Ateşten Buz (+18)

By mammamia132

8.4M 462K 936K

(+18 cinsellik ve şiddet!!) ~•Can l kiss you, before l kill you..? 'Kötü deyin, bencil deyin, zalim deyin.. N... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29 (kitabın adı değişiyor)
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50/ Part1
Bölüm 50 Part/2
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57/ Part1
Bölüm 57/ Part2
Bölüm 58/ Part1
Bölüm 58/ Part 2
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Bölüm 63
Duyurudur!
Bölüm 64
Bölüm 65
Bölüm 66

Bölüm 39

102K 5.8K 9.8K
By mammamia132

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
Keyifli okumalar


***

Üç hafta sonra..

Uykususzuluktan kızaran gözlerimi önümdeki bilgisayardan kaldırırken, başımdaki ağrı artık dayanılmaz olmaya başlamıştı. Bir elimi alnıma götürerek ovalarken derin bir nefes verdim.

Ben kendi kendime ağrımı geçirmeye ve odaklanmaya çalışırken Alparslan içeri giriyordu. Anahtarını koltuğa fırlatırken bakışlarını kısaca geniş salonunda gezdirdi ve gözleri beni buldu. Son haftalarda sadece çalışıyordum. Çalışıyorduk. Düzen işini bir an önce halledebilmek için resmen kıçımızı yırtıyorduk. Bunlara ek yeraltı işleri, şirketler vesaire de olunca hâliyle bitmiştik. Resmen uyumuyor sayılırdım. Kutlama günü yaptığımız şeyden sonra ciddi bir güvenlik artışı yapmışlardı. Alparslan sayesinde ulaştığımız belgeleri kullanarak hepsini aradan çekmeye çalışıyorduk.

Zorluyordu, ancak değecekti.

Yaklaşık beş saat önce bir planlama için Alparslan'ın evine gelmiştim, ama şirketinde bir sorun çıktığı için o gitmek zorunda kalmıştı. Bana keyfime bakmamı, geleceğini söyleyerek ayrılmıştı ve şuan geliyordu. "Hoşgeldin." diye mırıldandım.

Ceketini üzerinden attıktan sonra beyaz gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Bir yandan oturduğum masaya doğru yürüyordu. "Hoşbuldum. Ara vermedin mi hiç?" Son cümlesinde sesi azarlar gibi bir hâl almıştı. Dilimi damağıma vurarak 'cık' sesi çıkarttım.

"İz." dedi bıkkın ve öfkeli karışımı bir tonda.

Geçen üç haftada birbirimizle daha sık vakit geçirir olmuştuk ama sürekli çalışıyorduk. Alparslan zaten bir batma tehlikesi geçirdiği için şirketinin iyice üzerine düşmesi gerekiyordu. Şuanlık işleri iyiydi, ancak hâla tam anlamıyla eski gücüne ulaşamamıştı. Arada bir takım pürüzler çıkıyordu. "Efendim?"

Oturduğum sandalyenin yanına gelerek çenemi nazikçe kavradı ve yüzüne bakmamı sağladı. Dağınık saçları ona serseri bir hava katmıştı. "Siktir, gözlerinin hâlini hiç gördün mü?"

Kaşlarımı 'hayır' mânâsında yukarı kaldırdım. Çenemi bıraktı. "Kalk. Uyuyacaksın biraz." Yüzü sinirliden ziyade endişeli bir hâl almıştı. Sesi taviz istemiyor gibiydi.

Kaşlarımı çattım. "Şunlar bi-"

Sözlerimi bitirmeme engel olan şey, Alparslan'ın eğilerek beni kucağına almasıydı. "Ne yapıyorsun ya?" dedim huysuz bir sesle. Bir kolunu bacaklarımın, diğer kolunu belimin arkasından geçirmişti. "Bayılacaksın yorgunluktan. Uyuman gerekiyor." Rahat adımlarla yukarı çıkan merdivenlere doğru ilerlerken, başını eğerek çeneme hafif bir öpücük kondurdu.

Birkaç saat dinlenmekte sıkıntı görmeyerek kollarımı boynuna sardım. Zaten itiraz etsem de Alparslan'ın beni bırakmayacağını biliyordum. Başım boynundaki yerini alırken o, merdivenleri çıkmaya başlamıştı bile. Geçen haftalarda, aklımda netleştirdiğim şeylerin beni korkuttuğunu kendime yeni yeni itiraf etmeye başlıyordum.

