Yıldızın Dileği || Harry Pott...

By jupiterandsatrun

25.5K 1.6K 547

Ashley yıldıza bakarak hafifçe gülümsedi. Ne kadar aptalca olduğunu bilse de o gece gerçekten bütün kalbiyle... More

《CAST》
1|| Yıldızın Dileği
2|| Değişen Tren
3|| Hogwarts'a Giriş
4|| Gryffindor
5|| Kahin Kız
6|| Favori Arayıcım
7|| Güzel Şarkı
8|| Havaya uçan ifrit
9|| Quidditch Maçı
10|| Harry'nin Rüyası
11|| En Derin Yansımalar
12|| Alaycı Kuşlar ve Ceza
13|| Asteria
14|| Vedalarda İyi
15|| Geri Dönüş
16|| Kovuk
17|| Diagon Yolu
18|| Hogwarts Yeniden
20|| Belirsiz Davranışlar
21|| Her şey yolunda?
22|| Korku
23|| Güncenin Gücü
24|| Kurtarılması Gereken?
25|| Rüyalar ve Kabuslar
Duyuru

19|| Yanlış Tanımak

550 47 5
By jupiterandsatrun

Geçtiğimiz salı günü saat altı gibi hikayenin 1k olduğunu fark ettim. Çok sevindim görünce. Beni çok mutlu etti bu, hepinize teşekkürler. İyi ki varsınız. Bu bölüm saat olarak biraz geç geldi, biliyorum. Pardon. Aceleye geldi biraz. Hepinize iyi okumalar.

5. Bölüm: Yanlış Tanımak

"O ağaç bize bizim ona zarar verdiğimizden daha çok zarar verdi!" diye patladı Ron sonunda dayanamayarak.

"SUS DEDİM! Ne yazık ki benim binamda değilsiniz ve sizi okuldan atma kararı bana ait değil. Şimdi gidip bu mutluluk verici yetkiye sahip olan insanları çağıracağım. Siz üçünüz burada bekleyin."

Ashley, tüm rengi çoktan çekilmiş yüzüyle ayaklarına baktı. Yaklaşık on beş dakikadır Snape'in ofisinde azarlanıyorlardı. Yağlı şaçlı iksir hocası kara cüppesi dalgalanarak Profesör McGonagall'ı çağırmak için odadan çıktığında Harry ve Ron bembeyaz yüzleriyle birbirlerine baktılar. Başları fena halde beladaydı.

Ashley faydalı hiçbir şey yapmamıştı. Böyle olacağını gayet iyi biliyordu, ama engel olmamıştı. Uçuşun büyüse kapılarak yok saymıştı. Kendinden nefret etti, onun suçuydu. Harry ve Ron sadece aptallık etmişlerdi, sonucunun böyle olabileceğini düşünememişlerdi. Ama Ashley öyle değildi. Böyle olacağını bildiği halde engel olmamıştı bu fikre, kendini suçluyordu bu yüzden.

Üçüne saatler gibi gelen bir on dakikadan sonra Profesör Snape yanında Profesör McGonagall ile geri döndü. Ashley Profesör McGonagall'ı elbette ki birkaç kez sinirli görmüştü, ama kadının yüz ifadesiyle karşılaştığında tüyleri diken diken olarak olduğu yere sindi. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemişti.

"Oturun," dedi, üçü de geri geri şöminenin yanındaki iskemlelere gittiler. 

Profesör McGonagall gözlüğü tekinsiz bir şekilde parıldayarak, "Açıklayın." dedi. 

Ron istasyonda onların geçmesine izin vermeyen bölmeden alarak, hikayeye başladı. 

"... yani başka şansımız yoktu, Profesör, trene binemiyorduk."

 Profesör McGonagall, soğuk bir edayla Harry'ye,"Niye bize baykuşla mektup yollamadınız?" diye sordu. "Senin bir baykuşun olsa gerek."

Harry ağzı açık ona bakakaldı. "Ben... ben düşünemedim..."

"En azından siz, Miss Grace. Sizin bunu akıl edebileceğinizi düşünürdüm." dedi McGonagall, yargılayıcı bakışlarını Ashley'ye çevirerek.

