Secrets // sekai

Od hunfornini

379K 31.8K 11.7K

"Ağzın da baya bozukmuş." dedim hiç istifimi bozmadan. "Bir de eğer beni şu anda öpmeye niyetlendiysen, hala... Viac

0
1
2
3
4
5
6
7
8
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
Final

9

12.7K 1K 523
Od hunfornini

Diyelimki evde oturup bir paket lays ile birlikte 360p kalitede bir film izlerken fikrini değiştirip kendine bir kutu pringles aldın ve filmin kalitesini 1080'e çıkardın, mutluluktan uçacak kıvamdasın, pringlesın eşsiz tadı ve filmin kalitesi başını döndürüyor, ama dünyada mutluluğunu köreltecek şeyler de vardır ya tam o anda pringlesa bayıldığın parayla internet kotanı sömürdüğün geliyor aklına. Bu defa da eşsiz bir pişmanlık hissediyorsun iliklerine kadar seni saran..

Hahh işte aynen o durumdaydım. Evet, Kim Jongin'le seks muhteşemdi, harikaydı ve mükemmeldi. Aynı anlama gelen şu 3 kelimeyi de insana kullandırtacak kadar sersemleticiydi. Kim Jongin'le seks yapmak bir uçurumun tepesinden atlayıp tramboline çarparak tekrar aynı tepeye çıkmak, sonra bir kere daha kendini bırakıp akıl kaçırtacak düzeyde bir döngü başlatmak gibiydi. Kim Jongin'le sevişmek bir yaz günü klimanın karşısına kurulup akşama kadar pringles yiyerek 1080p film izlemek gibiydi..

Fakat bir de işin içinde pişmanlık vardı. Hayatım boyunca sevilmeyi beklemiştim, ailemden göremediğim sevgiyi aramaktan ibaretti ömrüm. Bu bir arkadaşımın beni sevmesi gibi bir şey değildi. Evet, Tao beni seviyordu fakat aynı zamanda Amber'ı, Luhan'ı, Xiumin'i hatta Chen'i de seviyordu, bu arkadaşlarına vereceğin tarzda bir sevgiydi, öte yandan Xiumin de hepimizi seviyor fakat Luhan'ı bir başka seviyordu. Bahsettiğim şey buydu işte, ben de birinin beni böyle sevmesini istiyordum. Bana özel bir sevgi istiyordum. Bunun için beklemiştim her zaman ve işte şimdi fırsat ayağımdaydı, Lay beni seviyordu. Bu sevginin gerçek ve bana özel olduğunu biliyordum hatta buna emindim. Ama benim yaptığım sürekli onu aldatmaktan başka bir şey değildi.

Diyetteyken önüme bir kutu portakallı çikolata koyduklarında bunu yerdim çünkü çoğu insanın aksine bende irade denen şeyin zerresi yoktu. Tüm sorun da tam burada başlıyordu işte iradesizdim. Beynim çoğu şey için bunu yapamazsın dese de bedenim amaan ne olacak diyordu. Ve ben bunun sonucunda Lay'i, beni sevebilen tek insanı aldatıyordum.

Tanrı beni fiyonklu paket yapıp cehenneme yollayacaktı.

Departmana çıkan son basamağı da adımladığımda kabul ettimki tek suçlu ben değildim. İşin içinde bir de Kim Jongin vardı, yanık teni, dolgun dudakları, sıradan bir kahverengi olmasına rağmen insanı hemen etkisi altına alan gözleri. Bakışları, mimikleri.. Bedeni.. Her şeyiyle insanı baştan çıkarmak için hazır gibiydi. Ve tüm bu tanrı vergisi ihtişamıyla benim karşıma çıkmıştı, benim.. Oh Sehun'un.. Bir daha asla çikolata yemeyeceğim dedikten tam iki dakika sonra sonuçta adı çikolata değil diyerek kafasını puding kasesine daldıran Oh Sehun'un. Nasıl olur da kendimi tutabilirdim?

Pekala, öncelikle sakin olmalıydım. Tedirginlik damarlarımı terk eder etmez biliyordum ki bir kriz daha geçirecektim. Kim Jongin'le seks yaptım krizi. Lowill'in kurucusu, büyük patronla seks yaptım. Ve ben o kadar tedirgindim ki bunun heyecanını dahi yaşayamıyordum.