Ne diyorlardı? Korkularınızın üzerine gidin.

Burnum yumuşak tenine yaslıyken gözlerimi kapattım. İki gündür sadece bir buçuk saatlik uykuyla duruyordum. Vücudum biraz uyku için dileniyordu resmen. Alparslan, odasına ulaştığında kapıyı ittirdi ve içeriye girerek beni siyah, saten çarşaflarla kaplı yatağına bıraktı. Burası buram buram o kokuyordu. Siyah saçlarım yastığının üzerine dağılırken üzerime eğildi, ardından tişörtümün eteklerini tutarak yukarı sıyırdı. "Kaldır biraz sırtını. Rahat yatamazsın böyle." Dediğini yaparak sırtımı yataktan havalandırdığımda, Alparslan sanki bir bebekle ilgileniyormuş gibi nazikçe üzerimdekini çıkarttı. Elleri dar kotumun düğmelerine gittiğinde bu sefer de kalçalarımı havaya kaldırdım. Oldukça halsiz ve yorgundum. Şu durumda gösterdiği ilgi hoşuma gitmiyor değildi. Pantolonumu bacaklarımdan sıyırdıktan sonra, camın önündeki tekli koltuğa fırlattı ve gardırobuna doğru yürümeye başladı. "Benden bir şeyler vereyim üzerine. Üşüme."

Onaylayan bir mırıltı çıkarttım.

Birkaç saniye içerisinde elindeki bol sweatle beraber tekrar üzerime eğilmişti. Hava yağmurluydu bugün. Sweati sakince başımdan geçirdi ve aşağı çekerek düzeltti. Gri, bana oldukça bol gelen ve epey rahat bir sweatti. Kendi üzerindeki, düğmeleri yarıya kadar açık olan gömleğinin de tamamını açarak üzerinden sıyırdıktan sonra bir dizini yatağa koyarak, üzerimden diğer tarafa geçti. Ona doğru dönerek bir kolumu üzerine atarken, Alparslan da kolunu başımın altından geçirerek beni kendisine yaslamıştı.

"Az kaldı, her şey bitince güzelce dinleneceğiz." Duraksadı. "Hatta tatile gidelim, ne dersin?"

Beraber tatile gitmek? Bir an bunu düşündüm. Dudaklarımdan sadece ince bir 'hıhı' sesi döküldü. Bitsin de, bakardık. "Hem unuttum sanma, senin bana bir yat fantazisi sözün var."

Burnumdan bir gülme sesi çıkarttım. "Sözüm söz."

Hafifçe güldü. "Hadi, uyu." diye mırıldandı, başımın üzerine bir öpücük kondurmadan hemen önce.


**

Yerime biraz daha yerleşerek ağzımın içinde bir şeyler mırıldandım. Biri benimle mi konuşuyordu? Umrumda değildi. Uyuyordum.

"İz abla?" dedi ince bir ses omzumu dürterken.

"Abi?" dedi hemen ardından.

Abla? Abi?

Göz kapaklarımı aralamadan homurdandım. Bu sefer de kalın bir ses "Abiciğim?" diye mırıldandı. "Sen nasıl girdin içeri?"

"Koray Abi açtı kapıyı, bu sabah sana gelecektim ya."

Duyduklarımı şuanda bir mantık çerçevesine oturtamıyordum. Uykuyla uyanıklık arasındaydım. "Tamam bebeğim, gel İz ablanı uyandırmayalım."

"Yatayım mı ortanıza?"

Erkeksi bir gülme sesi kulaklarıma ulaştı. "Gel bakalım."

Bana değen minik bir vücut hissettim. Ardından karnımı kaplayan büyük bir el. Kendini uykunun kollarına bırakırken kulaklarıma ulaşan keyifli fısıltıları algılayamasam da dudağımın kenarında çok küçük bir gülümseme oluşmuştu. Rüya görüp görmediğimden emin bile değildim.

^

Açılmaya başlayan bilincimle beraber bir elimi kaldırarak gözlerimi ovuşturdum. Yatakta dönmemi engelleyen bir şeyler vardı.

Ne vardı?

Gözlerimi aralarken bir yandan da olanları hatırlamaya çalışıyordum. Alparslan'ın evindeydim, çalışıyordum. Sonra o gelerek biraz dinlenmemi söylemişti ve odasına çıkmıştık. Dinlenmiş hissediyordum. Ne kadar yatmıştık?

