Geceye Hapsolduk

By culukok

370 22 1

Eskiden Sicilya'ya kaçırılan küçük bir çocuktum, şimdi ise bir uyuşturucu satıcısı. Geçmişim peşimi bıraktı... More

GİRİŞ BÖLÜMÜ
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4-Bölüm 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7-8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15-BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18-19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21-FİNAL ÖNCESİ BÖLÜM
BÖLÜM 22- FİNAL

BÖLÜM 13

9 1 0
By culukok

KURŞUN

Sözlerinin aklımda durmadan yankılandığı o gecenin sabahına kadar ima ettiklerini düşünüp üç kahveyi bitirmiş, odamdaki rutubet kokusunu yok edene ve yerini dumandan bir bulut kaplayana kadar ciğerlerimi zehirlemiş, zaten sınırlı uyuyabildiğim o dört saati Mezar'ın Vincenzo olması ihtimaliyle yanarak geçirmiştim. Onun bakışlarını analiz etmeye çalışarak Vincenzo'yla bağlaştırmaya çalışmıştım. Aklımdaki soru işaretlerini gidermeye çalışsam da on katına çıkmış gibiydiler.

Sabah beşte eğitim olduğundan ve eğitmenimiz Mezar olduğundan oraya gitmem gerekiyordu. Kendi kendime bir karar almıştım. Her ne kadar Vincenzo'ya benzemese de o benim eğitmenimdi ve dün söylediği İtalyan atasözünü çoğu kişi biliyordu. Boşu boşuna umutlanmamalıydım.

Elimdeki yarısı boş olan karton kahve bardağını daha sıkı kavrayıp kulağımdaki kulaklıkta çalan şarkıdan bağımsız, hızlı ve düzensiz adımlarımı mermer zeminde ilerletmeye devam ederken geniş koridordaki sınıflara bakınmaya başladım. Üçüncü kattaydım, yani dövüş eğitimlerini aldığımız yerde. 

Tetikçilerle aynı sınıfta ders alacağımızı biliyordum. Dolayısıyla Kor'la aynı sınıfta olacaktık çünkü tetikçilerin eğitmeni dün kayıplara karışmıştı. Artık yalnızca Zihin değil, İnkar'da kayıplara karışmıştı. Zincir'de ki kayıp sayısı ikiye yükselmişti. Ve bir yanım diyordu ki, bu yalnızca başlangıçtı.

Zihin kolay kolay yenilemeyecek bir adam olmasına rağmen L'ucelo Zaffiro'nun eline düştüğüne göre, sonumuz yakındı...

Koridorun sonundan elinde kahvesi yok denilecek kadar az, tamamen sütten oluşan bir karton bardak kahveyle dönen Kor beni gördüğünde yüzünü buruşturdu. Her eğitimde giydiklerini giymişti. Siyah bir tişörtle aynı renk bir eşofman. Aynıları bende de vardı. Şu an sokak başında el ele tutuşup yürüyen iğrenç vıcık vıcık sevgililer gibi göründüğümüze yemin edebilirdim.

"Bu tip ne? Hangi ekmeğe bastın? Hangi fakirin hakkını yedin? Karınca yuvasının üzerine basıp yavru karıncaları mı öldürdün?" dedi Kor hayıflanarak dehşetle açılmış gözleriyle elini bacağına vururken, "Sabaha kadar bir gece kulübünde çalışıp eve döndükten sonra üç bardak kahve içmiş bir deli gibi duruyorsun!"

"Ne kadar da doğru bir tespit, Kor. Rutinimde olmayan tuhaf şeyleri nasıl bu kadar kolay tahmin edebildin!" dedim gözlerimi devirerek, boşta olan elini kalbine koyarken gözlerini ağır ağır kapatıp başını yukarı aşağı salladı. Onu umursamadan sade, neredeyse simsiyah olmuş kahvemden bir yudum daha içip ortamızda duran sınıfa ilerlemeye devam ettim. Sabahın beşi olduğu için koridorlardaki küçük pencerelerden dışarısı kapkaranlık gözüküyordu. Yine de içerisi oldukça sıcaktı. "Sabah sabah pek havandasın, hayırdır?" dediğimde ikimizin sınıfa ulaşmamıza yalnızca bir metre kalmıştı. Ayrıca Kor sabahları somurtur durur, sürekli yeterince uyuyamadığından şikayet ederdi.

