FELAH

By lemveli

630K 60.3K 46.1K

❝Savaşı durduramam ama elime mikrofon alarak insanların sesini duyurabilirim.❞ Savaş kaybolmaktır. Ben bu sav... More

FELAH
1. KAYIP
2. DİP
3. KAYBOLMAK VE BULUNMAK
4. DOST VE DÜŞMAN
5. İKİ EL ATEŞ
6. BAŞKA KOŞULLAR
7. MASALLARA İNAN
9. LEKELİ GERÇEKLER
10. YASAK BÖLGE
11. ÖFKE
12. ÖNCELİK
13. ATEŞİN TAM ORTASI
14. MERHAMET VE İHANET
15. CEZA
16. DÖRT
17. EV
18. FEDAKÂRLIKLAR
19. AİLE
20. SEKİZ KASIM (1.KİTAP FİNALİ)
21. GÖMÜLMEYEN BİR ÖLÜ
22. GERİ DÖNÜŞ
23. SUİKAST
24. PİYON
25. LAVİNİA
26. ŞÜPHE
27. KARABAĞ'A DÖNÜŞ
28. HER ŞEYE RAĞMEN
29. İNTİKAM
30. SONLAR VE BAŞLANGIÇLAR
31. YALANLAR VE DOĞRULAR
32. BOZKURT VE KARGA
33. MÜHÜRLÜ KALPLER VE BEDENLER
34. MUTLU SABAHLAR

8. AY PARÇASI OPERASYONU

19.1K 2K 1.4K
By lemveli

Tommee Profitt, SVRCİNA - Tomorrow We Fight

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

8. AY PARÇASI OPERASYONU

Ölümden korkmuyordum.

Küçükken bir ağacın tepesine tırmanıp dut toplarken düşmekten korkmamıştım. Çok koştuğumda terleyip soğuk su içip hastalanmaktan korkmamıştım. Kendimden büyük çocuklarla kavga ettiğimde yaralanmaktan korkmamıştım.

Ama... Adımın, soyadımın lekelenmesinden korkuyordum.

Ben her ne kadar bir tümgeneral kızı olsam da bunu asla kullanmayı kabul etmemiştim. Hep kendim okumuş, çalışmıştım. Öğrenciyken babamdan tek kuruş almamak için iki işte birden çalışırdım. Gündüzleri kasiyerlik, geceleri editörlük ve çevirmenlik yapardım. Babama bile eğmemiştim ben başımı.

Hilal Uluant adını ben kendim yaratmıştım, babam değil.

Sektörün en çok teklif alan, en önemli işlerinin verildiği gazetecilerinin başını çekiyordum ben ve bunu sadece kendime, cesaretime, azmime borçluydum. Adı bile geldiğinde herkesin ürktüğü, asla gitmek istemediği bölgelerde aylarca yaşamıştım bu iş için. Bomba ve çığlık sesleriyle uyanmıştım geceleri, ambulansın o iç acıtan sesi asla dinmemişti, şehirlerde her daim savaş sinyali olan o ses yankılanmıştı.

Ölümden korkmuyordum.

Ölümden sonra kötü anılmaktan korkuyordum.

Şu an burada ölsem beni hain sanmalarından korkuyordum. Benden sonra babamın sorgulanmasından korkuyordum.

Yanımdaki maskeli ve kara gözlü adam, "Sana bir şey yaptılar mı?" diye sordu bozuk Rusçasıyla.

"Hayır." Dudaklarımı ıslattım. "Hangi dili iyi biliyorsun? Rusçan berbat!"

"İngilizce, Ermenice, Arapça, İtalyanca, İspanyolca, Türkçe. Rusça'yı geliştirmeye çalışıyorum."

"Türkçe konuşalım," diye mırıldandım. "İstihbaratçısın o zaman sen? Bir asker bu kadar dil bilmez."

"Şu an burada seninle kariyerim hakkında konuşurken alnımın ortasından kurşun yemek istemiyorum."

Gözlerim belerdi. "Ne güzel konuştun be!" Gülümsedim. "Türkçe konuşmak çok güzel değil mi? Övsene memleketimin dilini!"

"Yürü," dedi sadece. "Arkamda dur."

"Korkmana gerek yok," dedim rahatça. "Ruslar en çaylak ajanlarını göndermiş beni almaları için. Abartmıyorum! Saçma sapan sorular sordular, birkaç tekme attılar. O kadar."

Gözlerini devirdi, silah tutan sağ elini önümüzde tutarak ilerledi. Onun bir adım gerisinde durarak, "Bana da silah ver. Kullanabiliyorum," dedim ciddi tavırla.

İkiletmeden belindeki tabancayı çıkarıp bana uzattı. Tabancanın emniyetini açıp onun gibi elimi kaldırdım ve her an gelecek bir tehlikeye karşı kendimi korumaya aldım.

"Kusura bakma, seni bıçakladım demin." Dünyanın basit şeyinden bahsediyormuş gibi olmama sinirlendiğini hissettim.

Öfkeyle derin nefes aldı. "Tam göğsümden!"

Ona bakarak gülümsedim. "Ölmedin ama çok şükür."

"Çattık ya!" Dışarıdan adım sesleri geldiğinde, "3 dediğimde sağ taraftaki koridora koş. Arkana bakma," dedi kısılan sesiyle.