Kirpiklerimi kırpıştırarak uyku mahmuru gözlerimi duvardaki siyah saate çevirdim. Yuh!? Saat 13.15'ti.

Baya da bir 'biraz' dinlenmiştik gerçekten(!)

Saçlarımı ensemden ayırırken sırtımı yataktan kaldırdım. Bakışlarım yatakta yatanlara değdiğinde ise kısa bir an şaşkınlığa uğramıştım. Ahu ne ara gelmişti? Duymamıştım geldiğini. Kesik kesik bir şeyler hatırlıyordum ancak ben onların rüya olup olmadığını bile kavrayamamıştım.

Üzeri çıplak bir hâlde, yan bir şekilde yatan Alparslan'ı inceledim. Kafasını yasladığı yastık sebebiyle dudakları hafifçe büzülmüştü. Bir kolunu aramızdaki gözleri kapalı bir şekilde yatan Ahu'nun üzerine atmıştı. Huzurlu görünüyordu.

Hayatıma bir anda girmiş ve beynimin içini alt üst etmişti. İlk günden beri, onunla yorucu bir karmaşanın içerisindeydik. Hep bir tarafımız ölümdü, ölüme karşı olan diğer tarafta yanyana dursak bile aslında en büyük düşmanımız her zaman ikimiz olmuştuk. Zamanla bu da değişmişti. Kader bizi oradan oraya savurmuş, bu duruma getirmişti.

Anlamsızdı.

Anlamsızlıklar silsilesiydi.

Karmakarışıktı.

Saçmaydı.

Ama.. bir şey vardı. Ölmesini engelleyen, ölmemi engelleyen, bizi düşman tutmayan, rakip tutmayan, aynı taraflara atan bir şey.. Karşı koymanın neredeyse imkansız olduğu bir şey. Sıfatı ne olursa olsun, onu ilk gördüğümden beri hayatımdan çıkmasını engelleyen bir şey..

Gerizekalı değildim. Hayattan yiyebileceği tüm silleleri yiyen, yetişkin bir insan olarak bir şeylerin farkında varabiliyordum.

Bir akarsu vardı. Bizi alıp sürüklüyordu. Biz ise ne bu suya karşı koyabiliyor, ne de tam anlamıyla akıp gidebiliyorduk.

Ben.. Alparslan Lerzanoğlu'yla bir akarsuyun içine düşmüştüm. Su, bizi götürmek için tüm kuvvetiyle akıyordu. Ancak ben o suda bir kaya parçası bulmuş, kapılmamak için ona tutunuyordum. Daha ne kadar tutunabilecektim o kayaya? Daha ne kadar güç alabilecektim o kayadan?

İçten içe sorularımın yanıtını biliyordum aslında.

Normal bir hayatımız yoktu. Bir adım atacaksak, on adım ilerisini düşünmek zorundaydık. Ve ben her zaman en az yüz adım sonrasını düşünürdüm..

Düşünmüştüm de.

Bu yola girerken, bu yoldan nasıl çıkacağımı biliyordum. Nasıl sonlanacağını biliyordum. Ben kafamın içindeki sonu zaten yazmıştım.

"İz?"

Duyduğum ses, beni düşüncelerimden ayıltırken yeni yeni uyanmaya başlayan Alparslan'a baktım. "Günaydın." Haftalardır biriken yorgunluğumu atarak, güzel bir güne uyanmıştım bugün. Yüzümdeki gülümseme de bunu oldukça belli ediyordu eminim ki.

"Günaydın." dedi o da gülümseyerek. "Ahu gelecekti bu sabah, unutmuşum. Sen uyuyordun geldiğinde."

Başımı salladım. "Hayâl meyâl hatırlıyorum." Karnımda hissettiğim kasılmayla bir elimi karnıma koydum. "Acıktım ben. Hani kahvaltı tepsim?"

Hafifçe gülerken gözlerini ovuşturdu. "Hazırlarız şimdi bir şeyler. Özel bir isteğin var mı?"

"Elinden zehir olsa yerim(!)"

Alparslan sessizce kahkaha atarken yataktan doğrulmuştu bile. Bakışları Ahu'ya kaydı ve gözlerindeki sevgiyle beraber eğilerek, kardeşinin altın sarısı saçlarının arasına minik bir öpücük bıraktı. Anneleri ve babaları yoktu. Araştırtmıştım. Ne zaman öldüklerine ve ölüm sebeplerine bakmasam da hayatta olmadıklarını biliyordum. Gerisini Alparslan anlatmak isterse anlatırdı zaten. Zorlamaya gerek yoktu.

