ALHAYA

By ecekarttal

403K 21.4K 5.7K

"Ne bağırıp duruyorsun? Konağı ayağa kaldırdın!" Karşımda dikilen adama yumruğumu gerçirmemek için içimde ve... More

Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
İnstagram
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
:)

Bölüm 1

47.5K 1K 366
By ecekarttal

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Selamünaleyküm!

İlk kitap, ilk heyecan, ilk acemilik... Hayırlısı ile başladık.

(Sahabilerimizile ilgili yazan her hikaye, Muhammed Emin Yıldırım hocanın 'Sahabe İklimi' kitabından bakılmaktadır.)

Başlamadan, tam buraya tarih bırakabilirsiniiz.

●Sonradan;
Lütfen ve lütfen, beğenmediğiniz bir nokta olduğunda 'saygı' çerçevesi içerisinde eleştirilerinizi yapın. Eleştiriye kapalı biri değilim ama saçma sapan yorumlar gelince çoğu insan gibi kendimi tutamıyorum.
Birbirimizi kırmaya hiç gerek yok.

Keyifli okumalar...

🌺Eser Eyüboğlu
|İki Keklik|
______________________________

"Hz. Ebû Bekir (ra) Efendimiz'den (sas) ne zaman hicret için izin istese, Efendimiz (sas) "Bekle Ey Ebû Bekir! Allah sana belki daha hayırlısını nasip edecek." Diyordu. Sabır tükeniyor, beklemek zor geliyordu sahabiye. Her gün ikindi vaktinde Ebû Bekir'in evine gelen Efendimiz (sas) o gün, o eve öğle vakti gidiyordu. Alışılmışlığın dışında olması ev sahibi Ebû Bekir'i heycanlandırıyor ve neden olduğunu bildiğinden vakit gözyaşları içerisinde, zorlukla bir cümle kurabiliyordu. "Yol arkadaşlığı mı Ya Rasulullah?"

Efendimiz (sas), " Evet yol arkadaşlığı, Ey Ebû Bekir!" Diyor, bunun üzerine Hz. Ebû Bekir'in mutluluktan gözyaşları sel oluyordu.

Neye seviniyordu böyle? Ne ağlatıyordu onu? Efendimiz'le (sas) yol arkadaşlığı ne demekti?

Bazı hazırlıklardan sonra iki dost yola çıktılar. Sevr mağrasında üç gün üç gece kaldıktan sonra yola devam ettiler. Yol boyunca Hz. Ebû Bekir, sürekli Efendimiz'in (sas) etrafında dönüyor, bir önüne bir arkasına bir sağına bir soluna geçiyordu. En sonunda Efendimiz (sas) bu durumu merak etmiş olacak ki, "Ey Ebû Bekir! Senin yerin benim sağ tarafım iken neden etrafımda halkalar çizip duruyorsun?" Diye sordu. Cevaben Hz. Ebû Bekir dedi ki, "Ya Rasullullah! Düşünüyorum ya birden sana önden bir saldırı olsa hemen önüne geçiyorum. Sana değil bana gelsin diye... Sonra ya arkadan bir saldırı olsa diye düşünüyor, arkana geçiyorum. Ya sağa ya sola olsa diyip sağa sola geçiyorum. Sana bir şey olmasın da bana olsun diye böyle yürüyorum..."

Bu sözler karşısında Efendimiz (sas) çok duygulandı, gözleri dolu. Hz. Ebû Bekir'e dönerek, "Ey Ebû Bekir! Beni çok mu seviyorsun?" Diye sordu. Ebû Bekir, "Evet Ya Rasulullah! Hemde çok seviyorum. Öyle ki senin için gözümü kırpmadan ölecek kadar çok!" Dedi. Efendimiz (sas) daha da duygulandı, "Ey Ebû Bekir! Şimdi sen benim yerime ölür müsün, ölümü göze alabilir misin?" Diye sordu bu kez. Ebû Bekir, "Evet, Ya Rasulullah! Seve seve ölürüm." Diye cevap verdi bir an bile düşünmeden. Efendimiz (sas) yakınlarını ve ailesini ona hatırlattığında ise bakın Hz. Ebû Bekir ne dedi;

"Ya Rasulullah! Eğer ben ölürsem sadece babam Ebû Kuhâfe'nin evi ağlar. Ama sen ölürsen, sana bir şey olursa bu ümmet ağlar, bu din ağlar, varlık âlemi ağlar. Sen değil, ben senin yolunda ölmeliyim..."