Ashley bembeyaz oldu. İçi suçluluk duygusuyla alev alev yanıyordu. Bir şeyler gevelemeye çalıştı ama düşündüğü kelimeler daha ağzına gelemeden kaybolup gidiyordu. Bakışlarını yere dikti.

Ama neyseki, dikkatler daha fazla onun üstünde kalmadan kapı çalındı. Snape kalkıp kapıyı açtı, Profesör Dumbledore içeri girdi.

Ama daha bir dakika olmadan, Ashley kendini keşke Şamarcı Söğüt'ten dayak yiyor olsak diye düşünürken buldu. Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Dumbledore, "Lütfen bunu neden yaptığınızı açıklayın." dedi sakince.

Bağırsa daha iyi olurdu. Ashley tüm vücudunun uyuştuğunu hissetti. Bu sefer Harry, olayları baştan anlattı. O da arada kekeliyor, gözlerini dizlerinden ayırmıyordu. Çocuk sözlerini bitirince de, yaşlı adam gözlüğünün arkasından onları süzmeye devam etti.

Ron umutsuzca, "Gidip eşyalarımızı toplayalım bari," dedi, yüzü vişne çürüğü rengindeydi.

Profesör McGonagall, "Sen neyden söz ediyorsun, Wealsey?" diye sordu yüksek sesle.

"Eh, bizi kovuyorsunuz, değil mi?"

Harry hemen Dumbledore'a baktı. 

"Bugün değil, Mr Weasley." dedi Dumbledore. "Ama üçünüze yaptığınız şeyin ciddiyetini mutlaka anlatmalıyım. Bu akşam hepinizin ailelerine yazacağım. Ayrıca sizi uyarmalıyım, eğer bunun gibi bir şey daha yaparsanız sizi okuldan atmaktan başka seçeneğim kalmayacak.".

Sonunda, Profesör Dumbledore ve Profesör Snape şölene döndü. Onları hala intikam peşindeki bir kartal gibi süzen Profesör McGonagall, üçünüde paydos saatinde çalışarak cezalandıracağını söyledi. Ashley'ye göre fazla değildi bu, en azından Gryffindor'dan puan kırmamıştı, bu da bir şeydi.

Kadın asasını kaldırdı ve Snape'in masasına doğrulttu. Üç büyük tabak sandviç, üç gümüş kadeh ve bir sürahi buzlu balkabağı suyu bir pop sesiyle ortaya çıktı. 

"Burada yiyip sonra da dosdoğru yatakhanenize gideceksiniz." dedi. "Ben de şölene dönmeliyim."

McGonagall gidip kapı arkasından kapanınca , Ron uzun, alçak bir ıslık çaldı.

Hızlıca yemeğe saldırıp ağzını tıka basa doldurmadan hemen önce, "İşimiz bitti sanmıştım," dedi. "Bu sefer paçayı zor kurtardık."

"Evet." dedi Harry, o da bir sandviç aldı.

Ashley hala kendini azarlamakla meşguldü. Saçma sapan bir şey yapmıştı, ne kadar aç olsa da hiçbir şey yiyemeyecek kadar suçlu hissediyordu.

Ama en çok iki dakika sonra ağzını tavuk ve jambonla doldurmuştu bile.

Ron ağzı dolu dolu, "Ama şansımıza inanabiliyor musunuz?" diye sordu. "Fred ve George o arabayla beş ya da altı kere uçmuş olmalı ve onları tek bir Muggle bile görmedi."

"Bence bunun şansla alakası yok." dedi Ashley balkabağı suyundan aldığı yudumun arasından, "Sadece... Sen cidden berbat bir şöförsün."

Ron ona şakayla karışık dirsek attı, Harry güldü. Gülüşerek yiyebildikleri kadar sandviç yedikten sonra (tabak bittikçe kendini yeniden dolduruyordu) keyifleri biraz daha yerine gelmiş gibiydi. Birlikte kalkıp odadan çıktılar, Gryffindor Kulesine giden yolu tuttular. Şato sessizdi; şölen bitmişti. Sonunda Gryffindor ortak salonunun gizli girişinin önünde, pembe ipek elbisesi ile şişman hanımın yağlı boya portresinin ucunda durdular.

"Parola?" dedi kadın.

"Şey..."

Harry ve Ron yeni yılın parolasını bilmiyorlardı. Ashley hafızasını biraz kurcaladığında hatırlayabildi şifreyi, ama 'Nereden biliyorum ki sen?' sorularına maruz kalmamak için çenesini kapalı tuttu.