Departmana girerken derin derin nefesler alıyordum, sakin olup bu olayın üstesinden gelebilirdim. Evet bunu başarabilirdim. Yani, en azından öyle umuyordum.

"Oh Sehun!!!"

Ah hayır sakin falan olamazdım, bunun için fazla yaşlıydım.

Kalbim göğüs kafesimi parçalarcasına atarken üzerime gelen Sung'ı gördüm. Yüzü sinirden kızarmıştı, attığı her adımda yere daha şiddetli basıyordu. En sonunda yanıma ulaştığında gömleğimin yakasından tuttu, beni bir köşeye çekiştirdiğinde anladım ki.. Sıçıp sıvamıştım..

"Sen..." Sung sakin olmaya çalışıp derin bir nefes verdi. "Sen ne yaptığının farkında mısın?"

Tanrım, yine ne yapmış olabilirdim ki? Tek tek seçenekleri ďüşünmeye başladım. Geçen ay kapısını kıranın ben olduğumu anlamış olamazdı değil mi? Ya da klimanın kumandasını kırdığımı? Pekala belki de sadece dosyalarına vişne suyu döktüğümü öğrenmişti. Bu o kadar da büyük bir olay olamazdı.

Sung benden bir cevap beklercesine bakıyordu, en sonunda bir şey söylemeyeceğimi anlayıp elimdeki dosyayı hızla aldı, pekala çifte sıçtım sıvadım..

"2011 anket sonuçları ha?"

Tanrım, keşke pazarlamayla ilgili bir şeyler getirseydim. Araştırma departmanına ait bir dosyayla içeri dalmıştım, kesinlikle beni öldürecekti.. Göz ucuyla duvarda asılı duran saate baktım, gerçek suratıma sağlam bir tokat geçirdi. Tam bir buçuk saattir arşiv odasındaydım ve Sung'ın suratındaki kırmızının tonuna bakarak söyleyebilirdim ki sonum gelmişti.

"Sehun.." Sung tekrar sakin bir ses tonuyla söyledi, arından ses tonunun tam zıttı bir sinirle dosyayı kafama geçirdi. "2 saattir bunun için mi ortalıkta değilsin?"

"Açıkla.." Cümlem bitmeden Sung dosyayı tekrar kafama geçirdi, sağlam kalmış son birkaç nöronum artık işe yaramaz haldeydi kesin..

"Amacın ne Sehun?" yeni bir dosya darbesiyle daha karşılaşmamak için birkaç adım geriledim, "Bahaneler uydurup işe gelmiyorsun, geldiğinde ise geç kalıyorsun. Hadi bir ihtimal oldu da erken geldim diyelim bu defa gün içerisinde işten kaytarıyorsun!"

Sung'ın sesi her kelimesinde daha da artıyordu, bu defa kovulacaktım.

"Ama Sung.." diye sızlandım. Bu her nedense onun gözlerinin iki kat daha fazla açılmasına ve biraz daha kızarmasına neden oldu.

"Hala konuşabiliyor musun? Şu haline bak, burada bu kadar durabilmen bile mucize.. Gayriresmi giyiniyorsun, saygı ifadeleri kullanmadan konuşuyorsun."

"Söz veriyorum Sung, yarın takım elbise giyeceğim ve sana artık Bay Jeon diyeceğim, söz veriyorum."

Sung, 'ben seninle ne yapacağım' tarzı bir bakış gönderdi. Sinirlerinin hala yatışmadığının farkındaydım, birazdan yüzümü duvara dönüp orada utanmamı söyleyebilirdi..

"Sehun, benim soyadım Jeon değil." derken son derece yorgun bakıyordu. Şaşkınlıkla ağzımın açılmasına engel olamadım.

"Çindeki işi de batırdığını biliyorum, adamların tek kelimelerini bile dinlememişsin ve en sonunda bizim yeteri kadar ciddi olmadığımızı düşünmüşler. Bu kaçıncı rezaletin?" Buna cevap vermeli miydim? Bilmiyordum ki beşten sonra saymayı bırakmıştım.

"Sehun, bizim için yeterince verimli olduğunu düşümüyorum." Tanrım, işte geliyordu... "Bence artık yeteneklerini daha iyi kullanabileceğin bir yerde çalışmalısın."

"Beni kovuyor musun?"

Haykırmadan edememiştim, işte bittiğim an buydu, Sung soruma 'evet' diyecekti ve kovulacaktım.

