ALHAYA

By ecekarttal

403K 21.4K 5.7K

"Ne bağırıp duruyorsun? Konağı ayağa kaldırdın!" Karşımda dikilen adama yumruğumu gerçirmemek için içimde ve... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
İnstagram
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
:)

Bölüm 26

9.7K 568 227
By ecekarttal

Selamünaleyküm.

Ramazan Bayramımız Mübarek Olsun!

Rabbim daha nice nice hayırlı bayramlara erişmemizi nasip eylesin...

Size bir bayram haberim var.
Yeni bir kurguya kendi kendime bismillah dedim..🙊
Bu kez Alhaya gibi çok sakin olmayacak. Olabildiğince merak etmeniz için çabalayacağım, umarım yapabilirim ahdhahjs

!Alhaya bitmeden gelmeyecek, hakkında hiçbir spoi verilmeyecek...!

Eğer beni ve düşüncelerimi sevdiyseniz yeni kurgu haberi için takip edebilirsiniz:*

Keyifli okumalar.

🌸Füsun Önal
|Senden Başka|
______________________________

"Öyle işte yenge. Düğünden sonraki gün yazmaya başladı hâlâ devam ediyor. Kim bilmiyorum ama beni çok iyi tanıyan biri. Her şeyimi biliyor. Neleri sevip sevmediğimi, tarçına olan alerjimi, kebap ve iskendere olan düşkünlüğümü... Aklına gelip gelemeyecek her şeyi."

Hayretle karşımdaki sararmış yüzü inceledim. Korkuyor ve tedirgindi bedeni. Gerçi kimin başına gelse ister istemez böyle hissetmez miydi?

Zeynep'le onun odasında oturmuş, iki gündür anlatamadığı, bu dalgın hâllerinin sebebini konuşuyorduk. Baya bir şaşırmıştım açıkçası. İlk başta istemsizce birinin dalga geçme ihtimali kol gezmişti zihnimde ancak ya ciddi biriyse diye de düşünmüyor değildim.

Konuşmasını kucağında birleştirdiği ellerine bakarak dindirdiğinde aklıma takılan detayla kaşlarımı kaldırdım. "Senin tarçına alerjin mi var kız?"

Başını kaldırıp baygın bakışlar yolladı. "Eeh ama yenge. Onca şey anlattım buna mı takıldın cidden?"

Kısa bir an ayağa kalkarak sağ bacağımı yatağa toplayıp, yan ve yüzüm görümceme dönecek şekilde yeniden oturdum.

"Ne bileyim çok seveni olunca bi şey ettim... Neyse neyse, peki bu olay tehlikeli bir durumda mı? Yani seni tehdit falan ediyor mu?"

"Hayır hayır, etmiyor! Aksine... beni sevdiğini iddia ediyor. Başta inanmasam da öyle temiz ki yenge... ne bileyim her konuşmamıza bir şiirle başlıyor mesela. Durup dururken hâlimi hatrımı soruyor... Bilemiyorum garip geliyor. Şaka da yapıyor olabilir."

Şaka bile olsa bu denli tanıması garipti. Dün yaşananlardan sonra her an her şeyi beklerdim doğrusu. Umarım takıntılı bir psikopat çıkmazdı.

Ki işimizi de şansa bırakmamamız gerektiğini düşünüyordum.

"Zeynep... Bu hafife alınacak bir şey değil zannımca. Evdekilere açmalısın bu konuyu."

Dudaklarını birbirine bastırıp, yan gözlerle bana baktı. Sürekli elleriyle oynuyor, bacaklarını sallıyordu. Ellerinden birini boynuna atıp bulunduğu yeri kaşıdı.

"Bende söylemeyi düşünüyorum ama... Özellikle Alkan Ağabeyimden çok korkuyorum yenge. Biliyorsun sinirlenince kafası atıveriyor."

Tedirginliği öyle fazlaydı ki konuşurken sesi titriyordu. Muhtemelen Alkan'ın ona bağırmasından, kızmasından korkuyordu ancak bir suçu yoktu. Yine de deli ağabeyleri pek güven vermiyordu maalesef.

Anlayışla gülümseyip onu tuttuğum gibi kendime çekerek kollarımla sarmaladım. Bunu bekliyormuşçasına boynuma sokulup, bana karşılık verdi.

Sakinleşmesi için sırtını yavaş yavaş okşadım. Bir yandan da gönlünü rahatlatmaya çalışıyordum. "Biliyorum gülüm biliyorum. Ama böyle hiçbir şey yapılmazsa yazan kişinin nasıl bir niyeti olduğunu da anlayamayız. Belki de Allah muhafaza sana zarar vermek isteyen biri? Hiçbir ihtimali es geçemeyiz, geçmemeliyiz. Hem asıl söylemezsek kudurur o ağabeylerin. Kızsalar da, bağırsalar da en başından ipleri ele almak gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca sen meraklanma, senin bir suçun yok ki? Ha ola ki bir şey diyecek oldular, ben senin yanındayım Asya Abla yanında... Canlarına okumayız mı sanıyorsun?"

Bedeni yavaş yavaş gevşerken son sözlerimle kıkırdadı. Bende rahatça bir nefes verip onu iyice kendime çekerek tebessüm ettim.

Asel ve Hüma'dan sonra gerçek anlamda bir kız kardeşim olmuştu. Yaşı çok fazla olmasa de benden küçüktü ve istemsizce onu koruma iç güdüsü devreye giriveriyordu. Çok seviyordum onu. Başına bir şey gelmesine dayanamazdım.