Ama hemen sonra arkalarından acele acele gelen birinin ayak seslerini duydular, arkalarını dönüncede Hermione'nin koşa koşa onlara doğru geldiğini  gördüler.

"Buradasınız demek! Neredeydiniz peki? Saçma sapan söylentiler çıkmıştı... Sözde uçan bir arabayla kaza yaptığınız için  okuldan atılmışsınız."

Ron, "Eh, atılmadık." diye rahatlattı onları.

"Bana buraya uçtuğunuzu söylemeyeceksiniz ya?" dedi Hermione uyarıcı bakışlarla. Sesi Profesör McGonagall kadar sertti.

Ron, "Nutku boş ver de," diye sabırsızlandı. "Bize parolayı söyle."

Bu sefer sabırsızlanan Hermione oldu. "Parola, hotozlu kuş. Ama mesele o değil ki..."

Ancak, şişman hanımın portresi açılıp aniden bir alkış fırtınası kopunca sözleri yarıda kaldı. Gryffindor binasındakilerin hepsi hala ayaktaydı. Ortak salona doluşmuş, masalarla koltukların üzerine çıkmış onları bekliyorlardı.

"Harika!" diye bağırdı Lee Jordan. "Nefis buluş! Ne geçişti ama! Bir arabayla dosdoğru Şamarcı Söğüte çarpmak, insanlar yıllarca bunu anlatacak!"

Harry'nin daha önce hiç konuşmamış olduğu, beşinci sınıftan bir çocuk ona "Aferin sana!" derken Fred Ashley'nin saçlarını karıştırıyordu. Ron sanki az önce bir maraton kazanmış gibi sırtı sıvazlanırken utangaç utangaç sırıtıyordu. Ama az ilerideki Percy hiç de memnun olmuşa benzemiyordu.

Mesajı alan Ron, "Yukarı çıkmamız gerek." dedi. "Biraz yorgunuz."

Hermione'de aynı Percy gibi surat asmıştı. Ashley'ye suçlayıcı bakışlar gönderiyordu. Harry ve Ron, iki kıza "İyi geceler!" diye seslendi yatakhanelerine giden merdivenlerin başında.

Ashley'de kalabalıktan ayrılarak yanında Hermione ile artık üstünde 'İkinci Sınıflar' yazan yatakhanesine girdi.

"Eee, şey.. Hermione..."

"Sırıtmayı kes, Ash."

Ashley yatağının ayak ucuna konmuş sandığından pijamalarını çıkarırken, "Hadi ama!" dedi ona yastığını fırlatarak. "Surat asma öyle. Hem - keyfimizden yapmadık ki!"

Ona duvardan geçememe hikayelerini anlattı. Hermione'de McGonagall gibi ona niye okula mektup göndermediklerini sorunca da kendince harika bir bahane üretti, "Herkes senin gibi harika, parlak bir zekaya sahip değil, Hermione. Bunu biliyorsun, değil mi?"

Hermione, "Yine de bir sürü Muggle'a göründünüz. Muhtemelen bu iş burada bitmedi." dedi örtüsünü üzerine çekerek. "Bu hareketin başınıza daha büyük işer açacağından eminim."

"Evet," dedi Ashley iç çekerek. "Biliyorum..." Ertesi gün kahvaltıda Ron'un başına gelecekleri düşünerek uykuya daldı.

⚡ ✨❤️∞ ϟ 9¾ ♔ ⚯△➵ ♆❾¾

"... ARABAYI ÇALMAK HA, SENİ OKULDAN ATSALAR HİÇ ŞAŞMAM, HELE BENİM ELLERİME GEÇ DE GÖR NELER OLACAK, ARABANIN GİTTİĞİNİ GÖRÜNCE BABANLA BENİM NELER HİSSEDECEĞİMİZİ HİÇ DÜŞÜNMEDİN SANIRIM..."

Sabahın erken saatlerinde, Hogwarts öğrencileri Büyük Salonda kahvaltılarını yapıyorlardı. Ashley, Ron, Harry ve Hermione, Gryffindor masasında oturmuş Profesör McGonagall'ın ders programlarını dağıtmasını beklerken yulaf lapalarını bitirmeye çalışıyorlardı. Her şey normaldi, ta ki Weasley'lerin baykuşu Errol Ron'un önüne koyu kırmızı renkte, titreyen bir zarf bırakana kadar. 