"Sehun, bizim için yeterince iyi bir çalışan deği.."

Sung'ın cümlesini bitirmesine izin vermeden bu defa bağırarak söyledim.

"Yani beni kovuyorsun?"

Sesim aynı zamanda kırgın çıkmıştı, bir an tüm ofisin bize döndüğünü fark ettim. Ve tam o anda Jongin içeriye girdi.. Ya talih benimle dalga geçiyordu ya da Jongin'de kötü anlarımı yakalayan bir radar vardı..

"Evet Sehun, kovuldun." Ve ben bu cümleyle elime bir kürek alıp yeri yarmayı düşündüm. Böylelikle içine girebilir ve içinde bulunduğum şu durumdan kurtulabilirdim. Resmen kovulmuştum, üstelik Jongin'in önünde, üstelik tüm departman bana bakarken.

Jongin'e bakmayı sürdürdüm, az önce seviştiğim adamla aramızda olan mesafe her nedense canımı sıktı. Ofiste tüm gözler benim üzerimde olduğu için hiç kimse Jongin'in geldiğini fark etmedi. Gözlerimiz, birbirine kenetliyken, Belki de iyi olacak diye düşündüm. Kovulunca Jongin'i bir daha görmezdim ve her seferinde sendhal sendromu geçirmeme gerek kalmazdı, en azından bayılmıyordum. Tanrıya şükürler olsun...

Jongin'in geldiğini ilk fark eden masası hemen kapının girişinde olan Se Ra oldu, hızla bok rengi saçlarını düzeltip, kambur duran sırtını dikleştirdi. Bir anda her şeyi unutup kızın üstüne ninja teknikniğiyle uçmayı düşündüm. Resmen fırsattan istifade Jongin'e kur yapıyordu..

"Hoşgeldiniz Bay Kim." diye bağırması zaten sessiz olan ofiste yankılandı, bana odaklı gözlerin tek tek Jongin'e dönmesi tedirginliğimi azaltmadı. Aksine gittikçe daha da endişeleniyordum. Ne yapmam gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Eşyalarımı mı toplamalıydım yoksa mesaimi bitirip öyle mi gitmeliydim. Jongin'in bakışları neden hala benim üzerimdeydi? Nasıl yeni bir iş bulacaktım. Tüm bu birbirinden bağımsız sorularla aklım bulamaç haline gelmişti.

Düşüncelerimle öylesine boğulmuş bir haldeydim ki Jongin'in bize doğru geldiğini ancak birkaç adım attıktan sonra fark ettim. Sung, anlaşılan bana diyeceklerini bitirmemişti ki hala sinirle soluyordu. Jongin'in geldiğini fark etmesiyle yüzünde oluşan 'nereden çıktı şimdi bu' ifadesi gözümden kaçmamıştı.

Jongin sonunda yanımıza ulaştığında Sung istemeden de olsa önünde eğilip onu selamladı. Bense hiçbir tepki vermeden öylece durdum. Üzgünüm Kim Jongin dedim içimden, az önce kıçımı becerdiğin için hala hassasım önünde eğilmemi bekleme..

"Sung."

Jongin'in her zaman bir gülümseme barındıran yüzünde bu defa hiçbir ifade yoktu. Ne düşündüğünü anlamak imkansız gibiydi. Ona bakarken söylenebilecek tek şey göz alıcı olduğuydu. Sanki az önce sevişen o değilmiş gibi saçları düzgündü, kıyafeti jilet gibi tabirine bir örnekti. Bunu nasıl başarabildiğini merak ediyordum çünkü ben hala koktuğumu düşünüyordum..

Jongin önce Sung'a ardından bana baktı, bir an beni savunacağını düşündüm. Bunu gerçekten düşündüm. Sung'a 'onu kovamazsın asıl ben seni kovuyorum' falan demesini bekledim. O ise gayet resmi bir ifadeyle tekrar Sung'a dönüp, "Seninle departman hakkında konuşmak istiyorum." dedi. Ve ardından, "Lütfen." diye ekledi.

Onun profesyonel yüzünü gördüğüm ilk an diye düşündüm, dün geldiği andan itibaren herkesle arkadaş gibiydi.

Sung ne yapacağını bilemez bir şekilde baktı, henüz sinirini benden dökememiş gibiydi. Gitmekle kalıp bana bağırmaya devam etmek arasında gidip geliyordu.