"1..." Adım sesleri yakından geliyordu. "2..." Adım sesi daha da yaklaştı ve kapının hemen dışında durdu. "3..." Arkama bile bakmadan dediği gibi koştum ve karanlık koridor boyunca koştum. Birkaç saniye sonra silah seslerini duydum ama durmadım. En sonunda dediği demir, paslı kapının tam önünde durdum.

Birisi geldiğim koridora girmiş ve koşuyordu.

Silahı karanlığa doğrulttum ve parmağımı tetiğe getirdim.

Karanlıktan çıkan, baştan aşağıya siyah giyen, kara gözlü ve Dört'ün dostu olduğunu iddia eden Yedi'yi gördüğümde silahımı indirdim, kapıyı açtım yavaşça.

Kapının tam önünde eski bir araba vardı. Başıyla arabaya atlamamı işaret ettiğinde seri bir şekilde ön koltuğa bindim ve kemerimi bağladım. O da sürücü koltuğuna yerleşti ama kemer aklına bile gelmedi.

"Şey."

"Ne?"

"Kemer?"

İnanmazcasına bana döndü. "Cidden mi?"

"Kemer, hayat kurtarır." Ardından geride bıraktığımız depoya baktım. "Öldürdün mü adamları?"

"Ben adam öldürmem," diye yanıtladı sorumu anında. "Etkisiz hâle getirmek için yaralarım."

"Ajan prensibi falan mı bu? Beni kaçıranlar da askerleri öldürmedi çünkü."

"Hayır," dedi kısaca. Fakat hemen ardından fikrini değiştirdi ve durumu açıkladı. "Ajanlar bazı kategorilere bölünür. Tetikçiler vardır mesela içimizde. Öldürmek sırf onların görevi."

Gözlerimi kısarak ona baktım. "Senin de kod adın rakamla. Dört'ün de öyle. Demek ki aynı gruptansınız. Dört'ün sadece asker olduğunu sanıyordum ama demek ki ajanmış. Ermenistan'ın gizli biriminden misiniz?"

"Çok soru sordun."

"Sen nesin? Tetikçi olmadığına göre?"

Gözünü yoldan ayırmadan, "Ben liderim," diye yanıtladı sorumu.

"Havalısın," dedim ve derin nefes aldım. "Onu nasıl kurtarmayı düşünüyorsun?"

"Her zaman bir planım vardır," dedi kendinden emin tavırla. "Kan kaybediyorum, eczane bulup şu yaramı kapatalım, sonrası kolay."

"Dikiş gerekiyor mu?"

"Gerekse bile şu an sırası değil."

"Dört nerede?"

"Karakolda."

Gözlerim belerirken, "Onu karakoldan mı alacağız?" diye sordum. "Bunu kimseyi öldürmeden yapamazsın. Bana mı güveniyorsun? Tetikçi değilim!"

"Tetikçimiz var." Cebinden bir kulaklık çıkardı ve kulağına takarak dokundu. "Sekiz? Aras ve On Sekiz'in konumuna ne kadar var?" Sekiz ve On Sekiz da kesinlikle kod adıydı ve Yedi isimli bu kişi Türkçe konuşmayı tercih ediyordu artık. Dört, Rusça'yı anadili gibi konuşuyordu ama Yedi yeni yeni öğreniyordu. İkisinin de ortak noktası sanırım Türkçe'yi anadilleri gibi konuşmalarıydı.

Tuhaflardı.

"Sorun yok," dedi Yedi. "Hayır, vurulmadım. Nabzım ve tansiyonumu kontrol etme her dakika başı! İyiyim."

Nabzı ve tansiyonunu biliyordu telefondaki kişi.

Yedi iç geçirerek, "Bıçaklandım," dedi kısık sesle. "Kanamam var ama iyiyim."

"Sinirlendirme lan beni. Sensin acemi! Beklemediğim birinden geldi darbe." Göz ucu bana baktığında ona gülümsedim. Sonuçta gözlerim kapalıydı ve onun beni kurtarmaya geldiğini bilemezdim. Bu, beni suçlu yapmazdı. "İlerideki kısık far ışıklı araç onların mı?" Yedi'nin, telefondaki kişiye sorduğu soruyla önüme baktığımda dediği aracı gördüm. Yedi, kulaklığını çıkarmadan, "İn, araç değiştiriyoruz," dedi.

Onunla beraber aşağıya indim, seri bir şekilde aracın arka koltuğuna geçip oturduk. Aracı bir kadın kullanıyordu, bunu direksiyonu tutan ince parmaklardan anlamıştım. Önde de heybetli bir adam vardı. Hepsi kar maskeleri takmıştı.

Heybetli adam, "Maskeyi tak," diyerek bana da kar maskesi uzattı. Hiçbir şey söylemeden dediğini yaptım. "Durumu iyi gibi," dedi. Dört'ten mi bahsediyordu? "Değerleri normal."

"Güzel," dedi sadece Yedi. Eliyle göğsünü tutuyordu. Canı acıyordu ama bunu belli etmemek için direndiği her hâlinden belliydi.

"Kes sesini," dedi Aras kulaklığında konuşan kişiye. Bu, onun kod adı mı yoksa adı mıydı bilmiyordum. "Eczaneye gidiyoruz."

"Tansiyonun düşüyor, Yedi," dedi kadın endişeyle. "Sıkı tutunun." Bunu dedikten hemen sonra arabayı kelimenin tam anlamıyla uçurdu. Karanlık, bomboş bir yolda araç son hız giderken midem bulanmaya başlıyordu.