Mrs. Weasley'nin normaldekinden yüz kere daha gürültülü olan feryatları, masalardaki tabaklarla kaşıkları takırdatıyor  ve taş duvarlardan sağır edici bir yoğunlukla yankılanıyordu, Salonun her yanındaki insanlar, çığırtkanın kime geldiğini görmek için dönüp bakıyorlardı. Ron iskemlesinde o kadar aşağı kaydı ki, sadece vişne çürüğüne dönmüş alnı görülebiliyordu.

"... DÜN AKŞAM DUMBLEDORE'DAN MEKTUP GELDİ, BABAN UTANÇTAN ÖLECEK SANDIM, BİZ SENİ BU ŞEKİLDE DAVRANASIN DİYE YETİŞTİRMEDİK, SEN DE ASHLEY DE HARRY DE ÖLEBİLİRDİNİZ..."

Ashley utançla başını tabağına gömdü. Suçluluk duygusu tüm bedenini ele geçirmişti. Niye bu işe mani olmamıştı ki?

"... GERÇEKTEN İĞRENÇ, BABANA İŞYERİNDE SORUŞTURMA AÇACAKLAR, TÜMÜYLE SENİN KABAHATİN VE EĞER KÜÇÜK BİR HATA DAHAİŞLERSEN SENİ DOSDOĞRU EVE GETİRECEĞİZ."

Ortalığa çınlayan bir sessizlik çöktü. Ron'un elinden düşen kırmızı zarf alev aldı ve kıvrılarak küle dönüştü. Harry ve Ron, üstlerinden bir deprem dalgası geçmiş gibi, nutku tutulmuş halde oturuyorlardı. Ashley'nin yüzü fazla olgunlaşmış bir domatese misali alev alev yanıyordu. Birkaç kişi güldü ve yavaş yavaş yeniden aralarında konuşmaya başladılar.

Hermione, Vampirlerle Seyahatler'i kapatıp, aşağı, Ron'un kafasının tepesine baktı.

"Eh, ne beklediğini bilmiyorum, Ron, ama sen de..."

"Bana bunu hak ettin deme!"

Ashley, Slytherin masasında gülme krizine girmiş Draco'ya baktı. Çocuk alayla diğer diğerlerine çığırtkan ile ilgili komik şeyler söylüyordu. Tüm Slytherin'ler gülmekten kırılmıştı.

Tam o anda, Ashley'nin önüne bir mektup düştü. Kız kafasını kaldırıp baktığında önüne mektubu bırakan siyah baykuşu hemen tanıdı. Clove'un baykuşu Nala'ydı bu. Yutkunarak yemekle kirlenmiş mektubu eline aldı.

Sevgili Ashley,

Senin için çok endişelendik. İyi olduğunu duyduk ama bunu doğrulamak için bize en yakın zamanda cevap göndermeni istiyoruz. Arkadaşların Harry ve Ron'un durumunu da bildir. Sana kızmadık, merak etme. Yine de lütfen daha dikkatli olmaya çalış, senin için endişeleniyoruz. Umarım iyisindir, lütfen bizi ve Profesörlerini hayal kırıklığına uğratma. Seni şimdiden çok özledik.

Sevgiler,

Cato & Clove

"En azından seninki çığırtkan değil." dedi Ron imrenerek.

Ashley üzgündü, tüm yaz Cato ve Clove ona öyle iyi davranmışlardı ki şimdi ona kızmasalar bile ikisini hayal kırıklığına uğratmış olmaktan utanıyordu. Yulaf lapasını öteye itti, tüm iştahı yok olup gitmişti. Şimdi de öyle yapıyorlardı, hiç kızmamışlardı bile. Ashley onlar o kadar iyi olduğu halde onları hayal kırıklığına uğrattığı için kendini azarlıyordu.