İşte ölümüne sevda... İşte Ebû Bekir'ce sevgi... İşte gerçek muhabbet... söyleyin şimdi bana, kim bu devirde böyle sever? Kim Hz. Ebû Bekir gibi sevebilir? Şu aciz dünyamızda, kötülüklerin imtihan olduğu bir âhir zamanında kim? Şimdi daha iyi anlaşıldı mı sevgi kavramı?" Diye sorarak sonlandırdım sözlerimi.

Karşımda gözleri dolu dolu olmuş yol arkadaşlarım ve yaş olarak bizden küçük olsalar da, inşallah ilerde ilim ve iffet sahibi olacak talebelerimiz vardı.
Hepsine tek tek gözlerimi gezdirdim. Sorduğum soru, cevap vermeleri için değildi aslında. Düşünmeleri içindi.

Bir tarikat değildik. Bildiğimiz cami talebeliğiydi bizimkisi. Hani şu annelerimizin yazın gönderdiği, tıklım tıklım dolup taşan, daha çok küçük yaştaki çocukların bulunduğu, başlarda gitmek istemesek de sonradan eğlenceli bulduğumuz yer. Kalsik, mahalledeki caminin kız Kur'an kursuydu işte.

Haziran ayının sekizi. Okullar yaz tatiline girmiş, kimi çocukta güzel gelen karne sevinci, kimi çocukta derin üzüntüler... Derin üzüntüden kastım da kötü karneler değil.

Etrafımıza bir göz gezdirelim mi?
Bir hafta önce ilkokulun önünden geçerken karnesini almış, mutlulukla annesinin veya babasının elini tutan çocukların, hoplaya zıplaya evlerine gittiklerini görmüştüm. Onların yüzlerindeki bir tebessüm, istemsizce etraftaki, insanlık duygusunu biraz olsun içinde barındıran her bir bireyin yüzünde güller açtırmıştı şüphesiz.

Okulun biraz ilerisindeki küçük parka gidip üniversitemin finalleri için hazırladığım notları gözden geçirirken küçük bir çocuğun hıçkırıklarını işitmiştim.

Biraz dolanıp nerden geldiğini anlamaya çalıştığımda, kaydırağın alt kısmındaki boşluğa oturmuş, kollarını dizlerine yaslamış, kafasını da kollarına gömmüş olan çocuğu görmüştüm. Ona neden ağladığını sorduğumda başta cevap vermek istemese de sonra "Abla, annem gelmiyor." Dedi. Nerde olduğunu, isterse onu arayabileceğimizi söylediğimde ise "Annem gökyüzündeymiş teyzem söyledi. Ne zaman gelicek diyorum, ağlıyor. 'O gelmeyecek, biz onun yanına gideceğiz' diyor. Abla ben annemin yanına gitmek istiyorum. Sen beni götürebilir misin oraya?" Diye sorarak hayatımda ilk defa bu kadar utanmama ve içimin yanmasına sebep olmuştu.

Karşısında kalakalmış, hiçbir şey diyemezken teyzesi olduğunu düşündüğün kadın gelmiş, çocuğun bana hevesle bakan bakışlarıyla durumu anlamış olmalı ki, birden acıya bulanan gözleriyle gözlerimi izlemekle yetinmişti.

Bir teselli cümlesi miydi gereken? Nasıl edebilirdim, ne diyebilirdim? Şu yaşımda düşüncesi dâhi benim canımı yakarken küçücük, annesine en ihtiyacı olan yaşında büyük imtihandan geçen bu ufacık bedene ne dersem rahatlardı içi?

Benim tek kelime edememem sonucunda hevesli gözler sönmüş, yerini yine yaşa bırakmıştı. Teyzesi de daha fazla durmadan bana "Kusura bakmayın." Diyerek yeğeni kaldırmıştı ince kum topraktan. Çocuk onun elini tutup, arada arkasını dönüp bana baka baka gitmişti. Bense en az yarım saat bir saat olduğum yerde kalakalmıştım.

Her çocuğun hakkıydı anne babasının elini tutup parka gitmek, dondurma yemek, birlikte vakit geçirmek. Lakin maalesef bazı özel çocuklar için bu durum mümkün olmuyordu. Çok güzel bir söz vardır "Yetimin yanında, çocuğunu öpme." Diye.
Dikkat ediyor muyuz buna? İlla anne babası olmamız gerekmez abla veya ağabeylikte de kardeşimizi öperken etrafa hiç göz gezdirdik mi?