Konu sevdiklerim olduğunda ise hiçbir işi şansa bırakmak istemezdim. Bu dünya tehlikeliydi. İçi güzelliklerle dolu olsa da bir o kadar çirlinliği de vardı. Bir örneğini dün yaşamıştık işte.

Bahar... Hâlâ yaşananları atlatabilmiş değildi. Zor toparlayacaktık onu. Vücut yaraları bir iki haftaya iyileşse de ruhen kötü durumda olacaktı. Bu süreci maalesef kolay kolay yenemeyecekti.

Dün gece onun yanında kalmıştım. Öyle sıkı sarılmıştı ki bana... Ellerimi iki saniye olsun çektiğimde sıçrayarak uyanmıştı. Kâbuslar görmüş, uykusunda ağlamıştı.

Bilmediğimiz bir kişi vardı şimdi Zeynep'e yazan. Ne belliydi onunda böyle takıntılı biri olmadığı? Bahar bundan yemişti ya babasından tüm dayakları. Ona takıntılı olan bir pislik satın almak! istemişti ya onu. Deli gibi para dökmüştü ya! Kızın istemediği şekilde zorla, belki de yine döve döve evlenecekti ya onunla!

Sonuç ne olacaktı peki? Daha atlattığını bilmesine rağmen yürüyen bir ölü gibi olan kız, ne hâlde olacaktı o zaman?

Bu bilinmeyen numaranın yazdığı hoş sözler, şiirler, hâl hatırlar belki de gerçekten iyi niyetliydi. Belki de gerçekten seviyordu Zeynep'i.

Lakin bilemezdik işte. İsminin, cisminin ortada olmadığı bir insanın niyetini bilemezdik.

"Yenge... S-sen konuşan?"

Dalgınca omzunu okşadığım kızın mırıldanması, düşüncelerimden sıyrılmamı sağlamıştı. Ben mi konuşsaydım?

Usulca ayırdım onu kendimden. Ellerini sıkıca tutup güven verici olduğunu düşündüğüm bir şekilde gülümsedim. "Zeynep, güzelim. Söylerim söylemesine ama senin anlatman daha makul olur. Bak istersen önce sadece ağabeyinlere açarız, en zor kısmı atlatırsın böylece sonra babamlar öyle ya da böyle öğrenirler zaten. Yeter ki erteleme gözünü seveyim!"

Yutkundu. Gözleri birleşmiş ellerimizdeydi. Buz gibi olmuş teni hafiften titriyordu. Cidden bu kadar korkuyu bizimkiler mi veriyordu?

"Neden bu kadar tedirginsin?" Diye sordum.

Bir eli yeniden boynuna gitti. Gözleri odanın her yerinde dolanıp, halının üzerinde sabit durdu. "Ya bana kızarlarsa?"

Kaşlarımı çattım. "Güzelim senin bir suçun yok ki! Neden kızsınlar? Bak ben eminim, tamam sinirlenebilirler ama bu sana değil yazan kişiye tepkileri olur. Adam akıllı cevap vermemişsin, ki verdiklerin de muhabbet eder cinsten değil... Sadece neden ilk başta söylemedin diye kızabilirler biraz. O da pek büyük boylu olmaz zaten merak etme."

Küçük bir çocuk gibi büzdüğü dudakları ile odağı ellerimiz olan gözleri kısa bir an bana çevirdi. "Öyle mi diyorsun?"

"Tabi."

Derin bir nefes verip bir müddet düşündü. Yeni giydiği kolları naif bir nakış desenli, mavi elbisesinin öne doğru gelen omuz kısmını düzelttim. Benim üzerimde de kolları dirsek aşağısından fırfırlı, kahve elbisem vardı. Asya Abla yine benimkilerden seçecekti en son. O da hazırlanıyor olmalıydı.

(Zühre'nin elbisesi)

Saat muhtemelen sekiz buçuğu biraz geçiyordu. Erkenden kahvaltı yapılmış, beyler işe gönderilmişti. Sonrasında cami için hazırlanmıştık. Hazır, diğerlerini bekliyorken de Zeynep'le konuşmaya oturmuştuk.

"Tamam... tamam akşam söyleyeceğim... ama yanımda olacaksınız değil mi?"

Doğru bir karar verdiğine inandığım görümceme gülümseyip, başımla onayladım.

Tabi ki her zaman yanında olacaktım, olacaktık.

Konunun hayırlısı ile bir sonuca bağlanmasıyla ayaklanıp birleşik ellerimiz sayesinde Zeynep'i de kaldırdım. Bizimkiler hazırlanmış olmalıydılar.

"Hadi bakalım... Şimdi camiye gidelim, hem Kur'an kafanı dağıtır, içini ferahlatır, korkularını dinirir... Sonra bir de Sahabi hayatı işleriz Allah'ın izniyle, iyice gevşersin."

Biraz olsun tebessüm edip başını salladı. Hazırlanıp gelmesini söyleyerek odasından çıkıp kendi odamıza yöneldim.

Havaların soğukluğu sabahları iyice kendini hissettirdiğinden, kalın örgülü, siyah, uzun hırkamı üzerime geçirdim. Öyle ki üzerimde emanet gibi durmuştu. Kolları bol, bilek kısmımı sarar biçimdeydi. Diz kapaklarımın altında bittiğinden sıcacık tutuyordu.

Aynı renk, düz bez çantamın içine kalemliğimi, cüzdan, telefon gibi yanımda olması gerekenleri ve kitaplarımı koyduktan sonra omzuma asıp, son kez aynaya bakarak üzerimi düzelttim ve odadan çıktım.