"Önemli birkaç işi hallettikten sonra hemen geleceğim Bay Kim." dedi en sonunda. Anlaşıldı ki henüz rahatlamamıştı.

Ve bir de işin içinde Jongin'in patronun patronunun bile patronu olması vardı. Bir an kaşlarını çattı. Kalın dudaklarını birbirine bastırdı ve o an yemin edebilirdim ki gözlerinden ateş çıkabilirdi.

"Sung." dedi bakışlarına zıt sakin ama bir o kadar da soğuk bir ses tonuyla. "Hemen!"

İçimin titrediğini hissetmiştim. Sung'ın yüzü domates gibi kızarırken, ben şaşkınlıkla Jongin'e bakıyordum. Tüm ofis nefesini tutuyordu. Kovulduğum için sevindiğim kısacık bir an yaşadım, Sung bu sinirini önümüzdeki tüm 1 sene boyuna departmandakilerden çıkaracaktı..

Ve elindeki dosyayı karnıma geçirecek ilk tepkisini gösterdi, acıdan inlememek için kendimi zor tuttum.

"Ben gelene kadar eşyalarını topla." diye tısladı. Ve o an yemin ederim ki Jongin'in bakışlarındaki öfkeyi görüp Sung'ı öldürene kadar döveceğini düşündüm.

Ama o hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp yürüdü. Rüzgar gibi geçti dedikleri de buydu işte, ofisteki herkes fırtınaya maruz kalmış gibi bakıyordu. Sung da aynı şiddetle arkasından çıktığında ise fısıltılar başladı. Bense yapabileceğim tek şeyi yapıp masama yöneldim. DakHo bana acırmış gibi bakıyordu, ama bu olayın hoşuna gittiğinden son derece emindim. Artık kovulmuştum. Bedava yemek kuponları yoktu, metro fişleri yoktu. Babama küçük çekler göndermek yoktu. Bitmiştim.

Tüm aksiliklerin aynı günde olması çıldırmanın sınırına gelmeme neden oluyordu. Eve gidip uyumak ve birkaç hafta uyanmamak istiyordum. Ardından kalkıp kendime yeni bir iş arayabilirdim.. Eşyalarımı ofiste bulduğum karton bir kutuya yerleştirirken artık hiçbir şey düşünemeyecek durumdaydım. Toparlanmak dünyanın en meşakatli işiymiş gibi beni yoruyordu. Sırayla masamın üzerinde duran küçük japon askerlerini, birkaç fotoğrafı kutuya yerleştirdim. Masamın çekmecesinde duran acil durum abur cuburlarını çıkarma vakti gelmişti. Ne alırsam kârıma diye düşünerek şirkete ait birkaç parça eşyayı da aldım.

Ben işe yarar başka ne alabilirim diye düşünürken Sung sonunda içeriye girdi. Gitmesinin üzerinden daha 10 dakika bile geçmemişken geri dönmesi meraklanmama neden olmuştu. Mümkünmüş gibi daha da sinirli görünüyordu. Tüm şirketi ateşe verip yakabilecek gibiydi.

Herkes odasına gitmesini beklerken Sung doğrudan benim yanıma geldi, kendini zapt ettiği her halinden anlaşılıyordu. Sonunda masama ulaştığında derin bir nefes verdi, yüzüme bakmaya katlanamıyormuş gibi ben dışında her yere baktıktan sonra sonunda konuştu.

"Toparlanmayı bırak." dedi dişlerinin arasından. "İşe devam ediyorsun. Bay Kim, her nedense, potansiyel sahibi olduğunu düşünmüş."

Tekrar gözlerini kapatıp bir nefes daha verdi. Sonunda gözlerini açtığında doğrudan bana baktı.

"Günün kalanında izinlisin, eve gidebilirsin. Ve maaşına zam yapıldı. Hepsi bu kadar."

...........

Eve kendimi nasıl attığımı dahi hatırlamıyordum. Ofisteki herkes gibi ben de şok içindeydim. Ne düşünmem gerektiği, bunu neye yormam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Onunla seks yaptığım için mi bunu yapmıştı yani? Bu ne demekti?

Anahtarı deliğe sokmak bile işkence gibi gelmişti. Kapıdayken içerden gelen bağırmaları duyabiliyordum. Her an o bağırtılara benim çığlıklarım da eklenebilirdi. Tanrım, fazla yüklemeden error verecektim yakında.