"İyi misin?" diye sordum Yedi'ye dönerek.

Başını aşağı yukarı salladı. "Sorun yok."

"Sorun var!" diye bağırdı bir anda kadın. "Nasıl bu kadar tedbirsiz davranırsın? Kahraman değilsin sen! Yeleksiz nasıl gidersin o depoya? Delik deşik olabilirdin!"

"Bana bağırma!" Yedi, kadına sesini yükseltmedi ama ses tonundan ben bile ürktüm. O... Gerçekten bir liderdi.

Tuhaf olan şey onların hepsinin benim yanımda bile Türkçe konuşmasıydı. Ya bana çok güveniyorlardı ya da... Türk olabilirler miydi? Rus İstihbaratı, Türk İstihbaratının peşinde olmasının nedeni belki de onlardı. Peki, ya Dört? Dört de Karabağ'a sızan bir ajan olabilir miydi?

Şu an bu sorularımı dile getirmenin asla zamanı değildi, çünkü bıçakladığım ve hayatımı kurtaran kişinin kanaması vardı. Diğer hayatımı kurtaran kişi ise tutuklanmıştı. Önceliğimiz kesinlikle benim sorularım değildi.

En sonunda bir köye vardığımızda, "Eczane ne tarafta?" diye sordu On Sekiz. Telefondaki ve kod adı Sekiz olan kişi ona eczanenin yerini belirttiğinde sağ tarafa döndük ve toprak yolda hızımızı azaltarak ilerledik.

"Dikiş gerekli olabilir." On Sekiz'in sesi çok kaygılıydı.

"Dikeceğiz gerekirse!" Aras ise gergindi.

Aras ona bağırdığı an, "Ona bağırma," dedi Yedi sakin sesle. "Ve evet, gerekirse dikeceğiz On Sekiz. Bu ilk yaramızmış gibi davranma."

On Sekiz, "Ama ilk defa elimiz, kolumuz bu kadar bağlı!" diye haykırdı. Ses tonu kulaklarımı tırmalıyordu. "Üstelik bu kol ve karın boşluğu değil. Göğüs! Ben dikemem!"

O sırada Yedi'nin bedeninden titreme dalgası geçti. Kan kaybettikçe üşüyor olmalıydı. Gözleri de gitgide kapanıyordu.

"Yedi?"

On Sekiz ona seslendi ama cevap yoktu.

Elimi uzatıp kolundan onu dürttüğümde, "Hı?" diyerek uyandı.

"İyi misin?"

Yüzünü görmesem bile gülümsediğini hissettim. "Korkma, ölmem. Vicdan azabı çekmeyeceksin."

Aras'ın kocaman bedeni arka tarafa döndü, ardından, "Sen mi bıçakladın onu?" diye bağırdı inanmazcasına.

Yedi, "Ona hiç bağırma!" dediğinde dilimi yutmak üzereydim. Bu ortam çok gergindi ve beni de geriyordu. Dört neredeydi?

"Seni nasıl bıçaklar?"

"Kasten olmadı," diyerek durumu açıklamaya çalıştım. "Gözlerim kapalıydı ve onu Rus ajanı sandım."

"Sekiz, ne dedin? Dört'ü vurmuş mu?" Kulaklığındaki kişi her şeyi nereden biliyordu?

Aras'ın karanlığa rağmen gözleri parladı öfkeyle. "Dört'ü vurdun mu?"

"Evet." Bu sefer omuzlarımı dikleştirdim. "O hak etti ama."

Yedi, alnını koltuğa yaslayarak güldü.

Dört'ü vurmam mı hoşuna gitmişti yoksa bunu itiraf etmem mi?

Tuhaf biriydi.

Arabayı durdurduğumuzda Aras anında aşağıya indi ve eczaneye girdi. Birkaç dakika sonra geri döndüğünde Yedi'nin kapısını açarak, "İçeride bir pratisyen doktor var. Yarayı dikebilir. Aşağıya in," dedi ve onu kolundan tutarak yere indirdi.

"Sen," dedi Aras ve On Sekiz'e baktı. "Onun yanında kal ve yaralanma." Yüzümü buruşturdum istemsizce. Benimle alay ediyordu resmen.

Aras, Yedi'yi içeriye götürdüğünde sırtımı geriye yaslayarak gözlerimi kapattım. Yedi iyileştikten hemen sonra Dört'ü almaya gidecektik sanırım. Peki... Ondan sonra ne olacaktı? Ben şu an neredeydim? Ne yapıyordum? Hangi devlete, hangi kuruma hizmet eden insanlarla beraberdim? Ve dahası onlara güvenebilir miydim?

Dakikalar sonra arabanın kapısının açılma sesi kulağıma dolduğunda Yedi yanıma oturdu. Hızla ona döndüğümde soru sormama bile fırsat tanımadan, "İyiyim," dedi. "Merak etme. Yeterince zaman kaybettik, şimdi doğruca karakola."

"Karakolda en az 40 kişi varmış."

Aras başını On Sekiz'e çevirdi. "Hallederim ben."

Kırk kişiyi öldürmekten bahsediyor olmalıydı ama nasıl?

"Binanın sağ tarafında Dört. Sol tarafı patlatırım," dedi sanki sorumu duymuş gibi.

"Riskli. Ona zarar gelebilir," dedi On Sekiz.