Aynı anda karşı taraftan Asya Abla da çıkınca birbirimize gülümsedik. Merdivenin başında buluşunca baştan aşağıya onu süzdüm.

Yeşil, düz ve oldukça kalın elbisenin üzerine bej, diz kapağından hemen hemen bir karış yukarısında biten bir yelek giymiş, başörtüsünü de elbisesinin tonlarında yapmıştı.

Yeleği tutup, sağını solunu güzelce inceledim. "Ne kadar güzelmiş, nereden aldın?"

Oldukça bol duruyordu üzerinde. Modeli aksine beden olarak büyük olduğu belliydi.

Kıkırdadı. "Fırat Collection."

Benim de yüzümde bir gülümseme belirirken "Ciddi misin?" Diye sordum.

Başını sallerken "Evet. Görünce çok beğendim çöktüm hemen." Dedi. Ben ona helal bakışları atarken o, rüzgardan yüzüne gelen başörtüyü düzelttikten sonra usulca koluma girdi. Başını sola doğru eğerken, gözlerini kıpraştırıp tatlı tatlı bakışlar attı.

"Camiden çıkınca Fırat gelecek. Kıyafet bakmaya gideceğiz. Sende gelir misin? Hem daha iyi bilirsin hangisi rahat olur, olmaz..."

Herhangi bir işim yoktu. Aslında eve erkenden gelip, Zeynep için Alkan'ı önceden yumuşatmayı düşünüyordum ancak bil hassa buna da vakit kalırdı heralde.

Bende aynı onun gibi baş eğip, gülümseyerek kolumdaki elini okşadım. "Alkan'a haber verir, gelirim inşallah."

"Süper! Hadi gidelim o zaman."

Beraber aşağıya inip mutfağa girdik. Nenem ve annem burda, Bahar'la konuşuyorlardı. Biz girince herkesin odağı ikimize döndü.

Tek eksik Zeynep'ti. O da biraz sonra gelmişti.

Beraberce ayaklanıp dışarıya yöneldik. Çıkmadan, Bahar'ın ellerini tuttum. Meryem ve Hatice Ablada gezdirdim gözlerimi. Ne istediğimi anlar niteliktelerdi.

"Bahar... Bak güzelim, dışarıya çıkacak olursan kesinlikle tek başına gitmiyorsun. Alkan kesin bir dille verdi korumalara, haberleri var zaten. Nereye gidecek olursan kapısına kadar bırakacaklar, yanında gelecekler tamam mı? Sana kimse hiçbir şey yapamaz artık ancak sen yine de dikkatli ol."

Kızarmış ve ağlamaktan şişmiş gözlerini gözlerime çarptırmaktan korkar gibiydi. Birleşmiş ellerimizi izlerken, burnunu çekiyor, gözyaşı dökmemek için kendini sıkıyordu.

"Yok abla... bir süre dışarıya çıkabileceğimi sanmıyorum. Sağ olun her şey için, Allah binlerce kez razı olsun sizden."

Anlayışla gülümseyip, koyu kahve saçlarını sevgiyle, usulca okşadım. "Teşekkür etme artık Bahar. Kim olsa aynısını yapardı. Ayrıca çıkamam edemem diye kendini şartlama. Birlikte yeneceğiz bu süreci Allah'ın izniyle. Şimdi daha taze olay, pek zorlamıyorum ama en kısa zamanda toparlanıp benimle camiye geliyorsun tamam mı?"

Cevap vermek yerine sessiz kalmayı tercih etti. Bende daha da üzerinde durmadım. Son kez kendime çekip sıkıca sarılarak saçlarını öptüm.

Hatice Abla ve Meryem'e de tebessüm edip "Size emanet." Dedikten sonra beni bekleyen hanımların yanına ilerledim.

Hep beraber Sultan Nene başta olmak üzere konaktan çıkıp caminin yolunu tuttuk. Asya Abla ve Zeynep, Sultan Nenenin kollarına girerek hem muhabbet edip hem yürümesinde yardımcı olurlarken, Berfin Annem de benim koluma girdi.

"Sizi veren Rabbim'e şükürler olsun."

Beklemediğim sözleriyle ona döndü bakışlarım. İki eliyle tuttuğu kolumu okşarken, gözleri Asya Abla ve Zeynep'te gidip geliyordu.

Bende gülümsedim. Sizi de dedim içimden. Sizi de bana nasip eden Rabbim'e şükürler olsundu...

**

"Evet çiçeklerim. Bugünlük tamam diyelim o zaman mâlum az kişiyiz. Aslında bir sahabi hayatı işlemek istiyordum ancak diğerlerinin de nasipsiz kalmasını istemiyorum. Yarına Allah nasip ederse, tam takır yaparız her şeyimizi. Şimdi çıkabiliriz, buyurun. En güzele emanet olun..."

"Sende yavrum."

Masanın üzerindeki Kur'an'ı Kerim'de kaldığımız yeri işaretleyip, rafa kaldırdıktan sonra dağılan kalemleri, postitleri ve sahabe isimlerinin bulunduğu kavanozu masanın üzerinde düzgünce yerleştirdim. Çantamı toparlamadan telefonumu kontrol ettim.

Alkan'ı aramıştım ancak açmamıştı. Bende mesaj atarak haber vermiştim lakin yine herhangi bir cevap yoktu.