"Ben yapmadım diyorum sana!" Chen'in her zaman birkaç tık yüksek çıkan sesi bu defa kendini aşmıştı. İçeride gördüğüm manzara donmama neden oldu. Ev arkadaşlarımın da benden aşağı kalır yanı yoktu anlaşılan. Hepsi kafayı yemiş gibiydi.

Xiumin ve Luhan tekli koltuklarından birine beraber oturmuşlardı, Xiumin tedirgin tedirgin önündeki kavgayı izlerken Luhan kilitlenmiş gibi ona bakıyordu. Chen ve Tao ayaktaydı ve anlamsızca bağırıyorlardı. Çoğu zaman ikisinin de sesi birbirine karışıyordu. Amber ise oturmuş ve bilgisayarına sarılmıştı. Öyle bir ağlıyordu ki ciğerlerinin şimdiye dek çoktan parçalanmış olduğunu düşündüm.

"Bunu senden başka kimse yapamaz Chen, itiraf et!"

Tao'nun lk defa bu kadar sinirli olduğunu görüyordum. Chen'in boğazını parçalayacakmış gibi bakıyordu ve bu pek hayra alamet değildi.

"Ne oluyor." diyerek salona daldığımda 3 çift göz bana döndü. Amber hala ağlıyor, Lu ise Xiumin'e garip bir şekilde bakmayı sürdürüyordu.

"Chen!" Tao parmağıyla Chen'i gösterdiğinde ona döndüm, ağlayacakmış gibi bakıyordu ve bu da pek hayra alamet değildi.

"Odaları kilitlemiş ve Amber'ın bilgisayarına şifre koymuş!".

"Ben yapmadım diyorum sana." Chen tekrar bağırdığında Tao hırsla ona döndü. Hızla aralarına girip ayırmaya çalıştım yoksa ikisinden biri hasar görebilirdi.

"Sabahtan yedek anahtar bulmak için uğraşıyoruz ve Amber ağlıyor. Tanrı aşkına senden başka kim yapmış olabilir?"

Tao'ya söyleyip söylememek arasında gidip geliyordum, Chen çok çaresiz bakıyordu fakat bu söylediğim an Tao'nun beni öldüreceği gerçeğini değiştirmiyordu. Ağzımı kapalı tutup Tao'yu olabildiğince Chen'den uzağa çektim. Her an üstüne atlayıp bir yerlerini kırabilirdi.

Chen'in bakışları her ne kadar içimi acıtsa da sesimi çıkarmamaya kararlıydım. Gözlerinden bile suçsuz olduğu anlaşılıyordu fakat bunu odadaki kimse görmüyor gibiydi. Belki de gerçeği bildiğim için ben fark ediyordum.

"Neden inanmıyorsun." diye tekrar bağırdı Chen. "Ben yapmadım diyorum sana! Ben yapmadım!"

Tao sessiz kalmakla yetindi. Bir an Chen'i evden kovacağından korktum. Bir kişinin daha eksikliği bu evi katlanılmaz kılacaktı..

"Sürekli böyle yapıyor Tanrım. Her olayda beni suçluyor." Chen bunu daha çok kendi kendine söylemişti. Ellerini saçlarına götürüp çekiştirdi. Bir süre kimse konuşmadan bekledi. Odadaki duyulan tek ses Amber'ın hıçkırıklarıydı. En sonunda Chen hızla Tao'ya dönüp baş parmağını uzattı.

"Neden benden nefret ettiğin konusunda en ufak bir fikrim yok." dedi hırsla. "Fakat artık benden uzak dur ZiTao."

Ve merdivenlere doğru yönelip üst kata çıktı, Tao ise sadece gözlerini boşluğa dikmişti.

........

Evdeki gergin hava tüm gün boyunca sürmüştü. En sonunda Tao da tıpkı Chen gibi kendisini odasına kilitlemiş, Amber ağlamayı bırakıp evden dışarıya çıkmıştı. Xiumin ve Luhan ise birbirlerine sarılarak tüm gün boyunca öylece oturmuşlardı. Daha fazla aralarındaki romantizimi kaldıramayacağımı düşündüğümde odama yönelmiştim. Saatin henüz erken olmasını umursamadan yatağıma girince tek dileğim bir daha çıkmamaktı.

Kabuslarla uyandığımda saat gecenin üçünü gösteriyordu. Bu normaldi, çay içmeden uyuduğum her gece kabus görerek uyanırdım. Buna alışmıştım.

