Hepimiz Beyaz Atız! Bu cümleyle giriş yapmak istedim çünkü bir önceki bölümden beri bu cümleyi defalarca gördüm, her yere yazmışsınız maşallah! Çok çok teşekkür ederim hepinize, bölümler biraz aksıyor çünkü laptop'ımın üstüne bir bardak su döktüm şuan tamirde, kardeşimin bilgisayarını ara sıra alabildiğim zamanlarda bölüm yazabiliyorum şu aralar, Sınırsız'ı soranlar varsa o da 1-2 gün içinde gelecek, tekrar tekrar çok teşekkürler, sizleri seviyor, öpüyor ve Onur-Zeynep-Burak-Mert dörtlüsüyle başbaşa bırakıyorum! İyi okumalaar^^
14.Bölüm : Canım İstiyor.
*Görmek yetmez, bakmak gerek...*
Doruk'la birlikte masadan kalkıp kantin merdivenlerinden çıktığımız sırada üçlünün bakışları üzerimizdeydi. Yani öyle hissediyordum. Başımı oraya çevirip baktığımda ise Onur'un bakmadığını gördüm. Kaşlarım çatıldı, niye bakmıyordu? Tamam. Bakmak zorunda değildi. Ama niye bakmıyordu? Belki de cidden umursamıyordu. Gerçi umursamasaydı tüm bu yaptıkları, beni gözetlemeleri, peşimden gelmeleri sebepsiz olurdu... Belki de bana aşkından ölüyordu ve bakmaya dayanamıyordu! Beni her Doruk'la gördüğünde acı çekiyordu! Ha ha! Kendimi saçma düşüncelerden sıyırıp kantinin dışına attığımda Doruk yine hafif bir şarkı mırıldanarak ilerliyordu koridorda. Onunla geçirmem gereken çok az bir vakit kaldığını hissediyordum. Onur çok net bir şekilde sana bir daha gel dediğimde geleceksin demişti. Ve haklıydı, gidecektim. Bu yüzden sarışını konuşturmak zorundaydım!
''Sen sinirli bir insan mısındır?'' Sorumla birlikte Doruk gülmeye başladı,
''Ben mi? Ben hiçbir şeye sinirlenmem Zeynep. Her şeye gülerim.'' Belli...
''Peki sert misindir? Yani insanlara karşı... sinirlendiğinde...''
''Sinirlenmem diyorum. Sert de değilimdir. Cevaplarını dalga geçerek, gülerek veririm.'' Bu çocuk katil olabilir mi ya? Hiç de öyle gibi değil.
''Ama biri damarına çok fena bassa! Ona... mesela... ona zarar verir misin?'' Yuh Zeynep! Hadi bir de öldürür müsün diye sor!
''Zarar vermek mi? Bir canlıya en son yedi yaşımdayken zarar verdim. Bir kedim vardı ve sırtına masaj yapmak için üstüne çıktım. Korkma ama hiçbir şey olmadı. Birkaç hafta veterinerde kaldı sadece... Bu masaj olayını da annem babama yaparken görmüştüm. Ben de kedime yapayım dedim. Meğer yapılmıyormuş kedilere!'' Kendimi gülmemek için zor tutuyordum. Bu söyledikleri gerçek olabilir mi? Yani aynı soruyu Onur'a sorsaydım bana yüzlerce olay anlatırdı.Doruk sadece bir olay anlattığına göre Onur'un katil olma ihtimali bile daha yüksek.
''Peki ama şöyle düşün, sevgilinin seni aldattığını öğrendin ne yaparsın?'' Akıllıca bir soru. Belki de o kız sevgilisiydi, ve aldatıyordu. Olamaz mı, olabilir.
''Ben de onu aldatırım. Sonra yan yana oturup geldiğimiz hale güleriz. Yani ben gülerim. O ağlar muhtemelen. Kızları bilirsin... İçlerinde sürtük yatsa da ağlıyorlar. Susturamıyoruz.''
Yok. Bu çocuktan katil çıkmaz. Ciddiyim. Hiçbir şey umrunda değil. Hiçbir şeye sinirlenmez, hiçbir şeyi umursamaz, hiçbir şeye üzülmez bile! Adamımız Doruk değil. O kadar saattir konuşuyoruz bunu anladım, Doruk katil olamaz.