Dışarıda bir kez daha ararım diye düşünerek telefonu da çantama attım. Kurs boşalmıştı. Tek bizimkiler kalmışken Asya Abla çantasını koluna takıp yanıma adımladı.

"Fırat gelmiş Zühre."

"Tamam çıkalım abla."

Bugün Asya Ablayı ilk kez tesettürlü gören kurs âhalisi hem şaşırmış, hem de çok sevinmişti. Lakin şüphesiz en büyük hayranlığı gelen kızlardan Heja, Delal, Dilda ve kurstaki küçük Zeynep'imiz yaşamıştı. Yaşlarımız biraz daha yakın olduğundan bu durum onları daha da mutlu etmişti.

Asmin ve Berçem ise bugün gelmemişlerdi.

Etrafa son kez göz gezdirdikten ve bir problem olmadığından emin olduktan sonra ışıkları kapatıp kapıyı çektik.

"Siz şindi çarşıya mı gideceniz?"

Asya Abla, Sultan Neneyi cevaplarken bende telefonu bulmak için çantamı karıştırıyordum. Bulamamanın siniriyle kaşlarımı çatmış, kafamı da iyice çantaya eğmiştim.

Ufak adımlarla caminin büyük kapısına giden bizimkileri takip ediyordum. Zeynep, bir anda bana dönerek "Yenge boşuna arama istersen." Diyince başımı kaldırdım.

İlk bir ne olduğunu idrak edemesem de sonradan caminin önünde duran iki siyah arabayı ve bizden tarafta olanın kaputuna belini dayayan Alkan'ı fark edince, elimi çantamdan çıkarıp omzumda düzelttim.

Bak bak, takmış bir de güneş gözlüklerini ben buraların ağasıyım havası yapıyor! İnsan karısının mesajına olsun bir yanıt verirdi ama değil mi!

İç sesim 'Zaten ağası' diyerek gerçeği tüm zihnimde yankılatırken kendi kendime göz devirmemek için çabaladım.

"Oğlum, hayırdır?"

Berfin Annem Alkan'a iyice yaklaşınca, beyimiz nereye baktığını bilmemizi engelleyen güneş gözlüklerini çıkardı. Her zamanki soğuk bakışları etrafta bir tur gezindikten sonra annesi ve nenesine bakınca az da olsa yumuşadı.

"Alışverişe gidilecekmiş ana."

Berfin Annem hatırladığını belli eden sesler çıkarıp onu onaylarken Sultan Nene "Ne işin var hele senin gızların yanında? Zatti dibinden ayırmıyon Zöhre'yi, rahat bırak az şu yavruyu da gezsinler beraberce." Dedi.

Kızlar ve Berfin Annem kıkırdarken, Alkan'ın kaşlar yine dudaklarına değecek duruma gelmişlerdi.

"Ayırmayacağım tabi. Birimiz nereye ötekimiz oraya nene."

Sultan Nene alaylı bir gülüş sundu. "Ha diysin ki gözeller gözeli garım var, yamacımda dursun, alıp götümesinler?"

Benim gözlerim kocaman açılırken Alkan'ın kasılan bedenini ta aramızdaki mesafeden anlayabiliyordum.

"Kim alabilir ulan!"

Alkan'ın siniri bir an olsun Sultan Neneye işlemezken, kendisi kıs kıs gülmeye devam ediyordu. Bana kısa bir an baktı. "Buralarda ona cesaret edebilecik insan evladı çıkmaz elbet amma... Rabbim nasip ede de size bi evlat verirse, sen gör o zaman şenliği Alkan Ağa!"

Daha ne kadar hayrete düşebilirdim bilmiyordum. Yanaklarım alev atıyordu resmen. Ümmet aşkına! Caminin kapısında konuştuğumuz konu cidden bu muydu?!

Kızlardan kahkaha sesleri yükseldi. Berfin Annem bile tutmuyordu kendisini. Ben mor olma yolunda emin adımlarla ilerliyorken, Alkan rahatlamış yüzüyle bana bakıp yarım ağız sırıttı.

"Ona tolerans gösteririz elbet."

Zahmet ettin ya demek istesem de şu ortamda o biraz sıkardı. Vallahi ayan beyan hâlime kahkahalarla gülünüyordu.

Utangaçlıktan ölen ilk insan olmak istemediğimden annemin yanından hızlıca sıyrılıp arabanın arka koltuğuna doğru ilerliyordum ki Alkan "Öne!" Diye uyarınca durdum.

Annem ve nenemin varlığını hissettirmek amaçlı gözlerimizi kesiştirdim. Tamam konak yakın olabilirdi ama Sultan Nenenin bacaklarını çok zorlamaya gelmiyordu.

Bu sırada arka taraflardan elindeki telefonla gelen Fırat Ağabeyin, hepimizde gezinen gözleri en son Asya Abla da takılı kaldı. Yüzünde oluşan gülümseme bizde de oluşmasını sağlamıştı.

"Nene, anne siz benimle gelin eve bırakayım..." Alkan'a yönelerek devam etti. "Siz de Zühre ve Zeynep'le gidin biz yetişiriz Asya'yla, konuştuğumuz yerde buluşuruz."

Alkan cevap vermeden bana arabayı işaret edip yanıma adımladı. Neneme ve anneme el sallayıp onlardan da aynı karşılığı aldıktan sonra sağ tarafa geçtim.

Zeynep'te arkaya bindikten sonra ilk Fırat Ağabeylerin geçmesini bekledik. Ardından da hâlâ ezberleyemediğim Mardin yollarında ilerlemeye başladık.