"Ah, sorma yavrum. Dün bir beyle tanıştım," derken yüzünde bilincini yitirmiş gibi istemsizce oluşan bir sırıtış belirdi. Gözlerinin içinin parladığını fark ettim. "Takım takravat kontrolü yaptım da... Bayağı iyi." dediğinde midemin ters düz olduğunu hissederek elimi karnıma koydum ve yüzümü buruşturup,

"Bana sakın yeni tanıştığın bir herifle yattığını söyleme!"

"O kadar delirmedim yavrum, en azından bir hafta geçsin diye bekliyorum." derken benim gibi yüzünü buruşturmuştu. 

"Detayları öğrenmeyeceğimi sanma, benim tanıdığım kor şimdiye tüm gelir-gider listesini çıkartıp annesinin kızlık soyadını bile öğrenmiştir." dediğimde memnuniyetle başını salladı. Elimi yakan karton bardaktaki kahvenin kalanını tek yudumda bitirip dilimi yakmasını umursamadan adımlarımı hızlandırdım ve sınıfın içine ilerleyeceğim sırada Kor benimle yarıştığını düşünerek adımlarını hızlandırdı. Onun benden daha önce sınıfa girmesine izin veremezdim, bu bir yarış haline gelmişti.

Sınıfın kapısına kadar birbirimizin hızlandırılmış adımlarından gaza gelerek ilerledik ve sonunda beklediğim şey oldu, kapıya yaklaşıp aynı anda içeri girmeye çalıştığımızda birbirimize çarptık ve onun elindeki sütten varlığı bile belli olmayan kahve çarpmanın etkisiyle kartondan sıyrılarak üzerime döküldü. Sıcak sayılmazdı, ılık denilebilecek kadar soğumuştu ama önemli olan bu değildi. Üzerime dökülen kahveye sinirlenerek elindeki bardağı elime almış ve kalanı onun üzerine boca etmiştim.

İyi de yapmıştım. 

Ne olduğunu ikimiz de yeni kavrarken gözlerimizi birbirimizin gözüne diktik. İkimizin de sahte öfkelerle parlayan gözleri buluşurken şaşkınlıkla aralanan dudaklarından birkaç kelime çıktı.

"Ne yaptığını sanıyorsun gavurların kesip bayram süslemesi yaptığı, oyuk götlü bal kabağı?"

"Sen ne yaptığını sanıyorsun cacığı cacık yapan asıl malzemesi hıyar?" sözlerimle gözlerini kocaman açıp kahve bardağını tutan elini kalbine götürürken bana bakmaya devam etti.

"Hayatımda duyduğum en büyük hakaretti." aynı anda birbirimizin gözlerine bakarak öfkeyle göz kapaklarımızı kıstık, ve aynı anda araladığımız dudaklarımızdan aynı kelimeler çıktı.

"Ölüm döşeği." bu çocukluğumuzdan beri sürdürdüğümüz bir gelenekti. Birbirimize saçma nedenler yüzünden hakaret ettiğimizde bir kazanan olana kadar her şeyi yarış haline getirirdik. Ya da birimiz ölümün döşeğine gidene kadar...

"Büyüyün biraz!" diye homurdandı içerideki tetikçilerden biri. Ve onların sözlerini takip eden seslerle ortama bir uğultu çöktü.

"Eşek kadar oldular hala yarışıyorlar!"

"Merak ediyorum acaba gerçekten sidik yarıştırıyorlar mı?" gibi onlarca ses gelirken bizim tek derdimiz sınıfın içine aynı anda girmekti çünkü Ölüm Döşeği bunu gerektirirdi. Aynı anda giremezsek birimiz yenilmiş olurduk ve bunu kesinlikle kabul edemezdim. 

İkimiz de aynı anda atağa geçip sınıfın kapısına koştuğumuzda yan yana durarak kapının tüm girişini kaplamış bulunduk. Yan yana durduğumuz için de kapıdan geçmemiz zorlaşmıştı, biz de kıpırdanarak bunu iyice imkansız kılıyorduk. 