"Başka çare yok," dedi Yedi ve başını cama doğru çevirdi. "Yeteri kadar zaman kaybettik. Uzun sürecek bir çatışmaya giremeyiz. Hemen onu alıp güvenli eve geçmemiz gerekiyor."

Siz kimsiniz, diye bağırmama ramak kalmıştı ama önce onu kurtarmalarını bekleyecek, sonra hepsinden hesap soracaktım.

On Sekiz, arabayı seri bir şekilde toprak yoldan çıkardı. Bir kadın olarak araba kullanmasına hayran kalmıştım. Ben araba kullanırken oldukça paranoyak bir ruh hâline bürünürdüm ama onun hiçbir şey umurunda değildi. Sanki arabaya kanat takmıştı ve havada süzülüyormuşuz gibi hissettiriyordu. İnanılmaz derece profesyoneldi.

Dakikalar sonra bir ormanlık alanın içerisindeydik. Sağ tarafımızda ışıkları yanan karakol vardı. Aras arabadan indi ve bagajı açarak muhtemelen patlatıcıları hazırladı. "Nasıl yapalım?" diye sordu hâlâ bagajda işine devam ederken. Muhatabı Yedi'ydi.

"Dört'ün nerede olduğunu tekrar teyit et, Sekiz."

Sekiz birkaç saniye sonra ona cevap verdiğinde, "Sağ tarafta," dedi Yedi. "O zaman sol tarafı patlatalım."

"Patlamadan hemen sonra sağ tarafa baskın yapıp Dört'ü alalım."

Aras, "Sen, Dört'ü al. On Sekiz sizi korusun. Ben de etrafı temizleyeyim," dedi duygusuz bir sesle. Temizlik dediği büyük ihtimal karakolu taramaktı.

Herkesin kod adı sayıydı ama onunki neden farklıydı?

Ne demişti Dört? Acılarımızla kodlanırız. Onun acısı ne olabilirdi? Aras nehri mi?

"Onu ne yapacağız?"

Aras'ın sorusuyla omzumun üzerinden arkaya baktım. "Benim bir adım var."

"Hilal burada uslu uslu bizi bekleyecek." Yedi bunu doğrulamak ister gibi gözlerimin içine baktı. "Değil mi?"

"Hayır," dedim onu hiç bekletmeden. "Silah kullanmayı biliyorum."

Aras homurdandı. "Orasını anladık. Dört'ü vurmuşsun ne de olsa."

"Yedi'yi de bıçakladı," dedi On Sekiz hatırlatmak ister gibi.

"Dört hak etti," diye tekrar ettim.

"Hak etmedi," dedi baskın bir ses tonuyla Aras. Bana gıcık mıydı yoksa bana mı öyle geliyordu? Sanki her an elindeki M4A1'le beni kurşuna dizecekmiş gibi hissediyordum.

Yedi daha sakin bir tınıyla, "Seni riske atamayız," dedi. "Burada kalman en mantıklısı."

Başımı şiddetle iki yana salladım ve aşağıya indim. Demin bana verdiği tabancayı inceledim. SAR 9 SP. Özel görevler için yapılmış bir tabancaydı. Babamda görmüştüm ilk bu tabancayı. Şarjör kılavuzu vardı, gözlerimi hedeften ayırmadan şarjör değiştirme imkânı yaratıyordu bu da.

Sağ elimde sıkıca tuttuğum tabancaya bakarak, "İyi seçim," diye mırıldandım beğeni dolu sesle. Ardından Aras'a döndüm. "Ben yaralayacağım, sen öldürürsün."

"Bana emir mi veriyorsun sen?"

"Hayır, olacakları söylüyorum."

Aras sabır dilenir bir nefes çekti. "Yedi," dedi sadece.

Yedi, "Hilal," diye uyardı beni ama ses tonu oldukça yumuşaktı. "Yelek giy."

Aras ona döndü şaşkınlıkla. "Bizimle mi geliyor? O çatışmaya giremez!"

"Eğitimli," dedi Yedi onu yatıştırmak ister gibi. Sanırım gerçek bir liderdi, herkesle orta yol bulmaya çalışıyordu. "Faydası dokunabilir."

On Sekiz, "Ama ya ona zarar gelirse?" diye sordu. Arabadan inmiş, bagajdan M4A1 alıyordu. Şimdi de benim canımdan mı endişe ediyorlardı yani?

Yedi, "Onu koruyacaksınız," dedi emir verircesine. "Önceliğiniz onun canı. Unutmayın." Başka hiçbir şey demeden kara gözlerini Aras ve On Sekiz'e dikti. Bu sefer aralarında anlamadığım bir bakışma geçti.

Öncelikleri neden benim canımdı?

🕊

SAATLER ÖNCE.

Zamir. (Yedi)

"Komutanım," diyerek uydu telefonu kulağıma yaklaştırdım.

"Durumlar nedir?"

Halil Uluant'ın yorgun ama güçlü sesine karşılık yutkundum zorlukla. Bunu ona nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum ama saklamanın da doğru olmayacağının bilincindeydim.

"Dört sorguda. Yüzbaşı Victor'un ölümünde baş şüpheli. Ve büyük ihtimal hain olduğuna dair şüpheleri de var."

Halil Uluant'ın sessizliği ölüm gibiydi.

Saniyeler sonra, "Ya o?" diye sordu. Bu sefer bu soruyu bir komutan olarak değil, baba olarak verdiğinden emindim.