Yetimhaneler... gereğinden fazla dolu değil mi sizce de?

Anne babası vefat etmiş olması neyi değiştirir? Bakın Peygamber efendimiz'e (sas). Daha doğmadan yetim kalmış, üzerine annesi ise daha altı yaşındayken vefat etmiş bir de öksüz kalmıştı.

O zamanların şartı diyebiliriz tabii. Yetimhane var mıydı? Bilemiyorum. Ki olsa da dedesinin bırakacağını sanmıyordum. Akraba o zaman neydi, şimdi ne? Umursuyor muyuz?

Kendimiz için olmasa da kimsesizler için düşnüyor muyuz?

"Hocam, sevgiyi anladım ben. Ama ondan çok Efendimiz (sas) ve Hz. Ebû Bekir'in hikayesi daha güzel geldi. Sonra da devam eder miyiz?" Diye soran Elfida'yla düşüncelerimden sıyrıldım.
Karşımda boynunu usulca yana bükmüş, gülümsüyordu. Sallallahu aleyhi ve sellem derken azıcık yuvarlıyordu ama henüz üçüncü sınıf çocuğuydu. Yavaş yavaş öğrenecekti elbet.

Onun boyuna gelebilmek için diz çöktüm. Avuç içlerini koklayarak öpüp "Tabi ki devam ederiz çiçeğim." Diyerek yanaklarını sıktım. Kıkırdayarak geri kaçarken, burnunu da sıkıp bıraktım. Hızlıca koşup yerine geçmişti. Çocuk mıncırmaktan daha güzel ne olabilirdi?

"Hocam, hocam, hocam, hocam!" Diyerek oturduğu yerden söz hakkı ister gibi el sallayan Asel'e göz devirmemek için zor tuttum kendimi. Hüma, göz devirmekle kalmamış, Asel'in kafasını yandan ittirmişti.

Diz üstü oturduğu için ittirilmenin etkisi ile hızını alamayan Asel, yere devrilmiş tekrar eski pozisyona gelirken Hüma'ya da ağız içinden söylenmeden edememişti. Kurstaki kızlar da onlara gülüyorlardı.

"Efendim Asel?" Diyip bana odaklanmasını sağladım. Öldürücü bakışlarını Hüma'dan çekip bana yöneldi. "Şey diycem ya, hani Efendimiz (sas) ve Hz. Ebû Bekir'in küçük bir ânısını anlattın ya aklıma mühtemükemmel bir fikir geldi. İnternet imkanı olan kızlara sahabe isimleri versek de araştırsalar ya? Sonra okurlar burda üzerinden işleriz konuları?" Demesine karşı,

"Ah valla arada bir çalışıyor şu kafan. Bence de iyi fikir." Dedi Hüma. Burnunu kırıştırıp ona bakan Asel, "Haspam" Bakışını atıyordu.

Gerçekten iyi fikirdi. Hem böylece en azından araştıran kişi bir daha unutmazdı o sahabeyi. Güzel de bir etkinlik olurdu.

Camideki sesler çoğalmaya başladığında ellerimi birbirine vurarak susmaları için sesler çıkardım. Herkesin dikkati yeniden bana yönelince "Evet çiçeklerim, ne dersiniz Asel Hocanızın dediğini yapalım mı?" Diye sordum. Sonuçta bizim değil onların fikri ve isteği önemliydi.

Hepsinden toplu ve uzatmalı şekilde, "Eveet." sesleri geldi. Gülmeden edemedim. "Peki o zaman internet imkanı olanlar ve bu ödevi ben yaparım diyen hanımları yanıma bekliyorum."

Yanımda bir curcuna koparken Allah'tan Hüma ve Asel vardı diyordum içimden. Yoksa başa çıkamayabilirdim. Sayıları da fazlaydı.

Aslında kursun hocası biz değildik. Bizi de zamanında okutan Firdevs hocamızdı ama bugün hastanede kontrolü olduğundan bizden rica etmişti. Zaten zaman zaman yardıma geldiğimizden kızlar bizi tanıyorlardı. O yüzden sıkıntı olmamıştı.

