Geceye Hapsolduk

By culukok

370 22 1

Eskiden Sicilya'ya kaçırılan küçük bir çocuktum, şimdi ise bir uyuşturucu satıcısı. Geçmişim peşimi bıraktı... More

GİRİŞ BÖLÜMÜ
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4-Bölüm 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7-8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15-BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18-19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21-FİNAL ÖNCESİ BÖLÜM
BÖLÜM 22- FİNAL

BÖLÜM 11

12 0 0
By culukok

Bazen bu hayatta var olmamın tek nedeninin birilerine zarar vermek olduğunu düşünüyordum. İhanetimle Zincir'e, Vincenzo'yla Kor'a, hırsımla Esrar'a, varlığımla anne babama, hiç kimseyi bulamasam kendime zarar veriyordum.

Gerçekten yaşama nedenim neydi benim? İnsanların kum torbası olup kendimi hırpalatmak mı? Ya da Azrail'i olup canlarını almak mı? Belki de beni gördükleri gibi küçük bir kız çocuğundan ibarettim?

Ceplerinde Ekstazi, botunun kenarında Meth'le satış yapan, üzerinde onlarca çeşit uyuşturucu bulunan bir çocuk. Pek de masum sayılmazdım ha?

Gerçi, kim tamamen masumdu ki? Bu hayatı ben istemiştim sanki... Sokakların böyle olduğunu bilememiştim, eğer bilseydim sesimi çıkartmadan yetimhanenin dört duvarı arasında kocaman bir ömür geçirirdim. Zincir'in duvarlarının arkası ya da içi kadar karanlık bir ömrüm olmazdı, ya da her an kapıma birinin dayanacağını düşünmezdim...

"Beni Adnan Oktar'a benzetmen hiç iyi olmadı ufaklık." dedi kadife gibi, duyduğum an tüm sorunlarımı unutmama bile neden olabilecek bir ses. Başımı kaldırıp sesin sahibiyle karşı karşıya geldim. Vincenzo olduğunu umut etmeyi son olaylardan sonra bıraktığım yeni eğitmenimiz Mezar'la karşılaşınca şaşırmadan onu inceledim. Üzerindeki beyaz gömleğin kollarını dirseklerine kadar sıyırmıştı, bronz teniyle çarpıştığı için oldukça göze batıyordu. Safir mavi gözleri kırmızı ışık altında çok daha belli oluyordu. Koyu kahve saçları darmadağın olmuş minik dalgalarla alnına düşmüştü. Buraya alelacele gelmiş gibi görünüyordu. "Çünkü Adnan Oktar'ın kim olduğunu araştırdım ve bu hoşuma gitmedi. Ayrıca bir sorun daha var, 'Ufaklık' ve 'Kedicik' fantezisi birbirinden çok uzak. Üstelik aklında tuhaf şeyler dönmesin, seninle fantezilere dahil olma gibi bir hevesim de yok."

"Değerli eğitmenim, izin verirseniz ve size yürüdüğümü düşünmezseniz işimi yaparak bir soru sormak isterim, ne zıkkımlanacaksınız?" derken yüzüne bakmaktan kaçınıp Kor'un elime tutuşturduğu havlu ve bardağa odaklandım. Yüzüne baktıkça aklıma Vincenzo geliyordu, o geldikçe de tuhaf ve saçma ruh hallerine giriyordum.

Maalesef inadım ve kararlılığım sönüp gitti. Çünkü birkaç saniye boyunca sesini çıkartmamıştı ve ben de hakkım olarak(!) merak etmiştim. Bar tezgahına dökülen içkilerin lekelerine bakmayı keserek derin bir nefes aldım ve başımı kaldırdım. Ancak bu düşündüğümden daha uzun sürmüştü çünkü aramızda fazlaca büyük bir boy farkı vardı. Üstelik o sandalyelerden birine oturmuş, bacaklarını da öne uzatmış olmasına rağmen...