"Askerler onu Dört'ün kaldığı güvenli eve götürecekti ama yolda pusuya düştüler." Derin nefes alma ihtiyacı hissettim. "Rus İstihbaratı almış, komutanım. Arıyoruz her yerde, bulacağız onu."

"Kim olduğunu biliyor mu Ruslar?"

"Onu Türk ajanı sanıyorlar büyük ihtimalle, komutanım."

"Konuşturana kadar işkence uygulayacaklar."

"Onu bulacağız. Ay Parçası operasyonunu ben devralıyorum izninizle, komutanım. Önce onu, ardından Dört'ü alacağız."

"Ay Parçası operasyonu sende," dedi ve iç çekti. "Zamir..." Sustu. "Yedi," diye düzeltti kendisini. "Maske tak onun yanında yoksa seni anında tanır. Dört'ü kurtarana kadar durumu ona açıklamayın."

"Emredersiniz, komutanım."

"Sen benim askerim değilsin, Zamir," dedi bir anda. "Sen benim yakın arkadaşımın emanetisin." Gözlerimi yumdum özlemle. Birinin babamdan bahsetmesi içimdeki o hasreti her defasında körüklüyordu. "Ben de kızımı size emanet ediyorum."

Bu sefer, "Merak etme, Halil amca," dedim. "Onu sağ salim bulacağım."

"Çok hırçındır, sinirlidir, dik başlıdır. Dikkat et, kim olduğunuzu öğrenene kadar sizin başınıza belalar açabilir."

"Bize emanet."

"Size emanet," diye tekrarladı. "Hepiniz benim evlatlarımsınız. Her biriniz sağ salim dönün."

Kararlı bir sesle, "Başaracağız," dedim. "Ve döneceğiz."

"Bundan kuşkum yok."

"Görüşürüz, Halil amca." Gülümsedim görmese bile. "Görüşürüz, paşam."

"Görüşürüz, evlat." O da gülümsemiş olmalıydı. "Görüşürüz, Yedi."

Halil Uluant... Babamın en yakınlarındandı. Babam şehit düştüğünde benimle beraber tabutunu taşımıştı Halil amca. Babamdan sonra her daim beni koruyup kollamıştı, sürekli ilgilenmişti. Sadece benimle de değil, gizliden gizliye annemle de ilgilendiğini biliyordum. Bizi yalnız bırakmamıştı asla.

Ve şimdi onun kızı kaçırılmıştı Rus İstihbaratı tarafından. Hilal'i hatırlıyordum. Cenazede onun kanalı ve başka kanallar fotoğraflarımızı, videolarımızı çekerken kavga çıkarmıştı. Özellikle benimle annemin önünde patlayan flaşları geri püskürtmüştü. Hakkımızda yazılan tüm haberleri bizzat o düzenlemişti ve her şeyle ilgilenmişti.

O gün yanıma geldiğinde başını yerden kaldırıp gözlerimin içine bakmamıştı ama. "Başın sağ olsun," dediğinde bile sesi titriyordu. Gözlerinden akan yaşları görmesem de hıçkırıkları sayesinde anlamıştım hüngür hüngür ağladığını.

"Vatan sağ olsun." O gün bu cümleden başka hiçbir şey diyememiştim. Sesim hiç olmadığı kadar boğuk, kısık ve çatallıydı.

Hilal ise, "Vatan sağ olsun ama," diyerek burnunu çekti. "Babalarımız da sağ olsaydı keşke." Başını hâlâ yerden kaldırmıyordu.

Gözlerim Hilal'e kaydığında, "Senin baban hayatta," diye mırıldandım.

"Ölümün kıyısında dolaşıyor o da."

"Başını neden kaldırmıyorsun?"

"Utanıyorum," dedi ve tekrar burnunu çekti. "Sen bizler için babanı demin toprağa gömdün. Nasıl yüzüne bakarım arsızca?"

O an gözümden akan damlayı görmedi asla. "Bu, babamın kendi tercihiydi."

"Onu tanıyordum," dedi Hilal hıçkırıklarının arasında. "Daha geçen hafta nefes alıyordu yanımda. Çay içip babamın dedikodusunu yapıyorduk. Şimdi bu toprağın altında olmasına inanamıyorum."

"Ben de inanamıyorum," dedim. Sesim gitgide daha da çatallı bir hâl alıyordu. "Kolu bedeninden ayrıldı demin onu mezara koyarken. Babamın kolunu tuttum... Bu anı ömrümün sonuna kadar unutamam."

Hilal'in hıçkırıklarını bastıran ses annemin haykırışlarıydı. Komşularımızın kollarında feryat etmeye başladığında soluğu onun yanında aldım. Annem haykırarak, "Zamir," dedi. "Nasıl dayanacağım?"

"Anne..." Hıçkırığımı yuttum.

"Zamir," diyerek annem başını omzuma yasladığında o an dünyanın en ağır yükü omuzlarıma yüklenmiş gibi hissettim. "Ben onsuz ne yapacağım, Zamir?"

Annem bana küçükken hep bildiğim sorular sorardı. En zor Matematik sorularına bile doğru cevap verirdim.

Ama annem o gün bana asla cevaplamayacağım bir soru sordu.

Çünkü ben de bilmiyordum nasıl dayanacağımı.

Telefonum çaldığında o andan zorlukla sıyrıldım. Baran'ın aramasını anında cevapladığımda, "Konumunu buldum," dedi heyecanla. "Sana biraz uzak. Depo, ıssız bir yer. Sayıları az."