Kıpırdanıp Kor'u geri itlediğim süre boyunca içeriye göz atmıştım. Duvarlar beyazdı ve tuhaf bir şekilde burada hava rutubetli ya da tuhaf değildi. Gayet normal, hatta temiz kokuyordu. Tam karşımızda beş kişi vardı. Biri Mezar, iki yanında duranlar korumaları olduğunu öğrendiğim adamlardı. En sonda ise Mezar'ın ilk günkü eğitimini izlemek için yanında duran Esrar'dı. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, ne zaman bu çocuksu huylardan vaz geçeceğimizi düşünüyordu. 

"Kızım çekilsene!" dedi öfkeyle Kor kapıdan benimle geçmek için kıpırdanırken.

"Oldu, çekileyim de dört yüz yetmiş beşinci Ölüm Döşeği turnuvalarında kazanan sen ol!" kulağımdaki kulaklıktan hala ses gelmeye devam ediyordu. Aynı şarkı dönüp duruyordu, muhtemelen döngüye girmişti. 

"Kor, öncelik kadınların, Kurşun'a sataşmayı bırak." diye teşvik etti Esrar, bizim kavgalarımızdan oldukça keyif aldığı yüzündeki sırıtıştan belliydi. Kor kısaca bana baktıktan sonra iğrenç bir şey görmüş gibi burnunu kırıştırarak başını hızla iki yana salladı.

"Ben Kurşun'dan daha kadınım be! Şundaki tipe bak! Yere düşen ekmeği öpüp kafasına koymadan tuvalete atmış!" dedikten sonra başını bana çevirip tepinerek bağırdı, "Çarpık bacaklı, kuru götlü," hemen sonra bir anda bileğimi tutarak elimi havaya kaldırdı, "Şunun ele bak! Yuh, yavrum, mermer tokatlıyor maşallah! Dişi cinsiyetli bir bireyin eli değil, bu elin sahibinin adı anca Mahmut, Şükrü falan olur. Hadi eli geçtim, memesi yok! Nakil istersen veririm yavrum, bende fazlası var" 

"Birbirimizi eksikliklerinden yadırgıyorsak ve birbirimize nakil veriyorsak, ben sana beyin nakli yaparım, zira fazlasıyla ihtiyacın var hıyarcık! Ayrıca sana ne benim mememden ya! Senin yağlı memelerini mükemmel vücuduma sokar mıyım ben?" dedim öfkeyle geçmeye çalışmaya devam ederken.

"Hah, benim memelerim mi yağlı! Ve  senin vücudun mu mükemmel? Esrar'ımın bile daha güzel vücudu." bu kez Esrar işe dahil edildiği için hayretle ellerini iki yana açarak bizim yüzümüze bakmaya başladı.

"Ulan işi bana nasıl getirdiniz?" ikimiz de onu umursamadan aniden içeri daldığımızda ayaklarımız birbirine dolanırken kendimi bir anda soğuk mermere yüzükoyun bir şekilde düşmüş olarak buldum. Mermerin soğukluğu kahve yüzünden ıslanmış olan tişörtümden geçiyordu. Fazla vakit kaybedersem bu soğuğun eninde sonunda beni vuracağından emin olduğumdan hızla ayağı kalktım. Kor da benim gibi düşünerek ayağı kalktı. Muhtemelen kapıya sıkışmış ve bunun üstüne düşmüş olduğumdan kolayı sırtımdaki kemikler ve kollarım ağrıyordu. Elimi istemsizce belime götürdüğüm sırada adının Güz olduğunu hatırladığım, yapılı bir adam sessizce gülerek yanındaki oğlanı dürttü.

"Yakında bizi ayartmak için Ölüm Döşeği'ni bahane ederlerse hiç şaşırmam." ikimizin gözleri de onun üzerine çevrildi. Kor'la tek farkımız vardı, o her şeyi üstüne alınıp cevap vermek ister, bense sessizliği seçerdim.

"Hiçbir zaman o kadar yoklukta olacağımı sanmıyorum." sözleri hoşuma gitmişti. Bu da dudaklarımın yukarı doğru yavaşça kıvrılmasını sağladı.

