Prens Darius yaşıyordu.

Ve bu her şeyi değiştirirdi. Bu artık yalnız olmadığımız anlamına gelirdi, bu artık, yeterli gücü toplayabileceğimiz ve Pers İmparatorluğunu küllerinden dirilteceğimiz anlamına gelirdi.

Ya da, tam aksi de olabilirdi.

"Buraya size ayak bağı olmaya gelmedim Prens hazretleri." Dairus'un isteği üzerine konuşma sadece üçümüzün arasında kalacak şekilde, ayrı bir odaya taşınmıştı. Göz ucuyla baktığım Benedict, diğer adıyla Prens Azad beni desteklercesine başın sallayarak istemsiz bir güven aşılamış oldu. "Neyin peşinde olduğunuzu biliyorum ve size yardım etmek istiyorum." 

"Bakın Prenses Isabeau," diye söze girdi Darius ve devam etti, "Sizin Kral Henrick'in kızı olduğunuzu biliyoruz, oğlumu takipsiz, bir başına bırakacak kadar geniş davranamazdım." dedi ve kapıyı işaret etti, içeriye giren kişi benim yıllarca Villa'nın kahyası olarak bildiğim Bay Lobo'dan başkası değildi. 

"Oğullarım her zaman yanlarında kendilerini tehlikelerden çekip çıkartacak birileri ile beraberdi ancak sizin bir Prenses olduğunuzu öğrendikten sonra her şey değişti." 

"Ne demek istediğinizi anlamıyorum, daha açık konuşur musunuz?"

Prens Darius sıkıntıyla şişirdiği yanaklarını serbest bırakarak kararsız adımlarla ağaçların üzerini kapattığı devasa bir avluya bakan pencereye yürüdü, gözleri aşağıda bir yerlerde hareket eden bir şeyin üzerinde gibi sürekli kırpılıp duruyordu.

"Siz Kral Hencrik'in kızısınız, benden her şeyimi alan adamın kızı."

Masanın çevresindeki gözlerde okuduğum  gerginlik içime kadar işlemişti ancak anlamıyordum, bu neyi değiştirirdi? Durduğum yer belli değil miydi? Eğer öyle olmasaydı, Zayn'in yanında yer almak yerine krallığıma geri dönmez miydim?

"Endişelerinizi anlıyorum," dedim aynı şekilde yerimden kalkıp Prens'in dışarıyı izlediği pencereye yürüyerek, ellerim gerginlikten buz kesmişti bu sebeple yeşili görmenin bana iyi geleceğinden emindim. Büyük pencerenin diğer köşesinde, Prens ile aramızda üç dört adım kadar mesafe kalacak şekilde durduğumda onun neye baktığını görmüş oldum.

Zayn, kafası tamamen karışmış bir şekilde, zırhından arınmış, soğuğa rağmen ince siyah gömleğiyle avlunun ortasındaki taş bankın üzerinde oturuyordu. Üşüyordu ancak bunun bilincinde olduğunu söyleyemezdim, daha çok düşünceleri onu titretiyor gibiydi, emin değildim ancak bu perişan halini daha önce hiç görmemiştim. 

Bitti dediği yerde yeniden başlamıştı ve şimdi ne yapması gerektiği konusunda oldukça kararsızdı, bunu anlayabiliyordum. Gayriihtiyari, sanki ona değebilecekmiş gibi uzattığım ellerim pencerenin demir parmaklıklı yüzeyinde kalakalmışlardı. 

Onun bir damla göz yaşı demek benim saatlerce ağlamam demekti, keşke biri bunu anlayabilseydi.

"Baba," dedi Prens Azad, çoktan yerinden kalkmış bir elini omzuma atmış bir halde yanı başımızda dikilirken. "Ben Prenses hazretlerine kefilim, aklınızdaki tüm şüphelerden arınabilirsiniz."

"Siz lütfen bu işe karışmayın Prens Azad." Otoriter ses yeniden konuştuğunda bile, ürkmeme rağmen gözlerim ondan alamadım, yanında olmama ihtiyaç duyuyor muydu? Beni özlüyor muydu? Beni gerçekten, seviyor muydu? 

Ona bağlı olduğum gibi bana bağlı mıydı? 

"Prens Darius," dedim tüm gururum ayaklar altına alınıyordu, önce oğlu Zayn beni yerden yere vurmuştu ve şimdi de kendi. Ancak bilmedikleri bir şey vardı, ben intikam almayı severdim.

Cynthia | ZAYNWhere stories live. Discover now