Ama bunun üzerinde duracak vakti olmadı. Profesör McGonagall, Gryffindor masasında dolaşarak, ders programı dağıtıyordu. İlk dersleri ise Bitkibilim idi. İkinci sınıf Gryffindor'lar şatodan ayrılarak sebze tarhını geçip sihirli bitkilerin bulunduğu seralara giderken Bitkibilim dersinde pek iyi olan Neville buna çok sevinmiş görünüyordu. Çığırtkan hiç değilse bir tek işe yaramıştı: Hermione onların yeterince cezalandırıldığını düşündüğü için şimdi yeniden tam anlamıyla dostça davranıyordu. Yol boyu Ashley'le keyifli keyifli sohbet ettiler.

Bitkibilimde ektikleri adamotları normal bir şey ekmekten on kat daha zordu. Ayrıca Neville kulaklığını düzgün takmadığı için bayıldığında Profesör Sprout tenefüste onu hastane kanadına götürmesi için Ashley ve Hufflepuff'lı tanımadığı bir çocuğu görevlendirmişti. Bu yüzden kız tenefüsü de kaçırdı, ders zili çaldığında ise Biçim Değiştirme sınıfına zar zor yetişmişti. Profesör McGonagall onları geçen seneye göre çok daha fazla zorluyordu. Sözde bir böceği bir düğmeye çevireceklerdi ama sınıfın tek yaptığı şey asalardan kaçarak sıranın üstünde oraya buraya koşuşturan böceklere daha da fazla egzersiz yaptırmak oldu. Ron ödünç aldığı seloteyple asasını yapıştırmıştı ama asa hala çok kötü haldeydi. Sürekli çatırdayıp duruyor, olmadık zamanlarda kıvılcımlar çıkarıyor ve etrafı dumana boğuyordu. Onun yanında oturan Ashley bu yüzden sürekli öksürük krizine giriyor, dikkatini bir türlü toplayamıyordu. Dumandan burnunun ucunu göremeyen Ron kazayla dirseği ile böceğini ezdiği için McGonagall'dan yenisini istemek zorunda kaldı.

Öğle yemeği çanı çaldığında Ashley'nin beyni sıkılmış sünger gibiydi. En önden avluya çıkıp bir nefes aldı. Kendini taş bir basamağa bıraktı soluk soluğa. Arkasından Hermione gelerek yine yüzünü Vampirlerle Seyhatler'e gömdü.

"Sence de ilk gün için biraz fazla yorucu değil mi, Hermione?" diye sordu tüm suyunu bitirirken. "Neville gibi yığılıp kalmama şu kadarcık kaldı."

Ama Hermione onu duymayacak kadar kitabına gömülmüştü. Ashley iç çekerek çenesini eline yasladı, ne de güzel olurdu şimdi yatakhanesine gidip dört direkli karyolasına kıvrılmak. Kahvaltıyı da doğru düzgün yapmamıştı zaten, hava da eylül ayının başlarında olması gerekenden daha sıcaktı.

Gözleriyle tembel tembel avluyu tararken, az ilerideki Ron ile Harry'yi gördü. Önlerinde duram ufak tefek kurşuni saçlı çocukla konuşuyorlardı. Çocuğun elinde bir Muggle kamerası vardı, elleri heyecandan titriyor gibi gözüküyordu. 

Bir süre öylece onları izledi, çocuk Harry ile konuştukça kızarıyordu. Ashley onu dikkatlice inceleyip biraz düşündüğünde Colin Creevey olduğunu anladı. Yanındaki Hermione'ye, "Harry ve Ron'un yanına gitmek ister misin?" diye sordu dalgınca. Cevap gelmeyince Hermione'nin hala onu dinlemeyip kitabına odaklandığını anladı. "Hey, Hermione! Sana diyorum."

"Ha? Ha... Olur, gel." dedi Hermione Ashley'nin gözlerinin önünde şıklattığı parmaklarını iterek. "Ha... Bekle. N'oluyor orada?"

Ashley yeniden başını önüne çevirdi, Harry ve Ron oldukları yerde duruyordu. Ama suratları öfkeden kıpkırmızıydı. Biriyle atışıyorlardı. Ashley etraftaki insanlara bakınca anladı ne olduğunu. Harry ve Ron'un  önünde sarışın, tanımakta hiç de zorlanmadığı biri vardı; Draco Malfoy.

Ashley ayağa kalktı, işte yine başlıyoruz. Ne harika (!)

"İmzalı fotoğraf mı? İmzalı fotoğraf mı dağıtıyorsun Potter?"