Mahremiyete bu kadar saygılı(!) bir insan olarak, adamın içine dinleme cihazı yerleştirmem de ayrı bir ironiydi.

Artık beni sırtımdan bıçaklamayacağına inanıyor sayılırdım, o cihazı bir şekilde çıkartmalıydım. Diğer önlemler zaten devam ediyordu. Ona söylemeyecektim. Henüz değil.

"Ben iniyorum. Gelirsin sen de."

Alparslan'ın odadan çıkmasıyla, Ahu'nun üzerinden sıyrılmış örtüyü düzelterek üşümeyeceğinden emin oldum ve yataktan kalktım. Odanın içerisindeki banyo kapısını açarak içeri girdiğimde hızlıca yüzüne soğuk su çarptım. Lavabonun iki yanındaki dolapları açarken yedek diş fırçası gibi bir şey arıyordum. Buldum da. Hiç açılmamış, pakette bir diş fırçası bulduğumda paketini açarak çıkarttım ve suya tuttum. Maaşallah babamın evi gibi rahattım.

İşlerimi hallettikten sonra kullandığım diş fırçasını, bir tane fırçanın durduğu bardak gibi şeyin içine atarak banyodan ayrıldım. Bileğimdeki siyah tokayla saçlarımı tepeden rahat bir topuz yaparken Ahu yatakta kıpırdanmaya başlamıştı.

Gözlerini açarak etrafına bakındıktan sonra yeşil gözleri beni buldu. Kocaman gülümsedi. "Günaydın İz Abla!"

"Günaydın." dedim ben de onun gibi gülümseyerek.

Yataktan inerek dağılmış saçlarını düzeltemeye çalıştı. Beceremeyince de sinirle ofladı ve uğraşmayı bıraktı. Bu tatlılığına hafifçe kıkırdadım. "Gel, ben düzelteyim." Paytak adımlarla yanıma gelerek bana arkasını döndüğünde boyumuzu eşitleyebilmek için eğildim ve parmaklarımı nazikçe saçlarının aralarından geçirerek, birbirine giren tutamları ayırmaya başladım.

Birkaç dakika uğraşın ardından saçlarını düzgünce ayırarak, balıksırtı şeklinde örmüştüm. "Teşekkür ederim." diye cıvıldadı yanağımdan öperken. Bu tepkisi bir an beni duraklatsa da gülümsedim ve ayağa kalkarken Rica ederim." dedim aynı onun gibi bir tonda.

Üzerimdeki bu neşeli kuş halleri hiç hayra alamet değildi ama..

Elele tutuşarak merdivenleri indiğimizde krep kokuları burnuma dolmaya başlamıştı. Mutfakta, arkası bulunduğumuz tarafa dönük hâldeki Alparslan tavadaki krebi çeviriyor ve melodik bir şekilde ıslık çalıyordu. Üzerinde hâla bir şey yoktu ve haraket etmesiyle gerilen sırt kasları, kreplerden bile daha ağız sulandırıcı bir görüntü yaratıyordu.

Yanımda Ahu olmasa yapabileceğim birkaç edepsiz espriyi yutarak masum masum mutfağa doğru yürümeye başladım.

Bizi farkederek omzunun üzerinden geriye doğru baktı ve gülümsedi. "Yarım edilecek bir şey var mı?" diye sordum. Nezaketli olmak gibi bir amacım falan yoktu, var dese de etmeyecektim.

"Yok yok, siz iki beceriksiz oturun. Ben hallederim."

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken Ahu'nun da kaşları çatılmıştı. "Beceriksiz?" Eğer beceriksiz hâlimle bunları yapıyorsam, bir de becerikli olsam dünyanın vay hâline diye geçirdim içimden.

Güldü ve gözleri ikimizin üzerinde dolaştı. "Şuan öfkeli göründüğünüzü falan sanıyorsanız yanılıyorsunuz. İkiniz de acayip komik duruyorsunuz."

Komik derken? Bu aldığım en ağır hakaretlerden biri olabilirdi. Kaşlarım daha derinden çatılrken yüzümü buruşturarak iyice mutfağa doğru ilerledim. "Hah? Komikmiş." diye homurdanmayı da ihmal etmemiştim. Koskoca Kuzgun 'komik' de olmuştu ya, ben daha ne diyeyim?