Gözleri gözlerimle buluştuğu an görünmez ellerin boğazıma yapıştığını bir kez daha hissettim. Kurtulamadığım bu eller beni boğmaya yemin etmiş gibiydi, her saniye beni gündüze daha da çekecek, tüm varlığımı ortaya sereceklerdi ve ışığın içindeki tek beden ben olduğum için göze batacaktım. Bunu istemiyordum. İstediğim geceye saklanıp orada ömür boyu hapsolmaktı. Ben geceye hapsolmak istiyordum, sabahın getirdiği şeyler geceninkilerden çok daha ürkütücü ve kötüydü... alt dudağı yavaşça içeri kıvrıldı ve sol kenarında duran gümüş halka yok oldu. Çenesinin hareketinden o küçük metali ısırdığını anladım. Bu hareket birden donakalmama ve nefesimi tutmama neden olmuştu, boğazım kurumuştu Beklemediğim bir anda kollarını bar tezgahına yatırıp hafifçe öne eğildiğinde gözlerim safirlerine kilitlendi.

"Sabah fazla fevri davrandım, biliyorum ve hatalı olduğumu da biliyorum. Amacım seni kızdırmak ya da mahcup etmek değildi."

"Terslendiğinde mahcup olacak bir şey söylemedim zaten." diye tersledim onu gözlerimi üzerinden çekmeden.

"Pekala anlaşılan o ki sorun benim sözlerimde değil senin algılarındaymış..."

"Ne?"

"Algıların diyorum." dedi bir aptala anlatırcasına tane tane ve masadaki elini çekerek elini yüzüme yaklaştırdı. Ne yapacağını anlamayıp ardına kadar açtığım gözlerimle onu incelerken iki parmağını şakağıma koyup yavaşça birkaç kez vurdu. "Belli ki normal konuşmaları bile ters anlayacak bir zihniyete sahipsin." Sözleri sanki bana yavaş ulaşmıştı. Havada dağılmış ve kırmızı tüllere çarpıp bana geri dönmüştü. Anladığım an ise hıza geri çekilip elinin boşluğa düşmesini sağladım. Kaşlarım istemsizce çatılmıştı.

"Sihniyetime karışma hakkına sahip değilsin." dediğimde umursamazca omuz silkip kolunu yeniden aramızdaki tezgaha yasladı.

"Düşüncelerimi söyleme hakkına sahibim ama, sözlerim seni kısıtlamadığı sürece sorun yok değil mi?" karşı çıkıp ona ağızının payını vermek için ağızımı açtım ama söyleyecek sözümün olmamasıyla yeniden kapattım. Başını yavaşça yukarı aşağı salladığında avuç içimde duran cam bardağı kafasında parçalamamak için elimi sıktım. Bu da kolumdaki ağrının kendini göstermesine ve umutsuzca homurdanmama neden oldu.

"Ne içeceğini söyleyecek misin artık? Yoksa durmadan benimle mi uğraşacaksın? Ayrıca bir eğitmen olmak için fazla genç değil misin?" bembeyaz ve düzgün dişleriyle oynadığı küçük halkayı rahat bırakıp etrafa bakınırken sorularımı göz ardı ederek gözlerini üzerime çevirdi ve tezgahın üzerine hafifçe eğildi. Bu bile boyumuzu eşitlemeye yetmemişti.

"Üzerinde uyuşturucu taşıyor musun?" sorduğu sorunun alakasızlığı yüzünden kaşlarımı çatsam da düşünmeden başımı salladım. Bir eğitmene uyuşturucu vermemin doğru olduğunu sanmıyordum. Ne Zehir, ne de diğerleri kimseden uyuşturucu almamışlardı. "Neden senin gibi birine bu görevi vermişler ki?" dedikten sonra gözlerini gözlerimden kaydırarak üzerimde gezdirdi, bakışları uzun bir süre gövdemde durduğunda merak edip ne olduğuna baktım. Bir şey olduğu yoktu, gözlerini göğüslerime dikip bakması haricinde... "Taşıyacağın pek yer yok gibi görünüyor."

"Nasıl bir sapıksın sen!" dedim çileden çıkıp bağırırken. Yüksek sesli müzik ve insanların uğultuları yüzünden duyulmamıştı, dolaysıyla kimse kafasını çevirip bana bakmadı.

"Sapık mı? Hayır ufaklık ben yalnızca doğru olanı söyledim, ve sabah bana yürüyen sendin, ne ara ben sapık oldum?"