Draco Malfoy'un yüksek ve incitici sesi, avlu boyunca yankılandı. Colin'in tam arkasında durmuştu, iki yanında da Crabbe ve Goyle vardı.

Draco, kalabalığa doğru, "Herkes sıraya girsin!" diye bağırdı. "Harry Potter imzalı fotoğraf dağıtıyor."

Bütün gövdesi aşağı yukarı Crabbe'in boynu kalınlığındaki Colin, "Kıskanıyorsun, o kadar." dedi şarkı söyler gibi.

Avludakilerin yarısı dinlediği için artık bağırmasına gerek kalmayan Draco, "Kıskanmak mı?" dedi yüzünü buruşturarak. "Neyi? Ben başımı kaplayan pis bir yara izi istemiyorum, sağ ol. Bana kalırsa, kafayı deldirmek insanı özel yapmaz."

Crabbe ve Goyle aptal aptal kişniyorlardı.

"Sümüklüböcek ye, Malfoy." Dedi Ron öfkeyle.

Crabbe gülmeyi kesti ve koca yumruklarını tehdit edici şekilde birbirine sürtmeye başladı.

Ron asasını çıkarırken Ashley bir adım öne çıktı. "Kesin artık şunu!" dedi sertçe.

"Ne oluyor?" Gilderoy Lockhart, turkuvaz cüppesi arkasında dalgalanarak uzun adımlarla onlara doğru geliyordu. "Kim imzalı fotoğraf dağıtıyor?"

Harry konuşmaya niyetlenirken, Lockhart omzuna kolunu sarınca yine ağzını kapattı. Pek neşeli görünen Lockhart, "Sormamalıydım! Gene karşılaştık Harry!" dedi.

Lockhart'ın yanına yapışmış , bakışlarıyla Ashley'ye 'N'olur, yalvarırım kurtar beni' diyen Harry'yi ufak bir gülümsemeyle teselli etmeye çalıştı Ashley. Onunla sonra görüşmek üzere, kalabalığın arasına karışan Draco'nun peşinden gitti.

"Hey, bekle! Malfoy!" diye seslendi arkasından, ama sesi her ne kadar güçlü olsa da kalabalığın uğultusu arasında kaybolup gitmişti. Peşinden koştumaya devam etti.

Sonunda onu yakaladığında, sanki çok iyi bir iş yapmış gibi sırıtıyordu Draco. Ashley kuvvetle çocuğun pelerinini yakalayıp onu insanlardan uzağa, koridorun köşesine çekti.

"N'aptığını sanıyorsun sen!?" diye patladı sinirle. Pelerin hala sımsıkı yumruğunun içindeydi.

Draco bir an için afallamış göründü, ama hemen sonra alayla güldü yine.

"Yine çok değerli Potter'ını savunmaya mı geldin, Grace?" Gözlerini kısarak dalga geçti.

Ashley, kendini tembihlemişti. Sabırlı olacaktı. Derin bir nefes aldı, "Sen komik veya doğru bir şey yaptığını mı düşünüyorsun, insanların evleriyle, aileleriyle, kıyafetleriyle dalga geçerek?" dimdik duruyordu.

Draco'nun gözleri öfkeyle tutuşmaya başladı. "Aptal yara izi yüzünden ondan imzalı fotoğraf isteyen çocuğu görmedin mi?!"

Ashley sabrının yavaş yavaş tükenmeye başladığını hissediyordu. "Evet, biliyorum, bu aptalca ve yanlış. Ama bilmeni isterim ki, Harry tüm bu olanları istemedi ve ünlü olmaktan nefret ediyor."

Draco histerik bir kahkaha attı, "Öyle mi? Yani Potter tüm bu torpillerden hoşlanmıyor, ha?" dedi. "Hiç güleceğim yoktu."

"Onu tanımıyorsun!" dedi Ashley sinirle. "Biliyor musun? Bazen gerçekten de kıskandığını düşünmeye başlıyorum!"

Draco'nun yüzü öfkeden kıpkırmızı kesildi. Yinede alaycı bir kahkaha attı. "Sen gerçekten de onlardan daha betersin, değil mi?" diye mırıldandı kendi kendine bakışlarını başka bir tarafa çevirerek.