Çantamı sağ tarafıma koydum. Rahatça geriye yaslanıp kollarımı göğüsümde toplayacağım sıra elimde hissettiğim koca elle, gözlerim önüme düştü.

Alkan, sıkıca kavradığı elimi kendisine çekip, benimki üstte olacak şekilde kendi kolunu vites koluna yasladı.

"O surat bana asılmıyordur umarım."

Başını çevirip bana baktığını hissetsem de ona dönmedim. "Yoo, gayette sana asılıyor." Diyerek elimi çekmeye çalıştım.

Evet sadece çalıştım.

"Sebep?" Diye sordu elini iyice sıklaştırırken.

"Sebep?... şu ki, sana haber vermek için aradağım telefonun açılmayabilir evet. İşin vardır, toplantıdasındır, olabilir. Ama insan müsait olunca bir döner! Hadi onu da geçtim, tamam başlıklı toplam beş harften oluşan bir kelime ile mesajıma yanıt verilebilir değil mi?"

Arkadan gelen kıkırdama sesleriyle, bana hayret ve gülme arasında kaldığını belli eden kocam, kardeşine yan bir bakış attı.

Zeynep anında sustu. Bunun üzerine boşta olan elimi yüzüne götürüp çevirerek, yola doğru bakmasını sağladım. "Yekta'nın değimi ile 'öcü' bakışlarını görümcemden çek canım, korkutuyorsun." Dedim kaşlarımı çatarak.

O da benim gibi huysuz ama bir o kadar tatlı bir yüz ifadesi ile dik dik baktı bir müddet. Ardından hiçbir şey demeden hâlâ yanağını tutan elimin varlığı ile hafifçe sırıttı. Bir anda kafasını döndürüp avuç içimi öptü.

Bedenim kaskatı kesildi. Dıştan titrediğimi lakin aksine içten içe ter attığımı hissettim. Sanki tüm ona olan sinirim, buharlaşıp gidiyordu da bunlar bendeki etkileriydi.

Kalbim, bir kelebeğin kanat çırpma hızı ile eş değer şekilde hızlanmaya başlamıştı. Öyle ya işte, tek bir haraketi yüreğime güneşi doğduruyor, tüm vücuduma sıcaklık ve ışık yaydırıyordu.

"Ooooo!"

Zeynep'in biraz şaşkınlıkla harmanlanmış gülen sesi utanmamı sağlarken alelacele elimi çektim Alkan'dan. Bu telaşım iki kardeşi daha da güldürmüştü.

Zaten Alkan'ın işi gücü beni utandırmak, olmadı köşelere sıkıştırmaktı. Utandırmaktan da sinir etmekten de keyif alıyordu adam!
Keza Fırat Ağabeyde kardeşi kadar olmasa da aynı geminin yolcularıydı ikiside.
Bir de işin içine bu konularda onların kopyası olan kız kardeşleri girince ben ve Asya Abla ne yapalımdı şimdi?

Çalan telefonum kurtuluşum oldu. Hâlâ gülmeye devam eden kardeşlere dik dik bakıp telefonumu çıkardım. Kayıtsız bir numara beni karşılarken Alkan "Kim?" Diye sordu.

Ekranı gösterip "Bilmiyorum." Dedim. Gülen yüzü soldu. Kaşlarını çatarak "Erkekse direkt bana veriyorsun." Diye uyarıda bulununca baygın bakışlarımı ona atmaktan çekinmedim.

Koca elini bana yaklaştırıp yüzümü tutarak sağa sola salladı. "Aç hadi aç. Yüz bükme!"

Elinden kurtulup telefonu açarak kulağıma yerleştirdim. Hoparlöre almamı işaret edip, sağ kulağıma koyduğum telefona yetişmeye çalışan Alkan'ı sol kolumla engelleyip durması için koluna vurdum.

Ters bakışları ile beni baştan aşağıya bir süzdükten sonra radyodan kısık sesle yükselen müziği tamamen kapattı. Bu şekilde her türlü duyacaktı.
Daha da oyalanmadan karşıdaki kişiye kulak verdim.

"Buyrun?"

"Selamünaleyküm Zühre Hocam. Ben Kübra, kursunuzdaki Güllü Tosun'un büyük torunu."

"Aleykümselam... Ha, evet evet Kübra'cığım hatırladım. Güllü Teyze sabah bahsetmişti. Kur'an öğrenmek istiyormuşsun sanırım?"

"Evet!"

"Tamam, nerdesin, okulun var mı? Ona göre ayarlayayım saatimizi."

"Şu an Şanlıurfa'dayım ailemle. Liseyi yeni bitirdim ama üniversite istemedim. Daha çok ilim yolunda ilerlemek istiyorum. Bugüne kadar çok yönelemedim Allah'a. Bazı şeyler yeni yeni başıma vuruyor hocam...
Babannem sizi çok anlatınca ailem, isteğim üzerine beni oraya, yanınıza yollayacaklar. Saat de fark etmez bana. Siz nasıl ayarlarsanız."

"Öyle mi?... Tamam o zaman, sen gelince babannenle birlikte gel kursa. Hem senin yaşında beş altı kızım daha var. Onlarla da kaynaşırsın, daha sonra özel olarak sana vereceğim ders için konuşur, ayarlarız kendimizi."

"Tamam, tamam hocam! Çok teşekkür ederim, sağ olun..."

"Rica ederim canım benim ne demek. Allah'a emanet ol, görüşürüz inşallah."

"Sizde hocam, inşallah."