"Eğer Kor burada olmasaydı suratına fena bir yumruk yerdin Dev Bozması!" dediğimde dudakları muzipçe yukarı kıvrıldı. Köşesinde siyah bir metal olan kaşını havaya kaldırıp sırıtırken,

"Dev Bozması?" diye sorduğunda gözlerimi devirip beklemekten sıkıldığımdan elimde duran cam bardağa rastgele bir şişeyi aldım. Pahalı olduğu şişesinden bile belliydi ama eğitmenimizin(!) üzerindeki gömleğin kol düğmeleri bile bir servet değerinde olduğundan birkaç bardağın parasının çerez parası gibi geleceğini biliyordum. Tıpasını açıp bardağın içine bal rengi olan içkiyi döktükten sonra elimin tersiyle onun önüne itleyip içkinin kapağını kapatmaya yeltendim ama eline aldığı gibi kafaya dikip tek yudumda yutması ve tezgaha bırakıp gözleriyle bardağı işaret etmesi henüz kapatmadığım tıpasını üzerinden çekip yeniden bardağı doldurmamı sağladı.

Aynı durum birkaç kez daha tekrarlandı. Ben bardağa içkiyi koydum, o tek yudumda içip gözleriyle bardağı işaret etti. Dakikalar sonunda ise normalde yarım doldurmam gereken bardağı ağızına kadar doldurduğumda sıkıldığımı anlamış olacak ki sırıtarak bardağı avucunun içine alıp küçük bir yudum içtiğinde neredeyse yarısı bitmiş olan şişenin tıpasını kapatıp yerine yerleştirdiğim sırada sözleri yutkunmamı sağladı.

"Neden bu işi yapıyorsun?" şişeyi yerine sakince yerleştirip yeniden ona döndükten sonra omuz silktim.

"Sen neden insan öldürmenin kolay yolunu öğretecek bir iş yapıyorsun? Mecburum gibi kendini avutma cümleleri söyleme, çünkü ancak bir aptal üzerindeki gömleğin kol düğmelerinin bir servet edeceğini görmez. Ayrıca üzerindekileri almaya hiçbirimizin parası yetmez, o derece az kazanıyoruz, dolayısıyla senin burada olmanın nedeni para kazanmak gibi sıradan bir neden değil." dedim şüpheyle ve cümlelerimi vurgulasın diye kollarımı göğsümün altında birleştirip alnıma düşen dalgalı kahküllerimin arasından dik dik ona baktım. Bakışlarımı fark etti ama bu tahmin ettiğim gibi kekelemesini ya da amacını açık açık belli etmesini -asıl umudum Vincenzo olduğunu itiraf etmesiydi- bekledim ama o sırıtmayı sürdürerek avucunda duran bardağı dudaklarına götürdü ve büyükçe bir yudum içtiğinde ademelmasının yukarı aşağı hareket etmesini izledim.

"Geceye karışanları izlemeyi seviyorum." dediğinde sesi Zincir'de hiç kimseden duymadığım kadar kararlı, bakışları daha önce görmediğim kadar boyanmıştı. Gözleri gözlerime odaklayken hırsın, kuruntunun ve endişenin bir mürekkep gibi gözlerine dağıldığına şahit olmuştum. Asıl belli olan hırstı ama ben bunun içinde endişe de olduğuna kalıbımı basabilirdim. "Geceye karışmalarına yardım etmeyi seviyorum." bir insan bunu sevecek kadar aptal olabilir miydi? Kim günahı olmayanları yalnızca cinayet işlemeleri için yetiştirmeyi sevebilirdi ki? "Geceye karıştırmayı seviyorum." ve bir kez daha yutkunduktan sonra donakalmama neden olacak sözler dudaklarından döküldü. "Geceye karışmayı seviyorum."

Bunu aklım almıyordu. kimse geceye karışmak istemezdi ki... Zincir'in dışında durumların böyle olması gerekirdi. İnsanlar geceden korkmalıydı, gündüzleri sevmeli, sabah ışıklarının pencerelerine vurduğu her sabah için şükretmeliydi. Bizim Zincir'de böyle bir şansımız yoktu çünkü kocaman demir duvarlar yüzünden hiçbir pencereye güneş ışığı vurmazdı. Şansımız yapay ışıklarlaydı, ve bir de geceyle...