Ashley derin nefes almaya çalıştı. Öfkeden kafayı yiyordu. Draco ile doğru düzgün konuşamıyordu bile, çocuk onun sabrını fazla zorluyordu. Sakin olamıyordu.

"Ben sadece yanlış yaptığını söylüyorum-"

"Her şeyin en doğrusunu kendinin mi bildiğini zannediyorsun!" Draco sesini yükseltti. "Eğer öyle düşünüyorsan - bilmeni isterim ki, sen sadece aptal Potter'ın peşinden koşturan aptal bir hayransın. Hiçbir şey bildiğin yok. Tek bildiğin yaralı kafa Potter'ı korumak!"

Ashley geri çekildi. Draco'yu anlamlandıramıyordu. Çocuğun havaya fırlattığı sözler koca bir dalga gibi yüzüne çarpmıştı sanki. Tüm özgüveninin bir anda yok olup gittiğini hissetti. Kaşları hafifçe çatılmış, anlamazca Draco'un ondan birkaç santim yüksekteki yüzüne bakıyordu. Tuhaf bir biçimde, canının yandığını hissediyordu.

Bir sessizlik oldu. Ashley bir şey söylemek istedi. Ama kelimeler daha ağzının içine gelemeden sökülüp gidiyordu. Sesi bir daha geri gelemeyecek gibi kaybolmuştu. Sonunda ağzı açıldı, sözcükleri seçebilmeye başladığında ise dudaklarından çıkan kelimeler sönük ve sessizdi. Sesi sanki... İncinmiş gibiydi.

"Biliyor musun, ben... Ben sana bir şans vermeye çalıştım, Malfoy. Birlikte Yasak Ormanda cezaya kadığımız gece, biraz olsun... Arkadaş olabileceğimizi düşünmüştüm." Bu sözleri Draco'nun yine ona dönmesini sağladı. "Seni tanımaya çalıştım. Denedim ama cidden..." Nefes aldı, gözlerini yere çevirdi. "Ne düşünmüştüm bilmiyorum..."

"Beni tanımıyorsun!" Diye patladı Draco. Gözleri alev alev yanıyordu, "Benim hakkımda tek bir şey bilmiyorsun! Sen sadece... Sadece tipik bir Gryffindor'sun, o kadar."

Ashley artık dik ve kendinden emin durmuyordu, güçlü sesi asla geri gelemeyecek gibi kısılmıştı sanki. Draco'nun yüzüne -gözlerine- dikkatlice baktığında, gerçekten de onu hiç tanıyamadığını düşündü. Mavi gözlerin içinde bir duygu göremiyor, tanıyamıyordu. Umutlanmıştı o, birlikte alaycı kuşların şarkılarını dinlediği gece. Arkadaş olabileceklerini düşünmüştü, Draco'yu sevebileceğini ve Draco tarafından sevilebileceğini düşünmüştü. Bunu gerçekten yapabileceklerini düşünmüştü. Onu kurtarabileceğini düşünmüştü.

Ama şimdi anlıyordu, onu tamamen yanlış tanımıştı. Gafil avlanmıştı. Asla bunu yapamayacaktı.

Kafasını kaldırdı. Gözlerinde birikmeye başlayan parlak yaşları saklamaya uğraşmadı hiç. Boşuna uğraşıyordu, o değişmeyecekti, zaten olmak istediği gibiydi. Omzuna asılı çantasının kolunu daha sıkı kavradı. "İyi." dedi.

Bir daha dönmemek üzere arkasını dönüp gitti. 

Continue Reading

You'll Also Like

5.1K 430 31
Tsubasa ve victory kickoff un birleşimidir. Ama ana karakter Türk bir kızdır. Türk bir futbolcu olan Beniz babası ile Japonya'ya gelir ve hikaye bur...
51.5K 2.3K 15
The Walking Dead ekibinin yanına hayatlarını değiştirebilecek biri girse neler olurdu dersiniz? İşte 15 yaşında henüz kafası karışık olan Ellie, Rick...
349 58 9
Uzun bir aradan sonra hikayenin devamını yazmaya karar verdim.. İyi okumalar sevgili okuyucularım :)
3K 223 16
hikaye kısacası budur furuya üçüzleri nin onlardan küçük 2 yaş küçük kız kardeşleri vardır kız kardeşlerine çok önem verirler ve kardeşleri onların t...