Ahu masaya yerleşirken ben su almak için buz dolabını açmıştım ki arkamda bir beden hissetmemle haraketlerimi durdurdum. "Gördüğüm en öpülesi mafya olabilirsin." diyen Alparslan kısaca arkasındaki Ahu'yu kontrol ettikten sonra eğilerek dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı.

Yüzümdeki huysuz ifadeyi bozmadan vücudumu ona doğru döndürdüm. Dibimdeydi ve ben buzdolabıyla arasına sıkışmış gibiydim. Ahu'ysa ilerideki masada oturmuş, Alparslan'ın telefonunu alarak farklı alemlere dalmıştı. "Karizmamı çiziyorsun. Öpülesi ne?"

"Karizmanı yerim senin." dedi ve sanki dayanamıyormuş gibi bir kere daha öptü.

Sinirlerim yavaş yavaş yumuşarken "Öpüp durmasana beni." diye söylendim. "Temas bağımlısı mıdır nedir?"

Bir kolunu başımın yanından buzdolabına yaslarken 'cık' sesi çıkarttı. "Sana bağımlıyım."

Kafamı yana doğru eğdim. Kendine gel amına koyayım. Utanmasam 'Yiaa' diye miyavlayacaktım.

Alparslan bir eliyle iki yanağımı da sıkarak dudaklarımın büzülmesine sebep olduktan sonra bir kez daha öptü. "Kopamıyorum amına koyayım."

Bu hayatta neyi kınarsan hakikaten başına geliyordu. Buradan sürekli öpüşüp duran çiftlere, yaptığım 'şimdi kusacağım' içerikli söylenmeler için özürlerimi iletirken karşı koyamadığım bir gülümseme dudaklarımda peydah olmuştu.

Alparslan'ın kolunun altından geçerek Ahu'nun yanına doğru ilerlerken içeriyi kaplayan zil sesiyle refleks olarak bakışlarım kapıya kaydı. "Açsana sen, krepler yanacak." Başımı sallayarak kapıya doğru ilerlemeye başladım.

Kapı kolunu tutarak aşağı indirdiğimde "Nasıl ya!?" diyen tiz bir cırlama sesi kulaklarıma ulaşmıştı. "Beren Hanım, Alparslan Abi öyle emretti." dedi başka bir ses. Kapıyı açmadan dinlemeye devam ettim. "Bir anda nereden çıkmış o? Her zaman elimi kolumu sallaya sallaya giriyordum ben buraya."

Kaşlarım kendiliğinden çatılırken 'Beren Hanım'ın kim olduğunu hemen anlamıştım. Bozuntuya vermeden, ifadesiz bir şekilde kapıyı açtım ve karşımdakilere baktım. Beren denilen sarışın orta boylu kadın sinirli bir ifadeyle, Alparslan'ın korumalarından olduğunu bildiğim Cengiz'e bakıyordu. "Bir sorun mu var?" Bakışlarım direkt Cengiz'in üzerindeydi.

"Yok yenge. Beren Hanım da gidiyordu şimdi."

"Yenge!?" Beren resmen hayatının şokunu yaşıyormuş gibi bir ifadeyle bir Cengiz'e bir bana bakarken "Evet, bir sorun mu var?" diye sordum oldukça ciddi bir sesle.

"Ne yengesi ya?" Ağzı bir karış açılmıştı.

"Patronlarının sevgilisine kayınço diyecek halleri yok herhalde." dedim doğrudan Beren'in yüzüne bakarken.

Yani.. şimdi teknik olarak pek sevgilisi sayılmasam da, yalandan kim ölmüştü değil mi?

"Sevgilisi?"
Böyle her dediğimi tekrar mı edecekti?

Arkamdan gelen "Bir sorun mu var?" diyen ciddi sesi duyduğumda bakışlarım Beren'in üzerinde durmaya devam ediyordu. Gıcık olmuş gibi veya öfkeli gibi bakmıyordum. Aksine oldukça rahat ve boştu tavrım.

"Yok sevgilim."

Alparslan'ın göz bebekleri, karamel rengi gözlerini siyaha bürüyecek kadar büyürken "Alparslan!" diye bağıran bir ses tüm ambiansı bozdu. Oysa tam şuan türk dizileri misali, arka fonda çalan hayâli müzikle beraber amaçsızca on dakika bakışmaya başlamak üzereydik.