Aramayı sonlandırıp telefonu kucağıma indirdim. Alkan duyduğu konuşma ile hiç ses etmedi. Zeynep ise başını koltukların arasından uzatıp "Yeni kız mı geliyor?" Diye sordu.

"Evet, Güllü Teyzenin torunu. Sabah konuşmuştuk ya..."

"Hee evet hatırladım... İyi buyursun gelsin."

Tekrar arkasına yaslandığı sıra ben arkaya döndüm bu sefer. "Sizinle yaşıtmış. Anlaşırsınız gibi."

Usulca başını sallayıp "Bakalım." Dedi.

Yola dönüp geçtiğimiz yollara baktım. Tarihi ve modern iki şehrin birleşimi gibiydi Mardin.
Bir tarafta yılların eskitemediği taştan evler, kaleler diğer tarafta iş merkezleri, gökdelenler...

Aslında öyle aşık olunası bir şehirdi ki. Zaten kendimce eskiye deli olan biriydim. Pikapım vardı mesela Bolu'da. Bir sürü plağım vardı. Hep eski, unutulmaya yüz tutmuş şarkıları barındırıyorlardı.
Eski, kurmaca çalar saatlerim vardı. Babannemin evinden bulduğum çevirmeli telefonum vardı...

Yani tam anlamı ile antika hayranıydım. Eski bir eşya gördüğümde atmaz, alır saklardım. Kıymeti bilinmesi gerek diye düşünürdüm her zaman.

Mesela eskiden yaşamış birinin kullandığı eşya kavramı beni çok heycanlandırırdı. Düşünüyordum, yıllar önce her gün düzenlice kurulan çalar saat. Telefon yok, duvar saati bi ihtimal yok, elindeki kurmacadan başka zamanı tam olarak bilebileceğin hiçbir şey yok...

Bir gün onu kurmayı ihmal edebilir mi sahibi kişi? Yemek yemek, uyumak gibi bir şeydir bu o zamanlarda. Her gün uğraştığı o saat şimdi benim ellerimdeydi. Belki devlet adamı birinindi de ne anlaşmalara, ne toplantılara şahitlik etmişti...

Bu duygu sadece eski bir eşyada değil, herhangi bir parada bile veriyordu bazen. 1 liraya bakıyordum, benden önce kimlerin ellerine değmişti diye istemsizce düşündüğüm oluyordu.

Plaklarım mesela. Her gün kullanmazdım ama öyle kıymetli gelirlerdi ki özenle temizler, toz kondurtmazdım. Zar zor bulduklarım vardı aralarında. Kıymetli bir koleksiyon parçası olanlar vardı.

Antikacıydım dediğim gibi. Yeniden çok eskiyi seven, yeniden çok eskinin kıymetini bilen, geçmişi daha benimseyen bir antikacıydım...

Benden sorsan ummanlardır derdim,
Hani gözlerin var ya.
Bülbülleri susturup dinlerdim,
O tatlı sözlerin var ya.

Beni yeniden gerçek dünyaya bağlayan şey, radyodan yüksek sesli yayılan şarkı ve ona son ses eşlik eden Alkan'dı.

Bir dakika ne?

Katmer katmer gül açar gönlümde,
Hani gülüşün var ya.
Daha mutlu olamam ömrümde,
Beni öpüşün var ya.

Şaşkın ördek gibi izlediğim kocam bana gülümseyip elimi sıkı sıkıya tuttu. Eşlik etmemi istercesine kaşlarını oynatınca davetine sessiz kalmadım.

Senden başka, senden başka
Gözüm görmez hiç kimseyi.
Senden başka, senden başka
Duyamam ben hiç kimseyi.
Senden başka, senden başka
Sevemem ben hiç kimeyi.
Senden başka, senden başka
Olamam ben senden başkasıyla...

İkimizden de kıkırtılar yükseldi. Ne altımızdan kayıp giden yollar bilincimizdeydi, ne de çoktan bizi izlediğini unuttuğumuz Zeynep...

Bu kez Alkan sustu, benim devam etmemi istedi.

Dizlerim titrer sen görünce,
Hani o gelişin var ya.
Aklımdan çıkmaz bütün ömrümce,
O çapkın gülüşün var ya...

Gülümseyerek göz kırptı. Utangaç bir bakış attım.

Bir ilkbahar yağmuruydu sanki.
Ardından güneş doğar ya.
Yaktı bir ateş gibi inan ki,
O kor dudakların var ya.

Yeniden beraberce devraldık şarkıyı...

Senden başka, senden başka
Gözüm görmez hiç kimseyi.
Senden başka, senden başka
Duyamam ben hiç kimseyi.
Senden başka, senden başka
Sevemem ben hiç kimeyi.
Senden başka, senden başka
Olamam ben senden başkasıyla.

Tam şarkının bitişiyle arabanın durması birebir gerçekleşmişti. Bu sırada arabadan bir alış sesi koptu.

"Yiaa sizi yerim yeriim! Vallahi çektim videonuzu cümle alemi çatlatacağım bununla."

Ah tabi ya Zeynep...

"Bana bak. Zühre'nin sesi var orda saçma sapan yerlere atıp canımı sıkma benim."

Bu adam da. Ben kızlara atacağını bildiğimden kırmızı renkten mora geçiş yapıyorum, bu diyor ki Zühre'nin sesi çıkıyor!
Koyun can derdinde...

"Tamam öyle atmam zaten ağabey. Merak etme."