"Ve sana da Esmâ bint Ebî Bekir (r.anhâ) validemizi verelim Elfida olur mu?" Soruma karşı başını sallarken, "Hz. Ebû Bekir'in kızıydı değil mi hocam?" Diye sordu. Sorusunu yanıtlamadan hemen önce kızlara "Kızlar son tenefüse çıkabilirsiniz, sonra da bir ilahi ezberleyip çıkacağız." Dedim. Lafımın bitmesine kalmadan herkes çıkmıştı bile. Onlara gülerken Elfida'ya geri döndüm. Hüma ve Asel de yanıma gelip oturmuşlardı.

"Evet canım, Hz. Zübeyr'in hanımı ve Hz. Abdullah'ın da annesi oluyor. Sen araştır, bulabildiklerini bul. Ben yardım edeceğim zaten." Dedim. Başını sallayıp o da arkadaşlarının yanına çıktı. İçeride tek tük kişi kalmıştı. Onlar da genelde lise öğrencisi olan gençlerdi.

"Şu kızı her gördüğümde, aklıma Haluk Levent geliyor."

Asel, Elfida çıkana kadar beklemiş ardından sanki çok gizli bir şey söylüyormuşcasına fısıldamıştı.

Hüma ona bir müddet boş boş bakınıp "Te Allah'ım!" diyerek bana yöneldi.

"O değil de sen sınava ne zaman giriyordun Zühre?"

Kısa süre bile olsa unuttuğum stresim tekrar baş gösterdi. Üniversitem bu sene bitiyordu ve ben asıl görevli olduğum bir camiye geçmek istiyordum Allah'ın izni ile. Tabi dünya bile başlı başına bir imtihanken, bununda bir imtihanı vardı.

"Haftaya cuma."

"Abboooğ yedi gün var. Nereleri yazıcaksın peki karar verdin mi?" Bu büyük tepki tabiki Asel'den gelmişti. Kursta bulunan talebemiz Dilara, ona bakarak gülmüş, önüne geri dönmüştü.

"Bilmem fark etmiyor. Sonuçta her yerde ben işimi en güzel şekilde yapmak için gayret edeceğim. İster Trabzon olur ister Diyarbakır. Ya da Bolu'da kalırım, bilemiyorum." Dedim.

Asel sakince başını sallarken Bolu lafını duyunca ağlar gibi ses çıkarıp "Hayır be kalamazsın Bolu'da falan. Uzak bir yerlere git seneye bizde gelcez. Vallaha Ömer'le bir sene daha dayandım dayandım yoksa onun emaneti alıp ya ona ya kendime sıkmam kaçınılmaz." dedi.

Hüma'yla kahkaha attığımızda, o da çok dayanamamış gülmeye başlamıştı. Ömer, Asel'in ikiziydi. Asel ne kadar her şeyi şakaya vuran biriyse, Ömer tam tersi ciddi biriydi. Bir de polislik okuyordu. Yapmak istediği meslek doğrultusunda da hayat sınırları bir hayli netti.

Bazen anlaşıkları oluyordu gerçi. Yani kırk yılda bir.

Hüma, Asel ve benim arkadaşlığımız senelere dayanıyordu. Evet, aynı mahalledeydik hatta bizim evin karşısında Asel'lerin, onlarınkinin yani, bizimkinin de çaprazında Hüma'ların evi vardı. Bizi geçelim, annelerimiz babalarımız bile mahalleden çocukluk arkadaşlarıydı. Rabbim'e şükürler olsun ara sıra ufak atışmalar olsa da hiç büyük kavgaya şahit olmamıştık. O atışmalar da işin tuzu biberi oluyordu. En basitinden evliliklerde bile ufak da olsa anlaşmazlık olabiliyordu. Elhamdülillah, iyi insanlarla birlikteydik.

"Tamam Asel, il dışını yazarım. Sizde isterseniz gelirsiniz."

İkiside benden bir sene geriden geliyorlardı. Aslında aynı yaşta sayılırdık, ben Ekim doğumluydum Asel'le üç ay, Hüma'yla dört ay aramız vardı. Sene atladığı için onlar bir yıl arkadan geliyorlardı.

"İyi oldu böyle. Ben hep sinir olurdum beraber yazılsaydık keşke diye de şimdi sen nereye çıkarsan bizde oraya geliriz gideceğimiz yer belli olur. Yani inşallah kazanırız tabi. Kazanamazsak kötü olur, olmaz. Ayy kız, gittiğimiz yerde bir de evlenirsek abboo Ömer canımı okur gerçi ama. Aman canım ona ne yani. Sonuçta benim hayatım, ben zevklerim, benim evleneceğim adam..."