"Zaten senin için söylememiştim, Kor. Yönelimimiz farklı. Kastettiğim kişi sikik mafya dünyasını başımıza sardıran sürtüğündü." pekala, bunu göz ardı edemezdim. Öfkem tatlı kıvılcımlarla tenimi uyuşturmaya başlarken gözlerimi üzerine diktiğim sırada Esrar uyarırcasına Güz'ün adını seslendi. 

"Haddini aşıyorsun, piç kurusu." dedim ruh halimin çok aksi olan bir şekilde sakince ama gözlerimin hissettiğim şeyleri saklayabildiğini sanmıyordum.

"Çoktan aştı yavrum." dedi Kor ve bunu söylerken tehditkar bir şekilde gülümsüyordu. 

"Kor, Kurşun, dışarı çıkıp biraz gezinin." dedi Esrar herhangi bir olayın her an patlak verebileceğini ön görerek ama çıkıp gezinmek işime yaramayacaktı. Bu adam bana sürtük demişken ben sakin mi kalacaktım? Rüyasında görürdü.

"Maalesef Esrar'ım. Merhametle oynayan bu yavşağın merhamet damarını sikmenin vakti geldi." dedi Kor sırıtarak ve konuya dahil olarak elimi kaldırdım.

"Ar damarını bana bırakırsan problem kalmaz." Kor sırıtmayı sürdürerek başını salladığı sırada sınıf ikiye bölünmüştü. Daha doğrusu gruplar adaletsiz bir şekilde dağılmıştı. İnsanlar ağır hareketlerle çıkacak olayları ön görerek yanlarında duracakları kişiyi seçiyorlardı.

Seçilen kişi Güz'dü, hiç şaşırmamıştım. Çünkü Sicilya mafyasının başımıza dadandığı duyulduğundan beri suçlanan tek kişi bendim. Sicilya'da bir süre geçiren sadece ben vardım. Bir adımla Kor'un yanına geçerek diğerleriyle aramızda yalnızca iki adımlık yer kalırken hepimiz birbirimize bakıyorduk. Onlar ortalama yirmi kişiydi, bizse iki. Üstelik en kısaları bendim, yine de bu yenileceğimiz anlamına gelmiyordu.

"Müdahale etmemiz gerekmiyor mu?" diye kısık bir ses duyuldu, kime ait olduğunu anlayamamıştım ama beşinden birine olduğu kesindi.

"Şu an edilebilecek en iyi müdahale çakıları atmalarını sağlayıp geri çekilmek, yoksa sokağın ortasında birbirlerinin boğazına yapışıp öldürebilirler." dedi Esrar ve hepimiz onu bekliyormuşçasına elimizi cebimize atıp aynı anda çakılarımızı odanın köşelerine fırlattık. Çakılar aynı anda yere düştüğünden oldukça gürültü çıkartsa da bu hiçbirimizin umurunda değildi.

"Neye kızdın ki?" dedi Güz pis pis sırıtarak ve bir adım atarak aralarındaki adımı bire indirdi. Kor'un yumruklarını açıp kapattığını fark ettim, yüzündeki sırıtıştan her ne kadar ödün vermese de gözlerindeki öfke odadaki havayı ağırlaştırmaya yetiyordu. "Mafya dünyasına sikik demem mi? Yoksa Kurşun'a sür-" sözünü kesen Kor'un elini kaldırmasıydı. Vurmak için değil, avuç içi ona dönecek şekilde havaya kaldırmıştı. 

"Eğer o kelimeyi tamamlarsan aynı yerde kaldık, eğitim aldık, kardeşimsin demem bayıltana kadar döverim seni." derken sesindeki tehdit tınısı çok netti ve kaslarının gerilişi her an atağa geçmeye hazır olduğunu belli ediyordu. Aklıma gelen şeyle başımı Esrar'a çevirip gözlerimi kıstım.

"Sürtük diye kime denir abi?" Esrar taraf tutmadığını belirtmek için kollarını göğsünün altına birleştirip başını yavaşça iki yana salladı.