"Eyvallah," diyerek anahtarı çevirdim ve motoru çalıştırdım. "Başka bir şey var mı?"

"Var," dedi sinirle. "Karın senin nerede olduğunu söylemedim diye beni evden attı."

İstemsizce güldüm. "Kimin karısı, aferin ona. Başka bir şey yoksa kapat."

Baran, "Yazıklar olsun size," diyerek telefonu kapattığında yolladığı konuma baktım. Rotamı belirleyip yola koyuldum.

Ay Parçası operasyonu günler öncesinde başlamıştı.

Ve bugün operasyonun liderliğini ben üstleniyordum.

🕊

Soğuktu. Silahı tutan parmak boğumlarım beyazlamaya başladığında ellerimi dudaklarıma getirdim ve sıcak nefesimle ısınmaya çalıştım.

Yedi bana eldiven uzattı yavaşça.

"Teşekkür ederim," diyerek eldiveni seri bir şekilde taktım.

Arka tarafımızdaki ormandan korku filmi sesleri yükselirken kuşların tuhaf sesleri beni ürküttü. Bu sadece kuş sesi miydi acaba? Yutkunarak, "Bu ormanda kurt var mıdır?" diye sordum.

Aras, "Olabilir," dedi umursamaz sesle.

"Aras!" Yedi'nin uyarısıyla omuz silkti. Ardından bana döndü. "Yok kurt falan. Patlatıcı hazır, gidelim."

Yedi bir lider olduğunu beyan etmek istercesine önden ilerlemeye başladığında, onun arkasından On Sekiz'le beraber ilerlemeye başladık. Benim arkamdan da Aras geliyordu ve o hepimizin aksine geri geri yürüyüp arkadan gelen tehlikeye karşı önlem alıyordu.

Yedi, "Patlatıcıyı yerleştirip geleceğim. Dört'ün olduğu tarafta bir kapı ya da pencere bulup patlamadan sonra içeri girin," dedi kısık sesle.

"Kameralar?"

"Sekiz," dedi Yedi. Hâlâ kulaklığındaki kişiyle bağlantısı vardı. "Kameralar ne durumda?"

"Güzel," dedi üçü de aynı anda. Demek ki kameralar devre dışıydı.

Yedi binaya yaklaştığımız sırada eliyle işaret verdi ve dizlerini kırarak oturur pozisyonda ilerlemeye devam etti. Biz üçümüz ise binanın sağ tarafına doğru ağaçların arkasında saklanarak ilerledik. En sonunda her birimiz bir ağacın gövdesine saklandığımızda, "Onu göremiyorum," dedi On Sekiz.

Birkaç dakika sonra Yedi koşarak yanımıza geldi ve o bir ağacın arkasına saklanmadan bir patlama sesi kulaklarımızı tırmaladı. Binadan yükselen alevlerin çıtırtı sesleri, polislerin bağırışlarını duymaya başladım.

Aras, "Şimdi!" diyerek ağacın arkasından çıktı ve karakolun sağlam sağ kanadındaki pencereye çıktı. Camı, elindeki silahla kırıp içeri girdi, ardından pencereyi içeriye girmemiz için açtı.

Onun peşinden On Sekiz'le ben de çıktık. Aras yukarıdan bize elini uzatırken, önce beni, ardından On Sekiz'i içeriye çekti.

Ben binanın içerisine girdiğim an odaya bir polis daldı ve silahını Aras'a doğrulttu.

Tereddüt dahi etmeden ışık hızında silahımı belimden çıkardım ve omzuna doğru nişan alıp sıktım.

Aras gözlerini belerterek arkasını döndüğünde yaraladığım polisi fark edip onun yere düşen bedenine baktı, ardından alnının ortasına öldürücü kurşununu sıktı. Gözleri gözlerime değdiğinde başını aşağı yukarı salladı. "Sağ ol."

On Sekiz koridoru gözetleyip, "Gelin," dediğinde koşarak onun peşinden ilerledim ve koridora çıktım. "Sekiz, ona yaklaştık mı?"

Bir bir odaların kapılarını açıp içeriye bakmaya başladık. "Bu koridorda," dedi On Sekiz devam etmemizi ister gibi.

Açtığım bir odanın içerisinden üzerime kurşunlar yağmaya başladığında başımı eğerek duvarın arkasına saklandım. Aras bunu fark edip anında yanıma geldi ve kendini önüme atarak içeriye doğru ateş etti.

Kısa bir süre sonra dışarı çıkıp, "Temiz," dedi sadece. Bu kadar basitti onun için birilerini öldürmek. Maske yüzünü görmemi engelliyordu ama gözlerinde bomboş bir ifade vardı. Sadece görevine odaklanmıştı ve önüne çıkan her kişiyi öldüreceği her hâlinden belliydi.

On Sekiz'le beraber koridor boyunca kapıları açıp kontrol etmeye devam ettik. En sonunda kilitli bir kapıya denk geldiğimde omzumla sertçe kapıya vurmaya başladım. Aras, "Çekil," dediğinde iki adım geri çekildim. Aras'ın sert tekmesiyle açılan kapının hemen ardından birkaç kurşun sıkıldı olduğumuz tarafa.

Aras'ın küfür ettiğini duydum. İkimiz de kapının yanındaki duvarların arkasına saklanırken, On Sekiz hâlâ koridordaki odalara bakıyordu.