"Ay sus Asel!"

"Motorun soğusun." Hüma ile ikimizin aynı anda bağırışımıza karşı dudak büktüğü sıra kızlar içeri doluşmaya başladı. Hayret çektim içimden biz çağırmadan gelmezlerdi aslında. Oyun tatlı geliyordu tabi o yaşlarda.

Hepsi yerine oturunca Hüma kalkıp bugün ki ilahimizi beyaz tahtamıza yazmaya başladı. Çocuk ilahileri olmasına dikkat ediyorduk çünkü beş yaşında gelen bile vardı. Ezberleyebilecekleri kısa ve anlaşılır hitap şekli olması gerekiyordu.

"Evet gençlik hazır mıyız?" Asel'in bağırmasına karşı kızlar, "Eveet." Diye bağırdılar. Belki de bizden en çok Asel'i seviyorlardı. Onun bu şirin hâlleri çocuklar tarafından seviliyordu.

"O zaman Zühre hanımcımcım, şu bülbül sesinizle bize bir öncülük mü etseniz?" Diye sorarak bana döndü bu sefer. Başımı sallayıp gülümsedim. Ayağa kalkarak tahtanın başına geldim.

Hüma, kızların değimi ile 'üşüret çubuğunu' bana uzatarak benim kalktığım yere geçti. Bende içimden bir besmele çekerek ilahiye başladım. Kızlar da ikinci tekrar ile benimle beraber söylüyorlardı.

Dinim İslam, kitabım Kur'an,
Peygamberim Muhammed aleyhisselam.

Öğreniyorum öğreniyorum güzel dinimi,
İslâm sevgi, İslâm barış çok mutluyum ben şimdi.

İmanın özü Allah'ı bilmek,
Dil ile kalb ile inandım demek.

Öğreniyorum öğreniyorum güzel dinimi,
İslâm sevgi, İslâm barış çok mutluyum ben şimdi.

İslâm'ın şartı başta şehadet,
Namaz, oruç, hac, zekât, amel eylemek.

Öğreniyorum öğreniyorum güzel dinimi,
İslâm sevgi, İslâm barış çok mutluyum ben şimdi.

"ÖĞRENİYORUM ÖĞRENİYORUM GÜZEL DİNİM-" Biz ilahiyi bitirmiştik lakin Asel'in bitirmeye niyeti yok gibiydi. Hâla bağıra bağıra söylemeye devam ederken, kafasına gelen darbe ile sustu.

"Ya kızım vurma ya, hücre kalmadı artık, yok yok bitti. Okeyto? Anlıyor beni sen?"

Saçma isyanlarına kızlar kıkır kıkır gülerken Hüma yüzünü ekşitip "Asel bir sus. Bak Allah'ın adını verdim sus. Sana yarın çikilata alırım bak." Dedi. Çikolata lafına kadar yüz büken Asel, konunun onun için önemli yerine gelince yüzünde güller açmış, Hüma'ya yalakalık yapmaya başlamıştı.

Bilmiyordu ki, Hüma pazartesi günü hayrına kızlara hobby dağıtacaktı.

Yarın demişti ama Hüma onu unutturur pazartesi hatırlatırdı.

"Kızlar, saat on iki buçuğa gelmek üzere, çıkabilirsiniz. Haftasonunuzu güzel ve dolu geçirin inşallah. Annelerinize selam söyleyin, en güzele emanet olun çiçeklerim. Hayırlı günler."

Koştura koştura çıkan çocuklara bakıp gülümsedim. Bizde öyleydik zamanında. Sabah dokuz da, hele ki tatile yeni girmişken, uyumak isterken, sabah kalkmak zor gelir, sinir olurdum. Şimdiki hâlime bakıyorum da, Rabbim'e binlerce kez şükürler olsundu.

"Kızlar bir ara türbeleri gezmemiz gerekiyor. Biliyorsunuz aksatmamaya çalışıyorum ziyaretlerimi. Hem sınav için de duâ edeceğim." Dediğimde Hüma "Ay evet, ilk Tokad-i Hayreddin'e gidelim lütfen. Sonra şehir içindekilere gideriz." Dedi. Asel'e bakıp göz kırptım. Sen ne diyorsun gibisinden.

"Bana sormadınız varsayıyorum. Boş beleş insanım ben. Vaktim elhamdülillah çook." Dedi.