"Bana göre normalden fazla kişiyle yatmış basit kadınlara." dediğinde başımla onaylayarak yeniden Güz'e döndüm ve dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Ve bu tanımın karşılığı bende değil, adi herif. Senin kız arkadaşında. Seni de seksle mi ayarttı? Yoksa küçük, masum bakireyi mi oynadı?" dedikten sonra gözlerimi yanında duran, adını hatırlayamadığım ama Zincir'de ki ünü pek iyi olmayan kıza bakışlarımı çevirdim. Bana öfkeden kuduruyormuş gibi bakıyordu. Aramızdaki hava, ateşlenmeyi bekleyen bir füze kadar gerilim doluydu ve fitili yakan ben olmak istiyordum. "Cevap? Zincir'de bacaklarını açmadığın tek erkek kaldı mı?" ve fitil ateşlendi. 

Yalnızca saniyeler içinde Kor Güz'ün suratına burnunun kırıldığına emin olduğum sert bir yumruğu indirirken kız arkadaşı üzerime yürüdü ama öfkesinden kararan gözleri işime gelmişti. Gözü yalnızca beni görüyordu, yaptığım hareketleri değil. Dağınık dikkatiyle saçlarını elime dolayıp sertçe arkaya doğru çektiğimde boyu kısalmış oldu, ben de kolayca suratına yumruğumu indirebildim. Eli kulağımdaki kulaklığa çarpınca müzik çalar yere düşerken kulaklıkla bağı koptu ve oda bu kez döngüyle tekrar eden müziğe kapıldı. Kızın acılı feryadına karışan müzik sesi, Kor'un sadistlik dolu kıkırtısını bastıramadı.

"hah, kavga müziği de geldi." derken şarkı ortama uygun bir şekilde "Nefret dolu bakışlarla mutluluğunu izledim" kısmına geçmişti, Kor ise  başka bir adamın suratına yumruğunu indirerek çatırtılarla sesi bastırmıştı. 

Üzerime atılan ikinci kişi bir tetikçi olduğunu hatırladığım, benim yaşlarımda bir adamdı. Zincir'de kural yoktu. Yaşından küçük birine vurabilirdin, bir kadına vurabilirdin, birini bayıltana kadar dövebilirdin çünkü hepimiz aynı eğitimlerden geçiyorduk. Eğer karşılık verip dövüşemezse kendi suçu oluyordu, ya pes etmeliydi ya da şerefli bir şekilde dayak yiyip bayılana kadar dayak yemeyi kabul etmeliydi. 

Şarkı iki kez başa sarıp bitene kadar yirmi kişiyi iki kişi olarak yere sermiştik ve bunun için gurur duyuyordum, hem kendimle, hem de Kor'la. Hem de neredeyse hiç hasar almamıştık. Yalnızca onun yanağı hafifçe morarmış, ben de yumuşak da olsa dudağıma darbe aldığımdan zaten patlak olan dudağım biraz daha kanamaya başlamıştı. Son dövdüğüm adamın üzerinden kalkıp elimin tersiyle çeneme akan kanı silerken kor memnuniyetle ayağı kalkıp bana döndü.

"Bu iş böyle yapılır yavrum! Geber!" dediğinde ikimiz de sırıtarak yerdeki bedenlerin üzerinden atlayıp ellerimizi birbirine vurup eserine bakan sanatçılar gibi yere düşmüş, yüzü morarmış veya kan içinde kalmış tetikçi ve kiralık katilleri inceledik. Yerde kıvrananlar bir eserdi, biz de bu eseri oluşturan sanatçılar...

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 74.4K 63
#fantasy #1 09.05.2018 Fantastik #2 20.12.2017 Şimdi, kitabın kapağını kaldırıyorum. "Anne, bunun gerçek olduğuna inanmıyorsun değil mi?" Gülüm...
4.3M 374K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
4.1K 1.5K 16
18+ Gerçek aşkı bulayım diye mi kaybettim seni?... Geçmişin yaralarından, izlerinden kurtulamamak, hep bir emanet gibi yanınızda taşımak nedir bilirm...
A0023 By ruhperver

Science Fiction

837K 70.6K 58
On altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke...