir seçenek yoktu.

"Seni sevmeyi bırakabileceğimi mi sanıyorsun sen?" Bu endişesine bir yerde hak veriyordum aslında. Onu seven kişilerin hayatında kalıcı olabileceğine ihtimal vermiyordu çünkü onu seven insanlar birer birer bırakıp gitmişti Soner'i, önce abisi sonra annesi. Dostum dediği insan da yine onu yarı yolda bırakmıştı. Benim de onu hayatımın sonuna kadar seveceğime ihtimal vermiyor olabilirdi. "Basit bir lise aşkından çok daha ötesi olduğunun ne zaman farkına varacaksın, çok merak ediyorum."

Kendini sevilmeye layık görmüyordu. Bu kalbimi acıtıyordu. Bir insan nasıl olurdu da kendisini başkaları tarafından sevilmeye layık göremezdi?

Diğer kolunu da belime sararak oturur pozisyona gelmemi sağladığında vücudumun birazı bacağının üzerindeydi. Ben konuştukça Soner'in bakışlarındaki sevgi daha da derinleşiyordu ve ben bir kez daha sözle dile getirmesindense bana olan sevgisini bu şekilde hareketleriyle, bakışlarıyla belli etmesinin daha güzel olduğunun farkına varıyordum. İliklerime kadar sevildiğimi hissediyordum.

Alnı alnıma yaslandığında gözlerim kapanmıştı. Normalde dışarıda insanların içinde yakınlaşan çiftleri garipser, nasıl utanmadıklarını düşünürdüm ancak şimdi anın içindeyken fark ediyordum ki; sevdiğin kişi yanındayken etraftaki hiç kimse umrunda olmuyordu. Ne düşündüklerini önemsemiyordun.

"Bir daha," dedim ensesindeki saçlarıyla uğraşırken. "Böyle saçma sapan şeyler söyleme. Ben senin yanındayken hâlimden çok memnunum."

Cevap vermedi. Bir süre o şekilde durduk. Soner'in kolları arasında dakikaların su hızıyla geçip gitmesi beni şaşırtıyordu. Doğru kişiyle zaman hiç olmadığı kadar hızlı geçiyordu gerçekten de. Ayrıldığımızda yaptığım her şeyi uzun uzadıya, her zamanki gibi gereksiz ayrıntılara girerek anlatmıştım. Soner de hep yaptığı gibi ilgiyle beni dinlemişti.

Birlikte hazırladığım yiyecekleri yiyip bir yandan da sohbet ediyorduk. Ben Soner'e onun hakkında bilmediğim her şeyi soruyordum o da bana bir an bile sıkılmadan cevap veriyordu.

"Peki," derken soracağım yeni soruyu düşünüyordum. Bitmiş meyve suyu paketini örtünün üzerine bıraktım. "Her şey istediğin gibi olsaydı, şartlar böyle gelişmemiş olsaydı eğer Soner aslında nasıl birisi olurdu? Hobileri neler olurdu, neyle ilgilenmeyi severdi, okuldan sonra neler yapardı? Aklına gelebilecek her şeyi sorduğumu düşün."

Soner yerinde hareketlenip kafasını dizlerime yerleştirerek örtünün üzerine uzandığında bir an donup kalmışsam da, şaşkınlığımı üzerimden atmam çok uzun sürmemişti. Elimi artık yeni alışkanlığım hâline gelen saçına götürürken Soner'in daha rahat etmesi için oturuşumu düzeltmiştim.

"Bunu ben de bilmiyorum," dedi gökyüzüne bakarak. "Böyle içine kapanık birisi olmayacağı kesin." Şartlar onu böyle olmaya zorlamıştı.

"Küçükken de böyle miydin?" diye sordum. "Sık konuşmayan, kimseyle muhattap olmayan birisi miydin?" Soner'in küçüklüğünü o kadar merak ediyordum ki. Onunla parkta karşılaştıktan sonrasında da görüşebilme şansım olsaydı nelerin farklı olacağını düşünmeye başlamıştım şimdi de.

"Değildim." dediğinde yüreğim sızlamıştı resmen. "Tam tersiydim. Sana benziyordum." Soner'in o hâllerini hayal edemiyordum ama yeniden öyle olması için her şeyi yapabilirdim.

"Mesela bir sporla ilgilenseydin hangisiyle ilgilenirdin?"