Yatağın içinde rahatsızlıkla doğruldum. Ağzım kurumuş ve sıcaklığına alıştığım yataktan çıkıp soğuğa dalmak ürpermeme neden olmuştu. Ayaklarımı yataktan çıkarıp soğuğa alışmayı bekledim. Çay içip sıcak bir duş almadığım sürece uyuyamayacaktım.

Odamdan çıkıp merdivenlere yöneldim, Chen'in odasından geçerken kulağımı kapıya dayadım. Sessizlik uyuduğunu gösteriyordu. Tao ona kızdığı için hala üzgündüm..

Aşağıdan gelen televizyon seslerinden Xiumin ve Luhan'ın hala uyumadığını anladım. Merdivenlerden birkaç adım atmıştım ki ikisinin hararetli bir konuşmaya daldıklarını duydum. Onları rahatsız etmemek için tekrar bir adım geri atıp merdivenlerin başında bekledim.

"..ve bir anda çekip gitmiş, çocuğu terk etmiş."

Luhan o kadar heyecanlı anlatıyordu ki, onları görmememe rağmen yüzündeki ifadeleri gözlerimin önüne getirebiliyordum. Ve Xiumin'in gülümseyerek aşk dolu gözlerle onu izlemesi. Tahmin edilmesi zor şeyler değildi.

"insanlar birbirlerini her zaman terk ediyorlar Minnie. Sanırım bu o kadar da abartılacak bir şey değil artık."

Ses çıkarmamaya çalışarak oturup onları dinlemeye başladım. Bu yaptığım ayıp bir şeydi biliyordum fakat bu tür şeyleri takmayı bırakalı çok zaman olmuştu.

"İnsanlar birbirlerini terk ederler Lulu. Evet edebilirler fakat birdenbire edemezler. Bu doğanın kanunu. Bir gün etrafındaki herkesi terk edersin, ama bunu bir anda yapmazsın. Aylar hatta bazen yıllar sürer bu terk ediş. Önce anneni ve babanı terk edersin. Ardından arkadaşlarını. Fakat eğer şanslıysan elini tutup asla terk etmeyeceğin birisi çıkar karşına, biz şanslıyız."
Küçücük bir an donduğumu hissetim, ağlamak üzereydim. Xiumin her zaman nerede ne diyeceğini çok iyi biliyordu. Acaba ben de şanslı mıydım?

"Bir gün Luhan, şimdi tanıdığın hiç kimse hayatında olmayacak, ailen ve şimdi her gün konuştuğun arkadaşların senden uzakta olacaklar. Ağladığında yanında olan insanlar ağladığını bilmeyecekler. Bir gün herkes gidecek ama ben senin yanında kalacağım. O gün geldiğinde Lu, ben senin ellerini tutup sana yine aynen bugünki gibi aşık olacağım."

Aşk bu herhalde diye düşündüm.

"Seni seviyorum Xiu." dedi mırıldanarak Luhan.

"Seni seviyorum." diye hevesle söyledi Xiumin.

Ve ben de bunun tamamen doğru olduğuna inandım. Orada oturmuş sessizce onları dinliyordum. Belki de hayatımda asla bir Xiumin'im olmayacaktı. Belki de yıllar sonra etrafımdaki tüm insanlar gittiğinde benim elimi tutacak kimse olmayacaktı. Bu yüzden biraz da imrendim ikisinin aşkına. Çay içmeyi boşverip hızlı bir duş aldıktan sonra yatağıma uzandım. Luhan ve Xiumin aşkının sonsuza dek süreceğini düşündüm uyurken. Ve sabah uyanıp mutfağa gittiğimde Xiumin'i elinde bir mektupla otururken buldum.

Luhan bir mektup bırakarak tüm eşyalarını da alıp gitmişti..

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

234K 22.2K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
47.3K 5.3K 28
Tüm hakları Kyungsoo'nun tablosunda saklıdır.
26.3K 2.5K 17
[Tamamlandı] Evden kaçmaya karar veren Jimin eşyalarını toplayıp pencereden atlar. Geçtiği sokaklarda kaldırımda oturan bir çocuk dikkatini çeker.. �...
106K 9.8K 24
avukat jeon jungkook, karşısında gördüğü cılız gencin bir katil olduğuna inanamadı. " sen beni unutuyorsun, ben senin evin oluyorum." • smut, arg...