"Bilmez miyiz canım..."

On, on beş dakika sonra toplanıp çıkmıştık kurstan. Kursun kapısını güzelce kilitleyip, anahtarı imam daha gelmediğinden camimizin müezzini, İbrahim Ağabey'e teslim ettik.

"Zühre, kızım nasılsın?" Sorusuyla gülümseyip bende ona döndüm. "Elhamdülillah İbrahim Ağabey, sen nasılsın, Hatice abla falan iyiler mi?"

"İyiler Allah'a şükür. Seni soruyordu dün."

"Aaa öyle mi? Tamam ben ararım bi olmazsa uğrarım."

"Tamam kızım, Asel, Hüma siz ne yapıyorsunuz kızlarım?" Bu sefer kızlara döndüğünde, Asel amaan der gibi elini sallarken, Hüma tebessüm ediyordu.

"Aynı be İbrahim Ağabey. Yuvarlanıp gidiyoruz."

"İyiyiz ağabey."

İkisinin aynı anda söylediklerini İbrahim Ağabey gülerken, bizim kızlar birbirine baktılar.

"İyi bakalım. Hadi babalarınıza selam söyleyin. Gerçi gelirler şimdi cumaya."

"Ağabey bizimkiler belli olmuyor biliyorsun. Galeriye yakın diye bazen Kuruçay'da kılıyorlar."

"Eee peki bakalım. Hadi kendinize iyi bakın. Allah'a emanet!"

"Sende ağabey."

Onunla vedalaşıp camiden çıktık. Zaten yavaş yavaş dolmaya başlıyordu. Mahallenin amcaları caminin kenarındaki banklarda oturuyor, kadınlara laf ediyorlar ama onlar bizden daha çok konuşuyorlardı. Hatta dedem bazen öğle namazı diye çıkıyor, ikindiyi de kılıp öyle geliyordu.

Üçümüz yan yana mahalleliye selam vere vere eve giderken, yanımızda bir araba durdu. Dönüp bakmadım ta ki ağabeyimin sesini duyana kadar.

"Zühre, benim ağabeycim!" Başımı kaldırıp baktığımda daha önce görmediğim bir arabaya binmişti. Heralde işler iyiydi, elhamdülillah.

Konuşmama fırsat vermeden "Eve gir de bana tapudaki belgeleri veriver hadi." Dedi. Usulca onayladım. Gitmeden kolumu arabanın açık canıma yaslayıp "Yarın bana bir araba ayarlar misan?" Diye sordum.

Etrafa bir göz gezdirdi. "Hayırdır?"

"İşimiz var kızlarla."

Kısa bir an düşündü. Ardından haylaz bir gülümseme belirdi yüzünde. "Vosvos vereyim mi, bugün geldi?"

Cevap veremeden "Ama yolda bırakabilir garanti veremem." Diyince baygın bir bakış attım.

Sırıttı. Yanağımdan bir makas alırken eline vurdum. Gülerek "Hadi hadi, işim gücüm var." Dedi.

Kızlara bekleyin iki dakika diyip hızlıca eve girdim. Ağabeyimin odasındaki dağınıklığı görmezden gelerek istediği evrakları aldım. Akşam annemle ağabeyim arasında net düello vardı.

Dosyaları ağabeyime verip, kızlarla olan uzunca bir vedalaşmanın ardından tekrar eve girdim.
Kısaca bir duş alıp derse oturmam gerekiyordu. Sene başından beri hem son senemi bitirmek için uğraşıyordum hem de bu sınava hazırlanıyordum. Okulum biter bitmez işe başlamak, kendi paramı kazanmak istiyordum. Bu hedef uğruna kim boşu boşuna bir sene geçirmek isterdi ki?

Anneme selam verip kursun nasıl geçtiğine dâir konuştuk. O, bu gün evden çıkmamış, temizlik yapmıştı. Hatice ablanın beni sorduğunu söyledim. O da az önce konuştuklarını öylesine, uzun zamandır görüşmediğimizden sorduğunu, bir ara görüşelim dediğini söyledi. Birazcık daha konuştuktan sonra duşa girdim.

Duştayken öğle ezanı okunduğundan çıkınca hemen namazımı kıldım. Seccademden duâ ve şükürlerle kalkarken her vakit yaptığım gibi bir de sınavım için hacet kıldım. Yasin kitabını baştan sona okuduktan sonra masama geçtim.