"Bu canilik değil mi sence?" dedim istemsizce ön yargıyla onu incelerken. Böyle bir bakış açısı benim düşüncelerimin tam tersi olsa da farklı düşüncelerle tartışmaya açıktım. Çünkü eninde sonunda düşünceleri çürüyor ve beni haklı buluyorlardı.

"Değil, Kurşun. Çünkü geceye adımlarını atmalarını sağlarsam, gecenin getirdiği suçlardan onları uzak tutabiliyorum. Onları karanlığa atıp yollarını bulmalarını emrettiğim gibi, ışığı açıp çıkmalarını da sağlayabiliyorum."

"Işığı açtıktan sonra gözlerini bağlıyorsan aydınlıkta olmalarının ne anlamı var? Ya da karanlığa davet ettikten sonra ışığı açıp onlara gün yüzü göstermenin?" duraksamasını beklesem de o beni şaşırtarak elindeki bardaktan koca bir yudum içerken gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. Bu adamın derdi neydi? Neden canı için insanları karanlığa atıyordu? Bu işin içinde para var mıydı?

"Bunu kendin bul, Işık Huzmesi." dedi bardak alt dudağında dururken, daha sonra yüzünden uzaklaştırıp bar tezgahına bıraktığında kaşlarımı istemsizce çattım. şu 'Işık Huzmesi' ben miydim? Geceye saklanmaya çalışan bir ışık huzmesi mi olurdu? Ne ara yakın olmuştuk da o bana böyle seslenme hakkını kendinde buluyordu?

"Işık Huzmesi mi?" dedim gizleyemediğim şaşkınlığımla büyüyen, onun gözlerine hiç benzemeyen altın ışıltılar barındıran mavi gözlerimi üzerine dikerek. "Ufaklıktan sonra bu mu geldi?"

"Geceye saklanmaya çalışan aptal bir ışığa başka ne denilebileceğini bilmiyorum."

"Sen buraya zıkkımlanmaya mı yoksa beni gömmeye mi geldin?" dedim iyice çileden çıkarak. Yumruklarımı suratına geçirmek için açıp kapatıyordum, daha doğrusu suratına geçirmeyi önlemek için yoksa kimse ne olduğunu anlamadan aramızdaki tezgah ve mesafe yok olacak, ben suratına yumruğumu geçirmiş bulunacaktım. Sonrası ise Kor'dan, Esrar'dan ve artık orada olmadığına yemin edebileceğim ama orada olmasını umduğum L'ucello Zaffiro'nun eline düşmüş Zihin'den bir ton laf yemekti.

Zincir'de kimse kimseyi dövemezdi. Zincir'in bağları zayıflayamazdı. Zincir'in bağları eksilemezdi. Zincir'de yüzlerce şey olsa da bağlar sorumluluğu üstlenir ve kilidin suçunu üstlenirdi. Kilit Zihin'di, yani biz öyle biliyorduk...

"Aslında özür dilemeye gelmiştim ama konuyu açan sendin." derin bir nefes alıp yeniden bitirdiği bardağı doldurmak için şişeyi elime alıp tıpasını açtım ve en azından biraz sürmesi için yeniden ağzına kadar doldurdum. Sesimi çıkartmadan tıpasını kapatıp yerine yerleştirdikten sonra gözlerim Kor'u aradı. Hala sahne olarak ayrılan bölümdeki hoparlörlerle ve mikrofonlarla uğraşıyordu ve yanında birkaç kişi daha vardı. Muhtemelen buraya gelemeyeceklerdi. Diğer yanımda insanlara gösteri yaparcasına içki veren Barut vardı.

Tüm gece burada kalacağımı biliyordum, üstelik sabah olduğunda ve herkes gittiğinde buraları toparlayacak, uykusuz olmayı önemsemeden Zincir'e gidip her zamanki gibi eğitime gidecektik. Mola vermek zorundaydım çünkü sabahtan beri düşüncelerim uçsuz bucaksız bir yol gibi ruhumu sürüklüyordu. Kendimi toparlayıp düşüncelerimi berraklaştırmak zorundaydım.