İçimden bir ses onun bu odada olduğunu söylüyordu çünkü tek kilitli kapı buradaydı.

Aras, "Beni koru," diyerek içeriye girdiğinde onun arkasından ben de içeriye girdim. Sol tarafta gördüğüm ilk polisin bacağına ateş ettim, ardından dolabın arkasında duran polisin eline... O sırada Aras sağ taraftakilerle ilgileniyordu.

En sonunda benim yaralı bıraktığım polislere döndü ve onları saniyeler içinde öldürdü.

Yaraladığım ve Aras'ın kafasına sıkarak öldürdüğü polisin ağzından çıkan kan üzerime sıçradığında midem daha fazla bulanmaya başladı.

İçeride bir oda daha vardı. Aras oraya doğru önden yürümeye başladı. Kapıyı açarak dikkatli bir şekilde içeriye girdiğinde onun tam arkasındaydım.

Ve sonra onu gördüm...

Odanın ortasında, ellerinden tavana kelepçelenmiş, üstü tamamen çıplak, altında ise askeri forması olan Dört'ü gördüm.

Boğazımda kocaman bir yumru oluşurken kendimi ona doğru koşarken buldum. Ellerim yanaklarını bulurken, "Dört?" diye seslendim. Tokat attım kendine gelmesi için. "Dört!"

Gözlerini açmaya çalıştı. "Hilal?" Bitkin sesi kulaklarıma dolduğunda derin nefes aldım. Yaşıyordu...

Göğsündeki yaralar daha fazla midemi bulandırdığında, "Onu bulduk!" diye bağırdı Aras. "Tekrar ediyorum, onu bulduk!"

Aras, kolundaki kelepçeye ateş ederken Dört yere yığıldı. Yere çarpmadan hemen önce avucumla başını tuttum. Aras, "İyi değil," dedi. "Onu taşımalıyız."

Yedi ve On Sekiz odaya girdiklerinde, "Acil çıkmamız lazım!" diye bağırdı Yedi. Gelip Dört'ü kaldırdı ve omzuna aldı. "Haydi! Aras önden yürü."

Dört'ü sırtlanmak isteyen Yedi'yi durdurdum. "Saçmalama! Sen yaralısın!"

Aras ve On Sekiz bunu yeni hatırlamış gibi duraksadılar. Aras, "Ben alırım onu," diyerek Dört'ü kendi sırtına aldı. Yedi göğsünü tutarak derin nefes aldı ve ardından boynundan asılan silahını önünde tuttu. On Sekiz önde, Aras tam arkasındaydı. Yedi ve ben ise sağımızı, solumuzu ve arkamızı kontrol ederek ilerlemeye başladık. Karakolun patlama olmayan çıkışından çıktık. Bahçede gördüğümüz iki polis anında bize silah çektiğinde On Sekiz onların ikisini de saniyeler içerisinde öldürdü.

Üzerimden gelen yoğun kan kokusu ve gördüğüm vahşetler iyice midemi bulandırdı.

Kusmam gerekiyordu.

Arabaya yaklaştığımız sırada daha fazla kendimi tutamadım, maskemi çıkardım ve bir ağacın dibine doğru kusmaya başladım. En sonunda dizlerimin üzerinde yere düştüm ve daha fazla öğürüp kustum. Midem birazdan dışarı çıkacakmış gibiydi.

Üzerimdeki kanın kokusu beni daha fazla kusturuyordu. Sabah evden çıkarken giydiğim askeri montu çıkarıp uzağa fırlattım ve eldivenleri, şapkayı da çıkardım.

Soğuktu.

Çok soğuktu.

Gözlerim dolmaya başladığında gözümün önünden deminki vahşet silinmiyordu. Hatırladığım her an daha fazla kusuyordum.

"Hilal!" Yedi'nin sesini duysam da başımı ağacın dibinden kaldırmadım. "Buraya gel hemen!"

Victor'u öldürmüştüm.

Dört'ü vurmuştum.

Yedi'yi bıçaklamıştım.

İçerideki polisleri yaralamıştım.

Ben... Elime mikrofon yerine silah almıştım. İnsanlara kelimelerimle değil, kurşunlarımla savaş açmıştım.

Ben... Bu savaşın bir parçası olmuştum.

Yedi, "Hilal!" diyerek omzuma dokundu. "İyi misin?" Koltuk altlarımdan tutarak beni kaldırdı ve kendisine doğru çevirdi. "Hemen gitmemiz lazım, arabaya bin."

On Sekiz koşarak gelip bana bir şişe su uzattı. "Ağzını çalkala. İyi gelir."

Dediğini yaparak suyu aldım ve ağzımı çalkaladım. Hemen ardından onlarla beraber araca doğru ilerledim. Aras ön koltuktaydı, On Sekiz sürücü koltuğuna geçti. Dört ortada oturmuştu ve baygındı. Arabaya bindiğimiz an Yedi onun yüzünü ıslattı ve tokatlarla ayıltmaya çalıştı.

"Çok kötü yaraları var," dedi On Sekiz endişeyle.

"Güvenli evde gerekli bir sürü malzeme var."

On Sekiz arabayı hızlı bir şekilde karakol alanından çıkarırken bir sağ, bir sol yapıyordu. En son u dönüşü yaptığı sırada Dört'ün başı omzuma düştü.

Gözlerimi kapattım ve başının omzumdan çekilmesini bekledim ama baygındı hâlâ.