Cuma vaktine has uzun ve sakin ibadetimi aslında her gün yapmaya çalışıyordum. En kısasından Yasin Sûresi uzun bir sûre değildi. Üstüne Kur'an'ın en gözde sûrelerindendi. Çok değil okuma şayet hızlıysa beş, biraz daha ağırsa on dakikada biterdi. Her vakit olmasa bile günde bir kez on dakika daha ayırsak ibadetimize daha büyük yararı olurdu bizlere.

Babamlar gelene kadar saatlerce çalıştım. Tek kalktığım vakit ikindi vaktiydi. Olabildiğince soru çözüp çözemediklerimi toplayarak videolarını izleyip mantıklarını çözmeye çalıştım.

Saat altıya doğru gelirken babam ve ağabeyim gelince odamdan çıktım. Annem yemekleri yapmış, her zamanki gibi salatayı bana bırakmıştı. Ben mutfakta kalanları hâllederken, annem her akşam olduğu gibi babamlara günlerinin nasıl geçtiğine dâir sorular soruyordu.

Domatesi doğrarken, bir yandan da hayal kuruyordum... Sınavı kazanırsam nasıl bir yere gideceğimi, kursta yapabileceğim etkinlikleri düşünüyordum. Duvarlarına nasıl süslemeler yapacağımı, arapça harfleri hangi boyutlarda kesersem duvarda hoş duracağı gibi.

Salatadan sonra sofrayı da hazırlayınca yemeğe geçtik. Babam biraz değişikti.
Şey gibi, durgun.

Ne olduğunu sormak istesem de yemekten sonraya bıraktım. Çatal kaşık sesleriyle sakince geçen yemekten sonra bulaşıkları toplayıp çayı demledim. Salona geçtiğimde herkes kendi hâlindeydi. Ağabeyim telefonunda, babam televizyonda, annemse iğne oyası yapıyordu.

"Baba, durgun gibisin, bir sorun yok inşallah?" Diye sordum. Lakin herhangi bir yanıt alamamıştım. Benden tarafa bile dönmemişti. Babamı tanımasam duymazlıktan geliyor sanardım.

Annem ve ağabeyiminde dikkatini çekince bir daha "Baba?" Dedim. Aniden kendine gelip bana döndü. "Efendim yavrum. Bir şey mi dedin?" Dedi.

Anneme bir bakış attım. İş gözlüklerini burnuna indirmiş, kısık gözlerle babama bakıyordu. "Bir sorun mu var, durgun gibisin dedim." Dedim. Önce gözlerini kaçırıp annemlerden tarafa baktı. Sonra televizyona.

"Baba bir şey mi var hayırdır?" Diyen ağabeyimdi. Ben hâlâ ayakta dikiliyordum. Babam bana dönerek yerinde toparlandı. Yanını işaret etti. Usulca yanına oturup söyleyeceklerini bekledim.

"Bugün galeriye Süleyman geldi..." gözlerimi kıpraştırıp devamını bekledim. O sırada ağabeyim "Araba almaya mı geldi? Geçen bana sormuştu bir kaç tane?" Diye sordu. Babam televizyona bakmaya devam ederken başını olumsuz anlamda salladı. Bende merakla devam etmesini bekledim.

"Yok... şey dedi..." bir türlü söylemediğinde annem "Ay Ahmet ne dedi Allah aşkına? Lafı dolayıp durma." Diyince babam bana bakarak, "Pazar müsaitseniz... Biz hayırlı bir iş için gelmek istiyoruz dedi." Dedi.

Rahatsızca yerimde kıpırdandım. Sebep neydi elbet anlamıştık ve bu konular beni hep geriyordu.

Annem gözlüklerini çıkarıp bana baktı. Ağabeyim beklediğimin aksine telefona geri dönüp konuştu. "Aman baba bende bir şey dedi sandım. Zühre'yi on altı yaşından beri bir çok kişi istedi de vermedik. Onlara da vermeyiz biter gider."

Babam ağabeyime bakarak "Emre, seninde dediğin gibi o on altı yaşındaykendi. Şimdi yirmi yaşına geldi elbet bir gün evlenecek." Dedi. Ağabeyimin gözle görülür kasılması herkes tarafından hissediliyordu.

Kıskançtı. Hatta bazen aşırı olabiliyordu. Küçükken bana kaç kere "Seni vermeyeceğim." Dediğini hatırlıyorum. Zaten sağ olsun çoğu zaman unutturmuyordu.