"Bu kadına niye yenge diyorlar!?"

Alparslan yanıma gelerek, aynı benim gibi bir ifadeyle Beren'e bakarken "Yengeleri olduğu için." diye bir açıklamada bulundu.

Beren, sanki bir kabus görüyormuş da uyanmak istiyormuşçasına gözlerini sıkıca kapattı ve açtı. "Ben neden rahatça bu eve giremiyorum peki?"

"Yengeleri olmadığın için." Bu açıklama da benim dudaklarımın arasından dökülmüştü.

Beren öfkeli bir nefes verdi. "Her neyse," dedi Alparslan'a bakarken. "Bunu daha müsait bir zamanda konuşuruz."

Alparslan'da mimik oynamadı. "Sevgilime sormam lazım, ama sanmıyorum."

Gülümsedim. Yaptığımız şeyden gereksiz keyif almam normal miydi?

Beren ikimize son bir bakış attı ve sinirle arkasını dönerek bahçenin çıkışına doğru ilerlemeye başladı. "Kusura bakma abi. Giremezsiniz diyince olay çıkarttı." Cengiz'in yüzü mahçuptu.

"Tamam. Bir daha olmasın."

Cengiz'in onaylayarak kapının önünden ayrılmasıyla, Alparslan da kapıyı kapattı ve bana doğru döndü. "Sevgilim?" Yüzünde muzip bir ifade vardı. "Sence çok azıcık," Baş ve işaret parmağının arasında küçük bir boşluk bırakarak havaya kaldırdı. "Böyle küçücük, kıskanmış olabilir miyiz dersin?"

Bir elimle kendimi işaret ettim. "Ben?" Burnumdan alaylı bir nefes verdim. "Öğrenemedin mi aslancık? Ben kıskanmam. Kıskanılırım."

Başını yana doğru eğerek gülümseyen bir ifadeyle yüzümü inceledi.

Ona göz devirerek yanından geçtim ve mutfak kısmına ilerlemeye başladım. Ne münasebet onu kıskanacaktım!? Ben sadece Beren'den hoşlanmamıştım.

"Ufak at da civcivler yesin İzel Sarca!"

Arkamdan keyifli bir şekilde seslenen adama dönme gereği duymadım. Sen şu hallere düşecek kadın mıydın be İzel Sarca?


^^

"Nergiz Abla'yı ikna ettik bir şekilde de, söylemedi allahtan."

Gülerken başımı iki yana salladım. Bakışlarım bilgisayarın ekranındaydı ancak kulaklarım Sancar'daydı. "Oğuz gebertirdi seni, söyleseydi."

"Gebertemezdi de. Birkaç girişimde bulunabilirdi." Şirketimdeki odamda oturmuş bir yandan işle ilgili bir şeylerle uğraşıyor, bir yandan da Sancar'la sohbet ediyorum. Yakın zamanda Almanya'ya gitmem gerekecekti. Yine büyük işler peşindeydim.

Öncesinde düzen olayı vardı tabi. Çok az kalmıştı. Bir kişinin elindeki dosyayı alabildiğimizde bitecekti her şey. O dosya onların ölüm, bizimse diriliş fermanımız olacaktı.

Sabah Alparslan'ın evinde, Ahu'yla beraber kahvaltı ettikten sonra oradan ayrılarak şirkete gelmiştim. Planımız hazırdı. Dosya işi Alparslan'daydı.

Bugün bitiyordu.

Bu geceden sonra hiçbir şey aynı olmayacaktı. Hiçbir şey..

"İz," diyen Sancar'a baktım. "Sana diyorum."

Bilgisayarı işaret ettim. "Şunu okuyordum. Dalmışım."

Başını salladı. Bir elini saçlarının arasından geçirerek dağıttıktan sonra yemyeşil gözlerini gözlerime sabitledi. Esmer, yeşil gözlü, boylu poslu.. kısacası yakışıklı bir adamdı. Düzenle ilgili her şeyden haberi vardı. Anlatmıştım. Bu hayatta Berşan'dan sonra en güvendiğim kişilerden biriydi Sancar.

"Senin için endişeleniyorum." dedi pat diye. Yeşil gözleri, duygularını belli etmek istercesine lacivertlerimin en dibine odaklanmıştı.