Cevabıyla birlikte arabadan inip geldiğimiz yere baktım. Bir çok dükkan vardı etrafımızda. Açıp otopark gibi bir yere girmiştik. Alkan ve Zeynep'te inince arabayı kilitleyip ilerlemeye başladık.

Zeynep önümüze geçtikten hemen sonra Alkan elimi eline alıp, sıkı sıkıya tuttu. Dik duruşu ve yüzündeki tolerans vermeyen ifade ile bana güven verirken, etraftaki insanların bize olan bakışlarını önlerine döndürüyordu.

Ses etmeden adımlarına ayak uydurdum. Hava soğuktu ve az da olsa titriyordum. Güneş tepemizdeydi lakin aldatıcıydı. Üzerimdeki kalın hırka bile pek fazla etki etmiyordu.

"Ellerin buz gibi yine. Neden mont kaban falan giymiyorsun yavrum. Havalar soğuk, hasta olacaksın."

Oyş sen beni mi düşünüyorsun diyip yanaklarını sıkmak yok mu şimdi?

İçimdeki sevgi patlaması yaşayan tarafımı susturup "Bu kadar olacağını düşünmemiştim. Güneş var ya az da olsa ısıtır dedim ne bileyim." Diye mırıldandım.

Eli, soğukluğunu almak istercesine elimi okşuyordu. "Daha kalın giy artık. Yoksa eşyan alalım."

Şiddetle itiraz ettim. Daha Bolu'dan gelmeden almıştım zira. "Yok yok. Ben yaza girerken kış, kışa girerken yaz alışverişi yaparım canım. Var o yüzden her şeyim elhamdülillah. Deli miyim ben 150 - 200 liralık eşyaya 500 vereyim?"

Bana baktığını hissedince bende ona baktım. "Tutumluyum diyorsun?"

"Ee tabi."

Hiçbir tepki vermeden önüne döndü. Aslında gülümsüyordu ancak bunu sadece ben anlıyordum. Böyle küçücük kıvırıyordu o dudağı. Başkası görürse mazallah bir şey oluverirdi değil mi?
Başımı kendimce iki yana sallayıp beni yönlendirdiği yere yürümeye devam ettim.

Kısa bir gezintinin ardından tesettür kıyafetlerin satıldığı bir mağazaya girdik. Alkan ona verdiğim çantamı alıp, ortada bulunan koltuklara yönlenince bizde etrafa bakınmaya başladık.

Kendimce yeteri kadar kıyafetim vardı. Asya Ablaya da ona gelince bakacağımız için hem öyle bir geziyor hem de Zeynep'in beğendiği elbiselere fikrimi beyan ediyordum.

Bir müddet sonra Asya Abla da gelince asıl alışverişimiz başlamış oldu. İhtiyacı olabilecek her şeyi bakıp, beğendiklerini ayırdıktan sonra sıra denemeye gelmişti.

Asya Abla girdikten sonra Zeynep'te bana yan kabini işaret etti. Elbise almayacaktım ancak birini kızlar çok beğenmiş, denememi istemişlerdi. Zaten günlük değil, biraz daha davetvâri, düğünlük bir elbiseydi. Yakında Elif'in cemiyeti olduğundan ve benim de böyle ağır bir elbisem olmadığından sadece deneyecektim. Belki vakti geldiğinde alınabilirdi.

Beyler koltuklara iyice yayılmış, hem konuşup hem telefonlarından iş hâllediyorlardı. Alkan görmeden giyip çıkarmalıydım elbiseyi, zira hoşuna gideceğini pek sanmıyordum.

Hızlıca kıyafetlerimi çıkarıp elbiseyi geçirdim üzerime. Fermuarını çekerken az zorlansam da hâlletmiştim.
Lila, boydan boya olan elbisenin göğüs kısmı dökümlüydü. Sade ve şıktı ancak bel kısmı tamamı ile sarıyordu bedenimi.

Alkan'a kalmadan ben istemezdim zaten bunu. Lakin yine de kızlar kırılmasın diye çıkarmayıp kafamı kabinden dışarı uzattım.

Asya Abla çoktan çıkmış, üzerini süzerken Zeynep ona bakıp yorumluyordu. Beni görünce direkt muhabbeti kesip çık işareti yaptılar.

Alkan'dan yana baktığımda bu tarafla ilgilenmediğini görüp usulca dışarıya çıktım. Tam önümdeki aynadan kendime bakarken kızlar çok güzel durduğuna dâir cümleler sarf ediyorlardı.

"Zühre... Vallahi çok güzel olmuş."

"Yenge zaten beyaz tenlisin lila daha bir güzel oturmuş."

Onlara kararsızca attığım bakışlardan sonra Asya Abla göz devirip yanıma geldi.

"Var ya seninki gibi tenim olacak, bir saniye düşünmem şu rengi alırken."

Zeynep katıldığımı belli ettiği sıra mağazada Alkan'ın sesi yankılandı. "Lan!"

Saniyesinde bakış açıma koca bir cüsse girmiş ve beni kabine ittirmişti. "Bu ne?!"

Karşımda şaşkın ama bir o kadar sinirli duran kocamın yüz ifadesine bakarken kendi kendime ben biliyordum böyle olacağımı diye geçirmeden edemiyordum.

"Elbise?"

Bana ciddi olamazsın der gibi bakıp "Başka elbise mi kalmadı? Belini nasıl belli ediyor fark etmiyor musun?" Dedi dişlerinin arasından.