Ses çıkartmadan derin bir nefes alıp bar tezgahının kenarına ilerledim ve köşeye gittikten sonra avuçlarımı soğuk mermere yaslayıp kendimi tezgahın üzerine çektim. Tezgahın diğer tarafına atlarken Mezar'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum.

Kendimi kalabalığın içine atmadan birkaç metre ötedeki sahnenin üç basamağını tırmanıp siyah hoparlörlerle uğraşan Kor'un yanına ilerledim.

"Kor." dediğimde elinde ne işe yaradığını kendisinin bile bilmediğine yemin edebileceğim tuhaf bir aletle bana döndü.

"Söyle yavrum."

"Molaya gideceğim." duraksadı. Nereye gideceğimi biliyordu. Delikli koy gece kulübüne ve Zincir'e çok uzak sayılmadığından canım sıkıldığında yürüyerek oraya giderdim.

"Bekle biraz beraber gidelim." dedi beni yalnız bırakmak istemediği için, ama ben molayı aklımı toparlamak için istiyordum, Kor'la kafayı yemek için değil.

"Yalnız kalmak istiyorum." derin bir nefes alıp üzerimdeki kıyafetlere ve yüzüme bakındı. Bu halde dışarı çıktığımda insanların aklında oluşturacağım düşünce bayağı bir kızdı ama şu an içeridekilerin de öyle düşündüğüne emin olduğumdan bu çok da büyük bir sorun sayılmazdı.

"Seni yalnız gönderemem ki yavrum, Esrar'ın kesin emri var."

"Yalnız değil." dedi arkamdan biri ve aniden o yöne döndüğümde sahnede olmama rağmen boyuna yetişemediğim Mezar'ı fark ettim. "Ben de yanında gideceğim."

"Ne sıfatla yanımda geleceksin? Ayrıca kim oluyorsun da benim yanıma geleceksin?" safir mavisi gözlerimle buluştuğunda kalbim tekledi. Sertçe yutkundum ama gururum onun boyunduruğuna girmeyi reddettiği için kollarımı göğsümün altında birleştirerek duruşumu dikleştirdim. Dudakları tek bir kelimemle kocaman bir sırıtmaya dönüşebilecek şekilde yalnızca kıpırdarken başını omuzuna yatırarak,

"Eğittiğim kişilerin başına bir şey gelsin istemem, Ufaklık. Seninle geliyorum ki sokağa gece yarısı bu kılıkla çıktığında insanların gözüne batma, anladın mı?" bu adam benimle dalga mı geçiyordu? Kendini benim eğitmenim mi sanıyordu? Bir de benim kendimi koruyamayacağımı mı düşünüyordu?

"Bak moruk, birincisi eğitmen olabilirsin ama benim eğitmenim değilsin, ikincisi eğitmenim olsan bile benim korumam değilsin ve son olarak beni nasıl gördüğünü bilmiyorum ama kendimi koruyabilirim, insanların gözüne batarsam o gözleri teker teker çıkartmayı da bilirim, anladın mı?" umursamadan başını yatırdığı yerden bana bakmaya devam ettiği sırada artık sırtımla bakışan Kor'dan hızlı bir mırıldanma yükseldi.

"Bunu söylemek istemiyorum ama öyle." dedi bir solukta ve kalbimin durduğunu sandım. Başımı ona çevirdiğimde gözlerini yumduğunu ve ateş saçan mavilerimden kaçtığını fark ettim. Hala gözlerini üzerimde tutan Mezar'a baktığımda ise omuzunu silkerek alt dudağını içeri kıvırdı. ellerini iki yana açarak,

"Bana yalnızca rütbe aldığını ve insan öldürmek için eğitim alacağını söyledi. Beni de deneme haftasında tuttuklarından eğitmenin ve birkaç haftalığına koruman ben olacağım." işte şimdi delirmek üzereydim...

Continue Reading

You'll Also Like

147K 5.1K 28
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
14.6M 588K 53
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
296K 22K 52
WATTYS 2018 KAZANANI! (KAHRAMANLAR KATEGORİSİ) Hreak ayağa aheste bir şekilde kalktıktan sonra kenarda yayılmış geniş postları eğilerek aldı. Geniş...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

61.8K 2.2K 35
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"