''Bu soruları niye soruyorsun?'' Tam Doruk'tan beklenen soru gelmişti ki cebimdeki telefonum titredi, mesaj bildirimine bakacağım sırada sağ üst köşede şarjımın %15'e indiğini görüp içimden okkalı bir küfür savurdum. Daha sonra bildirimleri açtım.
*CİNAYET İSİMLİ WHATSAPP GRUBUNDAN BİR YENİ MESAJ*
*Burak : Bizim sınıfın önündeyiz, sen de hemen geliyormuşsun*
*Burak : Yani geliyorsun. SHIT*
Yüz ellinci kez Onur tarafından yazdırılmış bir mesaj... Yüz ellinci kez bunu gizleyemeyen Burak... Gülmemek için alt dudağımı ısırıp Doruk'a baktım.
''Benim acilen gitmem lazım! Seninle... görüşürüz! Çok acil!'' Doruk'a tek kelime ettirmeden hızlı adımlarla döndüm ve yanından ayrıldım. Arkamdan adımla seslense de dönmedim ve koşar adım merdivenlere yöneldim. Neredeyse DORUK'TAN KURTULDUM diye bağırarak tek başıma Arjantin tangosu yapmaya başlayacaktım. O kadar yalnızdım ki tek başıma Arjantin tangosu yapmayı düşünüyordum...
Merdivenleri hızlı adımlarla çıkıp koridora girdiğimde uzaktan Mahşerin Üç Atlısını gördüm. Sınıfın kapısının önünde durmuş, kollarını göğüslerinde birleştirmiş beni bekliyorlardı. Koşarak yanlarına gittim ve bana hesap soran gözlerle baktıkları sırada Onur'un karşısında, Burak ve Mert'in arasında yerimi aldım.
''Sana süre tanıdım,'' dedi Onur, ''plan yaptın. Planın işlemedi. Şimdi, sana gel dedim. Geldin. Ve sana gitme diyorum. Bir daha o Christian Grey çakmasının yanına gitmeyeceksin. Anladın mı?'' Yutkundum. Böyle emredince koşa koşa gidesim geliyordu. Ama tatsızlık çıkarmak istemiyordum. Ki zaten Doruk'un katil olmadığı açık ve net bir şekilde belliydi.
''Zaten katil olması imkansız.'' Aralarında gülüşürlerken bakışlarımı tek tek üzerlerinde dolaştırdım, ''komik mi?''
''Komik.'' Onur'un sert cevabıyla gözlerimi devirdiğim sırada Burak söze girdi,
''Boşu boşuna prenses denildi sana. Ben olsam ağlardım.'' Öldürücü bir bakış fırlattım Burak'a,
''Sana prenses derlerse ağla zaten.'' Hemen ardından Mert'in sesi duyuldu,
''Oooo Zeynep vurdu, ve gol oldu!'' Sinir bozukluğuyla derin bir nefes aldım. Benimle uğraşmak hoşlarına gidiyordu. Aralarına sonradan geldim, tek kızım ve onlara göre karakter açısından zayıfım (!) ya hani. Sırf bu yüzden benimle uğraşıyorlardı. Ama bunu onlara ödetirdim.
''Şimdi beni iyi dinleyin. Tek tek gereksiz insanlarla konuşamayız. Bizim olaya büyük bir pencereden bakmamız lazım. Birer birer değil, onar onar, yüzer yüzer görmeliyiz onları. Yani bize kalabalık bir yer lazım. Kalabalık bir yer olacak ki insanları izleyebilelim, hepsini, her birini. Herkesin olacağı bir yer.'' Onur'un anlattığı planla kaşlarımı çatıp düşünmeye başladığım sırada koridorun karşısından çakma sarışın zayıf uzun boylu renkli bir kızın gülerek bize yaklaştığını gördüm. Üçlünün bakışları kıza yönelirken kıskançlıkla yutkundum. Buradaki tek kız ben olacaktım, sen kimsin!?
''Ehehe selam!'' Kız gerçekten böyle bir giriş yaptı. Direkt olarak Onur'a bakıyordu.
''Merhaba!'' Burak yavşarcasına gülerek cevapladı kızı.
''Onur! Ve siz... Eee, ben okulun edebiyat kolundayım. Bir duyuru için geldim. Zafer hoca akşam konferans salonunda bir etkinlik düzenleyecek. Bir yarışma! Herkesi çağırıyoruz! Siz de gelmek ister misiniz?'' O kadar saçma sapan bir halde kırıtarak flörtöz bir tavırla konuşuyordu ki neredeyse elimi kızın ağzına sokacaktım. Bakışlarım öfkeyle Onur'a kaydığında onun da tek kaşı havada bana baktığını gördüm. Anında gözlerini kaçırıp kıza hafifçe ondan beklenemeyecek bir şekilde NEDENSE gülümsedi.
''Bilmem, gelir miyiz?'' Bakın bu ne demek!? Onur Zorlu sarışın kızla flört eder gibi konuşuyor demek! Şuan mesela Onur değil. Burak ya da Mert yapsa da sinirlenirim. Çünkü... tek kız benim anladınız mı? Buradaki tek kız benim!
''Yaa!'' dedi kız gülerek, ''gelin!'' Neredeyse Onur'un ayaklarına doğru eğilip bacaklarını öpmeye başlayacak. Onur'un bakışları beni delirtmek istercesine kızın üzerinde dolaşırken yanlışlıkla kızın ayağına sertçe bastım. Kız birden inleyerek kendini geri çekti ve Burak ve Mert kahkahalarla gülerlerken Onur ve sevdiceği bana şaşkınlıkla bakakaldı.
''Pardon,'' dedim, ''yanlışlıkla oldu.'' Kız öfkeyle eğilip ayakkabısını eliyle silerken Onur bana soran gözlerle bakıyordu. Ona karşı gözlerimi devirip bir adım geri çekildim. Kız nihayet doğrulduğunda tekrar Onur'a baktı.
''Geliyorsunuz, değil mi? Saat 7 gibi konferans salonunda olacak.'' Onur duruşunu dikleştirdikten sonra alt dudağını ısırdı,
''Ne yarışması bu?'' Kız hevesle anlatmaya başladı,
''Edebiyat yarışması. Romeo Juliet konulu. Bir kız bir erkek kazanacak. Kazanan yarışmacılara Romeo ve Juliet ünvanı verilecek. Yani okulun Romeo ve Juliet'ini seçiyoruz!'' Sinir bozuculukta sınırları zorluyor ya. Kesin içinden Juliet olmayı hayal ediyordur. Hatta Onur'un da Romeo olmasını. El ele sahneye çıkışlarını... Umrumda değildi. Ne yaparsa yapsın.
''Tamam. Geliyoruz.'' Onur'un teklifi kabul edişiyle şok içinde baktım ona. Onur Zorlu? Bizim Onur Zorlu? Romeo olmak için mi yarışacaktı? Sen önce yangın merdivenine girişlerde kapıyı yüzüme çarpmamayı öğren.
''Çok sevindim! Akşam görüşürüz!'' Hepimize görüşürüz deyip el salladıktan sonra yanımızdan ayrılınca öfke dolu gözlerle baktım Onur'a. O ise bana bakmak yerine kızı izliyordu. Hayır Zeynep sakin ol, sakın Onur'un suratına tekme atmaya çalışma, hayır Zeynep, sakin ol, bacağın oraya kadar yetişmez, hayır yetişebileceği yerlere de vurmayacaksın, sakin ol....
''Ooo, kardeşim. Yürü bu kıza.'' Burak Onur'a kaş göz işaretleri yaparken aralarında gülüşüyor olmaları o kadar sinir bozucuydu ki... Her şey o kadar sinir bozucuydu ki neredeyse yere çöküp ölmek istiyorum diye ağlamaya başlayacaktım.
''Burak sen hücrelerini Esra Erol'la ortak mı kullanıyorsun ne bu gaza getirmeler?'' Kurduğum muhteşem cümleyle birlikte Mert büyük bir kahkaha atarken Burak şaşkınlıkla bana döndü. Nedense bu söylediğim Onur'un da hoşuna gitmiş gibiydi,
''Ne yaptım ben ya?'' diye mırıldandı Burak, ''Onur kıza yürümedi mi abi?''
Hiç çekinmeden elimi uzatıp Burak'ın ağzının üzerine koydum! Susması için bastırdığım sırada Mert gülmekten yere yatmak üzereydi. Onur'un bile çarpık gülüşünü görebiliyordum.
''Sus,'' diye emrettim, ''Kızları böyle değersizleştirmenize dayanamıyorum. Yürümek filan. Bundan sonra doğru düzgün konuşun.'' O kadar güzel yalan söylüyorum ki neredeyse inanacaklar.
''Zeynep o konuşmadan duramaz, elini biraz daha öyle tutarsan büyük ihtimalle yirmi saniyeye kadar ölecektir. Lütfen çekme.'' Mert'in cümlesiyle birlikte gözlerimi devirerek elimi Burak'ın ağzından çektim ve kollarımı göğsümde birleştirdim.
''Gerçekten ölürdüm.'' Burak'a şuan sinir olmuş olsam da o kadar masum bir ifadeyle söylemişti ki gülmek zorunda kaldım. Sinir bozukluğuyla güldüğüm sırada Onur'un benim gülüşümü izlediğini gördüm. Garip bir andı. İki saniye sürdü. Gülüyordum, gözlerim bir anda Onur'a kaydı ve gülüşümden haz alır gibi beni izlediğini gördüm. Onur Zorlu benim gülüşümü mü izliyordu? Hemen sonra gözlerini kaçırdı zaten... Kalakaldım.
''Sınıfa gidelim. Akşama kadar uyuyalım. Aramızda uyumak gibi bir alışkanlığı olmayan arkadaşlar var...'' Onur'un cümlesiyle birlikte Burak'a baktım. O muydu? Sonra Mert'e döndüm 'sen misin?' dercesine. Sonra Onur ekledi,
''165 boylarında. Yaklaşık 50 kilo. Esmer. Prenses.'' Onur'un sıraladığı özellikler gayet normal giderken ağzından çıkan son kelimeyle birlikte bir kez daha koptuklarında öfkeyle Onur'a bakıyordum. Bana garip ama sakin bir gülüşle bakarken ona doğru omuz silktim.
''Uykum yok...'' O da aynı şekilde omuz silkti.
''Sen bilirsin,'' dedi, ''biz uyuyacağız. Ve yanımızdan ayrılma gibi bir şansın yok. Hadi.''
Birlikte sınıfa girdiğimizde sınıf her zamanki gibi boştu. Onur dördümüz de sınıfa girdiğimizde dönüp cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı kilitleyince gözlerime inanamadım. Okul müdürünün oğlu olmak böyle bir şey miydi? Ah... Ben kaçmayayım diye yapıyor!
''Gerçekten sınıftan kaçacağımı düşünmüyorsun değil mi!?''
''Düşünüyorum.'' Derin bir nefes verdim. Hiçbir şey söylemedim. Trip atar gibi arkamı döndüm ona. Burak ve Mert arka sıralara ilerleyip iki sıraya yerleştiklerinde Onur sol en arka köşedeki sıraya geçti. Ben de ayakta öylece bekliyordum. Trip atıyordum çünkü! Ama umrunda değildi. Üçü de sıraya kafalarını koymuşlar öylece yatıyorlardı. Dakikalarca bekledim. Dakikalarca oturmadım bile. Sonra, Onur'a doğru döndüm. Kollarını sıraya koymuş, ellerini ve kollarını birleştirerek kendine bir yastık yapmış başını oraya yaslamıştı. Yüzü bana dönüktü, nefes alış-verişleri öyle yavaştı ki uyuduğunu anlamak hiç de zor değildi. Garip bir şey hissettim o an. Ayaklarım benden izinsiz çalışmaya başladı. Kendimi Onur'un sırasının yan sırasında buldum. Tam karşısına oturdum, elimi kendi yanağıma dayadım. Ve ben Onur Zorlu'yu izlemeye başladım. Neden diye sormayın, sebebi yok. Ne hissettiğimi sormayın, hiçbir şey hissetmiyorum. Bunu yapıyorum. Çünkü arkadaşlar, benim canım bunu yapmak istiyor. Bazen görüyor olmak yetmiyor, bakmak da gerekiyor...
***
Oy kullanmayı ve yorum yapmayı unutmayıın^^