"Basketbol olabilirdi." Erkeklere futboldan daha çok yakışan bir spor dalıydı bence basketbol. Zihnimde birkaç saniyeliğine basketbol oynayan Soner canlanmıştı. Üzerindeki sporcu atleti ve şortuyla topu sektirerek sahada koşturan Soner kalbime zarardı. Saçları terden nemlenmiş ve alnına yapışmıştı hayalimde. Teni sahanın kenarındaki ışıkların ona vurması sebebiyle parlıyordu. Gözümün önünde canlanan görüntüye kendimi kaptırdığımı fark edince kafamı iki yana sallayarak hayalimi savuşturmaya çalıştım.

"Peki bir müzik aleti çalsan hangisini çalardın?"

"Gitar." Şimdi de kafamda Soner'in gitar çalan görüntüsü canlanmıştı. Kemikli ve damarları belirgin ellerinin gitarın tellerinin üzerinde hareket edişini hayal etmek beni heyecanlandırmıştı.

"En çok hangi kitap türünü seversin?"

"Fantastik."

"Aa," dedim heyecanla. "Ben de ama tabii tarihi kurguları da çok seviyorum. Mesela geçmiş zamanlarda geçmiş kraliyet ailelerini anlatan kurgulara bayılırım. Bir kitap hem fantastik hem de tarihi olursa tadından yenmez."

Soner kucağımdaki elimin parmaklarıyla oynamaya başladığında sorularımı sormaya devam ettim. "En sevdiğin müzik grubu?"

"Mavi Gri."

"Benim de..."

Aklıma başka sorabilecek soru gelmiyordu. Dakikalardır aklımı kurcalayan ne varsa sormuştum ona. Bakışlarımı parkta gezdirerek yeni bir soru düşünürken gözüme köşede kalan basketbol sahası takılmıştı. İçinde küçük bir çocuk potaya top atmaya çalışıyordu.

"Hadi basketbol sahasına gidelim." dedim hevesle. Oynamasını bilmiyordum ama içimden sahaya gidip oynama isteği geçmişti.

"Ne yapacağız?"

"Oynamaya çalışırız." Soner kafasını bacaklarımdan kaldırdığında ayağa kalktım. "Bunlar burada dursa bir şey olmaz herhalde." dedim örtüye ve üzerindekilere bakarak.

Sonerle birlikte basketbol sahasının içerisine girdiğimizde topuyla oynayan çocuğa doğru yaklaştım. Topu kendisinden bir hayli yüksek olan potaya atmaya çalışamamış ancak başaramamıştı. Oflayarak topu eline aldığında "Merhaba," dedim çocuğa. "Birazcık biz de oynayabilir miyiz?"

Çocuk bana ve Soner'e baktıktan sonra elindeki topu yerde sektirerek bana doğru attı. "Oynayın ama çok yüksek, atamazsınız."

Topu tutarak birkaç kez yerde sektirdim. "Atarız."

Topu sektire sektire potanın önüne yaklaştığımda son birkaç adım kala elime aldım ve zıplayarak topu çembere gönderdim. Top çembere girmek şöyle dursun boyuna bile yetişemeden yere çakıldığında göt olmuş bir şekilde arkamda kalan çocuğa ve Soner'e döndüm. "Atamazmışız."

Soner gülerek yanıma yaklaşık yerdeki topu aldığında aynı benim gibi birkaç kez yerde sektirmiş ve ardından potaya atmıştı. Top çembere çarpıp içine girdiğinde dudağımı büktüm. "Bir doksan boyun var, neredeyse potayla selamlaşacaksın bir zahmet atıver."

"Senin de boyun çok kısa sayılmaz." diyerek bana takıldı Soner.

"Bir altmış beş." dedim. "Kusura bakma da yanına yaklaştığımda Uzunla Huysuz gibi duruyoruz."

Tabii abarttığım kadar değildi ancak yanımda bir hayli uzun durduğu yalan değildi. Küçük çocuk esprimi anlayarak gülmüştü.

Soner topu bir kere daha potaya atmaya yeltendiğinde bu kez başarısız olmuştu. Güldüm. "Deve kadar boyun olsa da işe yaramıyormuş bazen demek ki."

Yere düşen topu tek eline alarak bana doğru attı. "Çok konuşuyorsun, sen dene bakalım."

Atamayacağımı bile bile hırslanarak topu aldım. "Atayım da gör."

Potaya doğru attığım top pota haricinde her yere gittiğinde inatlaşarak omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bu sayılmaz, odaklanamadım bir kere."

"İnanıyorum ben sana." dedi alayla gülerek. Kendisi bana şovunu yaparak topu bir kere daha potadan sokmayı başarmıştı.

"Haksızlık var burada," dedim çocuk gibi. "Ben oynamayı bilmiyorum bile."