"Neden?"

"Nereye kadar devam edeceksin İz?" diye sordu. Tek kaşımı kaldırdım. Ne demeye çalışıyordu? "Doymuyorsun. Önce yeraltı, sonra masanın başı, sonra Kuzgun, şimdi düzen. Sırada ne var?"

Söze girecektim ki bir elini kaldırarak beni susturdu. "Bu hırsının sana zarar vermesinden korkuyorum. Seninle gurur duyuyordum. Gerçekten hayran olunası bir kadınsın ama attığın her adımda 'İzel' olmaktan çıkıyorsun. Her şeye sahip olamazsın. Her şey sana ait olamaz."

Yanılıyordu. Ben her attığım adımda İzel'in kim olduğunu biraz daha açık ediyordum aslında.

Her şeye sahip olabilirdim.

Oluyordum da.

"Endişelenmeni gerektirecek bir durum yok. Kendim için en doğru kararları kendim verebilirim."

Sıkıntılı bir nefes verdi. Bu konuşmayı ilk yapışımız değildi. Kendimi kaybetmemden korkuyordu. Kaybetmiyordum. Ben buydum.

"Biliyorum. Sadece dikkatli ol tamam mı?"

"Dikkatliyim."

Gülümsedi ve ayağa kalktı. "Neyse, çıkayım ben de artık. Çalış sen." Gülümsedim ve bir öpücük attım. "Yine gel."

"Bir kere de sen gel amına koyayım."

Kısa bir kahkaha attım. "Yerini mi biliyorduk amına koyayım? Kaçıyordun, oradan oraya."

Gülerken "Doğru." diye mırıldandı. "Neyse hadi. Gittim."

Birkaç geniş adımda kapıya ulaşarak odadan çıktığında ben de tekrar önümdeki işlere dönmüştüm. Aradan yaklaşık bir on dakika geçmişti ki telefonum, gelen bildirimle titredi. Uzanarak masanın üzerindeki telefonumu elime aldım.

Yerli Sins- Senden atacağım hesaba 80 milyon göndermeni rica etsem, fazla abartmış olur muyum acaba?

Seksen milyon türk lirası?
Şu anda?

-En geç birkaç saat içinde geri yollayacağım ben sana, bizim hesaplarda bir sıkıntı var. Para aktarımı yapılamıyor. Acil.

-Fakir.

-Hesap numarasını at.

Gülerken, attığı hesap numarasına baktım. Cennetliktim yemin ediyorum. Ayna ayna, söyle bana. Var mı benden daha yardımseveri bu dünyada?

-Sağ ol İz.
-Bizim hesaplar birkaç saate hallolur, akşam yatırırım sana.

-Gerek yok.

-Saçmalama.

-Biz karşılıksız sevdik be aslanım.

-Neyse, işim var. Oyalama beni.

Mesaj ekranından çıkarak rehberime girdim ve Sakıp'ın isminin üzerine tıkladım. Her zamanki gibi iki çalışta açıldı. "Buyrun İz Hanım?"

"Sakıp, göndereceğim hesap numarasına benim kişisel hesabımdan seksen milyon türk lirası transfer et."

"Tabi, hallediyorum hemen."

Aramayı sonlandırarak, Alparslan'ın gönderdiği numarayı Sakıp'a ilettim ve telefonumun ekranını kapatarak masama geri koydum. Ne yapacağını sorgulama gereği duymamıştım. Lazım olması yeterli bir sebepti.

^^

"Vay be," diye mırıldandı Berşan. "Bitiyor ha?"

Başımı salladım.

"Senden, ufaktan bir tırsmaya başlamıyor değilim hani?" dedi alaylı yüz ifadesiyle. Mahzendeki odamda karşılıklı oturuyorduk. Ona düzenin bugün biteceğini anlatmıştım. Artık zamanı gelmişti zaten, bir ayı geçmişti bu işe başlayalı.

"Melek gibi kadınım. Neremden tırsıyorsun?" dedim teesüf edercesine ona bakarken.

"Ya ya(!) Adeta bir Selena!" Duraksadı. "Sırada ne var acaba? Cumhurbaşkanlık falan?"

Gülerken başımı iki yana salladım. "Neyse, toplantı başlayacak şimdi. Kalacak mısın sen, gidecek misin?" Sandalyemden kalkarken, masamın üzerindeki dağılmış dosyaları toparlıyordum. Alparslan, düzenin son adımıyla ilgili bir dosyayı ele geçirmeye uğraşıyordu ama toplantıdan önce gelirim demişti; onu da aramalıydım.