"Hilal, sen iyi misin?" Yedi'nin sorusuyla ona döndüğümde beni ve omzuma düşen Dört'ün başını inceliyordu. "Bembeyaz olmuşsun."

"Onu çatışmaya sokarken düşünmeliydin," diye homurdandı Aras. "Üzerine kanlar fışkırdı, bayılmadığına dua et!"

Yutkundum zorlukla. Damağımdaki ekşi tat gitmiyordu bir türlü. Yedi, "Üzgünüm," diye mırıldandı. "Ben eğitimlisin diye kabul ettim gelmeni. Hem de yalnız kalmanı istemedim."

"Senin bir suçun yok," diyebildim. Aras hâlâ bana bakıyordu. Maskesini çıkarmasa bile gözlerindeki ifadeden kaygılı olduğunu anlamak zor değildi. "İyiyim." Omzuma bakarak gözleri kapalı olan Dört'e baktım. Çıplak göğsü, yüzü kirli, terli ve kanlıydı. Göğsünü birkaç yerden dağlamışlardı. Çok kötü görünüyordu.

"Onu ne için sorguladılar? Bu kadar işkence yapmaları normal mi?" Hiçbiri bana cevap vermediğinde, "Bana biri burada ne olduğunu anlatacak mı?" diye bağırdım. "Aptal değilim ben! Elbette, birkaç tahminim var!"

O sırada, "Hilal," dedi güçsüz bir ses. "İyi misin?"

Ona cevap vermek için hazırlandığım sırada, "O iyi," dedi Yedi. "Merak etme."

Dört'ün eli havalandı ve yanaklarıma dokundu. Ateş kadar sıcak temasıyla gerilen bedenimi umursamadan elini omzuma doğru indirdi, ardından çıplak elime dokundu. Sıcacıktı. Evimiz gibi sıcacıktı ve güvende hissettiriyordu.

Yaralı olup olmadığımı yoklamaya çalışıyordu çaktırmadan.

"Montun nerede? Üşümüşsün," dedi soğuk ellerime dokunmaya devam ederken.

"Kan oldu," dedim çatlayan sesimle. "Çok fazla kan oldu."

Başını omzumdan çekti. "Kan olmasın."

Oysa kastettiğim onun üzerindeki kan değildi. Elimi uzatarak avucumu şakağına yasladım ve başını tekrar omzuma yatırdım.

Yanağını omzuma sürterken, "Korktun mu?" diye sordu.

"Hayır," dedim hemen. "Sen?"

Burnundan nefes vererek güldü. "Senin için korktum."

Arabadakiler bizi pürdikkat dinlemeye devam ederken, "Ölmedim," dedim Dört'e. "Yine başına bela olacağım."

"Ol," dedi ve titrediğini yeni fark ettiğim bacağıma koydu elini. "Sorun yok." Gözlerini kapattı ama sıcak avucunu titremeye devam eden bacağımdan çekmedi.

"Hâli hiç iyi değil," dedi Aras. Öfkeliydi.

"Bundan daha kötü hâllerimiz oldu," dedi Yedi sakin sesle.

"Dağlamışlar onu! Hâlâ durumu hafif göstermeye çalışıyorsun."

"Senin ses tonunu!" Yedi devam etmemek için yumruğunu sıktı. "Sabrımı zorluyorsun, Aras. Beni de dağladılar, seni de, On Sekiz'i de. Ölmedik. O da ölmedi. Önemli olan bu. Hayattayız."

Ardından, "Sekiz," dedi Yedi. "Ay Parçası operasyonunda şu an durum sabit. Bunu bildir lütfen."

Ay Parçası dediği an keskin bakışlarım onu buldu.

"Anlamadım?"

Yedi bana cevap vermek için dudaklarını araladı ama ondan önce Dört'ün aşina olduğum sesini duydum. Aynı anda da eli dizimden çekildi, parmaklarını parmaklarıma geçirdi.

"Anlama. Yarın da bunları hatırlama, Ay Parçası."


Temposu yüksek bir bölüm daha... ❤️‍🔥

^ Bölümü beğendiniz miiii?

^ Ay Parçası... Anlamı ne sizce?

^ Ekiple ilgili ne düşünüyorsunuz? Onları çok yüzeysel işlemiştim Halef'te. Sebebi buydu. Ajan hallerini bu kitaba saklamıştım.

Yeni bölümde görüşmek üzereeee, sevgiler🤍

Continue Reading

You'll Also Like

1.5K 987 7
Aşkı hiç hiss etmemiş iki kişinin bir birine aşkı hiss etdirdiği bir hayat. Sanki ikiside yıllardır bir birini bekliyorlardı. Bir birlerini ilk defa...
532 87 24
Bir insanın hayatı tek gecede değişebilirmiydi? Benimki değişti, tıpkı diğer dostlarımki gibi. Bir deneyin içindeydik fakat farkında bile değildik. B...
Rûhefzâ By elizzzzzz2

General Fiction

1.3K 120 6
"Kimsin sen" dedim. Yüzüne sardığı yeşilimsi bezden dolayı sadece kahverengi gözlerini gördüğüm askere. Yabancı demek istemiyordum çünkü benim için h...
1.9K 354 12
❝Yel essin kokusu gelsin, derler. Yel esse, seni bana getirse olmaz mı, Akasya?❞ Akasya Altun, abisinin en yakın arkadaşı Aral Asrıner ile bir anda y...