Evlilik konusuna da gelirsek, Sülayman Amcanın oğlunu biliyordum, Serkan. Küçüklükten beri tanıdığım biriydi. Mahalledendi zaten, çocuklukta beraber oynardık. Ama benim için evleneceğim kişide aradığım ilk şey onda yoktu. Namaz kılan birisi değildi. Cumadan cumaya belki. Hatta bazen ağabeyim ona bile gelmiyor derdi. Böyle bir adamla evlenemezdim.

"Baba, biliyorsun senin sözlerin her zaman benim için öncü olmuştur. Bu adamı çocukluğumdan tanıyorum. Annesi babası iyiler lafım yok. O da iyidir uzun zamandır konuşmam ama ne kadar iyi olursa olsun namazı yoksa olmaz, istemem." Diyip düşüncelerimi kesin bir dille belirttim.

"Biliyorum kızım, bende ilk bunu söyledim zaten. Namaza başlar falan dedi bir şey diyemedim bende." Dedi babam.

Belli olmazdı lakin kim inanırdı buna? Evlenene kadar oyalar sonra hayatına devam ederdi belki? Buna güvenemezdim.

"Baba şu devirde insanları kandırmak çok kolay. Hem daha yaşım küçük evlenmeyi düşünmüyorum. Ben istemiyorum bu kadar." Dedim. Babamda, "Sen istemiyorsan olmaz zaten." Diyerek anneme, Sülayman Amcanın hanımını aramasını ve uygun bir dille olmayacağını söylemesini istedi.

Bu olayda Allah'ın izni ile bu şekilde bitince çaylarını koyup izin isteyerek odama geçtim.

Belki üzerine durmadan reddetmiştim. Belki namaza başlayacaktı lakin hangimiz belkilerle yaşıyorduk ki? İhtimallere dayanarak nereye kadar gidebilirdim? Beni kandırmayacağı nerden belliydi? Yapamazdım. Hele ki dinimle ilgili bir konuda hiç taviz veremezdim.

Düşüncelerimin içinde namazımı kılıp akşam ve yatsı arasında olan zikirlerimi çektim. Bol bol duâ edip her şeyin hayırlısını diledim.

Yatağıma girdiğimde sorular, düşünceler, sınav stresi peşimi bırakmıyordu. Lakin bildiğim bir şey vardı, önceliklerim.

Önce meslek dedim içimden. Hayırlısı ile ilk sırada bu vardı. Küçük kızların, hoca olduğum camiye pıtı pıtı terlikleriyle gelmelerini istiyordum. Onları okutmak, Allah'ı (cc), Kur'an'ımızı, namazı, ilmi, iffeti öğretmek istiyordum. Hayatımda başka birine şimdilik yer yok gibiydi. Daha gençtim yahu! Evlenmezdim heralde.

Evlenmezdim. Bir adamı her gün çekemezdim ben. Hele ki bugüne bugün bir adama bakmamışken, şimdi nasıl ilgilenecektim ki onunla. Yok, evlenmezdim ben.

Lakin ne demişti büyüklerimiz?

Büyük lokma ye, büyük konuşma.

Zühre, çok büyük konuşmuştu.

Bitttiii.

Alayım ilk yorumları?

Beğendiniz inşallah?

Yıldızlar parlamayı bekliyor.

Kendinize iyi bakın inşallah, en güzele emanet olun

Hayırlı günler...

Continue Reading

You'll Also Like

5.3K 385 25
"Demem o ki, Ben şimdi sana kalk gel demem . Beklerim hep ama demem, Diyemem. Çünkü öyle öğrendim.... Canım çok yanıyor şuan. Eğer gelirsen dayanam d...
2.8K 427 41
-Ne soracaksın? -Karnındaki bebek? O sorunun devamını getirmeden kaşlarımı çatarak ona doğru dönmüştüm. -Ne olmuş karnımdaki bebeğe? -Benim çocuğum m...
388K 23.5K 41
Trabzon Burması ve Trabzon Hurması yazarından yepyeni bir Karadeniz hikayesi. @Tüm hakları saklıdır.
1M 39.7K 55
🖤❤ Mahalleler arası aşk. ....... Size diyorum beni dinleyin artık. " Canın sesiyle kendime geldim. Osmanın etkisi altından çıkmanın verdiği rahatlı...