"Gideyim, bir işim var. Konuşuruz yine." Berşan da ayaklanırken bana bir öpücük atmıştı. "Tamamdır, ararsın."

İlerleyerek odadan çıktığında ben de masamın üzerini düzelttim ve odamdan çıktım. Boş koridorda, toplantı odasına doğru ilerlerken bir anda ensemde hissettiğim dudaklar adımlarımı durdurmuştu. "Ya fazla zenginsin, ya da aptal. Hangisi?"

Dudağımın bir kenarı havaya kalkarken "İlki." diye mırıldandım. Birden arkamdan çıkması beni irkiltse de belli etmemiştim. Tam, bir sorun olup olmadığını kontrol etmek için onu aramak üzereydim ama gerek kalmamıştı, gelmişti.

Alparsan beni kolumdan tutarak hemen yanımızdaki dosya odasının kapısından içeriye soktuğunda.. Pardon, ben onun beni içeri sokmasına izin verdiğimde "Bitti." dedi keyifli bir sesle.

'Ne bitti?' diye sormadım. Biliyordum.

Dudaklarım neredeyse kulaklarıma varacak şekilde kıvrılırken sırtım duvara yaslanmıştı. Burası, oda değil de bir dolap gibiydi daha çok. Dört-beş adımlık yer vardı. "Aldın?"

Sağ elindeki siyah kapaklı dosyayı havaya kaldırarak salladı. Yüz ifadesi ışık saçıyordu. "An itibariyle düzen bitmiş bulunmakta."

Dosyayı almıştı!

Birkaç tuşla düzen denilen şey artık bize ait olacaktı. Üyelerin çoğu tahtalıköyü boylamış olsa da bir kısmı yaşıyordu.
Hapiste..

İşte şimdi yeni bir devir başlıyordu.
İzel Sarca'nın hiç olmadığı kadar güçlü olduğu bir devir..

"Henüz değil." dedim. "Dosya yürürlüğe girdiğinde bitecek."

Göz devirdi. "Bir ortamın içine sıçma ya." Bir elini belime koyarak vücudunu vücuduma yaslarken yüzünü bana doğru eğmişti. Kollarımı kaldırarak omuzlarına koydum. İkimiz de gülümsüyorduk. İkimizin de yüzünde başarmışlığın getirdiği o haz vardı.

Sakince dudaklarını dudaklarıma yasladı. Kısa bir buse bıraktı. Göz kapakları, karamellerini örtmüştü. "Akşam yemek yiyelim. Son tuşa da orada basarız. Kutlama yemeği gibi?"

Başımı salladım. "Olur."

Kafasını biraz geriye çekerek gözlerime baktı. "Ciddi bir şey söyleyeceğim sana, yemekten sonra."

Neden içimden bir ses, o söyleyeceklerini şuan gözlerinde görebildiğimi söylüyordu?

Rengi açılan karamelleri kendini ele veriyordu.

Benim de ona bir sürprizim olacaktı.

Başımı salladıktan sonra, bu sefer de ben dudaklarına doğru yöneldim. Alt dudağı, iki dudağımın arasındayken elleri belimdeki yerini almıştı. Ben de hiç yapmadığım bir şey yaptım, gözlerimi kapattım..

Ve sadece hissettim.
Onu..


***

Evet evet evet, biliyorum kısa ve fazla sakin bir bölüm oldu. Benim de içimde sinmedi. Kusura bakmayın lütfen. Bir dahaki bölüm telafi edeceğimden emin olabilirsiniz.

Diğer bölümde benim de size bir sürprizim olacak..

Sizce Alparslan ve İz'in sürprizleri ne? Tahminleri alayım.

Continue Reading

You'll Also Like

307K 775 21
+18 içerir
1M 30.6K 31
Mahallenin yaptığı yardımları ile dilinden düşmeyen, bütün kızların deli divane olup peşinden koştuğu, ağırbaşlı, yardımsever ve bir o kadar da sert...
150K 4.5K 23
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...
1.3M 99.1K 51
Her şey, sosyetenin ve iş dünyasının gözdesi Affan Saltan'ın kirli işler denildiği zaman ilk akla gelen çete lideri Ziko'ya işinin düşmesiyle başladı...