"Abla, topu çembere atacaksın sadece. Bunun bilip bilmemekle ne ilgisi var ki?" Çocuk bilmiş bilmiş konuştuğunda yerde sekmekte olan topu işaret ederek "Bunu kafana atarım." dedim sahte bir sinirle. "Ya da top niyetine seni o çembere sokarım."

"Daha topu atamıyorsun beni nasıl atacaksın?" dedikten sonra elini ağzına bastırarak hunharca gülüşünü gizlemeye çalışmıştı.

Gözlerim kısıldı. "Cüce."

"Çocukla çocuk olma." dedi yanıma gelen Soner. Yerdeki topu almış ve sektirmeye başlamıştı. Kafasını eğmiş sektirdiği topla ilgilenirken dışarıya, daha çok bana, nasıl hoş bir görüntü sunduğundan habersizdi. "Çocuk benimle dalga geçerken iyi ama."

"Boyun kısaysa ve atamıyorsan bunun faturasını çocuğa kesemezsin." Bugün fazla mı sinir bozucu konuşuyordu ne?

Ya da benim yanımdayken daha da açılmaya başlamıştı farkında olmadan.

"İki metre boyum olmadığı için pardon ama en kısa zamanda uzamayı öğreneceğim. Tabii dilersen omzuna alarak kısa yoldan boyumu uzatabilirsin de." diyerek dalga geçtiğimde Soner sektirdiği topu iki eliyle kavrayarak bana doğru dönmüştü. Bakışları şakamı ciddiye almışçasına ciddiydi. "Gel." dedi benim aksime dalga geçmeden, ciddiyetle.

"Ne?" diyebildim şaşkınlıkla. "Ciddi misin?"

"Topu atabilmek için bu kadar heveslendiysen, gel."

Topu yere atıp aramızdaki bir, iki adımlık mesafeyi adımlayarak yok ederken midemin kasılır gibi olmuştu. Ona yakın olduğum her an çok özeldi ve ben her seferinde sanki ilk kez yakınlaşıyormuşuz gibi hissediyordum. "Peki," dedim geri çevirmeyerek. Dünden razıymış gibi görünmek istemiyordum ama harbiden de öyleydim. Tek dileğim bunu Soner'in fark etmemiş olmasıydı.

Soner önümde yavaşça çöktüğünde eteğimin ucunu tutarak açılmamasını önleyip bir bacağımı omzuna attım. Diğerini de yerleştirdiğimde elleriyle bacaklarımı tutarak doğrulmuştu. "Oha," dedim yüksekten sahaya bakarken. "Potayla selamlaşıyorum resmen."

Soner'in güldüğünü duyduğumda bu anı kaçırmamak için başımı eğip yüzüne bakmaya çalışmıştım. Soner ne zaman gülse bakışlarım anında ona dönüyordu. Bu artık benim farkında olmadan yaptığım bir hareket hâline gelmişti.

"Ee top?" diye sorduğumda, topun sahibi olan çocuk koşturarak yanımıza gelmişti. Yerdeki topu alarak havaya fırlattığında zorla yakalayabilmiştim.

"Ben düşmem buradan değil mi?"

"Sıkı tuttum, düşmezsin."

Elleri gerçekten de bacağımı sıkıca kavramıştı. Her an ani bir hareket yapıp kendimi yere yapışmış bir şekilde bulabileceğim korkusu, bu tutuşu sayesinde yok olup gitmişti. Tenime dokunuşu fazlasıyla heyecan vericiydi ve bu gerçeği yok sayıp potaya odaklanmak çok güçtü. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Soner'in her dokunuşuyla, sözüyle kendimi kaybedeceksem daha çok çekeceğim vardı benim.

Gözlerimi açtığımda topu birazcık uzağımda kalan çembere doğru gönderdim. Top potadan girip yere düşerken kollarımı sevinçle havaya kaldırmıştım. "Gördünüz mü? Ben basketbol oyuncusu olmak için doğmuşum!"

Soner "İnanılmaz bir oyunculuk." derken sesinde gerçekten inanamıyormuş gibi bir tonlama vardı.

Kafamı bilmiş bir şekilde sallarken küçük çocuk sinirimi bozmak istercesine konuşmuştu. "Abla o mesafeden atamayanı da basketbol topuyla döverler bu arada."

"Bak," dedim sinirle. "Seni cidden bu potanın içine atacağım sonra topu atmaya çalışırken kendisini potaya sokan basketbol oyuncusu gibi rezil olacaksın." Böyle bir video izlemiştim zamanında.

"Korkmadım ki."

"Cins ya," diye söylendim. "Ver şu topu, size yine sportif yeteneklerimi göstereceğim."