Elimi alnıma yapıştırıp öylece kaldım bir kaç saniye. Ardından huyuna gitmemin iyi olacağını düşünüp ellerimi omuzlarına koydum.
Kaskatı kesilen bedeni biraz olsun gevşerken, yüzünde mimik oynamamıştı.

"Fark ediyorum. Zaten bana kalsa ne alırım ne giyerim. Kızlar dener misin dediler, kıramadım."

Omzundan geriye bakıp kızlara baktı. Derin bir nefes verip yüzünü kendime çevirdim. "Tamam bak çıkaracağım şimdi. Hadi git otur sen." Diyip dışarı itekledim.

Beni baştan aşağıya süzüp bir süre baktıktan sonra baş sallayıp çıktı kabinden. Anında kızlarla göz göze gelince bana 'Allah sana yardım etsin' bakışları atıp ikisi de bir kabine girdi. Onların yüz ifadelerine tebessüm edip kapıyı kapattım.

Üzerimi değiştirip dışarıya çıkıyordum ki bu kez Fırat Ağabey ve Alkan'ın aynı anda bağırış sesleri yankılandı.

"Zeynep!"

Kapıyı açıp hızla dışarıya fırladığımda iki adamın sinirden kızaran yüzleriyle karşılaştım. İkisi de gözlerini kırpmadan Alkan'ın elindeki telefona bakıyorlardı.

Aklıma gelen detay ile gözlerim kocaman açıldı. Bilinmeyen numara?

Fırat Ağabey, Alkan'ın elinden çektiği telefonu kalktıkları koltuğa fırlattı. "Zeynep!"

Benim bile yüreğim hop kalkarken Zeynep'i düşünmek mümkün müydü?

Alkan sıktığı dişlerini gıcırdatarak sert ve büyük adımlarla Zeynep'in içinde olduğu kabine ilerlerken önüne geçip durdurmaya çalıştım. "Alkan... ne olursun sonra."

Boş olan mağazada bizi sadece çalışanlar izlerken ne yapacağımı bilemiyordum. Öğrenmişlerdi işte.

Sinirli gözleri beni bulurken onu böyle görmeyi hiç istemediğimi fark ettim. O kadar korkutucu duruyordu ki...

"Ne sonra?! Sende biliyordun değil mi? Ben neyim Zühre burda, ha neyim?!"

Sesimi çıkaramadım. Haklıydı ancak çokca sinirliydi. Bu şekilde hayatta Zeynep'in karşınına çıkaramazdım onu. Kırardı, büyük kırardı.

"Zeyneeeep! Çıksana dışarıya, çıkıp da kim olduğunu söylesene şu itin!"

Hıçkırık sesleri kulaklarına dolunca üzüntü ile kapattım gözlerimi. Hayır, hayır söz vermiştim ben ona. Sana laf ettirmeyeceğim diye söz vermiştim.

"Alkan lütfen..."

"Ne Alkan lan ne Alkan! Kim diyorum bu kim? Sen biliyorsun değil mi Zühre? Göz göre göre susuyorsun, benim! kardeşimi benden koruyorsun değil mi karıcığım?!"

Baskıcı ve nefret içerikli konuşmaları kalbimi acıtıyordu. Bilmiyorum desem ne olacaktı ki? Şu an gözü bir şey görüyor muydu?

"Ne o Zeynep Hanım. Çok korktuğun ağabeylerin sevgilinizi öğrendi diye mi bu saklanmalar ha? Çık dışarı! Kim bu herif söyle!"

Elindeki hayali balyozu almış, acımadan geçiriyordu bize. Sonrasını düşünmeden, canımızı yakmaktan korkmadan, umursamadan... Sadece vuruyordu gelişine.

Bir kapı sesi işitildi. Cam ve ucunda zil olan mağaza kapısı sanki daha önce açılmıştı da şimdi kapanmıştı gibi. O an fark ettim ki evet, kapı uzun zamandır açıktı zira buz gibi olmuştu içerisi.

"Benim!"

Dedi yabancı bir ses.

Bu, hepimizin hayretle oraya yönelmesini sağlayan bir erkek sesiydi.

Molaaaaa.

Kimdir sizce buuuuğ?

Nasıldı bölüm?

Alkan çocum yine gırdın attın bizi..

Fırat tepkisiz, belki diğer bölüm.

Zeynep... korkudan ne yapacağını bilemedi üzümlü kekim.

Zühre. Alkan'ın her cefasını bu yavru çekiyor işte.

Sefa günleri de gelir inş;)

Yıldızlar parlamayı bekliyor.

Allah'a emanet.

Continue Reading

You'll Also Like

239K 11.6K 21
Bir kız düşünün, sapasağlam ayakları yere basan, cesur ve dürüst. Şaşalı yaşamına rağmen alçak gönüllü. Ne saf ne masum! Çıtkırıldım mı? Asla. Bira...
250K 10.7K 39
°DÜZENLENİYOR° Aşkın ne olduğunu onla öğrenmiştim. O bana ne derse desin yine onun omzunda ağlamış, yine ona sığınmıştım. Sanırım en büyük hatamda bu...
31.9K 2.6K 36
Daha fazla dayanamadım . Hıçkırarak ağlamaya başladım . Zaten çok bile dayanmıştım . Ama konuşacaktım . On beş senedir susuyordum . Dile kolay on beş...
1.3M 91.8K 51
0526******: Hocam inşAllah bu evde kalma sorunsalım biterse nikahımı kıyar mısınız? Hoca Efendi: Ne? 0526******: Nikah diyorum hocam, kıyar mısınız? ...