Çocuk topu sahanın diğer ucundan almaya gidene kadar ellerimden birini Soner'in saçlarına yerleştirdim. Kısacık süre içerisinde saçlarıyla oynarken Soner kafasını kaldırıp bana bakmaya çalışmıştı. Göz göze geldiğimizde gülümsediğimde ufak bir tebessümle karşılık vererek önüne dönmüştü. Annesinin saçlarıyla çok oynadığını söylediği andan beri boşta kaldıkça ellerimi hep saçına götürüyordum. Biraz da olsa annesinin boşluğunu doldurmaktı amacım.

Çocuk topu bana getirdiğinde kısa mesafedeki potaya bir basket daha atmış ve yaptığım sanki çok büyük bir şeymiş gibi sevinmiştim. "Keşke vaktinde basketbola başlasaymışım, kesin NBA'de falan oynatırlardı beni."

Abartılı sevincime Soner "Yıldız oyuncu olurmuşsun." diyerek karşılık verdiğinde kafamı salladım.

"Kesinlikle."

İki basketten sonra topu potaya sokmanın büyüsü de bozulmuş ve sıkılmaya başlamıştım. Zaten normalde de yaptığım şeylerden sıkılma sürem çok kısaydı. "Sıkıldım," dedim. "İndirsene beni."

Yerim iyiydi aslında ama Soner'in omuzları ağrımaya başlamış olabilirdi. Kıyamazdım da.

Önce sağ ve sonra da sol bacağımı omzundan geriye doğru indirirken ayaklarım yere basmak üzereyken kollarımı Soner'in boynuna dolamıştım. Soner bu hareketim üzerine "Dola bacaklarını belime." dediğinde bacaklarımı beline sarmıştım. Elleri yeniden bacaklarımın üzerindeki yerini bulurken sahanın çıkışına doğru yürümeye başladığında keyifle güldüm. "Ben sevdim yerimi."

Ne kadar beni sinir etmiş olsa da çocuğa teşekkür etmeyi ihmal etmemiştim. Soner sahadan çıkıp piknik yaptığımız alana doğru yürürken ayaklarımı havada sallamaya başladım. Hafiften esen rüzgar Soner'in saçlarından yayılan kokunun bana ulaşmasını sağlıyordu.

Kendimi o kadar huzurlu hissediyordum ki.

Kafamı eğip Soner'in saçlarının üzerine bir öpücük bıraktıktan sonra çenemi kafasının üzerine yaslamıştım. "Ne yapıyorsun?" diye sordu saf bir merakla.

"Anın keyfini çıkarıyorum." Yapabileceğim en iyi şey buydu.

"Çıkar bakalım."

İçimden bir ses onun da huzurlu olduğunu söylüyordu. Yanımdayken mutlu olduğunu zaten görebiliyordum ama eğer aynı anda huzurlu da hissediyorsa ona bunu hissettirebilmenin sevinci çok başka olurdu. Her insanın yanında huzurlu olamazdı insan.

Örtümüzü serdiğimiz yere geldiğimizde Soner durmuştu. Hiç istemeyerek kollarımı boynundan çözüp ayaklarımın yere basmasını sağladım.

"Ben acıktım." dedim örtünün üzerine oturup kalan sandviçimi yemeye gömülürken.

Soner de kendi yerine oturduğunda piknik sepetini önüne çekmişti. Ne yapacağının merakıyla onu izlerken kapağını açmış ve bana verdiğinde sepete koyup varlığını unuttuğum mektubu çıkarmıştı. Gün bittiğinde okumamı istemişti ama belli ki dayanamamıştı. Mektubu bana uzattığında istemsizce yutkunmuş ve zarfa uzanmıştım.

Soner'e mektubu okuma zamanı gelmişti ama bunu yapmaya hazır mıydım bilmiyordum.

Mektup Soner'indi ancak okuduktan sonra onunla birlikte mahvolacak kişi bendim. İşte hazır olmadığım kısım tam da buydu.

***

Beste'nin bahsettiği video bu sldöeşföğeşf

Beste mektubu okumaya hazır değil, ben de yazmaya değilim. Bakalım ne olacak :(

Seguir leyendo

También te gustarán

Peyda Por Herkes Yalan

Novela Juvenil

682K 45.4K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
226K 24.3K 95
Karanlığın korkusuydu hakim olmaya çalışan, Aydınlıktı yeniden doğmaya hazırlanan, Kıvılcımdı yangına dönecek olan, Buzdu yanmaya, denizdi boğulmaya...
75.1K 4.8K 29
İşlediği bir cinayetinde yakalanan Alen Barça'nın hapishaneye girmesi beklenirken akıl sağlığı yerinde olmadığı ortaya çıkar. Bunun üzerine hapishane...
493K 14.3K 52
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!